Musa Kâzım GÜLÇÜR
18 Şubat/2020
İçindekiler
Erkeklerde Ğadd-ı Basar (Gözlerin Sakınılması) ve Tesettür 2
Kadınlarda Ğadd-ı Basar (Gözlerin Sakınılması) ve Tesettür 6
(وَلَا يُبْدٖينَ زٖينَتَهُنَّ) “Ziynetlerini Göstermesinler” Cümlesi ile İlgili Yorumlar 9
Giriş
İslâm’ın hem erkeklere hem de kadınlara yönelik emirlerinden bir tanesi de bilindiği gibi Kurân-ı Kerîm’de Nur Suresinde yer almaktadır. Cenab-ı Hak, Nûr Suresi’nin otuzuncu ayet-i kerimesinde, inanmış erkeklerin gözlerini haramdan sakınmalarına (يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ) “gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar” cümlesi ile, başkalarına gösterilmesi ve açık tutulması yasak olan yerlere de (وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ) “ırzlarını korusunlar” cümlesi ile işaret etmiştir. Hemen arkasından gelen diğer ayet-i kerimede ise, bu defa inanmış kadınların gözlerini haramdan sakınmaları konusunu ve örtünmede dikkat edecekleri hususları ayrıntılı bir şekilde beyan etmiştir.
İlgili Kur’an-ı Kerim ayetlerini okuyanlar ve Hazret-i Peygamber’in (sas) talim ve terbiyesine dikkat edenler, konunun ehemmiyetini fark edeceklerdir. İslâm dini, inançlı bireylerin kadını ve erkeği ile gözlerini haram olan bakışlardan sakınmalarını, giyim tarzlarının da şerî ölçüler içerisinde olmasını istemektedir. Müslüman bireyler, kendi ahlâkî yaşayışlarını yüksek bir seviyeye ulaştırmak, çevrelerinde daha fazla huzur ve emniyet îras etmek istiyorlarsa, bunu gerçekleştirmenin bir yolu şerî tesettüre riayetteki hassasiyeti muhafaza etmektir.
İki bölüm halinde düşündüğümüz yazının birincisinde, Nur Suresi’nin otuz ve otuz birinci ayet-i kerimelerini ayrıntılandırmaya ve konuyu bilhassa “ğadd-ı basar” yani “gözlerin haramdan uzak tutulması” mevzuu çerçevesinde tahlil etmeye, diğerinde ise Ahzâb Suresi elli dokuzuncu ayet-i kerimesini “kadının tesettürü” bahsi çerçevesinde incelemeye çalışacağız.
Erkeklerde Ğadd-ı Basar (Gözlerin Sakınılması) ve Tesettür
Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri şöyle buyurur:
قُلْ لِلْمُؤْمِنٖينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذٰلِكَ اَزْكٰى لَهُمْ اِنَّ اللّٰهَ خَبٖيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
“Mümin erkeklere söyle, gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.” (Nur, 24/30)
Ayet-i kerimedeki (يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ) “gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar” kısmı, “bakılması yasak olan bir şeye bakmayarak yere bakma” manası taşımaktadır. Gözler, dış dünyadan hemen her şeyi kalbe ulaştıran en önemli duyu organıdır. Dolayısı ile harama bakma neticesinde, şeytana alan hakimiyeti verilmiş ve insanın en önemli donanımı olan kalbe şehvet tohumları ekilmiş olur. Bu sebeple olsa gerek, ayet-i kerimede “gözlerin sakınılması” emri “ırzların korunması” emrinden önce gelmiştir. Ğadd-ı basar ile insan, kalbine nur kazandırmış, ferasetini arttırmış ve şeytanın en önemli nüfuz kanalını kapatmış olur.
