Musa Kâzım GÜLÇÜR
17 Ekim/2019
İçindekiler
Dili Doğru Kullanma Sorumluluğu 6
Dilin Kişinin Kendi Yanlışlarını ve Hatalarını Alenîleştirmede Kullanılması 11
Giriş

Bazı insanlar dedikodu yapma eğilimine sahiptirler. Bu eğilim, onlarda sağlıksız bir saplantı haline bile gelebilir, hem onlar hem de çevreleri için ruhsal ve zihinsel acılara ve üzücü sonuçlara yol açabilir. Dili maruf ve güzel hususlarda kullanma, dikkatlerimizi dil vasıtası ile başkalarının eksikliklerine yönlendirmeme, kendimizi geliştirme ve iyiye tevcih etme dünyevi ve uhrevi hayatımız açısından oldukça önemlidir. Bunun aksi, masum bir merak ya da asılsız zanlarla yanlış bir endişe kisvesi ile başlayan, kendimizde başkalarını bir kontrol edicilik, temelsiz bir güç ve üstünlük duygusunu körükleyen, neticede de benliğimizdeki zulüm sıfatını bir baobap ağacına çeviren kötü bir dil edinme alışkanlığıdır.
Halbuki, bilhassa da insani donanımların kılavuzu mahiyetindeki dil ile iyi ya da kötü yönde ifade edilen kelimeler tam bir kesinlikle kayda alınmaktadır. Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri bu kayıt keyfiyeti ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
اِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمٖينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعٖيدٌ مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلَّا لَدَيْهِ رَقٖيبٌ عَتٖيدٌ
“Biri insanın sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki alıcı melek (yapılanları) alıp kaydetmektedir. İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın.” (Kaf, 50/17-18).
Bu meleklerle ilgili diğer bir âyet-i kerîme ise şöyledir:
(وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهٖ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةً)
“Allâh, kullarının üzerinde (yegâne) kahr-u galebe (ve tasarruf) sahibidir. Size bekçi (melek)ler yolluyor.” (Enâm, 6/61).
Bu âyet-i kerimede yer alan “kâhir” kelimesi ile, Cenab-ı Hakk’ın yön bakımından değil ama hakimiyet ve kudret bakımından üstünlüğü kastedilmektedir. Çünkü Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, zıddı bulunmaktan münezzeh, benzeri olmaktan ve şekilden uzak bir müdebbirdir.
İnsanın beyan ettiği kelimelerin kaydedilmesi ile ilgili diğer bir âyet-i kerîme de şu şekildedir:
وَاِنَّ عَلَيْكُمْ لَحَافِظٖينَ كِرَامًا كَاتِبٖينَ يَعْلَمُونَ مَا تَفْعَلُونَ
“Hâlbuki üzerinizde, muhakkak ki (Allah indinde) değerli bekçiler, çok şerefli yazıcılar vardır. Her ne yaparsanız bilmekte (kaydetmekte)dirler.” (İnfitar, 82/10-12).
Amellerin kaydedilmesi ile ilgili olarak aktarmak istediğimiz son âyet-i kerîme de şöyledir:
وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمٖينَ مُشْفِقٖينَ مِمَّا فٖيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغٖيرَةً وَلَا كَبٖيرَةً اِلَّا اَحْصٰیهَا وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَدًا
“(Amellerin yazılı olduğu) kitap ortaya getirilir. Görürsün ki günahkârlar onun içinde (yazılı) olanlardan (müthiş) korkudadırlar. ‘Eyvah bize’, derler, ‘bu kitaba ne olmuş, küçük büyük hiçbir şey bırakmayıp onları saymış!’ Onlar (bütün) işlediklerini hazır bulmuşlardır. Rabbin hiçbir (kimseye) haksızlık etmez.” (Kehf, 18/49).
