Musa Kâzım GÜLÇÜR
17 / 11 / 2020
İçindekiler
Süleyman b. Abdilmelik b. Mervan 2
Kays b. Ebu Hâzim ve Süleyman b. Abdilmelik ile Diyaloğu 3
Bu yazımızda, tabiin dönemi zahid isimlerinden Tâbiî Kays b. Ebu Hâzim ile, onun döneminde iki buçuk yıla yakın devlet başkanlığı yapan Süleyman b. Abdilmelik b. Mervan arasında geçen diyaloğu aktaracağız. Ancak daha önce, her iki ismin kısa biyografilerine yer vermek istiyoruz.
Kays b. Ebu Hâzim
Muhtemelen hicretten beş yıl önce doğdu. Efendimiz (sas) zamanında Müslüman oldu ve on beş yaşına gelince Resul-i Ekrem’e (sas) biat etmek üzere Medine’ye gitti. Ancak Efendimiz’in (sas) dâr-ı bekâya irtihal ettiğini öğrenince, Halife Ebu Bekir’e (ra) biat etti.
Asıl adı Seleme b. Dînar olan Fars asıllı Kays b. Ebu Hâzim, Medîne’de en son vefât eden sahâbî Sehl b. Sa’d’den (v. 93/712), Medine’li meşhur yedi Tâbiîn fakihinden biri olan Said b. Müseyyeb’den (v. 94/713), hadis hâfızı, Tâbiî Ebu Salih es-Semmân’dan (v. 101/719), Dımaşk kadısı, muhaddis Tâbiî Ebu İdris el-Havlânî’den (v. 80/699) ve Tâbiîn devri fıkıh ve hadis âlimi Ata b. Yesâr (v. 103/721) gibi muhaddislerden hadis dinlemiştir.
Kendisinden ise, Emevî Halifesi Ömer b. Abdülazîz’in emriyle hadisleri resmen tedvin eden Tâbiî âlim Zührî (v. 124/742), Yemen’de hadisi ilk tedvin eden Tâbiî, muhaddis ve fakih Mamer b. Râşid (v. 153/770), Mâlikî mezhebinin imamı, büyük müctehid ve muhaddis Mâlik b. Enes (v. 179/795), Siyer ve megâzî müellifi ve muhaddis İbn İshak (v. 151/768), Tebeu’t-Tâbiîn neslinden hadis âlimi ve hâfız İbn Uyeyne (v. 198/814), kendi adıyla anılan fıkıh mezhebinin imamı, müfessir, muhaddis ve zâhid Süfyan es-Sevrî (v. 161/778) gibi önemli isimler hadis rivayet etmişlerdir. Kays b. Ebu Hâzim, hadiste Tâbiîlerin en sağlamı olarak nitelendirilmiştir. Emevîler devrinde Mekke valiliği yapan sahâbî Abdurrahman ibn-i Zeyd (v. 71/690), “Ebu Hâzim’deki hikmeti başkasında görmedim” demiştir.[1]
Ebu Hâzim, âbid ve zâhid bir zattı. Medine mescidinde vaaz ederdi. Süleyman b. Abdilmelik, Medine’ye geldiğinde insanlar onu karşıladılar. Fakat Ebu Hâzim onlarla birlikte değildi.[2]
Zühd sahibi ve çok ibadet eden Kays b. Ebu Hâzim, 97 (715 veya 716) yılında vefat etmiştir.[3]
Süleyman b. Abdilmelik b. Mervan
Yedinci Emeviler devleti halifesidir. 60 (680) yılında Medine’de doğdu. Babası Abdülmelik b. Mervân’dır. 81 (701) yılında hac emirliği görevini yürüten Süleyman, 85’te (704) babası Abdülmelik tarafından ağabeyi I. Velid’in ardından ikinci veliaht tayin edildi. Süleyman, kardeşi I. Velid halife iken Filistin eyaletinin valiliğini yapmaktaydı.
