Umut ve Umutsuzluk

Musa Kâzım GÜLÇÜR

9 / 3 / 2021

İçindekiler

Giriş

“Umut” Nedir?

“Umutsuzluk” Nedir?

Sonuç

أعوذ بالله من الشيطان الرجيم بِـــــــــــــــــــــــــــــــــسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

والحمد لله رب العالمين، والعاقبة للمتقين، والصلاة والسلام على عبده ورسوله وأمينه على وحيه وخليله وصفوته من عباده نبينا وإمامنا وسيدنا محمد بن عبدالله، وعلى آله وأصحابه، ومن سلك سبيله، واهتدى بهداه إلى يوم الدين

رَبِّ يَسِّرْ وَلاَ تُعَسِّرْ، رَبِّ تَمِّمْ بِالْخَيْرِ، وَبِهِ الْعَوْنُ

لَا يَسْأَمُ الْإِنْسَانُ مِنْ دُعَاءِ الْخَيْرِ وَإِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ فَيَئُوسٌ قَنُوطٌ

İnsan, hayır (mal, mülk, genişlik, nimet vb.) istemekten usanmaz. Fakat başına bir kötülük (darlık, fakirlik, sıkıntı vb.) gelince, umutsuzluğa düşer, karamsarlığa kapılır (acziyet içinde kalıp, hayal kırıklığına uğrar).” (Fussilet, 41/49)

قُلْ يَا عِبَادِىَ الَّذٖينَ اَسْرَفُوا عَلٰى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمٖيعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحٖيمُ

De ki: Ey benlikleri aleyhine aşırı giden (günahlara dalmada ölçüyü kaçıran ve kendi özlerine karşı aşırılığa düşmek suretiyle cürüm işlemiş) kullarım! Allah’ın rahmetinden umut kesmeyiniz. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Zümer, 39/53)

Bu ayet-i kerime ile ilgili olarak Efendimiz (sas), âzatlısı Sevbân b. Bücdüd el-Himyerî’nin (ra) (v. 54/674) rivayeti ile şöyle buyurmaktadırlar:

Bu ayete karşılık, bütün dünya ve içindekiler benim olsaydı, istemezdim!

Bir adam dedi ki:

“Ya Resulallah! (Allah) Şirk koşanları da mı (affedecek)?”

Efendimiz (sas) bir süre sustu. Sonra üç kez şöyle buyurdular:

Şirk koşanlar hariç![1]

Ye’sin sonu yoktur, ona bir kere düşersen

Hüsrana düşersin, çıkmazsın ebediyen.

Mehmet Akif, Safahat-Azim (1936)

Hope and Hopelessness (Abstract)

Man, never tires of appealing for good, while if some evil ever afflicts him, he becomes desperate, disheartened.” (Ha Mim, 41/49)

Say: My servants who have acted extravagantly against themselves still do not despair of God’s mercy. God forgives all offenses; He is the Forgiving, the Merciful.” (The Companies, 39/53)

Regarding this verse, our Prophet (pbuh), with the narration of Sevbân b. Bücdüd el-Himyerî (d. 54/674), stated the following:

If the whole world and its contents would be mine against this verse, I wouldn’t want it!

A man said:

“O dear prophet! Will Allah forgive those who associate idolatry?”

Our Prophet (pbuh) was silent for a while. Then He said the following sentence three times:

Except for those who practice shirk!

Hopelessness has no end, once you fall into it,

You will be disappointed and shall be there forever.

Mehmet Akif, Stages (Safahat-Azim, 1936)

Human beings, by their nature of emotion, can relieve their spiritual pain thanks to the feeling of hope -waiting for something to happen-, moreover, as a result of their senses such as powerlessness, worthlessness, inadequacy, meaninglessness, and aimlessness; they can be caught in a whirlwind of despair.

Hope is a spiritual attitude that is largely nurtured by our religious and moral values. However, the negative damage caused by rapid social changes, especially on our religious beliefs and values, has also led to the dissolution of today’s people’s feelings and thoughts about hope.

The word “hope” (Persian: umid) means the soothing and comforting feeling of the possibility that something desired can happen, expecting something to happen with the belief that it will be realized.

The Arabic equivalent of the word “hope” is the word “racâ”. Even though words like “wish” and “ambition” are used in a similar sense, they do not correspond to the word “hope”. For example, if a person has empty hopes and delusions about the occurrence of any imagination or thought, it is called “wish”, but not “hope”.

According to the glossary Kashaf Istilahat al-funun wa-al-’Ulum which author is the Indian scholar Muhammad ibn ‘Ali al-Tahânawi (d. 1158/1745), hope is to expect better from those who have charity. Also hope is to rely on the generosity of the great-hearted, to find peace in the heart while waiting for something loved to happen.

Suppose we want to see the description of the American expert in positive psychology Charles Richard Snyder (d. 2006) in his book Handbook of Hope Theory. In that case, hope is a cognitive attitude based on a mutually derived sense of successful agency (goal-oriented determination) and paths (planning to achieve goals).

Based on these descriptions, we can say that hope symbolizes desire, the eagerness to wait for something to happen, an inner phenomenon, power, and desire that contains activity.

Goals must have sufficient value to become our conscious thought. But paradoxically, hopeful goals have some uncertainty. Indeed, research confirms that people use hope more to achieve intermediate goals.

Once a person has conceived of hope, it becomes an assumption. Your assumption, your hope, by its nature uses everything to feed itself, and from the first moment you put it forward, your assumption is often strengthened by everything you see, hear, listen to, or understand.

Probably the greatest sources of human joy and suffering are based on three motives: mastery, attachment, and survival. We spend most of our time and energy understanding, controlling, maintaining, repairing, and honoring these motivational and vital signs. This leads us to the basic sense of hope which is the coincidence of will and purpose. These virtues, will and purpose, are indispensable for any good endeavor.

