Musa Kâzım GÜLÇÜR
24 Ekim/2019
İçindekiler
Kaderî Programın İkinci Aşaması: Kitabet (Yazılı Hale Getirilmesi) 1
İlâhî Kitâbet ile İlgili Hadîs-i Şerîfler 6
“Ezelî Plan ve Program Kaza ve Kader I” başlıklı yazımızda “kaza ve kader” kelimelerinin Türkçemizdeki karşılıklarına, ilâhî ve ezelî plan ve programın varlığı ile bu programın birinci aşaması olarak görülebilecek “Allah’ın (cc) Ezelî İlmi” konularına kısaca temas etmeye çalışmıştık.
Bu yazımızda ise, Cenâb-ı Hakk’ın izni ve inâyeti dairesinde, ikinci aşama olarak bakabileceğimiz “ilâhî ve ezelî plan ve programın yazılı hale getirilmesi (kitâbet) aşaması” ile ilgili ayet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri görmeye ve anlamaya çalışacağız.
Kaderî Programın İkinci Aşaması: Kitabet (Yazılı Hale Getirilmesi)
Allah kâinatı yaratmadan önce kalemi ve levh-i mahfuzu yaratmış, vuku bulacak her şeye dair bilgiyi levh-i mahfuza yazmıştır. Abdullah b. Amr b. Âs, Resülullah’ın (sas) şöyle dediğini işittiğini rivayet etmektedir:
“Allah mahlûkatın kaderlerini, göklerle yeri yaratmazdan elli bin sene önce yazdı. Arşı da su üzerinde idi.”[1]
Bu hadis-i şerîfteki yazma fiili ile bir tasvir ve tespit yapılmaktadır. İlahi bilginin levh-i mahfuza yazılması ve kaydedilmesi, insanları fiillerinde mecburiyet altında bıraktığı anlamına gelmemektedir. Çünkü insanın ne yapacağı ya da yapmayacağı ezelî bir şekilde bilindiği için bu bilginin değişmesi söz konusu değildir. Bir örnek ile açacak olursak, bir insanın belirli bir tarih ve saatte A noktasından B noktasına gitmeye karar verdiğini varsayalım. Bu kişi son anda kararından vazgeçti ise levh-i mahfuzda vazgeçtiği, vazgeçmeyip gitti ise gideceği yazılıdır.
Neticede insan, levh-i mahfuzda ne yazıldığını bilmeden, kendi hür iradesine göre davranır. Bu davranışları da levh-i mahfuzda daha önceden kendisi hakkındaki yazılmış hükümlerle birebir ve tam olarak uygunluk gösterir. Bizlerin lâ teşbih ve lâ temsil “gelecekte şu şu tarihlerde, saatlerde ve dakikalarda ‘güneş tutulması’ ya da ‘ay tutulması’ olacaktır, şu kadar dakika devam edecektir” dememiz gibi. Allâmu’l-ğuyûb Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri de ezelî ilmi ile kişinin ne yapacağını ya da ne yapmayacağını bilmektedir ve ona göre ezelî ilmi ile bir plan ve program belirlemiştir.
