Musa Kâzım GÜLÇÜR
19 Şubat/2019
Giriş
Hâtemu’l-enbiyâ, Neyyir-i âsumân-ı risâlet, Mihr-i drahşân-ı nübüvvet, Server-i asfiya aleyhi ekmelü’s-selâm ve’t-tahâyâ Efendimiz, ins ve cinnin peygamberi olmasının yanı sıra bir beşerdi. Dolayısıyla beşeriyet muktezası olarak yeme-içme gibi insani ihtiyaçlarını karşılıyor, zaman zaman da alım-satım yapmak üzere çarşı ve pazarlara gidiyordu. Doğru tutum ve davranışları tasdik ve varsa yanlış ticari ve insani muameleleri tashih ediyor, çarşı-pazar esnafını ve müşterileri ebedi hayatlarını korumaları ve rıza-i ilâhiyi kazanmaları hususunda aydınlatıyordu.
Müşrikler bu yeme-içme ve çarşı-pazarda bulunma gibi zahiri yönlere bakarak ve aldanarak -çünkü onlar ahiretten gafildirler- (Rûm, 30/7):
“Bu, nasıl peygamber? (Bizim gibi) yemek yiyor, çarşılarda yürüyor! Ona bir melek indirilip de (bu suretle) maiyetinde (kendisini tasdik eden) bir inzarcı (uyarıcı) bulunmalı değil miydi?” (Furkan, 25/7) diyorlardı.
Müşrik ve münkirlerin bu şekildeki bakış açısı, benzer bir diğer âyet-i kerimede ise şöyle beyan buyurulur:
“O peygamberin kavminden, Allah’ı inkâr eden, ahireti yalanlayan ve bizim dünya hayatında kendilerine bol bol nimet verdiğimiz (Hûd aleyhisselamın kavmi Âd ya da Salih aleyhisselamın kavmi Semûd’un) ileri gelenleri şöyle dediler: “O da ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiğiniz şeylerden içiyor.” (Mü’minûn, 23/33)
İnkârcılar bu sözleriyle peygamberde beşer-üstü bir vaziyet olması gerektiğini, yeme-içme ve çarşı-pazarlarda bulunmanın ise kendilerinin beşer-üstü beklentileri ile örtüşmediğini, dolayısıyla da (haşa) peygamber olamayacağı yönündeki şüphe ve tereddütlerini açıkça ifade etmiş oluyorlardı.
Kur’ân-ı Kerîm bu yanlış bakış açısının anlamsızlığını bir âyet-i kerimede şu şekilde açığa çıkarır:
“Şayet o elçiyi melek kılsaydık, yine onu bir adam şeklinde gösterir de düştükleri şüpheye onları yine düşürmüş olurduk.” (En’âm, 6/9)
Peygamberlerin yemek yemeleri ve çarşılarda dolaşmaları hem ümmetlerinin her ferdinin hem de bütün insanların, Allâh’ın (cc) koymuş olduğu geçimini sağlama kanununa tabi olmalarından kaynaklanmaktaydı. Peygamberlerin (aleyhimüsselam ecmaîn) çalışmaları ve uğraşmaları olmadan rızıkları Allâh tarafından doğrudan temin edilmiş olsaydı, ümmetleri dini vecibe ve sorumluluklarından sırf bu sebeple kaçabilir, “peygamberler, rızıkları çabalamaksızın Allâh tarafından temin edildiği için kendilerini dine adayabildiler. Benim ise çalışmam gerekmektedir, bu sebeple onlar gibi kendimi dine adayamam!” mazeretine sığınabilirlerdi. İşte bilhassa da müşriklerin ve münafıkların îras etmeye çalıştıkları bu türden şüphe ve tereddütlere bir cevap olmak üzere şu ayet-i kerime indirildi:
“Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yer ve çarşı pazarda gezerlerdi. (Ey insanlar!) Sizi birbiriniz için imtihan aracı kıldık. (Bakalım) sabredecek misiniz? Rabbin, hakkıyla görendir.” (Furkan, 25/20)
Bu âyet-i kerimede -pek çok anlam tabakasının yanı sıra- peygamberlerin beşer oldukları, onların kesinlikle beşer üstü tapılacak varlıklar olmadıkları anlatılmak istenmiş, bu temel konu Maide suresindeki şu âyet-i kerimede farklı bir şekilde tekrar dile getirilmiştir:
“Meryem oğlu Îsâ Mesih sadece bir resuldür. Nitekim ondan önce de birçok elçi gelip geçmiştir. Onun annesi de çok dürüst, son derece iffetli bir hanımdı. Her ikisi de diğer insanlar gibi yemek yerlerdi.” (Maide, 5/75)
Çarşı ve pazarlar, ekonomik hayatın geçmişten bu yana yaşayan olmazsa olmaz temel gerçeklerindendir. Peygamberler de bu gerçeğe tabi olmuş, ticarî hayatın dürüstlük mihverinde kalması hususunda temel prensipler getirmiş, bu konuda en yoğun çaba ve gayreti göstermiş yüce kametlerdir.