Umut ve Umutsuzluk Giriş

Umut, arzu edilen, olması istenen bir şeyin gerçekleşebileceği ihtimâlinin verdiği rahatlatıcı ve ferahlatıcı duygu, bir şeyin tahakkuk etmesi inancıyla meydana geleceğini beklemedir. Umutsuzluk, kişinin iyilik halinden yoksun oluşu, isteksizliği ve amaçsızlığıyla birlikte, yaşam olaylarını olumsuz yönde algılamasına neden olan negatif bilişsel bir değerlendirmedir. Umutsuzluk, kişinin içinde bulunduğu duruma ve gelecek zamanda karşılaşacağı sorunlara karşı olumsuz bir bakış açısı içerisinde olmasıdır.

İnsan, yaratılış donanımları gereği, gerçekleşmesini arzu ettiği bir şeyin olmasını umut etme, isteme ve bekleme duygusu sayesinde, ruhsal acılarını dindirebilmekte ve umutlanmakta, güçsüzlük, değersizlik, yetersizlik, anlamsızlık ve amaçsızlık gibi duygularının sonucu olarak da umutsuzluk girdabına kapılabilmektedir.

Umut, büyük ölçüde dini ve ahlâkî değerlerimizle beslenen ruhsal bir tutumdur. Ancak hızlı sosyal değişimlerin, bilhassa dini inançlarımız ve değerlerimiz üzerinde oluşturduğu olumsuz tahribat, günümüz insanının umuda yönelik duygu ve düşüncelerinde de çözülmeler meydana getirmiştir.

Umut” kelimesinin Arapçadaki karşılığı “recâ” kelimesidir. Arapçadan Türkçeleşmiş “temenni” ve “emel” gibi kelimeler, benzer anlamda kullanılsalar da “umut” kelimesini karşılamamaktadır. Mesela, herhangi bir tasavvur ve düşüncenin meydana gelmesi hususunda kişi boş kuruntulara kapılıyorsa buna “temenni” denmekte, ama “umut” denmemektedir.

Hintli âlim Tehânevî’nin (v. 1158/1745), Keşşâfü Istılâhâti’l-Fünûn ve’l-Ulûm adlı çeşitli ilimlere ait terimler ansiklopedisindeki tarife bakarsak umut, hayır elinde olandan hayır bekleme, sevilen ve kerim olanın cömertliğine güvenme, sevdiği bir şeyin olmasını beklerken kalbin huzur bulmasıdır.[2]

Pozitif psikoloji konusunda uzman Amerikalı Charles Richard Snyder’in (v. 2006) Handbook of Hope Theory adlı kitabındaki tarifi ile görmek istersek umut, karşılıklı olarak türetilmiş başarılı bir eylemlilik duygusuna (hedefe yönelik belirleme) ve yollara (hedeflere ulaşmayı planlama) dayanan bilişsel bir tutumdur.[3]

Bu tariflerden hareketle umudun, herhangi bir şeyin hasıl olması yönündeki arzuyu, hedefin gerçekleşmesini iştiyakla beklemeyi, aktifliği içinde barındıran içsel bir olguyu, güç ve isteği sembolize eden bir duygu durumunu ifade ettiğini söyleyebiliriz.

Bilinçli düşüncemiz haline gelebilmesi için, hedeflerimizin yeterli değerlere sahip olması gerekir. Ancak paradoksal bir şekilde umutlu hedefler, bir miktar belirsizliğe sahiptir. Nitekim araştırmalar, insanların umudu, daha çok orta düzey hedeflere ulaşma şeklinde gördüklerini doğrulamaktadır.

Bir insan, umudu bir kez tasarladığında bu artık bir varsayım halindedir. Varsayımınız yani umudunuz, doğası gereği her şeyi uygun besin olarak kendine asimile eder ve bu varsayımınız / umudunuz, ortaya koyduğunuz ilk andan itibaren, genellikle gördüğünüz, duyduğunuz, dinlediğiniz veya anladığınız her şeyle daha da güçlenir.

Muhtemelen, insan sevincinin ve ıstırabının en büyük kaynakları, şu dört güdüye dayanmaktadır: Ustalık, bağlanma, hayatta kalma ve korku. Zamanımızın ve enerjimizin çoğunu, diğerlerinden daha fazla olarak bu motivasyonel ve yaşamsal belirtileri anlamak, kontrol etmek, sürdürmek, onarmak ve onurlandırmak için harcarız. Bu da bizleri, irade ve amacın örtüşmesinden oluşan temel umut duygusuna götürür. Bu iki erdem, irade ve amaç, her tür güzel çaba için olmazsa olmazlardandır.

Şimdi, umudun ve umutsuzluğun ruhsal ve zihinsel kökenlerini ayrı başlıklar halinde, biraz daha derinlemesine ve ayrıntılı bir şekilde görmeye çalışacağız.

“Umut” Nedir?

Umut, ummaktan doğan, gelecekle ilgili pozitif beklentileri ifade eden, bireyin olumlu beklentilerine eşlik eden, iyi olma ve güven duyma hissinin adeta harmanlanmış bir halidir. Kişiyi, hedefe giden yolda harekete geçiren, güdüleyen bir özellik olup, bütün insanlarda evrensel bir duygudur. Umut, hayatın ve olayların getirmiş olduğu zorluklar karşısında, bireylerin yılmadan mücadele edebilmelerinin temel bir dinamiğidir. Umut, insanın en aslî ve önemli ruhsal gereksinimlerinden birisidir.

Günümüzde, hızlı teknolojik ve sosyal gelişmeler birtakım zorlukları beraberinde getirmiştir. Bunların başlıcaları; insanın özü, iç alemi ve ruhsal yaşantısı arasındaki münasebetlerin zayıflaması, dini hayatın görünür alandan uzaklaşması, gelenek ve göreneklerin giderek yok olması, buna karşılık bireylerdeki yetersizlik, güvensizlik ve belirsizlik gibi ruhsal problemlerin, boşlukların ve sıkıntıların daha da artmasıdır.

Umut, ileriye dönük gerçekçi hayal kurabilme, sezgi ve ilhamı duyumsayabilme, gerçekleşmesi talep edilen hususlar için çalışma ve çabalama duygu durumudur. Umut, şimdi hayal edilen, ancak gelecekte ulaşılabilecek hedeflere uzatılan zihinsel bir köprüdür. Ancak, hepimizin bildiği gibi, hayat çoğu zaman hedeflerimizin basit ve arızasız bir şekilde gerçekleştirilmesine izin vermez, yolumuza çeşitli engeller atar. Böyle bir durumda çoğu insan, hedeflerine ulaşmasına vesile olabilecek en az bir rota üretebileceğini görür ve algılar. Engellerle karşılaşan, buna rağmen özellikle umut düzeyi yüksek başkaları ise, çoklu alternatif yolları düşünüp ortaya çıkarmada daha yetenekli olabilir.

