Musa Kâzım GÜLÇÜR
8 Şubat/2019
Hayatı
Necip Fazıl Kısakürek, kendi otobiyografisini kaleme aldığı “O ve Ben” adlı kitabında anlattığına göre, ailesi baba tarafından Maraşlı Kısakürekoğulları’na mensuptur. Kendisi, Ağır Ceza Mahkemesi Reisliği’nden emekli büyükbabası Mehmed Hilmi Efendi’nin İstanbul Çemberlitaş’taki taş konağında dünyaya geldi.[1] Gedikpaşa’da bir Fransız mektebinde, yine Gedikpaşa’da bir Amerikan mektebinde[2], Büyük Reşid Paşa Numune Mektebi’nde, Vaniköy’deki Rehber-i İttihad Mektebi’nde okudu[3] ve en son Heybeliada Numune Mektebi’ne girerek mezun oldu. Ardından Heybeliada Bahriye Mektebi’ne başladı.[4] Beş yıl okuduğu bu okuldan mezun olamayarak ayrıldı.[5] 1921’de İstanbul Darulfünûn’u Felsefe Bölümüne girdi.[6] Üniversiteyi bitirmeden Millî Eğitim Bakanlığınca Paris Sorbonne Üniversitesi’ne gönderildi. 1924-1925 yıllarını Fransa’da geçirdi.[7] Osmanlı ve İş Bankalarının İstanbul ve Anadolu’daki şubelerinde memurluk, müfettişlik ve muhasebe müdürlüğü yaptı (1926-1939).[8]
Hayatının en kritik kesitlerinden biri olan “Bahriye Mektebi Yılları” itibariyle, birkaç cümleyle özetlediği, 30 yaşına, yani 1934 yılına kadarki muhasebesi şöyledir:
“O güne kadar muhasebem, her unsuruyla hassasiyetimi gıcıklayan koca bir konak, her ferdinin nereden gelip nereye gittiğini bilmediği uğultulu bir cereyan içinde, her ân iniltilerle açılıp örtülen mırıltılı kapılar arasında ve bütün bir ses, renk ve şekil cümbüşü ortasında, beş hâssemin sınırını tırmalayıcı ve ilerisini araştırıcı derin bir (melankoli) duygusundan ibaret…
Bana çocukluğumdan kalan ve ilerdeki basamaklarda gittikçe kıvamlanan bu hassasiyet, sonunda, Büyük Velî’nin eşiğine yüz süreceğim âna kadar -otuzuna yaklaşıncaya denk- mücerret, müphem, formülleşmemiş ve sisteme girmemiş, hayat üstü bir hayat, yani ideal hayat hasretinin fısıltısını kulaklarıma devamlı akıttı.
On iki yaşımdan yirmi küsur, hatta otuz yaşıma kadar süren, güya kendime gelme, billurlaşma ve şahsiyetlenme çığırımda, şu veya bu bahanenin çarkına tutulmuş, döner, döner ve kendimi hep günübirlik bahanelerin hasis kadrosunda belirtmeye çabalarken, bu fısıltıya; seslerin, renklerin, şekillerin ve mesafelerin ötesindeki hakikatten çakıntılar bırakıp geçen bu fısıltıyı hiç kaybetmedim.
