Musa Kâzım GÜLÇÜR
7 Ocak/2020
İçindekiler
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Eyyûb (as) ve Sabrı 1
Sabır Dinamiği ve İmtihana En Fazla Uğrayanlar 3
Hz. Eyyûb (as)’ın Sınanma Kıssası 5
Hz. Eyyûp (as) ve Sabrı Giriş

Hz. Eyyûb (as) Allah’a yakınlığı, imanındaki kemâli, derinlikli takvası ve yüksek sabrı ile temayüz etmiş bir peygamberdir. Tefsir ve kısas-ı enbiya kitaplarında onun uzun boylu, gür saçlı ve heybetli bir kişi olduğu, Şam bölgesinde yaşadığı, geniş arazileri, on binlerce koyunu, devesi, inekleri, yüzlerce çalışanı bulunduğu nakledilmektedir. Yaşadığı dönemde Doğuda en bilinen bir kimsedir. İbni Mesud’un (ra) rivayetine göre yedi oğul, yedi kız babasıdır. Eyyûb (as), baba tarafından Hz. İshak’ın (as), anne tarafından da Hz. Lût’un (as) soyundandır. Hanımı, Hz. Yakub’un (as) kızı Liya veya Hz. Yusuf’un (as) oğlu Efraim’in kızı Rahme’dir.
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Eyyûb (as) ve Sabrı
Kur’an-ı Kerim’de Eyyûb’un (as) peygamberlik özelliği ona vahiy verildiğinin beyan edilmesi ile (Nisa, 4/163), iman, inanç ve ahlâk üstünlüğünden doğan kuvvet, sebat ve metâneti de muhsinlerden olduğu vurgusu ile (Enam 6/84) beyan edilmektedir. Şimdi aktaracağımız üzere, onun tabi tutulduğu imtihanlar karşısındaki tavrı da Kur’an-ı Kerim’de Enbiya Suresinde bizlere şu şekilde anlatılmaktadır:
وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُ اَنّٖى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمٖينَ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِهٖ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِدٖينَ
“Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti. Biz de onun duasını kabul edip kendisinde dert namına ne varsa gidermiştik. Tarafımızdan bir rahmet ve kullukta bulunanlar için de bir ibret olmak üzere ona ailesini ve onlarla beraber bir mislini daha vermiştik.” (Enbiya, 21/83-84)
Benzer bir âyet-i kerîme ise Sad Suresi’nde şu şekildedir:
وَاذْكُرْ عَبْدَنَا اَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُ اَنّٖى مَسَّنِىَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍ اُرْكُضْ بِرِجْلِكَ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ وَوَهَبْنَا لَهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنَّا وَذِكْرٰى لِاُولِى الْاَلْبَابِ وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثًا فَاضْرِبْ بِهٖ وَلَا تَحْنَثْ اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًا نِعْمَ الْعَبْدُ اِنَّهُ اَوَّابٌ
“Kulumuz Eyyûb’u da an. Hani o, Rabbine, “Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu” diye seslenmişti. Biz de ona, “Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su” dedik. Biz ona tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir o kadarını bahşettik. Şöyle dedik: “Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma.” Gerçekten biz Eyyûb’u sabreden bir kimse olarak bulduk. O ne güzel bir kuldu! O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.” (Sad, 38/41-44).
Bu iki âyet-i kerîme, Eyyûb (as)’ın imtihana maruz kaldığı yıllar içinde Cenâb-ı Hakk’a ayrı ayrı yapmış olduğu dualar olabilir. Ya da imtihanın şiddetine bağlı olarak en fazla iki defa ve artık son raddede Cenâb-ı Hakk’a bu şekilde tazarru ve niyazda bulunduğu da düşünülebilir.
Enbiya Suresinde İbrahim (as) ve Süleyman (as)’ın kıssaları tafsil edildikten sonra, Eyyûb (as)’ın yukarıda naklettiğimiz imtihanı fazla tafsilata girilmeden nakledilir. Sad suresinde ise, Allah’ın kendilerine bolca nimet verdiği Dâvûd (as) ve Süleyman (as) ile ilgili kıssalar nakledildikten sonra gelen üçüncü anlatım, Eyyûb (as) ile ilgilidir. Eyyûb (as), zikredilen peygamberler İbrahim (as), Dâvûd (as) ve Süleyman (as)’ların imtihana tabi tutulmaları gibi, kendisine çeşitli belâların isabet ettiği bir peygamberdir. Bu kıssaların maksadı âyet-i kerimenin fezlekesinde, (ذِكْرٰى لِاُولِى الْاَلْبَابِ) “akıl sahiplerine bir öğüt” olarak beyan edilmiş, amacın insanların ibret almalarını sağlamak olduğu belirtilmiştir.
