Musa Kâzım GÜLÇÜR
3 Nisan/2019
İçindekiler
Giriş
Geçerli bir evliliğin yapılabilmesi o evlilikte birtakım unsur ve şartların bir araya gelmesi ile mümkün olur. Bu unsur ve şartlardan birinin eksik olması evliliğin ya hiç doğmamasına veya eksik doğmasına yol açmaktadır. Bu unsur ve şartları alt gruplara ayırarak incelemek istiyoruz.
Kadın ya da erkeğin evlenmeyi düşündükleri kişide aradıkları özellikler birbirinden farklılık göstermekle birlikte, evlenecek hemen her adayın aradığı ilk ve en temel özellik “ahlâkî özellikler” olmaktadır. Erkekler öncelikle “dindarlık” ve “iyi bir aileden gelme” özelliklerini, daha sonra “öğrenim durumu” veya “fizikî güzelliği” aramakta iken, kadınlar ise evlenmeyi düşündükleri erkekte önce “kişilik” daha sonra da “tahsilli olma, ev idaresinde bilinçli olma veya iyi bir aileden gelme” özelliklerini aramaktadırlar. Burada hem erkek hem de kadının arayabilecekleri “ortak vasıflardan” kısaca söz etmeye çalışacağız.
1. Bazı Vasıflar
1.1. Dindarlık

Bir kadının evleneceği erkekte araması gereken ilk şart “dindarlık” ve bu dindarlığa bağlı “şahsiyet” yani bir manada “iyi karakter sahibi olma” gelmektedir.
Dindarlık için gösterilmesi gereken ihtimamın en fazlasını erkek için göstermek gerekir. Dini olmayan bir erkek her şeye sahip olsa da hemen hemen hiçbir şeyi yok demektir. Dinsiz bir erkek, hakikatte sadece hareket eden bir canlı gibidir. Hayatın en asli unsuru dini inancı hiçbir şekilde önemsemeyen bir erkeğin, hayatını paylaşacağı eşinin manevi temel haklarına saygı göstereceğine dair bir garanti bulunmamaktadır. Ayrıca dindar bir kadın, dinsiz bir erkekle anlaşamaz ve onunla mutlu bir hayat sürdüremez. Dindar bir kadın, erkekte dinî ve ahlâkî alanlar haricindeki birtakım eksikliklere tahammül edebilir. Ancak “dinsizlik” ve “inançta laubalilik” gibi eksikliklere tahammül etmesi oldukça zordur.
1.2. Fasık Olmama
“Fasık”, haramları açıktan işlemeye devam eden kimsedir. Bir genç kız, böyle bir erkekle evlenirse mutlu olamaz. Hemen her genç kız haramdan korunan, güzel huylu bir erkeği bulup onunla evlenmek ister. Bir genç kız, ahlâken mazbut olmayan bir erkekle evlense bile mutlu olamaz.
Bireyler evlenilecekleri kişide muhtelif güzel hususiyetleri arayabilir. Ama önce “yüksek bir şahsiyeti”, “yüksek ahlâk veren bir dindarlığı” ve “huy güzelliğini” öncelikli olarak aramalıdırlar. Şayet bu hususiyetler yoksa diğer vasıflar pek fazla bir kıymet ifade etmez. Yüksek ahlâk ve karaktere sahip erkeklerin yapacakları dünürlük tekliflerinin de kız tarafınca maddi vb. birtakım sebepler öne sürülerek geri çevrilmemesi yönünde Efendimiz (sas)’in önemli tavsiyesi şöyledir: “Dinini ve huyunu beğendiğiniz bir erkek, size kız istemeye gelirse, onu reddetmeyiniz. Eğer bu evliliğe mâni olursanız, yeryüzünde karmaşa ve fesat çıkar.”[i]
1.3. Akıl

“Anlama, idrak etme, us” manalarına gelen “akıl”; ıstılah olarak, “zahirî hâsselerle idrak edilemeyen şeyleri kavrayıp değerlendirebilen ilâhî bir nurdur”. Akla, maddeden mücerret, ama faaliyetlerinde madde ile müşterek ve bitişik hareket eden bir cevher ve “ben” ile işaretlenen “nefs-i nâtıka” diyenler de olmuştur. Ayrıca onun, insan bedeninde “ruha bağlı bir lâtîfe” ve “nefs-i nâtıkanın önemli bir buudu” olduğunu iddia edenlerin yanında, ona, insan derununda, belli ölçüde de olsa, “hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayıran ilâhî bir cevher” nazarıyla bakanların sayısı da az değildir. Bu son tevcihe göre akıl, nefs-i nâtıkadan daha başka bir lâtîfe olarak telâkkî edilmektedir.