Bu âyet-i kerimede, insanların işledikleri her bir şeyin yazılmış olacağından şikâyet edecekleri beyan buyurulmaktadır. Ancak, hiçbir kimse zulme uğramaktan şikâyet edemeyecektir. O bakımdan bizlerin küçük ve önemsiz bulduğumuz yanlışlıklardan alabildiğine sakınmamızda büyük fayda bulunmaktadır. Çünkü küçük günahlar, sahipleri aleyhine toplanıp bir araya gelir ve sonunda da o kimseyi helak ederler.
Amellerin bu şekilde yazılarak kayıt altına alınması, insan davranışları açısından etkili bir yoldur. Çünkü insanlara göre hesaba çekilme ya da hesap vermenin en uygun yolu, somut delillerle birlikte yazılı bir belgenin ortaya konmasıdır. İşte kıyamet gününde hesaba çekilme anında, insanlar böyle bir uygulamaya muhatap olacaklardır. Hesaba çekilenler için, dağıtılan kitaplar ve melekler hazır olacak, melekler lehte veya aleyhte şahitlik yapacaklardır.
Peygamber Efendimiz (sas), yazıcı melekler arasında bulunan derece farkı ile ilgili şu izahı yapmaktadır:
“İyilikleri yazan (melek) kişinin sağı üzerinde, kötülüklerin yazıcısı ise solu üzerindedir. İyilikleri yazan melek, kötülükleri yazanın üzerindedir. Kişi bir iyilik işledi mi sağda bulunan melek onu on misliyle yazar. Kişi bir kötülük işlediğinde ise sağda bulunan melek, solda bulunan meleğe: “Belki tesbih eder ya da mağfiret diler, sen ona ilişme” der.[1]
Bir başka defasında ise Resülullah (sas), bu iki meleğin çalışma keyfiyetleri ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“Senin (üzerinde görevli) iki meleğinin oturduğu yer, dişlerinin üzeridir. Diliniz onların kalemleri, tükürüğünüz de onların mürekkepleridir.”[2]
Hayatın her alanında doğru sözlü olma ve doğru söylemenin ehemmiyeti açıktır. Doğru sözlü olmanın güzel sonucu ile ilgili Kur’ânî beyân şu şekildedir:
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَدٖيدًا يُصْلِحْ لَكُمْ اَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظٖيمًا
“Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve doğru söz söyleyin. Böyle davranırsanız, Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab, 33/70-71)
Diyebiliriz ki bu iki husus yani “Allâh’tan sakınma” ve “doğru söz söyleme” İslâm ahlâkını bütünüyle içine almakta; iyi, yararlı ve erdemli olmanın mayasını oluşturmakta ve insanın iyiliğe giden yoldaki kaderini çizmektedir. Zira saadete açılan iki kapı vardır: Birincisi, hayatı ilâhî emirler doğrultusunda Allâh’tan sakınarak düzene koyma, ikincisi ise, Allah’a ve Peygamberine itaatle doğru söz söyleme ve ilâhî mağfirete erişmedir.
Güzel Söz
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِى السَّمَاءِ تُؤْتٖى اُكُلَهَا كُلَّ حٖينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَا وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ وَمَثلُ كَلِمَةٍ خَبٖيثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَبٖيثَةٍ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ
“Görmez misin, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün durumu da yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir.” (İbrahim, 14/24-26)
Bu âyet-i kerîme ile ilgili bir yazımız “Güzel Söz Meyveleri: Marifetullah & Muhabbetullah” başlığı ile daha önce yayınlanmıştı.
Bu kısımda ise “güzel söz, kötü söz” ayırımına ve dili kullanma sorumluluğuna kısaca temas etmek istiyoruz.
Âyet-i kerîmede “güzel söz” kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini veren bir ağaca benzetilmektedir.