I. Velid vefat edince, Remle’de bulunan Süleyman b. Abdilmelik, Kudüs’te halife olarak biatları kabul etti (Cemâziyelâhir 96 / Şubat-Mart 715).[4] Süleyman’ın ilk icraatı, “zalim” lakabıyla meşhur Emevî valisi Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî (v. 95/714) tarafından hapse atılmış binlerce mahkûm için umumi af ilânı, sürgünlerin yerlerine dönmesine izin verme, esirleri serbest bırakma ve geciktirilen namazların vaktinde kılınmasını sağlama oldu.[5]
Fetihlere büyük önem veren Süleyman döneminin en önemli askerî olaylarının başında, kardeşi Mesleme b. Abdülmelik tarafından gerçekleştirilen İstanbul kuşatması gelir.[6] Denizden ve karadan büyük bir ordu ile Mesleme bin Abdülmelik idaresinde Kasım 717’den Ağustos 718’e yaklaşık on ay kadar süren İstanbul kuşatması, dayanıklı surlar ve Bulgar atakları karşısında başarısızlığa uğradı. Süleyman b. Abdilmelik, otuz dokuz-kırk beş yaşları arasında iken 99/717 yılında vefat etti. Halifeliği yaklaşık iki yıl, beş ay sürmüştür.[7]
Kays b. Ebu Hâzim ve Süleyman b. Abdilmelik ile Diyaloğu
Süleyman b. Abdülmelik b. Mervân (Emevî halifesi, 715-717), başkent Şam’dan Mekke’ye gitmiş, oradan da Medine’ye uğramıştı. Medine’ye geldiğinde şehrin eşrafından insanlar tarafından karşılandı. Ancak bu karşılayanlar arasında Kays b. Ebu Hâzim (muhaddis tâbiî, v. 97/715) yoktu. Orada günlerce kaldı.
Dahhâk b. Musa’nın rivayetine göre Süleyman b. Abdülmelik bir ara;
“Medine’de, Hz. Peygamber’in (sas) ashabından birine kavuşmuş (tabiînden) olan bir kimse var mı?” diye sordu. Yanındakiler:
“Ebu Hâzim isimli biri var” dediler. Bunun üzerine Ebu Hâzim’in gelmesi için haber saldı. Ebu Hâzim huzuruna gelince, Halife Süleyman şöyle söyledi:
“Ebu Hâzim! Nedir bize verdiğin bu eziyet?”
Ebu Hâzim: “Yâ Emîre’l-Mü’minîn! Benden ne eziyet gördün?”
Süleyman: “Medinelilerin ileri gelenleri yanıma geldi, fakat sen gelmedin!”
Ebu Hâzim: “Ya Emire’l-Mü’minin, doğru olmayan bir şeyi söylemenden seni Allah’a sığındırırım! Bugünden önce ne sen beni tanımıştın ne de ben seni görmüştüm!”
Bunun üzerine Süleyman, Muhammed b. Şihâb ez-Zühri’ye dönüp;
“İhtiyar doğru söyledi, ben hata ettim” dedi.
Süleyman: “Ebu Hâzim! Bize ne oluyor da ölümden hoşlanmıyoruz?”
Ebu Hâzim: “Çünkü, siz Âhireti harap ettiniz, dünyayı mamur hale getirdiniz. Bu yüzden mamur yerden, harap edilmiş yere gitmekten hoşlanmıyorsunuz.”
Süleyman: “Doğru söyledin, Ebu Hâzim! Peki yarın (Kıyamet gününde) Allah’a gidiş nasıl olacak?”
Ebu Hâzim: “İyilik eden, ailesinin yanına gelen gurbetçi gibi. Kötülük yapan ise, efendisinin yanına gelen kaçak köle gibi!”
Bunun üzerine Süleyman ağladı ve: “Keşke Allah katında ne olacağımızı bilsem!” dedi.
Ebu Hâzim: “Amelini, Allah’ın Kitabı ile karşılaştır, (öğrenirsin!)”
Süleyman: “(Kıyamette) nasıl bir yer bulacağım?”
Ebu Hâzim: “İyiler hiç şüphesiz Naîm Cennetinde, kötüler ise muhakkak alevli ateştedirler.” (İnfitâr, 13-14)
Süleyman: “Peki, Allah’ın rahmeti nerededir ey Ebu Hâzim?”
Ebu Hâzim: “Allah’ın rahmeti, iyilik edenlere yakındır.” (A’râf, 56)
Süleyman: “Ebu Hâzim! Peki, Allah’ın hangi kulları daha üstündür?”
Ebu Hâzim: “Şahsiyet ve akıl sahipleri.”
Süleyman: “Peki amellerin hangisi daha faziletlidir?”
