Musa Kâzım GÜLÇÜR
8 Şubat/2019
Giriş
Bu çalışmada yeni doğan çocuklara güzel anlamlı isimlerin konulmasının önemi, Efendimiz (sas)’in ve ashâbın (ra. ecmaîn) yeni doğan çocukları isimlendirmedeki yüksek uygulamalarından misaller sunularak gösterilmeye çalışılacaktır.
“İsim” kelimesi Arapça kökenli bir kelime olup “alâmet, yükseklik, yüce mevki, yüksek mertebe” gibi anlamlara gelmekte olup cevher ya da arazı belirleyen lafızdır.[1] Türkçemizde “isim” kelimesi kullanılmakla birlikte “ad” kelimesi de kullanılmaktadır.
Meşhur müfessirlerimizden Elmalı’lı Hamdi Yazır, “isim” aslında sözlük anlamıyla bir şeyin zihinde doğmasını sağlayan işaret ve alâmet olup örfte tek başına anlaşılır bir manaya delalet eden kelime diye tarif edilir demektedir. Çoğulu “esmâ” veya “esâmî” gelir ve bunlar tamamen Türkçemize mal olmuş kelimelerdir.[2]
Kur’ân-ı Kerîm’de İsim Kelimesi
Kur’ân-ı Kerîm’de “isim” kavramı türevleri ile birlikte yetmiş bir âyet-i kerîmede geçmektedir. Biz burada daha çok Bakara suresi otuz birinci âyet-i kerîmenin anlamı üzerinde durmaya çalışacağız. Âyet-i kerîme meâlen şöyledir:
“Allâh Âdem’e bütün isimleri öğretti. Müteakiben önce onları meleklere göstererek: ‘İddianızda tutarlı iseniz haydi Bana şunları isimleriyle bir bildirin bakalım!’ dedi.” (Bakara, 2/31)
Bu âyet-i kerîme ile ilgili olarak yine müfessirimiz Elmalı’lının yorumlarını biraz sadeleştirerek vermek istiyoruz.
“Allah (cc) öğrettiği bu isimleri ya kendi koyup Âdem’in ruhuna nakş ve ilham etti veya Âdem’e bu isimleri gerektiğinde koyup kullanacağı özel bir yeteneği haiz ruh üflemeyi takdir etti. Birinci mana açık, ikincisi ise ihtimal dâhilindedir. “Öğretti” kelimesinden Hz. Âdem’in dilin esası olan isimleri birdenbire bir anlatma ile bilmiş olmayıp, terbiyenin sırrı hükmünce bir yetenek ile, az çok bir tedrîc yani azar azar ilerleme içinde bellemiş olduğu anlaşılır.
Bu isimler nelerdir? Genelleştirmenin kapsamı ne kadardır? Yani bütün eşyanın isimleri midir? Yoksa birtakım bilinen isimlerin toplamı mıdır? İlmî tabiriyle “el-esmâ” kelimesindeki “elif lâm” genelleme için midir? Yoksa “Allah’ın öğretmesini murat ettiği isimler” manasına mıdır? Bu noktada tefsircilerden birkaç görüş vardır:
1. Bu isimler, İbni Abbas (ra), Dahhâk (ra), Said b. Cübeyr (ra) ve Katâde’ye (ra) göre her şeyin ismidir. Bu âyet-i kerîmeden kıyamete kadar olmuş, olacak bütün şeylerin isimleri manasını anlayanlar da olmuştur.
2. Rabi’ ve aynı görüşteki diğer âlimlere göre âyet-i kerimede kast olunan isimler meleklerin isimleridir.
3. İbnü Zeyd, İbn Vehb, Yunus b. Abdi’l-Alâ ve diğerleri ise burada kastedilen isimlerin bütün bir insan neslinde yer almış/alacak bireylerin isimlerinin kastedildiğini düşünmüşlerdir. Âyet-i kerimedeki “isim” kelimesi “elif-lâm” takısı almış olduğu, “aradahum/onlara arz etti” kelimesindeki “hüm” zamiri ile de açıkça isimlendirilen varlıklar amaçlandığı için bu isim sahipleri ile kastedilenlerin şuurlu/akıllı varlıklar olması akla daha yatkındır. Ve bu emareye göre bazı tefsirciler hem meleklerin isimlerinin ve hem de nesillerin isimlerinin kastedildiği görüşünde toplanmışlardır.
