Kur’ân-ı Kerîm’de Hurûf-u Mukattaa Ayetleri 2

Musa Kâzım GÜLÇÜR

29 / 9 / 2020

İçindekiler

Huruf-u Mukattaa Âyetleri 1

Efendimiz (sas) Döneminde Huruf-u Mukattaların Yorumlanma Çabası 5

Huruf-u Mukattaalar Konusunda Selef-i Sâlihînin Tutumları 6

Kalplerinde Eğrilik Olanlar 8

Subeyğ el-Irâkî Örneği 10

Bir önceki yazımızda Ali İmran Suresi 7’nci ayet-i kerimesinde yer alan “muhkem” ve “müteşâbih” kavramları üzerinde durmuş, müteşâbih sanılan bazı ayet-i kerimelere İbn Abbas’ın (ra) anlatımı ile işaret etmeye çalışmıştık.

Bu yazımızda ise, müteşâbih ayetlerden huruf-u mukattaalar konusunu, Kur’ân-ı Kerîm’deki huruf-u mukattaa ayetlerinin Efendimiz (sas) döneminde yorumlanma çabalarını, selef-i salihinin bu konudaki tutumlarını ve Ali İmran Suresi 7’nci ayet-i kerimede yer alan, “kalplerinde eğrilik olanlar” teşbihini ayrıntılandıracağız.

Huruf-u Mukattaa Âyetleri

Hurûf-u mukattaalar

Hurûf” kelimesi, “harf” kelimesinin çoğulu olup “harfler” anlamına gelir. “Mukattaa” kelimesi ise, “kesmek, parçalamak, koparmak, bir şeyi bütününden ayırmak” gibi manalara gelen (قطع) “kataa” kökünden türetilmiş bir sıfattır. Bazı surelerin başında bulunan, bir veya daha fazla harften oluşan, cümle içerisindeki okunuşlarından farklı olarak alfabedeki isimleriyle teker teker okunan harflere “hurûf-u mukattaa” denir.

Arap alfabesi 28 harftir. Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Kur’an-ı Kerîm’de, bu harflerden 14 tanesini 29 surenin başında huruf-u mukattaa olarak zikretmiş, 14 tanesini ise kullanmamıştır. Alınan bu harfler, alınmayanlara nispetle daha çok kullanılan harflerdendir.

Kur’an-ı Kerîm’deki huruf-u mukattaalar; (ا، ح، ر، س، ص، ط، ع، ق، ك، ل، م، ن، هـ، ى) harfleridir. Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, bu harflere, bazı surelerin başlarında bazen tek harf olarak, bazen de harf kombinasyonları şeklinde yer vermiştir. Bu harflerden üç tanesi tek harf olarak, dört tanesi iki harf, üç tanesi üç harf, iki tanesi dört harf ve iki tanesi de beş harfli olarak kullanılmıştır.

Arap alfabesinde harfler, sıfatları en belirgin olanları itibarı ile şöyle tasnif edilir:

1. “Mehmuse.[1] (Bunlar; ت، ث، ح، خ، س، ش، ص، ف، ك، ه harfleri),

2. Mechure.[2] Hurûf-ı mehmûsenin dışında kalan on sekiz harftir. Harfin, mahrecinden kuvvetle ve ses halinde (cehr) çıkması sebebiyle, söz konusu harfler bu sıfatla anılır.

3. Şedide[3] (أ، ب، ت، ج، د، ط، ق، ك harfleri),

4. Rihve[4] (ث، ح، خ، ذ، ز، س، ش، ص، ض، ظ، غ، ف، ه harfleri),

5. Münhafida[5] (ا، ل، م، ر، ك، ه، ي، ع، س، ح، ن harfleri),

6. Mutbaka[6] (ص، ض، ط، ظ harfleri),

7. Münfetiha[7] (Kendilerinde infitâh sıfatı bulunan harfler, dilin damaktan ayrılıp açılması suretiyle telaffuz edilir. Itbâk sıfatlılar dışındaki yirmi dört harf bu gruba girer.)”