Ebu Hâzim: “Haramlardan uzak durmakla beraber farzları yerine getirmek.”
Süleyman: “Peki hangi duaya daha çok icabet edilir?”
Ebu Hâzim: “Kendisine iyilik yapılan kimsenin, iyilik yapana duasına.”
Süleyman: “Peki hangi sadaka daha faziletlidir?”
Ebu Hâzim: “Başa kakmadan, eziyet etmeden muhtaç dilenciye verilen ve malı az olan kimsenin verebildiği sadaka.”
Süleyman: “Peki, hangi söz daha doğrudur?”
Ebu Hâzim: “Kendisinden korktuğun veya bir şey umduğun kimsenin yanında söyleyeceğin hak söz!”
Süleyman: “Peki, müminlerin hangisi daha akıllıdır?”
Ebu Hâzim: “Allah’a itaatle amel eden ve insanlara bu yolu gösteren kimse.”
Süleyman: “Peki, müminlerin hangisi daha ahmaktır?”
Ebu Hâzim: “Zalim kişinin arzusuna uyan ve bu suretle, başkasının dünyalığına mukabil kendi ahiretini satan kimse.”
Süleyman: “Doğru söyledin, peki, bizim içinde bulunduğumuz durum hakkında ne dersin?”
Ebu Hâzim: “Ya Emire’l-Mü’minin! Beni (bu soruya cevap vermekten) bağışlar mısınız?”
Süleyman: “Hayır! Lâkin, bu bana vereceğin bir nasihat olacak.”
Ebu Hâzim: “Ya Emire’l-Mü’minin! Senin ataların, halkı kılıçla bastırıp bu hükümdarlığı Müslümanlardan, istişare yapmaksızın, rızaları olmaksızın, zorla aldılar. Hatta onlardan pek çok kimseyi öldürdüler ve (bu öldürülen Müslümanlar), o (öldürme ile) ahirete göçtüler. Onların söylediği ve onlara söylenilen şeyleri bir bilsen!”
Bunun üzerine orada oturanlardan bir adam şöyle dedi:
“Söylediğin şey ne kötü, Ebu Hâzim!”
Ebu Hâzim: “Yalan söyledin! Şüphe yok ki Allah, alimlerden, “Onu insanlara mutlaka açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz” (Ali İmran, 3/187) diye söz almıştır.”
Süleyman: “Peki biz (durumumuzu) nasıl düzeltebiliriz?”
Ebu Hâzim: “Öğünmeyi, laf üretmeyi bırakır, vakarlı ve şahsiyetli olur, (devlet yardımlarını) eşit bir şekilde dağıtırsınız.”
Süleyman: “Bunu nasıl yaparız?”
Ebu Hâzim: “Helâlinden alır, lâyık olanlarına verirsiniz!”
Süleyman: “Ebu Hâzim, bize arkadaşlık eder misin? Bu suretle sen bizden istifade edersin, biz de senden istifade ederiz.”
Ebu Hâzim: “Allah’a sığınırım!”
Süleyman: “Niçin böyle diyorsun?”
Ebu Hâzim: “Size az bir şey meyletmekten, bu sebeple de Allah’ın bana hayatın ve ölümün katmerli acısını tattırmasından korkarım.”
Süleyman: “Öyleyse bize ihtiyaçlarını bildir, karşılayalım.”
Ebu Hâzim: “Beni Cehennemden kurtarıp, Cennete sokarsın (işte ihtiyacım budur!).”
Süleyman: “Bu benim yapabileceğim bir şey değil.”
Ebu Hâzim: “O halde, sana bunun dışında hiçbir ihtiyacım yok!”
Süleyman: “Peki, bana hayır duada bulunsan.”
Ebu Hâzim: “Allahım! Eğer Süleyman senin dostun ise, O’na dünya ve Ahiret iyiliğini kolaylaştır. Eğer düşmanın ise, onu perçeminden tut, sevip razı olacağın şeye ilet.”
Süleyman: “Bu kadar mı?”
Ebu Hâzim: “Ehlinden isen öz, ama çok söyledim. Ehlinden değilsen, kirişi olmayan yaydan ok atmam bana ne fayda verir?”
Süleyman: “Bana tavsiyede bulun!”
