Musa Kâzım GÜLÇÜR
30 Mart/2019
İçindekiler
1.3.1. İslâm’da Ailenin Anlam ve Önemi 5
1.3.2. İnsanların Tek Bir Soydan Geliyor Olması 6
1.3.3. Eşler Arasında Sevgi ve Şefkatin Yaratılması 7
1.4. Günümüz Bazı İslam Ülkelerinde Ailenin Durumu 7
1.5. Günümüz Türkiye’sinde Aile 9
1.6. Günümüz Avrupasında Aile 9
1.7. Günümüz Türk Cumhuriyetlerinde Aile 10
1.7.5. Türkmenistan’da Aile 12
Giriş
Akrabalık ilişkisiyle birbirlerine bağlanan fertlerin bir araya getirdiği topluluğa aile denmektedir. Aileyi teşkil eden fertler devirlere, bölgelere, sosyal ve iktisadî yapıya göre değişmektedir. Geniş aile, bir aile reisinin başkanlığında eş, çocuk, torun, gelin, damat, amca, dayı, hala ve teyzelerden oluşmaktadır. Dar veya çekirdek aile ise bir karı-koca ile çocuklardan meydana gelmektedir. Ailedeki hâkimiyetin baba veya annede oluşuna göre aileler ikiye ayrılmaktadır. Baba hâkimiyetine dayanan, onun çocuk ve yakınlarını içine alan aileye ataerkil (pederşahi–patriarcal), anne hâkimiyetine dayanan, onun çocuk ve yakınlarının teşkil ettiği aileye de anaerkil (maderşahi–matriarcal) aile denmektedir. Ataerkil aile daha yaygın olmakla birlikte insan topluluklarında her iki tip aileye de rastlanmaktadır.[i]
1.1. Yahudilikte Aile
Yahudilikte aile sadece sosyal değil, aynı zamanda dinî bir topluluktur. Geleneksel ibadeti muhafaza eden, onu yeni nesillere aktarma görevini üstlenen aile ve onun reisi olan babadır. İlk Yahudi metinlerine göre Yahudilerin ataları (İbrahim, İshak, Yakub) kurban yerleri hazırlamışlar ve Tanrı’ya kurban takdim etmişlerdir. Yahudi geleneklerine göre baba, bir aile ibadeti olarak evde icra edilen fısıh (pesah) bayramına da başkanlık eder. Bu yüzden babanın ruhanî bir hüviyeti vardır ve sınırsız otoritesi de buradan gelmektedir. Aile bağlarını koparan kimse atalarının himayesinden mahrum olur. Evlenmeyerek ailenin ortadan kalkmasına sebep olan kimse ise sadece bir sosyal birimin değil, bir kültün de yok olmasına sebep olmaktadır. Bu yüzden Yahudilikte bekâr kalmak büyük günahtır.
Yahudi ailesi esas itibariyle ataerkil bir aile ise de en eski dönemlerde anaerkil ailenin var olduğu, sonra yerini babanın üstünlüğüne bıraktığı söylenebilir. Ataerkil ailede evlenen kadın kocasının kabile veya klanına geçer. Akrabalık, kabile ilişkisi ve miras erkeğe göre belirlenir. Bu yüzden ailenin ve aile isminin devamında erkek çocuklar önemli bir rol oynar. Yine bu aile yapısının bir gereği olarak kocanın eşi üzerinde büyük bir hâkimiyeti vardır. Bu hâkimiyet ilk insanın karısının (Havva) cennetteki itaatsizliği ve kocasını yanıltması sebebiyledir. Kitâb–ı Mukaddes’teki bazı ifadeler kadının evlenme akdinde taraf değil, akdin konusu olduğunu ortaya koymaktadır.
İbranice “baal” kelimesi hem “koca” hem de “mal sahibi” demektir. Bu kökten türeyen fiil de “evlenmek” ve “malik olmak” anlamlarına gelir. Bu, kocanın karısı üzerindeki hâkimiyetinin mal sahibinin hâkimiyetine benzediğini göstermektedir. Yahudiliğin kutsal on emrinde kadın, ev, köle, cariye, öküz ve eşek ile birlikte kocanın mal varlığı arasında sayılmıştır. Bu anlayışın tabii bir sonucu olarak kadının miras hakkı yoktur; yalnız kendisine verilen hediyelere sahip olur ve sadece kocasının malik olduğu hizmetçi kölelerin efendisidir.