Umut, manevi yaşam kaynağımızın temel bir unsurudur. Çaresizlik, yabancılaşma ve korku duygularının üstesinden gelmek için iyi bir ilaçtır. Umutlu bireyler, hedefleri kavramak, sorunları çözmek veya krizleri yönetmek için zihinsel bir stratejiden daha fazlasını üretir. Umut, biyolojik, psikolojik ve sosyal kaynaklardan oluşturulmuş, geleceğe yönelik bir duygu ağıdır. Bu şekildeki umut ağı, derin bir yapıdır ve umudun genetik kodları olarak da görülebilir.

Umutla bağlaşık kavramlardan birisi, yukarıda belirttiğimiz gibi korku duygusudur. Korku, bazıları için oldukça ezici ve yorucu olabilirken, diğerleri korkularını rahatlıkla kontrol altına alabilir. Korkuyu kontrol edebilen bu tür kimseler, tehlikelerin farkında olsalar da olayları mantıki perspektifte tutmayı başarabilirler. Bu gibi kimselere, korkularına boyun eğmeyi reddeden “yürekli” ya da “umut eksenli” insanlar diyebiliriz. Diğerlerinde ise korku, hayatlarına hükmetmeye devam eder ve onların çok değerli öz kaynaklarını tüketir.

Ebû Tâlib el-Mekkî (v. 386/996) Kûtü’l-Kulûb adlı eserinde “umut” (Ar. recâ) kelimesinin “korku” (Ar. havf) kelimesi ile irtibatlı olduğunu belirtir ve “bir şeye duyulan aşırı istek” olarak tarif eder.[4] El-Mekkî umudu, Allah Teala’ya karşı hüsnü zan besleme ve O’ndan güzellikleri isteme makamı olarak görür. Dolayısı ile, bireyin huzur bulduğu Allah’ın (cc) rahmetinden umut kesmesi, günahlarla sınanan bir kulun, umutlu olduğu Allah’ın (cc) merhametinden umutsuzluğa kapılması, işlenen o günahlardan daha büyük ve bütün günahlarından daha ağır bir günahtır.[5]

El-Mekkî, umudu kıymetli bir makam, çok değerli bir hal olarak kabul etmekte, bu halin de sadece ilim ve haya ehli arasında kerem sahiplerine nasip olacağını ifade etmektedir. Bireylerdeki umut halini, korku hali ile beraber ele alarak şöyle demektedir:

“Korkuyu bilmeyen, umudu bilemez. Korku makamında bulunmayan, arı ve duru bir şekilde umut ehlinin makamlarına yükseltilmez. Her kulun umudu, korkudan kaynaklanır. Ahlâkî yönden umut halinin açılması, kendisinde müşahede ettiği korkutucu sıfatlar sebebiyledir. Eğer kul, günahların ve kusurların korkutucu makamlarında bulunmuşsa, güzel sonuca yönelik vaadin gerçekleşmesi, günahlarının bağışlanması ve Cennet teşvikiyle, korku makamlarından umut makamlarına yükseltilir.”[6]

El-Mekkî, umudun sıhhatli olup olmadığı hususunda da şu tespiti yapar:

“Kulun umudunun sıhhat işareti, umudunda gizli bir korkunun olmasıdır. Çünkü kul, kaybetmekten korktuğu bir şeyi umut ettiği zaman, umut edilen şey, onun kalbinde daha büyük bir yere sahip olur ve ona karşı özlemi büyür. Dolayısıyla da umut halinde bile, umut ettiği şeyin gerçekleşmemesi yönündeki korkusundan uzaklaşamaz. Umut, korku sahiplerinin rahatlatılmasıdır.”[7]

El-Mekkî, bir kimsedeki umut ve korku halinin dengeli olması konusunda ise şunları ifade eder:

“Birey, insanlar hakkında zahire göre hüküm verirken, insanların vicdanlarını gizlilikleri bilen Allah’a havale eder. Hiçbir kul hakkında, zahirine bakarak “kesin kötüdür” hükmü vermez. Allah Teala nezdinde, ona gizli olan hayrı umut eder. Ne kendisi ne de başkası için zahire bakarak iyiliğe de hükmetmez. Bilakis Allah katında, bir kötülüğün gizlenmiş olmasından korku duyar.

Mükemmel olan hal, kulun kendisi için korku duyarken, başkaları için umutlu olmasıdır. Çünkü bu, müminlerin hüsnü zan sahibi olarak ibadet etmelerinden önceki vecdidir. Onlar bu şekilde, bütün insanlara karşı hüsnü zan besler, onların kalplerinin selim olduğuna hükmedecek bahaneler bulurlar. Gaybî hususları da işlerin kendisine döndüğü Allah Teâlâ’ya havale ederler.

Kendileri hakkında ise, sürekli kötü zan beslerler. Çünkü kendi sıfatlarını bilir ve bu yüzden kendilerine eleştiri yağdırırlar. Kendilerine karşı şefkatli olmak için bahanelere dayanmazlar. Korku, onlar için kendilerini aklama sebebi olamaz. Bu iki hususun aksine davrananlar, tuzağa düşerek kendileri hakkında hüsnü zan beslerken, başkaları hakkında kötü zanda bulunur, başkaları için korku duyarken, kendileri için de umutlu olurlar. Kendileri için bahane ve gerekçe bulucu olurken, başkaları için kınayıcı ve eleştirici olurlar. Bu ise münafıkların ahlakındandır.