4. İsimlerden murat dildeki ifadeler değil, eşyanın ilmî suretleri/biçimleridir diye yorumlayanlar da olmuştur. Her ne olursa olsun burada kesin olan nokta, Hz. Âdem’e -az veya çok- lisanların/dillerin öğretildiği, ilim ve kelâm sıfatlarına mazhar kılındığı, kelam ve dil meselesinin insanın yeryüzü hilafetinde temel bir işleyişinin olduğudur.
İşte Allah Teâlâ Âdem’e böyle isimleri öğretti. Öğretimden bir müddet sonra da bu isimlerin müsemmalarını (yani delalet ettikleri zatları) meleklere arz etti. Buradaki “hüm/onlar” zamirinde bir dil inceliği vardır ki, lisanımızda bulunmaz. “He” zamiri yerine “hüm” zamirinin kullanılması, arz olunan şeylerin “akıl sahibi” olduğunu açıkça göstermektedir. Ve isimleri şarta bağlatan karine de budur. Bu zamirin meleklere ait olması ve o isimlerin meleklerin isimleri olması ihtimali, isimlerin meleklere arz edilmiş olması sebebi ile ihtimal dışı kalmaktadır. Şu hâlde en açık mana, ad verilmiş olanların Hz. Âdem’den sonra gelecek olan “nesillerin adları” olmasıdır. Âyet-i kerîmede daha önce anılan “el-esmâ/isimler” kelimesi ile de insan isimlerinin kastedilmiş olduğu anlaşılır. Bununla birlikte, sadece insan değil bütün eşyaya ait isimlerin öğretilip de meleklere sadece insan isimlerinin sorulmuş olması da ihtimal dâhilindedir. Fakat her iki halde böyle olmak için nesillerin yaratılmış olması gerekir. Hâlbuki ayette henüz Hz. Havva’nın bile yaratıldığına işaret yoktur. Bu sorunun cevabı meşhur bir hadis ile açıklanmaktadır. Şöyle ki: Hz. Âdem’in nesilleri meleklere, küçük zerreler halinde arz edilmişlerdir.[3]
Bu hadis insan neslinin o zaman Âdem’de henüz tohum halinde (yani gelecekte bütün Âdemoğullarını temsil eden ilk manevî tohumcuklar şeklinde) bulunduklarını anlatır. Bu olayların yoğun cisimler âleminde olmayıp, Hz. Âdem’in ruhunun takdiri veya ruhunun esîr maddesi gibi olduğu düşünülebilir. Esîrden meydana getirilmiş bu cismin atom altı parçacıklarında, kıyamete kadar gelecek Âdemoğlunun birbirine bağlı görüntüleri veya Hz. Âdem’in ruhunda gelecek nesillerin manevi suretleri, isimlerin meleklere arz olunmasına ait yan manalar olarak düşünülebilir. Arz hadisesinin, Hz. Âdem’in yeryüzüne inmeden önce olması da bu şekilde düşünmemiz için açık bir karine demektir. Bu açıdan meleklere isimlerin sorulması, hissî bir arz değil, ilmî bir arz olmuş olur.[4]
İsim/Ad Koyma
Medeni hukukta ad, kişileri birbirinden ayırmaya ve tanıtmaya yarayan sözcük olup, doğan her çocuğa bir ad koyma zorunluluğu vardır. 1587 sayılı nüfus kanununun 16. maddesine göre millî kültürümüze, ahlâkî kurallarımıza, gelenek ve göreneklerimize uygun olmayan ya da kamuoyunu incitici adlar konulamaz.[5]
Türklerin İslâmiyet’i kabulünden önceki Türk isimleri yırtıcı hayvan, yırtıcı kuş ve dış tesirlere dayanıklı maddelerden seçilmiş, genelde çocuklara Bozkurt, Arslan, Şahin, Doğan, Timur/demir, Kaya ve Gökhan gibi adlar verilmiştir.
