İyilik, Kötülük, Sabır ve Öfke

Musa Kâzım GÜLÇÜR

8 Ekim/2019

İyilik, Kötülük, Sabır ve Öfke Giriş

İyi olma, ben merkezli olmama ile neredeyse doğru orantılıdır. Şayet diğer insanlar için empati kurabiliyor, onlara karşı şefkat hissedebiliyor ve gerektiğinde başkalarının ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarınızın önüne koyabiliyorsanız siz dünyanın en iyi insanları arasında olabilirsiniz. Çünkü çoğu zaman, başkalarının iyiliği için neredeyse kendi iyiliğinizi düşünme fırsatı bile bulamamışsınızdır.

İyilik, yüksek ideallerden ve evrensel ahlâk düşüncesinden kaynaklanan, fedakârlık ve empati duygularını da barındıran tüm güzel nitelikler anlamına gelir. İyilik; ırk, cinsiyet ya da konuşulan dilin yüzeysel farkının ötesini görebilme, onların altındaki ortak insanî öz ile irtibatlı olabilme demektir. İnsanlık tarihindeki saygın insanların tümü bu niteliklere bolca sahiptir. Bu tür insanlar, istisnaî bir empati ve şefkat derecesine sahip insanlardır.

Kötülük ise, genellikle bilinçli ve kasıtlı davranışlarla başkalarına zarar verme, tasarlanmış ayrımcılık düşüncesi ile kişi ya da gurupların psikolojik ihtiyaçlarını ve saygınlıklarını yıkıp yok etme, insanları aşağılama ve ayrım gözetmeyen şiddet eylemleriyle ilişkilidir. Kötülük aslında bizatihi bir gerçeklik değil, şefkat, merhamet ya da ahlaki erdemlerin yokluğunun ürettiği adeta bir kara deliktir.

Kötü insanlar, başkaları kabul ettiği kimselere karşı asla empati kuramazlar. Kendi ihtiyaçları ve arzuları onlar için asıldır ve büyük önem taşır. Kötü insanlar bencil, sadece kendini düşünen ve narsis kimselerdir. Kötü insanlar için diğer insanlar, kötülük endeksli talepleri yerine getirildiği veya sömürüye yardımcı olabildikleri ölçüde bir değere sahiptirler. Bu durumun tarihsel örnekleri, Stalin ve Hitler gibi diktatörler, seri katiller ve şarlatanlardır.

Bireyler ya da toplumlar, insan davranışı spektrumunda, iyilik ve kötülüğün uç noktaları arasında bir yerdedirler. Ben merkezci dürtülerle, zaruri olmayan ihtiyaçlarımızı başkalarının zaruri ve hayati ihtiyaçlarından daha fazla önemsiyorsak, kötü davranıyoruz demektir. Bunun aksine empati ve şefkat ile, başkalarının zaruri ve hayati ihtiyaçlarını kendi lüks ihtiyaçlarımızın önüne alıyor ya da kendimizi buna zorluyorsak, salih amelleri fedakârlık ve nezaketle aydınlanmış Allâh dostlarına dönüşüyoruz demektir.

Kötülüğün farazi gücüne, iyiliklerin hakiki ışığını artırıp parlatarak karşı koyabiliriz. Şurası açıktır ki iyilik her daim üstün ve aydınlık, kötülük ve batıl ise her daim karanlık, sönüp gitme, parçalanma ve yok olma ile mualleldir. İyilik, dünyanın ve insanlığın doğal hali olduğundan, etkisi sonsuz, bereketle süslü ve kümülatiftir. İnsanoğlunun çağlar boyunca yaptığı tüm iyi işler, iyiliğin zaferine götüren yapı taşlarıdır.

