Ahlâk Felsefesi Işığı Altında Risâle-i Nurlarda Küreselleşme Kavramı

Prof. Dr. Abdülaziz BERĞUS

Terceme: Dr. Musa Kâzım GÜLÇÜR

28 Şubat/2019

Günümüzde insanlık, şayet süratli ve ilmî bir tarzda müdahalede bulunulmayacak olursa, pek çok tehlike işaretleri veren zor durumları yaşamak durumunda kalacaktır. Böyle giderse gelecek açısından da bir belirsizlik olduğu görülmektedir. Gözünü bütün insanlığa dikmiş bu tehlike ve bu belirsiz gelecek, aslında insanlığın yürüyüşünü yönlendirecek güçlü bir bakış açısının yokluğundan kaynaklanmıyor. Tam aksine bu durum, ideolojilerini diğerleri özellikle de hâlihazırda kısmen geri kalmış gibi görünen günümüz İslâm dünyası üzerinde yaymak isteyenlerin fikri tahakküm isteklerinden kaynaklanıyor. Nursî, dengesiz batı medeniyetinin tehlikelerine işaret ederek bu mantığı ortaya çıkarıyor ve şöyle diyor: “Senin karanlıklı zekân, beşerin gündüzünü geceye çevirmiş. Sen o sıkıntılı, zulümlü ve karanlıklarla dolu geceyi, insanlara sevimli göstermek için yalancı ve geçici lâmbalarla ışıklandırdın. O lâmbalar, beşerin yüzüne neşe ve sevinçle tebessüm etmiyorlar. İnsanlığın ağlanacak acı hallerine ve aptalca gülüşlerine, o ışıklar da alay ederek gülüp eğleniyor.[i] Batının genel anlamda insanlığa bu dengesiz bakış açısı büyük bir kargaşayı beraberinde getirmiş, günümüzde yaşadığımız gerçeklere yansımış ve geleceğimize de yansıyacak görünmektedir.

Küreselleşme İle İlgili Aykırı Görüşler

Küreselleşme kavramı günümüzde genelde insanlık medeniyeti, özelde de İslam medeniyeti için zor, önemli ve tehlikeli bir soru olarak ortada durmaktadır. Hiç şüphesiz küreselleşme kavramı üzerinde çok çeşitli, birbirine alabildiğine zıt görüşler mevcuttur. Bu kavrama yüzünü çeviren, gereksiz bulan, reddeden, hatta düşman olanlar bulunduğu gibi, kavram konusunda olumlu ya da olumsuz yaklaşımları olan, sahip çıkan veya tarafsız kalanlar da bulunmaktadır. Ayrıca kavramın çok çeşitli yönlerine odaklananlar bulunduğu gibi, tek bir noktasına dikkat kesilenler veya konuya ihtiyatlı yaklaşanlar da vardır. Ayrıca faydasına yönelip zararından uzak duranlar ya da kavramın ne zararı ne de yararını önemsemeyenler vardır. Kavram konusunda deneyimli olanlar olduğu gibi bilgisizce, anlamadan, metotsuz ve ölçüsüzce konuya yaklaşanlar bulunmaktadır. Ayrıca kavramın gerçeklikleri ve unsurlarına vakıf ve onu diğer kavramlarla birlikte ele alanlar da vardır.

Akla şöyle bir soru gelebilir. “Üstad Nursi Risalelerde küreselleşme kavramına değinmemiştir. Üstad Nursi ve Risalelerin küreselleşme kavramı ile ne gibi bir ilgisi var? Zaten kendi zamanında henüz bilinmeyen ve günümüzde yeni ortaya çıkmış bir kavramdan onun bahsetmesi de beklenemez!”