İslamiyet’ten önceki Araplar da hayatın zorlukları ve özellikle düşman karşısında dayanıklı, güçlü ve cesur olmak, düşmanın gönlüne korku salmak gibi arzu ve düşüncelerle çocuklarına “Galip, Zalim, Mukatil/Savaşçı, Esed/Arslan, Leys/Yiğit, Zi’b/Kurt, Hacer/Taş, Sahr/Kaya” gibi adlar koymuşlardır.[6]
Efendimiz (sas)’in Yetişkinlerde Değiştirdiği İsimler
Hz. Aişe (r. anha) “Resülullah (sas) çirkin isimleri değiştirirdi” demektedir.[7] Çirkin olması sebebi ile isimler değiştirilebildiği gibi, güzel olmasına rağmen başka bir maslahattan dolayı da değiştirilebilmiştir. Ebu Hüreyre’den yapılan bir rivayette bu şekildeki isim değiştirme konusu ile ilgili olarak şu rivayeti görmekteyiz: “Zeyneb Bintu Ebi Seleme’nin ismi Berre[8] idi. ‘Bu ismi kullanmakla sanki kendisini temize çıkarıyor’ dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas) Berre ismini Zeyneb olarak değiştirdi.”[9]
Efendimiz (sas)’in ismini değiştirmiş olduğu diğer bir sahabi ile ilgili rivayet ise şu şekildedir. Beşir ibni Meymun Amcası Üsame İbnu Ahdari diyor ki: “İsmi Asram[10] olan bir adam vardı. Resülullah (sas) ona:
- “İsmin nedir?” diye sordu. Adam
- “Asram” diye cevap verdi. Resülullah (sas):
- “Hayır, sen Zür’a’sın (Ziraatçi)” buyurdu.[11]
Bu konudaki diğer bir örnek de şu şekildedir. Said ibnu’l-Müseyyeb, babası vasıtasıyla dedesinden naklediyor: “Dedem, Resülullah (sas)’a uğramıştı. Resülullah (sas):
- “İsmin ne?” diye sordu. Dedem:
- “Hazn (muamelesi sert kişi, kaba, sert yer)” diye cevap verdi. Resülullah (sas):
- “Hayır, sen Sehl’sin (Kolaylık)” dedi. Müseyyeb:
- “Olmaz, Sehl çiğnenir ve alçaltılır. Babamın verdiği bir ismi değiştiremem” dedi. İbnu’l-Müseyyeb devamla şöyle hayıflanıyor:
- “Maalesef o günden sonra ailemizde kabalık devam etti gitti.”
Ebu Davud, bu hadîs-i şerîfi aktardıktan sonra Efendimiz (sas)’in isim değiştirme uygulamasında konuyu daha belirgin hale getiren şu örnekleri de bizlere aktarmaktadır:
“Resülullah (sas) Asi (İsyankâr), Aziz, Atele (Şiddet, Sertlik), Şeytan, Hakem, Ğurab (Karga), Hubab (bir şeytan ismi), Şihab (Alev) isimlerini değiştirdiler. Şihab’ı Hişam (Cömert), Harb’i Silm (Barış, Sulh) ve Muzdaci’ (Yatan) adını Münbais (Ayakta) adlarıyla değiştirdi. Afire (Çorak) adını taşıyan bir araziyi ise Hadire (Yeşillik) diye, Şi’bu’d Dalalet’i (sapıklık mahallesi/geçidi) Şi’bu’l-Hüda (Hidayet mahallesi/geçidi) olarak isimlendirdi. Benu’z-Zinye’yi (zina oğulları) de Benu’r-Rüşd (Doğruluk oğulları) şeklinde değiştirdi.”[12]
Hz. Peygamber (sas) Ya’la, Bereket, Eflah, Yesar, Nafi’ ve benzeri isimlerin kullanılmasını yasaklamayı arzu etmiştir. Efendimiz (sas) bu yasaklama isteğinin gerekçesini de şu şekilde açıklamıştır: “Zira kişi;
- “Bereket burada mı?” diye sorar da,
- “Hayır, yok!” diye cevap verirler.
Cabir b. Abdillah diyor ki; “Sonra Efendimiz’in bu mevzuda sükût ettiğini gördüm. Daha sonra da bu isimleri yasaklamadan vefat etti. Hz. Ömer (ra) bu isimleri yasaklamak istedi, sonra o da vazgeçti.”[13]
Efendimiz (sas)’in Çocuklarda Değiştirdiği İsimler
Efendimiz (sas) isimleri konulmuş olmasına rağmen bazı çocukların isimlerinde yer alan olumsuz anlamlardan dolayı yeniden isimlendirme yapmıştır.