Ebu Hâzim: “Sana tavsiyede bulunacağım, ama sözü uzatmayacağım. Rabbini tazim et. Seni men ettiği yerde görmesinden, emrettiği yerde bulmamasından O’nu tenzih et!”
Ebu Hâzim, Süleyman’ın yanından ayrıldıktan sonra Süleyman O’na yüz dinar gönderdi, “Bunu (Allah rızası için) harca, senin için yanımda bunun gibi çok var!” diye de yazdı.
Ebu Hâzim, bu gönderilenleri ona, şöyle bir mektupla geri çevirdi:
“Ya Emire’l-Mü’minin! Senin benden isteğinin ciddi olmamasından veya benim parayı sana geri çevirişimin, onun önemsizliği sebebiyle olmasından, Allah korusun! Bunlara senin için razı olmuyorum, kendim için nasıl razı olurum?
Hani, Hz. Musa b. İmrân, Medyen suyuna varınca o suyun başında, hayvanlarını sulayan çobanlar bulmuştu. Onların gerisinde de hayvanlarını, diğerlerine karışmaktan alıkoyan iki kız vardı. Bunun üzerine onlara bunun sebebini sordu. Onlar da;
“Çobanlar suvarıp çekilmeden biz suvarmayız. Babamız ise çok yaşlı bir ihtiyardır” dediler. Hemen Hz. Musa onlarınkini de suvardı. Sonra gölgeye çekildi ve “Rabb’im, hakikaten ben senin bana indireceğin hayra muhtacım” dedi. (Bu kıssanın, Kur’ân-ı Kerîm’deki ayrıntılı hali için bkz. Kasas, 28/22 ilâ 28)
Musa’nın (as) bunu söylemesinin sebebi şuydu:
O aç, güven içinde olmayan korkar bir halde idi. Yine de Rabb’inden istedi, insanlardan dilenmedi. Çobanlar da O’nun sözünü, halini anlamadılar, ama iki kız anladı. Onlar babalarının yanına dönünce olayı ve O’nun sözünü O’na anlattılar. Bunun üzerine babaları Şu’ayb;
“Bu, aç bir adam!” dedi ve kızlarından birine;
“Git de O’nu çağır!” diye emretti. Kız, Musa’nın yanına gelip;
“Babam seni çağırıyor. Bizim için hayvanlarımızı suvarmanın ücretini verecek” dedi. Kız böyle söyleyince bu Hz. Musa’ya zor geldi. Ama onu takip etmek zorundaydı da. Çünkü o, dağlar arasında aç ve yalnızdı. Hz. Musa, kıza;
“Ey Allah’ın kulu! Arkamda kal ve bana, “şu yoldan, şöyle…” diyerek sözünle yolu tarif et” dedi.
Hz. Musa, sonunda Şuayb’ın huzuruna girince, akşam yemeğinin hazırlanmış olduğunu gördü. Şuayb O’na;
“Genç! Otur, yemek ye!” dedi.
Hz. Musa; “Allah’a sığınırım!” dedi.
Şuayb; “Niçin? Aç değil misin?” diye sordu.
Hz. Musa, “Evet, fakat bu yemeğin, hayvanlarını suvarmamın bir karşılığı olmasından korkuyorum. Halbuki ben, dinimiz gereği yaptığımız hiçbir iyiliği, yer dolusu altına mukabil olsa bile satmadığımız bir ev halkındanım.”
Şuayb; “Hayır, ey genç, bu onun karşılığı değildir. Fakat bu, benim ve atalarımın âdetidir. Biz misafiri ağırlar, yemek yediririz.” O zaman Hz. Musa oturdu ve yedi.
İşte, bu yüz dinar, sana anlattığım şeylerin karşılığı ise, leş, kan ve domuz eti, çaresizlik halinde, bu dinarlardan daha helâldir. Şayet bu paralar, beytülmaldeki (devlet hazinesinde) bir haktan dolayı bana verilmekte ise, bu hususta benim benzerlerim var. Eğer aramızda eşitlik yaparsan ne âlâ! Aksi halde benim bu paraya ihtiyacım yoktur!