8. Müsta’liye[8] (yirmi dokuz harfin en kalınları olan ط، ظ، غ، ق خ، ص، ض، harfleri).

Kur’ân-ı Kerîm, 10 Mehmuse harfinden 5’ini (ح، س، ص، ك، ه), 18 Mechure harfinden 9’unu (ا، ر، ط، ع، ق، ل، م، ن، ى), 8 Şedide harfinden 4’ünü (أ، ط، ق، ك), Rihve harflerinin 3’te 1’ini, diğer harf gurupları olan Kalkale, Beyniyye, Zelâka ve Musmate’den de benzer oranları almıştır.

Bediüzzaman Hazretleri (1878-1960), bu şekilde tüm harf kısımlarının sadece yarısı ve/veya yarıya yakınının tercih edilmesinin matematiksel oranını 200 ihtimalden bir ihtimal olarak hesaplamıştır.[9] Ancak Nursi, ihtimal oranını İşârâtu’l-İ’câz adlı kitabında 504’e kadar çıkarmıştır.[10] Muhtemelen, görmüş olduğu yeni ipuçları ile bu rakama ulaşmış olmalıdır.

El-Keşşâf adlı tefsiri yanında, Arap dili ve edebiyatına dair çalışmaları ile tanınan çok yönlü Mu‘tezile âlimi ez-Zemahşerî (v. 538/1144), keza önemli İslâm âlimi ve müctehid eş-Şevkânî, Kur’an-ı Kerîm’in, huruf-u mukattaalarda, bu hece harflerinin yarısını kullandığını, diğer yarısını ise kullanmadığını belirtmektedir.[11]

Kelâm, felsefe, tefsir ve usûl-i fıkıh alanlarına dair çalışmalarıyla tanınan Eş‘arî âlimi Fahreddin er-Râzî (v. 606/1210), hurûf-ı mukattaaların bu şekilde bir sıralama ve oluşumla meydana gelmesinin tesadüfi olmadığını, bir maksada yönelik olduğunu, bütün bunların “bizim bilemeyeceğimiz bir hikmetten” dolayı yapıldığını ifade etmektedir.[12]

Kur’ân-ı Kerîm’deki huruf-u mukattaa ayetleri 14 çeşittir ve 29 surenin başında yer almıştır. Bu rakam, Arap alfabesindeki hece sayısı kadardır. Huruf-u mukattaa ayetleri, tek harften çoğa doğru şu şekildedir:

1. Sâd Sûresi’nde (ص)Sâd,

2. Kâf Sûresi’nde (ق)Kâf,

3. Kalem Sûresi’nde (ن) Nûn,

4. Mü’min, Fussilet, Zuhruf, Duhân, Câsiye ve Ahkâf Sûrelerinde (حم)Hâ-Mîm,

5. Neml Sûresi’nde (طس)Tâ-Sîn,

6. Tâhê Sûresi’nde (طه)Tâ-Hê,

7. Yâsin Sûresi’nde (يس)Yâ-Sîn,

8. Bakara, Âl-i İmrân, Ankebût, Rûm, Lokman ve Secde Sûrelerinde (الم)Elif-Lâm-Mîm,

9. Yunus, Hûd, Yusuf, İbrahim ve Hicr Sûrelerinde (الر)Elif-Lâm-Râ,

10. Şuarâ ve Kasas Sûreleri’nde (طسم)Tâ-Sîn-Mîm,

11. A’râf Sûresi’nde (المص)Elif-Lâm-Mîm-Sâd,

12. Ra’d Sûresi’nde (المر)Elif-Lâm-Mîm-Râ,

13. Şûrâ Sûresi’nde (حم عسق)Hâ-Mîm-Ayn-Sîn-Kâf,

14. Meryem Sûresi’nde (كهيعص) Kêf-Hê-Yâ-Ayn-Sâd.

Huruf-u mukattaaların anlamları ile ilgili olarak, ne Kur’an-ı Kerîm’de ve ne de Efendimiz’in (sas) hadis-i şeriflerinde kat’i bir delil bulunmamaktadır. Hurûf-u mukattaaların anlamlarını açıklayıcı mahiyette olmamakla birlikte, Efendimiz’den (sas) Abdullah b. Mesud (ra) rivayeti ile gelen, Kur’ân-ı Kerîm’i okumanın önemini ve okunan her harften hâsıl olacak sevabı açıklayan hadis-i şerîf şöyledir:

Kim, Allah’ın kitabından bir harf okursa, onun için bir sevap vardır ve her sevap da on katıyla karşılık bulacaktır. Elif-Lâm-Mîm bir harftir, demiyorum; Elif bir harf, Lâm bir harf, Mîm de bir harftir.[13]

Huruf-u mukattaalar, bazen içinde bulundukları surelerin ismi olmuş, uyarı ve dikkat çekme görevi gördükleri, i’câz ve meydan okuma anlamını taşıdıkları ya da yemin (kasem) ifade ettikleri düşünülmüştür.

Bazıları, mukattaa harflerinin, Allah’ın ve başka varlıkların sembolleri, işaretleri ve kısaltmaları olduğunu, Allah’ın (cc) esmâ-i hüsnasının ve sıfatlarının remizleri olduklarını, daha başkaları, huruf-u mukattaaların ism-i a’zamı oluşturduklarını, işârî ve bâtinî manalar taşıdıklarını, Tevrât ve İncil gibi önceki kitaplara işaret ettiklerini öne sürmüşlerdir.

Halbuki, Resülullah’ın (sas) ve ashab hazeratının (r. anhum) anlayışları ve uygulamaları, huruf-u mukattaaları müteşâbih kabul edip, bu ayet-i kerimelerin anlamlarının kesinlikle kurcalanmaması şeklindedir.

Efendimiz (sas) Döneminde Huruf-u Mukattaların Yorumlanma Çabası

Hurûf-u mukattaalar

Şanlı Nebi Efendimiz (sas), Kur’ân-ı Kerîm’deki harflerin rakam değerleri ile amel etmemiştir. Şimdi aktaracağımız İbn Abbâs’tan (ra) yapılan rivayet bu hususu aydınlatıcı olacaktır.

Efendimiz (sas) bir gün, Bakara Suresi’nin baş tarafı olan “Elif, Lâm, Mîm” âyetini okurken, Ebû Yâsir b. Ahtab, Efendimiz (sas)’in yanına geldi. Sonra, Ebu Yasir’in Yahudi kardeşi Hayy b. Ahtab da bazı Yahudilerle birlikte geldi ve Efendimiz (sas)’e:

“Kendinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allâh aşkına söyle! Cebrâil (as), okuduğun ayeti (huruf-u mukattaayı kast ediyor) Allâh katından bu şekilde mi getirdi?”

Efendimiz (sas): “Evet” buyurdular. Hayy ise yanındaki Yahudi arkadaşlarına:

“Elif, bir; Lâm, otuz; Mîm, kırk; toplam yetmiş bir eder. Ümmetinin ömrü yetmiş bir yıl olan Nebî’nin dinine mi gireceksiniz?” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (sas) tebessüm buyurdular. Hayy, Efendimiz’e (sas) dönerek:

“Ya Muhammed (sas), bunlardan daha başka var mı?” diye sordu. Efendimiz (sas).

Evet, (المص) Elif, Lâm, Mîm, Sâd” (A’râf Suresi) buyurdular. Hayy:

“Bu, birinciden daha çok ve yüz altmış bir eder. Başka var mı?” diye sordu. Efendimiz (sas):

Evet, (الر) Elif, Lâm, Râ” (Yusuf Suresi) buyurdular. Hayy da:

“Bu, birinci ve ikinciden daha uzun ve ağır. İki yüz otuz bir eder. Ya Muhammed (sas), bunlardan daha başka var mı?” diye sordu. Efendimiz (sas).

Evet, (المر) Elif, Lâm, Mîm, Râ” (Ra’d Suresi) buyurdular. Hayy bunun üzerine:

“Bu, öncekilerden de uzun. Toplamı iki yüz yetmiş bir eder. Uzun olanları mı kısa olanları mı alacağız, şaşırdık” diyerek, dönüp gittiler.[14]

Resülullah’ın (sas) döneminde yaşayan Yahudilerden bu topluluk, mukattaat harflerini, ebced ile hesaplayarak, İslam’ın ve Müslümanların ne kadar devam edeceğini, Hz. Muhammed’in (sas) ve ümmetinin ne zaman ortadan kalkacağını, sadece Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin bilgisine mahsus, gelecekte vuku bulacak hadiselerin tarihlerini öğrenmeye çalışmışlardır.

