Musa Kâzım GÜLÇÜR
22 Şubat/2019
Giriş

Haset; “çekememezlik, kıskançlık, başkasında olan sağlık, zenginlik ve benzeri nimetlerden dolayı rahatsız olarak, kişiden o nimetin gitmesini istemek” demektir (İ. Manzur, 3:148). Haset, kalpte bulunan, insanı kötülüklere sürükleyebilen en önemli gayr-i ahlâkî özelliklerden ve psikolojik rahatsızlıklardan birisidir. Bu rahatsızlık, bilgisizlik ve tamahkârlığın birleşmesi ve kaynaşması ile daha da ağır bir hale gelebilir.
Haset, çirkin huyların en zararlılarından olmakla birlikte derecesi itibarı ile farklı olabilmektedir. Kimi insanda haset duygusu bir an için gelip gider. Kiminde ise iyice yerleşir, bütün benliğine hâkim olur ve gittikçe de artar. İşte asıl üzerinde durulması gereken ve tehlikeli olan haset türü budur.
İmam Gazalî’ye göre haset ancak bir nimete karşı olur. Allah bir kimseye bir nimet bağışladığı zaman, diğer insanda ona karşı iki türlü hal belirir:
1. O nimeti çok görerek kişinin elinden gitmesini istemektir ki, buna haset denir. Hasedin tezâhürü de karşıdaki insanın elinde bulunan varlığı ve nimeti çok görmek, bu nimetin yok olması halinde de sevinmektir.
2. Başkasındaki varlığa ne sevinmek ne de o varlığın yok olmasını istemektir. Tam aksine, o insanda bulunan nimetin kendisinde de bulunmasını arzu etmek, istemektir. Buna ise gıpta denir.
Birinci durum, yani başkasının elinde bulunan bir nimetten hoşlanmayarak onun yok olmasını istemek, İslâm âlimleri tarafından haram telâkki edilmiştir. Ancak, bu kaidenin belki şu şekilde bir istisnası bulunmaktadır. Şöyle ki: Bir fâcir veya kâfirde bulunup fitne uyandıran, insanlar arası ilişkilerin bozulmasına, herkese eziyet edilmesine sebep olan nimetin ortadan kalkmasını istemek, bundan hoşnut olmamak haram ve günah değildir. Çünkü onun yok olmasını istemek, bir nimeti çekemeyerek yok olmasını istemek değildir. Aksine, bir fitne ve zulüm aracının ortadan kalkmasını istemek demektir (Gazalî 1975, 3: 425-426).
Âyet-i Kerîmelerde Haset Konusu
Âyet-i kerîmelerdeki “haset” konusunu anlamaya çalıştığımızda “ferdî’ ve “içtimaî” haset şeklinde genel olarak iki temel ayırım yapabileceğimizi görmekteyiz. Dolayısıyla bu başlığın altında ferdî ve içtimaî haset ile bu haset türlerinden korunma yollarına kısaca temas etmek istiyoruz.
Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:
“Size bir ferahlığın, bir nimetin ulaşması onları (dini inkâr edenleri) tasalandırır. Bir fenalığın gelmesine ise, âdeta bayılırlar. Şayet siz sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların tuzakları size hiçbir zarar veremez. Çünkü Allah, elbette onların yaptıklarını ilmiyle, kudretiyle kuşatmıştır.” (Âl-i İmran, 3/120).
Bu âyet-i kerimede görebildiğimiz ana hususlar şunlardır:
a. Özellikle dini inkâr edenler, dinden ve dindardan hoşlanmayanlar, iman edenlere Rabbileri tarafından bir ferahlık ya da nimetin ulaşması karşısında dert, üzüntü ve tasaya düşerek haset etmektedirler.
b. Yukarıdaki duruma bağlı bir şekilde, dine ve dindara gelen bir musibetten dolayı da bu insanlar büyük bir sevinç duymaktadırlar.
c. Dinden ve dindardan hoşlanmayanlar, dindar insanlara herhangi bir iyiliğin ulaşmaması, dindarların bir şekilde kötülüğe maruz kalmaları için de sinsi bir tarzda uğraşacaklardır.