Bu âyet- i kerimenin sebebi nüzulü hakkında Hindî, İbn-i Merdeveyh târîkıyla Hazret-i Ali radıyallâhu anhden şu vakayı anlatıyor:
“Resülullah sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında adamın birisi Medine’de yolda yürürken bir kadın gördü ve ona bakmaya başladı. Kadın da ona bakıyordu. Böylece şeytan her ikisine de vesvese verdi. İkisi de birbirlerinin hoşuna gittiğinden bakışıyorlardı. Adam böylece kadına bakarak duvar dibinden yürümekteyken, önüne çıkan başka bir duvara çarptı. Burnu kırıldı. Adam: “Vallahi Resülullah’a gidip olayı anlatmadan kanımı silmeyeceğim” dedi. Dediği gibi olayı Aleyhissâlatu ve’s-selâma hikâye etti. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem de;
“Bu, günahının cezasıdır” buyurdu.
Bunun üzerine; ‘Müminlere söyle gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar” âyeti inzal oldu.[1]
İslâm âlimleri bu âyet-i kerimeden hareketle, insanların gerek hemcinslerine gerekse karşı cinslerine bakma hususunda ahlâkî sınırlar belirlemiş, cumhuru fukaha ve müfessirin, bu prensipler üzerinde temelde görüş birliği halinde olmuşlardır.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Ali’ye radıyallahu anhe, kasıtsız birinci bakıştan sonra meydana gelecek diğer kasıtlı bakışı şu şekilde yasaklıyor:
“Ya Ali! Bir bakışını diğer bir bakışın takip etmesin. Çünkü birincisi (kasıtsız olduğundan dolayı) lehine iken, ikincisi ise (kasıt olduğu için) aleyhinedir.”[2]
Cerîr b. Abdillah anlatıyor:
“Ben Resülullah’a (sas), (yabancı kadınlara) ansızın göz ilişmesini sorduğumda;
“Gözünü (hemen o anda başka tarafa) çevir” buyurdular.[3]
Abdullah İbnu Abbas radıyallahu anhden:
“Fazl, Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin terkisinde idi. Has’ame’den bir kadın, yaşlı olan ve bir binitin üzerinde dahi duramayacak babası adına hac yapıp yapamayacağını danışmak için geldi. Efendimiz (sas);
“Evet, yapabilirsin” dedi.
Bu sırada Fazl kadına, kadın da Fazl’a bakmaya başlamıştı. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem eli ile Fazl’ın yüzünü diğer tarafa çevirdi.”[4]
Ebu Ümâme’nin (ra) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte de Efendimiz (sas) gözü ilk anda bir kadına ilişen ve fakat hemen arkasından gözlerini kısan ve bakmayı bırakan bir kimse için, Allâh’ın (cc) o kimseye imanın tadını hissettireceğini vadediyor.[5]
İnsanın bilmeden ve farkında olmadan kasıtsız bir şekilde gözünün yabancı bir kadına çarpması, hemen o anda gözünü başka bir tarafa çevirmek şartıyla sorumluluğunu bertaraf eder. Fakat kadına bakmaya devam edecek olursa günahkâr olur. Çünkü kasıtsız bakıştan sonraki bakışlar, kendi isteğiyle gerçekleşmiştir.
İbn Abbas (ra) demiştir ki: “Ebu Hüreyre’nin Hz. Peygamberden (sas) rivayet ettiği şu sözdeki davranışlardan daha çok, küçük günahlara benzeyen başka bir davranış bilmiyorum:
“Hiç şüphe yok ki Allah, Âdem oğluna zinadan nasibini yazmıştır. Buna kesinlikle erişecektir. Binâenaleyh gözlerin zinası bakmak, dilin zinası da konuşmaktır. Nefis temenni eder ve şehvet hisseder.”[6]
Hadis-i şerifte bakışlar ve konuşmalarla oluşan mecazî zina söz konusu edilmektedir. Mecazi zina; mahremi olan bir kadına ısrarla bakmak, konuşulan sözleri meraklı bir şekilde dinlemek, mahrem kadına dokunmak gibi şeylerdir. Mecazî zinanın her nevi haramdır.