Madde içi hayatta parende üstüne parende atarken, madde ötesi hayatın, ruhumda daimi ihtarcısına, gözü uyku tutmaz nöbetçisine rastlıyor ve arada bir bu nöbetçinin selâmını alıp yine beni sürükleyen çarklara takılıyor, ona: “Haydi, beni nereye götüreceksen götür, kime teslim edeceksen et!” diyemiyordum. Otuz yaşıma kadar da muhasebem budur.”[9]
Nihayet 1934’de bir akşam, çalıştığı bankadan Boğaziçi’ndeki evine dönmek için bindiği “Şirket-i Hayriye” vapurunda karşısına oturan ve gözlerini ondan ayırmayan, o güne kadar hiç görmediği, bir daha da göremeyeceği Hızır tavırlı bir adam, ona kâinat çapında bir vaadin, kendi ifadeleri ile, “içinde tam bir sene, etimle ve kemiğimle, beynimle ve iliğimle fukur fukur kaynadığım, kaynatıldığım, kaynanıp da yine kıvamını bulamadığım kaynar su, kaynar demir rejiminden sonra yüzüm gözüm yerine gelmiş, huzurlarındayım” dediği ve intisap ettiği Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri’nin adresini verdi.[10]
1935 yılında ilk tiyatro eseri Tohum’u, 1936’da Ağaç, 1937’de Bir Adam Yaratmak[11] ve Büyük Doğu (1 Eylül 1943) dergilerini çıkardı[12]. Büyük Doğu Dergisi1944 ilkbaharında bir-iki hadîs-i şerîf mealine, biraz da Allâh ve ahlâka dair kısa yazılara yer vermesi bahane edilerek bakanlar kurulu kararı ile kapatıldı.[13] Büyük Doğu Dergisi, 1943 – 1978 yılları arasında toplam on beş defa kapatılıp on altıncı kez tekrar yayımlandı. Son olarak 8 Mayıs 1978’de beş sayı olarak devam etti ve otuz beş yıldır çıkmakta olan dergi kendini kapattı.
Necip Fazıl, bu yıllar arasında tam yedi defa mahkûmiyet cezası almıştır. Bu tarz hayatı ve eserleriyle Türk gençliğine yeni hedefler gösteren şair, onlara en olumsuz şartlar altında bile ümitsizliğe kapılmamayı, tarihi görevlerini unutmamalarını tavsiye eder.[14]
1980 yılında Kültür Bakanlığı’nın “Büyük Kültür Armağanı”nı alan Necip Fazıl’a Türk Edebiyatı Vakfı da “Türkçe’nin Yaşayan En Büyük Şairi, Sultanü’ş-Şuara” unvanını verdi. 25 Mayıs 1983 Çarşamba günü İstanbul’da, Erenköy’deki evinde gece yarısı vefat etti. Bir 26 Mayıs günü doğan şair, başka bir 26 Mayıs günü İstanbul Eyüp’te Kaşgarî Dergâhında toprağa verildi.[15]
Sanat ve Tesiri
Kısakürek’in şiirlerinde insanın iç âlemi ile ilgili psikolojik derinlik hemen fark edilir. Materyalist düşünceden uzaklaşma çabasıyla yazdığı şiirleri mistik, metafizik, yalnızlık ve trajik karakterler yönünde eğilim gösterir. Bu yönüyle yeni bir akımın mimarı olmuştur.[16]
Mesela “O Var” adlı şiirinde, insanın yok olmaya mecbur olmasının yanında, Allah’ın ebedî olarak varlığını devam ettireceğini belirten şair, O’nun varlığını bir müjde olarak algılamaktadır. Yine bu şiirde sevilen kişiler kaybedilse bile Allah’ın daima varlığını sürdüreceğini ve insan için dayanak noktası olacağını, tüm yaşananların temelinde Allah’ın olduğunu dile getirmektedir.
