Musa Kâzım GÜLÇÜR
3 / 11 / 2020
İçindekiler
Kelime-i Tevhîd (Lâ ilâhe İllAllâh) Zikri 5
Tesbihler, Tekbirler ve Tehlillerin Önemi 6
Bir Zikir Olarak Efendimiz’e (sas) Salat u Selâmda Bulunma 7
Önceki yazımızda, kalp ile Allâh’ı (cc) çok zikretme, Allâh’ın (cc) zikreden bir kalbe olan yüksek lütufları, Allâh’ı (cc) zikir hususunda Efendimiz’in (sas) beyanları ve Allâh’ı (cc) zikirden uzaklaşmama konularını biiznillâh ayrıntılandırmaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise tesbih (sübhânAllâh), kelime-i tevhid (lâ ilâhe illAllâh) zikri, Efendimiz’e (sas) salât u selâmda bulunma konuları ile “Allâh’ı (cc) Çok Zikretmek” bahsini O’nun izni ve inayeti ile tamamlamış olacağız.
Tesbih (SübhânAllâh) Zikri
“Tesbih” kelimesi, Cenâb-ı Hakk’ı, uluhiyetle bağdaşmayan her türlü eksiklik ve noksanlıktan, zıddı, eşi ve benzeri bulunmasından tenzih, Zâtı, sıfatları, fiilleri, esmâ-i hüsnâsı ve hükümleri itibarı ile takdis, ilmi ile bütün malûmatı kuşattığını, her türlü makdürâta kadir olduğunu ve mutlak vahdetini ikrar etme demektir.
“Tesbih”, Allâh’ın (cc) hükmünün, bütün varlığa şamil olduğunu, hiçbir hususun O’nun açısından bir zorunluluk teşkil edemeyeceğini dil, kalp ve akıl ile ifade etmedir. “Tesbih”, kelimenin aslında mündemiç olan anlamı itibarı ile, kulun her türlü kötülükten hızla uzaklaşarak, ibadet niyetiyle Allâh’a (cc) yönelmesidir.
Allah’ı tesbih etmek, ‘sübhanallah’ diyerek Zatında, isim, sıfat ve fiillerinde Allâh’a layık olmayan şeyleri O’na isnat etmemektir. Dolayısı ile, Cenâb-ı Hakk’ın takdisine yönelik Allah’a hamd ifade eden sözlere, yine Allah’ın büyüklüğünü ifade için söylenen “Allâhu ekber” tekbirlerine, “Lâ ilâhe illallah” kelime-i tevhidine ve her çeşit zikre “tesbih” denir.
“Sebh” kökünden gelen “Sübbûh” kelimesi de Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin esmâ-i hüsnâsındandır.[1]
اِنَّا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذٖيرًا لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهٖ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَصٖيلًا
“Gerçekten Biz, Allah’a ve Peygamberine iman edesiniz, O’na yardım edesiniz, O’nu en içten bir saygıyla yüceltesiniz, Allah’ı da sabah-akşam tesbih edesiniz diye seni (ümmetine) şahid, (Cennet’le) müjdeleyici, (Cehennem’le) uyarıcı bir peygamber olarak gönderdik.” (Fetih, 49/8-9)
Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin, (فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظٖيمِ) “O halde Rabbini, Azîm ismi ile tesbih et” (Vâkıa, 56/74, 96; Hâkka, 69/52) emr-i şerîfine istinaden ve Efendimiz’in (sas) talimleri çerçevesinde, namazlarımızın rükularında “Sübhane Rabbiye’l-Azîm” deriz.
Secdelerimizde ise (سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْاَعْلٰى) “Rabbinin çok yüce adını tesbih et” (A’lâ, 87/1) emrine imtisalen, “Sübhane Rabbiye’l-A’lâ” diyerek Rabbimizi tesbih ederiz.
(وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ) “Muhakkak ki biz, (Allah’ı şanına lâyık olmayan şeylerden) tenzih edenleriz” (Saffât, 37/166) ayet-i kerimesinde beyan edildiği üzere, melekler de Allâh’ı (cc) daimî bir surette anmakta, O’nun Yüce Zâtını tesbih etmektedirler.