Ebû Saîd el-Hudrî (ra), Hz. Peygamber’in (sas) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
— “Yollar üzerinde oturmaktan sakınınız.”
Sahâbîler:
— “Biz bundan kaçınamayız. Çünkü yollar bizim oturma yerlerimizdir. Oralarda işlerimizi konuşuruz” dediler (ve müsaade dilediler). Bunun üzerine Resülullah (sas) şöyle buyurdu:
— “Madem sizin için yollarda oturmak zarureti vardır, o hâlde yola hakkını veriniz.”
Sahâbîler:
— “Yolun hakkı nedir?” diye sual ettiler. Resülullah (sas) da şöyle açıkladı:
— “Gözleri kısmak, halka eza vermekten çekinmek, selâm verenin selâmını almak, iyilikle emredip, kötülükten nehiy etmektir.”[7]
Bu hadis-i şerif, mecburiyet hasıl olduğu zaman yolların hakkı olan hususlar yerine getirilmek şartıyla, yollarda oturmanın caiz olduğunu, aksi takdirde yollarda oturmanın caiz olmadığını ifade etmektedir.
Hadis-i şerifte yolların hakkı, şu şekilde sıralanmaktadır:
1. Gözü, bakılması haram olan şeylerden korumak. Mana âleminden dünyaya açılan pencereler olan gözler, şüphesiz ki harama bakmakla kirlenir. Manevi alemimizle bu dünyamız arasındaki irtibatımıza gölge düşürmeme, üzerimizdeki sorumluluklarımızdan birisidir.
2. Yoldan gelip geçenlere rahatsızlık vermekten sakınmak. Yoldan gelip geçenleri rahatsız edecek şekilde yüksek sesle konuşmamak, hoyratça müzik dinlememek ve bön bön insanlara bakmamaktır.
3. Selâm almak: Bilindiği gibi selâm vermek sünnettir. Ama selam almak ise farzdır. Selamı almayan, üzerine farz bir görevi yerine getirmeme vebalini yüklenmiş olur. Kur’ân-ı Kerim:
“Size bir selâm verildiği zaman, siz ondan daha güzel bir selam ile selâmlayın yahut aynıyla karşılık verin” (Nisa, 4/86)
buyurarak, selama misli ile mukabelenin daha faziletli olduğunu haber vermiştir. Efendimiz (sas), selamın çokça alınıp verilmesini ve güzel konuşmaları, Allâh’ın (cc) mağfiretini celbeden etkenler olarak belirlemiş[8], kimlerin kimlere selâm vereceğini de şöyle formüle etmiştir:
“Küçük büyüğe, yürüyen oturana, binitinde olan yürüyene, sayıca az olan çok olana selâm verir.”[9]
Ancak Enes (ra), “Resülullah (sas) da böyle yapardı” diyerek, çocuklar selam vermeden önce Efendimiz’in (sas) onlara selâm verdiğini belirtmektedir.[10]
4. İyiliğe çağırıp kötülüklerden sakındırmak.
Şimdi de erkek ve kadın için bakma hususundaki sınır nedir, kısaca mezheplerin görüşünü de ilâve ederek izah etmeye çalışacağız.
Irzın Korunması & Örtünme
(وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ) “Irzlarını korusunlar” cümlesi, örtünmenin farz olduğuna işaret etmektedir. Çünkü ırzın korunması, onun zinadan korunmasına şamil olduğu gibi, nazarlardan örtülmesine de şamildir. Şimdi başkalarının bakışından korunması gerekli örtünme sınırlarını naslar ışığında görmeye çalışacağız.