Cenâb-ı Hak (cc), dine ve dindara düşman olanların kurmaya çalışacakları bu tuzaklardan nasıl korunulabileceğine dair çözüm yollarını da belirtmiştir. Âyet-i kerime, bu tuzaklardan korunabilme hususunda iki temel noktaya dikkatlerimizi çekmektedir:
a. Ma’siyete ve günahlara karşı, ayrıca kâfirlerden gelen ezaya, cefaya karşı “sabır” gücü ile karşı koymak,
b. Allâh’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınmakla da “takva” korunağına sığınmak.
Allâme Elmalılı Hamdi Yazır, bu âyet-i kerimenin tefsirinde şöyle demektedir: “İşte bütün bunlara karşı Müslümanların vazifesi sabredip korunmak. İktisab-ı fezail ile onları hasetlerinden çatlatmaktır. Eğer Müslümanlar Allâh’a tâatte sabrederler ve nehiylerinden içtinab ile iyice korunurlarsa o kâfirlerin ve o münafıkların hilelerinin ve entrikalarının hiçbir zararını görmezler.” (Yazır, 1979, 2: 1164)
Kur’ân-ı Kerîm’de, Ehl-i Kitabın içlerindeki hasedin, kendilerini nasıl bir yola sürüklediği de şöyle anlatılmaktadır:
“Sırf nefislerinden ileri gelen bir kıskançlık sebebiyle, Ehl-i Kitap’tan pek çoğu, gerçek kendilerine ayan beyan belli olduktan sonra, sizi imanınızdan uzaklaştırıp kâfir haline çevirmek isterler. Allah bu husustaki emrini bildirinceye kadar affedin ve hoşgörün. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (el-Bakara, 2/109)
Cenâb-ı Hak, onların bu olumsuz tutum ve davranışlarına, içlerinde besledikleri haset duygularına karşı, korunma ve çözüm olarak Müslüman topluluklardan şu adımları atmasını istemektedir:
a. Bu insanların incitici tavır ve davranışları karşısında afv u itidal yolunu seçme;
b. Toplumlararası asgari müşterekleri kaybetmeme,
c. Münakaşa sebeplerinden uzak durup, Allah’ın vereceği hükmü ve meseleleri yönlendireceği yönü bekleme.
Şurâ, 42/15. âyet-i kerimede Cenâb-ı Hakk, kendilerine ulaşmış bulunan sahih bilginin rağmına hareket ederek birbirlerine haset etmiş ve neticede de tefrikaya düşmüş topluluklar ile Müslüman toplumların iletişim ve diyalog çizgilerini belirlemektedir. Âyet-i kerîme, takınılması gerekli tutum, tavır ve davranışları “görebildiğimiz” toplam dokuz maddede net bir şekilde belirlemiştir. Şöyle ki:
1. Ne olursa olsun doğruya, iyiye ve güzele çağrı devam etmelidir.
2. Müslüman toplumun kendilerine gelmiş olan emir ve yasaklar doğrultusunda istikamet üzere olması gerekmektedir.
3. İhtilafı, tefrikayı ve ayrılığı körükleyen, bunu insanların normal bir durumuymuş gibi gören kişilerin yanlışlıklarına, onların ve karşı tarafın heva ve heveslerine uymamak lüzumu vardır.
4. Allâh’ın indirmiş olduğu her Kitaba ve Allah’ın Kitabı’nda buyurduğu her şeye iman etmek, her mü’minin şiarıdır.
5. Bütün insanlar arasında adalet ölçülerini esas almak gerekir.
6. Allâh, Kendisine inanılsın inanılmasın, herkesin Rabbidir.
7. Her toplum, kendi yaptıklarından sorumludur ve kimse kimsenin suçunu çekmez; kimsenin suçu kimseye yüklenmez.
8. Herkes kendi yaptığından sorumlu ve Allah herkesin yaptıkları hakkında hükmünü vereceğine göre, gereksiz tartışmalara girmekten kaçınmak gerekir.
