Musa Kâzım GÜLÇÜR
28 / 4 / 2019
İçindekiler
Fıtır Sadakası ve Bayram Namazları 14
Giriş

أعوذ بالله من الشيطان الرجيم
بِـــــــــــــــــــــــــــــــــسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ اللَّهُمَّ صَلِّ وسلـم عَلَى الْأَوَّلِ فِي الْإِيجَـادِ وَالْـجُـودِ وَالْوُجُودِ، اَلْفَاتِـحِ لِكُلِّ شَــاهِدٍ وَمَشْـهُودٍ، حَضْرَةِ الْمُشَـاهَـدَةِ وَالشُّهُودِ، اَلـسِّــرِّ الْبَـاطِـنِ وَالنُّـورِ الظَّاهِرِ الَّذِي هُـوَ عَيْنُ الْمَقْصُودِ، مُمَيِّزِ قَصَبِ السَّـبْقِ فِي عَالَمِ الْخَلْقِ الْمَخْصُوصِ بِالْعُبُودِيَّةِ، اَلرُّوحِ الْأَقْدَسِ الْعَلِيِّ وَالنُّـورِ الْأَكْمَلِ الْبَهِيِّ، اَلْقَائِمِ بِكَمَالِ الْعُبُودِيَّةِ فِي حَضْرَةِ الْمَعْبُودِ، اَلَّـذِي أُفِيضَ عَلَى رُوحِي مِـنْ حَضْرَةِ رُوحَانِيَّتِهِ، وَاتَّصَلَتْ بِمِشْكَاةِ قَلْبِي أَشِـــعَّةُ نُـورَانِيَّتِهِ، فَهُوَ الرَّسُـــولُ الْأَعْظَمُ وَالنَّبِيُّ الْأَكْـرَمُ وَالْوَلِيُّ الْمُقَرَّبُ الْمَسْـعُودُ، وَعَلَى أٰلِـهِ وَأَصْحَابِهِ خَزَائِنِ أَسْـرَارِهِ، وَمَعَارِفِ أَنْوَارِهِ، وَمَطَالِـعِ أَقْمَارِهِ، كُنُوزِ الْحَقَائِقِ، وَهُدَاةِ الْخَلَائِقِ، نُجُومِ الْهُدَى لِمَنِ اقْتَدَى، وَسَلَّمَ تَسْلِيماً كَثِيراً كَثِيراً
Kur’an-ı Kerim’de adı zikredilen, kıymeti, önemi ve değeri ayrıntılı bir şekilde beyan edilen yegâne ay Ramazan ayıdır. Evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu ateşten kurtuluş olan, içinde bin aydan daha hayırlı gecenin bulunduğu mübarek Ramazan-ı Kerîm’in gölgesi üzerimize düşmüştür. Ramazan-ı Kerîm, sabrın, ibadet ve taatlerin nümâyân olduğu, Allâh’ın (cc) rahmet, mağfiret ve bereketinin sağanak sağanak lütfedildiği muhteşem bir maide-i maneviyedir. Kur’ân-ı Kerîm bu ayda indirilmiş, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi bu ayın içerisinde dercedilmiştir. İnanarak ve sevabı Allâh u Zülcelâl Hazretlerinden umularak kılınacak teravih namazları da bu aya mahsustur. Küçük-büyük, kadın-erkek hemen herkesin fitre vermesinin büyük önem taşıdığı, Kur’ân-ı Kerîm’in tefekkür ve tezekkürünün daha bir ehemmiyet kazandığı, iftar ve sahur sofralarının manevi ve ruhanî bir lezzetle hazırlandığı ay bu aydır.
Kur’ân-ı Kerîm, Ramazan orucunun farziyeti ile ilgili olarak şu mübarek beyanını, bizlerin ruh kulağına tatlı bir esinti ile duyurur:
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرٖيضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَ وَعَلَى الَّذٖينَ يُطٖيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكٖينٍ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذٖى اُنْزِلَ فٖيهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَنْ كَانَ مَرٖيضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَ يُرٖيدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُرٖيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Ey müminler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de oruç farz kılındı. Gerek ki oruç sayesinde fenalıklardan korunasınız. O, size farz kılınan oruç sayılı günlerdir. O günlerde sizden kim hasta yahut seferde olursa tutamadığı günler sayısınca (sıhhat bulduğu ve rahat ettiği başka günlerde) oruç tutar. (Fazla ihtiyarlık ve devamlı hastalık gibi sebeplerle) oruç tutmaya güç yetiremeyenler üzerine, bir yoksul doyuracak kadar fidye vermek lâzımdır. (Bununla beraber) kim fidyeyi çok verirse onun için daha hayırlı olur. (Size seferde orucu bozmak ve yaşlı hâlinizde fidye vermek izni verilmişken) Eğer bilirseniz oruç tutmanız hakkınızda hayırlıdır. (O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki Kur’an onda (ki Kadir gecesinde levh-i mahfuzdan semâ-i dünyaya) indirilmiştir. (O Kur’an ki) insanlara (mahz-ı) hidayettir, doğru yolun ve Hak ile batılı ayırt eden hükümlerin nice açık delilleridir. Öyleyse içinizden kim o aya erişirse (hazır olur, yolcu olmazsa) onu (orucunu) tutsun, kim de hasta olur yahut bir sefer üzerinde bulunursa o halde başka günlerde, oruç tutamadığı günler sayısınca (orucunu kaza etsin). Allah size kolaylık diler, size güçlük istemez. (Bu kolaylığı istemesi) o sayıyı (kaza borcunuzu) ikmal etmeniz, Allah’ı sizi muvaffak buyurduğu o şeyden dolayı da büyük tanımanız içindir. Olur ki şükredersiniz.” (Bakara, 2/183-185)
“Ramazan” kelimesi, “güneş ışınlarından taşların yanıp ısınması” ya da “ilkbahardan önce gelip, yeryüzünü hararetini azaltan ve tozlardan temizleyen yağmur” anlamında olan “ramad” kelimesinden gelmektedir.[1]
Hararet suyu nasıl buharlaştırıp yok ediyorsa, yağmur nasıl yeryüzünü yıkayıp temizliyor ve hararetini dindiriyorsa, Ramazan ayı da bu ümmetin bedenlerinin günahlarını ve levsiyyâtını yıkamakta ve temizlemekte, kalplerindeki öfke, kin, haset ve kıskançlığın ürettiği harareti azaltmakta, buharlaştırmakta ve yok etmektedir. Bu ayda tutulan oruç, insanın nefsani ve dünyevî bitmek tükenmek bilmeyen arzu ve istekleri ile kirlenen, kararan ve pörsüyen manevî dünyasını rahmet, bereket ve mağfiretle temizlemekte ve parlatmaktadır.