Erkeğin erkeğe karşı kapatması gereken yerleri:
Bu yerler, göbekten dize kadar olan bölümdür. Erkek için, diğer bir erkeğin göbeği ile dizi arasındaki herhangi bir kısma bakması haramdır. Bunun dışındaki yerlere bakması ise caizdir. Aleyhissâlatu ve’s-selâm şöyle buyuruyor:
“Erkek, erkeğin mahrem kısımlarına bakmasın.”[11]
Cumhur-i fukahâ, birçok hadisi şeriflerde işaret edildiği üzere, erkeğin örtünmesi gereken asgari sınırın göbek ile diz arasındaki bölüm olduğu görüşündedirler. Bunun delili, Ashâb-ı Suffeden olan Cerhedi’l-Eslemî’nin yaptığı şu rivayettir:
“Resülullah sallallâhu aleyhi ve sellem yanımıza oturdu. Benim uyluğum ise açıktı. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Uyluğunun örtülmesi gerektiğini bilmiyor musun?”[12]
Aleyhissalâtu ve’s-selâm, Hz. Ali radıyallâhu anh için ise bir defasında şöyle buyurmuştur:
“Uyluğunu açma. Ne ölü ne de dirinin uyluğuna bakma.”[13]
Kadınlarda Ğadd-ı Basar (Gözlerin Sakınılması) ve Tesettür
وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّوَلَا يُبْدٖينَ زٖينَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلٰى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدٖينَ زٖينَتَهُنَّ اِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ اَوْ اٰبَائِهِنَّ اَوْ اٰبَاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اَبْنَائِهِنَّ اَوْ اَبْنَاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَنٖى اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَنٖى اَخَوَاتِهِنَّ اَوْ نِسَائِهِنَّ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّ اَوِ التَّابِعٖينَ غَيْرِ اُولِى الْاِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ اَوِ الطِّفْلِ الَّذٖينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلٰى عَوْرَاتِ النِّسَاءِ وَلَا يَضْرِبْنَ بِاَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفٖينَ مِنْ زٖينَتِهِنَّ وَتُوبُوا اِلَى اللّٰهِ جَمٖيعًا اَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, ziynetlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine kadar salsınlar. Ziynetlerini, kocalarından, babalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, üvey oğullarından, erkek kardeşlerinden, erkek kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, Müslüman kadınlardan, sahip oldukları kölelerden, erkekliği kalmamış hizmetçilerden yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri ziynetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur, 24/31)
Kur’anı Kerîmde Nûr sûresinin 31. ayet-i kerimesinin sebeb-i nüzulü Mukâtil îbnu Hayyân’ın anlattığına göre şöyledir:
Cabir İbnu Abdillâh’ın anlattığına göre Esma Binti Mersed, Benî Harise’deki kendi evinde bulunduğu bir sırada, kadınlar izarsız (peştemal gibi bir elbise) olarak yanına girmeye başladılar. Ayaklarındaki halhalları, göğüslerinde ve elbiselerinde bulunan süsleri gösteriyorlardı. Esma (ise bundan rahatsız oldu ve); “Bu ne çirkin bir durum” dedi. Cenab-ı Hak bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirdi.[14]
a) Kadınların hemcinslerinde bakmaları caiz olmayan kısımlar:
Bu ise tıpkı erkeğin durumu gibidir. Yani göbek ile diz arası olup diğer yerlerine bakmasında bir beis yoktur. Bu hüküm, mümin kadınlar için geçerlidir.
