Yeniden Diriltiliş Haşir II

Musa Kâzım GÜLÇÜR

9 / 2 / 2021

İçindekiler

Neşretme (Yayma, Açma) 2

Haşretme (Bir Araya Getirme, Toplama) 4

Kur’ân-ı Kerîm’deki En Umut Verici Âyet 6

İhyâ (Hayatlandırma, Canlandırma) 11

İhrâç ve Hurûç (Çıkartma, Diriltme) 13

Neş’et (İnşa) 15

Yoktan ve İlk Yaratma 17

Allâh’ın (cc) Yorulmaması 20

Yeniden Yaratmanın Kolaylığı 21

Sonuç 23

Daha önceki yazımızda, “yeniden diriltiliş haşir” konusunu, bilhassa “ba’s” kelimesi çerçevesinde tahlil etmeye, Kur’ân-ı Kerîm’in “yeniden diriltiliş” ile ilgili ikna edici üslubuna, “uyuma ve uyanma ile yeniden diriltiliş arasındaki benzerliğe, sûra üfürülmesine ve acbü’z-zeneb’ten yeniden diriltiliş” konularına odaklanmaya çalışmıştık.

Bu yazımızda ise, Allâh’ın izni ve inayeti ile “neşir, haşir, ihyâ, ihraç, neş’et, yoktan yaratma, Allâh’ın (cc) yorulmaması ve yeniden yaratma” konularını ayrıntılandırmaya çalışacağız.

Neşretme (Yayma, Açma)

Kur’ân-ı Kerîm’de “neşir” kelimesi, “açılıp yayılma, bitkilerin yeşermesi, haberin çevreye yayılması, yeniden diriliş, ihyâ, ba’s, insanların ve amellerinin ortaya çıkışı, kıyamet günü” anlamlarında kullanılmaktadır. Bu kelimenin geçtiği bir ayet-i kerime şu şekildedir:

اَمِ اتَّخَذُوا اٰلِهَةً مِنَ الْاَرْضِ هُمْ يُنْشِرُونَ

Yoksa (o müşrikler) yerden (dünyadan) birtakım tanrılar edindiler de ölüleri onlar mı diriltecekmiş?” (Enbiya, 21/21)

Ayet-i kerimede yadırganan husus, müşriklerin yeryüzünde yaşayanlar ya da ölüler arasından, ölüleri dirilteceklerine inandıkları birtakım sahte tanrılar ediniyor olmalarıdır. Müşrikler, ölüleri yeniden diriltmeyi, her şeye kadir Allah’ın kudreti dışında görüyor, birtakım nesnelere de ilahlık vasfı veriyorlardı. Halbuki ilah, her şeye, bu arada yeniden diriltmeye de kudreti olandı. Müşriklerin koyu cahillikleri, dünyada ve ahirette yeniden diriltme bir tarafa, kendilerine dahi bir fayda ya da zarar veremeyecek nesneleri ilah ittihaz etmeleri (Furkan, 25/55), bu ayet-i kerime ile tekrar yerilmiş ve kınanmıştır.

Ayet-i kerimede yer alan (مِنَ الْاَرْضِ) “yerden (dünyadan)” ifadesi, müşriklerin taptığı o putların yerde ya da dünyada olduklarını bildirmektedir. Cariye hadisinde, Efendimiz (sas) kadına, “Senin Rabbin nerededir?” diye sorduğunda, “Göktedir” demiş, Efendimiz (sas) bunun üzerine, “Onu hürriyetine kavuştur, mümin bir kadındır” buyurmuştu.[1]

Kadının cevabındaki amacın, göğün Allah’ın mekânı olduğunu söylemek değil, ilâh diye tapılan yerdeki putları reddetmek olduğu, Efendimiz’in (sas) bu sebeple kadınını mümin olarak gördüğü söylenebilir.

Kelimenin geçtiği diğer bir ayet-i kerimede, Cenâb-ı Hak yeniden diriltiliş hususunu, bilhassa sayılamayacak şekildeki zahiri ve bâtınî nimetlerine karşı insanın nankörlük özelliği ile ilişkilendirerek şöyle buyurur:

قُتِلَ الْاِنْسَانُ مَا اَكْفَرَهُ مِنْ اَيِّ شَیْءٍ خَلَقَهُ مِنْ نُطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ ثُمَّ السَّبٖيلَ يَسَّرَهُ ثُمَّ اَمَاتَهُ فَاَقْبَرَهُ ثُمَّ اِذَا شَاءَ اَنْشَرَهُ

Kahrolası (inançsız) insan, ne kadar da nankördür! (Bu gurur ve kibir nedir? Düşünmez mi?) Onu (yaratan) hangi şeyden yarattı? Onu bir nutfeden (meniden) yarattı da (insan) biçimine koydu. Sonra, (seçmiş olduğu, ister iyilik isterse de kötülük) yolunu ona kolaylaştırdı. Sonra onu öldürdü, kabre gömdürdü. Sonra onu dilediği vakitte (tam olarak) tekrar diriltecek.” (Abese, 80/17-22)

(مَا اَكْفَرَهُ) “Ne nankördür!” ifadesi, insanın Allah’ın nimetini yok saymasındaki aşırılığa ilişkin bir taaccüptür. Bu taaccüp ifadesinin arkasından Cenâb-ı Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, insanın varlık dünyasına gelmeden önceki adeta nesne değeri bile taşımayan halini, arkasından da varlık dünyasına lütfedilişinden, ömrünün sonuna kadar olan safahatı, oldukça özlü bir şekilde betimlemiştir. Yine (ثُمَّ السَّبٖيلَ يَسَّرَهُ) “Sonra, (seçmiş olduğu, ister iyilik isterse de kötülük) yolunu ona kolaylaştırdı” beyanı, (اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبٖيلَ اِمَّا شَاكِرًا وَاِمَّا كَفُورًا) “Doğrusu biz ona, gerçek yolu gösterdik. İster şükreden (mümin) olsun, ister nankörlük eden (inançsız)…” (İnsan, 76/3) ayet-i kerimesindeki anlatılan husus gibidir.

Bahar yağmurları ile bilhassa ziraî ürünlerin ve bitkilerin canlandırılmasının, yeniden diriltilişe fiziki ve aklî bir delil olarak anlatıldığı bir başka ayet-i kerimede yine “neşir” kelimesi kullanılır:

وَاللّٰهُ الَّذٖى اَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُثٖيرُ سَحَابًا فَسُقْنَاهُ اِلٰى بَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَحْيَيْنَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا كَذٰلِكَ النُّشُورُ

Allah O’dur ki, rüzgârları gönderip, bulutu harekete geçirerek yükseltiyor. Derken o bulutu (bitkisi kurumuş) ölü bir beldeye göndeririz. Sonra o bulutun yağmuru ile (araziyi) ölümünden sonra diriltiriz (yeşertiriz). İşte, ölülerin yeniden diriltilişi de böyledir.” (Fatır, 35/9)

Kur’ân-ı Kerîm’de, bilhassa haşre ve neşre inanmayan ve ahiret hayatını reddeden kimselerin, öne sürmeye çalıştıkları boş itirazlarında da “neşir” kelimesini kullandıkları beyan edilmektedir:

اِنَّ هٰؤُلَاءِ لَيَقُولُونَ اِنْ هِىَ اِلَّا مَوْتَتُنَا الْاُولٰى وَمَا نَحْنُ بِمُنْشَرٖينَ

Şunlar (ahiret inancı taşımayanlar) diyorlar ki: İlk ölümümüzden başka bir ölüm yoktur. Biz yeniden diriltilecek değiliz.” (Duhan, 44/34-35)

Bu ayet-i kerimelerdeki “neşir” kavramı, alimlerimizce kelimenin eş anlamlısı olarak kabul edilen “ba’s, ihyâ, inşâ, halk” gibi kavramlarla karşılanmış, tefsirlerde bu kelimeye başkaca da bir anlam verilmemiştir.[2]

Efendimiz de (sas), kelimeyi bu anlamında kullanmış, her uykusundan uyandığında Cenâb-ı Hakk’a şu şekilde dua etmiştir:

(الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَحْيَانَا بَعْدَ مَا أَمَاتَنَا وَإِلَيْهِ النُّشُورُ) “Bizleri öldürdükten sonra yeniden hayat veren (uyuduktan sonra uyandıran) Allah’a hamdolsun. Dönüş ancak O’nadır.[3]

Haşretme (Bir Araya Getirme, Toplama)

Haşir” kelimesi, Eş’arî kelâmcısı ve usûl-i fıkıh âlimi Seyfüddin el-Âmidî’nin (v. 631/1233) El-Mübîn fi Şerhi Maânî Elfâzi’l-Hukemâ ve’l-Mütekellimîn’deki tanımı ile, “var olduktan sonra, yok olan bir şeyin yeniden var edilmesidir.[4]

Hanefî fakihi, muhaddis, müfessir ve kıraat âlimi Aliyyü’l-Kârî’nin (v. 1014/1605) Şerhu Fıkhi’l-Ekber’deki izahına göre ise “haşir”, vücudun ilk yaratılışında var olan bütün cüzlerin iadesi demektir.[5]

Bu da dağılan parçaların bir araya getirilmesi anlamına gelir.