İlâhî yazılım ve kayıt ile ilgili bir âyet-i kerîme şöyledir:
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِى الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِىَ الصَّالِحُونَ اِنَّ فٖى هٰذَا لَبَلَاغًا لِقَوْمٍ عَابِدٖينَ
“And olsun, biz Zikir’den sonra Zebur’da da: “Şüphesiz Arz’a salih kullarım varisçi olacaktır” diye yazdık. Şüphesiz bunda Allah’a kulluk eden bir toplum için yeterli bir mesaj vardır.” (Enbiya, 21/105-106)
Bu ayet-i kerimedeki “zebur” kelimesi, semâdan indirilmiş bütün kutsal kitaplardır. Sadece Davud Peygambere (as) verilen Zebur kastedilmemektedir. Çünkü, şimdi aktaracağımız âyet-i kerimede de daha önce indirilmiş kitapların tamamının “zebur” olarak nitelendirildiğini görmekteyiz:
(بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَاَنْزَلْنَا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ)
“Biz, o Peygamberleri mucizelerle ve zeburlarla (kitaplarla) gönderdik. Ey Resulüm, sana da zikri indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara anlatasın olur ki iyice düşünürler.” (Nahl, 16/44)
Âyet-i kerimede bir de “zikir” kelimesi beyan edilmektedir. Buradaki “zikir” ile kast edilen, Allâh’ın (cc) nezd-i uluhiyetinde bulunan “ümmü’l-kitâb” yani kitapların anası yani “zikir”dir. Bu anlamı ifade eden bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:
“Allah vardı ve O’ndan başka hiçbir şey yoktu. Arşı su üzerindeydi. ‘Zikir’de her şeyi yazdı. Gökleri ve yeri yarattı”[2]
“Salih kullar” kelimesi ile de Efendimiz (sas) ve onun pâk ümmeti kast edilmektedir. Bu ayet-i kerime ile ilgili en sahih görüş budur.
Amellerin varlık dünyası meydana gelmeden önce yazılmış olduğuna delalet eden diğer bir âyet-i kerîme de şu şekildedir:
اِنَّا نَحْنُ نُحْيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْ وَكُلَّ شَیْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فٖى اِمَامٍ مُبٖينٍ
“Gerçekten biz, ölüleri diriltiriz; (ölümlerinden önce iyi ve kötü olarak) ileri gönderdikleri amellerini ve (ölümlerinden sonra) geride bıraktıkları (iyi ve kötü) eserleri de yazarız. Biz her şeyin (daha önce) imam-ı mübîn’de (levh-i mahfûz’da) dökümünü yapmış, yazmışızdır.” (Yasin, 36/12)
Bu ayet-i kerimede, bir kimse henüz dünyaya gelmeden önce amellerinin levh-i mahfuz ya da diğer tanımı ile imam-ı mübîn’de yazılmış olduğu kitap ile, kişinin dâr-ı âhirete irtihali ve intikali ile amellerini yazılı olarak bulacağı diğer kitap beraberce zikredilmiştir.
“Âsâr/eserler” kelimesinin ise çok önemli bir anlamı vardır. Cenab-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, insanların işledikleri amelleri kirâmen kâtibin melekleri vasıtası ile yazdırır. Böylelikle, bireylerin amellerine hayır ya da şer türünden terettüp eden sonuçlar, artık onların amellerinin birer eseridir.
Şimdi aktaracağımız âyet-i kerimede varlıkların bütün hallerini tam ve tafsilatlı olarak kapsayan, semâda ve Arş’da bulunan levh-i mahfûz’a işaret edilmektedir:
(مَا فَرَّطْنَا فِى الْكِتَابِ مِنْ شَیْءٍ)
“Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (Enam, 6/38)
Bu ayet-i kerimede, varlıklar yaratılmadan önce her şeyin bir kitapta yazıldığı ve eksiksiz bir şekilde takdir ve tespit edildiği beyan edilmektedir. Şimdi aktaracağımız âyet-i kerîme ise bizlere bu kitabın temel bazı vasıflarını vermektedir. Âyet-i kerîme şu şekildedir:
(وَاِنَّهُ فٖى اُمِّ الْكِتَابِ لَدَيْنَا لَعَلِىٌّ حَكٖيمٌ)
“Şüphesiz o (Kur’ân-ı Kerîm), katımızdaki ana kitapta (Levh-i Mahfuz’da) mevcuttur, çok yücedir, hikmetlerle doludur.” (Zuhruf, 43/4)
Ashab hazeratının, tabiunu kirâmın ve bütün İslâm alimlerinin ittifakla kabulüne göre kıyamete kadar olacak her şey “ümmü’l-kitap”ta yazılıdır. Bu âyet-i kerimede kitabın temel vasıfları şu şekilde anılmaktadır:
1. Birinci vasıf, onun “ümmü’l-kitap/ana kitap” olmasıdır. Her şeyin temeline ve esasına, o şeyin anası denir. Kur’ân-ı Kerîm, Allah katında, levh-i mahfûz’da sabit olup, daha sonra en yakın semaya indirilmiş, oradan da insanların ihtiyaçlarına uygun olarak, parça parça dünyaya indirilmiştir. Onun levh-i mahfuzda oluşuna şu âyet-i kerîme delildir:
(بَلْ هُوَ قُرْاٰنٌ مَجٖيدٌ فٖى لَوْحٍ مَحْفُوظٍ)
“Hayır, (kâfirlerin yalanlamakta oldukları) o (kitap) çok şerefli bir Kur’an’dır, O korunaklı bir levhada (levh-i mahfuz’da)dır.” (Burûc, 85/21-22)
2. İkinci vasıf, (لَدَيْنَا) “katımızda bulunan” kelimesidir. Kur’ân-ı Kerîm’e bu derecenin verilmesi, onun bütün mahlûkatın hallerini ihtiva eden bir kitap oluşundan ötürüdür. Buna göre o, Allah’ın mülkü ve melekûtunda meydana gelecek, bütün her şeyi ihtiva eden bir kitaptır. İşte bundan ötürü, böyle bir derece verilmiştir.
(وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ) “Hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, levh-i mahfuz’da) olmasın” (Enam, 6/59) âyet-i kerimesinin burası ile ilgisi bulunmaktadır. (لَدَيْنَا) “katımızda bulunan” kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’e bir sıfat olarak kabul edilirse, “O, Kur’ân-ı Kerîm, kendi katımızdadır, ümmü’l-kitaptadır” şeklinde bir anlam da Allahu a’lem muhtemeldir.
3. Üçüncü vasıf, (لَعَلِىٌّ) “çok yücedir” kelimesidir. Bu sıfat, Kur’ân-ı Kerîm’in bütün yanlışlardan ve batıllardan yüce ve uzak olduğunu beyan eder. Her zaman bir mucize olarak kaldığı için, bütün kitaplardan daha yüce, daha yüksek ve daha şerefli olması vasfıdır.
4. Dördüncü vasıf, (حَكٖيمٌ) “hikmetlerle dolu” yani “hakîm” olmasıdır. Bu hikmet yönü, Kur’ân-ı Kerîm’in kelimelerini etkili, güzel, hitap edilen kimseye, içinde bulunulan duruma uygun şekilde söylemesi; fasih ve hâle uygun beyanda bulunması, kelimelerden her birinin ve bu kelimelerden meydana gelen cümlelerin lafız, anlam, ahenk, uyum ve kurallara uygunluk açısından yerinde, düzgün ve doğru olması; söylenmesi güç, alışılmamış kelimelere, yadırganacak sözlere, kusurlu cümlelere, hedefsiz mecaz ve terkiplere yer vermemesi, açık, duru, söyleyişte ve anlamda akıcılık açılarından sapasağlam olmasıdır.
İlahî yazma, ezelî plan ve programla ilgili aktaracağımız bir âyet-i kerîme de şu şekildedir:
مَا اَصَابَ مِنْ مُصٖيبَةٍ فِى الْاَرْضِ وَلَا فٖى اَنْفُسِكُمْ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَا اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَسٖيرٌ لِكَيْلَا تَاْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَا اٰتٰیكُمْ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ
“Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle de şımarmayasınız diye (böyle yaptık.) Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.” (Hadid, 57/22-23)
Bu âyet-i kerîmede Allah Teâlâ, hadiselerin, kaza ve kader ile olup, değişmeyen bir kitapta bulunduğunu haber vererek, insanın meydana gelen iyi olaylar karşısında aşırı sevinip şımarmamasını, elde edemediği hususlar için de çok üzülmemesi gerektiğini beyan etmektedir.
Ehl-i sünnete göre, vukua gelen her şeyin vaki olması, vukua gelmeyen hiçbir şeyin de vaki olmaması şu dört sebepten dolayıdır:
1) Allah Teâlâ, meydana gelecek şeyin vakî olacağını bilmektedir.
2) Allah Teâlâ, meydana gelecek hadisenin olmasını irâde etmiştir.