b) Kadına nispetle erkeğin örtünme sınırları:
Bu mevzu kendi arasında bölümlere ayrılır. Şayet erkek; baba, amca, kardeş ve dayı gibi mahremlerden birisi ise, örtünmenin asgari sınırı göbekle diz arasıdır. Şayet erkek yabancı ise, kadının yabancı bir erkeğin yüzüne şehvetle bakması İslâm alimlerinin hepsine göre haramdır. Ama kadının bakışında şehvet ve fitne korkusu yoksa, bu durum caiz gibi görünmekteyse de doğru olanı Cenab-ı Hakk’ın, “Mümin kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar” (Nur, 24/31) ayeti gereğince bakışın haram olmasıdır. Çünkü Ümmü Seleme (r. anhâ) şöyle demiştir:
“Ben Meymûne ile oturuyorken, Resülullah’ın (sas) yanına gözleri görmeyen Ümmü Mektum isimli kişi geldi. Bu olay örtünme ayetleri geldikten sonra idi. Resülullah (sas) bize:
“Ondan (dolayı) örtünün” buyurdu. Ben de:
“Ey Allah’ın Resulü! O a’ma değil mi? Bizi görmez de tanımaz da” dedim. Resülullah (sas):
“Siz de âmâ mısınız? Onu görmüyor musunuz?” buyurdu.[15]
Şayet erkek, kadının kocası ise, şu âyet-i kerime gereğince kocası karısına, karısı da kocasına helâldir:
“Ancak eşleri yahut ellerinin sahip olduğu (kimseler) hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı da) onlar kınanmazlar.” (Müminun, 23/6)
c) Erkeğe nispetle kadının örtünme sınırları:
İmam Ahmed’in bu konudaki görüşü; “kadının her şeyi, hatta tırnağının dahi örtünme sınırına dahil olmasıdır.”[16]
Mâlîkî ve Hanefî imamlarından bir kısmı, Cenab-ı Hakk’ın; “Süslerini göstermesinler, ancak kendiliğinden görünenler hariç” (Nur, 24/31) kavl-i şerifindeki “kendiliğinden görünenler hariç” istisnasını “yüz ve ellerdir” şeklinde yorumlamışlardır. Hanefîlerin bu görüşü bazı Tabiin imamlarından da nakledilmiştir. Kısaca işaret etmek gerekirse; Said b. Cübeyr, Atâ, Evzaî ve Dahhâk, Cenab-ı Hakk’ın “kendiliğinden görünenler hariç” kavlini “eller ve yüz istisnası” olarak yorumlamışlardır.[17]
Bu yorumu destekleyen rivayete göre Ebû Bekr’in kızı Esma, üzerinde ince bir elbise olduğu halde Resülullah sallallâhu aleyhi ve sellemin yanına geldiğinde, Resülullah sallallâhu aleyhi ve sellem ondan yüz çevirmiş ve kendi yüzü ile elini işaret ederek şöyle buyurmuştur:
“Yâ Esma! Kadın, ergenlik çağına ulaşınca ondan ve bundan (el ve yüz) başka bir şeyin görünmesi doğru olmaz.”[18]
İmam Serahsî, (v. 483/1090) Kitâbu’l-Mebsut’unda konu ile ilgili olarak şu görüşleri aktarıyor:
Eller ve yüzün örtünme sınırına dahil olmadığı, dolayısı ile açılabileceğine dair diğer bir delil ise, kadının, namazda ve ihramda yüzünü açmasıdır.
Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem bir kadının elini kınasız görünce:
“Bu erkek eli mi?” diye taaccübünü belirtti.
Fatıma radıyallahu anhâ çocuklarından birisine uzanınca, Enes radıyallahu anh diyor ki:
“Fatıma’nın elini gördüm. Sanki bir ay parçası gibiydi.”
Bu, el ve yüze bakmakta bir beis olmadığına delâlet eder. İşte bu Cenab-ı Hakk’ın; “ancak görünenler hariç” kavlinin manasıdır.
Mahrem bir kadının el ve yüzüne bakabilmedeki cevaz, bakışın şehvetsiz olduğu zamandır. Şayet baktığında şehvet hissedeceğini anlarsa, aleyhîssâlâtu ve’s-selâm’ın şu uyarısı mucibince bakışı helal olmaz:
“Kim güzel bir kadına şehvetle bakarsa, kıyamet gününde onun gözüne kurşun akıtılır.”[19]
(وَلَا يُبْدٖينَ زٖينَتَهُنَّ) “Ziynetlerini Göstermesinler” Cümlesi ile İlgili Yorumlar
İbn Cerir et-Taberî (v. 310), bazı meşhur sahabi ve tabiînden gelen rivayetlerde “zinet/süs” kelimesinin, “yüz ile elbisenin görünen kısımları” şeklinde yorumlandığını belirtmektedir.[20]
Cessas (v. 370/981), Ahkâmu’l-Kur’ân isimli eserinde “ziynet/süs” mevzuunda şunları ifade ediyor:
“Ebu’l-Ahves Abdullah İbnu Mes’ud’dan rivayet ediyor. Ziynet/süs iki kısımdır:
1. Gizli kalan ziynet/süs ki onu kocasından başkası görmemelidir. Bilezik, yüzük ve iklil (taç şeklinde mücevherle örülmüş baş bağı) gibi.
