Tasavvufta Makam ve Mertebeler IV

Fatma ÖZTÜRK GÜLÇÜR

3 Temmuz/2019

İçindekiler

Takva 1

İhlâs 3

Şükür 5

Nimetlerine uygun ve lütuflarına yaraşır hamdler ve şükürler, alemlerin Rabbi, Rahmânu’d-dünya ve Rahîmu’l-âhira, din ve ceza gününün sahibi Allâh (cc)’a, salat ve selam ve her türlü ihtiram, müjdecimiz, Efendimiz, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sas)’ya, onun âl ve ashabına olsun.

“Tasavvufta Makam ve Mertebeler” konulu yazımızın dördüncüsü ile devam etmekteyiz.

Takva

“(Ahiret için) azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma)dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.” (Bakara, 2/197)

Kelime olarak; “korkmak, sakınmak, kaçınmak, emredileni yapmada nehyedileni terk etmede gösterilen ihtiyat, dikkat ve titizlik” gibi anlamlara gelmektedir. Istılahta ise; “korku, sakınma, Allâh’tan korktuğu için bir kimsenin günah fiillerinden çok uzak kalması haline takva denilmektedir. Takva, imsak ve perhizkarlık, yani mutlak olarak zevk ve haz veren şeylerden nefsi mahrum bırakmak” demektir.[1]

Takvanın üç derecesi vardır. Birinci derece, Allâh’a şirk koşmaktan sakınmak. İkinci derece, her nevi günahtan sakınmak. Üçüncü derece ise, Allâh’tan başka her şeyden uzaklaşıp kurtulmaktır.

Cenab-ı Allah, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur:

“Şüphesiz ki sizin Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en ileride olanınızdır.” (Hucurat, 49/13)

Ebu Zer (ra)’in uzun bir şekilde naklettiği hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz’in (sas) huzuruna gelip: “Ey Allah’ın Resulü, bana tavsiyede bulun” demiş, Resulullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Allah’a takvalı olmanı tavsiye ederim. Zira takva her işin başıdır.” [2]

Öyleyse takva, bütün hayırları toplayandır. İttika yani takvanın hakikati, Allâh’a itaat ile onun azabından kurtulmak ya da sakınmak demektir.

Nasır Abazi; “takvaya bürünen, dünyadan ayrılmaya müştak olur. Çünkü Hak Teâlâ, “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (Enam, 6/32) buyuruyor.

İbnu Ata bu konuyu şöyle açıklamaktadır: “Takvanın zahir ve batını vardır. Zahiri, çizilen hudutlar ve sınırları korumak, batını ise niyet ve ihlastır.”

Zünnun-i Mısri şöyle demektedir: “Ancak, kalpleri takvaya yönelen ve zikirden neşe alanlarla yaşanabilir. Yakinin ruhuna ve güzelliğine ulaşılır. Tıpkı süt çağındaki çocuğun anne kucağında sakinleştiği gibi…”

Kişinin takvalı oluşuna üç şeyle delil getirilir:

1. Elde edilmeyene karşı güzel bir tevekkül.

2. Elde edilene güzelce rıza göstermek.

3. Fevt olana karşı da güzelce sabretmek.

Bazıları, “takvalı olan bir kimseye Allah (cc) dünyadan yüz çevirmeyi kolaylaştırır” derler.

Ez-Zencani ise; “Kimin sermayesi takva ise, onun kârını vasıflandırmaktan diller aciz kalır” demiştir.[3]

Takvadan kasıt ise, Rabbi gazaba getirecek, nefsine veya başkalarına zarar verecek şeylerden sakınmaktır.