“Kötü söz” ise, gövdesi toprağın üstünden kolayca çıkarılabilen, kökleşip yerleşmeyen değersiz bir ağaca benzetilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan “kelime-i habise=kötü söz” kavramının, sadece konuşmalardaki yanlışlık ve kötülükleri değil, aynı zamanda yanlış inanç sistemlerini nitelediği de düşünülebilir. Bu niteleme, Kur’ân-ı Kerîm’de az önce geçtiği üzere “gövdesi toprağın üstünden kolayca çıkarılabilen, kökleşip yerleşmeyen değersiz bir ağaç” benzetmesi ile anlatılmıştır. Böyle bir ağacın, âyet-i kerimede ilk anda tebarüz eden temel vasıfları şu şekildedir:
a. Aldatıcı bir şekilde kökü varmış gibi görünmesi,
b. Yerinden kolayca çıkarılabilmesi,
c. Hiçbir şekilde kökleşememesi,
d. Değersiz oluşu.
Bu özellikleri ile fikir görünümlü hezeyanlar, izmler vb. de “kötü söz” kategorisinde görülebilir. Bu şekildeki boş felsefe ve bakış açıları ne dayanıklı ve ne de süreklidirler. Sanki hem hayra hem de kötülüğe menşe olabilen toprak, nasıl kötü ağacı derhal dışlamaya hazırsa, sahih insan zihni de kötü düşünce ve felsefeleri o şekilde dışlamaya hazırdır. Eğer bütün bu değersizliğine rağmen, atılan tohumlardan bazıları büyümeyi ve kötü bir ağaç olmayı başarsa da böyle kötü bir ağaç kolayca sökülebilecek bir yapıdadır.
“Mele-i A’lâ” seviyesinde kesinlikle ve hiçbir şekilde kötülüğe yer verilmediği düşünülecek olursa, faraza imtihan sırrı işlemese ve yine insana imtihan sırrı dolayısı ile belli bir özgürlük alanı ve mühlet tanınmamış olsa idi, kötülükler dünyada hiçbir zaman gelişemezdi. Ancak, Allâh’ın ezelî ve ebedî hikmeti açısından insana dünyada verilen sınırlı özgürlük sebebiyle bazılarının hayatlarını “kötü söze” dayandırmalarına geçici olarak izin verilmiştir. Dolayısı ile kötülerin belli bir dereceye kadar büyümesine müsaade edilir. Ancak bu müsaade, kötü söz ve düşüncelerin iyiye yönelmede insan ruhu ve zihni için bir kıyasa imkân vermesi, ahirette de suçluların mazeret beyan etmelerinin önüne geçme içindir.
“Güzel söz” ile “kötü söz” arasındaki ayırım o denli açıktır ki, dünyanın kültürel, ahlâkî, dinî ve entelektüel tarihini ibret nazarı ile inceleyen herkes bunu kolayca algılayabilir. Çünkü “güzel söz” tüm insanlık tarihi boyunca bir ve aynı kalmış, tarihten hiçbir zaman silinememiştir. Bunun aksine, sayılamayacak kadar çok “kötü söz” ortaya çıkmış, fakat tarih kitaplarında isimleri dışında hiçbir iz kalmamıştır. Hatta bunlardan bazıları o denli saçmadır ki, eğer bugün insanlar bunları duysalar insanların bu kadar akıldışı şeylere nasıl inandıklarına şaşırırlar.
Kur’ân-ı Kerîm’de;
كَرَمَادٍ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّٖيحُ فٖى يَوْمٍ عَاصِفٍ
“…fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu kül gibi…” (İbrahim, 14/18),
فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَدًا رَابِیًا
“…sel üste çıkan köpüğü alıp götürmüştür…” ve
وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِى النَّارِ ابْتِغَاءَ حِلْيَةٍ اَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُ
“…süs eşyası veya âlet yapmak için, ateşte üzerini yakıp erittikleri madenlerden de bunun gibi bir köpük (posa) vardır…”
misallerinde (Rad, 13/17) anlatılmak istenen hususlar da “kötü söz” örnekleridir.
وَاَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِى الْاَرْضِ
“…İnsanlara faydası olan (öz kısım) ise (yok olmaz) yerde kalır…” (Rad, 13/17)
Burada anlatılan ise “doğru, güzel ve hak” olan sözlerdir.
Kur’an-ı Kerim, müminleri doğru ve uygun söz söylemeye, sözlerini ölçüp biçmeye, söylenenlerin amacını ve hedefini bilmeye yönlendirmektedir. Çünkü Yüce Allah, doğru söz söyleyenleri gözetir, onların ayaklarını sabit tutar, doğru ve yararlı söz söylemelerinin karşılığı olarak işlerini düzeltir. Yüce Allah, güzel söz söyleyip salih amel işleyenlerin günahlarını bağışlar. Ademoğullarının işlemekten kurtulamadıkları ve bağışlama ve örtme dışında yakalarını sıyıramadıkları kötülüklerini örter.
Dili Doğru Kullanma Sorumluluğu
Bu mülahazalardan sonra Efendimiz (sas)’in “dili doğru kullanma sorumluluğu” diye adlandırabileceğimiz ikazlarını beraberce görmeye çalışalım.
Hadîs-i şerîflerde, insanın sabahlaması ile hemen bütün azalarının “dil”e adeta saygı duruşuna geçerek yakarışta bulundukları, “dil”den doğru olmasını, “dil”in doğruluğunun kendi doğrulukları anlamına geldiğini kendi lisanlarında ifade ettikleri belirtilmektedir.
Ebu Said el Hudri Resülullah (sas)’dan şöyle anlatıyor:
“Âdemoğlu sabaha erdi mi, bütün azaları, dile temenna edip: “Bizim hakkımızda Allah’tan kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikamette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız” derler.”[3]
Öyleyse dildeki doğruluk, temeli itibarı ile insanın aynı zamanda aza ve cevherlerinin de doğruluğuna menşe olması açısından büyük ehemmiyete haizdir. Bu açıdan, insanın en fazla kendisinden korkması gereken uzvunun dili olduğu anlaşılmaktadır.
Süfyan İbnu Abdillah’dan:
“Ey Allah’ın Resulü” dedim, “bana uyacağım bir amel tavsiye et!” Şu cevabı verdi:
“Rabbim Allah’tır de, sonra doğru ol!”
“Ey Allah’ın Resulü! Benim hakkımda en çok korktuğunuz şey nedir?” Eliyle dilini tutup sonra:
“İşte şu!” buyurdu.[4]
Ebu Hüreyre’den gelen bir rivayette de Resülullah (sas) şöyle buyurmuşlardır:
“Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır konuşsun ya da sussun.” (Müttefekun aleyh)
İbnu Ömer (ra)’den diğer bir rivayette ise Efendimiz (sas):
“Kim susarsa kurtulur” buyurmuştur.[5]
İnsanın malayani ya da diğer bir tabirle kendisini hiç de ilgilendirmeyen konularda konuşmasının o kişiyi günaha sevk edebileceği görülmektedir. Yani bu insan namaz kılıyor, oruç tutuyor, kısaca İslâmî bir tarzda hayatını düzenliyorken, dili ile boş konuşmalara dalıyorsa, Cennet umduğu bir yerde Cehennem alevleri ile karşılaşabilecektir.
Hz. Enes’in (ra) rivayetine göre, Resülullah’ın (sas) ashabından bir kişi vefat etti. Bir adam o kimse için, “Cennetle sevin bakalım” dedi. Bunun üzerine Resülullah (sas) şöyle buyurdu:
أَوَلاَ تَدْرِي فَلَعَلَّهُ تَكَلَّمَ فِيمَا لاَ يَعْنِيهِ أَوْ بَخِلَ بِمَا لاَ يَنْقُصُهُ “Biliyor musun? Belki de bu kimse, kendisini ilgilendirmeyen hususlarda konuşmuş ya da kendisinden bir şey noksanlaştırmayacağı halde cimrilik etmiştir.”[6]
Bu hadîs-i şerîfte sadece malayani ve boş konuşmalar değil, cimrilik de kötü bir haslet olarak zikredilmiştir.