Umut sahibi için makamlardan bir hal söz konusudur. Bu hal için de umutlarından bir alamet vardır. Umut edilenin müşahedesi noktasında umudun alameti, amellere devam ve nafile ibadetlerle Allah’a güzelce yaklaşmayı hızlandırmasıdır. Çünkü o, Rabbine karşı hüsnü zan sahibidir ve ondan güzellikler umut eder. Allah Teâlâ da kendisinden bir lütuf olarak emrettiği salih amelleri kabul buyurur. Allah Teâlâ, bunu kendisine vacip olduğu veya hak ettiğimiz için değil, kerem sahibi olduğu için yapar. Yine O, kulunun yaptığı kötü işleri örter. Bunu da kendisinden bir ihsan, lütuf ve bize olan şefkatinden dolayı yapar. Çünkü O, çok yüce ahlâk ve gizli lütuflar sahibidir.”[8]

Mutasavvıf, kelâm, tefsir ve hadis âlimi İmam Kuşeyrî (v. 465/1072) er-Risâle’sinde “umut” ve “temenni” kelimeleri arasındaki farka şu şekilde dikkat çeker:

“Umut, gelecekte hasıl olacak ve sevilip istenilen bir şeye, kalbin ilgi ve alaka duymasıdır. Umut ile temenni (beklenti de diyebiliriz) arasındaki fark şudur: Temenni, kişide tembellik meydana getirir. Böyle bir kimse çalışıp uğraşma yolunu seçmez. Umut ise tam tersidir. Dolayısı ile umut övülmüş, temenni ise yerilmiş bir ahlâktır.”[9]

Sûfî müellif el-Hücvîrî de (v. 465/1072) Keşfü’l-Mahcûb adlı eserinde “umut” kelimesini şu şekilde tarif eder:

“Umut, hoş bir durumun meydana gelmesini ya da nahoş bir durumun yok olmasını beklemektir. Bu ise, şimdiki anda bir durum olmayıp, vaktin ikinci parçasında, yani gelecekte tahakkuk edecektir.”[10]

Eş‘arî kelâmcısı ve büyük İslâm düşünürü İmam Gazali (v. 505/1111), Kimya-i Saadet adlı kitabında, çalışma olmadan, gerçek dışı beklentilere “umut” adını vermediği gibi, böyle bir durumu “ahmaklık ve aldanma” olarak görmektedir.[11]

İmam Gazali “umut”, “gurur ve ahmaklık” ve “temenni” kelimeleri arasındaki farkı şu örnekle izah etmektedir:

Sağlam bir tohumu, sürülmüş ve temiz bir toprağa ekip, ayrık otlarından temizleyip, zamanında sulayan kimsenin, o ekinden ürün beklemesine “umut” denir.

Ancak çürük tohumları, üstelik sürülmemiş bir toprağa eker, araziyi yabancı otlardan temizlemez, toprağa su vermez, bir de ürün beklerse buna “gurur ve ahmaklık” denir.

Eğer güzel tohumu, temiz toprağa atar, toprağı çalı ve dikenlerden temizler, fakat su vermez ve yağmurun yağmasını beklerse buna da “temenni” denir.[12]

Bu nedenle Gazali’ye göre umut, kişinin irade ve ihtiyarına giren bütün sebeplerin hazırlanması, kişinin irade ve ihtiyarı dışındaki sebeplerin de Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin tamamlaması ile, bir talebin ya da isteğin gerçekleşmesini beklemedir.

Psikanalist, sosyolog ve filozof Erich Fromm (v. 1980) Umut Devrimi adlı kitabında “umut” duygu durumunu, daha büyük bir canlılık, duyarlılık ve akılcılık sağlamak yönünde gerçekleştirilmek istenen, her toplumsal değişimin, belirleyici öğesi olarak görmektedir.[13]

Yine Fromm’a göre umut, ne edilgin bekleyiştir ne de gerçekleşmesi olanaksız koşulların gerçekçi olmayan bir şekilde zorlanmasıdır. Atlama anı geldiğinde, sıçrayacak olan çömelmiş bir kaplana benzemektedir umut. Umutları zayıf olanlar ya vurdumduymazdırlar ya da şiddete eğilim duyarlar. Umutları güçlü olanlar, yeni yaşamın tüm belirtilerini görür, bundan sevinç duyar, doğmaya hazır olan şeyin varlık kazanmasına yardımcı olmaya her an hazır bulunurlar. Umut konusundaki yanıltıcı noktaların en önemlilerinden biri, bilinçli umut ile bilinçsiz umut arasında ayrım yapamamaktır.[14]

Alman filozof ve yazar Ernst Bloch’un (v. 1977) Umut İlkesi adlı kitabındaki tarifine göre umut, insanlara kalan servettir. Olgunlaşmış değildir, fakat yok edilmiş de değildir.[15] Umudu, tıpkı Ebu Talib el-Mekkî’de olduğu gibi, korku duygusu ile birleşik gören Ernst Bloch şöyle der:

“Korku ve dehşet karşısında, karşı-duyu niteliğinde bir beklenti duygusu olan umut, bütün gönül halinin en insanisidir ve sadece insana açıktır, en geniş ve en parlak ufka açılandır.”[16]

Klinik psikologlar Anthony Scioli ve Henry Biller, Hope in the Age of Anxiety adlı eserde, çeşitli kaynaklardan edindikleri bilgilere dayanarak, umut metaforlarının beş kategorisini şu şekilde belirlemektedirler:

İlk kategori, korunan alan olarak umut, bireyin olumlu deneyimleri ile birlikte beklentilerini muhafaza etmesini ifade eder.

İkinci tip metaforda bir köprü olarak umut kavramı, bireylerin kendilerini tehlikeden güvenli bir yere taşımaları, sorunlarından kurtulmalarına yardımcı olması rolünü vurgular.

Hayati bir ilke olarak üçüncü tip metafor, umudun insanlığımızın temel bir parçası ve enerji verici bir çekirdek olduğunu ima eder.

Dördüncü metafor, umudu bir problem çözme becerisi olarak, planlama ve hayalin kullanımı gibi belirli yetenekler gerektiren bir beceri olarak nitelendirir. Bu anlamda umut, bazı insanların belirli bir zarafet ve beceri ile sürdürdüğü sanat biçimi veya uyarlama eylemidir.