Müfessir, Eş‘arî kelâmcısı ve Şâfiî fakihi Kadî Beyzâvî (v. 685/1286), Tavâliu’l-Envâr’da şöyle demektedir:

“Yüce Allah, her şahsın parçalarını detaylı bir şekilde bilir, onları toplamaya ve onlarda hayatı tekrar var etmeye kâdirdir. Çünkü O’nun kudreti, bütün mümkünleri kapsamaktadır. Bu açıdan, bedenlerin tekrar diriltilmesi imkan dahilindedir. Diğer taraftan, tevâtürle sâbittir ki Hz. Peygamber (sas), bedenlerin iadesinin gerçekliğini haber vermiş ve bu hususu izah etmiştir. Yüce Allah, “De ki, onu ilk olarak yaratan, tekrar diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir” (Yasin, 36/79) mealindeki ayetle de bu hakikate işaret etmiştir.”[6]

Aslında insanın, en aslî ve ayrılmaz vasfı, onun yokluktan inşa edilmiş olmasıdır. Ancak inançsızlıkta inat eden kimseler, bu en yalın, yokluktan inşa edildikleri gerçeğini inkâr etmektedirler.

El-Hâkim en-Nîsâbûrî’nin (v. 405/1014) Müstedrek’te İbn Abbas’tan (ra) rivayetine göre, Âs b. Vâil çürümüş bir kemikle Efendimiz’e (sas) gelmiş, elindeki kemiği ufaladıktan sonra;

“Ya Muhammed! Böyle toz olduktan sonra, Allah bunu mu diriltecek?” demiştir.

Peygamber Efendimiz (sas), “Evet, Allah bunu diriltecek. O, seni öldürecek, sonra da yeniden diriltip Cehenneme atacak” buyurmuş, daha sonra da Yasin Suresi 77 ilâ 83 arası ayet-i kerimeler nazil olmuştur.[7]

Mısırlı âlim ve sûfî Abdülvehhâb eş-Şarani’nin (v. 973/1565), El-Yevâkît ve’l-Cevâhir’deki tarifleri içerisinde “haşir”, insanların Allah’a arz edilmeleri ve hesap için O’nun önünde toplanmalarıdır.[8]

Haşir” (haşr) kelimesi, kıyamet gününde yeniden diriltilen (ba’s edilen) bütün varlıkların, hesaba çekilmek üzere bir meydana sevk edilip toplanmasını ifade eder. Toplanılacak yere “mahşer” denir. Buna göre “haşir”, kıyamet halleri arasında yeniden diriltilişten sonra ikinci merhaleyi oluşturur.[9]

Bu tariflerin ışığında “haşir” kelimesinin, “insanî cüzlerin tamamının bir araya getirilmesi ve toplanması, aynı zamanda bütün insanların kıyamet gününde, genişliğini Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin bildiği bir meydanda hesap için bir araya getirilmeleri” anlamına geldiğini söyleyebiliriz.

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, müttakilerin mücrimlerden ayrıştırılarak, çok kıymet verilen heyetler gibi huzuru sübhâniye alınacaklarını yine haşir kelimesi ile şöyle beyan buyurur:

يَوْمَ نَحْشُرُ الْمُتَّقٖينَ اِلَى الرَّحْمٰنِ وَفْدًا وَنَسُوقُ الْمُجْرِمٖينَ اِلٰى جَهَنَّمَ وِرْدًا

Takva sahiplerini, (saygın) elçiler gibi Rahman’ın huzuruna toplayacağımız, suçluları ise (suya koşan susuz develer gibi) Cehenneme sevk edeceğimiz günü düşün!” (Meryem, 19/85-86)

Ayet-i kerimede beyan edilen husus, müttakîlerin kendilerini rahmetine gark eden ve hoşnutluk ve ikramını onlara özgü kılan Allah’ın huzuruna, tıpkı bir kralın huzurunda saygın bir şekilde konuk edilip ağırlanan misafirlerin girdikleri gibi girecekleri gerçeğidir.

Ancak mücrimler, müttakilerden uzaklaştırılarak belirli bir yerde sorgulanmak üzere durdurulacaklardır. Onların bu durduruluş ve şirk koştukları unsurlarla yüzleştirilmeleri keyfiyeti şu şekilde beyan edilir:

وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَمٖيعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذٖينَ اَشْرَكُوا مَكَانَكُمْ اَنْتُمْ وَشُرَكَاؤُكُمْ فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ وَقَالَ شُرَكَاؤُهُمْ مَا كُنْتُمْ اِيَّانَا تَعْبُدُونَ فَكَفٰى بِاللّٰهِ شَهٖيدًا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اِنْ كُنَّا عَنْ عِبَادَتِكُمْ لَغَافِلٖينَ

O gün, mahşerde, insanların hepsini bir araya toplayacağız. Sonra müşriklere şöyle diyeceğiz: ‘Siz ve Allah’a eş yaptığınız ortaklarınız (şirk koştuğunuz kimseler, putlarınız) durun yerinizde (size ne yapılacağını görünceye kadar oradan ayrılmayın).’ Artık müminlerle aralarını (ortak koştukları nesne veya şahısların, kendilerine yapılan kulluğu reddetmelerinden sonra, ortak koşanları ve ortak koşulanları birbirlerinden) uzaklaştırırız. Ortak koştukları (Allah’tan başka taptıkları akıl sahibi varlıklar ve nesneler dile gelip) kendilerine şöyle diyeceklerdir: ‘Siz, dünyada bize tapmıyordunuz (Şeytanlar sizden, bizleri Allah’a ortak edinmenizi istediler, sizler de o şeytanlara itaat ettiniz. Şeytanların ardı sıra gittiniz). Şimdi sizinle bizim aramızda şahid olarak Allah yeter. Doğrusu, ey müşrikler, sizin ibadetinizden, bizim asla haberimiz yoktu.” (Yunus, 10/28-29)

Kur’ân-ı Kerîm’deki En Umut Verici Âyet

Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. İbrahim’in (as) kalbinin itminanı için Cenâb-ı Allâh’tan ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini istemesi, Abdullah b. Abbas’a (ra) göre, en umut verici ayet-i kerimelerdendir. Hz. İbrahim’in (as), ölülerin nasıl diriltildiğini Cenâb-ı Allâh’tan kendisine göstermesi talebi, âyet-i kerimede şu şekilde beyan edilmektedir:

وَاِذْ قَالَ اِبْرٰهٖيمُ رَبِّ اَرِنٖى كَيْفَ تُحْيِ الْمَوْتٰى قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْ قَالَ بَلٰى وَلٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْبٖى قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلٰى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَاْتٖينَكَ سَعْيًا وَاعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ

Hani İbrahim, ‘Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster (doğrudan gözümle görmemi sağla)’ demişti. (Allah) ‘İnanmıyor musun?’ deyince, ‘Bilakis (inanıyorum), ancak kalbimin tatmin olması için (akıl yürütme ile elde edilen bilginin yanı sıra, zaruri ilme de sahip olmak suretiyle, kalbim daha çok sükûnet ve itminan bulsun istiyorum)’ demişti. (Zira, delillerin birbirini destekleyecek şekilde olması, kalbin itminan bulmasına, imanın daha fazla artmasına sebep olur. Ayrıca akıl yürütmeye şüphe karışabilir, fakat zaruri bir bilgide ise şüpheye yer kalmaz.) ‘Öyleyse, dört kuş tut. (Bu kuşların; tavus, horoz, karga ve güvercin olduğu rivayet edilmiştir) Onları kendine alıştır (Sana tekrar geldiklerinde, onların başka kuşlar olduklarını zannetmemen ve başka kuşlarla karıştırmaman için, onları iyice incele, hallerini, şekillerini ve özelliklerini tam olarak öğren). Sonra onları parçalayıp, her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır (“Allah’ın izni ile gelin” de). Sana (ya hızlı bir şekilde uçarak ya da ayakları üzerinde) koşarak gelecekler. Bil ki, şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara, 2/260)

Müfessir, tarihçi, muhaddis ve fakih Muhammed b. Cerîr et-Taberî’nin (v. 310/923) Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân’ında, Mücahid ve Dehhâk’tan aktardığına göre, “Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak” ifadesinden maksat, Hz. İbrahim’in (as), kesip birbirine karıştırdığı dört kuşun parçalarını, bilebildiği her dağın başına koymuş olmasıdır. Yani Hz. İbrahim (as), dört veya yedi dağa değil bilebildiği bütün dağların başına bu kuşların parçalarını koymuştur.[10]

Taberî’ye göre, Hz. İbrahim’in (as), Allah Teâlâ’dan, ölüleri nasıl dirilteceğini kendisine göstermesini istemesinin sebebi, Şeytanın, Hz. İbrahim’in (as) kalbine, Allah’ın, ölüleri dirilttiğine dair kudreti hakkında şek ve şüphe sokmasıdır. Hz. İbrahim (as), kalbine doğan bu şüpheyi bertaraf etmek için Allah Teâlâ’nın, ölüleri nasıl dirilteceğini kendisine göstermesini istemiştir. Ata b. Ebi Rebah bu görüştedir.

Abdullah b. Abbas da Hz. İbrahim’in (as), Allahtan, ölüleri nasıl dirilteceğini göstermesini istemesinin sebebinin, hatırına gelen bir şüphe olduğuna işaret ederek, bu âyet-i kerime hakkında şunu söylemiştir:

Bana göre, Kur’an’da bu ayetten daha çok umut veren bir ayet yoktur.