Meleklerin bu zikirlerine mukabil, Cenâb-ı Hakk’ın onlara belirli makamlar lütfettiğini, Kur’ân-ı Kerîm’deki, (وَمَا مِنَّا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ) “(Cebrail şöyle dedi) “Bizden (melekler topluluğundan), herkes için belli bir makam vardır (o makamda Rabbine ibadet eder)” (Saffât, 37/164) ayet-i kerimesinden anlamaktayız.
Kur’an-ı Kerîm’de ayrıca; Rabbin makamından (İbrahim, 14/14; Rahmân, 55/46; Nâziât, 79/40), Efendimiz’e (sas) ait makam-ı mahmud’dan (İsrâ, 17/79), Hz. İbrâhim’in (as) makamından (Bakara, 2/125; Ali İmran, 3/97), Nuh’un (as) makamından (Yunus, 10/71), Cennet makamlarından (Furkan, 25/76; Fâtır, 35/35; Duhân, 44/51), Cehennem makamlarından (Furkan, 25/66) ve dünyevî saltanat makamlarından (Şuarâ, 26/58; Neml, 27/39; Duhân, 44/26) haber verilmektedir.
Buradan hareketle, Cenâb-ı Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin, ibadet ve tesbih ile kendisine yaklaşmaya çalışan mümin kullarına da belirli makamlar lütfedeceği Allâhu a’lem mülahaza edilebilir.
Aslında bütün mevcudat, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerini hamd ile tesbih etmektedirler. Bu gerçek Kur’ân-ı Kerîm’de şu şekilde beyan buyurulur:
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ فٖيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَیْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْبٖيحَهُمْ اِنَّهُ كَانَ حَلٖيمًا غَفُورًا
“Yedi gök ve yer, bir de bunlar içinde bulunanlar (insanlar, cinler ve melekler) Allah’ı tesbîh ederler. Hiçbir varlık yoktur ki, O’nu hamd ile tesbîh etmesin. Fakat siz, onların tesbihini (dillerini bilmediğinizden) anlamazsınız. O gerçekten Halîm’dir (kullarının isyanını, emir ve yasaklarına uymayışını görüp bildiği halde onları şiddetle cezalandırmayıp, yumuşak davranan, mühlet veren), Ğafûr’dur (çok mağfiret eden, çok şefkat gösteren, bağışlayan, yarlıgayandır).” (İsrâ, 17/44)
Cansız görünen varlıkların dahi Cenâb-ı Hakk’ı tesbih ettikleri gerçeğini, ayne’l-yakîn ve hakka’l-yakîn yaşayan ashab hazeratı (r. anhum ecmain) şu rivayetleri nakletmektedirler:
1. Abdullah b. Mesud (ra) şöyle demiştir: “Yemin olsun ki, biz (Resülullah’ın yanında) yemek yenirken, yemeğin sübhanallah dediğini işitirdik.”[2]
Cabir (ra) anlatıyor: “Resülullah (sas) hutbelerini bir hurma kütüğünün üzerine dayanarak verirdi. Marangoz çalışanı olan Ensarî bir kadın:
“Ya Resulallah! Benim marangoz bir çalışanım var. İsterseniz sizin için, üzerinde hutbe okuyacağınız bir minber yaptırabilirim. Olur mu? dedi. Resülullah da:
“Olur” dedi.
Resülullah için minber yapıldı. Cuma günü geldiğinde, artık o minberin üzerinde hutbe okumaya başlamıştı.
İşte bu esnada daha önce üzerinde durduğu kütük, bir çocuk gibi ağlamaya başladı. Resülullah (sas) minberden indi, hurma kütüğünü kucakladı. Bunun üzerine kütük sakinleşti ve Efendimiz (sas):
“Bu kütük, yanında yapılan zikri dinlemekten uzak kaldığı için ağladı” dedi.[3]
İbnu Büreyde’nin babası, Hz. Peygamber’in (sas), hurma kütüğünün üzerine elini koyup şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“İstersen, yüce Allah’a dua edeyim. Seni, eskiden olduğun yere geri dikeyim. İstersen, seni Cennete dikeyim, Cennet ırmaklarından ve pınarlarından sulanır, orada güzelce yetişir ve meyve verirsin. Allah’ın sevgili kulları da meyvenden yerler. Nasıl istersen öyle yapayım?” dedi.
