Musa Kazım GÜLÇÜR
13 Mayıs/2019
İçindekiler
1. Maddi Sıkıntıların Giderilmesi 2
2. Manevî Sıkıntı Anlarında Dua 5
Giriş

(Enbiya, 21/87)
Sıkıntılar, karmaşa, engeller, huzursuzluklar ve konfor bozucu hemen her durum, insanın sadece ruhsal sağlığı üzerinde değil ama biyolojik sağlığı üzerinde de istenmeyecek etkiler bırakabilirler. Bundan daha kötüsü ise bu olumsuz etkilerin kalıcı hale dönüşmesidir.
Sıkıntıların temel itibariyle maddi ve manevi olarak iki çeşidi olduğunu söyleyebiliriz. Maddi kaynaklı sıkıntılara maruz kalanlara yardımcı olma, onların belli bir süre dahi olsa ferahlığa kavuşturulmaları insani, dini ve ahlâkî bir vazifedir. Maddi imkânı yerinde olan Müslümanların etraflarında bu türden maddi sıkıntı çeken insanları bulmaları ve onlara yardım etmeleri dinimizin oldukça önemli emir ve tavsiyeleri arasında yer alır.
Sıkıntıların bir de manevi ya da ruhsal diyebileceğimiz diğer bir çeşidi daha vardır. Bu tür sıkıntı, üzüntü ve tasa durumlarının da bireylerden giderilmesinin sağlanması gerekmektedir. Bu yöndeki çalışmaları itibarı ile günümüz tıp dünyası son bir asırdaki çabaları kapsamında, insanın bağışıklık sisteminin kuvvetlendirilebilmesi amacı ile önemli başarılara imza attılar. Ulaştıkları sonuçlar gerçekten de şaşırtıcıydı. Çünkü biyolojik tezahürleri olan ama kesinlikle biyolojik temelli olmayan rahatsızlıkları keşfetmişlerdi. Bu rahatsızlıklara genel anlamda psiko-somatik rahatsızlıklar adını verdiler.
Mesela, bir konu canınızı mı sıktı? Şayet bu konu zihninizde devamlı tarzda bir problem olarak görülürse, sonuçta baş ağrıları, migren, tansiyon problemleri, stres bozuklukları ve burada sayılamayacak derecede biyolojik temelli rahatsızlıklarla karşılaşma ihtimali oldukça yüksektir. Böylesi durumlar ne birey olarak kendimizin ne de başkalarının başına gelmesini istemeyeceğimiz hususlardır.
İşte, “dinimizin hem kendimiz hem de başkalarını olumsuz anlamda etkileyebilecek söz konusu maddi ve manevi sıkıntılar ile rahatsızlıklara karşı tavsiyeleri ve yönlendirmeleri bulunmakta mıdır?” sorusuna bu yazımızda kısaca cevaplar bulmaya çalışacağız.
1. Maddî Sıkıntıların Giderilmesi

Abdullah b. Ömer (radıyallahu anhümâ) rivayetine göre Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:
الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ، لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ، وَمَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أَخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حَاجَتِهِ، وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللَّهُ عَنْهُ كُرْبَةً مِنْ كُرُبَاتِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ، وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ .
“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu terk etmez. Kim bir Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamet gününde onun sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderir. Kim bir Müslümanın kusurunu örterse, Allah da kıyamet günü onun kusurlarını örter.”[1]
Yardımlaşma, düşmanlıkları terk etme, ihtiyaç anında muhtacın yardımına koşma insani ve dini faziletlerdendir. Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:
وَاللَّهُ فِي عَوْنِ الْعَبْدِ مَا كَانَ الْعَبْدُ فِي عَوْنِ أَخِيهِ .
“Kişi kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah da onun yardımındadır.”[2]
Bu yardım faaliyetlerinin dünyevi bir karşılık beklenmeden olması gerektiği, hadîs-i şerifte “âhiret” vurgusu yapılarak zaten belirtilmiştir. Çoğu kez yardım yapma faaliyetlerinin arkasından bir “karşılık umma, bekleme”, karşılık göremeyince de yardım edilen kimselerde bir “minnet” duygusu uyandırarak ruhsal eziyete sebep olunabileceği de gözden uzak tutulmamalıdır. Aynı husus, hata ve kusurları örtme söz konusu olduğunda da geçerlidir. Yani hata ve kusurlar görmezden gelinerek örtülüyorsa, karşılığı da Allâh’tan beklenmelidir.