Abdullah b. Abbas’ın (ra) bu sözünü aktaran Said b. el-Müseyyeb diyor ki:

“Bir defasında, Abdullah b. Abbas (ra) ile Abdullah b. Amr b. el-As (ra) bir araya geleceklerine dair sözleştiler. Biz o zaman genç çocuklardık. Onlardan biri diğerine:

Allah Teâlâ’nın kitabında, bu ümmet için en çok umut veren ayet hangisidir?” diye sordu. Abdullah b. Amr şöyle cevapladı:

قُلْ يَا عِبَادِىَ الَّذٖينَ اَسْرَفُوا عَلٰى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمٖيعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحٖيمُ

De ki: ‘Ey (günah işlemekle) nefislerine karşı haddi aşmış kullarım! Allah’ın rahmetinden (sizi bağışlamasından) umut kesmeyiniz. Çünkü Allah (şirk ve küfürden başka, dilediği kimselerden), bütün günahları mağfiret buyurur. Şüphesiz ki O, Ğafûr’dur (çok bağışlayıcıdır), Rahîm’dir (çok merhametlidir).” (Zümer, 39/53) ayetidir.”

Abdullah b. Abbas (ra) ise şöyle karşılık verdi:

Sen, ümmet için bu ayetin en büyük umut kaynağı olduğunu söylüyor isen de, aslında ümmet için ondan daha fazla umut veren şu ayettir:

Hani İbrahim, ‘Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster’ demişti. (Allah) ‘İnanmıyor musun?’ deyince, ‘Bilakis (inanıyorum), ancak kalbimin tatmin olması için’ demişti.”(Bakara, 2/260)[11]

Öyle anlaşılıyor ki Abdullah b. Abbas (ra), insanların zihinlerine gelebilecek dini şüpheleri ve vesveseleri, onlarda dini ve imânî bir zayıflıktan daha ziyade, imanlarının daha da güçlenmesi adına bir yükselme platformu olarak görüyor, bunu da insanın ahiret hayatını kazanması adına en çok umut veren bir hal olarak kabul ediyor.

Abdullah b. Abbas’ın (ra), bu düşüncesini doğrulayan bir hadis-i şerîf şu şekildedir:

Ebu Hüreyre’den (ra) rivayete göre, Sahabelerden bazıları Efendimiz’e (sas) gelip:

“İçlerimizden öyle şeyler geçiyor ki, herhangi birimiz onları söylemeyi bile büyük bir (suç) sayıyor” diye sordular. Efendimiz (sas):

Gerçekten (içinizde) böyle bir şey hissettiniz mi?” diye sordu. Sahabeler:

“Evet” diye cevap verdiler. Efendimiz (sas) şöyle buyurdular:

(ذَاكَ صَرِيحُ الإِيمَانِ)

İşte bu, imanın apaçık halidir.[12]

Yine bu hususu destekleyen ve Ebu Hüreyre’den (ra) gelen bir başka rivayete göre de Resülullah (sas) şöyle buyurmaktadır:

نَحْنُ أَحَقُّ بِالشَّكِّ مِنْ إِبْرَاهِيمَ إِذْ قَالَ ‏{‏رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَى قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِنْ قَالَ بَلَى وَلَكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْبِي‏}

İbrahim’in,Bilakis inanıyorum, fakat kalbimin mutmain olması için görmek istedimdediği konuda, biz şüpheye, İbrahim’den daha fazla layığız.[13]

Buradaki “şüphe”, kesin bilgiye ulaşabilmek için sağlam bir dayanak noktası bulma arayışıdır. Bu tür şüphede, doğrular daha muhkem hale gelirken, asılsız vehimler insan zihninden silinmekte, bilgi sarsılmaz bir halde insan kalbinde yerleşmiş olmaktadır. Böyle metodik bir şüphe süreci, Efendimiz’in (sas) işaret buyurduğu üzere, kişide imanın apaçık hale gelmesini netice vermektedir.

İman, zihnî ve duygusal olarak ulaşılan, marifet, yakîn ve ikrarın bir araya geldiği güven ve emniyet halidir. Şüphe ise, bilgi boşluğundan kaynaklandığı için, delillerin çokluğu ve güçlendirilmesi durumunda, kalbin sükûnu ve itminanı artmakta, güvenin ve itminanın olduğu kalpte de şüpheler izale edilmiş olmaktadır.

Ayet-i kerime ile ilgili daha farklı bir yorum, müfessir ve fakih İbnu Ebi Hâtim’in (v. 327/938), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm’inde Süddî’den yaptığı şu rivayettir:

“Allah (cc), İbrahim’i (as) dost edindiği zaman, ölüm meleği bu müjdeyi İbrahim’e (as) haber vermek için Yüce Allah’tan izin istedi. Yüce Allah da ona izin verdi. Ölüm meleği yanına gittiğinde, İbrahim (as) evde değildi. Ancak ölüm meleği içeri girdi. İbrahim (as) insanların en kıskancıydı ve bir yere gittiği zaman kapısını kapatırdı. Geldiğinde, evinde birinin olduğunu gördü ve onu cezalandırmak için üzerine yürüyüp:

Avluma geçmene kim izin verdi?” dedi.

Ölüm meleği: “Bu evin Rabbi bana izin verdi” karşılığını verince, İbrahim (as):

Doğru söyledin” dedi ve onun ölüm meleği olduğunu anladı. Ancak yine de:

Sen kimsin?” diye sorunca:

Ben ölüm meleğiyim. Allah’ın seni dost edindiğini müjdelemeye geldim” dedi.

Bunun üzerine İbrahim (as) Allah’a hamd edip:

Ey ölüm meleği! Bana kâfirlerin canını nasıl aldığını göster” dedi.

Ölüm meleği: “Buna tahammülün olmaz” deyince,

İbrahim (as): “Hayır, olur” karşılığını verdi.

Ölüm Meleği ona: “Biraz yüzünü çevir” deyince, yüzünü çevirdi. Tekrar ölüm meleğine bakınca, onu simsiyah, başı semada, ağzından ve kulaklarından ateşler fışkıran biri olarak gördü. Üzerinde hiç saç yoktu. Sadece ağzından ve kulaklarından ateşler fışkıran siyah bir adam olarak gördü ve bayıldı. İbrahim (as) kendine geldiğinde, ölüm meleği eski haline gelmişti.

Bunun üzerine İbrahim (as):

Ey ölüm meleği! Kâfir kişi öleceği zaman, Cehennem azabını görmese bile seni görmesi yeterlidir. Bana, mümin kişinin canını nasıl aldığını göster” dedi.

Ölüm meleği ona: “Biraz yüzünü çevir” deyince, yüzünü çevirdi. Tekrar ölüm meleğine baktığında, onu genç, insanlar arasında en güzel yüzlü, en güzel kokulu biri olarak beyaz elbiseler içinde gördü. Ona:

Ey ölüm meleği! Mümin kişi öleceği zaman, mutluluk ve güzellikler görmese bile, seni görmesi yeterlidir” dedi.

Ölüm meleği gidince, İbrahim (as) Rabbine dua edip:

Ey Rabbim! Senin dostun olduğunu bilmem için, bana ölüyü nasıl dirilttiğini göster” diye dua etti.

Yüce Allah, dostluk konusunda ona:

İnanmıyor musun?” buyurunca:

Hayır, inanıyorum, ancak dostluğundan, kalbimin mutmain olmasını istedim” dedi.[14]

Hadîs-i şeriflerde de yeniden diriltilişin aklîliği hususu, Hanbelî mezhebinin imamı, muhaddis ve fakih Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) Müsned’inde, Ebu Razîn el-Ukaylî’nin anlatımı ile Efendimiz (sas) tarafından zihinlerde şu şekilde netleştirilmektedir:

“Ey Allah’ın Resulü, Allah ölüleri nasıl diriltir? Yarattıkları arasında bunun bir delili var mıdır?” diye sordum. Şöyle buyurdular:

Sen, yakınlarının arazisinden, orası önce kupkuru iken hiç geçtin mi?

“Evet, geçtim.”

Daha sonra, oranın yemyeşil olduğu zamanda da geçtin mi?

“Evet (geçtim) ey Allah’ın Resulü” deyince, şöyle buyurdular:

İşte, Allah ölüleri böyle diriltir. O’nun yarattıklarındaki (sorduğun) delil de (ayet) budur.[15]

Hadis hâfızı, müfessir ve fakih İbnu Ebi Hâtim Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm’inde, Mücâhid’den şu rivayeti yapmaktadır:

Kıyamet gününde, yumuşak davranılan bir zaman olur ki böylesi bir zamanda müşrikler, tevhid ahalisinin bağışlanmalarını görürler ve:

(وَاللّٰهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِكٖينَ) “Rabbimiz Allah’a ant olsun ki biz ortak koşanlardan değildik” (Enam, 6/23) demeye başlarlar.

Allah (cc) ise: (اُنْظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلٰى اَنْفُسِهِمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ) “Kendilerine karşı nasıl yalan söylediklerine bir bak. Uydurdukları şeyler de artık onlardan uzaklaşmıştır” (Enam, 6/24) karşılığını verir.

Daha sonrasında ise, sertliğin olduğu bir zaman gelir ve böylesi bir zamanda müşriklerin, Allah’ı bırakıp, tapmış oldukları ilahlar karşılarına dikilir.

Yüce Allah, müşriklere:

Allah’ı bırakıp da taptıklarınız bunlar mıydı?” diye sorduğunda, müşrikler:

Evet! Taptıklarımız bunlardı” karşılığını verirler.