3) Allah Teâlâ’nın kudreti, o şeyi meydana getirmeye taalluk etmiştir.
4) Allah Teâlâ, mahza doğruluk olan kelamı ile, bir şeyin meydana geleceğini takdir etmiştir.
Bu tür düşüncenin insan zihni ve ruhunda karar kılması durumunda, zorluklar insana kolay görünür, hissettiği hüzün ve üzüntü yok olur, hayatından lezzet alır, vazifesini yaptıktan sonra kadere iman eden, bütün gam, keder ve sıkıntılardan kurtulur.
(وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً)
“Sizi bir imtihan olarak, kötülük ve iyilikle deneyeceğiz.” (Enbiya, 21/35)
Bu âyet-i kerîmeden, insanın sınanmalar sonucunda metanet ve soğukkanlılığının, sıkıntılara sabredebilmesi ile Rabb’ine yakınlığının ve bağlılığının, O’nun rahmetine olan güven ve itimadı ile de Rabbe rızasının ve hoşnutluğunun yüksek boyutlarının ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır.
وَكُلُّ شَیْءٍ فَعَلُوهُ فِى الزُّبُرِ وَكُلُّ صَغٖيرٍ وَكَبٖيرٍ مُسْتَطَرٌ
“İşledikleri her şey (amellerin yazıldığı) defterlerdedir. Küçük ve büyük (yapılan her şeyin) hepsi (Levh-i Mahfuz’da) yazılıdır.” (Kamer, 54/52-53)
Kitâbet aşaması ile ilgili önemli bir ayet-i kerîmeyi daha aktarıp, konu ile ilgili hadîs-i şerîflere geçeceğiz.
Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri şöyle buyurur:
وَمَا تَكُونُ فٖى شَاْنٍ وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُودًا اِذْ تُفٖيضُونَ فٖيهِ وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِى الْاَرْضِ وَلَا فِى السَّمَاءِ وَلَا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَا اَكْبَرَ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ
“(Ey Resulüm), sen herhangi bir işte bulunsan, Kur’an’dan her ne okusan, sen ve ümmetin hangi ameli yapsanız, siz ona dalıp dururken, muhakkak biz üzerinizde şahit oluruz (her yaptığınızı görürüz). Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinizden gizli kalmaz. Ne zerreden daha küçüğü ne daha büyüğü… Bunların hepsi Kitab-ı Mübîn’de (Levh-i Mahfûz’da yazılı bir şekilde) bulunmaktadır.” (Yunus, 10/61)
Bir sonraki ayet-i kerimede de beyan buyurulacağı üzere, bu ayet-i kerimedeki gerçeği ayne’l-yakîn ve hakka’l-yakîn yaşayan, bütün işlerinde, eylemlerinde, hareketlerinde ve duruşlarında Allah’ın (cc) kendileri ile beraber olduğunun, zerreden ister daha küçük isterse de daha büyük önemdeki aksiyonların hepsinin önceden çok açık bir şekilde yazılı bulunduğu şuur ve bilincindeki Allâh dostları, asla herhangi bir endişeye ya da korkuya kapılmaz veya üzülmezler. Bu gerçekle hemhâl Allâh dostları, Allâh’ın inayeti ile dünyanın her türlü eza ve cefasına karşı metanetlerini rahatlıkla koruyabileceklerdir.
İlâhî Kitâbet ile İlgili Hadîs-i Şerîfler
Kur’ân-ı Kerîm nasları ile beyan buyurulan ilâhî kitâbet hususu, benzer tonlarda olmak üzere Efendimiz’in (sas) hadîs-i şerîflerinde de yer almaktadır. Bu hadîs-i şerîflerden mevzu ile ilgili olarak aktarmak istediklerimiz şu şekildedir:
Alî b. Ebî Tâlib (ra) şöyle anlatmaktadır:
Baki el-Ğarkad’da bir cenazeyi defnediyorduk. Resülullah (sas) yanımıza geldi. Bizler de etrafında halka yapıp oturduk. Elinde bir baston vardı. Bastonun ucunu eğerek onunla yere dürtmeye başladı. Daha sonra şöyle buyurdu:
“Aranızda Yüce Allâh’ın Cennet ve Cehennemdeki yerini yazmadığı, bedbaht mı yoksa mutlu mu olduğu yazılmadık hiçbir nefis yoktur” buyurdu.