Allah’ın kullarını sevmesinin karşılığında ölümsüzlüğün olması şairi sevindirmekte, yok olmak istemeyen insana Allah’ın varlığı ve sevgisi ile umut verdiğini betimlemektedir. Son dizede ise Allah’ın birliğine vurgu yapmakta ve O’nun asla bir eşi ya da benzeri olmadığına değinmektedir. 1983 ve 1975 tarihlerinde yazdığı ve “Bir” ismini taşıyan iki şiiri, “Sayılar” ve “Medet” gibi şiirleri Allah’ın varlığı ve birliği yani tevhide ilişkin şiirlerine örnek olarak gösterilebilir.[17]
Kısakürek gerek şiirlerinde gerekse diğer eserlerinde, zengin yazı hayatına dil ve üsluba dikkat etmiş, dilimizi yabancı unsurların istilasından ve sürüklendiği kargaşadan kurtarabilmek için çareler üretmeye çalışmıştır. Necip Fazıl’ın konferans, makale, fıkra, sohbet ve telkinleri; toplumsal meselelerimizi, geri kalmışlığımızın ve ahlaki çöküntülerimizin sebeplerini ve çözüm yollarını yansıtır. Fikirlerinin geniş yankılar uyandırmasında çarpıcı üslubu etkili olmuştur. Gençliğin yetişmesi için büyük çaba harcamıştır.[18]
Necip Fazıl’ın yorumu, tasavvufi İslâm anlayışıyla İmam Gazali’de bir kök bulur ve onu maziden alıp istikbale getirir. Kendine özgüdür ama Yunus’tan bugüne şairlerin benimsediği tarih şuuru, din, milliyet anlayışı ve kültür mirasıdır. Necip Fazıl fikir ve ruh dünyamıza büyük kanatlarla uçmuş, kendisini kimselerin anlamadığını, kanatlarının ufuklara çarpa çarpa kanadığını düşünmüştür. Kısakürek’in değişim evreleri üç başlık altında toplanabilir: Bunalım evresi, arayış ve buluşma evresi, son olarak karar verme ve teslim olma evresi. Kısakürek bu evreler esnasında büyük çatışmalar yaşamıştır. O, bu değişimini İmam Gazali’nin yaşadığı tecrübeye benzetmektedir.[19]
Şiir Kitapları
Şairliğim on iki yaşımda başladı. Bahanesi tuhaftır… Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmiştim… Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter… Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde… Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp:
– Senin dedi; şair olmanı ne kadar isterdim!
Annemin dileği bana, içimde besleyip de on iki yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetimin ta kendisi… Gözlerim, hastane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim:
– Şair olacağım! Ve oldum.
Örümcek Ağı (1925), Kaldırımlar (1928), Ben ve Ötesi (1932), 101 Hadis: Manzum Meal Tefsir (1951), Sonsuzluk Kervanı (1955).
Çile (1962) adlı şiir kitabı, Necip Fazıl’ın 1922’den itibaren yayınlamaya başladığı ilk şiirlerinden başlayarak vefatına kadar yazdığı bütün şiirleri kapsamaktadır. Buradaki şiirler daha önce kitaplaştırıldığı halde, Kısakürek bütün şiirlerini defalarca gözden geçirmiş, düzeltmiş hatta bazılarını yok saymıştır. “Şiirlerim ve Şairliğim” adlı takdim bölümünde de bunu dile getirmiştir. Bu eserin sonunda ise, Necip Fazıl’ın şiir ve şairlik üzerine görüşlerini sistematik bir biçimde ortaya koyan “Poetika” başlıklı yazı yer almaktadır.[20]
1930’lu yılların ilk yarılarına kadar yazılan ve Çile’de de yer alan şiirlerde ve bu şiirlerin ifade biçiminde bir yalınlık, içtenlik, naiflik ve esneklik göze çarpar. Bu ilk dönem şiirlerinde konu sınırlaması yoktur. Otel Odaları, Kaldırımlar, Bacalar vb.