Bizim bu incelemeye geçmemizden önce şu ilk ve temel soruya cevap bulmamız gerekir: “Günümüz literatüründe şu anda küreselleşme kavramı ne anlama gelmektedir ve bu kavramın İslam dünyası açısından tehlikeleri nelerdir?” Bu sorulara verilecek cevaplarla yerimizi belirleyebilecek ve konu ile ilgili Risâle-i Nur’un görüşü ve düşünceleri ortaya konabilecektir. Bu durumda üç konuya odaklanmamız gerekmektedir:

1. Küreselleşme kavramı ve İslam dünyası açısından tehlikeleri.

2. Risâle-i Nurlarda küreselleşme kavramını nasıl anlayabileceğimiz.

3. Nursi’nin küreselleşmedeki tehlikelere karşı çıkışı ve Risâle-i Nurların ahlâkın yerleştirilmesinde medeni değerlere yaptığı atıf.

Risâle-i Nurların Gelecekteki Rolü

Yukarıdaki bu üç konuya geçmeden önce, Nursî’nin Risâle-i Nur’da medeniyet, tarih ve varlık konusundaki oldukça önemli bir görüşüne işaret etmemiz gerekmektedir. Öyle anlaşılıyor ki Nursî, Risale-i Nur’un gelecekte büyük ve etkili bir rol üstleneceğini öngörmektedir. Ayrıca, insanlığın tehlikeli aşamalar ve zor problemlerle karşılaştığı bir zamanda Risale-i Nur’un bilim adamları, mütefekkirleri ve filozofları kendisine çeken küresel bir odak noktası haline geleceğine inanmaktadır. Şöyle diyor:

Risale-i Nur eczaları dinin, şeriatın ve Kur’ân’ın yüzlerce tılsımını, muammasını halletmiş ve keşfetmiştir. En inatçı dinsizleri susturup delil göstermekle ve ispat etmekle galip gelmiştir. Miraç ve haşr-i cismani gibi akıldan çok uzak zannedilen Kur’ân hakikatlerini hakkı kabul etmekte direnenlere, en inatçı filozoflara ve âhirete inanmayanlara karşı güneş gibi ispat etmiş hatta onların bir kısmını imana getirmiştir. Elbette dünyayı ve atmosferi, bu asrı ve geleceği kendisiyle meşgul edecek Kur’âni bir hakikat ve ehl-i imân elinde bir elmas kılıçtır.[ii]

Bu cümle bize, hiç şüpheye yer vermeyecek bir şekilde, Risale-i Nur’un insanlığın şu anı ve geleceği ile ilgili fikri tartışmalarda kesin bir rolü bulunduğunu göstermektedir. Yine bu cümle, Risale-i Nur’un günümüzün bu girift ve karmaşık gerçeklikleri konusunda ne derece kapsayıcı bir üsluba sahip olduğunu da göstermektedir. Nursî’nin: “Fakat şimdi nakil vasıtaları büyük bir ölçüde dünyayı tek bir medeniyet haline getirmiştir. Fikir alışverişleri açısından insanlar, sanki bir mecliste gibidirler.[iii] şeklinde ifadesini bulan küreselleşme çağında, Risale-i Nur’un ümmetin imanını nasıl kurtarmaya çalışacağı konusuna ise ileride temas etmeye çalışacağız.

1. “Küreselleşme” Kavramı ve İslam Dünyası Açısından Tehlikeleri

Her şeyden önce genel bir anlamda da olsa gerçek boyutlarının ortaya çıkması, fert, toplum, medeniyet, insan ve İslam kültürü üzerindeki tehlikelerini görebilmek için küreselleşme kavramının sınırlarını belirlememiz gerekmektedir. Dikkat çekmemiz gereken diğer bir nokta da kavrama ait tariflerin sayılamayacak derecede çok ve çeşitli olduğu gerçeğidir. Genel olarak küreselleşme için, sanayi, teknoloji, ulaşım ve bilişimde meydan gelen devrimlerin insan iletişimi, ilişkileri ve faaliyetlerinde küreselleşmenin bir vakıa oluşundan hareketle coğrafi, toplumsal ve kültürel engellerin ortadan kaldırılmasını, kültürlerin ve medeniyetlerin kaynaşmasını savunan, liberal yeni dünya düzeninin getirdiği bir fikirdir diyebiliriz. Bu durum insanlığın aynı psikolojik, kültürel, içtimai ve medeni durumları yaşamasına, problemlerinin de küreselleşmesine ve adeta bir kader birliği yaşamalarına sebep olmaktadır. Siyasi, iktisadi, içtimai, kültürel, çevresel, coğrafi ve irfani boyutları da bulunan bu genel tanımın ışığında toplumlar tek bir toplum veya dünya adeta küçük bir köy haline dönüşmüştür denilebilir.

