Duada İbtihal

Musa Kazım GÜLÇÜR

11 Mayıs/2019

İçindekiler

Giriş 1

İbtihal 2

Kur’ân-ı Kerîm’de İbtihal Konusu 2

İbrahim (as) ‘ın İbtihali 5

Duada İbtihal 6

Namazda İbtihal 7

Duada İbtihalin Faydaları 7

Sonuç 8

Giriş

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’de duanın samimiyet ve içtenlikle yapılmasını (Mümin, 40/14 ve 65), Allâh’a (cc) en güzel isimleri ile yakarılmasını (Araf, 7/180) istemiş, “Bana dua edin ki size icabetle mukabele edeyim” buyurmuştur (Mümin, 40/60). Ayrıca, “De ki: (Sıkıntı ve şiddet zamanlarında kendisine) duanız (iltica ve sığınmanız) olmasaydı Rabbim size bir kıymet verir miydi?” (Furkan, 28/77) buyurarak duadaki yüksek ehemmiyete dikkatlerimizi çekmiştir.

Yine; “Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bakara, 2/186) ayet-i kerimesi ile bizlere olan yakınlığını, içten yalvaranın çağrısına çok açık bir şekilde icabet ettiğini beyan buyurmuştur.

Dua, Efendimiz (sas)’in o güzel beyanları içerisinde “ibadetin özüdür.”[1] Efendimiz (sas): “Dua ettiğiniz zaman kabul olunacağına inanarak dua edin. Bilmiş olunuz ki, gafletle yapılan duaları Allah kabul etmez.”[2] buyurarak duanın bilinçli ve kabul olunacağı inancı ile yapılmasına dikkat çekmiştir. Ayrıca yapılacak duaların kabulü ile ilgili olarak da şu müjdeyi vermiştir: “Kul, günah talep etmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını istemedikçe, duası kabul edilmeye devam eder.”[3]

Ancak duanın çeşitli form ve şekillerde olabileceği herkesin bildiği bir gerçektir. İşte duadaki şekillerden birisi de “ibtihal halinde dua” etmedir. Şimdi “duadaki ibtihal” konusunu biraz aralamaya çalışacağız.

İbtihâl

Lügatte; “tahliye, duanın bir nevi ve az su” gibi manalara gelen “ibtihal” kelimesi ile, “Allâh’a çokça ve içten gelerek yalvarıp yakarma, tazarru ve niyazda bulunma” anlamları kastedilmektedir.

“İbtihâl” kelimesi, içerisinde “lanet” dileme bulunsun ya da bulunmasın, gayretli bir şekilde dua etme manasındadır. Duada çok gayret gösteren kimseye Arapça’da (ابتهل فى الدعاء) “ibthele fi’d-duâ=Kişi çokça dua etti” denir.

İbtihal kelimesi, aynı zamanda (بهل) “behele=bırakma” kökünden gelmekte, birisi terk edildiği zaman (ابهله) “Ebhelehu=O, onu bıraktı” denilmektedir. Bir kişi, duadaki “ibtihal” halini, “Allâh’ın laneti” kelimesi ile birlikte yapıyorsa, “eğer iş iddia edilen gibi ise, Allah’ın laneti üzerime olsun” ya da “Allah beni bana bıraksın. Allah beni kendi güç ve kuvvetime terk etsin, Allâh beni kendi vekilliğinden ve muhafazasından uzak tutsun” demiş gibi olmaktadır.[4]

Kur’ân-ı Kerîm’de İbtihâl Konusu

Medine, Mescidü’n-Nebi (sas).

Kur’ân-ı Kerîm’de “ibtihal” kelimesi, Ali İmran suresi altmış birinci ayette geçmektedir. Ancak âyet-i kerimenin anlamını aktarmadan önce, dilerseniz iniş sebebi ile ilgili vakayı kısaca hatırlamaya çalışalım. Çünkü ayetin iniş sebepleri ve hangi şartlar altında nazil olduğunun bilinmesi, ayetin anlam tabakalarını görebilmemize ve anlamamıza bir şekilde imkân verecektir. 

