ALLÂH’a (cc) İtaat Sorumluluğu: Emanet

Musa Kazım GÜLÇÜR

27 Haziran/2019

İçindekiler

Giriş 1

1. Emânet Kavramının Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlam Tabakaları 2

1.1. İnsanların Yapmakla Yükümlü Oldukları Farzlar 2

1.2. Emanetleri Koruma ve İadeye Riayet 4

1.3. Emin Olma ve İffet İlişkisi 7

2. Emanet Duygusunun Kalplerden Silinmesi 7

3. Emanet Duygusunun Kazandırdıkları 8

4. Emanetin Zayii ve Sonuçları 9

Sonuç 11

Giriş

Emanet, ihanet anlamının zıddı olarak, bir şeye ya da kimseye karşı kalp sükûnu duyma, huzur hissetme, korkmama, duyduklarını tasdik etme, yalanlamama, istikamet üzere bulunma ve birisine koruması için verilen eşya” vb. manalara gelmektedir.

Bu kelime aynı zamanda; tevhid, adalet, akıl, insanın hakkı olmayan şeylere elini uzatmasına engel olan nefsindeki yerleşik ahlâkî durum, Allâh’a itaat ve Allâh’ın insana farz kılmış olduğu topyekûn yükümlülüklere verilen bir ad olmuştur.

Emanet, peygamberlerin (ase) “sıdk, fetanet, tebliğ ve ismet” gibi diğer sıfatları ile birlikte “beş temel vasfı” arasında yer alır. Bütün peygamberler her hususta son derece emîn, güvenilir, dürüst ve insanlığın en mümtaz şahsiyetleridir. Allah’ın emir ve yasaklarını değiştirmeden, artırıp eksiltmeden teblîğ ederler.

Efendimiz (sas) peygamberlikten önce ve sonra da “emin” vasfı ile en zirvedeki şeref-i nevi insan ve ferid-i kevn ü zamandır. Ehl-i îmân olmayanlar bile, ona sonsuz bir güven duymuşlardır. Peygamberlere vahiy getiren Cebrâîl’in (as) de en temel vasfı emîn olmasıdır. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرٖيمٍ ذٖى قُوَّةٍ عِنْدَ ذِى الْعَرْشِ مَكٖين مُطَاعٍ ثَمَّ اَمٖينٍ

O (Kur’ân-ı Kerîm), şüphesiz değerli, güçlü ve Arş’ın sahibi katında itibarlı, orada (meleklerce) itaat edilen, güvenilir bir elçinin (Cebrail’in) getirdiği sözdür.” (Tekvîr, 81/19-21)

Vahiy, semâdaki Emîn (Cebrâîl aleyhisselam) vâsıtasıyla yeryüzündeki Emîn’e Efendimiz (sas)’e inzâl buyurulmuştur.

Kur’an-ı Kerim’de emanet kelimesi iki ayette tekil, dört ayette çoğul şekliyle geçmekte, aynı kökten gelen değişik fiil ve isim kalıpları da Kur’an’da yer almaktadır

 Sathî bir nazarla dahi baktığımızda, “din, ırz, nefis, ruh, beden, ilim, şahitlik, hüküm, söz, sır, elçilik, işitme, görme” vb. zahirî ve batınî duyu, tutum, davranış ve kavramların hemen hepsinin, muhtevası çok geniş “emanet” kelimesinin kapsamında olduğu görülecektir.

1. Emânet Kavramının Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlam Tabakaları

Kur’ân-ı Kerîm’de “emanet” kelimesinin en az üç tevcih ile kullanıldığını söylemek mümkündür:

1.1. İnsanların Yapmakla Yükümlü Oldukları Farzlar

اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَانُ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا

Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar. Zira sorumluluğundan korktular. Ama onu insan yüklendi. İnsan (aldığı emanete sahip çıkmaması itibarı ile) cidden çok zalim ve çok cahildir.” (Ahzâb, 33/72)

Âyette geçen “emânet”ten maksat, varlığa ve fıtrata tevdi edilen kanunlara, tek kelime ile ifade etmemiz gerekirse Allah’a “itaat” sorumluluğudur. Bu, yerine getirilmesi gereken mutlak bir sorumluluktur. Ayetteki emânetin “arzı” ile kast edilen de “seçme ve tercih etme” kabiliyetine sahip varlıklara, yani insanlara dini ve ahlâkî sorumlulukların verilmiş olması, bu kabiliyette olmayan diğer varlıklara, mesela hayvanlara ise tabîî ya da tekvînî vazifelerinin yani hayatlarını ve türlerini idame ettirebilecekleri davranış ve ahlâkın verilmiş olmasıdır.