Tanım için yapılan bu sınırlamaları genel olarak doğru kabul edersek, batılıların dışındaki insanların faydalarını ya da problemlerini pek de önemsemeyen bu kavramla ilgili geniş, karmaşık ve tehlikeli diğer hususlar açıklanmış olmaz. Bu durum bizleri, küreselleşme kavramı ile ilgili önemli gördüğümüz diğer bir boyut konusunda da bir açıklama yapmaya zorlamaktadır. Bu boyut, özelde küreselleşme kavramının kullanılarak genişleme stratejisine ait bir ideoloji haline getirilmesidir.

Bu çerçevede ele aldığımızda kavramı gerçek boyutları ile görme imkânı ortaya çıkar. Onun olumsuz ve gayr-ı insanî yönü ile olumlu ve insani yönü anlaşılmış olur. Ancak önemli ve üzerinde durmamız gereken bir diğer yön daha vardır ki o da şudur. Küreselleşme kültürel, tarihi, sosyolojik, ahlâki ve maddi yönü itibarı ile hiç şüphesiz bütün insanlığı kendi boyası ile boyamak istemektedir. Batının sosyal, kültürel, çağdaş hayatını insanlar için genel geçer bir kanun haline getirme amacındadır. İnsanların kaderini, gidişatını ve yönünü belirleyip, toplumsal ilişkileri ve değerleri batılı bakış açısına göre düzenlemeye ve bunu bütün insanlar için bir örnek olarak sunmaya çalışmaktadır.

2. Nursî’nin Küreselleşme ve Tehlikelerine Bakışı

Nursî, küreselleşme kavramı ve gerçeğini Risale-i Nur sayfaları arasında lâfzî ya da ıstılâhî bir tarif şeklinde değil de külliyatında konuyu sistematik bir tarzda ele almaktadır. Bu esastan hareketle küreselleşmenin boyutları, sebepleri, etkileri ve çağdaş insana olası tehlikeleri konusuna bir açıklık getirmeye çalışacağız. Bu açıklamamızı da büyük âlim Nursî’nin “harfî mana ve ismî mana” tanımı üzerinden yapacağız. Bu iki mefhumu tanımladıktan sonra Risale-i Nur’da küreselleşme ile ilgili ifadelere yer vereceğiz.

a. Küreselleşmeyi Anlamada Mana-i harfî ve Mana-i İsmî

Üstad Nursî mana-i ismî ve mana-i harfî’den bahsetmekte ve bu tanımları Risale-i Nur’un önemli bir düşüncesi kabul etmektedir. Biz bu iki kavramı, küreselleşmenin insani ve zihni boyutlarındaki gelişiminin onu günümüzde getirmiş olduğu en önemli durum için kullanabileceğimiz gibi, insanlığı genel bir karmaşa, anarşi ve başıboşluğa götürdüğü en tehlikeli boyutu için de kullanabiliriz. Mana-i ismî ve mana-i harfî ile küreselleşme kavramları arasında irtibat kurmadan önce Nursî’nin bu iki kavramla ilgili tanımlamalarını vermeye çalışacağız.