Resülullah, “Olur, öyle yapayım, olur öyle yapayım” dedi. Bunun üzerine Resülullah’a (sas) kütüğün neyi istediği soruldu:
“Cennete dikmemi istedi” buyurdular.[4]
2. Cansız görünen varlıkların dahi Cenâb-ı Hakk’ı tesbih ettikleri gerçeği ile ilgili diğer bir rivayet İbnu Abbas (r. anhümâ) aracılığı ile gelmektedir. Bu rivayete göre, bir bedevi gelerek Aleyhissalâtu vesselâm’a:
“Senin Allah elçisi olduğunu ne ile bileyim?” demiştir. Aleyhissalâtu vesselâm da şöyle cevap vermiştir:
“Hurma ağacından şu salkımı çağırmamla. O benim Allah’ın elçisi olduğuma şehadet eder!” dedi ve onu çağırdı. Salkım, ağaçtan inmeye başladı. Resülullah’ın (Aleyhissalâtu vesselâm) yanına düştü ve iki defa;
“Selam senin üzerine olsun ey Allah’ın Resulü!” dedi. Sonra Aleyhissalâtu vesselâm ona:
“Haydi yerine dön!” diye emrettiler. Salkım, yerine döndü ve eski yerine kaynadı. Bedevi (bu manzara karşısında) Müslüman oldu.”[5]
Kelime-i Tevhîd (Lâ ilâhe İllAllâh) Zikri
Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin varlığını ve birliğini, akla gelebilecek ve sonradan var edilmiş hiçbir şeye benzetmeksizin, esmâ-i hüsnâsı ve sıfât-ı ulâsı ile ikrar anlamındaki (لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ) “Allâh’tan başka (hak / gerçek) ilah yoktur” cümlesine, “kelime-i tevhid” denir. Kur’ân-ı Kerîm’de (لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ) cümlesi iki ayet-i kerimede, (لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ) “O’ndan başka (hak / gerçek) ilâh yoktur” cümlesi yirmi dokuz ayet-i kerimede otuz kez, (لَا اِلٰهَ اِلَّا اَنَا) “Benden başka (hak / gerçek) ilâh yoktur” cümlesi üç ayet-i kerimede, (لَا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ) “Senden başka (hak / gerçek) ilâh yoktur” cümlesi de bir ayet-i kerimede yer almaktadır.
“Tehlil” olarak da adlandırılan “kelime-i tevhid”, İslâm’ın en temel rüknü ve esasıdır. Hakimiyetin, üstünlüğün, yaratıcılığın ve ilâhlığın, ancak Allah’a ait olduğunu ikrar etmek demektir.
(لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ) “Allâh’tan başka (hak / gerçek) ilah yoktur” cümlesi, “kelime-i tevhidin” birinci kısmıdır. İkinci kısım, (مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ) “Muhammed (sas), Allah’ın Resulüdür” (Fetih, 48/29) cümlesidir ve kelime-i tevhidin tamamlayıcısıdır. Birincisini kabul edip, (hafazanAllâh) ikincisini inkâr etmek, tevhidi ve İslâm inancını ortadan kaldırır. Henüz Müslüman olmamış bir kimse, inanarak bu iki unsuru birlikte (kelime-i tevhid) söylediğinde İslâm dinine girmiş olur.
Kelime-i tevhid cümlesi, beş vakit namazlarda, ezanlarda, kâmetlerde ve gün içerisinde defalarca tekrar edilmekte, böylece tevhid, kalben, fikren ve zikren idrak edilmekte, yaşanmakta, iman her gün tazelenmektedir.
Câbir’den (ra) gelen bir rivayette Efendimiz (sas), “Zikrin en faziletlisi ‘Lâ ilâhe İllAllâh’, duanın en faziletlisi de ‘Elhamdülillâh’ demektir”[6] buyurmuşlardır.