Bu konuda Hz. Ali (ra)’den gelen bir rivayet şöyledir: “Oğlum Hasan dünyaya geldiğinde ona Harp ismin koydum. Derken Peygamber (sas) geldi ve:
- “Oğlumu bana gösteriniz. Ona ne ad koydunuz? diye sordu. Ben de:
- “Harp” deyince,
- “Hayır, o Hasan’dır” buyurdu. Oğlum Hüseyin doğduğu vakit bu defa ona Harp ismini vermiştim. Peygamber Efendimiz (sas) yine geldi ve:
- “Oğlumu bana gösteriniz. Ona ne ad koydunuz? diye sordu. Ben de yine:
- “Harp” deyince,
- “Hayır, o Hüseyin’dir” buyurdu. Üçüncü çocuk dünyaya gelince ona da Harp ismini verdim. Peygamber Efendimiz (sas) yine geldi ve:
- “Oğlumu bana gösteriniz. Ona ne ad koydunuz? diye sordu. Biz de:
- “Harp” deyince,
- “Hayır, o Muhsin’dir” dedikten sonra,
- “Ben onlara Harun’un Şebber, Şebbir ve Müşebbir isimli çocuklarının adını verdim” buyurdu.[14]
Bu konudaki bir diğer rivayet ise şöyledir. “Sehl bin Sa’d’in anlattığına göre el-Münzir İbnu Ebi Üseyd doğduğu zaman Resülullah (sas)’a getirilmişti. Çocuğu kucağına aldı ve:
- “İsmi nedir?” diye sordu,
- “İsmi falandır” diye ne konmuşsa söylendi. Resülullah (sas):
- “Hayır! Bunun ismi Münzir olacak” dedi ve o gün çocuğa Münzir ismini koydu.[15]
Efendimiz (sas)’in Yeni Doğan Çocuklara İsim Koyması
Çocuğa isim koyarken sağ kulağına ezan, sol kulağına ise kâmet okunur. Nitekim Ebu Rafi’nin anlattığına göre Hz. Fatıma (r. anha) oğlu Hasan (ra)’ı doğurduğu zaman, Resülullah (sas)’ın kulağına ezan ve ihlâs süresini okuduğunu, hurma ile tahnik edip ismini koyduğunu belirtmektedir.[16]
Hz. Aişe (r. anhâ) anlatıyor: Yeni doğan çocuklar Hz. Peygamber (sas)’a getirilirdi. O da mübarek olmaları için dua eder, tahnikte bulunurdu.”[17]
Esma Binti Ebu Bekir anlatıyor: “Mekke’de Abdullah İbnu Zübeyr (ra)’e hamile kalmıştım. Doğum yaklaşmıştı ki, Mekke’yi terk ettim ve Medine’ye geldim. Abdullah’ı orada dünyaya getirdim. Doğunca, bebeği alıp Resülullah (sas)’a götürdüm, kucağına bıraktım. Resülullah (sas) bir hurma istedi, ağzında çiğneyerek ezdikten sonra, (yumuşattığı o) hurma ile çocuğun damağını oğdu, hakkında bereketle dua etti ve Abdullah ismini verdi. Müslüman aileden ilk doğan çocuk bu idi. (Medine’de bütün Müslümanlar) onun doğumuna çok sevindiler. Çünkü “Yahudiler size sihir yaptılar, asla doğum yapamayacaksınız” diye bir şayia çıkarılmıştı.”[18]
Ebu Musa anlatıyor: Bir oğlum doğmuştu. Hemen Resülullah (sas)’a getirdim, İbrahim ismini verip bir hurma ile tahnikte bulundu. Sonra da “Mübarek olsun” diye dua buyurdu ve çocuğu bana geri verdi. İbrahim, Ebu Musa’nın en büyük evladı idi.[19]
Efendimiz (sas)’in Çocuklara Doğduklarından Yedi Gün Sonra İsim Koyması
İbnu Ömer’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sas) çocuğa, doğumunun yedinci gününde isim konmasını, yıkanarak pisliklerinden temizlenmesini ve akika kurbanı kesilmesini emir buyurmuştur.”[20]
Bu rivayete bakarak çocuğu yedinci günden önce isimlendirmenin yanlış olduğunu zannetmek hata olur. Çünkü İbni Kayyim el-Cevzî’nin yaklaşımı ile söyleyecek olursak, isim verme, isimlendirilecek bir varlığı tarif etmek oluyorsa, muayyen bir varlığın ismini –burada çocuk- vermediğimizde, sadece onu nasıl tarif edeceğimizi bilememiş oluruz. Bu açıdan, söz konusu varlığı var olduğu gün tarif etmek mümkün olduğu gibi, üç gün sonraya, hatta akîkası kesilinceye kadar ertelemede büyük bir mahzur olmayabilir. Bu konuda genişlik olduğunun bilinmesinde yarar vardır.[21]
Ancak bir defa bile olsa sesi duyulduktan sonra ölen çocuğa isim konulacağına, yıkanıp kefenlendikten ve namazı kılındıktan sonra defnedileceğine dair Ebu Hanife Hazretlerinin içtihadı ile ölü doğsa bile çocuğa isim konulup yıkanması gerektiğini belirten Ebu Yusuf Hazretlerinin kanaati, çocuğa doğduğu gün isim konulmasının gerekli olduğunu göstermektedir.[22]
Efendimiz (sas)’in Güzel Anlamlı İsimleri Önemsemesi
Efendimiz (sas) güzel anlamlı isimleri ne kadar önemsediği ile ilgili olarak şu rivayet oldukça ilginçtir. Yahya İbnu Said anlatıyor: Hz. Peygamber (sas) bol sütlü bir deve için:
- “Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bu işi yapma isteği ile bir adam ayağa kalktı. Hz. Peygamber (sas):
- “İsmin ne?” diye sordu. Adam:
- “Mürre (acı)!” deyince, ona;
- “Otur!” dedi. Hz. Peygamber (sas) tekrar:
- “Bunu kim sağıverecek?” diye sordu. Bir başkası ayağa kalktı ve “Ben sağabilirim” diyecekti ki Hz. Peygamber (sas) ona da:
- “İsmin nedir?” diye sordu. Adam:
- “Harp (Savaş)” diye cevap verdi. Ona da;
- “Otur” dedi. Resülullah (sas):
- “Bu deveyi kim bize sağıverecek?” diye sormaya devam etti. Bir adam daha kalktı. Ona da ismini sordu.