“Ve bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara, 2/231)

Takva kelimesinin asıl manası, nefsi korumaktır. Bu ise, korkulan şeyin durumuna göre değişir. Öyle ise takvanın esası, Allah (cc) korkusudur. Korku, korkulanı bilmeyi gerektirir. Buradan anlaşılıyor ki Allah’ı (cc) bilen, basireti nispetinde Allah’tan (cc) korkandır. Allah’tan (cc) korkan, Allah’tan (cc) ittika eden, sakınandır. Müttakiler ise, nefislerini Allah’ın (cc), dünya ve ahiretteki azap ve gazabından koruyan kimselerdir. Bu korunma ise Allah’ın (cc) tayin ettiği hudutları aşmamak, emirlerine riayet etmek ve yasaklarından sakınmakla olur. Allah (cc), insanlığın hayrına olan şeylerin dışında bir şey emretmez. İnsanla yüksek gayeleri arasına giren, cisminin ve ruhunun gelişmesine mâni olan şeylerin dışında da bir şeyi yasaklamaz. Bunun içindir ki Kuran, müttakileri faziletlerle donanmış gerçek insan olarak niteler.[4]

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur:

“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmenizden ibaret değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.” (Bakara, 2/177)

İhlâs

İhlâs Suresi
İhlâs Suresinin kaynaklarda tespit edilen yirmiyi aşkın adı vardır. Ancak yaygın olarak İslâm dininin temel ilkesi tevhîd inancının veciz bir ifadesi olan “İhlâs” adıyla tanınmıştır. En çok kullanılan isimlerinden biri de “Kul hüvellahü ehad”dır. Ay­rıca “Samed”, “Tevhîd”, “Esâs”, “Tecrîd”, “Necat”, “Velayet”, “Mukaşkışe”, “Muavvize” adlarıyla da anılmaktadır.
Dört ayetten oluşan sure, Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayet de vardır. Mekke’de indiğini söyleyenler Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber’e gelerek “Bize rabbinin soyunu anlat” dediklerini, bunun üzerine bu surenin indirildiğini bildiren rivayetleri delil getirirler. Medine’de indiğini söyleyenler ise, Yahudilerle Hıristiyanların Hz. Peygamber’e yönelttikleri Allah hakkındaki sorulara bir cevap olmak üzere Cebrail’in Hz. Peygamber’e gelip “Kul hüvellahü ehad” suresini okuduğunu bildiren rivayetleri delil göstermişlerdir. Ancak surenin üslup ve içeriği Mekke döneminde indiği İzlenimini vermektedir.
Hz. Peygamber bu surenin önemi ve fazileti hakkında söyle buyurmuştur; “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki bu sure Kur’an’ın üçte birine denktir” Yine Hz. Peygamber, sevdiği için bu sureyi her namazda okuyan bir sahabîye, “Onu sevmen seni cennete götürür” müjdesini vermiştir.
İhlas suresi, Mushaftaki sıralamada 112., nüzul sırasına göre ise 22. suredir. Bu surenin temel konuları şunlardır: Allah’ın birliği (Tevhid), Allah’ın varlığının kendinden oluşu, Allah’ın doğmamış ve doğurmamış olması, Eşi ve denginin bulunmayışı.
Surenin temel mesajları şunlardır:
1. İhlas suresinin inmesine sebep olarak birtakım olaylar zikredilmiş ise de, doğrusu, bu sure ile İslam’ın Allah inancının kısa ve özlü bir şekilde formüle edilmiş olmasıdır. Bu sure ile hem müşriklere hem Hıristiyanlara hem de Yahudilere cevap verilmiş olmaktadır.
2. İhlas suresi, kendisinden sonra gelen ve Kur’an’ın son iki suresi olan Felak ve Nâs sureleriyle birlikte, “muavvizât” yani “Allah’a sığınılmaya vesile olar sureler” olarak isimlendirilmiştir. Bu şekilde isimlendirildiklerinde, her üç sure de dua kastıyla okunan, ya da Felak ve Nâs surelerinde olduğu gibi şifa bulmak için okunan sureler arasında yer almış olmaktadır.
3. İhlas suresi Allah hakkında şu dört hususu ortaya koymaktadır: 1) Tevhid, 2) Allah’ın varlığının kendinden oluşu, 3) Allah’ın doğmamış ve doğurmamış oluşu, 4) Allah’ın eşi ve benzerinin olmaması.
4. Tevhid, Allah’ın bir ve tek olması demektir. Birden fazla ilah söz konusu olamaz. Bu şekilde müşriklerin putları da ilah kabul eden şirk inançları reddedilmiş olmaktadır. Tevhid inancı İslam dininin, diğer dinlerden ayıran en bariz vasfıdır. Her dinin ön plana çıkan, kendisini diğer dinlerden ayıran birtakım özellikleri olduğu gibi, İslam’ı diğer dinlerden ayıran vasfı, tek tanrı inancına dayalı bir din olmasıdır. Allah’ın tekliği hem zatında hem de sıfatlarında söz konusudur.
5.Yüce Allah Samed’dir; Samed, var olmak için bir başka varlığa ihtiyacı olmayan, kendi başına ayakta durabilen, varlığını sürdürmek için harici bir şeye ihtiyacı olmayan demektir. Böyle bir varlık da sadece Yüce Allah’tır. Tüm varlıkları o yaratmıştır ve tüm varlıklar, varlıklarını ona borçludurlar.
6. Allah doğmamış ve doğurmamıştır. Hıristiyanlar Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu kabul etmişler, Kur’an’ın ifadesine göre Yahudiler de Üzeyir Allah’ın oğludur, demişlerdir. Ayrıca müşrik Araplar melekleri kız kabul edip, onları Allah’a izafe etmişlerdir. İhlâs suresinin bu ayetleri, Hıristiyanların ve Yahudilerin bu tür iddialarını reddetmekte olduğu gibi, müşriklerin melekleri Allah’a izafe etmelerini de yalanlamaktadır. Çünkü bu gibi inanışlar Tevhid akidesini zedelemektedir.
7. İhlas suresinin ifade ettiği dördüncü gerçek, Allah’ın hiçbir şekilde denginin, eşi ve benzerinin olmadığıdır. Müşrikler, birden fazla ilah kabul ettikleri gibi, sadece Allah için düşünülmesi gereken sıfatları putlara da atfediyorlar, bu şekilde sıfatlarında Allah’a ortak koşmuş; başka bir ifadeyle, Allah’a denk birtakım ilahlar tasarlamış oluyorlardı. İhlas suresi müşriklerin bu yanlış inançlarını da reddetmektedir.