2. Açıkta kalan ve başkalarının görmesinde bir mahzur olmayan ziynet/süs ise elbisedir.[21]
Ebu’l-Ahves’in Abdullah’dan (ra) olan diğer bir rivayetinde ise (وَلَا يُبْدٖينَ زٖينَتَهُنَّ) “süslerini göstermesinler” kavli, “halhallar, gerdanlıklar ve küpeler”; (اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا) “görünenler hariç” kavli de “elbise” şeklinde yorumlanmıştır.[22]
Cevzî (v. 597/1201) ise, Zâdu’l-Mesîr’inde bu mevzuda meydana gelmiş olan görüşleri şöyle bir sıralamaya tabi tutuyor:
“(اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا) “görünenler hariç” cümlesi ile ilgili olarak yedi görüş bulunmaktadır:
1) “Görünenden” maksat elbisedir. Bu görüşü Ebu’l Ahves İbn-i Mesud’dan naklediyor. İbn-i Mesud’un diğer bir kavlinde ise “görünenden” maksat ridâdır.
2) Bir görüşe göre “görünenden” maksat “el, yüzük ve yüzdür”.
3) Said İbnu Cübeyr’in îbn-i Abbas’tan naklettiğine göre “sürme ve yüzüktür”.
4) “Bilezik, yüzük ve sürmedir.”
5) Mücahid’e göre “sürme, yüzük ve kınadır.”
6) Hasan-ı Basrî’ye göre “yüzük ve bileziktir.”
7) Dahhak’a göre ise “yüz ve ellerdir.”
Kâdî Ebû Ya’lâ birinci şıkkı en uygun görüş olarak kabul ediyor.”[23]
Cevzî devamla şöyle diyor:
İmam-ı Ahmed’in “zahiri ziynet/süs, elbisedir; kadından olan her şey, hatta tırnağı bile onun örtünme sınırları içerisindedir” demesi, yabancı kadınların herhangi bir yerine özürsüz olarak bakmanın haram olduğunu ifade ediyor. Ama evlenmek veya şahitlik yapmak istediği zaman hassaten yüzüne bakar. Fakat kadına özürsüz olarak bakması, ister şehvetle, isterse şehvetsiz olsun caiz değildir. Yüz, el ve bedenin diğer kısımları bu mevzuda müsavidir. “Öyleyse niçin yüzünü açmasıyla namaz bozulmuyor?” diye sorulsa cevabımız şu olacaktır. Onları örtmesinde meşakkat vardır. Bu sebeple ondan affedilmiştir.[24]
Fahru’r-Razî (v. 606/1210) Tefsîru’l-Kebîr’inde bu mevzuda şunları naklediyor:
“Ziynet/süs” kelimesinde ihtilaf ediliyor. “Ziynet/süs” kelimesi, Allah Teâlâ’nın meydana getirmiş olduğu yaratılış güzellikleri ile, insanın güzel elbise, süs vb. hususlar olduğu öne sürülüyor. Ancak bazıları, “ziynet/süs” kelimesinin, “kadının tabii güzelliği” için kullanılamayacağını ifade etmektedirler. Çünkü onlara göre yaratılıştan olan güzellikler için “bu onun süsüdür” cümlesi kullanılmaz. Böyle bir cümle ancak, sürme, kına vs. şeyler gibi sonradan iktisap edilenler için kullanılır. Ama, bununla beraber, manaya en uygun olanı yaratılışa ait tabii güzelliklerin ziynet kelimesine dahil olmasıdır. Şimdi izahını yapacağımız iki nokta, bu iddiamızı kuvvetlendirmektedir.