Bu hadis-i şerîf, gerçek müminin bencillikten, hırstan ve sadece kendisini düşünmekten uzak, buna karşılık din kardeşleri başta olmak üzere, başka insanlara karşı diğerkam, fedakâr, yardımsever, şefkat ve merhamet hisleriyle dolu olması gerektiğini ortaya koyucu niteliktedir. Toplumda bilhassa da yardıma muhtaç konumda olan dul ve yetimlerin gözetilmesi dini, vatani ve milli bir esastır. Ebu Hüreyre (ra) Resülullah (sas)’ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
السَّاعِي عَلَى الأَرْمَلَةِ وَالْمِسْكِينِ كَالْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللَّهِ، أَوْ كَالَّذِي يَصُومُ النَّهَارَ وَيَقُومُ اللَّيْلَ .
“Dul ve miskinin ihtiyacını gidermek için koşuşturan Allah yolunda cihad eden gibidir. Ya da o kimse, geceleri ibadetle gündüzleri oruçla geçiren kişi gibidir.”[3]
Bir insanın kendi benliği için sevdiği ve istediği bir şeyi, mümin kardeşleri için de istemesi, dengeli bir toplum oluşturmanın temel şartıdır.
Ebu Hüreyre’den yukarıdaki rivayete benzeyen, ancak oldukça önemli ilaveleri bulunan diğer bir rivayete göre Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:
الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ لاَ يَخُونُهُ وَلاَ يَكْذِبُهُ وَلاَ يَخْذُلُهُ كُلُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ حَرَامٌ عِرْضُهُ وَمَالُهُ وَدَمُهُ التَّقْوَى هَا هُنَا بِحَسْبِ امْرِئٍ مِنَ الشَّرِّ أَنْ يَحْتَقِرَ أَخَاهُ الْمُسْلِمَ .
“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona hıyanet etmez, yalan söylemez ve yardımı terk etmez. Her Müslümanın, diğer Müslümana namusu, malı ve kanı haramdır. Takva buradadır. Bir kimseye şer olarak Müslüman kardeşini aşağılaması yeter.”[4]
Bu hadîs-i şerifte, yukarıda geçen konulara ilave olarak beyan edilen konulardan ilki ihanet meselesidir. Halbuki, kardeşliğin en önemli alametlerinden birisi, dini, vatani ve milli kardeşine yönelebilecek hainlik duygularından kişinin kendisini arındırmış olmasıdır. Hâinlik, emin olma durumunu zıddıdır. Hıyanet, emanet ahlâkına aykırı bir şekilde her türlü haksızlığın ve güvensizliğin adıdır. Oysa Müslüman, emanete hıyanet etmeyen kimsedir. Çünkü emanete hıyanet, hadis-i şerîf nassınca münafıklık alâmetlerindendir.
İkincisi ise ahlâk-ı zemîmeden olan yalan söylemedir. Yalan ve yalancılık, inanmayanların ve münafıkların vasfıdır. Yalan, İslâm dininin yasakladığı en kötü hasletlerden birisidir. Dinimiz, doğruluğa çok büyük bir önem verir ve doğru kimseleri peygamberlerden hemen sonra ikinci sırada anarak şöyle yüceltir:
وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُولٰئِكَ مَعَ الَّذٖينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّٖنَ وَالصِّدّٖيقٖينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحٖينَ وَحَسُنَ اُولٰئِكَ رَفٖيقًا
“Her kim Allah’a ve peygambere itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet ihsan ettiği peygamberler, dosdoğru kişiler, şehitler ve salihlerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisa, 4/69)
Üçüncü konu ise yardıma muhtaç insanlara yardımın terk edilmesidir. Halbuki bu mümin ahlâkı değildir. Mümin, kardeşlerine yardımı terk edemez, yardıma muhtaç kimseleri gücü yetiyorken yüzüstü bırakamaz. Dinimiz yardımlaşma ve ilgilenme açısından, müminlerin birbirlerinden kopmalarını, ayrılmalarını ve birbirlerine uzak durmalarını yasaklamıştır. Çünkü Ebu Musa’nın rivayeti ile Efendimiz (sas), müminlerin birbirleri ile yardımlaşma faaliyetlerini iki elinin parmaklarını birbirine geçirerek resmetmiş ve şöyle buyurmuştur:
إِنَّ الْمُؤْمِنَ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ، يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا .
“Müminin mümine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.” [5]
Dördüncü temel bir konu ise, insanların namus, can ve mal güvenliğinin garanti altına alınmasıdır. “Hangi Müslüman daha faziletlidir?” sorusuna Efendimiz (sas): (مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ) “Müslümanların, elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir.”[6] cevabını vermiştir. Zarar vermeme en asgari gerekliliktir. Çünkü namus, mal ve cana tecavüzün haramlığı Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. Ayrıca bu tür tecavüzler, dinimizin başta Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîfler olmak üzere temel kaynaklarında, dünyevi ve uhrevi çok büyük cezalar gerektiren en çirkin davranışlar kategorisinde görülmüştür.
Başkalarını hakir görmek ve küçümsemek de Müslümana yakışmayan kötü huylardan biridir. Bunun sebebi ise kibirdir. Kibir, dinimizde büyük günahlardan sayılır. Peygamber Efendimiz (sas), “Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez” buyurmuştur. Güzel giyinmenin kibirli bir davranış olup olmadığını anlamak isteyen sahabeden bir zat Efendimiz (sas)’e:
“İnsan elbise ve ayakkabısının güzel olmasını arzu eder” deyince şunları söylemiştir:
إِنَّ اللَّهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ الْكِبْرُ بَطَرُ الْحَقِّ وَغَمْطُ النَّاسِ .
“Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir, hakkı reddetmek ve insanları küçümsemektir.”[7]
Ebû Hüreyre (ra)’den rivayetle Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:
(الدِّينُ النَّصِيحَةُ) “Din nasihattir.”
Yanındakiler sordu: “(Nasihat) Kim için (ey Allah’ın Resulü)?”
Resülullah (sas) şöyle cevap buyurdular:
(لِلَّهِ وَلِكِتَابِهِ وَلِرَسُولِهِ وَلأَئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ وَعَامَّتِهِمْ) “Allah için, kitabı için, Resulü için, Müslümanların önderleri ve herkes için.”[8]
Buradaki “nasihat” kelimesi üzerinde az da olsa durmamızda fayda bulunmaktadır. “Nasihat” kelimesi, “bir kimseye doğru yolu göstermek, yapması ve yapmaması gereken şeyler üzerine dikkatini çekmek için söylenen söz, öğüt, ibret verici ders, tavsiye ve ihtar” gibi anlamlara gelmekle birlikte, kendisine nasihat edilen kimse için, her türlü iyilik ve güzelliğin temenni edilip dile getirilmesine verilen bir addır. Bu geniş anlamı, tek kelimeyle başka türlü ifade etmek mümkün değildir.
Mevzumuz olan hadis-i şerifteki “nasihat” kelimesi ise, “hâlis ve saf olma, kalp temizliği” anlamındadır. Bu durumda, “Allah için nasihat”; O’nun varlığı ve birliği ve O’na ibadette sıhhatli bir itikat ve inanç üzerinde olmak demektir. “Allah’ın kitabı için nasihat”; onu gönülden tasdik etmek ve temiz bir niyetle içindekilerle amel etmek manasına gelir. “Resulü için nasihat”; O’nun nübüvvet ve risaletini tasdik etmek, emrettiklerini uygulamak ve yasakladıklarından da kaçınmaktır. “Yöneticiler için nasihat”; doğruda ve iyide onlara itaat etmektir. “Bütün Müslümanlar için nasihat”; onların maslahatlarını sağlayacak bir şekilde doğruya yönlendirilmeleri manasına gelmektedir. İslam literatüründe “emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker” (iyiliğin emredilmesi, kötülüğün yasaklanması) şeklinde formüle edilen “nasihat” kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de altı yerde geçmektedir.
Söz, sorumluluklar doğuran bir eylemdir. İyi ya da kötü yönde gerçekleşebilir. Ebu Hüreyre’den rivayet göre Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:
إِنَّ الْعَبْدَ لَيَتَكَلَّمُ بِالْكَلِمَةِ مِنْ رِضْوَانِ اللَّهِ لاَ يُلْقِي لَهَا بَالاً، يَرْفَعُ اللَّهُ بِهَا دَرَجَاتٍ، وَإِنَّ الْعَبْدَ لَيَتَكَلَّمُ بِالْكَلِمَةِ مِنْ سَخَطِ اللَّهِ لاَ يُلْقِي لَهَا بَالاً يَهْوِي بِهَا فِي جَهَنَّمَ .