Resülullah (sas) şöyle buyurur:
“Mübarek Ramazan ayına kavuştunuz. Yüce Allah bu ayda size oruç tutmayı farz kıldı. Bu ayda sema (cennet) kapıları açılır, cehennem kapıları ise kapanır ve şeytanların azgınları bağlanır. Bu ayda öyle bir gece vardır ki bin aydan daha hayırlıdır. Bu gecenin hayrından mahrum kalan, (bin ayın hayrından) mahrum kalmış olur.”[2]
On bir ayın sultanı, çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in indirildiği ay. Nasıl olmasın ki insanlar bu ayda indirilen Kur’ân sayesinde zulmetten hidayet nuruna kavuştular. Allâh Teâlâ’nın samediyyet, inayet ve azamet nurları daima parlamaktadır. Bu ezelî ve ebedî nurların şulelerini hiçbir şey örtemez. Ancak bu nurların beşer ruhunda parıldamasına dünyevi meşguliyetler ve ilgiler mânidir. İşte oruç bu maniayı gideren sebeplerin en kuvvetlilerindendir. Dolayısı ile bu ayın gündüzlerinde el, ayak, dil ve zihin oruç ile Hak rızasını aramaya kilitlenmekte, gecelerinde salavatlar, dualar ve teravihler neticesinde temizlenen ruhu Hak Teâlâ’nın Ulûhiyet nurlarını alabilmektedir.
Enes’ten (ra) rivayetle Resülullah (sas) şöyle buyurur:
“Sahura kalkın. Çünkü sahur yemeklerinde bereket vardır.”[3]
Özellikle Ramazan’ın son on gününde de insan, dünyadan bütün bütün el çekerek cömertlik ve ibadette sadece kendisini değil aynı zamanda ev halkını da bu ilahi senfoniye iştirak ettirmiş olmaktadır.
Bu ayın her gündüzünde ve gecesinde melekler insanların bağışlanmaları için duaya durmakta. Cennet; “Sana gelecek kullarım için hazırlanıp, süslen” emrini almakta, her gecesinin sonunda da Allâh’tan bir bağışlanma müjdesi yaşanmaktadır.
Ebu Hüreyre (ra), Resul-i Ekrem Efendimiz (sas)’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
“Ümmetime Ramazan ayında beş şey ihsan edildi. Bunlar daha önceki peygamberlerin ümmetlerine verilmemiştir:
Oruç tutanların ağız kokusu, Allâh katında misk kokusundan daha güzeldir.
Melekler, akşam orucunu açacağı ana kadar, oruçlu kimsenin bağışlanması için Allah’a (cc) yalvarırlar.
Allah (cc) Cennetini her gün süsler ve şöyle buyurur: ‘Salih kullarımın, dünyanın eza ve sıkıntılarından kurtulup sana kavuşma vakitleri artık epeyce yaklaştı.’
Ramazan ayında azılı şeytanlar bağlanır, dolayısı ile diğer aylarda yapabildikleri kötülükleri bu ayda yapamazlar.
Ramazan’ın son gecesi gelince, Allah oruç tutan kullarının hepsini affeder.”
Sahabeden bir zat sordu: “Ya Resulallah, Ramazan’ın o son gecesi Kadir Gecesi midir?”