Beşinci tip metafor, umudun bir amaçtan çok hedef olabileceğini ima eder. Bazen bir insanın tek istediği, umudun bizzat kendisidir.[17]

Toplumumuzda zayıflayan ve aşınan değerlerden en çok etkilenen kesimlerden birisi de gençlerdir. Kendine özgü kişilik ve kimlik geliştirmeye çalışan gençlerimiz, aşınan değerler etkisi ile umut konusundaki tutum ve davranışlarında sorunlar yaşamakta, dini inanç ve ahlâkî değerleri ile yeterli ve olumlu bir ilişki kuramamaktadırlar. Sonuçta genç insanlar umutsuzluğa düşmekte, bir takım ruhsal rahatsızlıklar yaşamakta, hayatı anlamlandıramamakta ve hatta zararlı maddelere bağımlılığa meyletmektedirler.

Halbuki gençlik çağı, umutların ve ileriye dönük hayallerin son derece yoğun bir şekilde yaşandığı dönemdir. Bu açıdan, dini inanç ve değerlerimiz yeterince tanıtılabilir ve güzel bir şekilde takdim edilebilirse, çalkantılı ve buhranlı, inişli ve çıkışlı duygusal dönemler yaşayan gençlerimiz, kalp itminanlarını ve ruhsal esenliklerini temin edebilecek, hayatlarını anlamlı kılarak sağlam bir kişilik temin edebileceklerdir.

Anthony Scioli ve Henry B. Biller’in ifade ettiklerine göre, umudun birincil işlevi, umutsuzluğun üstesinden gelmek için bireyin motivasyon sistemini harekete geçirmektir. İkincil işlevi, bireyin stres zamanlarında ortaya çıkan olumsuz duyguları atlamasına yardımcı olmaktır. Her iki açıdan da umut, bir tür psişik merhem olarak, stres tamponuna dönüşür. Umut, iki bileşen açısından, inanca benzer duygusal bir yön olarak ya da kişinin sorunlarının çözüleceğine dair yürekten bir güvence ve rasyonelleştirme zinciri olarak adlandırılabilecek entelektüel bir bileşendir.[18]

Umutlu olmanın, tutum ve davranışlara yansıyan tezahürlerinden birisi, insanın başına gelen bela ya da musibetlerden dolayı Allah’tan başka kimseye şikâyetçi olmadan, sabır göstermedir.

Kişinin umutlu olduğunun bir başka tezahürü, diğer varlıklarla insan arasındaki ‘ana farklılık’ olarak tabir edilen tefekküre önem vermedir.

Bir başka tezahür, bireyin sıkıntılarının kaldırılmasını Kâdir-i Mutlak Allah’tan istemesi, sadece Allah’a itimat edip güvenmesi, ibadetleri ile O’na daha bir yaklaşması ve dualar ile yakarmadır.

Umudu korumuş olmanın bir başka tezahürü, Cenâb-ı Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin sıkıntı ve dertleri izale etmesine mukabil, nimeti veren Mün’im-i Hakîkî’yi unutmama, O’nu zikretme, lütfettiği iyilik ve güzellikler için hamd ve şükür duyguları ile dolma, O’na karşı asla nankör olmama ve nimetlerin kıymetini bilmedir.

Bir diğer tezahür, iyi hal üzere bulunmaya azmetme, durumunu düzeltme yolundaki çaba ve gayretlere devam etme, Allah’ın rızasını gözeterek, selamet yollarına ulaşma, aydınlığa çıkma ve hidayete ermedir.

“Umutsuzluk” Nedir?

Umutsuzluk, bir şey hakkında umutsuz bulunmak, matlup bir şeyin vuku bulacağından umudu kesme, arzu edilen şeye ulaşmaktan umutsuz olma, umut işaretleri taşımama, umut belirtilerine sahip olmama, çok kötü veya beceriksiz olma şeklinde tarif edilebilir.

Herkesin hayatında, umudun bazen tamamen durduğu zamanlar vardır. Bu zihinsel ilgisizlik, bazı bireylerde yalnızca birkaç saat, bazılarında ise ömür boyu sürebilir. Bu umutsuzluk sendromu, neden sadece bazı insanlarda kısa dönemli olurken, diğerlerinde uzun süreli devam edebilmektedir? Neden bazı insanlar enerjik ve yaratıcı fikirlerle dolu, hedeflerine ulaşmak için başka yollar bulmaya hazırken, diğerleri hemen pes etmekte ve kendisini umutsuz olarak hissetmektedir?

Şimdi bu sorulara, bilhassa da uzun dönemli umutsuzluk duygularının tanımlanması ve insandaki semptomları itibarı ile açıklık getirmeye çalışacağız.

İnsandaki umutsuzluk hali, aşamalar halinde ortaya çıkar. Derin bir şekilde engellendiğini duyumsayan kişi, ilk tepki olarak öfke hali yaşar. Ancak hala yeterli mücadele enerjisine ve alternatif hedefler peşinde koşma dürtüsüne sahiptir. Umutsuzluğa giden bir sonraki süreçte, birey bloke edilmiş bir hedefe odaklanmaktadır. Ancak, ilgili engelin üstesinden gelme konusunda, artık onu ezici bir beyhudelik duygusu sarmıştır. Son olarak, kişiler yenilgiyi kabul ettiklerinde ve tüm hedef arayışlarını bıraktıklarında, artık umutsuz hale gelmişlerdir.

Bu açıdan umutsuzluk, insanın, kendisine dokunan bir zorluk, sıkıntı ya da istediğini elde edememe durumunda, içine düştüğü psikolojik çöküntü durumunu anlatmaktadır. Dolayısıyla umutsuzluk, üzüntü ve acılardan kaynaklanan, ruhsal bağışıklığın zayıflamasının eşlik ettiği bir haldir. Umutsuzluk, arzu edilen hususlardan uzaklaşmak, talep ve isteklerin gerçekleşmeyeceğine yönelik negatif duygu durumudur. Bilhassa kronik umutsuzluk, daha dünyada iken adeta Cehennemi yaşamak gibidir.