“Bir kul, önem vermediği, ancak Allah’ın hoşnut olduğu kelimelerden bir kelimeyi söyler de Allah o kimseyi bu kelime sebebiyle birçok derecelere yükseltir. Yine bir kul, önemsemeden bir kelimeyi telaffuz eder de Allah’ı öfkelendirir ve o kelime sebebiyle Cehennem’in içine düşer.”[9]
Hadisin son kısmında beyan edildiği üzere “nasihat herkes içindir.” Bu durumda nasihati, manevi bir yardım şekli olarak görmek yanlış olmayacaktır. Hemen herkesin müşahedesi ile sabittir ki bir kimseye yardım, bazen güzel bir söz, bazen tatlı bir kelam, bazen de gönül alıcı bir ifade ile mümkündür.
2. Manevî Sıkıntı Anlarında Dua

Şu ana kadar daha çok maddi görünümlü sıkıntı ve problemlerin ne şekilde aşılabileceğinin dini kaynaklarda belirtilen metot ve yöntemlerine bakmaya çalıştık. Ancak, sıkıntı ve problemler yukarıda da belirtildiği üzere sadece maddi değil aynı zamanda da manevi ve ruhîdir. Bu bölümde, ruhsal sayılabilecek sıkıntı, üzüntü ve problemlere dinimizin getirmiş olduğu çözüm yöntemleri üzerinde durmaya çalışacağız.
Hz. Aişe (r. anha)’nin rivayetine göre Efendimiz (sas), insanlardan herhangi birine sağ eli ile meshederek şu şekilde Allâh’a sığındırma duası yapardı:
أَذْهِبِ الْبَاسَ رَبَّ النَّاسِ، وَاشْفِ أَنْتَ الشَّافِي، لاَ شِفَاءَ إِلاَّ شِفَاؤُكَ، شِفَاءً لاَ يُغَادِرُ سَقَمًا .
“Ey insanların Rabbi, şu hastalığı giderip şifa ihsan et. Şifa verici ancak sensin. Senin şifandan başka hiçbir şifa yoktur. Öyle bir şifa ver ki hasta üzerinde hiçbir hastalık izi bırakmasın.”[10]
Ebi Bekre’nin (ra) rivayetine göre Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:
دَعَوَاتُ الْمَكْرُوبِ اللَّهُمَّ رَحْمَتَكَ أَرْجُو فَلاَ تَكِلْنِي إِلَى نَفْسِي طَرْفَةَ عَيْنٍ وَأَصْلِحْ لِي شَأْنِي كُلَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ .
“Sıkıntı ve üzüntüden kurtulmak için yapılacak dualar şudur: Allâhım, rahmetini istiyorum. Beni nefsimle bir an bile baş başa bırakma. Bütün işlerimi düzelt. Senden başka ilah yoktur.”[11]
Esma binti Ümeys’ten (r. anha) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Resulullâh (sas) sıkıntılı zamanlarda söylemem için şu duayı öğretti:
اللَّهُ اللَّهُ رَبِّي لاَ أُشْرِكُ بِهِ شَيْئًا .
“Allah benim Rabbîmdir, O’na hiçbir şeyi ortak koşmam.”[12]
İbn Mesud (ra) anlatıyor: Resülullah (sas) kendisini bir şey üzecek olsa şu duayı okurdu:
يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ أَسْتَغِيثُ .
“Ey Hayy, ey Kayyûm Rabbim, rahmetinle yardımını istiyorum.”[13]
Resülullah (sas) buyurdular ki: “Her kim bir üzüntüye ya da tasa ve endişeye kapılırsa şu duayı okusun:
اللهم إني عبدك، ابن عبدك، ابن أمتك، ناصيتي بيدك، ماض في حكمك، عدل في قضاؤك، أسألك بكل اسم هو لك سميت به نفسك، أو علمته أحدا من خلقك، أو أنزلته في كتابك، أو استأثرت به في علم الغيب عندك، أن تجعل القرآن ربيع قلبي، ونور صدري، وجلاء حزني، وذهاب همي
‘Allahım! Senin kulunum, erkek ve kadın kullarının oğluyum. Benim canım senin elindedir. Hükmün bende geçerlidir. Hakkımda gerçekleştirdiğin hüküm adaletlidir. Sana ait olan ve Zâtını isimlendirdiğin veya Kitabında indirdiğin, insanlardan birisine öğrettiğin ya da nezd-i Ulûhiyyetinde saklı tuttuğun bütün yüce isimlerinle; Kur’an’ı kalbimin baharı, gönlümün ışığı, üzüntümü yok edici ve tasamı giderici yapmanı istiyorum.’