Peygamber (sas) şöyle buyurdu:
“Hayır, ama bilirsin ki, işçiler gün boyu çalışıp da yapacakları işlerini bitirdikleri zaman ücretlerini alırlar.”[4]
عَنْ سَلْمَانَ قَالَ: خَطَبَنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي آخِرِ يَوْمٍ مِنْ شَعْبَانَ، فَقَالَ: أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ أَظَلَّكُمْ شَهْرٌ عَظِيمٌ، شَهْرٌ مُبَارَكٌ، شَهْرٌ فِيهِ لَيْلَةٌ خَيْرٌ مِنْ أَلْفِ شَهْرٍ، جَعَلَ اللَّهُ صِيَامَهُ فَرِيضَةً، وَقِيَامَ لَيْلِهِ تَطَوُّعًا. مَنْ تَقَرَّبَ فِيهِ بِخَصْلَةٍ مِنَ الْخَيْرِ، كَانَ كَمَنْ أَدَّى فَرِيضَةً فِيمَا سِوَاهُ، وَمَنْ أَدَّى فِيهِ فَرِيضَةً، كَانَ كَمَنْ أَدَّى سَبْعِينَ فَرِيضَةً فِيمَا سِوَاهُ. وَهُوَ شَهْرُ الصَّبْرِ، وَالصَّبْرُ ثَوَابُهُ الْجَنَّةُ، وَشَهْرُ الْمُوَاسَاةِ، وَشَهْرٌ يَزْدَادُ فِيهِ رِزْقُ الْمُؤْمِنِ، مَنْ فَطَّرَ فِيهِ صَائِمًا كَانَ مَغْفِرَةً لِذُنُوبِهِ، وَعِتْقَ رَقَبَتِهِ مِنَ النَّارِ، وَكَانَ لَهُ مِثْلُ أَجْرِهِ مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْتَقِصَ مِنْ أَجْرِهِ شَيْءٌ
قَالُوا: لَيْسَ كُلُّنَا نَجِدُ مَا يُفَطِّرُ الصَّائِمَ
فَقَالَ: يُعْطِي اللَّهُ هَذَا الثَّوَابَ مَنْ فَطَّرَ صَائِمًا عَلَى تَمْرَةٍ، أَوْ شَرْبَةِ مَاءٍ، أَوْ مَذْقَةِ لَبَنٍ. وَهُوَ شَهْرٌ أَوَّلُهُ رَحْمَةٌ، وَأَوْسَطُهُ مَغْفِرَةٌ، وَآخِرُهُ عِتْقٌ مِنَ النَّارِ. مَنْ خَفَّفَ عَنْ مَمْلُوكِهِ غَفَرَ اللَّهُ لَهُ، وَأَعْتَقَهُ مِنَ النَّارِ. وَاسْتَكْثِرُوا فِيهِ مِنْ أَرْبَعِ خِصَالٍ: خَصْلَتَيْنِ تُرْضُونَ بِهِمَا رَبَّكُمْ، وَخَصْلَتَيْنِ لَا غِنًى بِكُمْ عَنْهُمَا. فَأَمَّا الْخَصْلَتَانِ اللَّتَانِ تُرْضُونَ بِهِمَا رَبَّكُمْ: فَشَهَادَةُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ، وَتَسْتَغْفِرُونَهُ. وَأَمَّا اللَّتَانِ لَا غِنًى بِكُمْ عَنْهُمَا: فَتَسْأَلُونَ اللَّهَ الْجَنَّةَ، وَتَعُوذُونَ بِهِ مِنَ النَّارِ وَمَنْ أَشْبَعَ فِيهِ صَائِمًا، سَقَاهُ اللَّهُ مِنْ حَوْضِي شَرْبَةً لَا يَظْمَأُ حَتَّى يَدْخُلَ الْجَنَّةَ
Selman-ı Fârisî’den rivayetle Efendimiz’in (sas) Ramazan ayı ile ilgili olarak şu müjdeli beyanını görmekteyiz:
“Resülullah aleyhissalatü vesselam Şaban ayının son günü bize hitap etti ve şöyle buyurdu:
– Ey insanlar! Büyük, mübarek ve içinde bin aydan daha hayırlı olan bir gecenin bulunduğu ayın gölgesi üzerinize düşmüştür. Allah (cc) bu ayın gündüzlerinde oruç tutmanızı farz kılmış, gecesini de nafile ibadetlerinize tahsis etmiştir.
Bu ayda kim hayırlı bir hasleti, Allah’a yaklaşma adına kullanırsa, bu ayın dışındaki bir farzı yerine getirmiş gibi olur. Kim bu ayda bir farzı yerine getirse, bu ayın dışındaki yetmiş farzı yerine getirmiş gibi olur.
Bu ay sabır ayıdır. Sabrın sevabı ise, cennettir. Bu ay, hayır ve iyilik ayı, müminin rızkının da arttığı bir aydır.
Kim bu ayda bir oruçluyu iftar ettirirse, bu onun günahlarının affına, cehennem ateşinden kurtuluşuna vesile olur, iftar ettirdiği oruçlunun sevabında hiçbir azalma olmaksızın o oruçlunun sevabının aynısı onun için de geçerli olur.
(Sahabiler) dediler ki:
– Çoğumuz oruçluya iftar ettirecek bir şeyler bulamayabilir?
Aleyhissalatü vesselam Efendimiz buyurdu ki:
– Allah, bu sevabı, bir (miktar) süt, bir hurma veya bir su içirme ile oruçluyu iftar ettiren kimse için de verecektir.
Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur.
Kim kölesinin / hizmetçisinin yükünü hafifletirse, Allah da onu cehennemden azat eder.
Bu ayda dört hasleti çoğaltın: Bunlardan iki tanesiyle Rabbinizi razı edersiniz, iki tanesine de ihtiyacınız vardır.
Rabbinizi razı edeceğiniz iki haslet, Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik etmeniz ve ondan af dilemeniz (istiğfar etmeniz)dir.
Muhtaç olduğunuz iki haslet ise, Allah’tan cenneti istemeniz, cehenneminden de O’na sığınmanızdır.