Efendimiz (sas), ticarette dürüst ve emin olma ile ilgili şu müjdeli haberi vermiştir:
“Sadık ve emin tüccarlar nebîler, sıddîklar ve şehitlerle beraberdir.”[1]
Bu hadîs-i şerîf’in değişik rivayetinde “kıyamet gününde” ilavesi bulunmaktadır.[2] Ancak yalanı meslek edinen, aldatma ve haramla büyümede kendince bir mahzur görmeyen tüccarlar şu şekilde uyarılmışlardır:
“Ey ticaret erbabı! Allâh’a takvâlı, iyi ve doğru tâcirler dışındakiler, fâcir (din dışı hareketlerde mahzur görmeyen kimseler şeklinde) haşredileceklerdir.”[3]
Şimdi İslâm’ın çarşı-pazar âdâbı ile ilgili olarak getirdiği hükümlerden belli bir kısmına, Kur’ân-ı Kerîm ve sünnet-i sahîha perspektiflerinden bakmaya çalışacağız.
Çarşı ve Pazar Âdâbından Bazıları
Allah (cc) kitabında hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır. Çarşı ve pazarlar insan hayatının ve ekonomik faaliyetlerin ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla İslam, bu konu ile ilgili bazı düzenlemeler getirmiştir. Bu düzenlemelerin belki de en temelinde, Allah’ın (cc) meşru ticaret hayatını helal, faizli işlemleri ve gayr-ı meşru ticaret hayatını haram kılması gelmektedir. (Bakara, 2/275)
Müslümanlar, bilhassa ibadet zamanı olması itibarı ile Hacc döneminde ticaret yapmanın helal olup olmadığı konusunda tereddüte düşünce de, “Hac mevsiminde ticaret yapmanızda bir mahzur bulunmamaktadır” ayet-i kerimesi inmişti. Bu açıdan çarşı, pazar ve alış-veriş merkezlerinde ticaret, çok önemli bir ibadet olan Hacc zamanında dahi yasaklanmamış bir faaliyettir. Ayrıca Efendimiz (sas), Medine’deki çarşı ve pazar erbabı için, “Allâh’ım! Ölçülerini ve ticaretlerini bereketli kıl”[4] şeklinde dua ettiğine göre, ticarî faaliyetler İslâmî ölçüleri içinde kalma kaydı ile meşru, mübah ve övgüye değerdir. Hatta çarşı ve pazar hayatındaki borçlanma gibi zaruri haller için dahi Efendimiz (sas)’in çözüm tavsiyeleri olmuş, mesela Hz. Ali (ra) için şu duayı talim buyurmuştur:
“Allâh’ım! Haramına karşı beni helalinle yetindir ve fazlınla beni Sen’den başkasına muhtaç etme.”[5]
1. Allâh’ı (cc) Çokça Anmak

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri bir âyet-i kerimede şöyle buyurur:
“(Mescidlerde) sabah akşam O’nun şanını yücelterek tenzih eden öyle yiğitler vardır ki, ne ticari faaliyetleri ne de alış-verişleri Allah’ı zikretmelerinden, namazlarını hakkıyla ifa etmelerinden, zekâtlarını vermelerinden alıkoyamaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin dehşetten dolayı halden hale döneceği, alt üst olacağı bir günden endişe ederler.” (Nur, 24/37)
Ashab-ı Kiram hazerâtı bu âyet-i kerimenin, ezanı işittiklerinde hemen işlerini bırakıp namaza koşan çarşı, pazar ve alış-veriş merkezlerindeki kimseler hakkında indiğini söylemektedir. Mesela Salim b. Abdullah, çarşıda bulunanların namaz vaktinde mescide gitmekte olduklarını görünce: “Yüce Allah’ın: “Kendilerini ne ticaretin ne de alışverişin Allah’ı anmaktan alıkoymadığı yiğitler…” buyruğunda kastettiği kimseler bunlardır”[6] demiştir.