- “Yaîş (Yaşar)” cevabını alınca ona:
- “Sen yaşıyorsun” diyerek müsaade etti.”[23]
Efendimiz (sas)’in isimlerin manalarından hareketle hayır umma tutumunu gösteren başka bir rivayet ise şöyledir:
Ebu Hüreyre’nin anlattığına göre Resülullah (sas) buyurdular ki:
- “Eslem kabilesini Allah selametli kılsın, Ğıfar kabilesine de mağfiret buyursun!”[24]
Hufaf İbnu İma el-Ğıfari benzer bir rivayetinde bu husus şöyle anlatılır: Resülullah (sas) rükûa gitti, sonra başını kaldırdı ve;
- “Ğıfar kabilesini Allah mağfiret etsin. Eslem kabilesine Allah selamet versin. Useyye kabilesi ise Allah’a ve Resulüne isyan etmiştir” deyip secdeye gitti.[25]
Buradaki kabile isimlerine dikkat ettiğimizde; “Ğifar” kabilesinin isminin Arapçadaki “ğa-fe-ra” kökünden geldiğini, anlamının “affetmek” olduğunu, “Eslem” kabilesinin isminin “se-le-me” kökünden olup “selamette olmak” anlamına geldiğini, “Useyye” kabilesinin isminin ise “isyan” manası taşıdığını görürüz. Böylece bu isimlerin manalarının bahsi geçen kabilelerde tezahürünü âlemlere rahmet bir peygamber feraseti ile Efendimiz (sas)’in görmüş olduğunu anlarız. Zaten sünnet-i seniyyeyi dikkatlice inceleyen bir kişi, Efendimiz (sas)’in isimlerin anlamlarına ehemmiyet verdiğini, kişilerin isimlerindeki manalarla o kişiler arasında bir irtibat kurduğunu rahatlıkla bilecektir.
Ashâb Hazerâtının Güzel Anlamlı İsimler Konusundaki Tutumları
Mesruk anlatıyor: Hz. Ömer’le karşılaştım. Bana:
- “Sen kimsin?” diye sordu.
- “Mesruk İbnu’l-Ecda” dedim. Dedi ki:
- “Ben Resülullah (sas)’in ‘ecda’ şeytandır” dediğini işittim.”[26] Öyle anlaşılıyor ki Hz. Ömer (ra) bu sahabiye “ecda” ismini kullanmaması konusunda ikazda bulunmuştur.
Yahya ibnu Said’in anlattığına göre Hz. Ömer bir adama:
- “İsmin nedir?” diye sordu. Adam:
- “Cemre (Kor/ateş)” dedi. Bunun üzerine:
- “Kimin oğlusun?” diye sordu. Adam:
- “İbnu Şihab (Alevoğlu) dedi;
- “Kimlerdensiniz?” dedi. Adam:
- “Humkalardan (Ahmaklardan).”
- “Eviniz nerede?” diye sordu.
- “Hirretu’n-Nar’da (Hararetli ateş)” cevabını alınca,
- “Hangisinde?” dedi.