Boş konuşma, sadece kişinin kendisini ilgilendirmeyen konularda söz söylemesi ile de sınırlı değildir. Çoğu zaman önemsenmeden sarf edilen bir sözün, etkisi hesap edilmeyen bir kelamın, ister iyilik isterse de kötülük açısından insan için önemli neticeler verebileceği görülmelidir.
Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre Resülullah (sas) şöyle buyurmuşlardır:
“Kul, Allah’ın rızasına uygun olan bir kelamı, ehemmiyet vermeksizin sarf eder de Allah onun sebebiyle Cennetteki derecesini yükseltir. Yine kul Allah’ın hoşnutsuzluğuna sebep olan bir kelimeyi ehemmiyet vermeksizin sarf eder de Allah, o sebeple onu Cehenneme atar.”[7]
Öyleyse, insan konuşmalarının bütününü kontrollü kullanmalı, şayet maruf ve güzel konulardan bahsedecekse konuşmalı aksi durumlarda ise susmalıdır. Çünkü maruf olan, hem dinen hem de örf itibarı ile güzel görülen konuşmalar insan için bir sevap sebebi olabilecekken, diğer türlü konuşmalar ise bir günah vesilesi haline gelebilmektedir.
Dilin Âfetleri
Ümmü Habibe, Resülullah (sas)’den şu şekilde rivayette bulunuyor:
“Âdemoğlunun, emr-i bi’l-ma’ruf veya nehy-i ani’l-münker veya Allah Teala hazretlerini zikir hariç, bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir.”[8]
İbnu Ömer’den gelen bir rivayette de Resülullah (sas) şöyle buyurmuşlardır:
“Allah’ın zikri dışında çok konuşmayın. Zira, Allah’ın zikri dışında çok kelam, kalbe kasvet (katılık) verir. Şunu bilin ki, insanların Allah’a en uzak olanı kalbi katı olanlardır.”[9]
Dilin afetlerinden sayılabilecek diğer bir konu da dil inceliklerinden istifade ile insanları ikna metodunun kullanılmasıdır. Bu tür ikna metotları sayesinde, fikrî ve ticari hayatta muhatap olduğu kimseleri aldatmaya çalışma, İslâmî duygu, düşünce ve pratiklerle hiçbir şekilde telif edilemez. Bu şekilde insanları aldatanların ne namazlarının ne de diğer farz ya da nafile ibadetlerinin kabul edilmeyeceği tehdidi vardır.
Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre Resülullah (sas) şöyle buyurmuşlardır:
“Kim, insanların kalbini çelmek için kelamın kullanılışını öğrenirse, Allah kıyamet günü, ondan ne farz ne nafile hiçbir ibadetini kabul etmez!”[10]
Benzer bir rivayet de İbnu Mesud hazretlerinden gelmektedir. Resülullah (sas) buyurdular ki:
“Çok konuşanlar helak oldular! Çok konuşanlar helak oldular! Çok konuşanlar helak oldular!”[11]
Yukarıdaki hadîs-i şerifte bu husus (المُتنَطِّعونَ) “el-mütenattiûn” kelimesi ile beyan edilmiştir. Bu kelime, hem dini hem de dünyevi konularda bütün sınırları aşan, dengeyi koruyamayan, bidatler ortaya çıkaran, insanların kalplerini çelebilmek için dildeki incelikleri kötü amaçlarla kullanıp çok konuşan kişiler demektir.
Dilin afetlerinden birisi de tartışma ve münakaşa zeminlerine kaymaya nefislerin hazır bulunmasıdır. Efendimiz (sas):
“(Mümin) kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz verme.”[12] buyurmuştur.