“İhlâs” lügatte “hâlis, temiz, doğru sevgi, gönülden gelen dostluk, samimiyet, bağlılık” manalarına gelir. Istılahta ise, için dışa, dışın içe eşit olması, özün söze uyması, halkı müşahede etmeyi bırakarak, her şeyde Hakk’ı müşahede etmektir.

İhlas, riya karıştırılmayan, saf, samimi ve sadece Hak rızası gözetilerek yapılan iş ve ibadettir. Hulüs-ü kalp ile yapılan ve gösteriş için olmayan ihlaslı söz ve işlere halis amel denir. İhlâsın zıddı olan riyaya ise gizli şirk denir.[5]

İhlas, sâlikin, amelinde Allâh’tan başka bir şahit aramamasına denir. Sofilere göre ise ihlâs, şirk ve riyadan kurtulmadır. Onlara göre bir ameli terk etmek riya, o ameli yerine getirmek ise şirktir. Buradaki şirkten maksat, kulun “ben Allâh’ın bu işini yaparım” demekle kendini Allâh’a ortak kabul etmiş olmasıdır.[6]

İhlâs, insanların sabırlı ve dürüst olmaları için lüzumlu olan bir haslettir. Samimiyetten uzak gönüllerin, güzel sıfatlarla donanması mümkün olmaz. İhlâsın girmediği yerde İslâmi vasıflardan eser kalmaz.

Allâh Teâlâ, Peygamber (sas)’in kendisine ihlâs ile itaat ve kulluk etmesini emretmiştir.

“(Ey Muhammed!) Şüphesiz biz o Kitab’ı sana hak olarak indirdik. Öyle ise sen de dini Allah’a has kılarak O’na kulluk et.” (Zümer, 39/2)

“De ki: “Ben dinimi Allah’a has kılarak sadece O’na ibadet ediyorum.” (Zümer, 39/14)

Kur’ân-ı Kerîm’de iman sonra bahsedilen amel-i salih ihlas ile meydana gelir. Bütün samimiyetiyle dinin prensiplerine sarılan insan zaman ve zemine uygun olan en güzel amellerin sahibi olur.