Necran diyarındaki Hıristiyan gurubunun ileri gelen rahiplerinden altmış kadar kişi, hicretin dokuzuncu yılında (M. 631) Medine-i Münevvere’ye gelip birkaç gün kaldılar ve Mescid-i Saadette peygamberin huzuruna kabul edildiler. Namaz vakti gelmişti, Hz. Peygamberin müsaadesi ile Mescid-i Saadette doğu tarafına yönelerek namazlarını kıldılar. Seyyid ve Akıb adındaki reisleri, Resulü Ekrem Efendimizle sohbete başladılar. Peygamber Efendimiz:

İslamiyet’i kabul ediniz” dediğinde onlar:

“Biz zaten önceden beri Müslümanız” deyince, Resul-i Ekrem Hazretleri:

Siz yalan söylemiş oldunuz. İsterseniz Müslüman olmanıza engel olan hususları size haber vereyim: Birincisi, Allah Teâlâ’ya oğul isnat etmenizdir. İkincisi haça ibadet etmenizdir. Üçüncüsü de domuz eti yemenizdir.” Onlar dediler ki:

“İsa, Allah’ın oğlu değilse onun babası kimdir?” Resulü Ekrem, (sas) efendimiz onlara şöyle söyledi:

Siz bilmez misiniz ki, herhangi bir çocuk babasına benzer?” Onlar:

“Evet” dediler. Hz. Peygamber:

Siz bilmez misiniz ki, bizim Rabbimiz şüphesiz ölmeyen diridir, İsa’ya yokluk ulaşacaktır?” Onlar:

“Evet” dediler. Resulü Ekrem:

Siz bilmez misiniz ki, bizim Rabbimiz şüphe yok her şeyi idare eder, her şeyi korur, rızıklandırır?” Onlar:

“Evet” dediler. Yüce Peygamberimiz sordu:

İsa, bu (tanrısal) özelliklerden birisine sahip midir?” Onlar:

“Hayır” dediler. Yüce Peygamberimiz şöyle dedi:

Siz bilmez misiniz ki, Allah Teâlâ’ya yerde ve gökte hiçbir şey kesinlikle gizli kalamaz?” Onlar:

“Evet” dediler. Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun Peygamberimiz sordu:

Cenâb-ı Hak bildirmedikçe, İsa herhangi bir şey bilebilir mi?” Onlar:

“Hayır, bilemez” dediler. Resulü Ekrem Hazretleri devamla şöyle dedi:

Bilmiyor musunuz ki Rabbimiz yemekten içmekten münezzehtir?” Onlar:

“Evet, öyledir” dediler. Resulü Ekrem Hazretleri:

Siz bilmez misiniz ki, İsa’nın annesi ona hamile kaldı, sonra onu diğer anneler gibi doğurdu. Sonra ona diğer çocuklar gibi süt, yiyecek ve içecek verdi. İsa da diğer çocuklar gibi, yer, içer defi tabisini yapardı?

Onlar:

“Evet” dediler. Resulü Ekrem Efendimiz sordu:

O halde, İsa öyle sizin iddia ettiğiniz gibi nasıl olur da Allah’ın oğlu olabilir?

Fakat, bildiklerinden vazgeçmeyip, şirk ve küfürlerinde devam edince Ali İmran suresinin ilk ayetleri indi.[5]

Bunlarla karşılıklı lanetleşmede bulunması için Resülullah’a şu vahiy nazil oldu:

“Artık sana ilim geldikten sonra her kim onun hakkında seninle münakaşada bulunursa, de ki: “Geliniz, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendi şahıslarımız ve şahıslarınızı davet edelim, sonra gönülden Allâh’a yalvaralım (tazarru ve niyazda bulunalım), Allah Teâlâ’nın lânetini yalancılar üzerine kılalım.” (Âl-i İmran sûresi, 3/61).

Bu âyet-i kerimede yer alan, “gönülden Allâh’a yalvarma” “ibtihal” kelimesinin karşılığıdır. Peygamber Efendimiz de bunları lanetleşmeye davet etti, fakat düşünüp taşındılar, lanetleşme neticesinde mahv ü perişan olacaklarını anladıkları için, lanetleşmede bulunmaktan vazgeçtiklerini belirttiler. “Bize bir zâtı hakem tâyin et, mallara dair aramızda ortaya çıkacak ihtilâflardan dolayı aramızda hükmetsin” dediler.

Bunun üzerine Resulü Ekrem Efendimiz de Necran Hristiyanları ile ilgili olarak şu antlaşmayı yaptı:

Necran ve civarında yaşayan herkesin canları, malları, dinleri, kiliseleri ve sahip oldukları her şey Allâh ve Resulünün koruması altındadır. Hiçbir piskopos, papaz ve rahibin görevlerine engel olunamaz, mabetlerinden uzaklaştırılamaz.