9. Herkesin hesap merciinin Allâh (cc) Teâlâ olduğu hususunun kavranması önemlidir.
Hasetten Korunma

Şimdi de hasede maruz kaldığını düşünen bir kimsenin, korunma yollarına bakmaya çalışalım.
Kur’ân-ı Kerîm’in bu konu ile ilgili âyet-i kerimesi bilindiği üzere “Felak Suresi”nde şöyledir:
“De ki: Sabahın Rabbine sığınırım: Yarattığı şeylerin şerrinden. Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden. Düğümlere üfleyip büyü yapan büyücü kadınların şerrinden. Ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden.” (Felak, 113/1-5)
Bu sure-i şerîfte dört şeyin şerri/kötülüğünden Cenâb-ı Hakk’a sığınılması emredilmiştir. Kendisinden Allâh’a sığınılması emredilen bu kötülük kategorileri:
1. Mahlukların şerri,
2. Gece karanlığı vesilesi ile meydana gelebilecek şerler,
3. Büyü yapanların şerleri ve,
4. Haset ettiği zaman hasetçinin şerri.
Burada özellikle son hususu ele almak istiyoruz. Haset eden kişinin kalbi ve tavırlarının ürettiği şerareler, göz değmesinde olduğu gibi, haset edilen kişiyi etkileyebilir. Belki bir gün bu şerare ve etkiler daha müşahhas olarak tespit de edilebilir. Ancak şurası açıktır ki Kur’an-ı Kerim’de yer yer vurgulandığı üzere, Allah dilemedikçe kimseye bir zarar erişmez, yine Allah dilemedikçe kimseye bir fayda da ulaşmaz. Şu hâlde, Allah’a samimi sığınma, kişiyi kendisine gelecek şerlerden koruyacaktır.
Rivayet edildiği üzere Efendimiz (sas), yatağına yatmadan önce mutlaka mübarek ellerini birleştirir, İhlâs, Felak ve Nâs surelerini bir arada üç defa okur, avuçlarına üfledikten sonra bütün vücudunu sıvazlar, öyle yatardı. (Buharî, Fedâilü’l-Kur’an, 14; Müslim, Selâm, 50 [2192]).
Haset edenin şerrinden sığınmak için daha başka tedbirler de alınabilir. Şöyle ki:
1. Haset edenin yaptığına sabretmeli ve sabırsız davranarak onun seviyesine inmemelidir.
2. Haset eden Allah’tan korkmasa, halktan utanmasa ve hattâ çok terbiye dışı davranışta bulunsa da haset edilen kişi takva ve adaleti elden bırakmamalıdır.
3. Kalbinde haset edene pek yer vermemeli ve fazla düşünmemelidir. Onu fazla düşünmek, ona mağlup olmanın başlangıcı olur.
4. Haset edene karşı kötü muamele yapmamalıdır. Onu bağışlamalı, hattâ belki İmkân varsa ona iyilik ve ihsanda bulunulmalıdır. Haset edenin kendisine ne gibi kötülükler düşündüğüne de aldırmamalıdır.
5. Hasede uğrayan Allâh’a olan itimadında sebat göstermelidir. Çünkü bir insanın kalbinde Allâh’a itimat kökleşmişse, o insan hiçbir kimseden korkmaz.
Hadis-i Şeriflerde Haset Mevzuu
Şimdi de hadîs-i şeriflerde Efendimiz (sas)’in “haset” konusunu nasıl değerlendirdiği görmeye çalışalım.
Enes b. Mâlik (ra) anlatıyor: Rasûl-i Ekrem (sas) ile beraberdik. Buyurdular ki:
“Şimdi, yanınıza Cennetlik bir adam gelecektir.”