İman davasının büyük mücahidlerinden Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri (v. 1960), umutsuzluğu amel ve taate muvaffak olamayanların hastalığı olarak kabul eder. Böyle bir umutsuzun gözünde, dini meselelere aykırı en zayıf bir delil dahi, en büyük bir delilmiş gibi görünür. Nursi, zayıf delillerle kalbini karartan kimselere, “De ki: Ey benlikleri aleyhine aşırı giden (günahlara dalmada ölçüyü kaçıran ve kendi özlerine karşı aşırılığa düşmek suretiyle cürüm işlemiş) kullarım! Allah’ın rahmetinden umut kesmeyiniz. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Zümer, 39/53) ayet-i kerimesini okuyup hatırlamalarını tavsiye eder.[19]

Klinik psikolog ve sözlükbilimci Raymond J. Corsini (v. 2008), Encyclopedia of Psychology 2’de, umutsuzluğu karamsarlık veya olumsuz beklentilerle tanımlanan bir özellik olarak tarif etmektedir. Corsini, bilişsel terapötik yaklaşımlarda da umutsuzluğun, depresyon, şizofreni, sosyopati ve fiziksel hastalıklar gibi bir dizi gelecekle ilgili olumsuz zihin durumları, psikolojik problemlerle ilgili rahatsızlık bir olarak kabul edildiğini belirtir.[20]

Neo-Freudyen ekol olan “ego psikolojisinin” temsilcisi Karen Horney (v. 1952), Ruhsal Çatışmalarımız adlı kitabında umutsuzluğu, “herhangi bir zorluk karşısında kolayca yılgınlığa kapılma, genel bir ciddiyet yokluğu, kendini kehanette bulunmaya kaptırma, yaşamın aydınlık yanından çok karanlık yanları üzerinde odaklanma, en küçük bir özveride bulunmaya, önemsiz bir güçlüğe bile katlanmaya gönülsüz olma, çözülmemiş iç çatışmalar, tekrarlanan başarısızlıklar, bir insanın ağırlık merkezinin kendi içinden dış dünyaya kaymasına neden olan bütün süreçler”[21] olarak nitelendirir.

Yine Horney’e göre umutsuzluk, kişinin bilinçli veya bilinçsiz olarak kendi gerçek özünü, benliğini yitirmiş olması, bir insan olarak kendisine ve kendi gelişimine olan inancını ve güvenini yitirmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu ise gerçek anlamda bir umutsuzluk olmaktadır.[22]

Benliğin zayıflaması, inanç kaybı, anlam yitimi ve üretken olamama gibi hususlar, umutsuzluğu besleyen ana damarlar gibidir. Umutsuzlukta, insanın iradesini yeterince kullanamaması, dünyaya karamsar bakması, hayattan beklentilerini en aza indirgemesi, en önemlisi de Allah’ın sonsuz rahmetinden umudunu yitirmesi vardır.

Milano Üniversitesi Sinir Hastalıkları ve Zihinsel Hastalıklar Kliniğinde hizmet vermiş Psikiyatrist Eugenio Borgna, Bekleyiş ve Umut adlı kitabında, “kaygı ve hüzün, zaman zaman, sonu olmayan bir umutsuzluğun kaynağı haline gelerek, kişinin kendisine yönelik saldırganlık tehlikesini de pekiştirir” demektedir.[23]

Bireyin ‘kendi olma’ cesaretinin ortaya çıkamamasının adıdır umutsuzluk. İnançsızlık, hem kendi olamama hem de umutsuzluk demektir. Yeniden diriltiliş akidesine gönülden inanan bir insan için umutsuzluk söz konusu değildir. Umutsuzluğa düşmek, aynı zamanda en büyük günahlardandır. Allâh’a (cc) gönülden bağlanamayan bir insan, asla kendi olamayacağı için hep umutsuz olarak kalır.

Varoluşçu felsefenin öncülerinden Søren Kierkegaard’ın (v. 1855), Ölümcül Hastalık Umutsuzluk adlı eserinin ilk bölüm başlığı ‘Umutsuzluk Ölümcül Bir Hastalıktır’ şeklindedir. Bu ‘Birinci Kitap’ şu şekilde üç ana başlık taşımaktadır:

“Umutsuzluk, benliğin ruhunun bir hastalığıdır ve üç şekilde olabilir: 1. Bir Ben’i Olduğunun Farkında Olmayan Umutsuz Kişi (bu, gerçek bir umutsuzluk değildir), 2. Kendisi Olma İradesini Göstermekte Umutsuz Kişi ve 3. Kendisi Olma İradesinden Umutsuz Kişi”.[24]

Bu ana başlıklar altında, umutsuzluğun benlikle olan ilişkisine dair açıklamalar yer almaktadır. Kitabın bu bölümündeki üçüncü ve son kısımda Kierkegaard, beş umutsuzluk biçimi tasvir etmektedir:

Kierkegaard’ın son kısımda anlatmaya çalıştığı ilk umutsuzluk biçimi, sonsuzluğun ve imkanın umutsuzluğudur. Bu umutsuzluk, kişinin boş gösteriş ve hayal gücünde yaşadığı bir varoluş biçimi olarak tanımlanabilir.

İkinci umutsuzluk biçimi, sonluluğun ve zorunluluğun umutsuzluğudur. Bu umutsuzluk biçimi, gündelik hayatın dünyevi darlığında, sonlu ve gerekli olana öylesine bağlanarak ortaya çıkan, sonsuz olanın ihmal edilmesiyle ortaya çıkan benlikteki yanlış ilişkidir. Sonluluğun ve zorunluluğun umutsuzluğu, kişinin asla kendi başına hareket edemeyeceği ve risk almayacağı şekilde, tamamen hayal gücünün eksikliğidir. Kendini, sıradanlığının dışına çıkarma olasılığından uzaklaşmasıdır.