1930’lu yılların ikinci yarısından sonra ise konu seçimine özen gösterir. Daha çok, Allah ve insan, peygamber sevgisi, ölüm, varlık, hiçlik vb. ilk dönemlerdeki rahat söyleyişler yerini daha sonra net ve kesin ifadelere bırakır. İkinci dönemde iman ve sadakat, tasavvufi ve felsefi düşünceler, metafizik konular, politik kavramlar ve madde ve ruh alır. Allah’a, Peygamber’e, şehre, tabiata, kadına adanan şiirler, aslında temeldeki gizli anlam örüntüsünü bulgulamaya yönelik bir fikir kazısına dönüşür.[21]
Kıyamete kadar gelecek mukaddesatçı Türk gençliğine ithaf edilmiş, sonuna “Vasiyet” bölümü eklenmiş ve Peygamberler Peygamberinin mukaddes hayatının 63 Levhada manzum olarak anlatıldığı Esselâm (1973) adlı eser, Büyük Doğu Yayınları’nın birinci kitabı olarak yayınlanmıştır. Necip Fazıl, bu eseri için söyle bir takdim yazmıştır: “Bu eser, bir mevlid mi? Hayır! Sadece ona olan eritici aşkımın ve gevşemez bağlılığımın vecd destanı…”[22]
Cumhuriyet’in ilk yıllarında şiirlerde İslâmî unsurların kullanılması, hemen hemen mümkün değildir. Ancak bu durum 1935’den sonra Necip Fazıl’ın İslâmî içerikli şiirleriyle değişmeye başlar.[23]
Tiyatro Eserleri
Tohum (1935), Bir Adam Yaratmak (1938; 1978’de Yücel Çakmaklı televizyon filmi yaptı), Künye (1938), Sabır Taşı (1940), Para (1942), Vatan Şairi Namık Kemal (1944), Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih (1946; sinema filmi, 1950), Reis Bey (1964; 1989’da Mesut Uçakan sinema filmi çekti), Siyah Pelerinli Adam (1964) ve Ahşap Konak (1964) tiyatro eserlerinden bazılarıdır. Üç perde halinde Necip Fazıl’ın yazdığı ikinci piyes olan Ahşap Konak, giderek özünden ve ahlâkî değerlerinden uzaklaşan bir toplumu gösteren bir temsildir. Ahşap Konak, her katında üç ayrı neslin yaşadığı, fakat bu nesiller arasında büyük bir anlayış ve yaşayış farkının olduğu bir mekânı temsil ederken, Türk cemiyetinin tezatlar içindeki halini resmetmektedir.[24]
Abdülhamid Han (1965), Yunus Emre (1969), Kanlı Sarık (1970), Senaryo Romanları (1972), Mukaddes Emânet (1975), Tiyatro Eserleri I, II, III (1976), İbrâhim Edhem (1978) ve Püf Noktası (1965) sayısı on yediyi bulan tiyatro eserlerinden bazılarıdır.[25]
Dinî ve Tasavvufî Eserleri
Kısakürek’in “Halkadan Pırıltılar” isimli kitabı dini ve tasavvufi bir eserdir dersek yanılmış olmayız. Halkadan Pırıltılar önce 1948’de, daha sonra da “Veliler Ordusundan 333: Halkadan Pırıltılar” adıyla 1976’da yeniden basıldı.
1950’de “Çöle İnen Nur” adıyla yayımlanan ve Allah Resulünün hayatının anlatıldığı eser, siyer kitaplarının alışılmış anlatımlarından daha farklı bir üslubu yansıtmaktadır. Eserin takdiminde bu farklılık söyle ifadelendirilmektedir:
“Tefsir, Hadis, siyer ve nakil olarak en emin kaynaklardan devşirilmiş ve kaynaklarını tek tek göstermek tasasından uzak bu eser, sadece iman sahiplerine hitap edici, hiçbir aklî teftiş, tespit ve ispat gayretine düşmeyen, mutlak doğru üzerine hissî ve teessürî bir çatı kurucu ve eğer bir kıymeti varsa onu bu noktada toplayıcı bir denemedir.”[26]
101 Hadis (1951), Altın Zincir (1959), Altın Halka (1960), O ki O Yüzden Varız (1961), İlim Beldesinin Kapısı Hazret-i Ali (1964), Hulefâ-yi Râşidîn Menkıbelerine Ait Bir Pırıltı Binbir Işık (1965), Peygamber Halkası (1968), Efendimiz, Kurtarıcımız, Müjdecimizden Nur Harmanı (1970), Başbuğ Velîlerden-33 Altın Silsile (1974), Doğru Yolun Sapık Kolları: Arınma Çağında İslâm (1978), İman ve İslâm Atlası: Şekil, Ruh, Amel, Hikmet (1981), Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu (1982) dini alanda yayımlanmış eserlerinden bir kısmıdır.