Ancak o tapınılmış nesne veya kimseler:

Vallahi bizler ne duyar ne görür ne de akıl ederdik. Sizin bize taptığınızı da bilmiyorduk” deyince, müşrikler:

Hayır! Vallahi biz sizlere tapıyorduk” karşılığını verirler. Bunun üzerine, taptıkları bu ilahlar:

Allah, sizinle bizim aramızda şahit olarak yeter. Sizin tapınmanızdan bizim haberimiz yoktu” (Yunus, 10/29) derler.[16]

İhyâ (Hayatlandırma, Canlandırma)

Hayy” kökünden gelen “ihya”, canlandırmayı ve bir yeri yeşermiş bir şekilde bulmayı ifade etmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de “ihya” kavramı, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine nispet edildiği yerlerde, “hayatlandırma, canlandırma” anlamındadır. Mesela şu ayet-i kerimedeki “ihyâ” kelimesi, Cenâb-ı Hakk’ın, insanları dünyaya gönderirken lütfettiği canlılığı ifade etmektedir:

قُلِ اللّٰهُ يُحْيٖيكُمْ ثُمَّ يُمٖيتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ فٖيهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

De ki: ‘Allah, sizlere hayat veriyor. Sonra sizleri öldürecek, sonra da kendisinde şüphe olmayan Kıyamet gününde, sizleri bir araya getirecektir. Ama insanların çoğu bilmemektedir.” (Câsiye, 45/26)

“İnsanın diriltilişi, canlandırılması” anlamındaki “hayy” kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de on beş ayet-i kerimede geçmektedir (Bakara, 2/28, 260; Meryem, 19/15, 33, 66; Hacc, 22/6, 66; Şuarâ, 26/81; Rûm, 30/40; Yâsîn, 36/78, 79; Mümin, 40/11; Fussilet, 41/39; Ahkâf, 46/33; Kıyâmet, 75/40).

Bu ayet-i kerimelerden biri şöyledir:

كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمٖيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيٖيكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

“(Nezdinizde, sizleri nankör bir şekilde inkâr etmekten alıkoyacak ve imana sevk edecek sayısız ve çok güçlü deliller varken, Allâh’ı) Nasıl inkâr ediyorsunuz? (Ayetin bu kısmında, aslında küfrün bizzat kendisinin, kinaye yoluyla reddi vardır ki çok kuvvetli ve beliğ bir üsluptur.) Halbuki, sizler ölü (henüz yokken, babalarınızın sulbünde ruhsuz ve duyulardan mahrum bir nutfe) iken, sizlere hayat veren (dünyaya getiren) Allah’tır (Bu sayılanlar, insanı küfürden alıkoyacak çok önemli delillerdir ve aynı zamanda da büyük ilâhî nimetlerdir). O, sonra sizleri öldürecek, sonra (kabirlerinizden tekrar çıkartıp) diriltecektir. En sonunda da O’na döndürüleceksiniz (dünyadaki amellerinizin, ahiretteki karşılığını almaya gideceksiniz).” (Bakara, 2/28)

Bu âyet-i kerimedeki birinci “hayy” kelimesi ile, insanın dünyaya geliş safhasında Allah’ın bahşettiği canlılık, ikinci “hayy” kelimesi ile, Allah’ın (cc) insanı ölümünden sonra yeniden dirilteceği ifade edilmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de “hayy” kavramı ile, yeniden diriltilişi haber verilen unsurlardan birisi de yeryüzündeki nebâtâttır. Bütün bitkilerin ve yeşilliklerin kışın ölümlerinden sonra bahar mevsiminde yeniden diriltilişi, Kur’ân-ı Kerîm’de “hayy” kelimesinin şimdiki zaman kalıbı kullanılarak on iki ayet-i kerimede yer alır (Bakara, 2/164; Nahl, 16/65; Furkân, 25/49; Ankebût, 29/63; Rum, 30/19, 24, 50; Fâtır, 35/9; Yâsîn, 36/33; Fussilet 41/39; Kâf 50/11; Hadîd 57/17.)

Bu ayet-i kerimelerden birisi şöyledir:

فَانْظُرْ اِلٰى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِ الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ قَدٖيرٌ

Allah’ın rahmet eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor. Şüphe yok ki O, ölüleri de elbette diriltecektir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Rum, 30/50)

İhrâç ve Hurûç (Çıkartma, Diriltme)

İhrâç” kavramı, Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’a nispet edildiği ayet-i kerimelerde, canlıların varlık sahasına çıkışı için kullanılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de on iki ayette yeniden diriltilişe işaret eden “huruç” kelimesi (Arâf, 7/25, 57; Meryem, 19/66; Tâ-Hê, 20/55; Rum, 30/19, 25; Zuhruf, 43/11; Ahkâf, 46/17; Kâf, 50/11, 42; Kamer, 54/7; Nuh 71/18), “yevm” kelimesi ile birlikte, kıyamette yeniden diriltiliş gününü ifade eden “çıkış günü” anlamında da kullanılmıştır.

وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِنْ مَكَانٍ قَرٖيبٍ يَوْمَ يَسْمَعُونَ الصَّيْحَةَ بِالْحَقِّ ذٰلِكَ يَوْمُ الْخُرُوجِ اِنَّا نَحْنُ نُحْيٖ وَنُمٖيتُ وَاِلَيْنَا الْمَصٖيرُ يَوْمَ تَشَقَّقُ الْاَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعًا ذٰلِكَ حَشْرٌ عَلَيْنَا يَسٖيرٌ

“(Kıyamet gününün durumuna ilişkin sana vereceğim haberi) Dinle! Münâdînin (seslenicinin) yakın bir yerden (Beyt-i Makdis’deki kayadan) sesleneceği gün, (Sûr’a ikinci defa üfürülüşte) hak bir şekilde (kesinlikle) sayhayı (çığlığı, bütün mahlûkat) işitirler. İşte bu, (yaptıklarının karşılığını görmek üzere, kıyamette insanların kabirlerinden) çıkış günüdür. Şüphesiz ki biz hem diriltiriz hem öldürürüz. Dönüş de bizedir. O gün, yer onlara (şâk şâk) yarılıp süratle çıkarlar. İşte bu bir haşirdir ki, bize (hiçbir şeyin kendisini başka hiçbir işten alıkoyamadığı, kudreti sonsuz Allah’a) kolaydır.” (Kaf, 50/41-44)

Müfessir tâbiî Katâde b. Diâme (v. 117/735), Taberî’nin aktardığı şekli ile şöyle söylemektedir:

“Bize anlatılana göre bu çağrı, yeryüzünün orta yeri olan Beyt-i Makdis’teki bir kayanın üzerinden yapılacaktır. Ka’b’ın bize bildirdiğine göre bu kaya, yeryüzünün diğer yerlerinden göğe on sekiz mil daha yakındır.”

Yine Taberî’nin İbn Abbâs’tan (ra) aktardığına göre, “Münâdînin (seslenicinin) yakın bir yerden (Beyt-i Makdis’deki kayadan) sesleneceği gün” âyetini açıklarken, “Bu çağrıdan kasıt, sayha (korkunç çığlık) sesidir” demiştir.[17]

Bu ayet-i kerime ile ilgili olarak, Ebü’l-Kâsım İbn Asâkir’in (v. 571/1176), Şam ve Suriye’deki diğer bazı şehirlere dair eseri Târîhu Medîneti Dımaşk’ta Yezîd b. Câbir’den naklettiğine göre, İsrâfil (as), Beytü’l-Makdis’teki kayanın üzerinde durup Sûr’a üfürür ve: “Ey çürümüş kemikler! Ey parçalanmış deriler! Ey ufalanmış kıllar! Yüce Allah, hesapların görülmesi için bir araya gelmenizi emrediyor!” diye seslenir.[18]

Konu ile ilgili olarak diğer ayet-i kerimelerde, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri şöyle buyurmaktadır:

اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰى يُخْرِجُ الْحَیَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَیِّ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ

Şüphesiz Allah, taneyi ve çekirdeği yarıp filizlendirendir. Ölüden diriyi (ölü konumundaki nutfelerden ve yumurtalardan canlıyı, tane ve çekirdeklerden de büyüyüp gelişen bitkileri) çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır (Bu ölü taneleri, canlıdan ve büyüyüp gelişen bitkilerden çıkaran O’dur). İşte (rububiyetin tüm kemaliyle kendisinde gerçekleştiği, hayat veren ve öldüren) Allah’tır bu! Peki (O’ndan) nasıl çevriliyorsunuz? (O’nu bırakıp başkasını dost ediniyorsunuz?)” (Enam, 6/95)

قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْاَرْضِ اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ والْاَبْصَارَ وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَیَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ يُدَبِّرُ الْاَمْرَ فَسَيَقُولُونَ اللّٰهُ فَقُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ

De ki: ‘Sizi gökten ve yerden rızıklandıran (tek bir cihetten rızık vermeyerek, nimetini bol bol akıtan ve rahmetini genişçe yayan) kimdir?’ ‘İşitme ve görme yetileri üzerinde mutlak hâkim kimdir?’ (Onları kim yaratabilir ve şu an sahip oldukları muazzam dengede kim şekillendirebilir?) ‘Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran kimdir?’ ‘İşleri yürüten kimdir?’ (Bütün evrenin işini kim yürütüyor?) ‘Allah’ diyecekler. De ki: ‘O hâlde, Allah’a karşı gelmekten (kendinizi korumayacak, içinde bulunduğunuz dalalet yüzünden Allah’ın azabına uğramaktan) sakınmayacak mısınız?” (Yunus, 10/31)

يُخْرِجُ الْحَیَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَیِّ وَيُحْيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَكَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ

Allah, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. Ölümünden sonra yeryüzünü diriltir. Siz de (mezarlarınızdan) işte böyle çıkarılacaksınız.” (Rum, 30/19)

Diriden ölüyü, ölüden diriyi çıkarmak, ölüyü diriltmek ve diriyi öldürmek gibi karşıt şeyleri yapmaya gücü yeten Allah’ın kudretinde, ilk baştan yaratmak da yeniden diriltmek de birdir.