İyilik ve Kötülük Eşit Değildir

وَلَا تَسْتَوِى الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ اِدْفَعْ بِالَّتٖى هِىَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذٖى بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِىٌّ حَمٖيمٌ وَمَا يُلَقّٰیهَا اِلَّا الَّذٖينَ صَبَرُوا وَمَا يُلَقّٰیهَا اِلَّا ذُو حَظٍّ عَظٖيمٍ

İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Bu güzel davranışa ancak (hayırdan ve olgunluktan) büyük payı olanlar kavuşturulur.” (Fussılet, 41/34-35)

Ayet-i kerimenin ilk kısmında iyilik ve kötülük mukayesesi yapılmakta, kötülüğün en güzel bir şekilde savuşturulması istenmektedir. İyi kimse, bir insanın sahip olabileceği en güzel değerlere sahip, varlık dünyasının en güzel özelliklerini sergileyen ve eşsiz şekilde hareket edendir. Bu mükemmellik, daha çok güzel ahlâk şeklinde tezahür eder. Güzel ahlâk, kişisel gelişimin en erken aşamalarında başlayan, Allâh’ın (cc) insan doğasına derç ettiği şefkat, sevgi ve iyilik düşüncesi üzerine kurulu ve iyiliğin üstün olduğunu kavramanın çok kıymetli bir semeresi ve ürünüdür.

Kötülük yanlısı ve kötülüğü seçen insanlar, ebedi, kalıcı ve Allâh’ın hoşnutluğuna vesile olan erdemlerin verdiği memnuniyeti ya tecrübe edememiş ya da bu erdemlerle tanışma fırsatı bulamamış, bu nedenle iyilik ve kötülük mukayesesini bile yapamamış dünya ve ahiret hâsirleridir. Pek çok insan, kötülük yoluyla mutluluğa daha kolay ulaşabileceğini düşünerek suç işler, kendi kendini kontrol edememenin getirdiği büyük pişmanlıklar ve acılarla karşı karşıya kalır. Sahte bir şekilde büyük mutluluk vaat eden kötülüklerle kuşatıldığı anda, gerçeklerle yüz yüze gelir ve kendisini mutsuzluk cehenneminde bulur.

Kötülük, galip göründüğü durumlarda bile aslında mağluptur ve zayıftır. Zira mahiyeti itibarı ile çökmeye ve inkıraza doğru yol alır. Hayırlar, iyilikler ve erdemler ise bizatihi kuvvettir ve hüşyar gönüllerde inşirah meydana getirir. İyilik ve kötülük açık bir tarzda karşı karşıya geldiklerinde iyiliği takdir edip, kötülükten nefret etmeyen çok az insan vardır. Dolayısı ile iyilik ve kötülük ışık ve karanlık gibidir. Nasıl ışık olmadığında karanlık varsa, iyiliğin olmadığı yerde de kötülük ve şerler oluşmuş demektir.

Kötülüğü En Güzel Şekilde Savma

Diğer bir ayet-i kerimede ise şöyle buyrulmaktadır:

اِدْفَعْ بِالَّتٖى هِىَ اَحْسَنُ السَّيِّئَةَ نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطٖينِ وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ

Fakat onlar ne yaparlarsa yapsınlar, sen yine de kötülüğü en iyi tarzda sav! Biz onların, senin hakkındaki asılsız iddialarını pekiyi biliriz. Sen de ki: “Ya Rabbî! Şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından Sana sığınırım!” (Müminûn, 23/96–98)

Yapılan kötülüklere aldırmamak gerektiği gibi, kötülüklere mümkün olan en güzel iyiliklerle karşılık vermeye gayret göstermelidir.

Bu ayet-i kerimede ayrıca öfke hisseden kişinin Allâh’a sığınması istenmektedir. Muaz ibnu Cebel (ra) anlatıyor:

İki kişi Resülullah (sas)’ın huzurunda küfürleştiler. (Öyle ki) birinin yüzünde (diğerine karşı) öfkesi gözüküyordu. Resülullah (sas):

إِنِّي لأَعْلَمُ كَلِمَةً لَوْ قَالَهَا لَذَهَبَ غَضَبُهُ أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ ‏.‏

Ben bir kelime biliyorum, eğer onu söyleyecek olsa, kendinde zuhur eden öfke giderdi. O kelime ‘Euzu billahi mineşşeytan erracim’dir!” buyurdular.[1]

خُذِ الْعَفْوَ وَاْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلٖينَ وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ اِنَّهُ سَمٖيعٌ عَلٖيمٌ

Sen af ve müsamaha yolunu tut, iyiliği emret, cahillere aldırış etme. Her ne zaman şeytandan sana bir vesvese gelecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü o duaları işitip icabet eder ve her şeyi bilir.” (A’râf, 7/199–200)

Kötü davranışı affetme bir iyiliktir. Fakat afla beraber iyilik sayesinde, karşıdakinin gönlü fethedilmiş olur.