Hadis-i şerifin birinci cümlesi, kelime-i tevhiddir ki yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi, Allah’ın (cc) varlığını ve birliğini, kemâl sıfatlarını taşıdığını, her türlü noksanlıktan pâk ve müberrâ olduğunu kalben ve lisanen ikrardır. Tevhid, kalbi Allah’tan (cc) başka şeylerle meşgul olmaktan en iyi şekilde koruyan, insan benliğini en güzel surette arındıran ve şeytanı en çabuk uzaklaştıran mübarek bir kelimedir. Tevhid zikrinin, zikirlerin en efdali olmasının bir sebebi ise, içinde İsm-i Zât’ın bulunmasıdır.
Yukarıdaki hadis-i şerifin ikinci cümlesinden maksat, sadece “Elhamdülillâh” demek olabileceği gibi, “Fatiha Sure-i Şerifesi”nin kast edilmiş olması da mümkündür. “Elhamdülillâh” kelime-i mübarekesi, her ne kadar Allah’ın (cc) nimetlerine şükür ve hamd etmekten ibaret görünse de aynı zamanda Efendimiz’in (sas) beyan buyurdukları üzere bir dua cümlesidir.
Efendimiz (sas), Hz. Ebubekir’in (ra) rivayeti ile bir defasında ashabına şöyle bir ikazda bulunmuştur:
“La ilahe illallah” ve “istiğfar”, bu her ikisini sıklıkla yapmanız üzerinize bir görevdir. Çünkü, İblîs şöyle demektedir: ‘Ben insanları, günah işletmekle helak ettim, onlar ise beni ‘La ilahe illallah’ cümlesini söylemekle ve ‘istiğfâr’ ile helâk ettiler. Böyle olduğunu görünce, bu defa insanları, kendilerini doğru yolda zannederlerken, hevâları ile helâk ettim’ demektedir.”[7]
Hadis-i şerifte yer alan “hevâ” kelimesi, insan benliğinin ve kişiliğinin, doğruluk, hak ve faziletten sapması, akıl ve din tarafından yasaklanan kötü arzulara yönelmesi, haz ve menfaatlere düşmesi olarak yorumlanabilir.
Tesbihler, Tekbirler ve Tehlillerin Önemi
Bütün tesbihler, tehliller ve tekbirlerin, hem Allâh’ı (cc) zikretme hem de kişinin her bir eklemine karşı vermiş olduğu sadakalar hükmünde olduğunu belirten ve Ebu Zer’den (ra) gelen rivayete göre Hz. Peygamber (sas) göre şöyle buyurmuşlardır:
“Her birinizin, her bir eklemine karşı bir sadaka gerekir. Her tesbih bir sadakadır. Her hamd bir sadakadır. Her lâ ilâhe illallah bir sadakadır. Her tekbir bir sadakadır. İyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak birer sadakadır. Bütün bunlar namına, kişinin kılacağı iki rekât kuşluk namazı kifayet edecektir.”[8]
Hz. Âişe’den (r.anhâ) rivayete göre Resülullah (sas), rükûlarında ve secdelerinde: “Subbûhun, Kuddûsün, Rabbü’l-melâiketi ve’r-Rûh” (Tesbih edilensin / Münezzehsin, Mukaddessin, Melekler ile Ruhun / Cebrail’in Rabbisin) şeklinde dua ederdi.”[9]
Ebu Zer’in (ra) rivayet ettiği bir hadîs-i şerife göre, Efendimiz’e (sas), “Sözlerin en faziletlisi hangisidir?” diye soruldu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurdular:
“Allah’ın melekleri için seçtiği‘sübhanallah ve bi hamdihi’ sözüdür.”[10]
Ebu Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Resülullah (sas) şöyle buyurmaktadır:
“Her kim günde yüz defa, “SübhânAllâh ve bihamdih” (hamd ederek Allah’ı tesbih ederim) derse, o kimsenin günahları deniz köpüğü kadar bile çok olsa, silinir.”[11]
Yine Ebu Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Resülullah (sas) şöyle buyurmaktadır:
“İki kelime vardır ki, dile kolay, mizanda ise ağırdır ve Rahmân’a çok sevimlidir. Bunlar; “SübhânAllâh ve bihamdih, SübhânAllâhî’l-Azîm” (Allah’ı hamd ederek her türlü noksanlıktan tenzih ederim, Yüce Allah’ı noksanlıklardan tenzih ederim) cümleleridir.”[12]
Bu hadis-i şeriflerden, Allah’ı (cc) en çok hoşnut eden zikirlerden birisinin “SübhânAllâh ve bihamdih” zikri olduğu anlaşılmaktadır.