Allah Teâlâ, bu gibi insanların düşüncelerini ve iddialarını reddetmiş, bu müteşâbih harfler aracılığı ile istikbale ait bir kısım hadiseleri bilmeye çalışmalarının boş bir uğraş olduğunu, Ali İmran Suresi 7’nci ayet-i kerimesi ile beyan etmiştir. Onlar, geleceğe ait bilgileri ne bu harfler aracılığı ile ne de başka bir yolla bilebilirler. Çünkü, gaybe ait bilgiler ancak Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine mahsustur.”[15]

Huruf-u Mukattaalar Konusunda Selef-i Sâlihînin Tutumları

Hurûf-u mukattaalar

Selef-i sâlihîn, hurûf-u mukattaayı müteşâbih kapsamına dâhil ettikleri için bu harfleri yorumlamaktan kaçınmışlardır.

Hz. Ebu Bekr es-Sıddîk (ra) (v. 53/673), şöyle söylemiştir: “Allah’ın her kitapta bir sırrı vardır. O’nun Kur’an’daki sırrı ise, bazı surelerin başlarında bulunan mukattaa harfleridir.[16]

Hz. Ali’ye (ra) (v. 40/661) huruf-u mukattaalar sorulduğunda, “Her kitabın bir özü vardır. Bu kitabın özü ise hece (mukattaa) harfleridir” demiştir.[17]

İbn Abbas (ra) (v. 68/687-88), “Ulema, bunları (mukattaa harflerini) anlamaktan âcizdir[18] demektedir.

Fakih, müfessir ve sûfî Ebu’l-Leys es-Semerkandî (v. 373/983), Hz. Ömer (ra), Hz. Osman (ra) ve İbn Mesud’un (ra), “Mukattaa harfleri, ilimleri gizlenmiş buyruklardandır. Onlar tefsir edilmezler” dediklerini nakletmektedir.[19]

Semerkandî ayrıca, “velilik” konusundaki görüşleriyle tanınan sûfî Ebû Abdillâh Muhammed b. Alî b. Hasen et-Tirmizî’nin (v. 320/932), mukatta harflerle ilgili olarak şöyle dediğini nakletmektedir:

“Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, bütün surelerde Kur’ân ahkâmını ve kıssalarını, sure başlarında bulunan mukattaa harfleri içine emanet etmiştir. Bu harflerin anlamını sadece nebiler ve veliler bilebilir. Cenâb-ı Hak, harflere emanet ettiği bilgileri, insanların anlayabilmesi için bütün sureler içerisinde tafsil etmiştir.”[20]

Hem Semerkandî hem de Kurtubî’nin (v. 671/1273) naklettiğine göre, hadis âlimi ve tâbiî Âmir eş-Şâbi (v. 104/722), kendi adıyla anılan fıkıh mezhebinin imamı Süfyan es-Sevri (v. 161/778) ve bir grup muhaddis de şöyle söylemektedirler:

Bunlar Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah’ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah’ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşâbih buyruklar arasında yer alır. Bunlar hakkında bir şey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah’tan geldikleri gibi okuruz.”[21]

Endülüs’ün muhteşem yıldızı, Zâhirî mezhebinin en büyük temsilcisi, usulcü, fakih, muhaddis, tarihçi, edip ve şair İbn Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî (v. 456/1064) El-İhkâm fî Usûli’d-Dîn’inde şöyle söylüyor:

“Sure başlarındaki; (كهيعص) Kêf-Hê-Yâ-Ayn-Sâd, (حم عسق)Hâ-Mîm-Ayn-Sîn-Kâf, (ن) Nûn, (الم)Elif-Lâm-Mîm, (ص)Sâd ve (طسم)Tâ-Sîn-Mîm gibi huruf-u mukattaaların anlamlarını araştırıp yorumlamaya kalkmak her Müslümana haramdır.”[22]