Dolayısı ile insan açısından baktığımızda, ayetteki “emanet” dini ve ahlâkî sorumluluklardır ve dini-ahlâkî olan bütün görevleri kapsamaktadır. Bu görevlerde, kusur eden kimselerin, tazminde yani kusurlarını telâfi edecek davranışlarda bulunmaları gerekir. Meselâ göz bir emanettir ve muhafaza edilmesi gerekir. Kulak, el, ayak ve dil de birer emanettir ve bu aza ve cevârihin yerli yerinde kullanılmaları gerekir.

Ayette, emanetin “göklere, yere ve dağlara” teklif edildiği, onların ise bunu yüklenmekten kaçındıkları beyan buyurulmuştu. Gerçi gökler ve yeryüzü, Allah Teâlâ’nın;

(ثُمَّ اسْتَوٰى اِلَى السَّمَاءِ وَهِىَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْاَرْضِ ائْتِیَا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا) “Sonra bir gaz bulutu hâlindeki göğe yöneldi hem ona hem de yere ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin” dediğinde:

(قَالَتَا اَتَيْنَا طَائِعٖينَ) “İkisi de ‘İsteyerek geldik’ dediler” (Fussılet, 41/11) ayetinde olduğu gibi kâinata yönelttiği emirlerini “isteyerek” kabul ettiler.

Ancak başkalarının haklarını yüklenmek manasını ifade eden “emanet” kendilerine teklif olunduğu zaman çekindiler ve emanetin hakkını verememekten korktular. Bu açıdan emanet, göklerin, yeryüzünün ve dağların dayanamayacakları derecede ağır, yerine getirilmesi zor, büyük sorumluluk getiren bir ödevdir.

İnsan, Allah Teâlâ’nın emanetini taşıyan yeryüzündeki bir emini ve vekili olmayı üstüne alan yegâne varlıktır. Aldığı bu sorumluluk sayesinde diğer varlıklar üzerinde hüküm ve tasarruf etme hakkına kavuşmuştur. Yine bu ödev sâyesindedir ki, insanlar da birbirlerinden emin bir şekilde yaşar, birbirlerine karşılıklı olarak birçok hakları emanet ederler.

İşte insanlar gerek Allah’a ve gerek kullara karşı bu ödevlerini ne kadar güzel bir şekilde yerine getirebilirlerse, o oranda değer ve iyiliklerini artırır, Allah’ın daimi himayesine girer, varlık dünyasında etkili bir hakimiyet şerefini elde etmiş olurlar.

Cirmi küçük, gücü az, çalışması yetersiz, çeşitli ihtirasların, arzuların, eğilim ve isteklerin etkisinde kalan insanın yüklendiği bu emanet hiç kuşkusuz büyük ve ağır bir emanettir. İnsana verilen zaman, nimetler, ilim, beden ve imkânlar birer emanettir. Bütün bunların elbette birer emanet olarak korunması lâzımdır.

Emanetin hakkını vermemesi, insanı “çok zalim” yani kendine haksızlık eden ve “çok cahil” yani kendi gücünü ve kapasitesini bilemeyen bir varlık haline getirmektedir. İnsanın kendi isteği ve iradesiyle yüklenmeye koştuğu bu yük ağır bir yüktür. Ama sorumluluğunu yerine getirince de kendisini yaratıcısına “râzı” bir halde ulaştıracak onurlu bir makama, yüce Allah’ın yarattığı varlıklar içerisinde eşsiz bir dereceye ulaşacaktır.

Özgür iradesi, kavrama yeteneği, kişisel girişim ve sorumluluk yüklenebilmesi, insanı yaratılan varlıklar arasında oldukça ayrıcalıklı bir konuma getirmektedir. Allah’ın (cc), melekleri Ademe secde ettirdiği saygınlığın bir gerekçesi de budur. İnsana verilen bu onur ve saygınlık, Kur’an’da şu şekilde beyan edilir:

(وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنٖى اٰدَمَ) “Biz Ademoğullarını, yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsra, 17/70)

Şu hâlde insan, Allah’ın katındaki önemli ayrıcalığının farkında olmalı, göklere, yere ve dağlara sunulan ama onların yüklenmekten kaçınıp, korktukları ve fakat kendisinin isteyerek yüklendiği emanetin gereklerini yerine getirmelidir.