Topluluktan bir adam da:
“Yâ Resulallah! Öyle ise bizler niçin hakkımızda yazılana bel bağlayıp ameli terk etmiyoruz? Nasıl olsa bizlerden saadet ehli olanlar saadet ehlinden olacak, şekâvet ehlinden olanlar da şekâvet ehlinden olacaklar?” diye sordu.
Resülullah (sas) şöyle buyurdu:
“Hayır, saadet ehli olanlar saadet ehlinin ameli yönünde kolaylaştırılacak, şekâvet ehlinden olanlar da şekâvet ehlinin ameli yönünde kolaylaştırılacaklardır.”
Sonra şu âyet-i kerîmeleri okudu:
فَاَمَّا مَنْ اَعْطٰى وَاتَّقٰى وَصَدَّقَ بِالْحُسْنٰى فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرٰى وَاَمَّا مَنْ بَخِلَ وَاسْتَغْنٰى وَكَذَّبَ بِالْحُسْنٰى فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْعُسْرٰى
“Bundan sonra kim verir ve sakınır, o en güzeli tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız. Amma kim cimrilik eder, kendini müstağni görür ve o en güzeli yalan sayarsa biz de ona o en güç olanı hazırlarız.” (Leyl, 5-10).[3]
Mâlik b. Cu’şum adlı sahabi gelerek Efendimiz’e (sas) şu soruyu sordu:
“Ya Resulallah! Bize sanki şimdi yaratılmışız gibi dinimizi beyan et! Bugün amel ne hususta olacak? Hakkında kalemler kuruyup kaderlerin cereyan ettiği hususta mı? Yoksa istikbalimize ait şeylerde mi?” Resülullah (sas) şöyle buyurdu:
“Hayır! Bilakis hakkında kalemlerin kuruyup, kaderlerin cereyan ettiği hususta.”
“Öyleyse niçin amel ediyoruz?” sorusuna da şöyle cevap verdi:
“Amel ediniz. Çünkü amellerinize kolaylaştırılacaksınız.”[4]
Bir önceki ve bu hadîs-i şerifte, kaderî programın ezelde belli olduğu, bireylerin hayatlarında nasıl ve ne şekilde bir yol tutacağının yazılı olduğu, her bir ferdin bu yazılımdaki en ince ayrıntıya kadar mutabık bir hayat süreceği, bu tetabukun kişilerin hür iradesi ile gerçekleştiği ve amelin terkinin önemli bir yanlışlık olacağı gayet net bir şekilde beyan edilmiştir.
Bu ilahî yazılımla ilgili olarak Abdullah b. Amr b. Âs Efendimiz (sas) şu hadîs-i şerîfi duyduğunu rivayet etmektedir:
“Allah, göklerle yeri yaratmadan elli bin sene önce, mahlûkatın kaderini yazdı. Arşı da su üzerindeydi.”[5]
Kişinin, mazide kalan olay ve hadiseleri değiştiremeyeceği ile ilgili olarak da Ubade İbnu’s-Samit (ra), ölümü sırasında oğluna şu vasiyette bulunmuştur:
“Oğulcuğum, başına gelecek olan şeyin asla atlatılamayacağını, kaçırdıklarını da yakalayamayacağını bilmedikçe, iman hakikatinin tadını asla bulamazsın. Zira ben, Resülullah (sas)’ın şöyle söylediğini işittim:
“Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Kalemi yarattı ve:
“Yaz” dedi.
“Rabbim, ne yazayım?” diye sordu.
“Kıyamete kadar takdir edilen her şeyi yaz!” dedi.