Haklı bile olsa münakaşayı terk eden, şaka bile olsa yalanı terk eden ve ahlakı güzel olan kimselere, sırası ile cennetin kenarında, ortasında ve en üstünde bir köşk, yani aslında Cennet’in kendisi garanti edilmektedir.”[13]
Çözüm getirmeyecek hatta insanlar arası ilişkileri zedeleyebilecek olan münakaşa yerine, yapılabiliyorsa gerçekçi fikir ve çözüm önerileri sunulmalı, farklı fikirlere saygılı davranmanın bir eksiklik sebebi olmayacağı hatırlanmalıdır. Başkalarının fikir ve katkılarına değer verme, dinlemeyi etkin bir şekilde kullanma ve bilgiyi paylaşmaya açık olma çoğu problemlerin kolayca çözülmesine katkıda bulunur. Bunun için uygun sorular sorma ve açıklamalar yapma, gerektiğinde müsamahakâr davranma dilin afetlerinden korunabilmede birer dalgakıran görevi yapabilirler.
Dilin afetlerinden birisi de hakarete hakaretle karşılık vermektir. Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
لَا يُحِبُّ اللّٰهُ الْجَهْرَ بِالسُّوءِ مِنَ الْقَوْلِ اِلَّا مَنْ ظُلِمَ وَكَانَ اللّٰهُ سَمٖيعًا عَلٖيمًا اِنْ تُبْدُوا خَيْرًا اَوْ تُخْفُوهُ اَوْ تَعْفُوا عَنْ سُوءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُوًّا قَدٖيرًا
“Allah, zulme uğrayanın dile getirmesi dışında, çirkin sözün açığa vurulmasını sevmez. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. Bununla beraber eğer bir hayrı açıklar veya gizlerseniz yahut bir kötülüğü affederseniz (bilin ki), Allah da çok affedicidir, her şeye hakkıyla gücü yetendir (affı çoktur, her şeye kadir olduğu halde yine de affeder).” (Nisa, 4/148–149)
Bu ayet-i kerimede insanlara özellikle sinirli anlarında sabretmeleri gerektiği öğretilmektedir. Günümüzde problemli bazı insanlar her fırsatta yekdiğerine kötü davranabilmektedirler. Bu sebeple insanlarımızın nefret ve kızgınlık hislerine mağlup olma ihtimali bulunmaktadır. Allah (cc) kalplerdeki hazımsızlık fırtınasına karşı bizleri uyarıyor ve haklı olunsa bile nefret duygularımızı açığa vurup duygularının esiri olan kimseler gibi olmamamız gerektiğini tembihliyor. Gizli veya aşikâr bir şekilde iyilik yapmayı veya en azından kötülüğe karşı kötülükle mukabelede bulunmamayı öğütlüyor. Çünkü Allah (cc) o kadar bağışlayıcıdır ki, en asi kullarına bile rızıklarını daimî bir surette göndermektedir. Bu nedenle çok halim davranıp, en sinirli ve kritik anlarda bile bağışlayabilmenin önemi, bu tutumun İlâhî bir ahlâk olarak kalplere yerleşmesi gereği açıklanmış oluyor.
Yaptığı uygunsuz davranışlardan çekinmeyen ve bu tür davranışları aleni bir şekilde işleme konusunda “hayâ/utanma” algısı düşük, yaptığı kötülükleri herkesin içinde anlatmaktan sıkılmayan fasık veya mücâhir bir insanın, işlemekte olduğu yanlışlıklar hususunda başkalarını ikaz etmenin gıybet sayılmayacağı “Nemmâm & Kattât (Söz Taşıma & Koğuculuk)” başlıklı yazımızda geçmişti. Böyle bir insanın gıyabında yersiz tutumundan bahsetmek “gıybet” sayılmamakla birlikte, şayet yüz yüze gelinirse, o kişiye mültefit davranma, gönül alıcı sözler söyleme, tek kelime ile “kaba” olmama da ayrı bir insani sorumluluktur. Bunu teyid eden bir vaka şöyledir.