1.2. Emanetleri Koruma ve İadeye Riayet

اِنَّ اللّٰهَ يَاْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰى اَهْلِهَا وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِهٖ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَمٖيعًا بَصٖيرًا

Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işiten ve görendir.” (Nisâ, 4/58)

Bu ayette, ahlâk ile hukukun en kapsamlı kavramlarından olan “emanet ve adalet” kelimeleri bir arada zikredilmiştir. Bu ayet, din, ahlâk ve hukuku bütünüyle beyan eden, temel hükümlerin ortaya konulduğu bir ayettir. İnsanın muamelesi ya Rabbiyle ya diğer kullar ile veyahut da kendisiyledir. Bu üç kısmın tamamında da emanete riayet etmek gerekir. Emanet ahlâkına sahip kişi aynı zamanda, “emin ve güvenilir” bir kişidir. Efendimiz (sas)’in en önemli vasfının “emin” olduğu unutulmamalıdır. Hakk’a ve halka hizmeti adâlete ve ahlâka dayandırmış, örnek uygulamalarıyla dost ve düşman herkesin güvenini kazanmıştır.

Emanetin ehline verilmesi ise, hayırlı hizmetlerin, eksiksiz bir şekilde hayata taşınması ve pratikte başarıyla uygulanmasının sağlanmasıdır.

Ebu Zer (ra) naklediyor: “Resul-i Ekrem’den görev talep ettim. Elini omzuma koyarak şöyle buyurdu:

Ya Eba Zer! İstediğin görev bir emanettir, sen ise zayıfsın. Üstlendikleri görevleri hakkıyla ifa edenler dışında, üstlenilen görevler kıyamet gününde sahipleri için bir perişanlık ve pişmanlık olacaktır.[1]

Ayetteki (الْاَمَانَاتِ) “emanetler” kelimesi; hiç kimsenin hakkını yememe emaneti, alış-verişlerde ve sözleşmelerde geri verilmek üzere alınan her türlü eşyada güvenli olma emaneti, yönetenlere ve yönetilenlere nasihat etme ve doğruyu söyleme emaneti, ailede ve toplumda çocukları iyi yetiştirme emaneti, toplumun dokunulmaz haklarını ve mallarını kollama ve gözetme emaneti gibi unsurlardır.

Ayetteki (وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِ) “İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor” cümlesi ise, en genel şekli ile düşünüldüğünde herkese ve her şeye hak ettiği şekilde muamele edilmesi, doğru hükümlerin verilmesi, insanlarla muamelelerde dengeli ve ölçülü davranılmasıdır. Bunun aksi, yani bir kimseye hak ettiğinden fazlasının verilmesi, başkalarının hakkının çiğnenmesi anlamına gelmekle birlikte, eksik verilmesi de bir hakkın gasp edilmesi ve adâletin ihlâli demektir.

Adâlet, her insanın, sırf “insan” olmasından kaynaklanan en temel hakkıdır. Adâlet hakkının bir tek gerekçesi vardır, o da “insan” olmadır. Bu açıdan, insanlar arasında adâlet dağıtılırken, hiçbir şekilde “mümin-kafir, dost-düşman, siyah derili-beyaz derili, Türk-Arap” ayırımı yapılamaz.

Yer yüzünde ilahi adalete uyulduğu sürece insanlar arasında barış, huzur ve sevgi hâkim olmuş, ilahi adalet ölçülerine uyulmadığı dönemlerde ise zulüm, kan, göz yaşı ve haksızlıklar karanlık bir gece gibi çökmüştür. İslam, hak ve adalet anlayışı üzerinde yükselen bir dindir.