“Oğulcuğum, Resülullah (sas)’dan şunu işittim:
“Kim bu inanç dışında ölürse benden değildir.”[6]
Efendimiz (sas), bireylere ait bütün ezeli plan ve programların, diğer bir tabirle hesapların toplu olarak kaydedildiği defterler konusunu, “uygulamalı eğitim” metodu ile ashab hazeratına göstermiş ve öğretmiştir. Abdullah b. Amr b. Âs (r. anhümâ) rivayet ediyor:
Resülullah (sas), elinde iki kitap olduğu hâlde yanımıza geldi ve dedi ki:
“Bu iki kitap nedir, bilir misiniz?”
Biz: ‘Hayır, biz ancak senin haber verdiklerini biliriz” dedik. Resülullah, sağ elindeki kitap için:
“Bu Âlemlerin Yüce Rabbinden gelen bir kitaptır ki içinde cennetliklerin isimleri, babaları ve kabilelerinin isimleriyle birlikte bulunmaktadır. Son ferdine kadar toplu olarak kaydedilmiştir. Artık buna ebediyen ne ekleme ne de eksiltme yapılır.”
Resülullah, sol elindeki kitap için:
“Bu da Âlemlerin Yüce Rabbinden gelen bir kitaptır ki içinde cehennemliklerin isimleri, babaları ve kabilelerinin isimleriyle birlikte bulunmaktadır. Son ferdine kadar toplu olara kaydedilmiştir, artık buna ebediyen ne bir ekleme ne de eksiltme yapılır.”
deyince Resülullah’ın sahâbîsi sordu:
“Peki, ey Allah’ın Resulü! Takdir edilip tamamlandığına göre neden amel ediyoruz?”
Şöyle cevap buyurdular:
“Siz istikamet üzere olun ve Allah’a yaklaşmaya çalışın. Cennetlik olan (iyi) kişi, önceden hangi amel işlerse işlesin, hayatı cennetliklerin ameli ile son bulur. Cehennemlik olan (kötü) kişi de önceden hangi amel işlerse işlesin, hayatı cehennemliklerin ameli ile son bulur.”
Sonra Peygamberimiz o kitapları aldı, sıkıca tuttu ve;
“İzzet ve celâl sahibi olan Rabbiniz, kulları ile ilgili takdirlerini nihayetlendirmiştir.”
buyurdu. Sağ elindeki kitabı attı ve;
“Kulların bir bölümü cennettedir.”
dedi. Sol elindeki kitabı da attı ve;
“Kulların bir bölümü de cehennemliktir” dedi.[7]
Bütün kaderî plan ve programların tamamlandığını, kalemlerin artık kaldırılmış olduğunu, defterlerdeki mukadderatla ilgili tayinlerin bütünü ile sona erdiğini, Allâh’a yönelmenin ve sadece O’ndan yardım ve muvaffakiyet talep etmenin önemini gösteren bir hadîs-i şerîf de şu şekildedir:
Hz. İbn-i Abbas (ra) diyor ki: Ben bir gün Nebi (sav)’in arkasında idim. Resülullah (sas) şöyle buyurdu:
“Ey evlatçığım! Sana bazı kelimeler öğreteceğim. Allah Teâlâ’yı muhafaza et ki, Allah da seni muhafaza etsin. Allah Teâlâ’yı muhafaza et ki, O’nu sana yönelmiş bulasın. İstediğin zaman yalnız Allah’tan iste. Yardım dileyeceğin zaman da yalnız Allah’tan yardım dile. Bil ki! Eğer bütün ümmet sana fayda vermek için toplansa, Allah’ın senin için yazdığından başka sana fayda veremez. Ve eğer bütün ümmet sana zarar vermek için toplansa, Allah’ın senin için yazdığından başka sana zarar veremez. Kalemler kaldırıldı ve sayfalar kurudu.”[8]
Suheyb (ra), Resülullah’ın (sas) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
“Müminin hali hayranlık vericidir. Onun her işi hayırdır. Bu durum sadece mümine ait bir özelliktir. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder, bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder, bu da onun için bir hayır olur.”[9]