İbn Abbas (ra), “Ona Eyyûb adının veriliş sebebi, her durumda yüce Allah’a dönüşünden dolayıdır” demektedir. (اِنَّ اِلَيْنَا اِيَابَهُمْ) “Şüphesiz onların dönüşü ancak bizedir.” (Ğâşiye, 88/25) âyet-i kerîmesindeki (اِيَابَ) kelimesi de aynı kökten ve “dönüş” manasındadır.
Hz. Eyyûb (as), takva sahibi, yoksullara karşı merhametli, dulları ve yetimleri kollayan, misafirlere bolca ikram eden, yolcuların yardımına koşan ve Allah’ın verdiği nimetlere şükreden iyi ve güzel bir insandır. Ancak Hz. Eyyûb’un (as) başına gelenler, sıkıntılarla imtihan edilişe ve onun insanlara örnek olarak gösterilen sabırla mukabelesine ilişkin hikâyelerin en etkileyici olanıdır.
Sabır Dinamiği ve İmtihana En Fazla Uğrayanlar
Bilindiği üzere sabır kelimesi sözlükte; katlanılması zor olan haksızlık, sıkıntı, acı, hastalık, yoksulluk, felâket vb. durumlar karşısında umutsuzluğa kapılmadan, şikâyet etmeden ve sızlanmadan dayanma, tahammül gösterme, olacak, gelecek veya gerçekleşecek bir şeyi telâşa kapılmadan bekleme, acelecilik etmeme anlamlarına gelmektedir. Ahlâkî bir terim olarak; insanlara kötülük ve musîbet gibi görünen şeylerin aslında kâinâtın nizâmı için gerekli olduğunu bilme, hadiselerin Allah’tan geldiğini görüp şikâyet etmeme, her olanı Cenâb-ı Hak’tan bilip hoşnut ve râzı olma, sızlanmama, itirazdan vazgeçme, başa gelen sıkıntı ve belalar karşısında direnç gösterme, olumsuzluklara yapıcı bir şekilde yaklaşma ve yılgınlık göstermeme gibi manalara gelmektedir. Bir hadîs-i şerîfte “sabır ışıktır”[1] buyurularak sabrın kişiyi telaştan ve yanlış işler yapmaktan koruyucu özelliği ifade edilmiştir.
:عن سعد بن أبي وقاص – رضي الله عنه – قال: سئل النبي – صلى الله عليه وسلم -: أيُّ الناس أشد بلاءً؟ قال
الأنبياء، ثم الأمْثَلُ فالأمثل، يُبتلَى الرجل على حسب دينه، فإن كان في دينه صلابة زِيدَ في بلائِه، وإن كان في دينه رقَّةٌ خُفِّف عنه، ولا يزال البلاء بالعبد حتى يمشي على الأرض ما له خطيئة
Said b. Vakkas’tan rivayete göre Efendimiz (sas)’e şöyle soruldu:
“Hangi insanlar en fazla belaya uğrayanlardır?” Cevap buyurdular:
“İnsanlar içinde en ağır imtihana çekilenler Peygamberlerdir. Sonra derecesine göre (Allâh’a en yakın olan) faziletli / salih kimselerdir. Kişi dini yaşayışının kuvvetli / kâmil ya da zayıf / noksan oluşuna göre imtihan edilir. Eğer dininde (inanç ve ahlâkında) güçlü / üstün ise, imtihanı da (göreceği bela ve musibet kemiyet ve keyfiyet itibarı ile) arttırılır. Eğer dininde zayıf / gevşek ise bela da zayıf / gevşek olur. Kul, yeryüzünde hatasız bir hale gelinceye kadar belâlar onu takip eder.”[2]
Mahbûbu hakîkî olan Allâh’ın (cc) sevgisine layık olan kimse, muhakkak belaya düşüp sıkıntı çekecektir. Belaların ve sıkıntıların azlığı veya çokluğu sevginin ölçüsü olduğu gibi, sevginin azlığı veya çokluğu da bela ve sıkıntılara katlanmakla ölçülecektir. Peygamberler arasında en faziletlisinin Efendimiz (sas) olduğu açıktır. Resülullah’ın Kureyş’in ileri gelenlerinden çektiği cefâ siyer ve hadis kitaplarımızda mevcuttur.