İbn Abbas (ra) aynı âyet-i kerîme ile ilgili olarak, “bunlar alım-satım yapan, ancak ezanı işittiklerinde, Allâh’ın fazlından kazanmak maksadıyla hemen işlerini bırakıp namaz için mescide koşan kimselerdir”[7] demektedir. Ebu Hüreyre ve Ebû Saîd el-Hudrî (r. anhumâ) da âyet-i kerimede kast edilenlerle ilgili olarak Efendimiz (sas)’in: “Bunlar Allah’ın lütfundan arayarak, yeryüzünde yolculuk yapan kimselerdir”[8] dediğini rivayet etmektedirler.
Anlatıldığına göre Efendimiz (sas) döneminde iki kişi vardı. Bunların birisi satıcı olup namaz için ezan okunduğunu işitir işitmez eğer terazi elinde ise onu atıverir, yere güzel bir şekilde dahi koymazdı. Şayet terazi yerinde ise, ona elini bile uzatmazdı. Diğeri ise demirciydi. Alım-satım amacıyla kılıç yapardı. Eğer çekici örsün üzerinde idiyse onu yerinde bırakırdı. Şayet çekici yukarı kaldırmış ise ezanı işittiği takdirde arkasına atardı. İşte yüce Allah, onları ve onlara uyan herkesi övmek üzere bu buyruğu indirmiştir.[9]
İbnu Ömer (ra)’den rivayet edildiğine göre Efendimiz (sas); “Her kim çarşıya girer, Allâh’tan başka ilah yoktur, O tektir, her türlü mülk ve hamd O’na aittir. O’dur ki diriltir ve öldürür, kendisi Diri ve Ölmeyendir. Her türlü hayır yed-i kudretindedir ve her şeye gücü yetendir” derse, kendisine bir milyon hasene yazılır, bir milyon seyyie silinir ve bir milyon derece yükseltilir”[10] buyurmaktadır. Bu hadîs-i şerîf, diğer bir rivayette “Allâh ona Cennet’te bir köşk inşa eder”[11] şeklinde sona ermektedir.
Efendimiz (sas)’in çarşıya girdiğinde; “Allâh’ım! Bu çarşı ve içindeki hayırlı olanlardan istiyor, bu çarşı ve içindeki şerli olanlardan da sana sığınıyorum. Allâh’ım! Bu çarşıda aldatma amaçlı yapılan yeminlerden veya alışverişte zarara uğramaktan sana sığınıyorum”[12] duasını yaptığı görülmektedir.
2. Selamlaşmayı Önemsemek
Kur’ân-ı Kerim: “Evlerinize girdiğinizde ailenizden kimse yoksa kendi nefislerinizi selâmlayınız” (Nisa, 4/65) ve “Ey iman edenler, başkalarına ait evlere girişlerde izin isteyin ve ev halkına da selâm verin” (Nur, 24/27) âyet-i kerimeleriyle kelamdan önce selamı temel bir edep haline getirmiştir. Ayrıca, “Size bir selâm verildiği zaman, siz ondan daha güzel bir selam ile selâmlayın yahut aynıyla karşılık verin” (Nisa, 4/86) buyurarak selama misli ile mukabelenin daha faziletli olduğunu haber vermiştir.