Birincisi: Kadınlardan birçoğu “ziynet/süs” gibi şeylerden uzak kalırlar. Nitekim bazı kadınlar süslenmek için bir gayret sarf etmezler. Şimdi böyle kadınları, ayetin hüküm alanından çıkaracak mıyız? Bu ayet-i kerime süslenmeyen kadınlara da hitap etmiyor mu? Ama biz, “ziynet/süs” kelimesini her iki manaya da hamledersek umuma hakkını vermiş oluruz. Ayrıca kına, yüzük sürme gibi süslerin de bu kelime içerisine girmesine mâni olmamış oluruz.
İkincisi: “Baş örtülerini yakalarının üzerine koyup boyunlarını örtsünler” (Nur, 24/31) ayet-i kerimesi “ziynet/süs” ile kast olunan şeyin, tabii güzellik ve gayrısına şamil olduğuna delâlet eder. Böylece Cenâb-ı Hak, başörtüsü örtmeyi farz kılmakla, kadınları yaratılış güzelliklerini izhardan menetmektedir.[25]
Beyzâvî (v. 685/1286)’de Envâru’t-Tenzîl’inde aynı görüşler paralelinde şunları naklediyor:
“Ziynet/süs”den kasıt; elbise, yüzük gibi farkında olmadan kayması, açılması ihtimali olan şeylerdir. Çünkü bunların kapatılmasında güçlük vardır. Bir görüşe göre de “ziynet/süs” kelimesinden kasıt, onların takıldıkları yerlerdir. Kadın, yüzük ve bilezik gibi süslerinden ziyade, en çok bu süsleri taktığı el ve bilek gibi azalarını gizlemek zorundadır. Aynı zamanda ziynet/süsten kasıt, yaratılışa ait güzelliklerdir. İstisna edilenler ise “yüz ve ellerdir”. Yalnız, yüz ve ellerin açık tutulabilmesi namaz için geçerlidir, başkalarının bakması için değil. Çünkü kadının bütün bedeni örtünme sınırları dahilindedir. Mahremi ve zevcinin dışındaki kimselerin, kadının herhangi bir uzvuna bakmaları, tıbbî müdahale ve şahitlik gibi zaruri durumlar haricinde helâl değildir.[26]
Alûsî’nin (v. 1270) bu husustaki beyanatı şöyle:
“Süslerini göstermesinler” ancak “âdet ve tabiat saikasıyla görünenler hariç.” Burada asıl olan sürme, kına, yüzük ve fetha (gümüşten bir çeşit kaşsız, halka yüzük) gibi şeylerdir. Kadının bu süslerini yabancılara göstermesinde bir sorumluluk yoktur. Ama asıl sorumluluk, gizlenmesi gerekli olan bilezik, halhal, bileğe takılan süsler, gerdanlık, iklil, kemer veya küpeyi gizlemediği zaman meydana gelir.
Ayet-i kerimede “süs takılan azalar” yerine “süslerini gizlesinler” buyurulması tesettür emrindeki mübalâğa içindir. Çünkü bu süs ve ziynetler kadın vücuduna bakılması helâl olmayan yerlere takılmaktadır. Şayet ziynet/süs kelimesinden murat onların takıldığı yerler olsaydı, yabancı erkeklerin bu ziynet mevkilerinden görünen yerlere bakmaları helâl olurdu. Bunun doğru olmadığı ise açıktır.