Hak ile batıl mücadelesinde, kötülüğe karşı iyilikle cevap verildiğinde, şeytan üzüntüsünden kahrolur. Az da olsa yanlış davranışlarda bulunulmasını ister ki iyilerin lehinde düşünenleri kandırabilsin. Bu açıdan iyiler, kendilerine yapılan zulme dengesiz bir şekilde karşılık vermek istemelerinde dahi şeytanın vesvesesinin etkisinde kalmış, haklılıktan doğan büyük kuvvetlerini kaybetmiş olurlar. Çünkü yüzde yüz haklılıklarına ufak bir gölge düşürmüş, aleyhtekilere küçük bir bahane vermiş olurlar. Bu âyetin pek güzel bir tefsiri şu hadis-i şerifte yer alır:

Bir gün bir adam gelip Hz. Ebu Bekir (ra)’e sürekli hakaret etti. Hz. Peygamber (sas) de orada bulunuyordu. Adam hakaret ettikçe Hz. Ebu Bekir dinliyor, cevap vermiyordu. Hz. Peygamber (sas) ise tebessüm ediyordu. Nihayet Ebu Bekir dayanamayıp sert bir karşılık verince Hz. Peygamberin çehresi değişti ve oradan ayrıldı. Ebu Bekir peşinden kalkıp sebebini sorunca buyurdu ki:

نَزَلَ مَلَكٌ مِنَ السَّمَاءِ يُكَذِّبُهُ بِمَا قَالَ لَكَ فَلَمَّا انْتَصَرْتَ وَقَعَ الشَّيْطَانُ فَلَمْ أَكُنْ لأَجْلِسَ إِذْ وَقَعَ الشَّيْطَانُ ‏.

Gökten bir melek inip, onun sana karşı söylediği sözleri yalanlamaya başladı. Sen ona karşılık vermeye başlayınca bir şeytan çıkıp geldi. Ben ise, şeytanın olduğu yerde oturmam.[2]

Sabırlı Olma ve Sabırlı Davranma

Ayet-i kerimenin (وَمَا يُلَقّٰیهَا اِلَّا الَّذٖينَ صَبَرُوا)Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur” cümlesinde, kötülüğün iyilikle savuşturulması, elimine edilmesi ve etkisizleştirilmesi istenmekte, bu irade ve aksiyonun motor gücü olarak da oldukça anahtar bir kavram olan “sabır” donanımının kullanılması gereğine işaret edilmektedir. Ayrıca “sabır” donanımını kullanan bu kimseler “zü hazz” olarak nitelendirilmektedirler.

Şimdi öncelikle “sabır” kelimesi üzerinde bir miktar duralım.

Sözlükte, “katlanılması zor olan haksızlık, sıkıntı, acı, hastalık, yoksulluk, felâket vb. durumlar karşısında umutsuzluğa kapılmayıp şikâyet etmeden, sızlanmadan dayanma ve tahammül gösterme” manalarına gelen “sabır” kelimesi; “üzüntü, başa gelen sıkıntı ve belalar karşısında direnç gösterme, olumsuzlukları olumlu kılmak için gösterilen metanet” gibi anlamlara da gelmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Allah Teâlâ, sabredenleri birçok vasıflarla nitelemiş ve sabrı, seksen civarında ayet-i kerimede zikretmiş, birçok hayrı da sabra bitiştirmiştir. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir:

(وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُوا وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يُوقِنُونَ)

Biz onlardan, sabrettikleri zaman, emrimizle hidayete ileten imamlar yaptık.” (Secde, 32/24);

(وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذٖينَ صَبَرُوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ)

Muhakkak ki Allah sabredenlere yaptık­tan şeylerin en güzeliyle mükâfat verecektir.” (Nahl, 16/96).