: عَنْ أَنَسٍ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
لَقَدْ أُخِفْتُ فِي اللَّهِ وَمَا يُخَافُ أَحَدٌ وَلَقَدْ أُوذِيتُ فِي اللَّهِ وَمَا يُؤْذَى أَحَدٌ وَلَقَدْ أَتَتْ عَلَىَّ ثَلاَثُونَ مِنْ بَيْنِ يَوْمٍ وَلَيْلَةٍ وَمَا لِي وَلِبِلاَلٍ طَعَامٌ يَأْكُلُهُ ذُو كَبِدٍ إِلاَّ شَيْءٌ يُوَارِيهِ إِبْطُ بِلاَلٍ
Efendimiz (sas) Enes b. Mâlik’ten (ra) rivayetle bir hadis-i şerîfinde şöyle buyururlar:
“Allâh yolunda hiç kimsenin korkutulmadığı kadar korkutulmaya çalışıldım. Allâh yolunda hiç kimsenin göremediği kadar eziyet gördüm. Üzerimden gecesi ve gündüzü ile otuz gün geçmiştir ki bu süre içerisinde ne benim ne de Bilâl’in bir yiyeceği yoktu. Sadece Bilâl’in koltuğunun altında sıkıştırdığı şeyden başka bir canlının yiyebileceği bir şey yoktu.”[3]
عَنِ ابْنِ شِهَابٍ، حَدَّثَنِي عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ، أَنَّ عَائِشَةَ، زَوْجَ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم حَدَّثَتْهُ أَنَّهَا قَالَتْ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَا رَسُولَ اللَّهِ هَلْ أَتَى عَلَيْكَ يَوْمٌ كَانَ أَشَدَّ مِنْ يَوْمِ أُحُدٍ فَقَالَ
لَقَدْ لَقِيتُ مِنْ قَوْمِكِ وَكَانَ أَشَدَّ مَا لَقِيتُ مِنْهُمْ يَوْمَ الْعَقَبَةِ إِذْ عَرَضْتُ نَفْسِي عَلَى ابْنِ عَبْدِ يَالِيلَ بْنِ عَبْدِ كُلاَلٍ فَلَمْ يُجِبْنِي إِلَى مَا أَرَدْتُ فَانْطَلَقْتُ وَأَنَا مَهْمُومٌ عَلَى وَجْهِي فَلَمْ أَسْتَفِقْ إِلاَّ بِقَرْنِ الثَّعَالِبِ فَرَفَعْتُ رَأْسِي فَإِذَا أَنَا بِسَحَابَةٍ قَدْ أَظَلَّتْنِي فَنَظَرْتُ فَإِذَا فِيهَا جِبْرِيلُ فَنَادَانِي فَقَالَ إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ قَدْ سَمِعَ قَوْلَ قَوْمِكَ لَكَ وَمَا رَدُّوا عَلَيْكَ وَقَدْ بَعَثَ إِلَيْكَ مَلَكَ الْجِبَالِ لِتَأْمُرَهُ بِمَا شِئْتَ فِيهِمْ قَالَ فَنَادَانِي مَلَكُ الْجِبَالِ وَسَلَّمَ عَلَىَّ . ثُمَّ قَالَ يَا مُحَمَّدُ إِنَّ اللَّهَ قَدْ سَمِعَ قَوْلَ قَوْمِكَ لَكَ وَأَنَا مَلَكُ الْجِبَالِ وَقَدْ بَعَثَنِي رَبُّكَ إِلَيْكَ لِتَأْمُرَنِي بِأَمْرِكَ فَمَا شِئْتَ إِنْ شِئْتَ أَنْ أُطْبِقَ عَلَيْهِمُ الأَخْشَبَيْنِ ” . فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَلْ أَرْجُو أَنْ يُخْرِجَ اللَّهُ مِنْ أَصْلاَبِهِمْ مَنْ يَعْبُدُ اللَّهَ وَحْدَهُ لاَ يُشْرِكُ بِهِ شَيْئًا
Bir defasında da Hz. Aişe validemizin (r. anhâ), “Ey Allah’ın Resulü, Uhud’dan daha kötü bir gün yaşadın mı?” sorusuna şu şekilde cevap buyurdular:
“Gerçekten kavmin Kureyş’ten gelen birçok zorluklarla karşılaştım. Onlardan başıma gelenin en şiddetlisi, Akabe günü gelmiştir. Ben, Kureyş’ten gördüğüm, eziyetten dolayı Taif’e gidip hayatımın korunmasını Abdu-Kulâl’in oğlu İbn Abdu Yâlîl’e teklif etmiştim. O, bu isteğime cevap vermedi. Ben de kederli bir halde yüzümün gördüğü tarafa Mekke’ye doğru dönmüştüm. Bu halim, Karnü’s-Seâlib’e kadar devam etti. Başımı kaldırıp semaya baktığımda bir bulutun beni gölgelendirmekte olduğunu gördüm. Buluta dikkatlice baktığımda ise, içinde Cebrail’in (as) olduğunu gördüm. Cebrail (as) bana seslenerek:
“Muhakkak Yüce Allah, kavminin sana söylediklerini ve sana verdikleri ret cevabını işitti. Onlar hakkında dilediğini kendisine emretmen için sana Dağlar Meleğini gönderdi” dedi.