Mana-i harfî varlığa, sebeplere, mucizelere, hadiselere, durumlara, kanunlara, dış ve iç dünyadaki İlâhî âyetlere, “her biri ince anlamlı birer harf olan varlığa mânâ-i harfî bakış açısıyla yani, onlara Yaratıcı hesabına bakar; ‘Ne güzel yapılmış ne kadar güzel bir şekilde Yaratıcının güzelliğine delâlet ediyor’ der. Bu tavrıyla, kâinatın hakiki güzelliğini gösterir.[iv]

Bu durumda mana-i harfî kendi zatına değil başkasına delalet eder. Kendi zatı ve benliği kendisinden, mevcudattan ve kâinattan daha büyük bir varlığı ancak aksettiren bir aynadır. “Demek ene, tıpkı bir ayna, miktar ölçmek için kullanılan bir cihaz, geliştirilebilen bir âlet ve mânâ-i harfî gibi, mânâsı kendine ait değildir ve başkasının manasını gösterir.[v]

Dünyaya, hayata ve kültüre mana-i harfî ile bakan insan ve toplumlar eşya ve hadiseleri gerçek yüzü ile görecek, neticede de adımları Allâh’ın muradına uygun işleyecek, sözü ve özü sünnetullâha uyum gösterecektir. Çünkü o, mevcudata ancak, Halik azze ve celleye götüren bir kılavuz olarak bakmaktadır.

Fakat eşyaya ve insanlığın problemlerini halletmeye mana-i ismi çerçevesinden bakmaya kalkışırsak, mana-i harfînin tam aksi istikamette yer almış oluruz. Mana-i ismi ile sebepler birer ilah, dünya hayatı her şeyin özü, maddi ve medeni gelişme ve yükselme yegâne sebep olurken, insan sonsuzmuş gibi dünyaya bağlanmış ve ona çakılıp kalmış olur. Mana-i ismi ile benliğimize baktığımızda ise o her hayrın kaynağıymış gibi, aklımız da bizleri bilmek istediğimiz bütün yüksek bilgilere felsefi olarak ulaştıran ve bize hükmeden bir ilah haline gelmiş olur. Böylece aklın ve felsefenin ötesinde bir şey göremez hale gelmiş oluruz.

İnsan hayata, varlığa ve kâinata mana-i ismi ile bakarsa bakışı ve ufku ancak kendi benliğine münhasır olur. Maddi olarak ne kadar yükselirse yükselsin, medeniyet ve beraberinde ne kadar hayır gelirse gelsin o yine kendi benliğine odaklanır. Bu durumda neredeyse daimî bir şekilde gerçeği algılamaktan, doğruluk ve hidayetten uzak, maddi lezzetler ve şehevât dışında bir şey göremeyen kimse haline gelir. Böyle bir mana-i ismi insanı nefsine aldanmış, gerçekliğini ve var edilişindeki amacı anlayamayan bir kimse konumuna düşmüştür.

Mana-i İsmî Yönüyle Küreselleşme

Mana-i ismî ve mana-i harfî düşüncesini küreselleşme konusuna uyguladığımızda, onun gerçeğini daha açık bir şekilde görebiliriz. Olumsuz yönü itibarı ile küreselleşme, günümüz medeniyetine kılavuzluk yapan batı aklı, psikolojisi, felsefesi ve kültürünün, varlığa mana-i ismî ile bakışını güçlendirmesinden başka bir şey değildir. İnsanda mana-i harfînin yerine mana-i ismînin yerleştirilmiş olması, insanlığa kendi projesini ve hükmünü icra etmek isteyen ve küreselleşme bayrağını taşıyan bir kültürün, psikolojinin ve şahsiyetin doğmasına sebep olmuştur. Batı medeniyeti bu çerçeveye sahip çıkarak kültürünü şekillendirmiş, kendisini günümüzdeki küreselleşme fikrinden ve onun tehlikelerinden doğan boşluklara, karışıklıklara ve karanlığa bırakmıştır.

Üstad Nursî, muasır batı medeniyetinin sahiplendiği bu ismî şekli şu şekilde vasfediyor:

Şimdiki medeniyet esasları olumsuzdur. Olumsuz beş esas ona temeldir kıymeti de o orandadır. Onlarla düzen kurulur.

1. Dayanak noktası, hak yerine kuvvettir. Kuvvetin özelliği ise, tecavüz ve çatışmadır. Bu özellikten hıyânet çıkar.

2. Hedef ve maksadı, fazîlet yerine değersiz bir menfaattir. Menfaatin özelliği birbirine sıkıntı verme ve düşmanlık etmedir. Bu özellikten de cinayetler çıkar.