اُولٰئِكَ يُؤْتَوْنَ اَجْرَهُمْ مَرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَؤُنَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُون

İşte onların, sabredip kötülüğü iyilikle savmaları ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcamaları karşılığında, mükâfatları kendilerine iki kez verilecektir.” (Kasas, 28/54)

قُلْ يَا عِبَادِ الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْ لِلَّذٖينَ اَحْسَنُوا فٖى هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَاَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةٌ اِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ

(Ey Resulüm, tarafımdan şöyle) söyle: “Ey iman eden kullarım! Allah’tan, (emirlerine sarılıp yasaklarından sakınmakla) korkun. Bu dünyada (Allah’a itaat ederek) güzel ve iyi iş yapanlara, (ahirette) güzel bir mükâfat (Cennet) vardır. Allah’ın arazisi geniştir (daraldığınız yerden başka memleketlere hicret edebilirsiniz). Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir.” (Zümer, 39/10).

Allah (cc), sabredenlerle beraber olduğunu da şu şekilde beyan etmektedir:

وَاَطٖيعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رٖيحُكُمْ وَاصْبِرُوا اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِرٖينَ

Allah’a ve Resulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 8/46)

Cenâb-ı Hak, sabredenlere vermiş olduğu birçok şeyi, başkalarına verme­miştir. Bu husus Kur’ân-ı Kerîm’de şu şekilde beyan buyurulur:

(اُولٰئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَاُولٰئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ)

İşte onlar (o sabredip Allah’a bağlılık ve teslimiyet gösterenler var ya) onlara, Rablerinden bol mağfiretler ve rahmet vardır. Doğru yola erişenler de onlardır.” (Bakara, 2/157)

Bir hadis-i şerîfte (الصَّبْرُ ضِيَاءٌ) “Sabır ışıktır[3] buyurulmaktadır. Bir başka bir hadîs-i şerifte ise sabrın çok yüksek ehemmiyetine (وَمَا أُعْطِيَ أَحَدٌ عَطَاءً خَيْرًا وَأَوْسَعَ مِنَ الصَّبْرِ‏) “Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet verilmedi[4] yüksek beyanı ile dikkatler çekilmektedir.

Çocuğunu kaybetmenin acısıyla ağlayan bir kadına Resülullahın (sas), (اتَّقِي اللَّهَ وَاصْبِرِي) “Allah’tan kork, sabırlı ol!” sözüne karşılık, “Benim derdimden sen ne anlarsın!” şeklinde tepki gösteren kadın, daha sonra kendisine nasihat edenin Resülullah olduğunu öğrenince ondan özür dilemiş, bunun üzerine Hz. Peygamber (sas), (إِنَّمَا الصَّبْرُ عِنْدَ الصَّدْمَةِ الأُولَى) “Sabır ilk sarsıntı sırasında gösterilen metanettir” buyurmuştur.[5]

Resülullah (sas) bir hadis-i şerîfinde de (الصَّبْرُ نِصْفُ الْاٖيمٰانِ) “sabır, imanın yarısıdır[6] buyurmuştur.

Büyük sahabi Abdullah b. Abbas (v. 68/687) hazretlerine göre, (اِدْفَعْ بِالَّتٖى هِىَ اَحْسَنُ)kötülüğü en güzel yol ile sav” cümlesinde kastedilen “en iyi yol”, öfke anındaki “sabır”, kötülüğe maruz kalındığı andaki “aftır”. İnsanlar bunları yaptıkları takdirde, Allah onları korur, düşmanları da kendilerine eğilir. Sanki onunla samimi bir dost olur.”[7]

Bağdat’lı meşhur müfessir Ebû İshâk İbrâhîm b. Zeccâc (v. 311/923), İbnu Abbas hazretlerinin yorumuna benzer şekilde, ayet-i kerimedeki (وَمَا يُلَقّٰیهَا اِلَّا الَّذٖينَ صَبَرُوا)Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur” cümlesinde yer alan “sabır” kelimesi ile, “öfkelerini yutabilenler” kastedilmektedir demektedir.[8]

Sabır” kelimesi “öfkeyi yutma” ile eşleştirildiği için şimdi de “öfke” konusunu bazı yönleri ile tahlil etmeye çalışalım.

Öfkenin Kontrolü

Efendimiz (sas)’in hayat-ı seniyyelerinde de kin ve öfkenin nasıl kontrol edilebileceğine dair önemli işaret taşları bulunmaktadır. Şimdi de bu uyarı ışıklarını beraberce görmeye çalışalım.

Öfkenin giderilebilmesindeki bir çözüm, öfkelenen kişinin şayet ayakta ise yere oturmasıdır. Bu davranış neticede toprağa temasa benzerlik göstermektedir.