Bunun üzerine Dağlar Meleği bana seslenip selâm verdi. Sonra da;
“Ey Muhammed! Doğrusu Allah, kavminin sana söylediklerini işitti. Ben, Dağlar Meleğiyim! Rabbin, beni sana dilediğini emretmen için gönderdi. Şimdi ne dilersen dile! Eğer şu iki yalçın dağı, Ebu Kubeys ile Kayakan dağlarını onların üzerlerine kapamamı istersen, emret bu iki dağı onların üzerlerine kapayayım” dedi. Resülullah (sas), ona: “Hayır! Allah’ın, onların soylarından sırf Allah’a ibadet edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim!” buyurdu. [4]
Bu bir sınama, musibetlere müptela etme, böylece sabredip sabretmediklerini görme kanunuydu. Allâh’ın (cc) bilhassa da sevdiği topluluklara uyguladığı bir kanun.
Mahmud b. Lebîd’den rivayetle Efendimiz (sas) buyuruyor:
“Allâh (cc), bir topluluğu severse, onları imtihana tabi tutar. Sabrederlerse sabırlarının mükafatını alırlar. Yok şikâyet ederlerse sadece şikayetleri ile kalmış olurlar.”[5]
Sevilen topluluklara uygulanan bu kanun, aynı zamanda sevilen bireyler için de geçerli. Yukarıdakine benzer bir hadîs-i şerifte, bu arınma kanunun sevilen bireylere uygulandığı hususu Said b. Müseyyeb’in (ra) Efendimiz’den (sas) rivayeti ile şu şekilde:
“Allâh (cc) bir kulunu sevdiği zaman ona belayı musallat eder. Çünkü kulunun bu belalar vesilesi ile temizlenmesini murad etmektedir.”[6]
Kur’ân-ı Kerîm bu sınama kanununu şu şekilde beyan buyurur:
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَىْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرٖينَ
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” Bakara, 2/155
Hz. Eyyûb (as)’ın Sınanma Kıssası
Hz. Eyyûb (as) da mübarek peygamberler silsilesinde yer alan, daima Allâh’a yönelen, sabrı ile imtiyaz eden güzel bir kuldu. Malı ve evladı çoktu. Rabbine devamlı olarak şükür ve hamd duyguları ile dolu idi. Ancak Allah Teala onu da malı, evladı ve hatta vücudu ve sağlığı ile imtihan etmiştir. Hz. Eyyûb (as), bütün imtihanlara karşı sabredip Rabbine itaat etmeye devam etmiştir. Sonunda sabırda zirveye ulaşmış ve “Eyyup sabrı” sözü meşhur olmuştur. Hz. Eyyûb (as)’da iki tür meşakkat ve sıkıntı bulunuyordu:
a) Malı, mülkü ve hatta ailesinden bir kısmının yok olması, bunun yerini de bela ve sıkıntıların alması,
b) Bedenindeki şiddetli hastalıklar, acılar ve sızılar.