Az sonra, sakalından abdest suyu damlayan ve ayakkabılarını sol eline almış bir şekilde Ensar’dan birisi çıkageldi. Ertesi gün olunca, Rasûl-i Ekrem (sas) yine evvelki gibi söyledi. Bu defa yine aynı kişi çıkageldi. Üçüncü gün olunca, Rasûl-i Ekrem (sas) yine aynı sözü tekrar etti ve yine aynı adam geldi. Rasûl-i Ekrem (sas) kalkınca, Abdullah b. Amr, o adamın yanına giderek kendisini birkaç günlüğüne misafir etmesini istedi. Abdullah ibn Amr (ra), hadisenin devamını şöyle anlatır:
“Üç geceyi onunla bir arada geçirdik. Fakat geceleri kalkıp namaz kıldığını görmedim. Ancak, sabah namazına kadar her uyanışında Allah’ı andığını işitiyordum. Onun, bu zaman zarfında hayırdan başka bir şey konuştuğunu duymadım. Bu üç günün nihayetinde onun amelini küçümseme eğilimindeydim. Kendisine dedim ki:
“Rasûl-i Ekrem (sas)’in üç kere: “Şimdi, yanınıza Cennetlik bir adam gelecektir.” dediğini işittim. Üçünde de sen çıkageldin. Amelini anlamak için senin yanında kalmak istedim. Fakat, büyük bir amel işlediğini görmedim. Seni, Rasûl-i Ekrem (sas)’in söylediği mertebeye ulaştıran nedir?”
“Sadece gördüğün bu durumumdur.” dedi. Ben dönüp gitmek üzereyken seslendi ve bana: “Ancak şunu da ilâve etmeliyim ki, ben Müslümanlardan hiçbir kimseye karşı kalbimde kin ve hile tutmam. Allâh’ın verdiği herhangi bir hayırdan dolayı da hiç kimseye asla haset etmem.” dedi. Bunun üzerine Abdullah:
“İşte, seni o dereceye ulaştıran budur” dedi.” (İ. Hanbel, Müsned, 3:166)
Efendimiz (sas)’den başka bir rivayette ise şöyle buyurulmaktadır:
“Üç şey vardır ki, hemen herkeste bir parça bulunur. Bunlar:
1. Kötü düşünme (delilsiz, zanna dayalı yargı/düşünüş),
2. Uğursuzluğa inanma ve
3. Hasettir.
Şimdi de bunlardan kurtuluş çarelerini size öğreteyim:
1. Kötü düşünmeye başladığın zaman, üzerinde iyice durup da işin iç yüzünü anlamaya çalışma.
2. Uğursuzluğuna inandığın bir şeyle karşılaştığında, ona aldırış etmeden yaptığın işe devam et.
3. Haset ettiğin kimseye karşı da sınırı aşma.”
(Aclunî, 2/243. Aclûnî, senedi zayıf olmakla birlikte, İbn-i Ebi’d-Dünya, Taberânî ve Tirmizî şerhinde Sehâvî’nin bu hadis-i şerifi naklettiğini belirtir.)