Ebu Zer’den (ra): Resülullah (sas) bize buyurmuştu ki:

إِذَا غَضِبَ أَحَدُكُمْ وَهُوَ قَائِمٌ فَلْيَجْلِسْ فَإِنْ ذَهَبَ عَنْهُ الْغَضَبُ وَإِلاَّ فَلْيَضْطَجِعْ‏ ‏.‏

Biriniz ayakta iken öfkelenirse hemen otursun. Öfkesi geçerse ne ala, geçmezse yanı üzere yatsın.[9]

Öfkenin azaltılması ve yok edilmesinde toprakla temas faydalı olduğu gibi, öfke anında suya temasın da öfkeyi söndürme ve gidermede önemli unsur olduğu şu rivayetten anlaşılmaktadır:

Ebu Vâil’den: Urve İbnu Muhammed es’Sadi’nin yanına girdik. Bir zat kendisine konuştu ve Urve’yi kızdırdı. Urve kalkıp abdest aldı ve şu rivayeti yaptı:

Babam, dedem Atiye (ra)’den anlatır ki, o, Resülullah (sas)’ın şöyle söylediğini nakletmiştir:

إِنَّ الْغَضَبَ مِنَ الشَّيْطَانِ وَإِنَّ الشَّيْطَانَ خُلِقَ مِنَ النَّارِ وَإِنَّمَا تُطْفَأُ النَّارُ بِالْمَاءِ فَإِذَا غَضِبَ أَحَدُكُمْ فَلْيَتَوَضَّأْ‏ ‏.‏

Öfke şeytandandır. Şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateş ise su ile söndürülmektedir. Öyleyse biriniz öfkelenince hemen kalkıp abdest alsın.[10]

Şimdi nakledeceğimiz hadîs-i şerîfler, öfkenin hakikatini ortaya koyma adına oldukça önemli işaret levhalarıdır. Bu işaret levhalarına göre yol alan kimsenin, doğru yoldan sapmayacağı adeta garanti gibidir:

(فإذا الغضب يجمع الشر كله) “Öfke, bütün kötülükleri kendinde toplar.[11],

(ان الغضب من الشيطان) “Öfke şeytandandır.[12],

وَإِنَّ الْغَضَبَ جَمْرَةٌ فِي قَلْبِ ابْنِ آدَمَ أَمَا رَأَيْتُمْ إِلَى حُمْرَةِ عَيْنَيْهِ وَانْتِفَاخِ أَوْدَاجِهِ فَمَنْ أَحَسَّ بِشَيْءٍ مِنْ ذَلِكَ فَلْيَلْصَقْ بِالأَرْضِ‏ ‏.‏

Öfke, Âdem oğlunun kalbine konmuş bir ateş parçasıdır. Baksanıza öfkelenen adamın boyun damarları nasıl şişer ve gözleri nasıl kızarır! İçinde öfke hisseden, hemen yere yapışsın.[13] 

Peygamber (sas), henüz gelişme çağında bir çocuk olan Enes b. Malik’e ruhunda meydana gelebilecek olan öfke kirlerini yıkamasını, kendisine kötülük eden kimseleri affetmesini, kin ve öfkenin kalıntılarından temizlemesini tembihlemiştir. Bu önemli ve ilgi çekici tembihi birlikte dinleyelim:

Enes (ra), Resülullahın (sas) kendisine şöyle buyurduğunu rivayet eder:

يَا بُنَىَّ إِنْ قَدَرْتَ أَنْ تُصْبِحَ وَتُمْسِيَ لَيْسَ فِي قَلْبِكَ غِشٌّ لأَحَدٍ فَافْعَلْ‏ ‏.‏ ثُمَّ قَالَ لِي‏ يَا بُنَىَّ وَذَلِكَ مِنْ سُنَّتِي وَمَنْ أَحْيَا سُنَّتِي فَقَدْ أَحَبَّنِي ‏.‏ وَمَنْ أَحَبَّنِي كَانَ مَعِي فِي الْجَنَّةِ‏ ‏.