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
إِنَّ اللَّهَ إِذَا أَحَبَّ عَبْدًا دَعَا جِبْرِيلَ فَقَالَ إِنِّي أُحِبُّ فُلاَنًا فَأَحِبَّهُ – قَالَ – فَيُحِبُّهُ جِبْرِيلُ ثُمَّ يُنَادِي فِي السَّمَاءِ فَيَقُولُ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ فُلاَنًا فَأَحِبُّوهُ . فَيُحِبُّهُ أَهْلُ السَّمَاءِ – قَالَ – ثُمَّ يُوضَعُ لَهُ الْقَبُولُ فِي الأَرْضِ . وَإِذَا أَبْغَضَ عَبْدًا دَعَا جِبْرِيلَ فَيَقُولُ إِنِّي أُبْغِضُ فُلاَنًا فَأَبْغِضْهُ – قَالَ – فَيُبْغِضُهُ جِبْرِيلُ ثُمَّ يُنَادِي فِي أَهْلِ السَّمَاءِ إِنَّ اللَّهَ يُبْغِضُ فُلاَنًا فَأَبْغِضُوهُ – قَالَ – فَيُبْغِضُونَهُ ثُمَّ تُوضَعُ لَهُ الْبَغْضَاءُ فِي الأَرْضِ
Ebû Hüreyre’den (ra) rivayete göre Resülullah (sas) şöyle buyurur:
“Şüphesiz ki, Allah bir kulu sevdiği vakit, Cibril’i çağırır ve: “Ben falanı seviyorum, onu sen de sev!” der. Böylece onu Cibril (as) de sever. Sonra Cibrîl (as) semâda seslenerek: “Allah filanı muhakkak ki seviyor, onu siz de sevin!” der. Artık onu semâ ehli de severler. Sonra onun için yeryüzüne kabul konulur. Bir kula da buğz etti mi de Cibril’i çağırarak: “Ben falana buğz ediyorum, ona sen de buğz et!” der. Ve Cibril ona buğz eder. Sonra semâ ehli arasında: “Allah falana buğz ediyor, ona siz de buğz edin!” diye seslenir. Onlar da kendisine buğz ederler. Sonra o kul için yeryüzüne buğz konulur.”[7]
Rivayet olunduğuna göre İblis, meleklerin Hz. Eyyûb (as)’u sevdiklerini, Cebrail’in (as) “Allah filanı muhakkak ki seviyor, onu siz de sevin!” nidasını ve meleklerin de bu emre imtisalen Hz. Eyyûb (as) için muhabbet ve istiğfar hallerini öğrendiğinde, kendisini zaten fıtratında bulunan haset iyice bürüdü ve Cenâb-ı Hakk’a yönelip;
“Ya Rabbi, sen Eyyûb (as)’a nimet verdin, o Sana şükretti. Ona afiyet verdin, o Sana hamd etti. Ama sen onu ne bir sıkıntı ne de bir belâ ile denemedin. Ben şunu iddia ediyorum: Şayet bana müsaade edersen, o mutlaka Sana karşı nankörlükte bulunacaktır” dedi.
Cenab-ı Hakk, hikmete mebni olarak şeytana müsaade etti. Derken şeytan, Eyyûb (as)’a vesvese vermeye başladı. Eyyûb (as) ise, İblis’i görür, ondan Allâh’a sığınır ve ona hiçbir şekilde değer vermezdi. Bu defa İblis;
“Ya Rabbi, o benden Sana sığındı ve bana değer vermedi. Beni onun malına musallat et” dedi.
Cenab-ı Hak yine hikmeti gereği müsaade etti. Melun İblis hemen yeryüzüne indi. Şeytanların becerikli ve dahi olanlarını bir araya getirdi ve onlara:
“Gücünüz kudretiniz nedir? Ne yapabilirsiniz? Çünkü ben, Eyyûb (as)’un malına musallat kılındım” dedi.
Becerikli bir şeytan:
“Bana, istediğim zaman ateşten bir kasırgaya dönüşebileceğim ve uğradığım her şeyi yakabileceğim bir kuvvet verildi” dedi.
İblis:
“O halde sen, Eyyûb (as)’ın develerine ve çobanlarına git, musallat ol” dedi.
O da insanlar farkına varmadan kendisine yaklaşan, her şeyi yakan ateş kasırgaları haline gelerek Eyyûb’un (as) mallarını ve hayvanlarını çıkardığı bir yangınla yok etti. İnsanlar bu olaya şaşırıp dehşete kapıldılar. Kimileri;
“Eyyûb boşa ibadet ediyor, bir aldanış içindedir” derken, kimileri de;
“Şayet, Eyyûb (as)’un ilahı muktedir olsaydı, bu belayı sevdiği kimseden uzak tutardı” diyordu. Bazıları da;
“O, başına gelenlere düşmanları sevinsin ve dostları da feryat ve figan etsinler diye bu durum başına gelmiştir” demekteydi.
Bu olayların arkasından İblis, hemen çobanlardan birinin kılığına girerek Eyyûb (as)’a gitti ve onu namaz kılarken buldu. Eyyûb (as) namazını bitirince:
“Ey Eyyûb, senin seçip beğendiğin develerine ve çobanlarına, Rabbinin ne felaketler getirdiğinden haberin var mı?” deyince, Eyyûb (as) durumu anladı ve:
“O develer, bana iğreti olarak verilmiş olan mallardır. Allâh, malların sahibidir, istediği zaman onları çekip alır. Bana malı verdiğinde de benden aldığında da hamd, ancak Allah’a mahsustur. Annemin karnından çıplak olarak çıktım, toprağa da öyle döneceğim. Allah’ın huzurunda da böyle haşr olacağım. Ey çoban, Allah şayet sende bir hayır olduğunu bilseydi, senin ruhunu da o çobanlarla birlikte alır, böylece şehit olurdun. Bundan ötürü de Cenâb-ı Hak seni ödüllendirirdi. Ancak ne var ki Cenâb-ı Hak, senin şerli ve kötü olduğunu bilmiş de bundan dolayı seni öldürmemiş ve geriye bırakmış” diye cevap verdi.