İdeolocya Örgüsü
“İdeolocya Örgüsü: Büyük Doğuya Doğru” adıyla 1968 yılında yayımlanan eser, Necip Fazıl Kısakürek’i siyasî, fikrî düşüncelerini, tarih muhasebesini ve tasavvur ettiği Büyük Doğu ülküsünü bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. Necip Fazıl, kitabın 1968’deki ilk baskısının ithafında;
“Bu eser, benim bütün varlığım, vücut hikmetim, her şeyim… Ben, arının peteğini hendeseleştirmeye memur bulunması gibi, bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım. Şiirlerim, piyeslerim, hikâyelerim, ilim ve fikir yazılarım sadece bu eserin belirttiği bina etrafında bir takım ‘müştemilat’tan başka bir şey değil…” diyerek bu eserin önemini ortaya koymaktadır.[27]
Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları (1969) adlı eserinin takdiminde ise şunları ifade etmektedir:
“Bu eser, ‘Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar’dan sonra beklenmesi ve ona eklenmesi gereken bir bahsi çerçeveliyor. İman ve ideal uğrunda umumi mazlumluk davasının çok yakından, öz hayatımızdan, yakın tarihimizden ele alınması ve hususi planda gösterilmesi… Bu yakın tarih ve hususi plân, İttihad ve Terakki ile başlayan, Cumhuriyetle yerleştiğini gördüğümüz İslâm nefretinin zeminini çizer ve o zemin üzerinde en kuduz zalim kılıcıyla düşürülen masum başların hikâyelerini anlatır” diyerek bazı hadiselerin ve şahısların mazlumiyet ve mağduriyetlerini dile getirmiştir.[28]
Sonuç
Necip Fazıl: Maraş’lı, ama İstanbul’da doğmuş ve büyümüş bir İstanbul beyefendisi… Amerikan Koleji ve Bahriye Mektebi, bu müthiş istîdâda bağrını açan kuvve-i inbâtiye nevinden iki saksı dolusu toprak ve ruhunun ufkuna sıçramanın minik rampaları… Dârulfünûn’un Felsefe bölümü ise muvakkat konakladığı menzillerden biri… Paris’in Sorbon’u, Batı’ya nazar ettiği ilk küçük menfez… Banka müfettişliği, içine sindiremediği gelip geçici işportacılık… Devlet Konservatuvarı ve Güzel Sanatlar Akademisi, sanat ruhunu sinesinde ateşlediği ve üflediği ilk ocak…
Büyük Doğu ekolü ve çıktığı kadar kapanan, kapandığı kadar da çıkan; ama arkasındaki müthiş iradeyle kapanırken dahi tekrar çıkma programı üzerine kapanan büyük mecmua, kendisi de bu fenerin bânisi, mimarı ve çilekeş sahibi.. Son dönemin en önde gelen şiir ve nesir üstadı ve milletimizin en önemli fikir mimarlarından biri… Tasavvufî düşüncedeki enginliği, metafizik derinliği, ömrü boyunca Mutlak Hakikat’e karşı duyduğu derin saygısı… Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’a karşı olan olağanüstü ihtiram ve temkini, onun pek çok sahadaki deryalar gibi zenginliğinden sadece birkaç damla…
1973 yılında yazdığı vasiyetinden bir kısım şöyledir:
“Fikir ve duyguda, vasiyete lüzum görmüyorum. Bu bahiste bütün eserlerim, her kelime, cümle, mısra ve topyekûn ifade tarzım vasiyettir. Eğer bu kamusluk bütünü, tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz ‘Allah ve Resulü; başka her şey hiç ve batıl’ demekten ibarettir.”