- “Zatı Leza’da (Şiddetli alev)” cevabını alınca, Hz. Ömer (ra):
- “Ailene yetiş, yanıyorlar!” dedi. Gerçekten durum aynen Hz. Ömer’in dediği gibiydi. Adamın evi yanmıştı.”[27]
Peygamber İsimleri Künye Olarak Kullanılabilir mi?
Rivayetlerden anlayabildiğimiz kadarı ile Efendimiz (sas) ashabına peygamber isimleri ile isimlendirilebileceğini belirtmiştir. Ebu Vehb el-Cüşemi’nin anlattığına göre Resülullah (sas) şöyle buyurmuşlardır: “Peygamberlerin isimleriyle isimlenin.[28] Ayrıca bazı sahabilerin peygamber isimlerini künye olarak kullanmalarına izin vermiştir. Ancak daha sonraları özellikle de Hz. Ömer (ra) bu konuda hassas davranmış, peygamber isimleri vermenin doğru olmayacağı içtihadında bulunmuştur. Hatta Hz. Ömer (ra)’in azatlı kölesi Eslem’in anlattığına göre, Hz. Ömer (ra) bir oğlunu “Ebu İsa” künyesini kullandığı için azarlamıştır. Yine Ebu İsa künyesini kullanan Muğire İbnu Şu’be (ra)’ye, Hz. Ömer (ra):
- “Ebu Abdillah künyesini kullanman sana yetmez mi?” diye sormuş, Muğire de:
- “Bana Ebu İsa künyesini takan Hz. Peygamber (sas)’dir” cevabını verince, Hz. Ömer:
- “Hz. Peygamber (sas)’in geçmiş gelecek bütün günahları affedilmiştir. Biz ise bundan böyle sıkıntıdayız” demiş ve ölünceye kadar Muğire’yi “Ebu Abdillah” diye künyelemiştir.[29]
İsim Verme Hakkındaki Öncelik
İslâm’da isim verme hakkı babaya ait kabul edilmiştir. Şayet baba ölmüş ya da hukukî tasarruflarda bulunması yasaklanmışsa bu hakkı anne kullanır. Doğumundan önce babasını kaybetmiş olan Efendimiz (sas)’in ismi annesi Âmine tarafından Muhammed olarak seçilmiş ve bu isim dedesi Abdülmuttalip tarafından konulmuştur.
Ebudderda’nın rivayetine göre Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız öyleyse isimlerinizi güzel yapın”[30]
Makbul İsimler
Buraya kadar aktarmaya çalıştığımız rivayetlerden, ancak güzel manalara delalet eden isimlerin makbul olduğunu anlıyoruz. Anlam itibarı ile çirkin, kötü ve şirk kokan isimlerin de insanlar üzerinde olumsuz tesirler meydana getirmeleri sebebi ile mekruh ya da harama yakın mekruh oldukları anlaşılmaktadır.
İbnu Ömer’in rivayetine göre Resülullah (sas) buyurdular ki: “Allah’ın en ziyade sevdiği isimler Abdullah ve Abdurrahman’dır.”[31]
Abdullah ve Abdurrahman gibi isimlerin Allah’a en sevimli olmasının sebebini şu şekilde izah etmek mümkündür: Abdullah isminde ubudiyet ve tezellülü itiraf vardır. Abdurrahman’da ise her mahlûka şamil olan rahmeti itiraf vardır. Keza birinci isimde, bu isimle adlandırılan kimsenin Allah’a ibadet eden olması, ikincisinde ise ilâhî rahmetin, bu ismi taşıyanın üzerinde tezahür etmesi isteği, tefeülü veya beklentisi vardır.[32]
Ancak Allah katında sevilen isimler acaba sadece bu iki isimden mi ibarettir? Yoksa bu isimlerin birer örnek olduğunu mu düşünmeliyiz? Aynî’nin ifadesi ile söyleyecek olursak “abd/kul” kelimesinin Allah’ın (cc) yüce, yüksek ve güzel isim ve sıfatlarına izafe edilerek oluşturulan her bir isim, Allah’ın sevdiği isimler dâhilinde olmalıdır.[33]
Mesela, Abdülkerim, keremi bol, cömert olan Aziz ve Celil Allah’ın kulu manasınadır. Abdüllatîf, latif, güzel, yumuşak, hoş, nazik olan bütün olayların ve eşyanın inceliklerini bilen Allah’ın kulu demektir. Abdülmecid, kadr u şanı büyük, cömertlik ve keremi bol olan Allah’ın kulu, Abdülmelik ise, sahip olan, her şeyin mülkiyetinin sahibi olan Allah’ın kulu anlamındadır. Böylece bu tür isimler aynı zamanda Allâh’ın hatırlanmasına, tevhidin korunmasına, insanın kulluk boyutunun unutulmamasına ve daha bilemeyeceğimiz pek çok güzelliklerin oluşumuna vesile olmaktadırlar.