Ataerkil olan Yahudi ailesi aynı zamanda geniş bir ailedir. Sadece kan ve sıhrî hısımları değil, köle, cariye ve hizmetçileri de içine alır. Hz. Yakub’un ailesi oğullarını, eşlerini, oğullarının oğullarını, kızlarını, oğullarının kızlarını ve bütün zürriyetini içine almaktaydı. Ailenin bu geniş yapısı İsrail toplumunun sosyal, dinî ve iktisadî yapısıyla ilgili olduğu kadar, İsrail oğulları arasında uygulanmış olan çok evlilik ile de yakından ilgilidir. Çok evliliğin İsrail oğullarında özellikle ilk dönemlerde yaygın bir uygulaması vardır. Bunun sebepleri arasında birinci eşin çocuk, özellikle erkek çocuk doğuramaması, çok evlilikle sağlanan iş gücü ve yengeyle evlenme kuralı (levirat) gösterilebilir. Ailenin erkek çocukla devam edeceği anlayışı, erkeğin aile içinde önemli bir yer tutmasına yol açmıştır. Hanna’nın, “Ey orduların Rabbi… Cariyeni unutmazsan ve cariyene erkek bir çocuk verirsen hayatının bütün günlerince onu rabbe vereceğim…” ve Rahel’in Yakub’a “Bana çocuklar ver, yoksa ölürüm” şeklindeki niyazları da bunu doğrulamaktadır. Bu sebeple oğlu olmayan koca, ailesinin sönmemesi için ikinci veya üçüncü defa evlenir veya cariye alabilir. Bazen de bunu bizzat çocuğu olmayan birinci eş sağlamaktadır. Koca çocuksuz ölürse bu defa dul eşiyle kardeşi evlenir ve doğacak ilk oğul, ölen kardeşin ailesini devam ettirir.
Çok evlilik aileyi, annenin başkanlığında alt gruplara böler ve âdeta babanın başkanlığındaki ataerkil aile, alt gruplarda anaerkil bir hale dönüşür. Bu şekilde alt gruplara ayrılma ilk dönemlerde o ölçüde kesindir ki aynı kimsenin farklı kadınlardan olan çocukları birbirleriyle evlenebilirler. Fakat bu uygulama daha sonra yasaklanmıştır. Burada şu hususu da belirtmek gerekir ki sosyoekonomik sebeplerle fakir halk tabakaları daha çok tek evlilikle yetinmişlerdir. Ölen kocanın kardeşinin dul eşle evlenmesi kuralı, bu kardeş evli olduğunda çok evliliği de beraberinde getirmiştir. Çünkü bu evlilik ölen kocanın isminin ve ailesinin devam etmesi için gereklidir. Ayrıca bunu yapmamak kardeşin aile ocağının sönmesine yol açacağından toplum buna şiddetle karşı çıkacaktır. Aynı zamanda bu uygulamada aile mülkünü koruma ve dul eşin mutluluğunu sağlama düşüncesi de vardır.
Yahudilikte evlenme hem içsel hem de dışsal bir karakter taşımaktadır. Genel bir kural olan, İsrail oğulları dışından birisiyle evlenmeme, içten evlenmenin geniş bir uygulaması olarak yorumlanabilir. Ne var ki bu uygulamaya istisnalar da getirilmiştir. Babil sürgününden sonraki dönemde Yahudilerin Hititliler ve Kenaniler ile evliliklerine rastlanmaktadır. Kitâb–ı Mukaddes yabancılarla yapılan evliliklere işaret etmektedir. Daha sonraları ise Yahudilikte bu tür evlilikler yasaklanmıştır. Bu içteki sınırlar içerisinde belli sayıdaki akrabalarla evlenmeme kuralı ise dıştan evlenme türünü oluşturmaktadır.