Güneş doğmadan ve batmadan önce, gece ve gündüzün değişik saatlerinde Allah’ı tesbih etmenin emredildiği ayetlerde (Ali İmran, 3/41; Taha, 20/130; Rum, 30/17-18; Fetih, 48/9; Kaf, 50/39-40) tesbihin, “namaz” anlamında kullanıldığı da görülmektedir.
Bir Zikir Olarak Efendimiz’e (sas) Salat u Selâmda Bulunma
Hz. Peygambere (sas) duyulan sevgi ve muhabbetin ifadesi olan salât-u selâmın getirilmesi, Kur’ân-ı Kerîm’in emriyle her Müslümana, herhangi bir vakit ve sayı sınırı bulunmaksızın emredilmiştir. Bazı âlimler, bu emrin bir farziyet ifade ettiğini kabul etmektedirler. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur:
اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِىِّ يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلٖيمًا
“Şüphesiz ki Allah ve melekleri, o peygambere çok salât (ve tekrîm) ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin, tam bir teslimiyetle de selâm verin.” (Ahzab, 33/56)
Allah’tan salât, O’nun rahmeti ve rızası; meleklerden salât, dua ve istiğfar; Müslümanlardan salât ise, Peygamberimize dua ve onu tazim etmek demektir.
Allah (cc), müminlerin Peygamberimize yönelik salât ü selamlarını, kendi salât ü selamı ile yan yana getirerek şereflendirmiş, bu vesile ile yüce, ezeli ve onur verici ufuklara yükseltmiştir.
Übey b. Ka’b’den (ra) rivayete göre Resülullah (sas), gecenin üçte ikisi geçince kalkar ve şöyle derdi:
“Ey insanlar! Kalkın Allah’ın büyüklüğünü ve size verdiği imkanları düşünüp gereğini yerine getirin. Râcife (bütün canlılara ölüm getirecek olan ilk sura üfürülmenin) zamanı geldi, bunun hemen ardından da Râdife (bütün canlıları diriltecek olan üfleniş) gelecektir. Ölüm, her türlü şiddet ve sancılarıyla mutlaka gelecektir. Ölüm, mutlaka herkesi bulacaktır.”
Übey (ra) diyor ki:
“Ey Allah’ın Elçisi, ben sana çok salâvat getiriyorum. Duamın ne kadarını salâvata ayırayım?” diye sordum. Peygamberimiz (sas):
“Dilediğin kadarını” buyurdu. Übey (ra) yine sordu:
“Dörtte birini ayırayım mı?” Peygamberimiz (sas) yine:
“Dilediğin kadarını, ama arttırırsan senin için daha iyi olur” buyurdu.
“Yarısını?”
“Dilediğin kadarını. Ama arttırırsan senin için daha iyi olur.”
“Peki, duamın tamamını salâvata ayırsam?”
“İşte o zaman, Allah senin bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını da bağışlar.”[13]
Allah’ın Elçisi Efendimiz’e (sas) nasıl salât edileceği sorusu ile ilgili olarak Ka’b b. Ucre’den (ra) gelen rivayet ise şu şekildedir:
“Ey Allah’ın Resulü, sana nasıl selam vereceğimizi öğrendik. Ama sana nasıl salât okumalıyız?” diye soruldu.