Böyle derse, Allâh (cc) kesinlikle, onun üzüntülerini, tasalarını ve endişelerini yok eder, arkasından da o kişiye ferahlık ve mutluluk verir.
Bunun üzerine orada bulun ashab hazeratı: “Ya Resulallah, bu duayı öğrenelim mi? diye sormuş, Efendimiz (sas) de: “Elbette. Bu duayı işitenin mutlaka öğrenmesi gerekir” buyurmuşlardır.[14]
Ali b. Ebî Tâlib (ra) şöyle demektedir: “Resülullah, bana herhangi bir üzüntü ve endişe arız olduğu zamanda şöyle dememi öğretti:
لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ الْحَلِيمُ الْكَرِيمُ سُبْحَانَ اللَّهِ وَتَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ .
“Lâ ilâhe illallahu’l-Halîmu’l-Kerîm, Sübhânallâh ve tebârekallâh, Rabbu’l-arşi’l-azîm velhamdülillahi Rabbilâlemîn.” [15]
(Ey kendisinden başka ilah olmayan Halîm [“Kullarının isyânını, emirlerine uymayışını görüp bildiği halde onları şiddetle cezâlandırmayıp yumuşak davranan” anlamında esmâ-i hüsnâdan] ve Kerîm [“Vâdini yerine getiren, çok verici, lutuf ve ihsânı bol, kendisine sığınanı geri çevirmeyen” anlamında esmâ-i hüsnâdan] Allahım, Sübhanallâh [“Allah’ın her türlü kusur ve noksanlıktan, beşerî sıfat ve zaaflardan uzak olduğunu kabul ve tasdik ederim” anlamında tespih ve zikir sözü], ve tebârekallâh [“Allâh yüce, mukaddes ve münezzehtir”], büyük arşın Rabbi, alemlerin Rabbi Allâh’a hamd ederim.)
Hz. İbn-i Abbas (ra) anlatıyor: Hz. Peygamber (sas) üzüntü sırasında şu duayı okurmuş:
لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ الْعَظِيمُ الْحَلِيمُ، لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ، لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ رَبُّ السَّمَوَاتِ، وَرَبُّ الأَرْضِ، وَرَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ .
“Halim ve Azîm Allah’tan başka ilâh yoktur. Büyük Arş’ın Rabbi Allah’tan başka ilâh yoktur. Kıymetli Arş’ın, göklerin ve yerin Rabbi Allah’tan başka ilâh yoktur.”[16]
Abdullah İbni Abbas (radıyallahu anhümâ)’dan nakledildiğine göre şöyle demiştir:
“Bir gün Hz. Peygamber’in terkisinde bulunuyordum. Bana şöyle buyurdular:
يَا غُلاَمُ إِنِّي أُعَلِّمُكَ كَلِمَاتٍ احْفَظِ اللَّهَ يَحْفَظْكَ احْفَظِ اللَّهَ تَجِدْهُ تُجَاهَكَ إِذَا سَأَلْتَ فَاسْأَلِ اللَّهَ وَإِذَا اسْتَعَنْتَ فَاسْتَعِنْ بِاللَّهِ وَاعْلَمْ أَنَّ الأُمَّةَ لَوِ اجْتَمَعَتْ عَلَى أَنْ يَنْفَعُوكَ بِشَيْءٍ لَمْ يَنْفَعُوكَ إِلاَّ بِشَيْءٍ قَدْ كَتَبَهُ اللَّهُ لَكَ وَلَوِ اجْتَمَعُوا عَلَى أَنْ يَضُرُّوكَ بِشَيْءٍ لَمْ يَضُرُّوكَ إِلاَّ بِشَيْءٍ قَدْ كَتَبَهُ اللَّهُ عَلَيْكَ رُفِعَتِ الأَقْلاَمُ وَجَفَّتِ الصُّحُفُ .