Yavrucuğum! Hiçbir kimseye kin ve düşmanlığın olmadığı halde sabahla ve akşamla. İmkânın varsa, bunu yap! Yavrucuğum! Bu benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi hayata geçirirse, gerçekten beni sevmiş olur. Beni seven kimse de benimle birlikte Cennette olur.[14]

O halde Allah’ın Resulü ile birlikte olmak ve cennete ulaşmak, gönlü kıskançlık, kin ve düşmanlıktan temizleyebilen kimseler için söz konusudur.

Öfke Kategorileri

Nefsin yıkıcı sıfatlarından olan öfke, kalbin intikam hisleri ile harekete geçmesidir. Bazı insanlar olur olmaz her şeye hiddetlenir, kızarlar. Haşin, sert ve acımasızdırlar. Bazıları da hemen öfkelenmekle birlikte, çabucak da öfkelerinden kurtulurlar. İşte Peygamber Efendimiz (sas) insanların, öfkelenmeleri ve öfkelerinin sönmesi açısından temelde dört gurupta ele alınabileceğini ve bunlardan hangisinin daha faziletli olduğunu bizlere göstermiştir.

Ebu Said el-Hudrî’nin yapmış olduğu bir rivayette Efendimiz (sas) şöyle buyuruyor:

أَلاَ وَإِنَّ مِنْهُمُ الْبَطِيءَ الْغَضَبِ سَرِيعَ الْفَىْءِ وَمِنْهُمْ سَرِيعُ الْغَضَبِ سَرِيعُ الْفَىْءِ فَتِلْكَ بِتِلْكَ أَلاَ وَإِنَّ مِنْهُمْ سَرِيعَ الْغَضَبِ بَطِيءَ الْفَىْءِ أَلاَ وَخَيْرُهُمْ بَطِيءُ الْغَضَبِ سَرِيعُ الْفَىْءِ أَلاَ وَشَرُّهُمْ سَرِيعُ الْغَضَبِ بَطِيءُ الْفَىْءِ

وَإِنَّ الْغَضَبَ جَمْرَةٌ فِي قَلْبِ ابْنِ آدَمَ أَمَا رَأَيْتُمْ إِلَى حُمْرَةِ عَيْنَيْهِ وَانْتِفَاخِ أَوْدَاجِهِ فَمَنْ أَحَسَّ بِشَيْءٍ مِنْ ذَلِكَ فَلْيَلْصَقْ بِالأَرْضِ‏ ‏

Haberiniz olsun kimisi vardır; Yavaş öfkelenir, öfkesinden yavaş döner. Kimisi de vardır ki; Hızlı öfkelenir, öfkesinden hızlı döner. İşte bu ikisi birbirlerini dengeler.

Haberiniz olsun bir kısmı da vardır ki; Hızlı öfkelenir, öfkesinden de yavaş döner.

Bilesiniz en hayırlı grup; Yavaş öfkelenen fakat öfkesinden hızlı dönendir;

Bu grupların en şerlisi ise (üçüncü grup), Hızlı öfkelenip, öfkesinden yavaş dönendir.

Bilesiniz! Öfke âdemoğlunun kalbinde bir kordur. Gözlerinin kızarmasını, avurtlarının şişmesini görmüyor musunuz? Kim, öfkeden bir başlangıç hissederse, yere (toprağa) temas etsin.[15]

Efendimiz (sas) öfkesini yenebilen insanları gerçek bir pehlivana benzetmiştir. İbnu Mesud’dan: Resülullah (sas) bir gün:

مَا تَعُدُّونَ الصُّرَعَةَ فِيكُمْ ‏?‏

Siz aranızda kimi pehlivan addedersiniz?” diye sordu. Ashab (ra):

“Erkeklerin yenmeye muvaffak olamadığı kimseyi!” dediler. Resülullah (sas):

لاَ وَلَكِنَّهُ الَّذِي يَمْلِكُ نَفْسَهُ عِنْدَ الْغَضَبِ‏ ‏.‏

Hayır, gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hâkim olabilen kimsedir.[16] buyurdular.

İnsanı öfke hisleri kaplayıp bürüdüğünde sıhhatli kararlar veremeyeceği de görülmektedir. Böyle durumlarla ilgili açık bir yasaklama da bulunmaktadır.