Hz. Zübeyr (ra) anlatıyor: “Resülullah (sas) buyurdular ki:
“Size geçmiş toplumların hastalığı sirayet etti: Bu, haset ve buğzdur. Bu, kazıyıcıdır. Şunu bilmelisiniz ki, ˜kazıyıcı’ derken ˜saçı kazır’ demiyorum. O, dini kazıyıcı’dır. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin ederim, sizler iman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı olacak şeyi haber vereyim mi: Aranızda selâmı yaygınlaştırın.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 57 [2512])
İbnu Mes’ud (ra) anlatıyor: “Resûlullah (sas) buyurdular ki:
“Şu iki kişi dışında hiç kimseye gıpta etmek caiz değildir:
1. Allah’ın kendisine verdiği hikmetle hükmeden ve bunu başkasına da öğreten hikmet sahibi kimse,
2. Allah’ın kendisine verdiği malı hak yolda sarf eden zengin kimse.” (Buharî, İlim, 15; Müslim, Salâtü’l-Müsafirîn, 268 [816])
Hz. Enes (ra) anlatıyor: “Resülullah (sas) buyurdular ki:
“Haset, çekememezlik hayırları yer bitirir, tıpkı ateşin odunu yeyip tükettiği gibi. Sadaka hataları söndürür, tıpkı suyun ateşi söndürmesi gibi. Namaz, mü’minin nurudur. Oruç ateşe karşı kalkandır.” (Tirmizî, Salât, 433; Nesaî, Bey’at, 35)
Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor: “Resülullah (sas) buyurdu ki:
“Bir kulun kalbinde iman ile hased bir araya gelmezler.” (Müslim, İmaret, 130; Ebu Davud, Cihad, 11)
Bir başka rivayette ise Efendimiz (sas) şöyle buyurmaktadır:
“Müminin dört düşmanı olur:
1. Haset eden mümin,
2. Öfke besleyen münafık,
3. Yoldan çıkaran şeytan,
4. Savaşan kâfir.” (Münavî, Feyzu’l-Kadîr, 5/373; Kenzü’l-Ummâl, 1:146)
. عَنْ أَبِي سَعِيدٍ، أَنَّ جِبْرِيلَ، أَتَى النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ يَا مُحَمَّدُ اشْتَكَيْتَ فَقَالَ : نَعَمْ
Ebu Said el-Hudrî’den yapılan rivayete göre Cibril aleyhisselâm Resülullah (sas)’in yanına geldi ve: “Ey Muhammed, hasta mısın?” diye sordu, “Evet!” cevabını alınca, Cibril (a.s.) şu duayı okudu:
بِاسْمِ اللَّهِ أَرْقِيكَ مِنْ كُلِّ شَىْءٍ يُؤْذِيكَ مِنْ شَرِّ كُلِّ نَفْسٍ أَوْ عَيْنِ حَاسِدٍ اللَّهُ يَشْفِيكَ بِاسْمِ اللَّهِ أَرْقِيكَ .
“Bismillahi arkîke, min külli dain yü’zîke ve min şerri külli nefsin ev aynin hâsidin Allahu yeşfîke, bismillâhi arkîke, (Allah’ın adıyla, sana eza veren bütün hastalıklara karşı, bütün kötü nefis ve haset gözlere karşı sana okuyorum. Allah sana şifa versin, ben Allah’ın adıyla sana dua ediyorum).” (Müslim, “Selâm”, 40 [2186]).
Hadîs-i Şerîflerden Çıkarabileceğimiz Sonuçlar
Buraya kadar nakletmiş olduğumuz hadîs-i şeriflerden şu sonuçlara ulaşabileceğimizi görmekteyiz:
a. İnsanın kalp ve ruhunda başkalarının maddî ve manevî üstünlüğüne karşı bir haset beslememe, imanın tezahürlerinden, kâmil imanın alâmetlerinden olup, vesilelik planında onun Cennet’e girebilmesindeki en önemli faktörlerden biri olduğu anlaşılmaktadır.
b. Haset duygusunun önüne geçilemese
dahi, haset edilen kişiye karşı insaf ve
iz’an ölçülerini kaçırmamak, hasedi ona kötülük yapma noktasına taşımamak,
sınırı aşmamak gereklidir. Bu ölçüler sayesinde kişi, karşısındakinin
maddi-manevi varlığını yok etmeye çalışmayacak, haksız kazanç, suiistimal,
zimmet, vb. suçları irtikap etmeyecektir.
c. Ateşin odunu yiyip bitirdiği örneğinden hareketle, haset duygularının da insanın salih amellerini yok edebileceği hatırlanarak, hasetten korunmaya çalışmak elzemdir.
d. Allâh’a, Peygamberlerine,
Kitaplara, hasılı âmentü esaslarına gönülden
inanan bir insanın, diğer insanların maddi-manevi zenginliklerinden ötürü
rahatsız olması, onlara haset etmesi mü’min vasfı ve davranışı değildir. Çünkü
haset, Cenab-ı Allah’ın takdirine karşı olma demektir. Kendisini haset
duygularına kaptırmış bir kişi, imanının tehlikede olduğunu düşünüp tedbir
almalı, kalbini ve gönlünü haset kirlerinden temizlemelidir.
e. Bir insanın haset dolu bakışları ya da tavırlarından etkilendiğini düşünen bir kimsenin Cenâb-ı Hakk’a dua ile ilticada bulunması, âfiyet ve şifâ talep etmesi yerinde bir davranış olur.