Üçüncü umutsuzluk biçimi, kişinin umutsuzluğa kapıldığına dair cehaleti ya da kişinin kendisi olduğuna dair cehaletidir. Kierkegaard’ın kastı, bireyin sorumlu olduğu, izale edilebilir cehalettir. Umutsuzluk, failin sorumlu olduğu, benlikte yanlış bir anlamlandırma olduğundan, kişinin bir benlik sahibi olduğunu bilmemenin verdiği umutsuzluk, ancak son derece cahil olanlar için bir umutsuzluk biçimi olabilir. Kierkegaard, kişinin bir benlik sahibi olduğunu bilememesinin verdiği umutsuzluğun anlamını açıklamak için şu şekilde bir ev metaforu kullanıyor:

“Zemini, birinci ve ikinci katı olan bir ev hayal edin. Bu bina sakinleri arasında, oturdukları katlara göre sosyal bir ayrım olsun. Şimdi, eğer insan olmanın anlamı böyle bir evle karşılaştırılırsa, o zaman ne yazık ki insanların çoğunluğuyla ilgili üzücü gerçek, kendi evlerinde bodrumda yaşamayı tercih etmeleridir. Her insan, yetkin bir ruh olması amaçlanan ruhsal-fiziksel bir sentezdir. Ancak bodrumda, yani duyusal kategorilerde yaşamayı tercih etmektedirler.”[25]

Kierkegaard’ın ifade etmeye çalıştığı dördüncü umutsuzluk biçimi, zayıflıktaki umutsuzluktur. Güçsüzlükteki umutsuzluğun ortaya çıkmasının birkaç yolu olmakla birlikte, hepsinin ortak bir noktası bulunmaktadır. Güçsüzlükteki umutsuzluk, kişinin kendisi olmaya istekli olmamasının neden olduğu, benlikteki yanlış bir varsayımdır. Kişinin eyleminin doğrudan sonucu değildir. Daha ziyade, kişinin kendisi olma isteğinin başarısızlığının sonucudur ve dolayısıyla zayıflıktaki umutsuzluktur.

Beşinci umutsuzluk türünde ise, kişi hayal gücünde bir olasılık üretir. Ancak, kendi kontrolünde olmayan bir koşula dayalı hayatı yaşamanın anlamsızlığını görür. Böylece umutsuzluğa kapılır. Bu tür umutsuzluk ile bir önceki umutsuzluk arasındaki fark, burada umutsuzluk hissi kişinin kendi yansımasıyla ortaya çıkarken, önceki durumda umutsuzluk hissinin beklenmedik bir darbeyle ortaya çıkmasıdır. Bununla birlikte, her iki durumda da umutsuzluk duygusu, kişinin kendiliği ile ilgili yanlış bir ilişkinin belirtisidir.[26]

Umutsuzluğun çözümü, Ezelî ve Ebedî Allâh’a (cc) gönülden inanmak ve bağlanmaktır. Estetik, ahlâkî ve dinî yaşayışı özümsemek, kendini bilmektir. Hakikati ve insan olarak var edilişini, enfüsînin / öznelliğin kendine has bir faaliyeti, eylemlerin ve en tutkulu içselliğin, öz niteliği durumuna getirmektir. Bu şekildeki bir bakış açısı hem dinî hem de felsefî açıdan oldukça önemlidir. Çünkü içsellik yoksa, hakiki inanç da yoktur.

Sonuç

Duygular, bedenimizi, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı etkileme potansiyeline sahip güçlü motor yapılardır. Bu açıdan umut duygusu, özgürlük, uyum yeteneği, kontrol, hayal gücü vb. kavramlarla ilişkiliyken, umutsuzluk duygusu ise daha çok tuzağa düşme, olanaksızlık ve biçarelik kavramlarıyla ilişkilidir. Umut duygusu, kişinin geleceğe dair inancını diri tutarken, umutsuzluk duygusunda ise durum tam aksi yöndedir.

Umutlu insanlar, takip edecekleri yollarını ve eylemlilik düşüncelerini, normal şartlar altında ve özellikle de engellerle karşılaştıklarında sürdürmeyi devam ettirebilen kimselerdir. Çoğu insan, günlük zorluklarla ve sıkıntılarla yüzleşirken, hala bazı önemli hedeflerin peşinde koşabilir. Umutlu insanlar, hedef üretmede, hedefe ulaşmaya götüren etkili yollar bulmada, hedef peşinde koşmak için yeterli motivasyon sağlama adına eylemlilik düşüncelerini sürdürmede ve ortaya çıkan engelleri aşmada genellikle başarılı kimselerdir.

Umutsuzluğun tüm karanlık çeşitlerinden kaçmanın ilk adımı, onun ruhsal veya gelişimsel köklerini bulmaktır. Çünkü değerli bir nesneyi kaybederseniz, onu nasıl ve nerede kaybettiğinizi düşünerek bulabilirsiniz. Benzer şekilde, umudu geri kazanabilmek için, öncelikle umudunuzu kaybetmenize neden olan, umutsuzluğunuzu motive eden unsurları bulmanız gerekir.

İnsan, para, sağlık, huzur vb. nimetlerin içerisinde olmayı, buna mukabil hiçbir sıkıntısı olmamasını ister. Dolayısıyla başına bir sıkıntı geldiğinde dünyasının karardığını, ufkunun bir daha aydınlanamayacağını, durumunun asla düzelemeyeceğini sanır. Azmini, direncini ve umudunu yitirir. Hayata karamsar bir şekilde bakmaya başlar ve kendini umutsuzluğa salar.

Şimdi aktaracağımız ayet-i kerime, insanın bu durumunu tasvir etmektedir:

وَاِذَا اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَا وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْدٖيهِمْ اِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ

İnsanlara ne zaman bir rahmet (yağmur, bolluk veya sağlık gibi bir nimet) tattırsak ona sevinir. Eğer kendi işledikleri (isyanları veya hataları) sebebiyle başlarına bir kötülük (kuraklık, darlık veya hastalık türünden bir bela) gelse, bir de bakarsın ki umutsuzluğa düşerler.” (Rum, 30/36)

Bu tarz düşünceye sahip kimselerin tek yapması gereken, nimetleri asıl veren ve alanın, rahmetini daha önce bollaştırdığı gibi, nimetlerini tekrar ve yine bolca verecek olanın, hiçbir cihetle kâinata ve mevcudata ihtiyacı olmayan Ganiyy-i ale’l-ıtlak Allâh (cc) olduğunu umutlu bir şekilde hatırlamalarıdır. Bu şekilde Allah (cc) hakkında hüsn-ü zanda bulunamayanlar, varlıklı hallerinde şımarıklığa dalar, yoksunluk durumlarında ise umutsuzluğa kapılırlar.