Mekruh İsimler
Ebu Vehb el-Cüşemi’nin anlattığına göre Resülullah (sas) şöyle buyurmuşlardır: “Allah’ın çok sevdiği isimler Abdullah ve Abdurrahman’dır. En sadık olanları da Haris ve Hemmam isimleridir. En çirkinleri de Harb ve Mürre isimleridir.” (Metin Ebu Davud’a aittir, Nesai’de muhtasar olarak kaydedilmiştir).[34]
Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre Resülullah (sas) buyurdular ki: “Allah katında en düşük (ahna’) isim Melikü’l-emlak (mülklerin Maliki) ismidir. Hâlbuki Allah’tan başka Malik yoktur.” Süfyan devamla: “Şehin Şah bunun bir başka örneğidir” demektedir. Ahmed İbnu Hanbel diyor ki: “Ebu Amr’a, ‘ahna’ ne demek diye sordum, “en düşük” anlamında diye cevap verdi.”[35]
Birden Fazla İsim Taşımanın Caiz Oluşu
İsim vermekten maksat, kişiyi diğerlerinden temyiz edip tanımak olduğundan dolayı bir tek ismin yeterli olduğu durumlarda tek isimle yetinmek en uygunudur. Ancak birden fazla isim kullanmak da caizdir. Nitekim insanlara hem isim hem künye hem de lakap verilebilmektedir. Ayrıca Efendimiz (sas)’in birden fazla ismi bulunmaktadır. Cübeyr İbnu Mut’im’in rivayetine göre Resülullah (sas) buyurdular ki:
“Benim beş ismim vardır: Ben Muhammed (çok övülmüş)’im, ben Ahmed (çok hamd eden, sevilmiş)’im, ben Allah’ın benimle küfrü mahvedeceği el-Mâhî (mahvedici)’yim. Ben Hâşir (toplayıcı)’im, insanlar benim arkamda haşredilecektir. Ben Âkıb (en son gelen)’im, benden sonra peygamber gelmeyecektir.”[36]
Efendimiz (sas)’in İsim ve Künyesinin Alınmaması
Enes (ra) anlatıyor: Bir gün Resülullah (sas) Baki’de idi. Kulağına bir ses geldi:
- “Ey Ebu’l Kasım!” diyordu. Başını sese doğru çevirdi. Seslenen adam:
- “Ey Allah’ın Resulü seni kastetmedim, ben falancayı çağırdım” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas):
- “İsmimi isim olarak koyun, fakat künyemi kendinize künye yapmayın!” buyurdu.[37]
Cabir (ra)’in anlattığına göre birinin bir oğlu oldu. İsmini Kasım koydu. Kendisine:
- “Sana Ebu’l Kasım künyesini vermeyiz. Bu künye ile seni şereflendirip memnun etmeyiz” dedik. Hz. Peygamber (sas)’a gelerek durumu arz etti. Resülullah (sas) bunun üzerine:
- “Oğlunun adı Abdurrahmandır” dedi.
Bir rivayette şu ziyade var: “İsmimi isim olarak koyun, fakat künyemi künye yapmayın. Zira ben Kasım (taksim edici) kılındım. Aranızda taksim ederim.” Ebu Davud’un bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur:
- “Kim benim ismimi almışsa, künyem ile künyelenmesin. Kim de künyem ile künyelenmişse, ismimle isimlenmesin.”[38]
Hz. Aişe (r. anha)’nın anlattığına göre bir kadın gelerek:
- “Ey Allah’ın Resulü, ben bir oğlan dünyaya getirdim. Muhammed diye isim, Ebu’l-Kasım diye de künye verdim. Bana, sizin bu durumda hoşlanmadığınız söylendi, doğru mu?” diye sordu. Resülullah (sas):
- “İsmimi helal, künyemi haram kılan şey de ne?” veya “Künyemi haram kılıp ismimi helal kılan şey de ne?” diyerek reddetti.[39]
Sonuç
Çocuklara Efendimiz (sas)’in gösterdiği hassasiyette isimler konulması hem ebeveyn hem de dünyaya gelen göz aydınlığı çocuklarımızın daha huzurlu, mutlu, benlik ve karakter algısı yüksek bireyler olarak neşet etmelerinde oldukça önemli bir faktör olduğu görülmektedir. Bu hassasiyete ümmet-i Muhammed’in (sas) de uyum göstermesinin Allâh’ın (cc) rızvanına dâî olacağı umulur.