3. Hayattaki kanunu, yardımlaşma yerine, kavga, döğüş ve savaştır. Çatışmanın özelliği çekişmek ve itişip kakışmadır. Bu özellikten de fakirlik ve yoksulluk çıkar.

4. İnsanların arasında esas bağı, başkalarının zararına dayalı ırkçılıktır. Başkalarını yutmakla beslenir, o şekilde kuvvetlenir. Menfi milliyetçilik ve ırkçılığın, özelliği dâimî ve şiddetli çarpışmalardır. Bundan da felâketler çıkar.

5. Beşincisi ise, çekici ve alımlı olma, nefsin zararlı ve günah olan arzularına hizmet, hevesi cesaretlendirme ve gayrete getirme, arzuları tatmindir. Bundan ise eğlence ve yasak şeylere düşkünlük çıkar. O kötü arzuların özeliği ise genelde insanın şeklini daha çirkin bir hâle getirir, bir kimsenin içini, hâlini, hareketini, ahlâkını değiştirir. Mânen insanı çirkin ve kötü hale çevirir, böylece insanlık değişir.[vi]

Modern medeniyetin özelliklerini ve varlığa bakış açısını ortaya koyan bu ince tasvir ile Nursî, hem kültüre, varlığa ve medeniyete bakışta hem de küreselleşmeyi anlamada doğru ve asıl girişi belirlemiş olmaktadır. Bu cümlelerle Nursî, bize küreselleşmenin meydana getirdiği olumsuzlukları, ihmal ettiği hususları, küreselleşmenin gerçekliğini, ürettiği aklın tabiatını ve onun arkasındaki kültürü ayrıntılı bir şekilde tanımlamaktadır. Şöyle diyor:

Günümüz batı medeniyeti, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakirleştirmiş hem de ihtiyaçlarını artırmıştır. İktisat ve kanaat esaslarını bozmuş, israf, hırs ve açgözlülüğü ziyadeleştirmiş, zulüm ve haramlara yol açmıştır.[vii]

Küreselleşme konusuna üstat Nursî’nin mana-i ismî tanımlaması çerçevesinde bakmazsak, yüzeysel kalır, küreselleşmenin derinliklerinde yer alan problemleri ve insanlığa yönelik tehlikelerini kavrayamayız. Yukarıda işaret edilen bütün kötülükler, medeniyete, dünyaya, hayata ve kâinata ismî bir bakışa dayanan aklın ve şahsiyetin ürünlerinden başka bir şey değildir. Bu açıdan Nursî, ismî yönelişin yanlışlığına işaret etmekte, bu yanlışlığın ve fesadın sona ereceğini ummaktadır. Çünkü bu ismî yöneliş, Allâh’ın varlığa koymuş olduğu kanunlarla çelişmektedir. Burada Nursî’nin insanlık ve özelde de batı medeniyetinin problemleri ile ilgili açıklamalarının, insanlığın varlığa mana-i ismî ile bakmasının sonuçları olduğunu yeniden ifade etmeliyiz. İşte bu derinlikli bakış açısı ile Risale-i Nur hem küreselleşmeyi hem de insanlığın genel anlamdaki problemlerini tanımada, asıl ve gerçek nirengi noktalarını bizlere göstermiş olmaktadır.

Buraya kadar Risale-i Nur’un küreselleşmeye bakışını, mana-i ismî ve mana-i harfî ile bakışın insanın hakikatini anlamanın yanı sıra küreselleşme çağında insanlığın karşılaştığı medeniyet problemlerini çözmede ne gibi katkılarının olacağını özetlemeye çalıştık. Şimdi ise problemin ilacının ne olduğu, küreselleşmenin gittikçe büyüyen ve insanlığı kuşatan meydan okumasının nasıl durdurulacağı konusunu ele almaya çalışacağız.