Kısaca, haset, kalp ve ruhun en önemli hastalıklarındandır. Kalp ve ruh hastalıkları ise ancak ilim ve amel ile tedavi edilebilir. Haset hastalığını tedavi edebilmek için de öncelikle hasedin din ve dünya için getirdiği zararları bilmek, bu hususta ilim sahibi olmak gerekmektedir. Bu sebeple kişinin kendine düşman olması anlamına gelen hasetten kurtulmak için, hasedin şu zararını iyice anlamalıdır:
Haset eden, Allah’ın yaptığı taksim
ve takdire rıza göstermiyor, onun
iradesine karşı geliyor demektir. Âdeta, Allâh’ın (cc) bize gizli kalan hikmeti
ile, mülkünde gerçekleştirdiği adalete kızmakta, onu tenkit etmektedir. Bu ise,
kişinin tevhidin özüne ters düşmesinden, dolayısıyla imanının zedelenmesinden
başka bir şey değildir.
Hasetten Kurtulma Yolları

Hakıykat, o küfredenler zikri işitdikleri zaman az kaldı seni gözleriyle yıkacaklardı. Halâ da (kîn ve hasedlerinden) “O, mutlakaa bir mecnundur” diyorlar. Halbuki o (Kur’an bütün) âlemler için (mahz-ı) şerefden başka (bir şey) değildir. (Kalem, 68/51-52)
Şimdi, hasedi kalpten atabilmenin bazı yollarına maddeler halinde kısaca temas edelim:
1. Hasetten vazgeçmek için onun bu zararını bilmek bile yeterlidir. Fakat bunun yanında, haset eden kimsenin bir mü’mini aldatma, ona nasihat etmeyi terk etme, mü’minleri sevmek yolundaki İslâm’ın açık emirlerini kale almama, mü’minlerin zarara uğramaları halinde bundan en çok sevinecek olan insî ve cinnî şeytanların emellerine alet olma gibi hiç de küçümsenmeyecek suç ve günahların işlenmiş olacağı unutulmamalıdır. Bu menfi özellikleriyle, kalbin saflığını ve temizliğini gideren ruhi ve kalbi bir hastalık olan haset, ateşin odunu yakıp yok etmesi gibi insanın iyi huy ve amellerini de yıkıp, yok eder (Ebu Davud, Edeb, 44).