“Şöyle söyleyin” dedi:
اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ ﴿﴾ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ إِبْرَاهِيم ﴿﴾ إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ ﴿﴾ اللَّهُمَّ بَارِكَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ ﴿﴾ كَمَا بَارَكْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ إِبْرَاهِيم ﴿﴾ إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
“Allahım! Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine rahmet kıl, tıpkı İbrahim’e rahmet kıldığın gibi. Muhammed’i ve Muhammed’in ailesini mübarek kıl, tıpkı İbrahim’in ailesini mübarek kıldığın gibi. Sen bütün övgülere layıksın, Şerefi en yüce olansın.”[14]
İbn Mesud’un (ra) rivayetine göre Resülullah (sas) şöyle buyurmuşlardır:
“Yeryüzünde Allah’ın seyyâh melekleri vardır. Onlar ümmetimin selâmını (ânında) bana tebliğ ederler.”[15]
Ebu Hüreyre’nin (ra) rivayetine göre Efendimiz (sas) şöyle buyurmaktadır:
“Evlerinizi kabirlere, kabrimi de bayram yerine çevirmeyin. Bana salât ve selâm edin. Çünkü nerede olsanız, salât ve selâmınız bana ulaşır.”[16]
Evs’in (ra) rivayetine göre Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:
“Günlerinizin en üstünü Cuma günüdür. Âdem, o günde yaratılmış ve o günde kabz olunmuştur. O günde sura üflenecek ve o günde kıyamet kopacaktır. Cuma günü bana çok salât ve selâm getirin. Çünkü sizin salât ve selâmlarınız bana sunulur.”
Bunun üzerine:
“Ey Allah’ın Elçisi, sen ölüp de senden bir iz kalmadıktan sonra, salât ve selâmlarımız sana nasıl sunulur?” diye sordular. Peygamberimiz (sas) buyurdu ki:
“Allah, peygamberlerin cesetlerini çürütmeyi toprağa yasaklamıştır.”[17]
İbnu Mesud (ra) anlatıyor: Resülullah (sas) buyurdular ki:
“Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salevât okuyanlardır.”[18]
Hz. Ali’den (ra) bir rivayet şöyledir: Resülullah (sas) buyurdular ki:
“Gerçek cimri, yanında zikrim geçtiği halde bana salevât okumayandır.”[19]
Hz. Enes b. Mâlik (ra) anlatıyor: Resülullah (sas) buyurdular ki:
“Kim bana bir kere salevât okursa, Allah da ona on rahmet eder, on hatasını siler ve derecesini on kat yükseltir.”[20]
Abdullah b. Ebu Talha’dan (ra) gelen bir rivayet şöyledir:
“Bir gün Resülullah (sas), yüzünde bir sevinç olduğu halde geldi. Kendisine:
“Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!” dedik. Şöyle buyurdular:
“Evet, doğru. Melek (Cibrîl aleyhisselam) bana geldi ve şu müjdeyi verdi: “Ey Muhammed! Rabbin şöyle buyurdu: “Ümmetinden birinin Sana salevât getirmesiyle, benim ona on rahmet etmem, yine ümmetinden birinin Sana selam okumasıyla, Benim ona on selâm okumam seni memnun etmez mi?” Ben, “Ey Rabbim evet” dedim.”[21]
Fudâle b. Ubeyd’in (ra) rivayetine göre, Resülullah (sas) bir adamın, dua sırasında kendisine salât ve selam okumadığını görünce, “Bu kimse acele etti” demiş, sonra adamı çağırıp şöyle talim etmiştir:
“Biriniz dua ederken, önce Allah Teâlâ Hazretlerine hamd-ü senâ etsin, sonra Nebîye salevât okusun, sonra da dilediğini istesin.”[22]
Ebu Hüreyre’den (ra) rivayete göre Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:
“Kim bana kitabında bir salevât yazarsa, ismim kitapta devam ettiği müddetçe, o kimseye melekler istiğfar etmekten ayrılmazlar.”[23]
Hz. Ali’nin (ra) rivayetine göre Efendimize: “Ey Allah’ın Resulü aziz ve celil olan Allah’ın: “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler” buyruğu hakkında ne dersin? diye sorulmuş, Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
“Bu, örtülüp gizli tutulmuş ilimdendir. Şayet siz, bana sormamış olsaydınız, bu hususu ben size haber vermezdim. Yüce Allah, benim için iki melek görevlendirmiştir. Bir Müslümanın yanında ismim anılıp da o bana salevât getirecek olursa, mutlaka o iki melek: “Allah sana mağfiret buyursun” derler. Yüce Allah ve melekleri de bu iki meleğe cevap olarak, “Âmîn” derler. Bir Müslümanın yanında adım anıldığı halde, o bana salevât getirmeyecek olursa, mutlaka o iki melek: “Allah sana mağfiret etmesin” derler. Yüce Allah ve melekleri de o iki meleğe “Âmîn” diye cevap verirler.”[24]
Sonuç
Allâh’ı (cc) zikir ile kalpler huzura erer. İnsan yaratılış gayesini ve hedefini kaçırmaz. Tevbe, istiğfar, tesbih, tehlil ve tahmidler ile biiznillâh, Allâh’a (cc) yakınlık ve maiyet hasıl olur. Böylece, Cenâb-ı Hakk’ın engin lütuflarına ve rızasına ulaşılır, mağfirete ve ebedi mutluluğa erilir. Şayet Allâh’ı (cc) zikrediyorsanız, daha iyi ve daha mutlu olursunuz. Sorunlarınız ne kadar büyük ya da küçük olursa olsun, Allâh (cc) dostumuz olduğu için, tüm harika sonuçları ve ihtiyaçları lütfedecektir. Siz, O’nun için çok özel, kıymetli ve güzelsiniz. Bu dünyada, O’nun zikri ile aydınlanmışsınız. O’nun, sonsuz güzelliğinden bir ruhsunuz ve melekleri ile halelenmiş bir ışıksınız.
Ruhi yolculuğunuzda, İlahi zikrinizin ve buna bağlı Allâh (cc) sevginizin, kendiniz ve aileniz için bol bereketlere vesile olduğunu, İlahi ve Sonsuz’u anma neticesinde, evinizin sevgi dolu bir atmosfere, huzur dolu rahatlığa dönüştüğünü göreceksiniz. Allâh’ı (cc) zikriniz ile, kalplerinizde sevinçlerin geliştiğini ve büyüdüğünü, varsa üzüntüleriniz ve acılarınızın hafiflediğini müşahede edeceksiniz. Yeryüzüne O’nun varlığından bir armağan olduğunuzu bilmenin, talihinize tebessüm etme ve gülümseme anlamına geldiğini fark edeceksiniz.
Sizi, Allâh’ı (cc) anmaktan gerileten her şeyle bağlarınızı yok etmeniz, zikir ile ilgili varsa negatif düşüncelerinizi değiştirmeniz neticesinde, gerçek benliğinizin Allâh’a (cc) bağlı olduğunu, zikrin, huzuru bulmanın anahtarı olduğunu ve sizi özgür kıldığını anlayacaksınız. Allâh’ı (cc) zikir, sizi daha sakin ve istikrarlı anlara geri getirecek olan yegâne ibadettir. Zikir, hemen o anda ruhsal bir iyileşme, yüksek bir mutluluk bilinci, İlahi frekans ve enerjinin sizinle olduğunu duyumsamadır.
Efendiler Efendisine Salât u Selâm
Allâhım! İlminin kuşattığı ve Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiği gerçekler sayısınca, ancak senin razı olacağın ve kendisine lâyık olan salât ile Efendimiz Muhammed’e salât eyle. Vesile makamını, fazilet ve yüksek dereceyi ona ihsan eyle. Allâhım! Kendisine vaat ettiğin Makam-ı Mahmud’a onu ulaştır. Lâyık olduğu şekilde onu mükafatlandır. Nebîlerden, Sıddıklardan, Şehitlerden ve Salihlerden olan bütün kardeşlerine de salât eyle.