Kendisiyle aynı fikirleri paylaşmayanlarda bile hayranlık ve heyecan uyandıran, hiçbir zaman fildişi kulesine çekilmemiş, milletine, tarihine ve gençliğe karşı en üst seviyede sorumluluk duygusu ile hareket etmiş bu büyük ruh ve mana şâirimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz…
İstifade Edilen Kaynaklar
- Ayata, Yunus, “Necip Fazıl’ın Püf Noktası Adlı Eseri Üzerine”, C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, XIII/1, 2009.
- Çandır, Muzaffer, “İslâmî Duyarlılığın Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Yansımaları (1923–1950)” Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt:9, Sayı:1, Mart 2011.
- Esen, Nesibe, Necip Fazıl Kısakürek’te Dini Yaşayış, (Yayınlanmamış Yük. Lis. Tezi), Ç.Ü. Sos. Bil. Ens., Adana-2009.
- Karabulut, Mustafa, Şairin Dil ve Üslubunda Psikolojik Temayüller, 2. Uluslararası Türk Dili Ve Edebiyatı Sempozyumu.
- Kısakürek, Çöle İnen Nur, Büyük Doğu Yayınları, 13. Baskı, İst.-1993.
- Kısakürek, Necip Fazıl, O ve Ben, İst.-1999.
- Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, Büyük Doğu Yayınları.
- Öztürk, Fatma, Necip Fazıl Kısakürek Bibliyografyası, Ankara-2009.
- Taşdelen, Vefa, Necip Fazıl’ın Çilesi, Şiiri ve Poetikası Arasındaki İlişki Üzerine, Hece, Necip Fazıl Kısakürek Özel Sayısı, Sayı: 97.
[1] Kısakürek, Necip Fazıl, O ve Ben, s. 10, İst.-1999.
[2] Kısakürek, ae., s. 30.
[3] Kısakürek, ae., s. 31.
[4] Kısakürek, ae., s. 39.
[5] Kısakürek, ae., s. 50.
[6] Kısakürek, ae., s. 54.
[7] Kısakürek, ae., s. 64.
[8] Kısakürek, ae., ss. 78,117.
[9] Kısakürek, ae., s. 39-40.
[10] Kısakürek, ae., s. 81-87.
[11] Kısakürek, ae., s. 138.
[12] Kısakürek, ae., s. 225.
[13] Kısakürek, ae., s. 233.
[14] Çandır, Muzaffer, “İslâmî Duyarlılığın Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Yansımaları (1923–1950)” Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt: 9, Sayı:1, Mart 2011, s. 178.
[15] Çandır, a. makale, s. 178.
[16] Öztürk, Fatma, Necip Fazıl Kısakürek Bibliyografyası, s. 9, Ankara-2009.
[17] Esen, Nesibe, Necip Fazıl Kısakürek’te Dini Yaşayış, (Yayınlanmamış Yük. Lis. Tezi), s. 82, Ç.Ü. Sos. Bil. Ens., Adana-2009.
[18] Öztürk, ay.
[19] Kısakürek, ae., s. 126-127.
[20] Öztürk, ae., s. 10.
[21] Taşdelen, Vefa, Necip Fazıl’ın Çilesi, Şiiri ve Poetikası Arasındaki İlişki Üzerine, Hece, Necip Fazıl Kısakürek Özel Sayısı, Sayı: 97, s.214-222 (Şairin Dil ve Üslubunda Psikolojik Temayüller, Mustafa Karabulut, 2. Uluslararası Türk Dili Ve Edebiyatı Sempozyumu, s. 11’den naklen.)
[22] Kısakürek, Esselâm, Büyük Doğu Yayınları, 25. Baskı, s. 3, 4.
[23] Çandır, a. makale, s. 172.
[24] Öztürk, ae., s. 12.
[25] Ayata, Yunus, “Necip Fazıl’ın Püf Noktası Adlı Eseri Üzerine”, C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, XIII/1, 2009, s. 116.
[26] Kısakürek, Çöle İnen Nur, s. 8, Büyük Doğu Yayınları, 13. Baskı, İst.-1993.
[27] Öztürk, a.e., s. 16.
[28] Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, s. 2, Büyük Doğu Yayınları.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.