Ebu Bekre, Sicistan’da kadılık yapan oğlu Abdullah’a şöyle yazmıştır:

İki kişi arasında, öfkeli olduğun zaman hüküm verme. Zira ben Resülullah (sas)’in şöyle söylediğini işittim:

 لاَ يَقْضِيَنَّ حَكَمٌ بَيْنَ اثْنَيْنِ وَهْوَ غَضْبَانُ ‏‏.‏

Kimse, öfkeli iken iki kişi arasında hüküm vermesin.[17]

Ebu Hüreyre’den (ra): Bir adam: “Ey Allah’ın Resulü! Bana kısa bir nasihatte bulun, uzun yapma! Ta ki nasihatini unutmayayım” demiş ve bunu birkaç kere tekrar etmişti. Aleyhissalatu vesselam (bir kelimeyle):

‏ لاَ تَغْضَبْ ‏‏‏.

Öfkelenme!” cevabını vermiştir.[18]

Öfkelenen kişiye doğruluk ve hakkaniyetle nasihatte bulunulduğu zaman, o kişilerin nasihatleri görmezden gelinmemeli, güzel ve doğru tavsiyeler öfke saikası ile kulak ardı edilmemelidir. Şimdi, bu hususu gösteren bir rivayete yer vermek istiyoruz. İbnu Abbas’tan: Uyeyne İbnu Hısn (Medine’ye) gelince, kardeşinin oğlu Hürr İbnu Kays’ın yanına indi. Hürr İbnu Kays Hz. Ömer’in yakınlarındandı. Hz. Ömer’in meclisinde yaşlı veya genç bir kısım kurra ve fakihler müşavere heyeti olarak bulunurdu. Üyeyne İbnu Hısn, İbnu Kays’a:

— “Ey kardeşimin oğlu! Emirül-mü’mininin yanına girebilmem için ondan benim için izin talep et!” dedi. O da Hz. Ömer’den izin istedi. Ancak İbnu Hısn Hz. Ömer’in yanına girince:

— “Yeter artık Ey İbnu’l-Hattab! Sen bize yeterli vermediğin gibi, aramızda adaletle de hükmetmiyorsun!” dedi. Hz. Ömer (ra) pek öfkelendi. Neredeyse dövmek için üzerine yürüyecekti ki Hürr (ra) atılıp:

— “Ey Emir el-Müminin, Allah Teala Hazretleri Resulüne: “Affı esas tut, marufu emret ve cahillerden de yüz çevir.” (A’raf, 199) emretmiştir. Bu adam da cahillerden biridir” dedi. Vallahi, Hürr bu ayet-i kerîmeyi okuyunca Hz. Ömer olduğu yerde kaldı ve hiçbir şey yapamadı. Hz. Ömer (ra) Kur’ân-ı Kerîm âyetleri okunduğunda derhal durur, aldırmazlık etmezdi.[19]

Öfke” şeytandan olduğuna göre, “şeytanın vesvese vermesi” ve buna karşı da “vesveseden Allâh’a sığınma” ile ilgili bir bahsi kısaca incelemeye çalışacalım.

Vesveseye Karşı Allâh’a Sığınma

اِنَّ الَّذٖينَ اتَّقَوْا اِذَا مَسَّهُمْ طَائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَ

Şüphe yok ki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman (Allâh’ın emrettiği veya yasakladığı hususları) iyice düşünürler, bir de bakarsın ki onlar derhal gerçeği görmeye başlarlar.” (A’râf, 7/201)

Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, müttakiler, kendilerini tam emniyette hissetmezler. Şeytan onları da etkilemeye çalışır. Fakat onlar bunu bildiklerinden, şeytanın bir tayf, bir hayal eseri gibi bir etkisine maruz kalıp gözleri bulanabilir. Ama çok geçmeden gerçeği sezer, Allah’a sığınmak gerektiğini hatırlar, basiretleri açılır, yanlışlık yapmaktan kurtulurlar.

Allah’ın emirlerine ve rızasına aykırı tarafa çeken, içten içe dürten herhangi bir vesvese gelirse, müminin Allah’a sığınması, istiaze kalesine girmesi emrediliyor. İnanç esasları, ibadetler, haramlar, insanlara karşı davranışlar, hülasa insanın hayatında karşılaşacağı her türlü durumda vesveseye maruz kalınca Allah’a yönelmek, O’nun korumasına girmek gerekir. Âyetin muhatabı zahiren Hz. Peygamber görünmekle beraber, aslında bu hitabı işiten bütün insanlardır.