Bilhassa ilâhî mahkemenin kurulacağı âhirette, Cenâb-ı Hakk’ın “Âdil” ism-i şerîfi bütün ihtişamıyla tecellî edecektir. Âyet-i kerîmede buyrulur:

(وَنَضَعُ الْمَوَازٖينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَا وَكَفٰى بِنَا حَاسِبٖينَ)

Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.” (Enbiya, 21/47)

Emanet kelimesinin, bir kimseye geri alınmak üzere teslim edilen mal, para, eşya vb. anlamlarda olduğu durumlar için Cenâb-ı Allâh şöyle buyurur:

فَاِنْ اَمِنَ بَعْضُكُمْ بَعْضًا فَلْيُؤَدِّ الَّذِى اؤْتُمِنَ اَمَانَتَهُ

Kendisine itimat edilen kimse, Rabbi olan Allah’tan korksun da üzerindeki emaneti ödesin.” (Bakara sûresi, 2/283)

Emanete riayet imandan kaynaklanır ve takvanın da bir gereğidir. Emanete riayet etmemek ise, bir çelişkidir ve münafık ahlâkıdır. Hz. Peygamber (sas) emanete hıyanet etmeyi münafıklık alametleri arasında saymış,[2] ancak emanete hıyanet eden kişiye aynı şekilde hıyanetle karşılık verilmesini yasaklamıştır.[3]

Müslüman, Allâh’a gönülden bağlanmış bir müminin temel ahlâkından birisi de emanete ve verdiği söze riayet etmesidir. Ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

وَالَّذٖينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ

O müminler, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler.” (Müminun, 23/8)

Yerine getirilmeyen veya eda edilmesi gerektiği halde edilmeyen her şey emanet ahlâkının zıddı ve kelimesi kelimesine söyleyecek olursak bir “hiyânettir”. Nitekim Cenâb-ı Hak:

(يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَخُونُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُوا اَمَانَاتِكُمْ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ)

Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hainlik etmeyin. Bile bile kendi (aranızdaki) emanetlerinize de hainlik etmeyin” (Enfal, 8/27) buyurmuştur. İnsana, Allâh tarafından ödev olarak verilen ibadetler de emanetler kategorisindedir.

Binâenaleyh üstlenilen ödev ve sorumlulukları yerine getirmek emanet ahlâkının gereğidir. İnsanın, çeşitli anlaşmalar, yeminler veya adaklar sureti ile üzerine aldığı emanetleri gözetmesi, sorumluluklarını yerine getirmesi, emanetlere gasp ve benzeri yollarla hainlik etmemesi de emanet ahlâkına dâhildir. Böylece Cenâb-ı Hak, emanetlere riayet etmenin, ödev, sorumluluk ve hakları yerine getirmenin kurtuluş sebebi olduğunu beyân etmiş olmaktadır.

1.3. Emin Olma ve İffet İlişkisi

قَالَتْ اِحْدٰیهُمَا يَا اَبَتِ اسْتَاْجِرْهُ اِنَّ خَيْرَ مَنِ اسْتَاْجَرْتَ الْقَوِىُّ الْاَمٖينُ

“(Şuayb’ın) İki kızından biri: Babacığım! Onu ücretli olarak yanına al. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, güçlü ve güvenilir olandır, dedi.” (Kasas sûresi, 28/26)

“İffet”, nefsi arzulardan alıkoymak ve bedeni ayakta tutacak, sıhhatini koruyacak kadarı ile yetinmek için nefsi zorlamaktır. Bütün hazlarda aşırılıktan ve eksiklikten kaçınıp dengeli olmaya yönelmektir. Arzular konusunda itidal üzere sevilen ve razı olunan bir yöntemle yetinmektir. İhtiyaç ortaya çıktığı vakitlerde fazlasına yönelmeme, daha azıyla nefsini ve gücünü koruyamayacağı miktarla bu arzuyu sınırlamaktır. İşte bu hal, iffetin zirvesidir.[4]

“Emin” olma durumu ise, yukarıda da belirttiğimiz gibi peygamberlerin beş temel vasfından birisidir. Onlar her bakımdan güvenilir insanlardır. Allah’a ait emanetleri hakkıyla yerine getirdikleri gibi, insanlar arasında da güvenilir olmanın, iffetin ve emanetin temsilcisidirler.

2. Emanet Duygusunun Kalplerden Silinmesi

Lâ ilâhe illallâh Muhammedun Rasülüllâh” Kelime-i Tevhîdi

Huzeyfe b. Yeman naklediyor: “Hz. Peygamber (sas), bize iki söz söylemişti. Ben bunlardan birini gördüm, diğerini ise bekliyorum. Buyurmuştu ki: ‘Emanet (din, adalet duyguları) insanların kalplerinin derinliklerine (yaratılışlarında, fıtri meyiller olarak) konmuştur. Sonra Kur’an-ı Kerim indi, (insanlar kalplerine konmuş olan bu fitri temayüllerin) Kur’an ve hadiste teyidini buldular.