‘Ey çocuk! Sana bazı sözleri öğreteyim! Allah’ın (dinini) koru ki, Allah (cc) da seni korusun. Allah’ın (hakkını) koru ki Allah’ı sana yardım eder bulasın. İstediğini Allah’tan iste. Yardımı da Allah’tan bekle. Bil ki bütün insanlar sana faydalı olmak için bir araya gelseler, Allah’ın senin için belirlemiş olduğunun dışında bir faydayı gerçekleştiremezler. Bütün insanlar sana zarar vermek için bir araya gelseler, Allah’ın senin hakkında belirlemiş olduğunun dışında bir zarar veremezler. Kalemler kaldırılmış, sahifelerdeki (mürekkepler) kurumuştur.”[17]
Diğer bir rivayette şu ziyadelik bulunmaktadır:
“Şayet yapabilirsen yakîn hissederek sabırlı ol. Yakîn hissedemezsen bile yine de sabretmeye bak. Çünkü sana hoş görünmeyen bir şeye sabretmende çokça hayırlar vardır. Bilmelisin ki yardım, mutlaka sabırladır. Yine bilmelisin ki kurtuluş da sıkıntı iledir. Yine bilmelisin ki muhakkak her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.”[18]
İbn Ömer (ra)’den rivayete göre Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:
. من أراد أن تستجاب دعوته و أن تكشف كربته فليفرج عن معسر
“Kim duasının kabul olmasını ve üzerindeki sıkıntının gitmesini isterse, zorda kalmış birisinin sıkıntısını gidersin.”[19]
Sonuç

Zor ve sıkıntılı durumda kalmışlara yardım hem insani hem de dini bir vecibedir. Ancak, sıkıntı ve zorlukları asıl giderenin Cenâb-ı Hak olduğu mülahazasından asla uzak kalmamak gerekir.
Sıkıntılardan en büyük kurtarıcı Allâh (cc)’tır. Allâh hem bu dünyada hem de ahirette insanların sıkıntılarını hafifletecektir. Nebi (sas), ashabına ve dolayısı ile bütün Müslümanlara sıkıntı duydukları anda nasıl dua etmeleri gerektiğini anlatmıştır. Başkalarındaki sıkıntıları giderme, kıyamet ve onun korkutucu hallerinden kurtuluşa bir vesiledir.
Allâh’a (cc) ve bütün iman rükünlerine kalben bağlılık, ibâdet ü tâatte bulunma, anne ve babaya hürmetli davranma, ihsan şuuru içinde bulunma, Allâh’ın haram kıldıklarından uzak durma sıkıntılardan kurtulmanın ve dualara icâbetin en önemli vesileleri arasındadır. Nebî (sas)’den bizlere ulaşan dua cümleleri ile duada bulunma sıkıntıların hafiflemesi ve yok olmasında temel birer rükündürler.
Cenab-ı Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinden maddi ya da
manevi tüm sıkıntılara maruz kalmış müminlerin bütün bu sorunlarının yok
olması, yerlerinin sağlık, sıhhat ve mutluluk ile dolarak feraha ermeleri dileklerimizle…
[1] Buhari, Mezalim 3 (2442); Müslim, Birr 58.
[2] Müslim, Zikr, 48 (2699); Ebû Dâvud, Edeb, 68; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/274.
[3] Buhârî, Edeb, 25 (6006); Müslim, Zühd, 41; İbn Mâce, Ticârât, 1.
[4] Tirmizî, Birr, 18 (1927).
[5] Buhârî, Salât, 88 (481), Mezâlim 5; Müslim, Birr, 65.
[6] Buhârî, Îmân, 5 (11).
[7] Müslim, İman, 39 (171).
[8] Müslim, İman, 23 (103).
[9] Buhari, Rikak, 81 (6478).
[10] Buhari, Tıp, 40 (5750).
[11] Ebu Davud, Edeb, 101 (5090).
[12] İbn Mâce, Dua, 17 (3882).
[13] Beyhaki, Şuabu’l-İman, (9751); Hâkim, Müstedrek, 1/509.
[14] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/391 (3712), 452 (4318); Hâkim, Müstedrek, 1/509.
[15] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/91.
[16] Buhârî, Daavât, 27 (6346); Müslim, Zikir, 83 (2730).
[17] Tirmizî, Kıyâmet, 59 (2516).
[18] Hakim, Müstedrek, 3/666 (6382).
[19] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/23 (4749).
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.