Dolayısı ile, Hulefâ-i Raşidînin tamamı, ilk Müslümanlardan ve aşere-i mübeşşereden, Kûfe tefsir ve fıkıh mekteplerinin kurucusu Abdullāh b. Mes‘ûd (v. 32/652-53) ve Hz. Peygamber’in (sas) amcasının oğlu, tefsir ve fıkıh ilimlerinde otorite ve çok hadis rivayet edenler arasında yer alan İbn-i Abbas (v. 68/687-88) gibi sahâbîler, hadis âlimi Âmir eş-Şâbi (v. 104/722), müfessir ve muhaddis Süfyan es-Sevri (v. 161/778) gibi tâbiîler, usulcü, fakih, muhaddis, tarihçi, edip ve şair İbn-i Hazm (v. 456/1064), Endülüslü dil âlimi ve müfessir Ebû Hayyân Endelûsî (v. 745/1344), tefsir, hadis, fıkıh, Arap dili ve edebiyatı âlimi Celâlüddîn es-Süyûtî (v. 911/1505) gibi âlimlerin (r. anhum) hepsi, huruf-u mukattaaları müteşabih ayetler olarak kabul ettikleri için, bu ayetlerin tefsir edilemeyeceklerini beyan etmişlerdir.

Tarihçi, müfessir, muhaddis ve Şâfiî fakihi Ebü’l-Fidâ İbn Kesir (v. 774/1373) şöyle demektedir:

“Huruf-u mukattaalarla, gelecekte vuku bulacak birtakım hadise ve olayların tarihlerinin, kargaşa dönemlerinin ve savaşların zamanlarının bilinebileceğini iddia edenler, Kur’an’da olmayan şeyleri öne sürmüş, uçmamaları gereken yerde uçmuş olurlar. Bu hususta, zayıf bir hadis varid olmuştur ki (yukarıda naklettiğimiz İbn Abbas hadisini kast ediyor) bu hadis bile, mukatta harfleri ile amel etmenin doğruluğundan daha çok, yanlışlığına delalet etmektedir.[23]

Ünlü hadis âlimi ve hâfızı İbnu Hacer el-Askalânî (v. 852/1449), İbn Abbas’ın (ö. 68/687) harflere dayalı “ebced” hesabını kesinlikle reddettiğini, bunun sihir kabilinden olduğunu söylediğini belirtmektedir.[24]

Meşhur tarihçi, sosyolog, filozof, siyaset ve devlet adamı İbn Haldun (v. 808/1406), ebcede dayalı hesaplarla mukattaat harflerinden istidlalde bulunulamayacağını, bunun aklî olmadığını, Hicaz bölgesi çöllerinde yaşayan Hayy b. Ahtab gibi bedevi Yahudilerin fikir ve reylerine bu konuda itimat edilemeyeceğini, diğer Yahudi din bilginlerinin sözlerinin bu hususta muteber olamayacağını belirtmektedir.[25]

Huruf-u mukattaalara anlam vermeye, manasını ortaya koymaya kalkışanlar, müteşâbihâtla uğraşanları uyaran âyet-i kerimenin muhatapları olacaklarından endişe etmelidirler. Çok yönlü İslâm âlimi, müctehid Muhammed eş-Şevkânî’ye (v. 1250/1834) göre, “Mukattaa harfleri, müteşâbihin de müteşâbihidir.[26]

Huruf-u mukattaalar konusunda, Bediüzzaman Hazretleri de şöyle söylemektedir:

“Huruf-u mukattalar, ilahî şifreler gibidir. Allah (cc), bu harfleri, şifre anahtarları yanında olan Peygamberine göstermiştir. İnsan fikri henüz buna ulaşamamıştır. Bu harfler, Kur’ân’ın indiği Zat’ın zekasının şiddetine bir işarettir. Öyle ki, remizler, O’na açıktan ifade gibidir.”[27]

Kalplerinde Eğrilik Olanlar

O halde (ey ins ü cin) Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?” (Rahman, 55/13)

(فَاَمَّا الَّذٖينَ فٖى قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ)Kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve teviline yeltenmek için, onun müteşâbih olanına uyarlar.” (Ali İmran, 3/7)

Yüce Allah’ın, (فَاَمَّا الَّذٖينَ فٖى قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ)Kalplerinde eğrilik bulunanlar” buyruğu mübtedâ, haberi ise (فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ)Onun müteşâbih olanına uyarlar” cümlesidir.