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Yakup Peygamberin (as) dilinden, en imkansız gibi görünen durumlarda dahi umutlu olma dersi vermekte, umutsuzluğu inançsızlıkla eşdeğer tutmakta, her durumda umutlu olma ve umudu koruma uyarısı yapmaktadır:

يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِن يُوسُفَ وَأَخِيهِ وَلَا تَيْأَسُوا مِن رَّوْحِ اللَّهِ ۖ إِنَّهُ لَا يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللَّهِ إِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ

Ey oğullarım! Gidin Yusuf’u ve kardeşini araştırın (onlarla ilgili haberlerin peşine düşün, onları bulun). Allah’ın rahmetinden (O’nun sizlere gönül huzuru vereceğinden, rahatlatıp kolaya kavuşturacağından, kendisi ile kullarına yeniden can vereceği rahmetinden) umut kesmeyin. Çünkü inançsız insanlardan başkası Allah’ın rahmetinden umudunu kesmez.” (Yusuf, 12/87)

Şeddad b. Evs’den (ra) nakledildiğine göre Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:

Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası (ahiret yaşantısı, Cennet ve Allâh’ın rızası) için çalışandır. Aciz ise, nefsini isteklerinin peşine takan ve (buna rağmen) Allah’tan (O’nun gerçekleştirmeyeceği yüksek mükafatlar, Cennetler) beklentisi olan (dolayısıyla da boş umutlara ve kuruntulara kapılan) kişidir.[27]

Kişinin umutlu halini canlı tutabileceği, varsa umutsuz bakış açısını teşhis edebileceği anahtar kavramlar içeren kısa sorularla konuyu tamamlamış olalım:

1. Umutlu olmada ve bir hedefe ulaşmada zorluk yaşadığınızda, bunun nedeni yanlış stratejiler midir, yoksa kabiliyet ve / veya yetenek eksikliği midir?

2. Engellerle karşılaştığınızda, hemen umutsuzluğa mı düşüyor yoksa ilerleyebilmek için yeniden planlamalara mı dönüyorsunuz?

3. Genel olarak hedeflerinize ulaşabilmek için umutlarınızı koruduğunuzu düşünüyor musunuz?

4. Umutsuzluk düşüncesi baskın hale geliyor ve bu nedenle geçmiş başarıları tekrarlamakta zorlanıyor musunuz?

5. Bir hedef peşinde koşarken, hedefinize nasıl ulaşacağınızı planlamak ve umutlu olmak mı, yoksa kendinizi motive etmek için planınızı takip etmek mi daha kolay?

6. İstediğiniz bir hedefe umutlu şekilde yürüyebilmek için, doğru yolda olduğunuzu nasıl anlarsınız?

7. Umutlarınızı koruduğunuzu nasıl anlarsınız? Sizi hedeflerinize ulaştıracak umutlarınız gerçekleştiğinde, hayatınızda neler daha farklı hale gelecek?

Bu soruları lütfen kendinize sorunuz ve vereceğiniz cevaplar ışığında hayatınızı ve aktivitelerinize ait planlamaları yeniden gözden geçiriniz.

Umut, her daim ışığınız olsun.

(وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ)

Onların duaları, ‘Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur’ sözleri ile sona erer.

(Yunus, 10/10)


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/275 (22720); Beyhakî, Şüabü’l-İman, 9/339-340 (6735).

[2] Muhammed Ali et-Tehânevî, Keşşâfü Istılâhâti’l-Fünûn ve’l-Ulûm, 1/843-844, Mektebetü Lübnan-1996.

[3] Charles Richard Snyder, Handbook of Hope Theory, Measures, & Applications, ss. 8-9, Academic Press-2000.

[4] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), 2/273, (Tahkik ve Terc. M. Tan), İz Yayıncılık, İstanbul-2004.

[5] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), 2/274.

[6] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), 2/275.

[7] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), 2/276.

[8] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), 2/279.

[9] Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî, Risale, s. 184, (Terc. A. Arslan), Arslan Yayınları, İstanbul-1980.

[10] Alî b. Osmân el-Cüllâbî el- Hücvîrî, Keşfü’l-Mahcûb (Hakikat Bilgisi), s. 279, Haz: Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul-2018.

[11] İmam Gazali, Kimya-i Saadet, s. 565, (Çev. A. Arslan), Merve Yayın, İstanbul-1996.

[12] İmam Gazali, Kimya-i Saadet, s. 566.

[13] Erich Fromm, Umut Devrimi, s. 20, (Çev. Ş. Yeğin), Pavel Yayınevi, İstanbul-1995.

[14] Erich Fromm, Umut Devrimi, s. 23-24.

[15] Ernst Bloch, Umut İlkesi I, (Çev. T. Bora), s. 407, İletişim Yayıncılık, İstanbul-2007.

[16] Ernst Bloch, Umut İlkesi I, s. 103.

[17] Anthony Scioli, Henry B. Biller, Hope in the Age of Anxiety, A Guide to Understanding and Strengthening Our Most Important Virtue, s. 24-25, Oxford University Press, New York-2009.

[18] Scioli, Biller, Hope in the Age of Anxiety, s. 23-24.

[19] Bedîüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, s. 57 (Mütercim: Abdülmecid Nursî), İstanbul-2007.

[20] Raymond J. Corsini, Encyclopedia of Psychology 2, s. 156, John Wiley & Sons Inc., New York-1994.

[21] Karen Horney, Ruhsal Çatışmalarımız, ss. 166-169, (Çev: Selçuk Budak), Öteki Yayınevi, Ankara, 1999.

[22] Horney, Ruhsal Çatışmalarımız, ss. 169-170.

[23] Eugenio Borgna, Bekleyiş ve Umut, s. 42 (Çev. Meryem M. Çilingiroğlu), Yapı Kredi Yay., İstanbul- 2015.

[24] Søren Kierkegaard, The Sickness unto Death, s. 13, (Edited and Translated with Introduction and Notes by Howard V. Hong and Edna H. Hong) Princeton University Press, Princeton, New Jersey-1980.

[25] Søren Kierkegaard, The Sickness unto Death, s. 43.

[26] Søren Kierkegaard, The Sickness unto Death, ss. 29-74.

[27] Tirmizi, Kıyame, 25 (2459); İbn Mace, Zühd, 31; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/124; Hâkim, Müstedrek, 4/251.

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.