Çocuklara verilen
isimler, karakter ve şahsiyetin en temel öğesidir. Çocuğun yetişme esnasında kendisini
dış dünyaya ne anlamdaki bir isimle tanıtılacağı çok önemlidir. Bu açıdan
ebeveynler önemli bir sorumluluk altındadırlar. Çocukları makbul isimlerle isimlendirmenin
ne denli önemli olduğunu anlamak için Efendimiz (sas)’in buraya kadar aktarmaya
çalıştığımız uygulamalarına saygı ile yaklaşmak yeterli olacaktır.
[1] İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, 14/401–403.
[2] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, 1/18, Eser Neşriyat, trsz.
[3] Tirmizî, Kıyamet, 47; Ahmed b. Hanbel, 2/179.
[4] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, 1/308–312, Eser Neşriyat, trsz
[5] Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, 1/77.
[6] DİA, 1/332.
[7] Tirmizi, Edeb 66, (2841)
[8] ‘Berre’ ya da ‘el-berretü’ kelimesi yine Arapça’daki ‘el-birru’ kelimesinden türemiş olup ‘çokça cömert, dürüst, itaatkâr, iyi kadın’ manasınadır.
[9] Buhari, Edeb 108; Müslim, Edeb 17, (2141)
[10] Asram: Verimsizlik, merhametsizlik, başkasına yararlı olmama.
[11] Ebu Davud, Edeb 70, (4954)
[12] Buhari, Edeb 107–108; Ebu Davud, Edeb 70, (4956)
[13] Müslim, Âdâb 13, (2138); Ebu Davud, Edeb, 70, (4960)
[14] Ahmed b. Hanbel, 1/118. “Şebber, Şebbir ve Müşebbir” isimleri büyük bir ihtimalle “Hasan, Hüseyin ve Muhsin” isimlerinin İbranice karşılıkları olmalıdır.
[15] Buhari, Edeb 108; Müslim, Edeb 29, (2149)
[16] Ebu Davud, Edeb 116, (5105); Tirmizi, Edahi 17, (1514)
[17] Müslim, Edeb, 27 (2147); Ebu Davud, Edeb 116, (5106)
[18] Buhari, Menakibu’l-Ensar 45, Akika 1; Müslim, Âdâb 26, (2146)
[19] Buhari, Akika 1; Müslim, Âdâb 24, (2145)
[20] Ebu Davud, Edahi, 21, (2837); Tirmizi, Edahi 23, (1522), Edeb 63, (2834); Nesai, Akika 5, (7, 166); İbnu Mace, Zebai 1, (3165)
[21] İbni Kayyim el-Cevziyye, İslam’da Çocuk, (Terc. Mahmut Kısa), s. 127, Esra Yay., Konya, trsz.
[22] DİA, 1/333.
[23] Muvatta, İsti’zan 24 (2, 973)
[24] Buhari, Menakıb 6; Müslim, Fezailu’s-Sahabe 183, (2515, 2516)
[25] Müslim, Mescid 308, (679)
[26] Ebu Davud, Edeb 70, (4957)
[27] Muvatta, İsti’zan 25 (2,973)
[28] Ebu Davud, Edeb 69, (4950)
[29] Ebu Davud, Edeb 72, (4963)
[30] Ebu Davud, Edeb 69, (4948)
[31] Müslim, Âdâb, 2, (2132); Ebu Davud, Edeb 69, (4949); Tirmizi, Edeb 64, (2835)
[32] Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, 6/391.
[33] Aynî, Umde, XVIII, 257.
[34] Ebu Davud, Edeb 69, (4950)
[35] Buhari, Edeb 114; Müslim, Edeb 20, (2143); Ebu Davud, Edeb 70, (4961); Tirmizi, Edeb 65, (2839)
[36] Buhari, Menakıb 17, Tefsir, Saff 1; Müslim, Fezail 125, (2354); Muvatta, Esmau’n-Nebi 1, (2, 1004); Tirmizi, Edeb 67, (2842)
[37] Buhari, Menakıb 20, Edeb 106; Müslim, Âdâb 1 (2131); Tirmizi, Edeb 68, (2844)
[38] Buhari, Edeb 105, 106, 109, Menakıb 20; Müslim, Âdâb 2, (2133); Ebu Davud, Edeb 74 (4965); Tirmizi, Edeb 68, (2845)
[39] Ebu Davud, Edeb 76, (4968).
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.