Başka bir yaklaşıma göre “akıl, nefis, zihin” aynı şeyler olmakla beraber, fonksiyonları itibarıyla ayrı ayrı unvanlarla yâd edilen çok yönlü bir vahiddir. Ona, mücerret ve nuranî bir cevher olması açısından “akıl”, ortaya koyduğu aktiviteler itibarıyla “nefis” ve ihsasları zaviyesinden de “zihin” denmiştir. Bütün bunlar birer nazariye olmaları açısından önemsiz görünseler de aklın, insandaki kuvvelerin en hayatîlerinden biri olduğunda şüphe yoktur. İyiyi ve kötüyü birbirinden ayırt etmede, güzeli ve çirkini dış yüzleri itibarıyla temyizde mutlak hâkim olmasa da sadık bir şahit olduğu bedîhîdir. Evet, yerinde o, yararlı ve zararlıyı birbirinden ayırt edebildiği gibi maslahat ve mefsedetler hakkında çok şey söyleyebilir. Kezâ, zarurî ve nazarî bilgilerin farklılığını sezebildiği gibi, nefs-i emmârenin tesirinde kalmadığı sürece, kalp ve ruhun vesayetinde sahibini “tefekkür, tedebbür ve tezekküre” sevk ederek onda meâlîye iştiyak arzularını şahlandırabilir.
Bu şekilde sahih bir akla sahip kızın ya da kadının evleneceği kişide de sahih bir akıl araması önemlidir. Zira kişinin tamamiyeti sahih bir akla sahip olması iledir.
1.4. Bilgi
İlim sahibi ve okuryazar olmanın insanın dünyevi ve uhrevi mutluğu üzerinde büyük etkisi bulunmaktadır. Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm’in Peygamber efendimiz (sas)’in hadîs-i şerîflerinin teşviki oldukça açıktır. İlk nazil olan âyet-i kerîme “oku” emridir. Bu emir okuma ve ilim sahibi olmanın zaruretini belirtmesi açısından yeterince öneme haizdir.
Bununla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’in bu husustaki teşviki sadece bu âyet-i kerîme ile de sınırlı değildir. Cenâb-ı Hak; “Ey iman edenler! Size, ‘Meclislerde yer açın’ denildiği zaman açın ki, Allah da size genişlik versin. Size, ‘Kalkın’, denildiği zaman da kalkın ki, Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır” (Mücadile, 58/11) buyurarak ilim sahiplerinin derecelerini yükselteceğini, bilenlerle bilmeyenlerin kesinlikle aynı seviyede olamayacaklarını (Zümer, 39/9), “Şimdi iyi düşünün: Böyle olanın durumu mu iyi, yoksa gece saatlerinde, âhiretten endişe edip Rabbinin rahmetini umarak gâh secdede, gâh kıyamda ibadet edenin durumu mu iyi? De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ Ancak akl-ı selim sahipleri, sağ duyulu olanlar düşünüp ibret alır” buyurarak da Allâh’tan gerçek manada haşyete ancak ilim sahiplerinin ulaşabileceklerini beyan etmektedir. Efendimiz (sas) ilmi yücelten pek çok hadîs-i şeriflerinin yanı sıra şöyle buyurmaktadır: “İlim öğrenmek, bütün Müslümanlara farzdır.”[ii] Efendimiz (sas)’den ayrıca şöyle bir rivayet de vardır: “Hikmet ve ilim müminin yitik malıdır. Onu nerede bulursa alır.”[iii] Bu manayı destekleyen diğer bir hadîs-i şerif ise şöyledir: “İlim Çin’de de olsa gidip alınız.”[iv]
İlmin önemi eskiden beri üzerinde durulan bir gerçek. Zaten insanı diğer varlıklardan ayıran ve onların önüne geçiren de ilim değil midir? Aslında, meleklerin Hz. Âdem’e ister inkıyat isterse de büyüklüğünü kabullenme manasında secde etmeleri bu hikmete mebnidir. Allah (cc) “esma”yı talim ile Hz. Âdem’i tafdil etmişti. Esma, müsemmadan ayrı düşünülemeyeceğine göre, demek ki, Hz. Âdem’e öğretilen eşyanın hakikatiydi. Bir manada aynı mazhariyet, Efendimiz’e de verilmişti. Aradaki fark ise, Hz. Âdem’e icmalen verilenlerin Allah Resulüne tafsilen verilmiş olmasındaydı.
1.5. Soyluluk
“Soyluluk” ile kast olunan şey; dindar olmak, pak olmak, şerefli olmak gibi değerlerdir. Bir kişiyle evlenmek demek, bir aileyle, bir soyla ve bir neseple bağ kurmak anlamına gelmektedir. Bir insanın: “Ben yalnızca bu kişiyle evlenmiş oluyorum. Ailesi, akrabası ve sülalesiyle evlenmiş olmuyorum” demesi çok mantıklı değildir.
Çünkü;
1. Evlenilmek istenilen kişi, ailenin ya da sülalenin bir parçası veya dallarından biridir. Bu dal, o ağacın kökleriyle beslenerek büyümüştür. Dolayısıyla o ailenin ya da sülalenin ahlaki, ruhi, fikri ve bedeni özelliklerinin birçoğunun evlenilmek istenen kişide yer alacağı çok açıktır.