Bu antlaşma metni şahitler huzurunda imzalandı ve Necran heyeti memleketlerine döndüler.[6]

Resulü Ekremin, Necran gurubuyla olan konuşması, bir münazara mahiyetinde olmuştur. Bu gösteriyor ki, dini tebliğ etmek, şüpheleri gidermek için gerektiğinde münazara yapmak, büyük peygamberlerin mesleğidir.

İbrahim (as) ‘ın İbtihâli

Mekke, uzaktan görünüş.

Buhari’nin Sahih’inde Hz. İbrahim’in (as) duasındaki ibtihale dair örnek şu şekildedir:

Hz. İbrahim (as) Hâcer validemizi ve çocuğunu, içinde hurma bulunan eski bir azık dağarcığı ve su bulunan bir tulum ile Kâbe’nin yanında büyük bir ağacın yanına getirip bıraktı. Burası Kâbe’nin hemen yukarı tarafında ve zemzemin tam üstünde bir nokta idi. O gün Mekke’de kimse yaşamıyor ve herhangi bir su kaynağı da bulunmuyordu.

Hz. İbrahim (as) bundan sonra emr-i İlahi ile arkasını dönüp Şam’a gitmek üzere oradan uzaklaşmaya başladı. İsmail’in annesi Hacer, İbrahim’in peşine düştü ve ona Keda’da yetişti. Hacer şöyle seslendi:

“Ey İbrahim, bizi hiçbir insanın, hiçbir yoldaşın bulunmadığı bir yere bırakıp nereye gidiyorsun?”

Bu sözünü birkaç kere tekrarladı. Hz. İbrahim, (emir gereği) ona dönüp bakmadı bile. Hacer, üçüncü kez seslendi.

“Böyle yapmanı sana Allah mı emretti?” dedi. Hz. İbrahim bunun üzerine:

“Evet!” buyurdu. Hacer:

“Öyleyse Allâh koruyucumuzdur. Bizi burada perişan etmez!” dedi ve geri döndü.

Hz. İbrahim yoluna devam etti. Ailesinin kendisini göremeyecekleri Seniyye tepesine gelince Kâbe’ye doğru yöneldi, ellerini kaldırdı ve “gönlünden gelerek” yani tam bir “ibtihâl” içerisinde şu duayı yaptı:

“Ey Rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını senin kutsal mabedinin yanında, ekin bitmez bir vadide yerleştirdim.

Ey Rabbimiz! Namazı gereğince kılsınlar diye böyle yaptım.

Ey Rabbimiz! Artık insanların bir kısmının gönüllerini onlara doğru yönelt. Onları her türlü ürünlerden rızıklandır ki, Sana şükretsinler.” (İbrahim sûresi, 14/37)[7]

İbrahim (as)’ın gönülden, ta içinin derinliklerinden gelerek ibtihal içerisinde yapmış olduğu bu duaya, Cenâb-ı Hak muhteşem bir şekilde icabet buyurmuştur. Bu duanın bereketi ile sadece geçmişte ve bugün değil, gelecekte de inanan insanlar Kâbeyi tavaf edecek, tam bir teslimiyet ve ihlâs ile Allâh’a yöneleceklerdir.

Bir gün Resülullah (sas) işaret parmağını göstererek, “Bu ihlâstır” buyurmuş, ellerini omuzlarına kadar kaldırarak, “Bu duadır” demiş, ellerini daha da yukarıya kaldırıp, “Bu da ibtihaldir” diyerek bizlere ibtihalin, yani can-ı gönülden gelerek yapılan duanın ne şekilde olması gerektiğini ve biçimsel halini göstermişlerdir.[8]

Duada İbtihâl

Resülullah (sas) dualarında tam bir ibtihal sahibi idi. Bir gün, “Rabbim! O putlar insanlardan çoğunu baştan çıkardı; bundan böyle kim benim izimce yürürse o bendendir. Kim de isyan ederse Sen Ğafûrsun, Rahîmsin” (İbrahim, 14/36) mealindeki âyetle, İsa (as)’ın: “Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar Senin kullarındır; şayet mağfiret buyurursan hiç kuşkusuz Aziz Sensin, Hakîm Sensin” (Mâide, 5/118) beyanını okuyunca, “Allâhım, ümmetim, ümmetim” diyerek sabaha kadar ağlamıştır. Cibril (as), Allah’ın emriyle bu ağlamanın sebebini Allah’a (cc) açıklayınca da Cenâb-ı Hak: “Ümmetin hakkında seni mahzun etmeyeceğim” müjdesiyle O’nun gönlüne su serpip bu feryâd ve figânı durdurmuştur.[9]

Namazda İbtihâl

“Bana dua edin ki size icabetle mukabele edeyim.” (Mümin, 40/60).