Kim bu ayda bir oruçluyu doyurursa, Allah ona benim havzımdan bir yudum içirir ki, o kişi cennete girinceye kadar bir daha susamaz.”[5]
Ramazan’ın Mükâfatı

Nesai, Siyam, 5 (2106)
İnsanların arasındaki çekişme ve kavgaların en temel sebeplerinden birisi de insanların, iştah ve şehvetlerini ölçüsüzce tatmin etmeye çalışmalarıdır. İşte oruç, bu ihtirasları dizginleme ve insandaki temel güçler olan kuvve-i akliyye, gadabiyye ve şeheviyyeyi dengede tutmanın en sâlim yollarından birisidir.
Ebu Hüreyre’nin rivayeti ile Efendimiz (sas) Allâh Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu bildirmektedir:
“Âdemoğlunun her işlediği amel kendisi içindir. Hayırlı ameller en az on misliyle yazılır, bu yedi yüz misline kadar çıkabilir. Fakat Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Oruç başkadır. Çünkü oruç sırf Benim için yapılan bir ibadettir. Dolayısıyla onun mükâfatını da bizzat Ben vereceğim.”
Efendimiz (sas) şöyle devam buyurdular:
“Oruç kalkandır/perdedir. Herhangi biriniz artık oruç gününde kötü söz sarf etmesin. Düşmanlık (veya bağırıp çağırma) da yapmasın. Eğer bir kimse ona söver ya da kavga etmeye kalkarsa ‘ben oruçluyum!’ desin (ve ona bulaşmasın).
Muhammed’in nefsi elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki oruçlu kimsenin ağız kokusu Allâh katında misk kokusundan daha hoş ve daha temizdir.
Oruçlunun iki sevinci vardır. Birincisi iftar yaptığındaki sevincidir. Diğeri de Rabbine kavuştuğu zaman orucu (nun mükafatı) ile sevinmesidir.”[6]
Bu açıdan oruç, sadece iştah ve şehveti dizginlemek değildir. Ayrıca insanın dilini de kötü ve çirkin sözlerden koruması gerekmektedir. Yalan ve çirkin sözlere sırt çevirme, iftira ve dedikoduya iltifat etmeme, haramlara bakmama, şehveti tahrik edici unsurlardan uzak durma ve olgun bir ahlâka kavuşma ancak oruç ile mümkündür.
Ebu Hüreyre’nin rivayeti ile Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“Her kim yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırakmazsa, o kimsenin yemeyi ve içmeyi bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur.”[7]
Süleym oğullarından bir sahabinin rivayeti ile Efendimiz (sas) orucun sabır ile olan yüksek ilişkisine şu şekilde işaret etmektedir:
“Oruç sabrın yarısıdır.”[8]
Bu hadîs-i şerîften hareketle denilebilir ki, oruç vesilesi ile bir kimse, kendisine Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin lütfettiği sabır donanımına müracaat edip onu çalıştırmalı, sabırsızlık gösterip ve bu kıymetli donanımı âtıl bırakıp oruç gibi çok önemli bir ibadetini asla terk etmemelidir.
Orucun Kazandırdıkları

Oruç, insanın duygu ve düşüncelerini daha bir inceltir. İnsanı diğer varlıklara karşı daha şefkatli ve merhametli yapar. Oruç tutan insan, açlığın ne demek olduğunu, açlık ve sefalet içinde kıvranan diğer insanların çektikleri o büyük ıstırabı daha rahat anlar. Oruç, gösteriş ve çıkar duygusu karışmaksızın, sırf Allah için yapılan bir ibadettir. Bu özelliğinden dolayı oruç, ruha kemal yollarını açan, sadece Allah için, O’nun rızasını kazanma niyetiyle yapılacak fedakârlıkları zirveleştiren bir ibadettir.
Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
“İnanarak ve sevabını Allah’tan umarak Ramazan’da oruç tutan kimsenin geçmiş günahları bağışlanır. İnanarak ve sevabını Allah’tan umarak Kadir Gecesi’ni ihya eden kimsenin de geçmiş günahları bağışlanır.”[9]
Oruç, aklın ve ruhun gücünü arttırmanın temel vesilelerindendir. Bu hususta hiçbir şey açlık, susuzluk ve bedenî arzulardan vazgeçme sureti ile gerçekleştirilen oruç kadar tesirli değildir. İnsan tabiatı, bazen râziye ve marziyye helezonundaki ruh cevherine ve sahih akla tabi olarak Allâh’a (cc) itaat halinde, bazen de nefs-i emmâresine ve şeytana uyarak isyan halindedir. Bu itibarla bir kimsenin nefsî arzularına ve şeytanların hemezâtlarına gem vurması için, şartlarına riayet ederek oruç gibi çok önemli bir ibadeti yerine getirmeye ihtiyacı vardır. Yemek yememek ve su içmemek meleklerin özelliğinden olduğu için, orucu yerine getirmekle insan, gittikçe melekî bir hüviyete bürünür. Oruç faaliyetini Allah’a itaat kastıyla yaptığından O’na yaklaşır ve O’nun rızasına ulaşır.
Allâh’a iman edip de O’na taat ile ibadet eden, böylece, “Allah’ın rızasına uyan kimse ile, Allah’ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse bir midir?” (Ali İmran, 3/162).
وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِنٖينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدٖينَ فٖيهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فٖى جَنَّاتِ عَدْنٍ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُ
“Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, ebedî olarak kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde çok güzel köşkler vadetti. Allah’ın rızası ise, bunların hepsinden daha büyüktür. İşte bu büyük başarıdır.” (Tevbe, 9/72).
Âyet-i kerîmede, Allah Teâlâ’nın rızasını elde etmenin daha yüce, daha ulu, daha muazzam ve daha büyük olduğu açık bir biçimde belirtilmiştir. İşte bu, ruhani ve manevi mutlulukların, maddi mutluluklardan daha mükemmel ve daha kıymetli olduğuna kesin bir delildir.