Allâhım! Efendimiz Muhammed’e, Âdem, Nuh, İbrahim, Musa ve İsa’ya, aralarındaki bütün nebilere ve resullere salât eyle. Allâh’ın salât ve selâmı onların hepsinin üzerine olsun. Allâhım! Efendimiz Cebrail’e, Mikail’e, İsrafil’e, Azrail’e, Arşı taşıyan meleklere, diğer meleklere, mukarrabûn makamındaki meleklere, bütün nebi ve resullere salât eyle. Allâh’ın salât ve selâmı onların hepsinin üzerine olsun.
Allâhım! Nurlarının denizi, sırlarının madeni, tek ilâh oluşunu kullarına açıklayan, hükümranlığının altında bulunan her şeyin en nadidesi, tevhid makamının imamı, varlık âleminin güzellik katan süsü, her türlü rahmetinin hazinesi, dininin yolu, tevhidinle lezzet alan, varlık özünün insanı, her var olanın varlık sebebi, yaratılmışların özünün özü, senin aydınlığının nuruna yakın olan Efendimiz Muhammed’e, Yüce Zatın var oldukça devam edecek, ancak sen yeterli gördüğünde son bulacak, hem seni hem de onu memnun edecek, bizden de razı olmana vesile olacak salât ile ona salât eyle, Ey âlemlerin Rabbi olan Allâhım.
Yâ Hayyu yâ Kayyûm, yâ Hayyu yâ Kayyûm, yâ Hayyu yâ Kayyûm!
Âmîn… Âmîn… Âmîn…
وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Onların duaları, ‘Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur’ sözleri ile sona erer.” (Yunus, 10/10)
[1] Takıyyüddîn Ahmed b. Teymiyye el-Harrânî (v. 728/1328), Mecmû‘atü’l-Fetâvâ, (Thk. Enver el-Bâz ve Âmir el-Cezzâr) 22/485, Dârülvefâ-2005.
[2] Buhari, Kitâbu’l-Menâkıb, 25 (3579); Tirmizî, Menâkıb, 6 (3633).
[3] Buhari, Kitâbu’l-Menâkıb, 25 (3584); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/300 (14255).
[4] Dârimî, Mukaddime, 6 (32).
[5] Tirmizî, Daavât, 60 (3466).
[6] İbn Mâce, Edeb, 55 (3800); Tirmizî, Daavât, 9 (3383).
[7] Ebu Ya’lâ el-Mevsılî, Müsnedü Ebî Ya’lâ, 1/123 (136), Dâru’l-Me’mûn li’t-Türâs, Beyrut-1990.
[8] Müslim, Müsafirîn, 13 (84); Ebu Davud, Salât, 301 (1286).
[9] Müslim, Salât, 42 (487); Ebu Davud, Salât, 151 (872); Nesâî, Tatbîk, 11 (1048).
[10] Müslim, Zikir, 84 (2731).
[11] Buhari, Daavât, 65 (6405); Müslim, Zikir, 28 (2691).
[12] Buhari, Daavât, 65 (6406); Müslim, Zikir, 31 (2694).
[13] Tirmizî, Kıyamet, 23 (2457).
[14] Buhari, Tefsir, 33/10 (4797); Müslim, Salât, 66; Ebu Davud, Salât, 183 (976); Nesâî, Sehiv, 51 (1287); Tirmizî, Vitir, 20 (483).
[15] Nesâî, Sehiv, 46 (1282); Dârimî, Rikâk, 58 (2816); Hâkim, Müstedrek, 2/456 (3576).
[16] Ebu Davud, Menâsik, 100 (2042).
[17] Ebu Davud, Salât, 207 (1047).
[18] Tirmizî, Vitir, 21 (484).
[19] Tirmizî, Daavât, 101 (3546).
[20] Nesâî, Sehiv, 55 (1297); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/29 (16466).
[21] Dârimî, Rikâk, 58 (2815); İbn Hibban, Sahih, 3/196 (915); Nesâî, Sehiv, 55 (1295).
[22] Ebu Davud, Salât, 358 (1481).
[23] Taberânî, Evsat, 2/232 (1835); Heysemî, Mecmau’z–Zevâid, 1/181 (577).
[24] Taberânî, Kebîr, 3/91-92 (2753); Heysemî, Mecmau’z–Zevâid, 7/151 (11273).
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.