Neş’et (İnşa)

Neş’et” kelimesi, lügatçi, edebiyat ve dil âlimlerinden Cevherî’nin (v. 393/1002) Es-Sıhâh’ında “halk / yaratma” kelimesi mukabilinde kabul edilmiş,[19] İbn Sîde’nin (v. 458/1065) El-Muhkem ve’l-Muhîtu’l-A’zam’ında da “hayatlanma, canlanma ve ba’s” anlamları verilmiştir.[20]

Kur’ân’da “neş’et” kavramı görebildiğimiz dört kadar anlam sahası içerisinde kullanılmaktadır. Şöyle ki;

1. İnsan türünün Adem’den (as) ilk yaratılışı anlamında

Mesela:

وَهُوَ الَّذٖى اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ

Sizi tek bir nefisten (Âdemden) yaratan O’dur. Böylece müstekar (sizin için rahimde nihaî bir kalış yeri veya yerin üstünde dünyada nihaî bir kalış yeri) ve müstevda’ (sulbde emaneten kalınacak bir yer veya yerin altında kabirde emaneten kalınacak bir yer) vardır. Biz, anlayan kimselere âyet ve alâmetleri açıkça bildirdik.” (Enâm, 6/98)

2. İnsanın biyolojik inşa safhalarının kast edildiği yaratılışı anlamında

Mesela:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ طٖينٍ ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فٖى قَرَارٍ مَكٖينٍ ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ اَنْشَاْنَاهُ خَلْقًا اٰخَرَ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِقٖينَ

Biz insanı (Âdem’i), muhakkak ki süzülmüş çamurdan yarattık. Sonra Adem’in neslini, sağlam bir yerde (rahimde) bir nutfe (az bir su) yaptık. Sonra o nutfeyi, kan pıhtısı haline getirdik. Ondan sonra kan pıhtısını, bir parça et yaptık. O et parçasını, kemikler haline çevirdik. Kemiklere et giydirdik. Sonra onu (ilk yaratılışından), bambaşka bir yaratık yaptık. Bak ki, şekil verenlerin en güzeli Allah’ın şanı ne kadar yücedir.” (Müminun, 23/12-14),

İnsan, cansız iken Allâh (cc) onu canlı hale getirmiş, sonra dilsiz iken konuşkan hale getirmiş, sağır iken işitir hale getirmiş, görmez iken görür hale getirmiş, içine-dışına, hatta bütün uzuvlarına, her bir parçasına hiçbir kelime ile nitelenemeyecek, hiçbir açıklayıcı söz ile izah edilemeyecek derecede, sıra dışı yaratılış özellikleri ve hikmetler yerleştirmiştir.

3. Medeniyetlerin yok edilip yeni medeniyetlerin inşası anlamında

Mesela:

اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ مَكَّنَّاهُمْ فِى الْاَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ وَاَرْسَلْنَا السَّمَاءَ عَلَيْهِمْ مِدْرَارًا وَجَعَلْنَا الْاَنْهَارَ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهِمْ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَنْشَاْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْنًا اٰخَرٖينَ

Görmediler mi ki, kendilerinden önce ne kadar nesiller helâk ettik? Biz, yeryüzünde size bahşetmediğimiz güç ve imkânları onlara vermiştik. (Size vermediğimiz imkanları Âd, Semûd ve diğer kavimlere beden gücü, mal bolluğu ve dünya imkânlarına hâkimiyet şekillerinde onlara vermiştik.) Gökten, üzerlerine bol bol yağmur gönderdik. Ev ve bahçelerinin altlarından, akar ırmaklar meydana getirdik. Öyle iken, yapmış oldukları günahlar sebebiyle, onları helâk ettik de arkalarından başka yeni nesiller icat ettik.” (En’âm, 6/6)

Bu ayet-i kerimede, bir nesli yok edip, ülkelerini onlardan temizlemenin, Yüce Allah’a zor gelmediğine delâlet vardır. Zira, ülkelerini kendileri vasıtasıyla kuracağı başka kimseleri onların yerine getirmeye Allâh’ın gücü yeter.

4. İnsanın ahirette yeniden diriltilişi anlamında

Mesela:

قُلْ سٖيرُوا فِى الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ بَدَاَ الْخَلْقَ ثُمَّ اللّٰهُ يُنْشِئُ النَّشْاَةَ الْاٰخِرَةَ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ قَدٖيرٌ

De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da bakın, başlangıçta (Allah nutfeden) mahlûkatı nasıl yaratmıştır. Sonra Allah, ahiret gününde mahlûkatı (ikinci defa tekrar, yoktan var etme ve icat şeklinde) yaratacaktır. Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir.” (Ankebut, 29/20).

Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, ilk yaratılışın kendisi tarafından gerçekleştirildiğini ortaya koyunca, tekrar yaratmanın da aynen ilk yaratma gibi olduğunu akli bir ispat olarak göstermektedir. Hiçbir şeyin kendisini âciz bırakamayacağı Allah (cc), ilk yaratmada âciz olmadığı gibi, yeniden yaratma da âciz değildir.

وَاَنَّ عَلَيْهِ النَّشْاَةَ الْاُخْرٰى

Şüphesiz, tekrar diriltmek O’na aittir.” (Necm, 53/47).

Yapılan iyilik ve kötülüklerin karşılığının verilmesi açısından, Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, ikinci yaratılışı mutlaka yapacağını, adeta kendisine zorunluluk bildirecek bir şekilde (عَلَيْهِ) “aleyhi” kelimesini getirerek beyan etmiştir.

Yeniden diriltilişi ifade eden “neş’et” kelimesi tefsir kitaplarımızda, eşanlamlısı olan “ba’s, neşr, halk” gibi kavramlarla karşılanmış, bunun dışında farklı bir yorum yapılmamıştır.

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri şöyle buyurur:

اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَلَّنْ نَجْمَعَ عِظَامَهُ

İnsan (onu tekrar diriltip), kemiklerini yeniden bir araya getiremeyeceğimizi mi sanıyor?” (Kıyamet, 75/3)

Bir diğer ayet-i kerimede de şöyle buyurur:

وَهُوَ الَّذٖى اَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمٖيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيٖيكُمْ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَكَفُورٌ

Sizleri dirilten, sonra öldürecek olan, sonra da (kabirlerinizden) diriltecek olan O’dur. Doğrusu insan (Allah’ın sayısız nimetlerine karşı) çok nankördür.” (Hac, 22/66)

Yoktan ve İlk Yaratma

Kainatın özellikle ilk defa var edilişinden hareketle, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin varlığı ve birliğini ispat için kullanılan kozmolojik delil, en önemli delillerdendir. Anlatılan ve bilinen tüm özellikleriyle evrenin yaratıcısı, nedensellik uyarınca Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleridir. Buna aynı zamanda hudüs delili diyoruz. Bu delile göre evren, Kâdir-i Külli şey Allâh’tan başka hiçbir varlığın olmadığı mutlak yokluktan sonra var olmuştur. Bu anlamı ifade eden bir hadis-i şerifinde Efendimiz (sas) şöyle buyurur:

كَانَ اللَّهُ وَلَمْ يَكُنْ شَىْءٌ غَيْرُهُ، وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ، وَكَتَبَ فِي الذِّكْرِ كُلَّ شَىْءٍ، وَخَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالأَرْضَ

Allah vardı ve O’ndan başka hiçbir şey yoktu. Arşı su üzerindeydi. Zikir’de her şeyi yazdı. Gökleri ve yeri yarattı.[21]

Buradaki “zikir” ile kast edilen, Allâh’ın (cc) nezd-i uluhiyetinde bulunan “ümmü’l-kitâb” yani kitapların anası olan “zikir”dir.

Bir gün Ebu Zer (ra), mescide girer ve Efendimiz’in (sas) orada tek başına oturduğunu görür. Efendimiz (sas) ona şöyle buyurur:

يا أبا ذر إن للمسجد تحية وإن تحيته ركعتان فقم فاركعهما

Ya Ebu Zer, mescid için tahiyye gerekir. Mescidin tahiyyesi iki rekat namazdır. Kalk ve iki rekât namaz kıl.

Ebu Zer (ra) hazretleri, iki rekât tahiyyetü’l-mescid namazını kıldıktan sonra Efendimiz (sas) ile aralarında uzun bir sohbet başlar. Biz bu sohbetten, konumuzla ilgili olan kısa bir kesitini nakledeceğiz. Efendimiz (sas), akli mukayeseye imkân verecek bir tarzda arş, kürsi ve yedi kat göklerle ilgili olarak Ebu Zer Hazretlerine (ra) şöyle buyururlar:

ما السماوات السبع مع الكرسي إلا كحلقة ملقاة بأرض فلاة وفضل العرش على الكرسي كفضل الفلاة على الحلقة

Yâ Eba Zer! Yedi göğün Kürsî’ye olan nispeti, geniş bir çöle atılmış yüzük halkası gibidir. Arşın, Kürsî’ye olan nispeti de bu geniş çölün, yüzük halkasına olan büyüklüğü gibidir.[22]

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin varlığı ve birliğini ispat için kullanılan kozmolojik delilin yanı sıra bir de imkan delili bulunmaktadır. Bu delil, var olmaya başlayan her şeyin bir sebebinin olması gerektiğini, var olma açısından geriye doğru sonsuz gidişin imkansız olduğunu, bu açıdan kainatın mutlaka bir başlangıcının olması gerektiği delilidir. Yani imkan delili, sonsuza dek gidecek teselsülün imkansızlığından yola çıkarak, ilk nedenin zorunluluğunu ispatlamış olmaktadır.