Ebu Said el-Hudrî’nin rivayetine göre Efendimiz (sas) Cenâb-ı Hakk’ın şöyle buyurduğunu söylemiştir:
“Allâh (cc) cennet ehline nida eder:
“Ey Cennet ahalisi!”
Cennettekiler: “Buyur ey Rabbimiz, emret” derler. Cenâb-ı Hak buyurur:
“Razı oldunuz mu?”
Cennettekiler: “Sen bize, yaratıklarından hiç kimseye vermemiş olduğun şeyi vermişken, biz daha nasıl razı olmayalım?” derler. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Ben sizlere bundan daha üstününü vereceğim.”
Cennetlikler, “Bundan daha üstünü nedir ki?” derler. Bunun üzerine de Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Size rızamı helal kıldım. Size ebediyen öfkelenmeyeceğim.”[10]
Orucun ay takvimi ile tutuluyor olmasında birtakım hikmetler bulunduğu da görülür. Çünkü kamerî yıl, güneş yılından yaklaşık on bir gün eksiktir. Böylece Ramazan her yıl, güneş yılına nazaran on bir gün daha önce gelir. Dolayısı ile otuz üç yıl boyunca güneş yılının her günü inananlar tarafından mutlaka oruçlu geçirilmiş olur. Keza güneş yılı içerisinde uzun ve kısa, sıcak ve soğuk günler mevcuttur. Ramazan ayının her yıl on bir gün kadar önce gelmesi ile soğuk ve sıcak, günü uzun ya da kısa yaşayan bütün bölgelerdeki Müslümanlar, orucun miktar ve şiddeti açısından birbirlerine eşit hale gelirler. Şayet sadece güneş aylarından biri geçerli olsaydı, sıcak bölgelerde yaşayanların durumu soğuk bölgelerde yaşayanlarınkinden daha ağır olurdu. Yine bazıları hayatları boyunca uzun günlerde oruç tutarken, diğerleri de hayatları boyu kısa günlerde oruç tutmuş olurdu. Ama kamerî ay seçildiğinden otuz üç yıllık bir devre içerisinde herkesin sabrı eşit seviyede sınanmış olmaktadır.
Oruç, Kur’ân ve Cömertlik

Ramazan ayında Kur’ân-ı Kerim’i okumanın yanında hayır ve hasenâtta bulunmak da önemlidir. Abdullah b. Amr’ın rivayeti ile Efendimiz (sas) bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmaktadır:
“Oruç ve Kur’an kıyamet gününde kula şefaat edeceklerdir. Şöyle ki: Oruç: ‘Ey Rabbim! Ben onu gündüzleri yemekten ve şehvetlerinden men ettim, onun için beni, onun hakkında şefaatçi kıl’ diyecek; Kur’an da: ‘Ben onu geceleri uykusuz bıraktım, beni de onun hakkında şefaatçi kıl’ diyecek. Böylece hem Kur’ân hem de Oruç o kula şefaat edeceklerdir.”[11]
Ramazan ayında Efendimiz’in (sas) cömertliği ile ilgili olarak İbn Abbas’tan (ra) şu rivayet gelmektedir:
“Resülullah (sas) hayır hususunda insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman da Ramazan ayı girip Cebrâil (as) ile sıklıkla karşılaştığı zamandı. Cebrâil (as) Ramazan’ın her gecesinde Resülullah (sas) ile buluşur, gündüz ortaya çıkıncaya kadar (ya da Ramazan ayı çıkıncaya kadar) Resülullah (sas), Cebrâil’e (as) Kur’an’ı baştan sona okurdu. Resülullah (sas), Cebrâil (as) ile bu buluşmalarında eserken bir engele takılmayan rüzgârdan daha cömert olurdu.”[12]
Bu hadis-i şeriften, Ramazan ayında Kur’ân-ı Kerim’i hatmetmenin sünnet olduğu anlaşıldığı gibi, gücü yetenlerin çokça sadaka vermelerinin, hayır ve hasenatta bulunmaları ile büyük sevap ve mükafatlara nail olabilecekleri anlaşılmaktadır.
Enes’ten (ra) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber’e (sas):
“Hangi sadaka daha faziletlidir?” diye sorulunca Efendimiz (sas) şöyle cevap vermiştir:
“Ramazan ayında verilen sadakadır.”[13]
Kadir Gecesi

Ramazan ayının en temel özelliklerinden birisi de içerisinde Kadir Gecesini barındırıyor olmasıdır.
اِنَّا اَنْزَلْنَاهُ فٖى لَيْلَةِ الْقَدْرِ وَمَا اَدْرٰیكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ تَنَزَّلُ الْمَلٰئِكَةُ وَالرُّوحُ فٖيهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْ مِنْ كُلِّ اَمْرٍ سَلَامٌ هِىَ حَتّٰى مَطْلَعِ الْفَجْرِ
“Gerçekten Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sana haber veren oldu mu? Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. O gece melekler ve ruh (Cebrâil), Rablerinin izniyle her bir iş için peyderpey inerler. O gece selâmettir, esenliktir; bu fecrin doğuşuna kadar devam eder.” (Kadr, 97/1-5).
Bu sure, Kur’an’ın Ramazan ayında (Bakara, 2/185) ve bütün hikmetli işlerin kararlaştırıldığı mübarek bir gecede indirildiğine dair ayetlerle (Duhân, 44/3-4) ve Efendimiz’in (sas) işaretleri ile birlikte ele alındığında, Kadir gecesinin Ramazan ayı içinde olduğu nettir.