Aişe validemiz (r. anhâ) rivayet ediyor:
Bir adam, Resülullah (sas)’ın huzuruna girmek için izin istemişti. Aleyhissalatu vesselam:
“Bir aşiretin kardeşi ne kötü!” buyurdu.
Ama adam girince ona iyi davrandı, yumuşak sözle hitap etti. Adam gidince:
“Ey Allah’ın Resulü! Adamın sesini işitince şöyle şöyle söyledin. Sonra yüzüne karşı mültefit oldun, iyi davrandın” dedim. Şu cevabı verdi:
“Ey Aişe! Beni ne zaman kaba buldun? Kıyamet günü, Allah Teala hazretlerinin yanında mevkice insanların en kötüsü, kabalığından korkarak halkın kendisini terk ettiği kimsedir.”[14]
Dilin Kişinin Kendi Yanlışlarını ve Hatalarını Alenîleştirmede Kullanılması
Kişinin, kimsenin haberi olmadan yaptığı yanlışlıkları ve hataları, daha sonra başkalarına anlatması “alenî” günah işlemenin başka bir çeşidi sayılmıştır.
Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor: Resülullah (sas) buyurdular ki:
“Ümmetimin hepsi affa mazhar olacaktır, günahı açıkça işleyenler hariç. Kişinin, geceleyin işlediği kötü bir ameli Allah örtmüştür. Ama sabah olunca o: “Ey falan, bu gece ben şu şu işleri yaptım!” der. Böylece o, geceleyin Allah kendisini örttüğü halde, sabahleyin, üzerindeki Allah’ın örtüsünü açmıştır. İşte bu, günahı aleni işlemenin bir çeşididir.”[15]
Çeşitli toplantılarda, eş-dost ve akraba oturumlarında güzel bir şekilde sohbet edilirken bir de bakarsınız konu dönüp dolaşmış, insanların dinî-ahlâkî davranışlarına gelmiştir. Hemen herkes kendisini doğru, el-âlemi yanlış yolda gördüğünden, genelde şu şekilde yorumlar yapılmaya başlanır: “Yok canım bu insanlarda dürüstlük kalmamış! Hayrettir ki herkes sahtekârlık peşinde! Bu insanlar mahvolmuş! vb.”
Burada dikkat edilmesi gereken konu şudur: Bir taraftan görülen yanlışlıkları düzeltmek için gerek sözle gerekse de uygulamalı bir şekilde marufu yaymaya çalışmak vardır; diğer taraftan da hemen hiçbir yararlılık göstermeden, sadece “tenkit” amaçlı Allâh’ın rızasına uymayacak şekildeki konuşmalar vardır. Birincisi hayati ehemmiyete sahip ruhî bir dinamik iken, ikincisi ise, insan maneviyatını kör ve sağır hale getirebilecek öldürücü bir virüs mahiyetindedir.
Ebu Hüreyre rivayeti ile Resülullah (sas) şöyle buyurmaktadır:
“Bir kimsenin “İnsanlar helak oldu!” dediğini duyarsanız, bilin ki o, kendisi, herkesten çok helak olandır.”[16]
Sonuç
Dili maruf ve güzel olan hususlarda kullanma huzurun, ruhsal ve zihinsel ahengin tesisine yardımcı olur. Bu yüzden konuştuğunuz ve güvendiğiniz kimselerin, sözlerinizi asıl anlamlarından çıkaracak bir şekilde etrafa yaymadıklarından emin olmanızda fayda bulunmaktadır. Özellikle de kötü birilerinin size, bir yakınınıza ya da tanıdıklarınıza ait özel bilgileri, kendi çıkarları için sağda solda kullanmayacakları garantisi bulunmadığını bilmeniz önemlidir.
Şu taktikleri gerçekleştirmeye çalışabilirsiniz:
Bu tür insanlardan uzak durun. Bilhassa dedikoduya dönüşebilme ihtimali olan konulardan kaçının.