Modern kozmolojinin en önemli kuramlarından birisi, kainatın bir başlangıcının olduğunu pek çok bilimsel delil ile destekleyen büyük patlama / big bang teorisidir. Big Bang, yoktan yaratılış ve başlangıç kavramlarının, yani imkan delilinin bir anlamda bilimsel öncülüğünü yapmış olmaktadır. Ezelî ve Ebedî, her şeyi yoktan var eden sonsuz güç sahibi Yüce Yaratıcının varlığını ve birliğini, rasyonel ve bilimsel olarak temellendirmeye katkı sağlaması açısından bu teori oldukça önemlidir. Çünkü, sonradan var olan kainat, varlığı için mutlaka bir sebebe ihtiyaç göstermektedir ki o da Müsebbibü’l-esbâb, yani bütün sebeplerin sahibi Allâh’tır (cc).

Allah (cc), kainatın yaratılışını nasıl yoktan gerçekleştirdi ise, tekrar yeni bir ahiret hayatını başlatacağını, açık bir kitabın kapanması ve tekrar açılması benzetmesi ile bizlere şu ayet-i kerimelerde açık ve net bir şekilde beyan etmektedir:

يَوْمَ نَطْوِى السَّمَاءَ كَطَیِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ كَمَا بَدَاْنَا اَوَّلَ خَلْقٍ نُعٖيدُهُ وَعْدًا عَلَيْنَا اِنَّا كُنَّا فَاعِلٖينَ

O gün semayı, kitapların sahifelerini dürer gibi düreceğiz. (Mahlukatı) İlk yaratışa başladığımız (yoktan var ettiğimiz) gibi, onu tekrar yaratırız (İkisi de Allah’ın kudreti için aynı seviyededir). Üzerimize aldığımız bir vaattir ki, (öldükten sonra dirilmeyi) muhakkak yapacağız (bu vaatlerimizi yapmaya elbette gücümüz yeter).” (Enbiya, 21/104)

اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَمٖيعًا وَعْدَ اللّٰهِ حَقًّا اِنَّهُ يَبْدَٶُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُعٖيدُهُ لِيَجْزِىَ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِ وَالَّذٖينَ كَفَرُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَمٖيمٍ وَعَذَابٌ اَلٖيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ

Hepinizin dönüşü ancak O’nadır (Bu sebeple O’nunla karşılaşmaya hazırlanın). Allah, bunu bir gerçek olarak vaat etmiştir. Şüphesiz O, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra, iman edip salih ameller işleyenleri adaletle mükâfatlandırmak için onu (yaratmayı) tekrar eder. Kâfirlere gelince, inkâr etmekte olduklarından dolayı, onlar için kaynar sudan bir içki ve elem dolu bir azap vardır.” (Yunus, 10/4)

Yaratmayı başlatmanın ve onu daha sonra tekrar etmenin maksat ve muktezası, mükelleflere amellerinin karşılığını vermektir.

قُلْ هَلْ مِنْ شُرَكَائِكُمْ مَنْ يَبْدَٶُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُعٖيدُهُ قُلِ اللّٰهُ يَبْدَٶُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُعٖيدُهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ

De ki: ‘Allah’a koştuğunuz ortaklarınızdan, başlangıçta yaratmayı yapacak, sonra onu tekrarlayacak kimse var mı?’ De ki: ‘Allah, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra onu tekrar eder.’ O halde, nasıl oluyor da (haktan) çevriliyorsunuz?” (Yunus, 10/34)

Bilim dünyasında, yüzyılımız içerisinde anlaşılmış olan evrenin genişlemesi delili de evrenin bir başlangıcı olduğunu, tek bir noktadan var olmaya başladığını kabul anlamına gelmektedir. Çünkü, kainatın bilimsel olarak genişlediğinin görülmesi ile, yukarıda yer alan imkan delilindeki mantıksal sonuç, aynı noktada birleşmiş olmaktadır.

Aslında Kur’ân-ı Kerîm bu hakikati (وَالسَّمَاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ) “Evreni (yaratıcı) güc(ümüz) ile inşa eden Biziz ve şüphesiz Biz onu (istikrarlı bir şekilde) genişletmekteyiz” (Zariyat, 51/47) ayet-i kerimesi ile bin dört yüz küsur yıl önce haber vermiştir.

اَللّٰهُ يَبْدَٶُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُعٖيدُهُ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Allah, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra yaratmayı (kıyamette) tekrar eder. Arkasından da (amellerinizin karşılığını görmek üzere) ancak ve yalnız O’na döndürüleceksiniz.” (Rum, 30/11)

Allâh’ın (cc) Yorulmaması

Kur’ân-ı Kerîm’de, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin “yorulmaması” ile ilgili naslar dikkat çekicidir. Konu ile ilgili iki ayet-i kerimeyi nakledeceğiz:

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذٖى خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَمْ يَعْیَ بِخَلْقِهِنَّ بِقَادِرٍ عَلٰى اَنْ يُحْیِیَ الْمَوْتٰى بَلٰى اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ قَدٖيرٌ

Gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye gücünün yeteceğini görmediler mi? Evet şüphesiz O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Ahkâf, 46/33)

اَفَعَيٖينَا بِالْخَلْقِ الْاَوَّلِ بَلْ هُمْ فٖى لَبْسٍ مِنْ خَلْقٍ جَدٖيدٍ

“(Onların da bildiği gibi) Biz birinci yaratmada yorulmadık ki (ikinci defa yaratmak bizi yorsun)? Doğrusu onlar (münkirler), yeni bir yaratıştan karışıklık içindedirler (şeytan akıllarını karıştırıp onları şaşkınlığa ve şüpheye sevk etmiştir).” (Kâf, 50/15)

Zemahşeri, “bu ayet-i kerimede, (خَلْقٍ جَدٖيدٍ) “yeni bir yaratış” ifadesindeki, (خَلْقِ) kelimesinin marife olarak değil de nekire / belirsiz şekilde getirilmesiyle, bu yeni yaratılışın, büyük bir öneme sahip ve çetin bir durum olduğunu, her duyanın onu önemsemesi ve endişe duyması, onu araştırması ve o konuda kafası karışık olarak oturmaması gerektiğini ifade etmek amaçlanmıştır” demektedir.[23]

İnsanlardaki yorgunluğu fiziksel ve zihinsel olarak iki kısımda görebiliriz. Fiziksel yorgunluğu olan bir kişi, merdiven çıkmak gibi genelde rahatlıkla yapılabilen aktiviteleri, fiziksel olarak yapmakta zorlanabilir. Tekrarlanan fiziksel yorgunluklar, özellikle uzun süre kötü uyku durumları, zamanla zihinsel yorgunluğu üretebilir. Zihinsel yorgunlukta ise, kişi bir şeye konsantre olmak ve odaklanmak konusunda zorluk çekebilir. Çalışırken kendisini uykulu hissedebilir veya uyanık kalmakta zorlanabilir. Sağlıklı bir diyet ve düzenli fiziksel aktivite, birçok insan için yorgunluğu azaltmaya yardımcı olur. Şiddetli yorgunluğu olan kişilerde, kendinden geçmiş gibi davranışlar meydana gelebilir.

İşte bütün bu eksiklikler, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri için asla geçerliliği bulunmayan durumlardır. O Celle Celâlüh, “Göklerde ve yerde bulunanların, (her şeyi) O’ndan istedikleri, Kendisi, her an yeni bir ilâhî tasarrufta” (Rahman, 55/29) Kâdir-i külli şey’dir.

Yeniden Yaratmanın Kolaylığı

Türkçemizde “kolay” kelimesi, “zahmetsizce, sıkıntı çekmeden yapılan, güçlüğü olmayan” anlamlarına gelirken, bu kelimenin karşılığı olan “zor” kelimesi ise, “sıkıntı çekilerek yapılan, güçlüğü olan, güç yapılan, rahatsızlık, ıstırap, kuvvet, güç ve baskı” gibi anlamlara gelmektedir.

Ancak, kainat gibi çok büyük bir sistem hem tek tek parçaları ile hem de bütünü açısından yaratılması ve idaresi sadece “zor” değil, ama aynı zamanda insan zihninin kavrayamayacağı derecede girifttir. Karmaşık sistemler, çok sayıda unsurdan oluşur ve bu unsurlar birbiriyle de dinamik bir etkileşim içerisinde bulunurlar. Böyle bir sistemin bileşenleri ile çevresi arasındaki etkileşim, öylesine ayrıntılı ve inceliklidir ki, sadece bileşenlerin analiz edilmesiyle dahi sistem tam olarak anlaşılmış olmaz.

Konu ile ilgili olarak sadece bir örneğe dahi bakmamız, ne demek istediğimizi daha açıklayıcı olacaktır.

Bilindiği üzere, kar taneleri kesin altıgen ölçülere sahiptir ve her bir kar tanesi farklı şekillerdedir. Mikroskobik incelemelerde, bugüne kadar altıgen simetriyi korumakla birlikte, birbiri ile aynı şekil, büyüklük ve desende tek bir kar tanesine bile rastlanmamıştır. Bu dantelimsi şekillere sahip ve her biri farklı kar taneleri, Allah’ın o eşsiz kudretiyle birbirlerine değmeden yeryüzüne kadar iner. İşte bu, Allah’ın yaratma sanatındaki kusursuz güzelliğidir.