Sonuç

İyilik ve kötülüğün mücadelesi, insanlık var olduğundan beri kesilmemiş, kıyamete kadar da devam edecektir. İyilik ve kötülüğün mücadelesinde “kötülüğü en güzel şekilde savuşturma” meselenin asıl ve önemli alanıdır. Bir diğer önemli alan ise, mücadelede “öfke” ile hareket etmeme, şeytanın etki alanına girmeme ve onun vesvesesine maruz kalmamadır. Dolayısıyla mücadelede en güzel tarz benimsenmeli, “sabır” donanımı işletilmeli, “öfke” ise mutlaka kontrol altında tutulmalıdır.

Mücadelede “öfkeye dayalı şiddet” bir güç işareti olmayıp, sadece zayıflıktır. Kalpleri veya akılları teshir edemeyen ve kazanamayan kimseler, mücadelelerinde “öfkeye dayalı şiddeti” kullanarak başarı ararlar. Her öfkeye dayalı şiddet eylemi, ahlaki yetersizliğin, insani tavır yerine enâmî tavrın, frontal lobların yerine amigdalanın hakimiyetinin de canlı bir ispatıdır aynı zamanda.

İnsanın, en mükemmel ve kalıcı mücadelesi, fikir mücadelesidir. En merhametsiz, acınası ve önemsiz mücadelesi de şiddete dayalı öfkesidir. Sadece şiddet içeren yollarla varlığını ispat etmeye çalışma bir sapıklık, vesvese güdümündeki şeytanlıktır. Asıl varlık yeteneğine sahip olan ise hikmete, sabra, tenniye ve öfkeyi yenmeye dayalı müstakim fikir ve düşüncelerdir. Fikir ve düşünce mücadelesinde hakikate ve gerçeğe dayanan kimseler, başta Allâh’ın (cc) yardımına, sonra da O’nun sayısız salih kullarının desteğine mazhar olacaklardır.


[1] Tirmizi, Daavat, 52 (3452); Ebu Davud, Edeb, 4 (4780).

[2] Ebu Davud, Edeb, 49 (4896, 4897).

[3] Müslim, Taharet, 1; Tirmizi, Daavat, 86 (3517).

[4] Buhari, Zekât, 50 (1469); Rikak, 20 (6470); Müslim, Zekât, 124.

[5] Buhari, Cenaiz, 31 (1283), 42 (1302); Müslim, Cenaiz, 14.

[6] Beyhaki, Şuabü’l-İman, 9266, Mektebetü’r-Rüşd, Riyad-2003; Taberani, Mu’cemü’l-Kebîr, C. 9, s. 107, (Hadis no: 8544), Mektebetü İbni Teymiyye, Kahire-trsz.; Feyzu’l-Kadîr, C.4, s. 233 (Hadis no: 5130), Dâru’l-Ma’rife, Beyrut-1972.

[7] Buhari, Tefsir, Ha-mim, es-Secde (Fussilet) 1.

[8] Zeccâc, Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbuh, C. 4, s. 386, Âlemu’l-Kütüb, Beyrut-1988.

[9] Ebu Davud, Edeb, 4 (4782); Beyhâki, Şuabü’l-Îman, s. 526 (Hadis no: 7932).

[10] Ebu Davud, Edeb, 4 (4784)

[11] Ahmed bin Hanbel, 5/373 (23558).

[12] Ahmed bin Hanbel, 4/226 (18148).

[13] Tirmizî, Fiten, 26 (2191); Ahmed bin Hanbel, 3/19 (11160).

[14] Tirmîzi, İlim, 16 (2678).

[15] Tirmizi, Fiten, 26 (2191)

[16] Müslim, Birr, 106 (2608); Ebu Davud, Edeb, 3 (4779).

[17] Buhari, Ahkâm, 13 (7158); Müslim, Akdiye, 16 (1717); Tirmizi, Ahkâm, 7 (1334); Ebu Davud, Akdiye, 9 (3589); Nesai, Kudat, 17 (8, 337, 238).

[18] Buhari, Edeb, 76 (6116); Tirmizi, Birr, 73 (2021); Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 11 (2, 906).

[19] Buhari, İ’tisam, 2; Tefsir, A’raf, 5.

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.