2. Haset eden kimsenin içinde sürekli bir çekememezlik ateşi yanar. Bu ateş onu yakar, yavaş yavaş eritir. Çünkü haset eden, haset ettiği kimsede nimetin arttığını gördükçe rahatsızlık ve sıkıntısını çoğalır. Hasetçinin göğsü daralır, uykusu kaçar. Âdeta amansız bir hastalığa düşer. Bu ise, kişinin ancak kendine düşman olanların isteyebileceği bir durumdur. Yine Bediüzzaman’ın ifadesi ile, haset öncelikle haset edenin kendisini ezer, mahveder, yandırır. Bunun yanında haset edilen kimseye o hasedin zararı ya azdır ya da hiç yoktur. Öyleyse akıllı kişi, âhiret hesabı ve korkusunu temel alarak, aklının gereğini yerine getirmeli ve bu yararsız azaptan kurtulmayı istemelidir. Hasedin âhirette sebep olacağı ceza da oldukça önemsenmelidir. (Gazalî, 3:440-442)
3. Hasedi tedâvî etmenin bir diğer yolu, bu menfi duygunun isteklerini yerine getirmeyerek, hattâ aksini yaparak haset duygusuna hükmedebilmeyi öğrenmektir. Sözgelimi içteki haset duygusu birisini kötülemesini istediğinde kişi, bunu şeytanın kendisi için hazırladığı tuzağa düşmek demek olduğunu anlayarak tersini yapmaya çalışmalı ve nefsine ağır da gelse o kişiyi övmelidir. Haset duygusu, kendisinden birisine karşı kibirli davranmasını istediğinde, bu duygusuna karşı koyarak tevazu göstermelidir. Yine haset duygusu cimriliği, vermemeyi fısıldadığında, cömert davranmalı, kendisini verme konusunda zorlamalıdır. Kişinin bu türden müspet davranışları, karşısındaki insanı memnun eder ve onun tarafından da sevilmesine sebep olur. Bu şekilde karşılıklı sevgi başlar ve zamanla haset hastalığı da yok olur. Baştan zorla yapılan bu davranışlar zamanla insanın kişiliği, ikinci bir fıtratı haline gelerek, kökleşir. Neticede şeytan bu gelişmeden hoşnut olmayacak, olumlu gelişmeyi engellemek isteyecektir. Müspet davranışlarının kendine olan güvensizlikten, bir takım endişe ve korkulardan ileri geldiğini öne sürerek onu iğfal etmeye çalışacaktır. Fakat mü’min şeytanın vesvesesine kendisini kaptırdığında sapacağını, ziyana uğrayacağını unutmayarak, daimî bir gayret ve çaba içerisinde bulunmada Allâh’tan sabır ve azim dileyecektir (Gazalî, 3: 445-446).
4. Şu fani dünyada fani şeylere bel bağlayıp gönül vermek, onların bizde olmasını temenni edip başkalarınınkinin de zevalini düşünmek, mü’mine asla yakışmaz. Kişi, Cenab-ı Hakk’ın baki nimetlerine hasr-ı nazar ederek bunların zevali ve baki nimetlerin de bekası muvazenesiyle hasedine konu teşkil eden şeyi değerlendirebilir.
Sonuç
Erdem doğduktan hemen sonra, ona saldırmak üzere haset dünyaya gelmiştir. Haset duygusu, şayet farkına varılabiliyorsa, öncelikle kişinin kendisini rahatsız edecek bir duygudur. Çünkü bu duygunun etkisi altındaki bir insan, karşısındaki kişinin sahip olduklarından dolayı haset duyduğunu anlasa, bencilliğinden ötürü kısmen de olsa rahatsızlık hisseder. Bu rahatsızlığının yanı sıra, iç dünyasının derinliklerinde mahrum kalmış olma duygusunu beslemek ve büyütmek, hasta değilse bile insanı ruhen çökertebilecek hale getirebilir. Böyle bir insan, enerjisinin büyük bir kısmını, kendisi ve başkaları arasında gereksiz mukayeselerle harcar. Bu da diğer insanlara karşı haset duymasına, onlarla kendisi arasında iletişim, arkadaşlık ve dostluğu ile ilgili engellerin oluşmasına sebep olur.
Haset, insanın kendi hayatı ile ilgili yüksek perspektifler geliştirmesine ve sorumluluklarını bihakkın yerine getirmesine mâni olur. Ayrıca, insanı lüzumlu işlerinde ve öncelikli sorumluluklarında hareketsiz ve tutuk bir halde bırakır. Hasedin büyüklüğüne göre ahlakî bozukluk daha da büyük hale gelebilir. Hasetçi bir zihin, haset tarafından yoldan çıkarılmıştır. Ama kişinin bundan haberi yoktur. Haset eden, anlaşılmaz bir şekilde kendisinde bulunmayan nimetlerin yokluğundan dolayı rahatsızlık duymaktadır. Bu rahatsızlık, aynı zamanda âdil olmaya, Cenâb-ı Hakk’ın adaletine, sağduyuya ve diğer erdemlere karşı da olumsuz bir tavır takınmadır.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.