Kur’ân-ı Kerîm’in o enfes beyanını dinleyelim:

هٰذَا خَلْقُ اللّٰهِ فَاَرُونٖى مَاذَا خَلَقَ الَّذٖينَ مِنْ دُونِهٖ بَلِ الظَّالِمُونَ فٖى ضَلَالٍ مُبٖينٍ

İşte bu gördükleriniz (sanat eserleri), Allah’ın yarattıklarıdır (inşa ettiği şeylerdendir). Haydi gösterin bana, Allah’tan başkası (tapındığınız ilâhlarınız) ne yaratmış (da sizce tapılmayı hak etmişler!)? Hayır (sahte ilahların yarattığı herhangi bir şey gösteremezler). O zalimler (Allâh’tan başkasını ilah edinip tapınan müşrik kimseler), apaçık bir sapıklık içindeler.” (Lokman, 31/11)

Unsurları birbirleri ile böylesine girift ve muazzam bir kainatı, en hassas dengesi ile yaratan ve düzene koyan Kudret-i Kâhira, onu ilk defa nasıl yarattı ise tekrar yaratacak, yeni bir hayat alanını, kendisine itaat eden kullar için daha cazip ve çekici, isyan eden kullar için de bir o kadar sıkıntılı ve meşakkatli hale getirecektir.

Cenâb-ı Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, varlığı yeniden yaratmasının kolaylığı hususunu, bizlere müteaddit ayet-i kerîmelerde şu şekilde beyan buyurur:

وَهُوَ الَّذٖى يَبْدَٶُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُعٖيدُهُ وَهُوَ اَهْوَنُ عَلَيْهِ وَلَهُ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ

O, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayacak olandır. Bu (yeniden diriltme, küllî kaidelerinizle kıyas edilebilen, idrakinizin de gerekli bulduğu prensipler dahilinde), O’na göre (ilk yaratmadan) daha kolaydır (çünkü herhangi biriniz, yaptığı bir işi tekrar yaptığında, bu iş ona öncekinden daha kolay ve basit gelir). Göklerde ve yerde en yüce ve eşsiz sıfatlar O’nundur. O, mutlak güç, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Rum, 30/27)

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ اِنَّ اللّٰهَ سَمٖيعٌ بَصٖيرٌ

“(Ey insanlar!) Sizin yaratılmanız ve öldükten sonra tekrar diriltilmeniz, ancak bir tek insanı yaratmak ve diriltmek gibidir (O’nun kudretinde, az ve çok, tek kişi veya topluluk birdir, farklılık göstermez). Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir (bir kısmını algılamak, diğer kısmını algılamaktan O’nu meşgul edemez).” (Lokman, 31/28)

زَعَمَ الَّذٖينَ كَفَرُوا اَنْ لَنْ يُبْعَثُوا قُلْ بَلٰى وَرَبّٖى لَتُبْعَثُنَّ ثُمَّ لَتُنَبَّؤُنَّ بِمَا عَمِلْتُمْ وَذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَسٖيرٌ

İnkarcılar, öldükten sonra asla diriltilmeyeceklerini zannedip iddia ettiler. (Ey Resulüm, onlara) De ki: ‘Hayır, Rabbim hakkı için muhakkak diriltileceksiniz. Sonra da yaptıklarınız size muhakkak haber verilecektir. Bu, Allah’a göre kolaydır (O’nu bundan caydırıp vazgeçirecek hiçbir güç yoktur).” (Teğabün, 64/7)

اِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُعٖيدُ

O, (mahlukatı yoktan var edip) yaratır ve (sonra öldürüp tekrar) diriltir.” (Burûc, 85/13)

اَللّٰهُ الَّذٖى خَلَقَكُمْ ثُمَّ رَزَقَكُمْ ثُمَّ يُمٖيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيٖيكُمْ هَلْ مِنْ شُرَكَائِكُمْ مَنْ يَفْعَلُ مِنْ ذٰلِكُمْ مِنْ شَیْءٍ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

Allâh, sizleri yaratan, sonra sizlere rızık veren, sonra sizleri öldürecek ve daha sonra da diriltecek olandır. Allah’a koştuğunuz ortaklardan, bunlardan (Allah’ın bu fiillerinden) herhangi birisini yapabilen var mı? (İddia ettikleri ortakların âciz, taptıkları varlıkların hiçbir şey bilmez oldukları açıktır). O (Allâh), onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir.” (Rum, 30/40)

لَخَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَكْبَرُ مِنْ خَلْقِ النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

Elbette gökleri ve yeri yaratma, insanları yaratmaktan daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu anlamazlar.” (Mümin, 40/57)

Sonuç

Kur’an-ı Kerîm’in, hiç şüphesiz en temel konuları tevhid, nübüvvet ve haşir akideleridir. Bazı alimlerimiz buna bir dördüncü husus olarak adalet mefhumunu da ilave etmektedirler. Kur’an-ı Kerîm ayetlerinin sistematik izahları ve Efendimiz’in (sas) muhteşem beyanları, tevhidin engin inanç dayanaklarını mükemmelleştirmiş, yeniden diriltiliş ve haşir akidesi konusunda, bireylerin imanlarını sarsılmaz bir şekilde tahkim etmiştir. Kur’an-ı Kerîm ve Efendimiz (sas), kıyamet ve ahiret ahvâli ile ilgili olarak, bireyin aklı, kalbi ve ruhu arasında net bir ilişkinin zemini oluşturmuştur.

Bazı kimselerin, “âhiret hayatının keyfiyeti ve âhiretteki olaylar, gayba ait meseleler olduğu için akılla izah edilemez” iddiası bütünüyle yanlıştır. Kur’an-ı Kerîm’de, kıyamet, yeniden diriltiliş, ba’s, haşir, neşir, ihya, halk, mizan ve hesap gibi, birbirinden farklı birden çok kavram kullanılarak, ahiret ahvali ile ilgili tablolar, en net çizgileri ve renkleri ile tasvir edilmiş, ahiret konusu vahyin iniş sürecinin hemen her safhasında yer almıştır.

Ayet-i kerîmelerde, yeniden diriltiliş ve haşir ile ilgili bireylerde oluşabilecek şüphe ve inkârlara en muknî cevaplar verilmiş, yeniden diriltilişin aklîliğini istidlâle yönelik deliller, en mantıkî şekillerde sunulmuş ve gerekçelendirilmiştir. Bu yönüyle Kur’an-ı Kerîm, yeniden diriltilişin temellerini, yüksek bir aklî eksen üzerine oturtmuş, yeniden diriltiliş konusundaki bu aklîlik, bireylerde güzel ahlâkın da sarsılmaz alt yapısını oluşturmuştur.

Kur’an-ı Kerîm’in, (فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ اِلَّا الضَّلَالُ) “Hak’tan sonra, sapıklıktan başka ne vardır? (Hak ilâ­ha ibadetin terk edilmesi durumunda, geriye sapıklıktan başka bir şey kalmaz)” (Yunus, 10/32) kaziyesi, ahireti, yeniden diriltilişi, haşir ve neşri inkar eden zihinlere çok dikkat çekici bir uyarısıdır. Çünkü, hak ile batıl arasında üçüncü bir durum olmadığı, bu ayet-i kerimede çok açık bir şekilde hük­me bağlanmıştır. Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerin, (فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُ) “En üstün delil, yalnızca Allah’ındır” (Enam, 6/149) beyanı da haşir, neşir, yeniden diriltiliş ve ahiret safahatının doğruluğu ve gerçekliği konusunda çok muknî bir belgesidir.

İnkârcıların öne sürdükleri sözde deliller, boş ve çürüktür. Allah’ın yeniden diriltme vaadi ise tam bir gerçekliktir. “Allah’a ve ahiret gününe imanı” genellikle beraberce beyan eden Kur’an-ı Kerîm, iman esaslarının tamamını bu temel blokajlar üzerinde yükseltmiştir. Bu yönüyle, şüpheci bir zihnin, Kur’an-ı Kerîm’in aydınlık caddesinde tereddütlerinden tam olarak kurtulabileceği, karanlık labirentlerden, aydınlık, ferah feza bir iklime, ancak Allâh’ın (cc) izni ve inayeti ile çıkabileceği görülmektedir.

Ahirete inanmayanların aklî hiçbir delilleri ve tutarlı herhangi bir mesnetleri bulunmamaktadır. Kur’an-ı Kerîm, ba’s, haşir, yeniden diriltilişin imkânı hususunu, bilhassa insanın biyolojik varlığı ve kainatın yoktan yaratılması hususları ile, geçmişte vuku bulan diriltiliş vakaları ve kainattan canlı örneklerle ilişkilendirerek, kıyas yoluyla kesin bir şekilde ispat etmektedir. Aynı zamanda, inanmayanların itirazlarını da en sağlam aklî ve mantıkî örgüler ile ve pek çok ispat ve ikna usullerine yer vererek yok etmektedir.

Çok önemli diğer bir husus ise, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine ait vaad ve vaîdin (iyilere Cennet, kötülere de Cehennem sözünün), inananlara ebedi mükafatı, inanmayanlara ebedi cezayı vermesinin, kaçınılmaz din gününde gerçekleştireceği mutlak adaletin, insanlar, hatta karınca gibi en küçük canlılar arasındaki haksızlıkları bütün incelikleri ile gidereceği hususundaki yanıltmaz beyanlarının, yeniden diriltiliş için en temel gerekçeler olmasıdır.