Çarşı, pazar ve alış-veriş merkezleri de Cenâb-ı Hakk’ın esmâ-i hüsnasından olan Selam (esenliği, barışı, huzuru sağlayan, temin eden) kelime-i tayyibesi ve selamlaşma edebinden müstağni değillerdir. Kıymetli sahabi Selman (ra)’ın benzetmesi ile söylersek, “şeytanın muharebe alanı olan çarşı ve pazarlarda”[13] selamlaşma konusu bilhassa daha ehemmiyetlidir. Zira selamlaşma; çarşı, pazar ve alış-veriş merkezlerindeki düşmanlık, haset ve kin gibi çatışmacı ve boğucu atmosferleri, sevgi, saygı ve huzur iklimleri haline getirecek güç ve potansiyeli taşımaktadır. Selamlaşmanın bireylerdeki muhabbeti, saygıyı ve imanı artıracağına işaret eden Efendimiz (sas): “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Size, uyguladığınız zaman birbirinizi seveceğiniz ameli haber vereyim mi? Selâmı aranızda yayınız”[14] buyurmaktadır.
Sahabe hazeratının çarşı, pazar ve alış-veriş merkezlerinde sırf selamlaşma için bulunmayı bile ne kadar önemsediklerini gösteren şu vaka ilgi çekicidir:
Tufeyl ibn Übey ibn Ka’b (ra), zaman zaman Abdullah ibn Ömer (ra)’i ziyarete gelir ve bazen de onunla çarşıya giderdi. Şöyle anlatıyor:
“Çarşıya çıktığımızda, Abdullah eski eşya satan, değerli mal satan, yoksul ya da her kimi görse mutlaka selâm verirdi. Bir gün yine Abdullah ibn Ömer’in yanına gelmiştim. Çarşıya beraber gitmemiz için kendisine arkadaşlık yapmamı istedi. Ona; “Abdullah, çarşıda ne yapacaksın? Malların fiyatlarını sormuyorsun, bir şey satın almak istemiyorsun, sohbet yerlerinde de oturmuyorsun. Şurada otur da birlikte konuşalım” dedim. Abdullah ibn Ömer bana: “Biz başka bir şey için değil, sadece selâm vermek üzere çarşıya çıkıyoruz, karşılaştığımız kimselere de selâm veriyoruz” diye cevap verdi.[15]
Efendimiz (sas) selamın çokça alınıp verilmesini ve güzel konuşmaları, Allâh’ın (cc) mağfiretini celbeden etkenler olarak belirlemiş[16], kimlere selâm vereceğini de şöyle formüle etmiştir:
“Binekte olan yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olan çok olana, küçük büyüğe selâm verir.”[17]
Ancak Efendimiz (sas)’in çocuklara, onlar selam vermeden önce de selâm verdiğini, Enes (ra)’ın çocuklara selâm verip ardından, “Resülullah (sas) da böyle yapardı”[18] demesinden anlıyoruz.
3. Amaçsız Bir Şekilde Çarşılarda Dolaşmamak
Ne selamlaşma ne de emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker düşüncesi taşımadan, amaçsız bir şekilde çarşı, pazar ve alış-veriş merkezlerinde bulunma ve dolaşmanın Cenâb-ı Hakk’ın hoşlanmadığı davranışlardan olduğu Ebû Hureyre (ra)’den yapılan şu rivayette açıkça görülmektedir:
“Allah’ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah’ın en çok nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır.”[19]
İmam Nevevî bu hadis-i şerifte, “Allah’ın en çok sevdiği yerlerin mescidler” olmasını ibadet u tâât ve takvânın inşa edildiği yerler olmasına, “Allah’ın en çok nefret ettiği yerlerin çarşı/pazarlar olmasını” ise; alış-veriş merkezleri, çarşı ve pazarların çoğunlukla hile, aldatma, yalan yere yemin, sözünde durmama, Allâh’ı anmaktan uzaklaşma mekânları olmasına bağlamaktadır[20].