Risale-i Nuru anlayarak, derinlemesine ve onun genel metotlarını keşfederek okuyan bir kimse, küreselleşme ya da insanlığın karşılaşmış olduğu diğer meselelerde asıl problemin “ahlâkî” olduğunu anlar. Risale-i Nur’un genel yaklaşımı içerisinde ahlâk konusu, çağımız insanının hastalık ve problemlerine ilaç adına oldukça temel bir konudur. Ancak Nursî’nin ahlâk konusundaki görüşlerinden bahsederken maddî, tabiî ya da felsefî bir bakış açısından bahsetmiyoruz. Tam tersine Nursî’nin mana-i harfî dediği açıya uygun bir tarzda bakıyoruz. Ahlâk konusuna bu şekilde mana-i harfî ile baktığımızda, hiç tartışmasız insanlığın problemlerine temel ve gerçek bir ilaç olduğunu görüyoruz.

Aşağıda küreselleşmenin meydan okumasına, onun yıkıcılığı karşısında nasıl güvende kalacağını kestiremeyen ve milyonları ümitsizliğe sevk eden olumsuz dalgalarına karşı, ahlâk kavramı ve ahlâkın rolünün ne olduğunu beyan etmeye çalışacağız. Nursî, ahlâkın yozlaşmasını şöyle ifade ediyor:

O hatanın cezası olarak hem kalbî, hem ruhî sıkıntıları çeker ve o sıkıntılar yüzünden ahlâkını bozar, ruhunu kirletir, bütün bunlara ilaveten ümitsizce ve anlamsız bir şekilde hayatını geçirir.[viii]

3. Risâle-i Nurların Ahlâkın Yerleştirilmesine Atfettiği Önem

Risâle-i Nur’a halis bir kalp, sahih bir akıl ve güçlü bir basiretle yaklaşan kimse, icmali, külli ve şamil bir manada “ahlâkî, imanî, insanî ve derinlikli bir ahlâkî ders” bulacaktır. Bu ihlâslı insan, Risâle-i Nur’a ve onun manevî ve Kur’ânî nuraniyetine girdiğinde, “ahlâk konusunun” merkezî bir konumda olduğunu teyid edecektir.

Nurlardaki ifadelerin, bu önemli mevzuda ahlâka merkezî bir konum vermesi tesadüf ya da rastlantı değildir. Tam aksine nurlardaki dersin tabiatı ve onun Kur’ân-ı Kerîm ve en büyük ahlâk örneği Efendimiz (sas) ile olan sıkı irtibatı, Risâle-i Nur’u zaten farz derecesinde ahlâk konusuna çekmiş, insanlık medeniyeti binasının yükselmesinde ahlâka büyük bir güçle asıl rolünü vermiştir.

İnsanî ve medenî tecrübeler bize şunu göstermektedir ki “ahlâk” konusu, insanlığın medeniyet ve tarih yürüyüşünde olmazsa olmaz esaslardandır. Bu yürüyüşe ilk peygamberden, en önemli mucizelerinden birisi tarihin ve medeniyetin şahitliği ile “güzel ahlâk” olan rahmeten lil âlemîn Efendimiz (sas)’e kadar hep enbiya ve resuller (aleyhimüsselam ecmaîn) kumandanlık etmişlerdir. Nebevî ahlâk yolunda yürüyenler ve mana-i harfîye sahip çıkanlar, hayatta oldukça yüksek ahlâkî gayeler bulunduğunu göreceklerdir. Ahlâk, salih bir hayat için temel esastır. Nursî şöyle diyor:

Nübüvvet yolunda yürüyenlerin ve insanlığın en önemli gayesi ve vazifesi, ahlâk-ı İlâhiye ile ve güzel karakterler ile ahlâklanmaktır.[ix]

Ahlâk konusunun nur derslerinde bu şekilde yer almasında bir gariplik yoktur. Çünkü ahlâkın kıymeti, ahlâkın yerleştirilmesi ve ahlâkî yön, beşeriyetin imanını kurtarma, iman, din ve Kur’ân hakikatlerini başkalarına da duyurma adına, Risâle-i Nur’un adeta ayrılmaz bir cevheri ve parçasıdır.