O halde şükür ve sabır mekiğini kullanabilen kimseler büyük hayırlara erişmiş olurlar. Allâh (cc), kullarını var etmeden önce onların durumlarını, ne amel işleyeceklerini bilmektedir. Daha sonra onlar hakkındaki bilgisinin ortaya çıkması için insanları bu dünya yurduna çıkarmış, emirlerle, yasaklarla, hayır ve şerlerle sınayarak bilgisine uygun hallerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bunun sonucunda da övülme, yerilme, mükafat ya da mücazat gerçekleşmiştir. Bütün bunlar Allâh’ın (cc) ezeli ilminde mevcuttu. Böylece kimsenin mazeret öne sürecek bir durumu da kalmamıştır. Allâh’ın (cc) ilmine mutabık bir şekilde insan davranışları ortaya çıkınca, bu ameller dolayısı ile mükafat ya da mücazat söz konusu olmuştur. İşte bu durum, insanın kaza ve kader ile sınanmasıdır. Bu hakikat ayet-i kerimelerde şöyle beyan buyurulur:
(اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ زٖينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا)
“İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki her şeyi bir dünya ziyneti kıldık.” (Kehf, 18/7)
Allah Teâlâ, yeryüzünü yaratıp süslemiş ve dünya üzerinde insanların faydalanabileceği bütün unsurları yaratmış, adeta dünyanın imarını Allâh’ın (cc) halifesi olan insanın sorumluluğuna tevdi etmiştir. Dünya ve içindekilerin insanın emrine musahhar bir halde yaratılmasının temel amacı, sorumlulukların yerine getirilerek iman ve rıza istikametli bir hayatın sürdürülmesidir. İnsanların bir kısmı, bu açık gerçeğe rağmen, kendi hürriyet dairesinde inkâr yolunu seçebilmekte ve Yüce Yaratıcıya karşı isyan haline bürünebilmektedir. Bu inkâr ve küfür tavırlarına rağmen, Rahmânu’d-dünya Allâh Teâlâ, nimetlerini onlardan kesmemektedir.
Binâenaleyh, Allâh’ın (cc) geniş caddesinde ve Peygamber Efendimizin (sas) aydınlık yolunda yürüyenlerin, toplumlardaki birtakım kötü gidişatları bahane ederek hakikate, adalete, güzel ahlâka ve dürüstlüğe daveti terk etme noktasına gelmemeleri gerekir. Çünkü Allah (cc), kimin kendisine daha itaatkâr olacağını, kul olarak hizmetini sürdüreceğini, insanların kendilerine göstermek için, onları imtihanlara tabi tutacak ve deneyecektir. Sabreden O’nun rızasına ve ebedi yurdu olan Cennetine layık hale gelecektir. İşte kısaca belirtmeye çalıştığımız temel sebeplerden dolayı Allah Teâlâ, insanları mükellef tuttuğunu beyan buyurmuştur.
İnşâAllâh, bir sonraki yazıda “ilâhî ve ezelî plan ve programın üçüncü aşaması meşîet (Allâh’ın dilemesi)” ile “ilâhî ve ezelî plan ve programın dördüncü aşaması halk (Allâh’ın yaratması)” konuları ile mevzuyu tamamlamaya çalışacağız.
[1] Müslim, Kader, 2/16 (Hadis no: 2653).
[2] Buhârî, Bedü’l-ḫalḳ, 1 (Hadis no: 3191).
[3] Buhari, Tefsir, 92 (Hadis no: 4946, 4947, 4948, 4949).
[4] Müslim, Kader, 1/8 (Hadis no: 2648); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/29 (Hadis no: 196).
[5] Müslim, Kader, 2/16 (Hadis no: 2653); Tirmizî, Kader, 18 (Hadis no: 2156).
[6] Ebu Davud, Sünnet 17, (4700); Tirmizî, Kader, 17 (2155).
[7] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/167 (Hadis no: 6563); Tirmizi, Kader, 8 (Hadis no: 2141).
[8] Tirmizi, Kıyamet, 59 (Hadis no: 2516); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/293 (Hadis no: 2669)
[9] Müslim, Zühd, 13 (Hadis no: 2999).
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.