İsrail oğulları, devlet başkanları ilimlerine hürmeten alimlerinin ayaklarına gittikleri zamanlarda, hep takvâ ve hidayet üzerinde oldular. İsrail oğulları, ne zaman eski inanç ve inatlarına, ruhlu ve ruhsuz putlarına döndüler ve Allâh’ın (cc) nazarından düştülerse, âlimleri de devlet başkanlarının ayaklarına gitmeye, onlardan dünyalık devşirmeye ve hatalarına ortak olmaya başladılar.”[8]
Sonuç
Bu diyalog, Dârimî’nin Sünen’inde “ilmi üstün tutma” babında ve Ebu Nuaym’ın Hilye’sinde zikredilmekte olup ilim, inanç ve amel münasebeti itibarı ile de önemli mesajlar taşımaktadır. Bu ve benzeri rivayetler, üzerinde düşünmemiz gereken önemli yol işaretleridir. Çünkü her tutum ve davranışımız, bilgi, inanç ve amel unsurlarının birbirleriyle etkileşimi neticesinde meydana gelmektedir. Evrensel ahlâk seviyesine çıkabilme, bu önemli sacayaklarının sağlamlığına, bilgi, inanç ve amelin birbirlerini müspet yönde desteklemesine bağlıdır.
Netice olarak, Efendimiz’in (sas) izinde örnek bir alim olan Ebu Hâzim, kendisinde geliştirmiş olduğu bilgi, inanç ve amelinin ürünü olan tutum ve davranışı ile, ıslah faaliyeti karşılığında maddi bir bedel almayı reddediyor. Paha biçilmez ve yüksek kıymeti haiz dini tavsiyeleri için maddi bir beklenti içerisinde olmuyor. Dini öğütlerinin karşılığıymış gibi anlaşılabilecek ihsanlara ve lütuflara asla iltifat etmiyor. Devlet yöneticilerince, vatandaşlar arasında hakça ve adil bir dağılım yapılmıyorsa, çaresizlik halinde bile olsa, kendisine başkan tarafından verilen maddi yardımları kabul etmiyor. Hakkı ve hakikati açık bir şekilde beyan ediyor. Bu tutumundan da en küçük bir şekilde endişe ve korku duymuyor, ürkmüyor.
Salât u Selâm
Ey izzet ve azameti Zâtına mahsus olan, gayb ve varlık aleminin sâhibi, Hayy u Kayyûm Rabbimiz, seni tesbîh ederiz. Şanın ne yüce, ne yüksektir. Ey azametinde, noksan bütün sıfatlardan münezzeh Allâhım! Yönelişimiz sanadır ve ancak senden korkarız. Ey Azîm! Ey Kebîr! Ey Cebbâr! Ey Kâdir! Ey Kavî! Sen en mukaddes ve en münezzehsin. Ey Alîm Allâhım! Sen en yücesin. Ey Azîm Allâhım seni tesbîh ederiz. Ey Celîl Allâhım! Seni tesbîh ederiz.
Allâhım! Bizlere bildirdiğin, büyük ve tam bütün sıfatlarını beyan eden esmâ-i hüsnân hürmetine, bizlere bildirmeyip de nezd-i ulûhiyetinde saklı tuttuğun esmâ-i hüsnân hürmetine, cinlerin ve insanların inatçı zalimlerini bizlere musallat etmemeni senden talep ediyoruz. Allâhım! Bütün canlılara azametin ile boyun eğdiren esmâ-i hüsnân hürmetine, dualarımızı kabul buyur. Âmîn.
[1] Şemsüddîn Osmân ez-Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 8/441, (Tahk. Abdüsselam Tedmürî), Dâru’l-Küttâbi’l-Arabî, Beyrut-1988.
[2] Muhammed b. Sa’d b. Meni’ ez-Zührî, Kitâbu’t-Tabakâti’l-Kebîr, 7/515, Mektebetü’l-Hancı, Kahire-2001.
[3] İbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih (İslâm Tarihi), 5/30, (Çev. Yunus Apaydın), Bahar Yayınları, İstanbul-1986.
[4] İbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, 5/18.
[5] Celâleddin es-Suyûtî, Halifeler Tarihi, s. 231 (Çev. Onur Özatağ), Ötüken Yayınevi, İstanbul-2015.
[6] İbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, 5/31.
[7] İbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, 5/38.
[8] Dârimî, Mukaddime, 56 (İlmi Üstün Tutma Babı, Hadis no: 673); Ebu Nuaym, Hilye, 3/234-236, Dâru’l-Kütübi’l-İlmî, Beyrut-1988.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.