Resülullah (sas) namazlarında da ibtihal sahibiydi. Bir defasında güneş tutulmuş, Resülullah (sas) da hal­ka hemen namaz kıldırmıştı. Namazın ilk rekâtını Bakara suresini okuyacak kadar uzatmış, sonra rükûa varmış ve rükûu da bir hayli uzatmıştı. Sonra ikinci rekâtta kı­yamı yine uzatmıştı. Fakat bu ikinci kıyam birinci kıyamdan daha kısa idi. Sonra tekrar rükûa vardı ve rükûu uzattı. Bu rükû evvelki rükûdan kısa idi. Rükûdan başını kaldırdıktan sonra secdeye vardı. Secdeden sonra, diğer rekâtları öncekiler gibi yaparak namazı bi­tirdi. Bu sırada güneş de açılmıştı. Cemaate bir konuşma yaparak Allah’a hamd ve senadan sonra şöyle buyurdu:

“Güneş ve Ay, Al­lah’ın varlığının ve kudretinin delillerindendir. Ne kimse­nin doğumu ne de kimsenin ölümü ile tutulmazlar. Tutul­duklarını gördüğünüz zaman Allah’a dua ediniz, onu yüceltip tasdik ediniz.” Daha sonra şöyle devam etti. “Muhammed ümmeti! Allah’a yemin ederim ki benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız az güler, çok ağlardınız.”[10]

Duada İbtihâlin Faydaları

“Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm.” (Bakara, 2/186)

İbtihal, Allâh’ı sevmeye, sıkıntı, problem ve darlık anlarında Allâh’a sığınarak, O’ndan yardım istemeye vesile olur.

Zorlukların giderilmesi için Allâh ile irtibatlı olmayı temin eder.

Allâh’a gönülden yönelen inanmış bir ferde, Cenâb-ı Hakk’ın yardımının en ümitsiz anlarda bile gelebileceğinin anlaşılmasını sağlar.

Dua hemen her yer ve zamanda yapılırken, şiddet ve sıkıntı anlarında ibtihâl içerisinde yapılan dua kabule daha yakın olur.

Elleri bütünü ile yukarıya kaldırarak ibtihâl içerisinde dua yapma, Allâh’ın duaya icabet edeceğine dair inanç ve itimadın bir göstergesidir.

İbtihâl halindeki duanın, Allâh’ın yardımına ve isteklerin murâd-ı İlâhî’ye uygun bir şekilde gerçekleşmesine vesile olduğu müşahede edilir.

Sonuç

İbtihal içerisinde dua eden kişi her şeyden önce Allâh’a tam bir inanç ve muhabbetle bağlı olduğunu göstermiş olmaktadır. İhtiyaçlarını giderecek yegâne merciin Allah (cc) olduğunun izanı içerisindedir. Ayrıca ibtihal içerisinde dua eden kişi ruh ve kalbinin huzura erdiğini hisseder. Dua her vakit yapılabilecek bir yakarış iken, ibtihal halinde dua ise daha çok sıkıntı ve darlık anlarında Cenâb-ı Hakk’ın yardımını göndermesi için kulun daha bir içten ve samimi bir şekilde Allâh’a yönelmesidir. İbtihal, Allâh’ın yardımına vesile, ruhun yücelmesine de bir rampa hükmündedir.


[1] Tirmizî, Deavât, 2

[2] Tirmizi, Daavat, 66.

[3] Müslim, Zikr, 25.

[4] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, C. 1, s. 521-523, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut-1999.

[5] Taberi, Tefsir, C. 5, s. 174-175, Dâru Hicr, Kahire-2001.

[6] Muhammed İbn-i Sa’d, Kitâbu’t-Tabakâti’l-Kebîr, C. 1, s. 308, Mektebetu’l-Hancı, Kahire-2001.

[7] Buhari, Enbiya, 9 (3364).

[8] Ebû Dâvud, Vitr, 23.

[9] Müslim, İman, 346.

[10] Buhari, Küsûf, 1.

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.