Hişam b. Urve babasından rivayetle Resülullah’ın (sas) şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
“Kadir gecesini, Ramazan ayının son on günü içinde arayınız.”[14]
Ebu Said el-Hudrî’nin Efendimiz’den (sas) bu Kadir gecesi ile ilgili rivayeti şu şekildedir:
“Kadir gecesini Ramazan’ın son on günündeki tek sayılı gecelerde arayınız.”[15]
Bu kıymetli gecenin tespitiyle ilgili diğer bazı ipuçlarını ise İbn Ömer’in (ra) rivayeti ile Efendimiz (sas) şöyle vermektedir:
“Kim Kadir gecesini aramaya çalışacaksa, onu Ramazan’ın son yedi gecesi içerisinde arasın.”[16]
Efendimiz (sas) şöyle bir müjde de vermektedir:
“Her kim, hak olduğuna kalpten inanarak ve sevabını yalnız Allâh’tan umarak Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır. Ve yine her kim, hak olduğuna kalpten inanarak ve sevabını yalnız Allâh’tan umarak Kadir gecesini ibâdetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.”[17]
Ramazan’ın son on gününe girildiğinde Hz. Peygamber (sas), dünyevî işlerden uzaklaşıp itikâfa çekilir, geceleri daha çok ibadet ve tefekkürle geçirir, ailesini de uyanık tutardı.[18]
Hz. Âişe (r. anhâ) validemiz Resülullah’a (sas): “Ey Allah’ın Resulü! Kadir gecesine rastlarsam nasıl dua edeyim?” diye sormuş, Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“Allahümme inneke afüvvün kerîmün tuhibbu’l-afve fa’fu annî (Allah’ım! Sen çokça affedicisin, Kerîmsin (vâdini yerine getiren, çok verici, lütuf ve ihsanı bol, kendisine sığınanı geri çevirmeyen), affı seversin, beni de affet!”[19]
Bu sebeple, Ramazan ayının son on gecesini ve özellikle âlimlerin çoğunluğunun işaret ettiği yirmi yedinci geceyi, kulluk bilinci içinde ibadet ederek ve geçmişte yaptıkları hataları bir daha tekrarlamamaya kesin karar vererek geçirmeye çalışmak ayrı bir önemi haizdir.
Bayramlarımız

Bayramlarımız, her yıl yeniden dönmeleri, tekrarlanmaları ve Yüce Allah’ın bu günlerde insanlara maddi-manevi ihsanlarını bol bir şekilde ulaştırması açısından önemli günlerdir. Yüce Allah her yıl kullarına çok çeşitli ihsanlarda bulunur. Mesela, Müslüman oruç emrini yerine getirmekle, gündüzleri yeme ve içmeden alıkonulduktan sonra iftar anında bir sevinç ve ferahlama hissi duyar.[20] Yine Ramazan ayında yapmış olduğu aynî ve nakdî yardımlar ve bilhassa fıtır sadakası verme vesilesi ile, insanın her türlü afât-ı semaviye ve araziyyeden Allâh’ın izni ile korunduğu inancından kaynaklanan bir emniyet ve güven hissi duyar. Ayrıca bilhassa Ramazan’ın son on günü ile Yüce Allah’ın kullarına af ve bağışının, hesapsız bir tarzda lütfedildiğini hissetme, insanda ulvi hislerin doğmasına sebep olur.
Bayramların bir diğer özelliği ise o günlerde oruç tutmanın mekruh görülmesidir. O derece ki Ebu Said el-Hudrî’nin rivayeti ile Efendimiz (sas) şöyle buyurur:
“Şu iki günde oruç tutulmaz: Fıtır günü (Ramazan Bayramının birinci günü) ve Kurban günü.”[21]
Enes’in (ra) müşahedesi ile Resülullah (sas), Ramazan Bayramı’nda, mutlaka sayıca tek olan birkaç hurma yedikten sonra bayram namazına gitmiştir.[22]
Büyük muhaddis Tirmizi de Hz. Ali bin Ebi Talib (ra)’den şu rivayete yer vermektedir:
“Bayram namazına yürüyerek gitmen ve gitmeden önce de bir şeyler yemen sünnettendir.”[23]
Şevval ayının ilk üç gününde kutlanan Ramazan Bayramı, bir anlamda tövbelerin kabulü ve af günleri olup, ibadetle geçirilen Ramazan ayından sonra Allah’ın rahmetine nail olma ümit ve sevincini taşıma ve bu durumun bayramını yaşama anlamlarına gelmektedir.