Çarşı-pazara gitme mecburiyeti ile karşı karşıya olan kimselerin, şeytanların faaliyet alanına adım attıklarını, böyle bir yerde gereksiz yere uzun süreler kalacak olurlarsa bilhassa manevi açıdan zarara uğrayabileceklerini bilmeleri gerekir. Dolayısıyla çarşı pazara ya zaruret ve ihtiyaç endeksli veyahut da emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker niyetli çıkmalı, zamanı boşa geçirecek tarzda çarşı, pazar alış-veriş merkezlerinde bulunmamaya özen gösterilmelidir.
Yine kıymetli sahabi Selman (ra) diyor ki:
“Elinden geliyorsa, çarşıya ilk giren olma. Oradan son çıkan da olma. Çünkü çarşı, şeytanın savaş verdiği yerdir, bayrağı da orada dalgalanır.”[21]
Bu “savaş” kelimesi güzel bir benzetmedir. Çünkü şeytan hile, yalan yere yemin, fasit alışveriş, müşteri kızıştırma, bir kişinin pazarlığı üzerine başkasının pazarlık etmesi, aldatma, eksik ölçü ve tartı işlemlerini daha çok bu tür mekânlarda gerçekleştirmeye çalışır ve bunun için adeta bir savaş verir. Çarşı-pazardaki gayr-ı meşru işlere bulaşanlar, savaş meydanlarında yere yıkılan kimselere benzetilmiş olmaktadır.[22]
Meysem (ra), Efendimiz (sas)’den şu rivayeti aktarmaktadır:
“Sabah olunca bir melek, mescide ilk gidenle beraber elinde bayrakla yürür. Mescidden evine dönünceye kadar o kimseden ayrılmaz. Şeytan da çarşıya ilk giren kimse ile beraber elinde bir bayrakla yürür.”[23]
Bu rivayet de çarşıya ilk giren olmama, mescide ise ilk gidenlerden olma ile ilgili önemli bir tenbihtir.
4. Bakışları Kısmak
Bakış, kalbe açılan büyük bir kapı, duyu yollarının da en önemlisidir. Düşme ve sürçmelerin çoğu görme kaynaklıdır. Bu açıdan bakışların kontrollü olmasında, kontrolsüz bakışlardan da sakınılmasında bir zaruret bulunmaktadır. Haramlardan ve fitne sebebi olabilecek her husustan gözün sakınılması farzdır.
Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri göz de dâhil duyu organlarının sorumluluk çerçevesinde kullanılması ile ilgili olarak şu temel uyarıları yapmaktadır:
“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar! (Nûr, 24/30), “Kulak, göz ve gönül, bunların hepsi yaptıklarından sorumludur” (İsrâ, 17/36) ve “Allah, gözlerin hâin bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.” (Mü’min, 40/19)
Efendimiz (sas) de duyu organlarının haramlara nasıl bulaşabileceğini şu veciz sözleri ile beyan buyurur:
“Hiç şüphe yok ki, Allah, âdemoğlunun zinadan nasibini yazmıştır. Buna erişecektir. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayağın zinası da yürümektir. Kalb ise heves ve temenni eder. Kişi bunu tasdik eder veya yalanlar”[24]. Şârih Aynî’ye göre hadisteki “tasdik” kişinin zinaya girmesi, “yalanlama” da Rabb’inden korkarak zinadan uzak kalmadır[25]. Şârih Askalânî de “tasdikin”, haber verilen vakaya mutabık bir hüküm, “tekzibin” de bunun aksi olduğunu söyler.[26]
Duyu organlarının en fazla devrede olduğu alanlar çarşı, pazar, alış-veriş merkezleri ile yol üstündeki kafeler ve restoranlardır. Efendimiz (sas) bu tür mekânlarla ilgili âdâbı şu şekilde belirlemiştir:
“Yollarda oturmaktan sakınınız.” Bunun üzerine ashab: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bizim için bu mekânlarda oturmak adeta kaçınılmaz bir durumdur. Aynı zamanda biz bu tür yerlerde sohbetlerimizi de ederiz” deyince şöyle buyurdular: “Madem oturmaktan başka şeyi kabul etmiyorsunuz, o takdirde yolların (halka açık mekânların) hakkını veriniz.” “Yolun hakkı nedir ey Allah’ın Rasûlü!” dediklerinde de şöyle buyurdular: “Gözlerin haramdan sakınılması, rahatsızlık verici şeylerin kaldırılması, selâmın alınıp-verilmesi, iyiliğin emredilip kötülükten de sakındırılmasıdır.”[27]
İnsanın dışarıda iken bakışlarını büsbütün kapatamayacağı aşikârdır. Bu nedenle gözüne kısmen haramlar ilişebilir. Ancak bu durumda da yapılması gereken, gözü anında o haramdan çekmektir. Efendimiz (sas) bu hususla ilgili olarak ilmin kapısı olarak anılan Hz. Ali (ra)’a şöyle demiştir:
“Bir bakışını diğer bakışın takip etmesin. Birincisi senin aleyhine sayılmasa da ikincisi senin aleyhinedir.”[28]
5. Bağırış-Çağırış ve Münakaşalardan Uzak Durmak
Efendimiz (sas)’in yüksek ahlâkî özelliklerinden birisi de asla bağırıp çağırmaması, kaba söz ve davranışlardan da fersah fersah uzak olmasıydı. Atâ b. Yesâr bir gün Abdullah b. Amr b. Âs’a uğramış, “Bana Resülullahın Tevrat’taki vasfını anlatır mısın” demiş, Abdullah b. Amr b. Âs şöyle söylemiştir:
“Elbette anlatırım. Allâh’a yemin olsun ki Peygamber (sas) Tevrat’ta Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı özellikleri ile zikredilmektedir. Şöyle ki: “Ey Nebi! Biz seni şâhid, müjdeleyici, uyarıcı” (Ahzâb, 33/45) ve ümmîlere bir sığınak olarak gönderdik. Sen Benim kulum ve elçimsin. Sana Mütevekkil adını verdim. O haşîn ve kaba değildir. Çarşılarda yüksek sesle bağırıp çağırmaz. Kötülüğe kötülükle mukabele etmez. Fakat O affeder ve bağışlar.”[29]
Atâ diyor ki Ka’b (el-Ahbâr)’a da uğradım. Kelime be kelime aynısını tekrar etti[30]. İmam Buhari bu hadîs-i şerîfi “Çarşılarda bağırıp-çağırmanın mekruh oluşu/keraheti” babında zikretmekte, Buhari şârihi İbn Hacer el-Askalânî hadiste geçen “es-sehhâb” kelimesini “düşmanlık içeren yüksek sesle bağırma” olarak tarif etmektedir.[31]
Bağırıp-çağırma, aldatma, hile vb. davranışların sıklıkla sergilendiği yerler olan çarşı, pazar ve alış-veriş merkezlerinin bu menfi özelliklerinin bilhassa da mescidlerde yer almaması, dünyeviliğin mescidlerin atmosferlerini kirletmemesi için Efendimiz (sas) şu şekilde bir uyarıda bulunmaktadır: “Çarşıların karmaşıklığını mescidlere taşımaktan sakının”[32].
Sonuç
Çarşı, pazar ve alış-veriş merkezleri insanların yoğun olarak bulundukları, zaman zaman haksızlıkların, aldatmaların ve hatta eziyetin boy gösterdiği yerlerdir. Bilhassa da bu tür mekânlarda yukarıdan beri sıralamaya çalıştığımız menfi unsurların en aza indirilmesi, müspetin de çoğaltılması adına gayret gösterilmesi gerektiği açıktır.