Ahiret hayatı ile ilgili tahlil etmeye çalıştığımız kavramların yanı sıra, “sevap” itikadının ayrıntılandırılması olan “Cennet-Cehennem ve sevap-ikap” konuları, “İyilik ve Cennetler & Suç ve Cehennem” başlıklı yazımızda daha önce incelenmeye çalışılmıştı.

Konu ile ilgili olarak burada Bediüzzaman Hazretlerini de (1878-1960) anmamız gerekir. Bediüzzaman, “yeniden diriltiliş” konusunu daha çok “haşir” kelimesi ile ifade etmiş, Sözler adlı kitabında “Onuncu Söz”ü haşir bahsine ayırmıştır. Ayrıca, Şualar, Lem’alar, İşârâtü’l-İ’câz, Asây-ı Musa, Mesnevî-i Nuriye, Mektubat ve diğer kitaplarında da konuyu temsîlî hikayelerle parlak bir şekilde işlemiş, bireylerdeki ahirete iman düşüncesinin, taklitten tahkike çıkarılabilmesi için çok büyük gayretler sarf etmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri, haşir konusunu Kur’ân-ı Kerîm ayetlerinden naklî deliller ile ayrıntılandırmakla kalmamış, mevzuyu aynı zamanda Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin Rahmâniyyet, Rahîmiyyet, Vahdâniyyet, Rubûbiyyet, Kudret, Hay, Kayyûm, Muhyî, Mümît, Bâkî, Cevâd, Cemîl, Celîl, Hafîz, Rakîb gibi sıfât-ı ulâsı ve esmâ-i hüsnâsı ile örgülü yorumlarla bir dantel gibi işlemiştir. Bu enfes yorumlarının yanı sıra, kainatta görülen gayelilik, nizâmîlik, dâimîlik, ebedîlik, fânîlik ve insan psikolojisi gibi aklî deliller ışığında da mevzuyu derinlemesine analiz etmiş, çok güzel ve doyurucu bilgiler vermiştir. Tafsilatı söz konusu eserlerine havale ediyoruz.

Câmî, vecîz, özlü, insan ruhu, kalbi ve aklına tam şifa ayet-i kerimeler ve hadîs-i şerifte yer alan dua cümleleri ile tamamlamış olalım:

رَبَّنَا إِنَّكَ مَنْ تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ أَخْزَيْتَهُ ۖ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنْصَارٍ رَبَّنَا إِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِي لِلْإِيمَانِ أَنْ آمِنُوا بِرَبِّكُمْ فَآمَنَّا ۚ رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الْأَبْرَارِ رَبَّنَا وَآتِنَا مَا وَعَدْتَنَا عَلَىٰ رُسُلِكَ وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۗ إِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْمِيعَادَ

Ey Rabbimiz, gerçekten Sen kimi ateşe sokarsan, şüphesiz onu hor ve perişan edersin. Orada zalimlerin azabını kaldıracak hiçbir yardımcıları yoktur. Ey Rabbimiz, doğrusu biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye insanları imana dâvet eden bir davetçi (Kur’ân-ı Kerîm veya ahir zaman Peygamberi Efendimiz aleyhissalâtu vesselamı) işittik. Dinledik, hemen iman ettik. Ey Rabbimiz, günahlarımızı bağışla, kusurlarımızı ört ve ruhlarımızı iyi kimselerle beraber al. Ey Rabbimiz, peygamberlerinin lisanı üzere bize vadettiğin sevabı ver ve kıyamet gününde bizi rüsvay etme. Şüphe yok ki sen vaadinden dönmezsin.” (Ali İmran, 3/192-194)

اللهمّ أحْسِنْ عَاقِبَتَنَا فِي الأُمُورِ كُلِّهَا، وَأجِرْنَا مِنْ خِزْيِ الدُّنْيَا وَعَذَابِ الآخِرَةِ

Allâhım, bütün işlerimizin akıbetini en güzel hale tahvil buyur. Bizleri dünyevi aşağılanmalardan ve âhiret azabından koru.[24] (Âmîn).

Allahım! Nebiyyullâh ve Resülullah Efendimiz Muhammed’e, büyük tufandan sana iman edenlerle birlikte kurtardığın Neciyyullâh Efendimiz Nûh’a, tertemiz Safiyyullâh ve dostun Halîlullâh Efendimiz İbrahim’e, kendisiyle konuştuğun ve sana vasıtasız münacat eden Kelîmullâh Efendimiz Musa’ya, Ruhullah ve Kelimetullah Efendimiz İsa’ya, sair resullerine ve nebilerine, bütün meleklerine, hayırlı kullarına, yer ve gök ehlinden seçtiklerine ve her türlü kötülükten arınmış ermişlerine, velî kullarının hepsine mahlukatın adedince, Zât’ının râzılığınca, Arş’ının ağırlığınca, kelimelerinin mürekkebince ve ilmin adedince salat ve selâm eyle.

والله سبحانه وتعالى أعلم بالصواب وإليه المرجع والمآب

Yüce ve her türlü eksiklik / noksanlıktan uzak Allâh (cc), doğruyu en iyi bilendir. Dönüş ve varış sadece O’nadır.

(سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ)

Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Çünkü her şeyi hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan şüphesiz ki Sensin.

(Bakara, 2/32)

تمت بعون الله تعالى وفضله وحسن توفيقه

وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Onların duaları, ‘Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur’ sözleri ile sona erer.

(Yunus, 10/10)


[1] Müslim, Mesâcid, 33 (537).

[2] “Neşir” kelimesine “ba’s, ihyâ, inşâ, halk” anlamı veren tefsirler için bkz: Ebu Cafer en-Nehhâs (v. 338/950), Meâni’l-Kur’âni’l-Kerim (Thk. Muhammed Ali es-Sâbûnî), 5/28, İhyâu Türâsi’l-İslamî, Mekke-1988; Celâleddîn es-Süyûtî (v. 911/1505), Ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsîri bi’l-Me’sûr, 11/135, 12/256, 13/278, Merkezü Hicr li’l-Bühûs ve’d-Dirâsât el-Arabiyye ve’l-İslâmiyye, Kahire-2003.

[3] Buharî, Daavât, 8 (6314); Müslim, Zikir, 59 (2711).

[4] Seyfüddin el-Âmidî, El-Mübîn fi Şerhi Maânî Elfâzi’l-Hukemâ ve’l-Mütekellimîn (Thk. Hasan Mahmud eş-Şâfiî), s. 121, Mektebetü Vehbe, Kahire-1993.

[5] Molla Aliyyü’l-Kârî, Şerhu Fıkhi’l-Ekber, s. 12, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, Mısır-1306 (1909).

[6] Kadî Beyzâvî, Tavâliu’l-Envâr, s. 234, (Çev. İ. Çelebi), Türkiye Yazma Eserler Kurumu, İstanbul-2014.

[7] Hakim, Müstedrek, 2/505 (3663); Vahidî, Esbâb-ı Nüzûli’l-Kur’ân, s. 582 (366).

[8] Abdülvehhab eş-Şa’rânî, El-Yevâkît ve’l-Cevâhir (İbnü’l-Arabî’nin Görüşleri), 2/1490, (Terc. M. Çınar), Türkiye Yazma Eserler Kurumu, İstanbul-2019.

[9] Süleyman Toprak, “Haşir”, DİA, 16/416, İstanbul-1997.

[10] Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, 4/648, Kahire-2001.

[11] Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, 4/628-629.

[12] Müslim, İman, 60 (209); Ebu Davud, Edeb, 120 (5111); İbn Hibban, Sahih, 1/358-359 (145); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/441 (9692).

[13] Buhari, Tefsir, 2/46 (4537); Müslim, İman, 151.

[14] İbnu Ebî Hâtim, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 2/507-508 (2689), (Thk. Esat Muhammed), Mektebetü Nezzâr, Riyad-1997.

[15] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/11 (16295).

[16] İbnu Ebî Hâtim, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 6/1948 (10362).

[17] Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, 21/475.

[18] Ebü’l-Kâsım Ali b. El-Hasen (İbn Asâkir), Târîhu Medîneti Dımaşk, 65/136, (Thk. Ömer b. Ğarâme el-Amravî), Dârü’l-Fikr, Beyrut-1996.

[19] İsmail b. Hammad el-Cevherî, Es-Sıhâh Tâcü’l-Lüğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye, 1/77 (Thk. Ahmed AbdülĞafûr Atar), Dâru’l-İlm, Beyrut-1984.

[20] Ebü’l-Hasen Ali bin İsmail (İbn Sîde), El-Muhkem ve’l-Muhîtu’l-A’zam, 8/90 (Thk. AbdülHamid Hindâvî), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-2000.

[21] Buhârî, Bedü’l-Halḳ, 1 (3191).

[22] Ebu Nuaym el-Isfahânî, Sünenü Isfahânî, 1/137, Mektebetü’r-Rüşd, Riyad-2004; Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, 1/167; İbn Hibban, Sahih, 2/77 (361), (Thk. Şuayb Arnavut), Müessesetü’r-Risâle, Beyrut-1993; Ali el-Müttaki, Kenzü’l-Ummâl, 16/132 (44158), Müessesetü’r-Risâle, Beyrut-1985.

[23] Zemahşerî, Keşşâf, 5/594-595.

[24] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/181 (17778); Hâkim, Müstedrek, 3/591 (6508); Taberânî, Kebîr, 2/33 (1196).

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.