Konuşmanızın dedikoduya dönüşme ihtimalini gördüğünüzde, bunun özel bir konu olduğunu, her durumda kişisel alan mahremiyetine saygı duymak istediğinizi söyleyebilirsiniz.
“İyi” niyetli konuşmalar ile “kötü” muhtevalı olanlar arasındaki farkı belirginleştirin. İyi konuşmalar, özel veya gizli olmayan, kimseye zarar vermeyen, faydalı bilgiye dayanan konuşmalardır. Bu konuşmalar, size danışılan ama başkalarını yargılamanızı gerektirmeyen hususlardır. İnsanların maruf fikirlerini paylaşmalarında ve yapıcı türden konuşmalarında kötü dedikoduların azaltılması söz konusudur.
Sınırları olan ve sınırları belirleyen biri olduğunuzu hissettirin. Dedikoducu, kendi yaşamındaki ciddi birtakım problemlerinden dedikodu vasıtası ile uzaklaşmaya çalışıyor olabilir ve dedikodunun onlara verdiği kaçış ve üstünlük duygusuna bağımlıdır. Değişmelerini beklemeyin.
Dedikoducu kişi hakkında başkalarına şikâyette bulunmayın veya başka bir arkadaşınıza bahsetmeyin. Dedikodu, manevi bir “kirdir” ve ona dokunan herkese adeta göz ile görünebilen açık bir leke bırakır.
Olumlu kalmaya özen gösterin. Bu, size kendinizi daha iyi hissettirecek, dedikodu yapmak isteyen kimseyi de kızdıracaktır. Sonunda, sizden yüz bulamayan dedikoducu, olumsuz konuşmalarını paylaşmaya istekli olacak başka kimselere dönecektir.
Kendinize bu kişiyle dedikodu yapmama için bir yol olup olmadığını sorun. Cevap hayır ise, bu kişi ile ilişkinizi sonlandırın. Bu kişi için sahip olduğunuz tek değer dedikodu yapmaksa, o zaman kullanılıyorsunuz demektir. Çünkü kişiler tek başlarına dedikodu yapamazlar. Mutlaka dedikodu için bir kimseye ihtiyaçları bulunmaktadır. Dolayısı ile kullanılmadığınızdan emin olun.
Herkesten bir şeyler öğrenebiliriz. Dedikoducudan da başkaları hakkında olumsuz konuşmalar yapmanın ne kadar zararlı olduğunu ve sinir bozucu olduğunu öğrendiğinizi varsayabilirsiniz.
[1] Muhammed b. Harun er-Rüyani, Müsnedu’r-Rayani, 2/286 (Hadis no: 1215), Müessesetü Kurtuba-1995.
[2] Deylemi, Firdevs, 1/105 (Hadis no: 351), Dâru’l-Kütübi’l-İlmî, Beyrut-1986.
[3] Tirmizi, Zühd, 61 (2409).
[4] Tirmizi, Zühd, 61 (2412).
[5] Tirmizi, Kıyamet, 51 (2502).
[6] Tirmizi, Zühd, 11 (2316).
[7] Buhari, Rikak, 23 (6477); Tirmizi, Zühd, 12 (2319); Müslim, Zühd, 49 (2988).
[8] Tirmizi, Zühd, 63 (2414).
[9] Tirmizi, Zühd, 62 (2413).
[10] Ebu Davud, Edeb, 94 (5006).
[11] Müslim, İlim, 7 (2670).
[12] Tirmizî, Birr, 58.
[13] Ebu Davud, Edeb, 7 (4800).
[14] Buhari, Edeb, 38, 48; Müslim, Birr, 73 (2591); Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 4 (2, 903, 904); Ebu Davud, Edeb, 6 (4791, 4792, 4793); Tirmizi, Birr, 59 (1997).
[15] Buhari, Edeb, 60; Müslim, Zühd, 52 (2990).
[16] Müslim, Birr, 139 (2623); Muvatta, Kelam, 2 (2, 989); Ebu Davud, Edeb, 85 (4983).
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.