İblis, amacına ulaşamamanın verdiği hırsla geriye döndü ve;
“Ya Rabbi, Eyyûb, malının gitmesine de aldırış etmedi. Beni onun çocuklarına musallat eder misin? Çünkü neticede insanın evlatları da bir imtihan unsurudur” dedi. Cenâb-ı Hak:
“Seni onun çocuklarına musallat kıldım” buyurarak müsaade etti.
İblis, Eyyûb (as)’ın çocukları evlerinde iken geldi ve o evi temelinden itibaren onların başına geçirdi. Sonra da başı yarılmış, kafasından kanlar akan yaralı bir haberci kılığına bürünerek Eyyûb (as)’ın yanına geldi ve;
“Çoluk çocuğunun yıkıntılar arasında ezilmiş hallerini ah bir görseydin, kalbin paramparça olurdu!” dedi ve bu sözünü etkili olabilmek için sürekli tekrarladı.
Eyyûb (as)’ın kalbini böylece rikkate getirmeye ve ağzından yanlış şeyler çıkmasına çalıştı. Hz. Eyyûb (as) da üzüntüsünden ağladı ve yerden bir avuç toprak alarak başına saçtı. İblis bu durumu değerlendirdi. Ancak Eyyûb (as) hemen Allâh’a (cc) istiğfarda bulunarak;
“İnnâ lillâhi ve inna ileyhi râciûn” dedi. Neticede Eyyûb (as) bu durumu da Allâh’ın takdirine verdi ve başına gelenleri sabırla karşıladı.
Derken şeytan, “Ya Rabbi, o malına ve çocuklarına gelen musibetlere aldırış etmedi. Beni, onun bedenine musallat et. Şayet sen beni onun bedenine musallat edersen, senin nimetlerine nankörlük edecektir, buna kefil oluyorum” dedi. Cenâb-ı Hakk:
“Git, seni sadece onun bedenine musallat kıldım. Ancak senin, onun aklı, kalbi ve diline bir etkin olmayacaktır” buyurdu ve müsaade etti.
O da Eyyûb (as)’un bedenine nüfuz etti. Eyyûb (as)’da şiddetli hastalıklar ve yoğun acılar meydana geldi. Vücudunda, tepeden tırnağa tahammül edemeyeceği derecede kaşıntılar meydana geldi. Vücudunu kaşımaktan bir türlü kendisini alamıyordu. Ta ki bedeni parçalanmaya ve rengi değişip kokuşmaya başladı. Onun belâya uğradığı vücudu üzerinde görülmeye başlayınca kavmi;
“Onun bizimle kalması bize zarar vermeye başladı. Bizim yanımızdan uzaklaşıp gitsin” dediler.
Hanımı onu alıp şehrin dış taraflarına çıkardı. Topluluk şehrin dışına çıktıklarında onu görmeyi bile bir uğursuzluk saymaya başladılar ve;
“Onu göremeyeceğimiz bir yere kadar uzaklaşıp gitsin” dediler.
Hz. Eyyûb (as)’ı, o beldedekiler dışarı çıkardılar ve onu bir çöplüğün bulunduğu yere bıraktılar. Artık kendisine kimse yaklaşmıyordu. Sadece hanımı onun işlerini görüyor ve günlük gıdasını ona götürüyordu.
Derken şeytan, bir adamın kılığına bürünerek Eyyûb (as)’un hanımının yanına geldi ve;
“Ey Allah’ın cariyesi, kocan nerede?” dedi. Kadın:
“O, şu yaralarını kaşıyıp duran ve bedeninde kurtların dolaştığı kişidir” diye cevap verdi.
İblis, Hz. Eyyûb (as)’ın hanımından bu sözleri duyunca, bütün bunların bir sabırsızlık emaresi olduğunu umarak ona vesvese vermeye başladı ve kadına daha evvel içinde bulundukları nimetleri, malı, mülkü, Eyyûb (as)’ın gençliğini ve güzelliğini sayıp dökmeye başladı. Bunları duyan kadıncağız feryad u figan etti. Kadın ağlayınca İblis, ona bir kuzu getirerek;
“Eyyûb bunu benim adımı anarak kessin, iyileşecektir” dedi.