(زَيْغٌ) kelimesi, “eğrilik, meyletmek, sapmak” anlamlarına gelmektedir. “Güneş (batıya doğru) kaydı” ve “gözler kaydı” cümlelerindeki “zeyğ”  tabiri  de bu anlamdadır. Asıl maksat terk edilip bırakıldığında, bu kökten gelen fiil kullanılır. Ayette geçen “zeyğ” ve “fitne” kelimeleri, Kur’an’ı Kerim’in hiçbir yerinde Müslümanlara ait bir vasıf olarak kullanılmamıştır.

Yüce Allah’ın, (فَلَمَّا زَاغُوا اَزَاغَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ)Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini (doğru yoldan) saptırdı” (Saff, 61/5) buyruğundaki “sapma” kelimesi de bu kökten gelmektedir. Bu âyet-i kerime, “kâfir, zındık, cahil, bid’at” sahibi bütün kesimleri genel olarak kapsamına almaktadır.

Ayet-i kerimenin bu kısmı ile ilgili olarak el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân adlı eseriyle tanınan tefsir, hadis ve fıkıh âlimi Kurtubi (v. 671/1273), kendi hemşerisi Endülüslü muhaddis ve Mâlikî fakihi ve Sahihi Müslim şarihi Ebu’l-Abbas el Kurtubî’den (v. 656/1258), Yüce Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun, şunu nakletmektedir:

“Müteşâbih anlamların peşine düşenlerin, Kur’ân-ı Kerîm hakkında şüphe uyandırmak, yeterli bilgisi olmayan insanları saptırmak için müteşâbihe yöneldikleri, müteşâbihleri bu maksatla öğrenmek istedikleri uzak bir ihtimal değildir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’e dil uzatan Zındıka ve Karmatîler böyle yapmışlardır.”[28]

Kurtubi, daha sonra şöyle demektedir:

“Selefin ileri gelenleri, Kur’ân-ı Kerîm’deki müşkül manaların tefsiri hakkında soru soranları cezalandırırlardı. Çünkü bu şekilde soru soranlar, eğer bir bidati yerleştirme yahut fitneyi körüklemeyi arzu ediyorlarsa, tepki görmeye ve büyük bir şekilde tazire layık kimselerdir.

Şayet maksatları bu değilse, müteşâbihi yorumlamaya cüret etme günahı dolayısıyla kınanmayı hak etmiş kimselerdir. Çünkü bunlar, Kur’ân-ı Kerîm’in indiriliş maksatlarından olan, hakikatlerinin yorumlanmasını tahrif yolunda, zayıf Müslümanları şüpheye düşürme ve saptırma emellerine ulaşabilmeleri için, mülhidlere (inkarcılara) ve münafıklara bir yol icat etmiş olmaktadırlar.[29]

Subeyğ el-Irâkî Örneği

Hurûf-u mukattaalar

Bu türden bir örnek, Subeyğ el-Irâkî’dir. Süleyman b. Yesar’dan (ra) yapılan rivayete göre, Subeyğ Medine’ye geldiğinde, Kur’ân-ı Kerîm’in müteşâbih ayetlerine dair sorular sormaya koyuldu. Hz. Ömer (ra), bu durumdan haberdar oldu ve arkasından birisini gönderip adamı huzuruna çağırttı.

Önceden de adam için kuru hurma dallarından bir miktar hazırlamış bulunuyordu. Subeyğ gelince, Hz. Ömer (ra) ona: “Sen kimsin” dedi. O da:

“Ben Allah’ın kulu Subeyğ’im” dedi. Hz. Ömer de:

Ben de Allah’ın kulu Ömer’im”, dedikten sonra eline kuru hurma dalını alıp, kanı yüzüne akıncaya kadar adamın kafasına vurmaya devam etti. Subeyğ:

“Bu kadarı yeter ey müminlerin emiri. Allah’a yemin ederim, daha önce kafamdaki rahatsızlıkların hepsi gitmiş bulunuyor” dedi.[30]