Bu ayetten, kadının ziynet yerlerine bakan kimsenin ahirette hesaba çekileceği ortaya çıkar. Ama gerek kadından istemsiz bir şekilde zahir olanlar gerekse de kasıtsız bakışlardan dolayı sorumlu olunmayacağı söylenebilir. Doktor müdahalesi, şahitlik gibi durumlar da bu hükmün içine girer. Kadın bunlardan dolayı sorumlu olmaz.[27]
İnşâAllâh “Tesettür II” ile devam etmeye çalışacağız.
[1] Ali el-Müttakî, Kenzu’l-Ummâl, C. 2, s. 474 (4538).
[2] Ebû Dâvûd, Nikâh, 44 (2149); Tirmizî, Edep, 28 (2777).
[3] Müslim, Edeb, 10 (2159); Ebû Dâvûd, Nikâh, 44 (2148); Tirmizî, Edep, 28 (2776).
[4] Müslim, Hac, 71 (1334); Nesai, Menasiku’l-Hac, 12 (2641); Ebu Davud, Menasik, 26 (1809); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/213 (1828).
[5] Ahmed b. Hanbel, V/264 (22634).
[6] Buhârî, İstizan,12 (6243); Müslim, Kader, 5 (2657); Ebu Davud, Nikah, 44 (2152).
[7] Buhârî, Mezâlim, 22 (2465); Ebû Dâvûd, Edep,13 (4815).
[8] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 22/180, Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire-1983.
[9] Buhari, İstizan 7 (6234); Müslim, Selam 1 (2160).
[10] Buhari, İstizan 15 (6247); Müslim, Selam 5 (2168).
[11] Hindî, Kenzu’l Ummâl, C. 5, s. 325 (13052).
[12] Ebu Davud, Hammâm, 2 (4014); Tirmizî, Edeb, 40 (2795); Ahmed b. Hanbel, 3/478 (16022)
[13] Ebu Davud, Cenâiz, 32 (3140); Hammâm, 2 (4015); İbn Mâce, Cenâiz, 8 (1460); Alî b. Hacer el-Askalânî (v. 852/1449), Metâlibu’l-Aliye, Dâru’l-Âsıme, Riyad-1998, Setr-i avret babı, C. 3, s. 348 (Hadis no: 318).
[14] İbnu Kesîr, Tefsir, C. 3, s. 283.
[15] Tirmizî, Edeb, 29 (2778); Ebu Davud, Libas, 37 (4112); Ahmed b. Hanbel, 6/296 (27072).
[16] Ebü’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsir, C. 6, s. 31, Mektebetü’l-İslâmî, Beyrut-1984.
[17] Ebu Cafer Muhammed İbn-i Cerîr et-Taberî, Tefsîru’t-Taberî, Câmiu’l-Beyân fi an Tefsîri Âyi’l-Kur’ân, C. 17, ss. 258, 259, 261, (Tahkik: Abdulmuhsin et-Türkî), Kahire-2001.
[18] Ebu Davud, Libas, 34 (4104).
[19] Şemsü’d-Din es-Serahsî, Kitâbu’l-Mebsut, C. 10, s. 153, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, trsz.
[20] İbn-i Cerîr et-Taberî, age., C. 17, s. 261.
[21] Ebû Bekr Ahmed b. Alî er-Râzî el-Cessâs, Ahkâmu’1-Kur’an, C. 5, s. 172, (Thk., Muhammed es-Sadık Kamhavî), Dârü İhyai’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut-1992.
[22] Hâkim, El-Müstedrek ale’s-Sahihayn, Kitâbu’t-Tefsir, C. 2, s. 397 (Hadis no: 3499).
[23] İbnü’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, C. 6, s. 31.
[24] İbnü’l-Cevzî, age., C. 6, s. 31-32.
[25] Fahru’r-Râzî, Et-Tefsiru’1-Kebir, C. 23. s. 206, Dâru’l-Fikr, Beyrut-1981.
[26] Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, C. 4, s. 104, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, trsz.
[27] El-Alûsî, Rûhu’l-Meânî, C. 18, s. 140-141.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.