Bayram günlerinde Efendimiz (sas) Mescid-i Nebevî’nin toprak zemini üzerinde bir grup Habeşlinin oynadığı kılıç-kalkan oyununu eşi Hz. Âişe (r. anhâ) ile seyretmiştir.[24] Ayrıca kendisi bulunmamakla birlikte Hz. Âişe’nin (r. anhâ) yanında cariyelerin def çalıp kahramanlık türküleri söylemelerine izin vermiş, Hz. Ebubekir’in (ra) müdahalesine ise şöyle söyleyerek müsaade etmemiştir:
“Bırak onları, söylesinler. Her ümmetin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımız.”[25]
Bayram sabahında erken kalkmak, yıkanmak, gusletmek, misvak kullanmak, ağzı temizlemek, güzel koku sürünmek, en güzel elbiseyi giymek, Allah’ın verdiği nimetlere şükretme adına sevinçli ve neşeli görünmek güzel görülmüştür. Ayrıca erken davranıp bayram namazı için, varsa büyük camiye gitmek, namaza giderken içinden tekbir getirmek, dönüşte mümkün ise başka yoldan gelmek, müminlere rast geldikçe güler yüzlü olmak ve tatlı söz söylemek, gücü yettiğince çok sadaka vermek de mendup sayılmıştır.[26]
Bayramlar, biteviye akıp giden hayatın monotonluğunun kesilerek sosyal hayatın canlanmasına, uzak-yakın akraba ve tanıdıkların birbirleri ile görüşmeleri ve bir araya gelebilmelerine vesile olan önemli günlerdir. İnsanlar birbirlerinin bayramlarını, ya bizzat görüşerek ya da çeşitli görüşme ve haberleşme vasıtalarıyla tebrik ederler. Uzun zaman hatırlanmayan dostlar bu vesile ile hatırlanırlar. Bayramlar; sılalara yapılan heyecanlı yolculuklar, bayram ziyaretleri ile şenlenen haneler, toplu mekânlarda bir araya gelerek yapılan bayramlaşmalar, sadece hayatta olanların değil vefat etmiş olanların da hatırlandığı, kabirlerin ziyaret edilip ölmüşlerin ruhlarına Fatiha-i şerîfeler, Yâsin-i şerifler ve İhlasların okunduğu kutlu zaman dilimleridir.
Bayramlar, bilhassa Ramazan ayının son on gününde doruğa çıkan fıtır ve benzeri maddi sadakalarla yoksul, kimsesiz ve yüreği yaralı insanlara bilhassa maddi zenginliklerin ve güzelliklerin ulaştırılmasının verdiği iç huzurunun ve neşenin derinden hissedildiği günlerdir.
Bu güzel günler, kırgınlık ve dargınlıkların unutulduğu, karşılıklı sevgi ve saygının pekiştiği, insani hassasiyetin yükseldiği, müsamaha ve hoşgörünün hâkim olduğu bir iklimi yaşamak ve kalıcı kılmak için önemli bir vesiledir. Yine bu güzel günler; akrabaların, komşu ve büyüklerin, hastaların ziyaret edilmesine, fakir, yetim ve kimsesizlerin gözetilmesine, çocukların sevindirilip manevi havayı teneffüs etmelerine, kısaca her türlü yüksek insani ve ahlâkî değerlerin ışıldamasına zemin oluşturur. Böylece bayramlar; arkasında tatlı hatıralar, yetim, kimsesiz ve fakirlerin mutluluk gözyaşlarını bırakır.
Fıtır Sadakası ve Bayram Namazları

Fıtır sadakası (sadaka-i fıtır ya da fitre), insan olarak yaratılmanın ve Ramazan orucunu tutup bayrama ulaşmanın bir şükrü olarak, dinen zengin olup Ramazan ayının sonuna yetişen Müslümanın, vermesi vacip olan bir sadakadır.[27] Vacip oluşu, sünnetle sabittir.[28]
Kişi, kendisinin ve küçük çocuklarının fitrelerini vermekle yükümlüdür. Efendimiz (sas), büyük-küçük, kadın-erkek her Müslümana fitrenin gerektiğini ifade buyurmuştur.[29] Fıtır sadakası büyüğe vacip olduğu gibi küçük için de vaciptir. Cumhurun görüşü budur. Allah (cc), fıtır sadakası veren zenginin günahlarını bağışlar, malını artırır. Fakirlerin fıtır sadakası olarak verdiklerine karşılık olarak ise Allah (cc) daha fazlasını verir. Fıtır sadakasının vacip olma zamanı Ramazan Bayramının birinci günü olmakla birlikte, bayramdan önce de verilebilir. Hatta bu daha faziletlidir.
Fitre, Ramazan Bayramının birinci günü sabahı, fecrin doğuşundan itibaren vacip olur. Bu görüş İmam Ebu Hanife’nindir. Diğer üç İmama göre fitre, Ramazan’ın son akşamı güneşin batmasından itibaren vacip hâle gelir. Fitreyi vermenin müstehap olan şekli, fecrin doğuşundan itibaren namazdan çıkmadan önce tespit edilmiş fakirlere verilmesidir. Bunu gerçekleştirmek günümüzde online işlemler düşünüldüğünde çok zor değildir. Ancak bayram namazından hemen önce sabah vakti fakir bulup da fitreyi ödeme zorluğu çıkabilmesi ihtimaline binaen, fıtır sadakasının Bayramdan birkaç gün önceden de verilebilmesi mümkün kabul edilmiştir. Böylece fakirlerin Bayramdan önce ihtiyaçlarını karşılayabilmelerine de imkân tanınmış olur. Ödemenin bayram namazından sonraya tehiri kabul edilmemiştir.