Müspetin ikamesi, menfinin de izalesini temin için hem Kur’ân-ı Kerîm hem de hadîs-i şerîfler bizlere bu konuda yeterli derecede ışık tutmaktadır. Haksız söz ve davranışlarla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Mümin erkek ve mümin kadınlara haksız yere, kötü söz ve hareketleriyle eziyet edenler, bir iftira ve aşikâr bir günah yüklenmişlerdir” (Ahzab, 33/58.
Efendimiz (sas) de, “İnsanların malları ve canları hususunda kendisini emniyette hissettiği kimseler gerçek müminlerdir”[33] buyurmaktadır. Ayrıca; “Siz bana altı konuda söz verin ben de size Cennet konusunda kefil olayım: Doğru sözlü olmanız, söz verdiğinizde yerine getirmeniz, emanet hususunda emin olmanız, iffetli davranmanız, gözlerinizi haramlara karşı kısmanız, ellerinizle başkalarına zarar vermekten sakınmanız”[34] diyerek müspetin ikamesinin ne şekilde olacağını göstermiş, ışıktan yollar tesis etmiştir.
Çarşı, pazar ve alışveriş merkezlerinde İslâmî terbiye ve âdâbın yaygınlaşması dileklerimizle…
[1] Ebu Davud, büyu 8; Tirmizi büyu 4; Hâkim, Müstedrek, 2/7.
[2] İbn Mâce, ticârât 1; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsât, 7/243 (H. No: 7394) Dâru’l-Harameyn-1995.
[3] Buharî, edeb 69; Müslim, birr 103-104.
[4] Buhari, deavât 36; Müslim, hac 462.
[5] Tirmizi, deavât 110.
[6] Ahmed b. Ebî Bekir el-Kurtubî, el-Câmiu liAhkâmi’l-Kur’ân, 15/286, Müessesetü’r-Risale, Beyrut-2006.
[7] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr fî’t-Tefsîri bi’l-Me’sûr, 11/84, Kahire-2003.
[8] Suyûtî, age, 11/83-84.
[9] Kurtubî, age, 15/294.
[10] Tirmizi, deavât 36; Dârimî, istizân 57.
[11] Hâkim, Müstedrek, 1/721.
[12] Hâkim, Müstedrek, 1/723; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsât, 5/354 (H. No: 5534).
[13] Müslim, fedâilu’s-sahabe 16.
[14] Müslim, iman 93.
[15] Mâlik, Muvatta, selam 6.
[16] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 22/180, Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire, trsz.
[17] Buhari, istizan 7; Müslim, selam 1.
[18] Buhari, istizan 15; Müslim, selam 15.
[19] Müslim, Mesâcid 52; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 7/154 (7140).
[20] Sahîh-i Müslim bi-Şerhi’n-Nevevî, 5/240, Müessesetü Kurtuba-1994.
[21] Müslim, fedâilu’s-sahabe 16.
[22] Musa Şahin Lâşîn, Fethu’l-Mün’im Şerhu Sahîhi’l-Müslim, 9/420, Dâru’ş-Şurûk-2002.
[23] El-Âhâd ve’l-Mesânî, İbnu Ebî Âsım, 5/33, (H. No: 2715).
[24] Buharî, Kader 9, İstizan 12; Müslim, Kader 20, 21; Ebû Dâvûd, Nikâh 43.
[25] Ahmed el-Aynî, Umdetu’l-Kârî, 23/242, Dâru’l-Kütübi’l-İlmî, Beyrut-2001.
[26] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, 15/229, Dâru Tayyibe, Riyad-2005.
[27] Buhâri, mezâlim 22, isti’zân 2; Müslim, libâs 114; Ebû Dâvud, edeb 12; Müsned, III/36.
[28] Ebû Dâvud, nikâh 43; Tirmizi, edeb 28, Dârimi, rikak 3; Müsned, V/351, 353, 357.
[29] Buhari, büyu 50.
[30] Müsned, 2/174.
[31] el-Askalânî, age, 5/587.
[32] Müslim, salat 123; Ebu Davud, salat 96; Tirmizi, salat 168.
[33] Tirmizi, îman 12; Nesâî, îman 8.
[34] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/323; Hâkim, Müstedrek, 2/359.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.