Resülullah (sas) bize bu emanetin kalplerden kalkmasından da bahsetti ve buyurdu ki:

Kişi uykudaymış gibi farkında olmadan kalbinden emanet alınır. Geride, benek izi gibi bir iz kalır. Sonra ikinci sefer, yine uykudaymışçasına, kişi farkında olmadan kalbindeki emanet duygusundan bir miktar daha alınır. Bunun da kalpte bir kabarcık izi gibi bir izi kalır. Yani şöyle ki, ayağın üzerinden bir kor parçasını yuvarlayacak olsan, değdiği yerleri kabarmış görürsün. Ne var ki, içinde işe yarar bir şey yoktur.’ Sonra Hz. Peygamber (sas) bir çakıl tanesi aldı, onu ayağının üzerinde yuvarladı (ve sözüne devam etti):

‘(Emanet bu şekilde peyderpey azalmaya devam eder, o hale gelinir ki artık) Alışverişe giden insanlarda emanet (itimat, güven, doğruluk) tamamen kaybolur. Hatta dürüstler ‘Falanca kabilede dürüst insanlar varmış’ diye parmakla gösterilirler. Bazen de kalbinde zerre miktar iman olmayan bir kimsenin ‘ne civanmert ne kibar ne akıllı kişi’ diye övüldüğü olur.

(Huzeyfe devamla) ‘Ben öyle günler gördüm ki, hanginizle alışveriş yaptığıma aldırmazdım. Muhatabım Müslüman idiyse, bana karşı hile yapmasına dindarlığı mâni olurdu. Muhatabım Yahudi veya Hıristiyan idiyse, onu da amirinden (vali veya yöneticiden gelen korku ve disiplin) bana hile yapmaktan alıkoyardı. Fakat bugün sizlerden sadece falanca falanca ile (gönül huzuruyla) alışveriş yapabilirim.’[5]

Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre Resülullah (sas) buyurdu ki: “Emanet kaybedilince kıyameti bekleyin.” “Emanet nasıl kaybolur?” diye sordular. “İşler ehil olmayanlara teslim edilince” diye cevapladı.[6]

3. Emanet Duygusunun Kazandırdıkları

Yâ Hayyu Ya Kayyûm

Ebu Hüreyre (ra) Hz. Peygamber (sas)’in şu sözünü rivayet etmiştir:

Sana emanet bırakanın emanetini geri ver. (Kendisine teslim ettiğin emanetini vermeyerek) Sana ihanet edene (onun emanetini geri vermeyerek) sen de ihanet etme.[7]

Ebu Musa’nın rivayetine göre Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

Emin bir Müslüman mal muhafızı olsa ve vazifesini dürüstlükle yapsa, şöyle ki, kendisine (sadaka vs. nevinden) emanet edileni gönül hoşluğuyla eksiksiz ve tam olarak yerine iade etse, sadakayı veren iki kişiden biri olur.[8]

Ebu Sa’id el-Hudri’nin (ra) rivayetine göre Resülullah (sas) şöyle buyurdu:

Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (ayette sırat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddikler, şehidler ve salihlerle beraberdir.[9]

4. Emanetin Zayii ve Sonuçları

Ebu Hureyre’nin (ra) rivayetine göre Resülullah (sas), yanındaki cemaate konuşurken, bir adam gelerek:

“(Ey Allah’ın Resulü!) Kıyamet ne zaman kopacak?” dedi. Aleyhissalatu vesselam konuşmasına devam etti, sözlerini bitirdiği vakit:

Sual sahibi nerede?” buyurdular: Adam:

“İşte buradayım ey Allah’ın Resulü!” dedi. Aleyhissalatu vesselam:

Emanet zayi edildiği vakit kıyameti bekleyin!” buyurdular. Adam:

“Emanet nasıl zayi edilir?” diye sordu. Efendimiz:

İş, ehil olmayana tevdi edildi mi kıyameti bekleyin.” buyurdular.[10]

Hz. Ali (ra)’nin rivayetine göre Resülullah (sas) (bir gün): “Ümmetim on beş şeyi yapmaya başlayınca (büyük) belaya müstahak olur” buyurmuşlardı. (Yanındakiler):

“Ey Allah’ın Resulü! Bu belalar nelerdir?” diye sordular. Aleyhissalatu vesselam saydı:

1. Ganimet (yani milli servet, fakir fukaraya uğramadan) sadece zenginler arasında tedavül eden bir meta haline geldiğinde,

2. Emanet (edilen devlet malını sorumlu yetkililer ve memurlar) bir ganimetmiş gibi (malın başına geçip, yağmalayıp nefislerine helal) gördüklerinde,

3. Zekâtı (ve vergi ödemeyi ibadet bilmeyip, bir angarya ve) yük telakki ettiklerinde,

4. Kişi annesinin hukukuna riayet etmeyip, kadınının emri altına girdiğinde,

5. Babasına eziyet (ve sıkıntı) verip, arkadaşlarına iyilik yaptığında,

6. Mescidlerde (rıza-yı ilahi gözetmeyen husumet, alış-veriş, eğlence ve siyasete müteallik) sesler yükseldiğinde,

7. Bir toplumun en alçağı o topluma reis olduğunda,

8. (Merkezi otoritenin yetersizliği sebebiyle, tedhiş ve zulümle insanları sindiren mafyatik yapılara ve zorba) Kişilere (aman) zararı dokunmasın diye hürmet edildiğinde,

9. (İçki ve) Şarap yaygınlaştığında,

10. İpekliler (de haram bilinmeyip erkekler tarafından) giyildiğinde,

11. Şarkıcılar ve çalgı aletleri edinildiğinde,

12. Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve bahanelerle) hakaret ettiğinde,

13. Kızıl rüzgâr çıktığında,

14. (Meteorlarla ya da sebepsiz şekilde) Obruklar (çöküntüler ve kraterler) oluştuğunda,

15. Suret (şekil) değişimi görüldüğünde.[11]

Ebu Said’in (ra) rivayetine göre Resülullah (sas) buyurdular ki:

Şüphesiz ki Kıyamet günü, Allah’ın en çok ehemmiyet vereceği emanet konusu, kadın ve kocası arasındaki emanetin (korunup korunmadığı) hususudur. Kadın ve kocası birbirine mahrem olduktan sonra, bir erkeğin eşine ait gizlilikleri yayması en büyük ihanettir.[12]

Sonuç

İmanın kemâli ve İslâm’ın güzelliği emanet ahlâkı ile daha belirgin bir hale gelir. Yer ve gökler emanet ile dengede ve ayaktadır dense sezâdır. Dinin mihveri ve Rabbü’l-âlemînin insanı sınama vesilelerinden birisidir.

Allâh Resulü (sas) veda hutbesinde bilhassa da erkeklere seslenerek kadınların kocaları için Allâh’ın bir emaneti olduklarını belirtmiş, erkeklerin kadınlara iyi ve güzel davranmalarını emretmiştir.

Emanet; dini, ırzı, malı, bedeni, ruhu, aklı, maarifi, adaleti, hukuku vb. korumada en önemli dinamiklerden birisidir. Emin bir insanı hem Hak hem de halk sever.

Allâh’ın (cc), mümin kullarını vasıflandırırken, nazarlarımıza verdiği en temel ahlâki özellik “emanet” sıfatıdır. Kendisinde emanet duygusunun yaygın olduğu bir toplumda hayır ve bereket yaygın hale gelir.

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinden vermiş olduğu emanet nimetinin kadrini bilmemizi, emanete bihakkın riayet etmede bizlere yardımcı olmasını, emanetine hıyanetten bizleri masun ve mahfuz kılmasını dileriz.


[1] Müslim, İmaret, 17.

[2] Buhari, İman, 24, Şehadat, 28; Müslim, İman, 107, 108.

[3] Ebu Davud, Buyu, 79; Tirmizi, Buyu, 38.

[4] Yahya İbn Adî, Tehzîbu’l-Ahlâk, (Çeviren: Harun Kuşlu), Türkiye Yazma Eserler Kurumu, İstanbul-2013, s. 26.

[5] Buhari, Rikak, 35; Fiten, 13.

[6] Buhari, Rikak, 35; İlim, 2.

[7] Ebu Davud, Büyu, 81.

[8] Buhari, Zekât, 25; vekâlet 16; İcare, 1.

[9] Tirmizi, Büyu, 4.

[10] Buhari, İlim, 2; Rikak, 35.

[11] Tirmizi, Fiten, 38.

[12] Müslim, Nikâh, 123.

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.