Resülullah (sas)’a; “Doğrusu, mutluluğa ermiştir zekât veren ve Rabbinin ismini anıp da namaz kılan” (Ala, 87/14-15) âyet-i kerîmeleri sorulduğunda şöyle izah buyurmuştur:
“Fıtır zekâtı ile ilgili olarak indi. Fıtır zekâtı, insanlar bayram namazına çıkmadan önce verilsin.”[30]
Bu emirler, henüz zekât farz kılınmadan önceydi. Sa’d b. Ubade (ra) şöyle diyor:
“Zekât Müslümanlara farz kılındıktan sonra, Efendimiz (sas) bizlere sadaka-i fıtrı emretmedi ama vermeyi de yasaklamadı. Halen de sadaka-i fıtırlarımızı vermeye devam ediyoruz.”[31]
Bayram namazları ikişer rekâttır ve kendisine cuma namazı farz olan herkese bayram namazı farz-ı kifâyedir. Bayram namazı vaktinin güneşin doğmasından yaklaşık kırk beş dakika sonra başladığı üzerinde görüş birliği bulunmaktadır. Cemaat şarttır. Bir kimse imamla birlikte bayram namazını kılamayıp kaçırırsa bayram günü içerisinde kaza edebilir.
Resülullah (sas) bayram namazına giderken bir yoldan gider, dönerken başka bir yoldan gelirdi.[32] Bayram günü gidiş ve dönüş yollarını farklı yapmak konusunda iki yorum bulunmaktadır. Bir açıklamaya göre buradaki amaç adımların çok olmasını sağlamak, çok yer görmek ve insanlardan mümkün olduğu kadar çok kimseyle karşılaşmaktır. Bir diğer yoruma göre ise bu tutumda güvenlik düşüncesi bulunmaktadır.
Rivayetlerden, kadınların bayram namazlarına iştirak etmelerinin mendup olduğu görülmektedir.[33] Kadınların da bayramın ruhani yönünü ve cemaatin genişliğini görmeleri, ayrıca yapılan dualara onların da iştirak edebilmeleri faydalıdır.
Sonuç

Ramazan, bir medeniyettir, bir dünya görüşüdür. Sadece, nefsimize gem vurulan günler değil, yoksulların, düşkünlerin, açların, muhtaçların, kimsesizlerin hatırlandığı ve korunduğu yoğun bir seferberliktir.
Cennet’teki Reyyân Kapısı sadece oruç tutanların geçebilecekleri bir kapıdır.[34] Bu kapının ardında dolu dolu kadehler, envai lezzette yiyecekler, izzet ve ikram, hepsinden de önemlisi Allah’ın rızası ve rahmeti vardır.
Allah oruçlu için şöyle buyurur:
“O, yemesini, içmesini ve şehevî arzularını sırf benim için terk ediyor. Onun mükâfatını bizzat ben vereceğim. Bir iyiliğe ise on misli ecir vardır.”[35]
Cenâb-ı Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinden, dünyanın dört bir yanındaki Müslüman kardeşlerimizin nice Ramazan-ı şerîflere ve leyle-i kadirlere, sağlık, esenlik, afiyet, atifet, mutluluk ve istikamet içerisinde ulaşmaları dilek ve temennileri ile…
[1] Ebu Abdurrahman Halil b. Ahmed el-Ferâhîdî, Kitabu’l-Ayn, 7/39; İbnu Manzur, Lisanu’l-Arab, 5/315.
[2] Nesai, Siyam, 5 (2106).
[3] Müslim, Siyam, 9 (45).
[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/292 (7904).
[5] İbn Huzeyme, Sahih, Kitabu’s-Sıyâm, 8 (1887); Beyhaki, Şuabu’l-İman, 5/224 (3336); el-Hindi, Kenzu’l-Ummal, 8/477 (33714).
[6] Buhari, Savm, 9 (1904).
[7] Buhari, Savm, 8 (1903).
[8] Tirmizi, Deavât, 86 (3519); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/260 (18476); 5/363 (23461).
[9] Buhârî, Fazlü Leyleti’l-Kadr, 1 (2014).
[10] Buhârî, Rikâk, 51 (6549); Müslim, Cennet, 2 (9).
[11] Ahmed b. Hanbel, 2/174 (6626).
[12] Buhârî, Savm, 7 (1902).
[13] Tirmizî, Zekât, 28 (663).
[14] Buhârî, Fazlu Leyleti’l-Kadr, 3 (2020); Muvatta, İtikaf, 6 (1331).
[15] Buhârî, Fazlu Leyleti’l-Kadr, 2 (2016).
[16] Buhârî, Fazlu Leyleti’l-Kadr, 2 (2015).
[17] Buhârî, Fazlu Leyleti’l-Kadr, 1 (2014).
[18] Buhârî, Fazlu Leyleti’l-Kadr, 5 (2024)
[19] Tirmizî, Deavât, 85 (3513).
[20] Buhari, Savm, 9 (1904).
[21] Buhari, Savm, 67 (1995).
[22] Buhari, İydeyn, 4 (953).
[23] Tirmizi, Cuma, 30 (530).
[24] Buhari, Salat, 69 (454).
[25] Buhari, İdeyn, 3 (952).
[26] Ali Şürünbülâlî, Meraku’l-Felah, Dâru’l-Kütübi’l-İlmî, Beyrut-2004, s. 196-197.
[27] Nevevî, el-Mecmû, 6/88, Mektebetü’l-İrşad, Cidde, trsz.
[28] Buhârî, Zekât, 71-78 (1504-1512).
[29] Ebû Dâvûd, Zekât, 20 (1619).
[30] İbn Huzeyme, Sahih, Kitabu’z-Zekât, 398 (2420).
[31] Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, 8/199, Dâru İbni’l-Cevzî, Kahire-1427.
[32] Ebu Davud, Salât, 254 (1156).
[33] Buhari, İydeyn, 16 (975).
[34] Buhari, Savm, 4 (1896); Müslim, Siyâm, 30 (1152); Tirmizi, Savm, 55 (765).
[35] Buhari, Savm, 2 (1894).
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.