Burada, Risale-i Nur’un etkileyici, derinlikli ve samimi bir şekilde, İslam dünyası için ahlâk gerçeğinin bir tasvirini verdiğini görüyoruz. O bize ahlâkı teorik, felsefî ya da maddi boyutları ile değil, insan kardeşleri, varlık ve Rabbi arasında etkili bir bağ olan imanî, şer’î, pratik, içtimaî ve ihsanî boyutları ile ortaya koymaktadır ki bu tam da İslâm ahlâkıdır.

Risâle-i Nur, ahlâka güçlü bir şekilde temas ederken, konuyu felsefi bir nazariye olarak ele almamaktadır. O, vicdanı ve duyguları harekete geçirmek, Kur’ân-ı Kerîm’de olduğu gibi Kur’ânî, imanî ve nuranî hakikatleri kalp, basiret ve idraklere yerleştirmek için uğraşmaktadır. Gerçekte İslam toplumu ahlâkî bir toplumdur. Çünkü hayatı, inançları, düşüncesi, yaşayışı ve pratiğinde, mana-i harfî düşüncesine sahip çıkar. Mana-i harfî düşüncesi esasına göre şekillenen bir medeniyet ve kültür ise, insan fıtratı ile son derece uyumlu ve insicamlıdır.

Nursî, bize mana-i harfî düşüncesi ve İslâm ahlâkı ile şekillenen bir medeniyeti şu şekilde tanımlıyor:

“1. Kur’ân medeniyeti kuvvet yerine hakka dayanır. Hakkın özelliği adalet ve dengedir.

2. Bu medeniyetin hedefinde menfaat yerine fazîlet vardır. Fazîletin özelliği ise muhabbet ve çekime sebep olmasıdır.

3. Bu medeniyetin birleşme noktası, ırkçılık ve kavmiyetçilik yerine, dinî, vatanî ve sınıf bağlarıdır. Bu bağın özelliği samimî kardeşlik, barış, tecavüze karşı ise sadece müdafaadır.

3. Hayattaki düsturu, çatışma yerine yardımlaşmadır. Yardımlaşmanın özelliği ise birleşme ve dayanışmadır.

4. Hevâ yerine hüdâyı koyar. Hüdânın özelliği, insanın terakkisi ve ruhen tekâmülüdür.[x]

Bizler Risâle-i Nur’daki ahlâk konusunu, ahlâk araştırmalarımızı felsefî, pozitif ve maddi teorilerden arındırıp, üstad Nursî’nin harfî ve tevhidî bakış açısı ile baktığımız zaman ancak anlayabiliriz. Çünkü ahlâk konusu iman, tevhid, din, varlık ve bir açıdan da insanın yeryüzü hilafeti ile irtibatlandırıldığı zaman kıymetli bir cevher olarak ortaya çıkar. Zaten ahlâk, en güzel hali ile Nebî (sas)’de somutlaşmış, en derin anlamları ile onun (sas) hayatında, sünnetlerinde, söz, fiil ve davranışlarında tezahür etmiştir.

Nursî, ahlâkı soyut ve belirsiz bir kavram olmaktan kurtarmakta, onu amel-i salihle, insanın kendi nefsindeki ve kâinattaki tecellileri ve iman hakikatlerini anlamaya vesile olan bir kavrama dönüştürmektedir. Nursî, yüksek ahlâkı, insanlığın problem ve ıstıraplarına en doğru ve kesin bir çözüm olarak sunmaktadır.


[i] Nursî, Lemeât, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 181.

[ii] Nursî, Lahikalar, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 248.

[iii] Nursî, Saykalu’l-İslâm, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 57.

[iv] Nursî, Sözler, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 143.

[v] Nursî, Sözler, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 637.

[vi] Nursî, Sözler, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 855.

[vii] Nursî, Lahikalar, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 380.

[viii] Nursî, Şuâlar, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 242.

[ix] Nursî, Sözler, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 624.

[x] Nursî, Mektubât, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 606.

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.