Hz. Ömer (ra) bunun üzerine, Subeyğ el-Irâkî’nin memleketine dönmesine izin verdi. (Basra’da vali olarak görev yapan) Ebu Musa el-Eşariye (ra) de, “Müslümanlardan hiç kimse onunla oturup konuşmasın” diye talimat verdi. Bu durum, adama zor geldi (halini düzeltti). Daha sonra Ebu Musa el-Eşari (ra), Hz. Ömer’e (ra), “O, güzelce tevbe etti” diye yazdı. Hz. Ömer de (ra), bunun üzerine onun insanlarla oturup konuşabilmesine müsaade etti.[31]

Hz. Ömer’in (ra), Subeyğ el-Irâkî’yi cezalandırması, prensip olarak müteşabih ayetlerin yorumunun yapılmasını onaylamadığını net bir şekilde göstermektedir.

İnşâAllâh, “Kur’ân-ı Kerîm Ali İmran Suresi 7’deki Diğer Kavramlar III” başlıklı yazı ile, konuyu tamamlamış olacağız.


[1] Harfin çıkışı sırasında mahreç tam kapanmayıp zayıf kaldığından mahreçten nefesin akması suretiyle telaffuz edilen harfler.

[2] Harfin, mahrecinden kuvvetle ve ses halinde (cehr) çıkması.

[3] Bu harfler söylenirken mahreç şiddetle kapanır, ses ve nefes akmaz.

[4] Bu harfler telaffuz edilirken mahreçten ses veya nefes akar. Rihve (gevşeklik, yumuşaklık), mahreçten akan ses veya nefesin duyulması halidir.

[5] Harf okunduğu zaman dilin üst damağa yükselmemesi.

[6] Dilin, harfe göre farklı kısımlarının damağa yapışması hali

[7] Bu harfler, dilin damaktan ayrılıp açılması suretiyle telaffuz edilir.

[8] Harfleri telaffuz ederken dilin üst damağa yükselmesi.

[9] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 347, Tenvir Neşriyat, İstanbul-1990.

[10] Bedîüzzaman Said Nursi, İşârâtu’l-İ’câz, s. 64 (Çeviren: Şadi Eren), Şahdamar Yayınları, İzmir-2011.

[11] Zemahşeri, Ebû’l-Kâsım Cârullah Mahmud. b. Ömer, el-Keşşâf an Hakâiki Ğavâmidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fi Vucuhi’t-Te’vîl, 1/139, Mektebetu’l-Ubeykan, Riyad-1998; Muhammed bin Ali bin Muhammed eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadir el-Câmiu Beyne Fenni’r-Rivâyeti ve’d-Dirâyeti Min İlmi’t-Tefsîr, (Tahk: Abdurrahman Umeyre), 1/103, Dâru’l-Vefa, trsz.

[12] Fahruddin er-Râzî, Tefsîru’l-Kebîr Mefâtîhu’l-Ğayb, 26/39-40, Dâru’l-Fikr-1981.

[13] Tirmizi, Sevâbu’l-Kur’an, 16 (2910).

[14] Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî (v. 310/923), Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, (Tahkik: Abdulmuhsin et-Türkî), 1/221-222, Dâru Hicr, Kahire-2001.

[15] Taberi, Camiu’l-Beyân, 5/199; Ebû Abdillah el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, (Thk. Abdülmuhsin et-Türkî), 19/361-362, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut-2006.

[16] Ebû Muhammed Muhyissünne el-Hüseyn b. Mes’ûd b. Muhammed el-Ferrâ’ el-Begavî, Tefsîru’l-Begavî, 1/58, (Thk. Muhammed Abdullah en-Nemir ve dğr.), Dâru Tayyibe, Riyad-1989.

[17] Râzî, Tefsîru’l-Kebîr Mefâtîhu’l-Ğayb, 2/3.

[18] Râzî, Tefsîru’l-Kebîr Mefâtîhu’l-Ğayb, 2/3.

[19] Ebu’l-Leys es-Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, (Tahk. Ali Muhammed Meavvad ve dğr.), 1/87, Daru’l-Kütübi’l-İlmî, Beyrut-1993.

[20] Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, ay.

[21] Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, ay.; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 1/237.