2. Evlenecek adayın karşı tarafın ailesi ile işi olmasa bile, onların kesinlikle bu kişi ile işleri olacaktır. İnsan eşini ailesinden, eşinin ailesini de eşinden asla ayıramayacak, kendisi de eşinin ailesi ile olan ilişkisini koparıp atamayacaktır. Dolayısıyla bir ömür boyunca eşinin ailesi ile birlikte yaşamak zorunda kalacağı açıktır.
Eğer eşinin ailesi veya sülalesi fesat ehli olurlarsa, hayatı bu insana zehir ederler. Çünkü o ailenin, evlenen kişinin kendi hayatına müdahale etmelerini önlemek çok zordur. Bütünüyle ilişkiyi kesmek de hemen hemen imkânsızdır.
3. Evlenilecek kişinin iyi bir soya, unvana ya da tam aksi kötü bir nama ve unvana sahip olması, evliliğin devamı süresince evli kişilerle birlikte olacak, bu durum ise genel ahenge tesir edecektir. Böyle kötü üne ya da nama sahip bir sülale ile beraberliğe tahammül etmek çok zordur. Evet, istisnalar her zaman vardır ve var olacaktır. Bazen bataklıkta bile bir gül büyümektedir. Bazen de bir gülistanda bir diken büyüyebilmektedir. Fakat bunlar istisnadırlar ve herkesin bildiği üzere istisnalar kaideyi bozmamaktadır.
1.6. Güzellik
“Eş” ve “yardımcı” unvanıyla mutlu bir aile ortamı kurmak, ömürlerinin sonuna kadar samimiyet ve sevgiyle birlikte yaşamak isteyen iki insanın, birbirlerini her yönden sevmeleri, boy ve görüntü olarak da birbirlerinden hoşlanmaları önemlidir.
Yine de güzelliğin, bireyler üzerinde ölçülüp değerlendirilecek standart bir yasası ve kanunu yoktur. Dolayısıyla güzellik izafi bir konudur. Bir kimse, birinin görüşüne göre güzel, başka bir kimseye göre de çirkin olabilir. Ancak önemli olan konu; iki eşin birbirlerini beğenmeleri, birbirlerinden hoşlanmaları ve birbirlerini istemeleridir.
Eğer bir insan, eşinin görüntüsünü beğenmez ve aynı zamanda da sevemezse; istemeyerek ona eziyet etmesi, bahane üretmesi, her şeyini eleştirmesi ve hayatı ona zehir etmesi mümkündür. Eğer bir kişi, eşinin güzelliğinden hoşnutsa, insanlık duygularını yitirmedikçe, imandan ve namus duygularından uzaklaşmadıkça, gözü, kulağı ve fikri ailesinden başkasını görmeyecektir.
Yine de güzelliğin, bağımsız bir değer olarak değil, diğer üstün özelliklerle birlikte düşünülmesinde fayda vardır. Yani güzellik; dindarlık, namus, ahlâk, soy, akıl vb. hususlarla birlikte değerlendirilirse o zaman daha yüksek bir bakış açısı meydana gelmiş olur.
İnsanın, eşine olan sevgisini, onun geçici güzelliğine bağlamaması gerekmektedir. Nursî şöyle diyor: “Refika-i hayatını, rahmet-i İlâhiyenin mûnis, lâtif bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et, fakat çabuk bozulan hüsn-ü suretine muhabbetini bağlama. Belki kadının en cazibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letâfet ve nezaket içindeki hüsn-ü sîreti yani ahlâkıdır. Ve en kıymettar ve en şirin cemâli ise, ulvî, ciddî, samimî, nuranî şefkatidir. Şu cemâl-i şefkat ve hüsn-ü sîret, âhir hayata kadar devam eder, ziyadeleşir. Ve o zaife, lâtife mahlûkun saygı hakkı, o muhabbetle muhafaza edilir. Yoksa hüsn-ü suretin zevâliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda bu en temel hakkını kaybeder.”[v]
Dindarlık gibi hakiki bir değeri hayatının temeli olarak gören ve güzelliği de diğer temel özelliklerin yanında sadece tamamlayıcı bir unsur olarak gören, imanı sağlam, salih amellerle de imanını taçlandıran kimsenin kalbinde, eşine karşı hiçbir dış etkenin yok edemeyeceği üstün bir muhabbet ve yüksek bir sevgi oluşmaktadır. Bu muhabbet ve sevgi İlahi değerler temelinde inşa edildiği için aynı zamanda ebedîdirler. Böyle olmayan evliliklerin ise bir süre için geçerli olacağı ama sürekli ve ebedî olmayacağı açıktır.
[i] Tirmizî, nikâh 3; Beyhakî, es–Sünenü’l–Kübrâ, Beyrut–1994, 7/132.
[ii] İbn Mace, mukaddime 17; Acluni, Keşfu’l-Hafa, 2/43 (1665).
[iii] Tirmizi, ilim 19.
[iv] Suyutî, Feyzu’l-Kadîr, 1/542.
[v] Nursi, Sözler, s. 697.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.