İhlâs, insanın kalbini saf ve berrak hale getirir. Zira Allâh (cc), Peygamber (sas)’in de belirttiği üzere, bizim dış görünüşümüze ve mallarımıza değil kalplerimize ve yaptığımız işlerimize bakar.[7]

Ebu Yakub şöyle demiştir: “Halis amel odur ki meleğin haberi olmaz ki sevabını yazsın, şeytanın haberi olmaz ki bozsun, nefsin haberi olmaz ki onu vesile yaparak kendini beğensin.”

Bu sözle kastedilen şudur: Halis amel, kulun her şeyden kesilerek Yüce Allâh’a yönelmesi, işlediği her işten dolayı O’na dönmesi ve her fiilini bir tevbe sebebi olarak görmesidir.[8]

İhlâs Suresi

Mâlik b. Enes (ra)’in haber verdiğine göre Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

“Üç şey vardır ki onlara Müslümanın kalbi ihanet ve buğz etmez:

a. Ameli sadece Allâh için ve ihlas ile yapmak,

b. Müslümanlara nasihat,

c. Müslümanların topluluğundan ayrılmamak.[9]

İhlasın zıddı olan riya, imanın kuvvetini azaltır. Fudayl bu hususta şöyle der: “Halk için ameli terk etmek riyadır. Halk için amel etmek şirktir. İhlas ise, bu iki durumdan da Allâh’ın seni kurtarmasıdır.[10]

Zünnun da şöyle der: “Üç şey vardır ki ihlasın alametlerindendir;

a. Halktan gelen medh u zemmin eşit olması,

b. Amellerin unutulması,

c. Amelin ahiretteki sevabın gerekliliğini unutmasıdır.[11]

Nefsi zorlayan ve onu güç duruma sokan en büyük düşmanı ihlastır. Onunla nefsin güçleri kırılır ve gerçek huzura kavuşulur.

İmanın bereketini amelin çokluğunda değil de ihlasta aramalıyız. Çünkü ihlasla salih ameller gözde büyütülmez ve onun mükafatı sadece Allâh’tan istenir.

Şükür

“Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım.” (İbrâhim, 14/7)

Şükür, nimetinin ve ihsanını bilip, sahibine sena etmektir. Şükür, açmak, açığa çıkarmak demektir. Nimetlerin dil ile sayılıp, zikredilmesi ve yayılması da şükürden sayılmıştır.[12]

Şükür ıstılahta, Allâh’a teşekkür etmek, nimet ve lütuflarını dile getirmek ve nimetin kaynağını tanımaktır. Esas şükür, dil ile olduğu gibi, kalp, hâl ve fiille yapılır. Nimeti verenin büyüklüğünü idrak etmeyenler nimetin önemini de anlayamazlar.[13]

Şu âyet-i kerîme ile Yüce Rabbimiz şükreden ve şükretmeyen kimsenin durumunu beyan buyurur: “Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7)

Kişinin bu durumları ancak kendi menfaatinedir. “Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.” (Neml, 27/40)

Şükür, insanın, Allâh’ın kendisine vermiş olduğu nimetlerden başkalarını faydalandırmasıdır. Mesela bir kişi, yediği yemeğin cinsinden ihtiyaç sahibi birisine de verirse o nimetin şükrünü eda etmiş olur. İbrahim suresinde bildirilen “nimetin artırılması” durumu da şükrünü bu şekilde eda eden kimseler içindir.

Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurur:

“Mümin kişi hayrete şayandır. Zira işinin hepsi onun için hayırdır. Bu özellik yalnız mümine özgüdür. Bir olaya sevinir ve şükreder. Bu iş onun için hayırdır. Üzücü bir işle karşılaşır sabreder, isyan etmez bu da onun için hayırdır.”[14]

Şükür şu kısımlara ayrılır:

a. Dil ile olan şükür. Bu şükür, zillet niteliği ile kişinin Allâh’ın nimetlerini itiraf etmesidir.

b. Beden ve azalarla Allâh’a şükür. Bu şükür, vefa ve hizmetkarlıkla nitelenmek demektir.

c. Kalp ile şükretmek. Bu da hürmeti korumak sureti ile şuhud yaygısı üzerinde devam etmek demektir.

d. Bir şükür daha vardır ki ona âlimlerin şükrü denir. Bu şükür onların sözlerinin cümlesindendir.

e. Âbidlerin vasfı olan şükür. Onların fiillerinde bir çeşit olur.

f. Âriflerin şükrü. Bütün durumlarında O’nun yolunda müstakim olmaları ile olur.[15]

Ebû Bekir el-Verrâk, “nimetin şükrü, minneti bilmek ve hürmeti korumaktır” demiştir.[16]

Kul, Rabbinin kendisine verdiği nimeti bilecek ve O’na karşı tazim ve hürmete devam edecektir. Abdulkadir Geylânî, şükrün lisan, kalp ve uzuvlarla yerine getirilebileceğini söyler.

Lisan ile şükrü, nimetin Allâh’tan olduğunu itiraf ve sebebin sadece O olduğunu söylemektir” der.

Bütün insanlar, nimet için sebeptirler.

Kalp ile şükür, insanın kendisinde bulunan bütün nimetlerin, kabiliyetlerin ve hallerin Allâh’tan geldiğine inanmasıdır.

Sehl b. Abdullah, “ilmin şükrü amel, amelin şükrü ise ilmi artırmaktır” diyor.[17]

Muhammed b. El-Belhi, şükrün meyvesinin Hakk’ı sevmek ve hürmeti korumak olduğunu söylüyor.[18]

Şâkir, vermeye karşı şükreden, şekûr vermemeye karşı da şükredendir denir.[19]

Şükrün hakikati, “kulun, dinine zarar verenler dışında kendisi hakkında takdir edilen her şeyi, nimet olarak bilmesidir. Çünkü, Allâh Teâlâ, mümin kulu için, ancak onun hakkında nimet olan şeyi takdir eder. Bu nimet, kulun bilip anlayabileceği dünyevi bir nimet, ya gelebilecek kötülükleri tehir edici bir nimet veya derecesini yükselten, günahları azaltan ve yok eden bir nimet olabilir. Kul, Mevlâ’sının, kendisini kendinden daha çok sevdiğini, menfaatine olan şeyleri daha iyi bildiğini, Allâh’tan gelen her şeyin nimet olduğunu idrak edince şükretmiş olur.[20]

İnşaAllâh, “Tasavvufta Makam ve Mertebeler V” başlıklı yazı ile devam etmeye çalışacağız…


[1] Kelabazi, s. 148.

[2] İbni Hibban, Sahih, C. 2, s. 78 (Hadis no: 361).

[3] Kuşeyri, s. 157-159.

[4] Cezeri, Tasavvufun Sırları, s. 110.

[5] Kelâbâzî, Taarruf, s. 149.

[6] Eflâkî, Menâkıb, s. 667.

[7] Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.

[8] Kelâbâzî, Taarruf, s. 149.

[9] Buhârî, İlim, 9; Tirmizi, İlim, 7.

[10] Kuşeyri, Risale, s. 258.

[11] Kuşeyri, Risale, s. 257.

[12] Sühreverdi, Avarif, s. 617.

[13] Kelâbâzi, Taarruf, 150.

[14] Müslim, Zühd,13. Ahmet b. Hanbel, 5/24.

[15] Kuşeyri, Risâle, s. 224.

[16] Kuşeyri, Risâle, s. 224.

[17] Abdurrahman Sülemi, Tabakatu’s-Sufiyye, s. 207.

[18] Abdurrahman Sülemi, Tabakatu’s-Sufiyye, s. 216.

[19] Kuşeyri, Risâle, s. 224.

[20] Sühreverdî, Avârifu’l-Maârif, s. 618.

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.