[22] İbn Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî, El-İhkâm fî Usûli’d-Dîn, 4/124, (Tahk. A. Şakir), Dâru’l-Âfâk, Beyrut-1979.

[23] Ebu’l-Fidâ İsmail b. Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 1/161, Dâru Tayyibe, Riyad-1999.

[24] Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed el-Askalânî, Fethu’l-Bârî bi Şerhi Sahihi’l-Buharî, 11/351, Dâru Tayyibe, Riyad-2005; Celâlüddîn es- Süyûtî, El-İtkân fî ʿUlûmi’l-Kurʾân, (Tahk. Merkezü’d-Dirâsâti’l-Kur’âniyye), 4/1385, Suudi Arabistan, trsz.

[25] İbn Haldun, Mukaddime, 2/193, (Çev. Zâkir Kadirî Ugan), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul-1970.

[26] Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, 1/105.

[27] Bedîüzzaman Said Nursi, İşârâtu’l-İ’câz, s. 66 (Çeviren: Şadi Eren), Şahdamar Yayınları, İzmir-2011.

[28] Ebu Abdillah el-Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 5/22, Dâru Alemi’l-Kütüb, Riyad-2003.

[29] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 5/23.

[30] Dârimî, Sünen, Hadis no: 146.

[31] Dârimî, Sünen, Hadis no: 150.

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Hurûf-u Mukattaa Ayetleri 2” için 2 yorum

  1. Kur’an, Fatiha Suresinin açılımıdır. Kur’an’ın açılışı da onunladır. Fatiha 2-3-4. ayetleri Allah’ı tanımlar, O’nun Adını ve 5 yüce sıfatını içerir. Bu ayetler Elif ayetleridir. Elif harfinin ayrılmaz ve mutlak takipçisi Lam harfi, İslam anlamınadır. “Allah’tan İslam”
    deyimi, mutlaka vahyin muhatabı ile tamamlanmakta. Mim; Hz. Muhammed (sas) ya da
    Ra; Resülullah (sas). Böylelikle din Allah’a halis kılınırken, vahyin muhatabının ve o vahyi haber verecek olanın da Hz. Peygamber (sas) olduğu bildirilmektedir. (Orcan TANYALÇIN)

    Beğen

    1. Çok Saygıdeğer Orcan TANYALÇIN,
      Kur’ân-ı Kerîm’de Hurûf-u Mukattaa Ayetleri 2 başlıklı yazı için gelen yorumunuzun biraz geç farkına vardım. Lütfen kusuruma bakmayın. Normalde e posta ile bilgilendirilmemdeki gecikmeden kaynaklandı. Yayınlanmış kitaplarınız olduğunu gördüm. Kısa zamanda edineceğim inşâAllâh.
      İzninizle, bir konuyu zât-ı âlinizle müzakere etmek istiyorum. Konu, “Kur’ân-ı Kerîm’de Embriyoloji.” Bu husus, hem embriyoloji ile ilgili ayet-i kerimeleri mucize olarak yorumlayan bilhassa Batı dünyasının bazı ünlü doktorları, hem de mucize olarak yorumlanması karşısında yer alan bilhassa ateist çevrelerce söz konusu edilmektedir. Türk dünyasında bu konuyu ele alan bir doktor yanılmıyorsam yok seviyesinde ya da hiç yok. Şayet bir had aşma söz konusu değilse, zât-ı âlinizin Kur’ânî konulara olan yüksek ilgisine bakarak ve yanlış anlamadıysam bir tıp merkezinin sahibi ya da yöneticisi bulunduğunuzun farkında olarak, “Kur’ân-ı Kerîm’de Embriyoloji” konusunu bir kitap seviyesinde ele almanız mümkün müdür diye danışmak isterim. Şayet mümkün ise, böyle bir çalışmanın çok kıymetli ve faydalı olacağını düşünmekteyim.
      Hem vakit ayırıp yorum yaptığınız, hem de İslam’ın ve Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasına olan katkılarınızdan dolayı teşekkür eder, çalışmalarınızda Allâh’tan muvaffakiyetler dileklerimle selam, sevgi ve saygılarımı sunarım.
      Fakîr ilAllâh Musa Kâzım GÜLÇÜR

      Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.