Hanımı Eyyûb (as)’a gelerek;
“Eyyûb, Rabbin sana ne zamana kadar azap edecek? Sana acımayacak mı? Malın, sürülerin, çocukların, dostların nerede? O güzel tenin nerede, şu anda çürümüş ve tıpkı kül gibi olmuş, içinde kurtlar dolaşmaktadır! Şu kuzuyu şeytanın adını anarak kes ve bu dertlerden kurtul” dedi.
Eyyûb (as);
“Sana vahyin düşmanı geldi, bunları telkin edip üfledi ve sen de ona uydun. Yazıklar olsun! Senin ağladığın şey, daha önce elimizde bulunan mal mülk, çoluk çocuk ve sağlık durumudur. Bütün bunları bize kim vermişti?” dedi. Hanımı;
“Allah” diye cevap verince Eyyûb;
“Peki biz bu nimetlerden ne kadar süreyle faydalanabildik?” dedi. Hanımı;
“Seksen yıl” deyince, Eyyûb (as);
“Cenâb-ı Hakk bizi, bu belâya ne zamandan beri duçar kıldı?” dedi. Hanımı;
“Yedi küsur seneden beri” deyince de Eyyûb (as);
“Yazıklar olsun! Allah’a yemin ederim ki, sen Rabbine insaflı davranmadın. Tıpkı seksen yıl bolluk içinde olduğumuz gibi seksen yıl belâya sabredemez misin? Allah’a yemin olsun ki, şayet bana şifa verirse, sana yüz değnek vuracağım. Çünkü sen Bana Allah’tan başkası adına hayvan kesmemi emrettin. Bundan sonra, bana getirdiğin yiyecek ve içeceklerden herhangi bir şey tatmak bana haram olsun!” dedi ve kovdu.
Hanımı da çekip gitti. Ancak şeytan bu defa Eyyûb’a geldi. Rabbi konusunda onu ümitsizliğe düşürmeye ve sabırsızlığa sevk etmeye çalıştı. İşte bu sebeple Eyyûb (as), kalbinde, ümitsizliğin kuvvet kazanacağından endişelendi ve Allah’a yalvararak;
“Gerçekten, şeytan beni yorgunluğa ve azaba uğrattı…” dedi.
Cenâb-ı Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri de duasına icabet ederek şöyle vahyetti:
“Ayağınla yere vur…”
Böylece ayağının altından soğuk ve şifalı bir su çıkarttı. Eyyûb (as), o suyla yıkandı, içindeki ve dışındaki bütün hastalıklar Allâh’ın izni ile yok oldu. Sapasağlam ayağa kalktı, elbiselerini giyindi, gençliği ve güzelliği kendisine yeniden geldi. Birden, olabilecek en güzel hale gelmişti. Evine dönmüş olan hanımı;
“O beni kovmuş olsa da açlıktan ölsün ve kurt kuş yesin diye onu yalnız mı bırakacağım? Mutlaka ona tekrar dönmeliyim” dedi.
Döndüğünde ise ne o çöplüğü ne de o kötü durumu göremedi. Birden, her şeyin değişmiş olduğunu fark etti. Çöplüğün olduğu yerde dönüp dolaşmaya ve ağlamaya başladı. Bütün bunlar Eyyûb (as)’ın gözü önünde cereyan ediyordu. Kadıncağız o güzel elbise giyinmiş adamın yanına varıp ona sormaktan da çekindi. Eyyûb (as) onu yanına çağırdı ve;
“Ey Allah’ın kulu ne arıyorsun?” dedi. Kadın ağlayarak;
“Çöplüğün üzerine bırakılmış olan ve dertlere müptelâ kılınmış adamı arıyordum” dedi. Eyyûb (as) ona;
“Onu niçin arıyorsun? deyince kadın tekrar ağladı ve;
“O, benim kocamdı” dedi. Hz. Eyyûb (as);
“Görsen onu tanır mısın?” deyince kadın;
“Kim daha önce gördüğünü tanımaz ki?” dedi. Bunun üzerine Hz. Eyyûb (as) tebessüm ederek;
“Ben oyum” deyince kadıncağız onu gülüşünden tanıdı ve hemen boynuna sarıldı. Hz. Eyyûb (as);
“Sen bana İblis adına kuzu kesmemi söylemiştin. Ben ise, Allah’a itaat ettim ama şeytana isyan ettim. Sadece Allah’a yalvarıp yakardım. Allâh da gördüğün bu halimi bana iade etti” dedi.
Böylece Allah Teâlâ, Eyyûb (as)’a sabrına karşılık, sıhhat ve mal vermek suretiyle yeniden dünya nimetlerinden faydalandırdı. Ona güç ve kuvvet ihsan etti. İbni Mesud’un (ra) rivayetine göre Hz. Eyyûb (as)’un hastalığı esnasında yedisi erkek, yedisi kız olmak üzere bütün çocukları vefat etmişti. Ona şifa verildikten sonra hepsi de diriltildiler. Bu şekildeki diriltilmeler, naslara ve şeri şerîfe aykırı değildir. İnsanların öldükten sonra dünyada iken yeniden diriltilmeleri ile ilgili çeşitli olaylar Kur’ân-ı Kerîm’de zaten nakledilmektedir (Bkz. Bakara, 2/56; 2/259; Araf, 7/155; Kehf, 18/19). Rivayete göre Hz. Eyyûb (as) hastalanmadan önce yetmiş, iyileştikten sonra da yetmiş yıl yaşamıştır. Hanımı, bu çocuklarının dışında yedi erkek, yedi kız çocuk daha doğurmuş, böylece nesli daha da çoğalmıştır.
Allah Teâlâ ayet-i kerimenin fezlekesini şöyle belirlemektedir:
“Temiz akıl sahipleri için bir ibret olarak…”
Bunun anlamı, “Biz önce ona belâ verdik. O ise sabretti. Sonra ondan bu belâyı kaldırıp, sabredenin kazanacağına akıl sahiplerinin dikkatini çekmek için, ona çeşitli nimetlerimizi ve ihsanlarımızı verdik” demektir.
Sonuç

Kuşkusuz Hz. Eyyûb’un (as) tabi tutulduğu imtihan bütün insanlığa bir örnektir. Onun sabrında önemli bir ibret dersi vardır. Hz. Eyyûb (as) sabır, edep ve güzel akıbet konusunda kendisine bakışların hayranlıkla yöneldiği parlak bir ufuktur. İblis onu kandırmak için, ruhunu ve kalbini değiştirmek için çok uğraşmış, ancak başaramamıştır. Eyyûb (as) imtihanında sabretmiş, Allah’a boyun eğmeye O’na yönelmeye, hastalıktan kurtulmak için Allah’a dua etmeye devam etmiştir.
Hastalık, sıhhat, zenginlik, fakirlik, zayıflık ve kuvvetli olma durumlarında Allâh’a (cc) yönelen kullar her daim bulunmaktadır. Ancak Hz. Eyyûb (as), bu durumun önemli ve çok dikkat çeken güzel bir örneğidir. Rahat bir yaşamı, maddi zenginliği ve nimetler içerisinde olup da şiddetli imtihanlara maruz kalınca sabretmesi ile, nimetler elinden alınınca kızmamasıyla, sınavı başarı ile tamamlamasıyla muhteşem bir örnek. Dillere destan sabrı ile Allah’ın onu bağışlamasını, inayetini, zorluk ve darlıktan sonra kolaylığı ve kurtuluşu kalp, ruh, akıl ve iradesini güçlü tutarak hak etmiştir.
Günümüz Müslümanlarının da görevi darlık ve sıkıntı zamanlarında tıpkı bolluk ve refah anlarında olduğu gibi Allah’a yönelmeleri, O’na karşı samimi olmaları, kolaylık anında O’na şükretmeleri, zorluk anında da musibetlere sabretmeleridir.
Herkes için Allah’tan (cc) sağlık, esenlik ve âfiyet dileklerimizle…
[1] Müslim, Taharet, 1 (223); Tirmizi, Daavât, 86 (3517).
[2] Dârimî, Rikâk, 67 (2825); Ahmed b. Hanbel, 1/73-74 (1494); İbn-i Mâce, Fiten, 23 (4023); Tirmizî, Zühd, 57 (2398).
[3] Tirmizi, Kıyamet, 34 (2472); İbn Mace, Mukaddime, 32 (151).
[4] Müslim, Cihad, 39 (1795);
[5] Ahmed b. Hanbel, 5/427 (24022); 5/428 (24033); 5/429 (24041); Beyhakî, Şuab, C. 12, s. 235-236 (9327); C. 12, s. 238 (9332); Ali el-Müttakî, Kenzu’l-Ummâl, C. 3, s. 325 (6776).
[6] Beyhakî, Şuab, C. 12, s. 238 (9333); Ali el-Müttakî, Kenzu’l-Ummâl, C. 3, s. 325 (6775).
[7] Müslim, Birr, 47 (2637); Buhari, Bedu’l-Halk, 6 (3209).
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.