Evlenme sırasında kadının ailesine bir para veya mal verilir (mohar). İlk dönem Yahudilikte evlenen kadının para veya mal üzerinde herhangi bir sahiplik hakkı yoktu. Daha sonraları ise aileye verilen para veya mal, evlenen kadına bizzat ödenen bir hediyeye dönüşmüştür. Yahudilikte boşanma meşru bir olay kabul edilmektedir. Ancak Yahudi hukuk ekolleri arasında boşanma sebepleri konusunda görüş birliği yoktur. Genel olarak boşanmalara Yahudi topluluğunda sıkça başvurulduğu ve bu konuda aşırılığa kaçıldığı görülmektedir.[ii]
1.2. Hıristiyanlıkta Aile
Hıristiyan aile yapısı Yahudi ailesinden çok farklı değildir. Esasen İncil’de de belirtildiği gibi Hz. İsa önceki şeriatları lağvetmek için değil, tamamlamak için gelmiştir. Dolayısıyla burada sadece Yahudilikten farklı olan noktalar üzerinde durulacaktır.
Hıristiyanlık aileyi sosyal veya medenî bir kurum olarak değil, tamamen dinî bir kurum olarak kabul etmektedir. Bu bir ölçüde Yahudilikteki maddeci anlayışa bir tepkidir. Hz. İsa’ya göre aile fertleri arasındaki ilişki, insanla Allah arasındaki ilişkinin bir aynası ve insanın ruhî–manevi alandaki gelişmesinin vazgeçilmez bir unsurudur.
Yahudilikte olduğu gibi Hıristiyanlıkta da aile kocanın hâkimiyetine dayanan bir ailedir. İsa Mesih kilisenin başı olduğu gibi erkek de ailenin başıdır. Hatta kadın kocasına, Rabbine tâbi olduğu gibi tâbi olacaktır. Bundan dolayı kadının erkek üzerinde herhangi bir şekilde hâkimiyet kurması kabul edilemez. Bu düşünce, kaynağını Hz. Âdem ile Havva’dan almaktadır. Zira önce Âdem, sonra Havva yaratılmıştır. Bir diğer husus da Havva Âdem’i aldatıp suça sevk etmiştir. O halde erkeğin kendisini aldatıp suç işlemesine sebep olan kadının hâkimiyeti altına girmesi düşünülemez. Bütün bunlara rağmen Hıristiyanlıkta kadın, Yahudilikte olduğu gibi kocasının âdeta mülkiyeti altındaki bir mal gibi de değildir.
Aileyi meydana getiren evliliğe Hıristiyanlıkta o ölçüde kutsî bir mahiyet verilmiştir ki evlenmekle karı-kocanın tek bir beden haline geldiği ve artık ayrılmalarının mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır. Buna göre boşanıp başkasıyla evlenen eş zina etmiş olmaktadır. Çünkü önceki evliliği henüz devam etmektedir. Her ne kadar bu yasak, Yahudilikteki boşanmaların aşırılığına bir tepki olarak ortaya çıkmışsa da boşanmayı bütünüyle reddettiği için bu defa da bir başka aşırılığa sebebiyet vermiştir. Hıristiyan dünyasında yaşanan çeşitli sosyal çalkantıların bir sebebi de bu yasak olmalıdır. Zira bu durum bir taraftan kilise dışındaki evlenme ve boşanmalara yol açmış, kilisede boşanıp ikinci defa evlenemeyenler bunu kilise dışında yapma yoluna gitmişlerdir. Diğer taraftan bu usulün henüz uygulamaya girmediği dönemlerde birbirlerinden ayrılma imkânı bulamayan çiftler bu evliliklerini istemeyerek kâğıt üzerinde muhafaza etmişler, evlilik dışı meşru olmayan ilişkiler içerisine girmişlerdir. Bu sebeple Batı dünyasında ahlâkî problemlerin ve çözülmelerin temelinde, Hıristiyanlıktaki bu boşanma yasağının bulunduğunu ileri sürmek mümkündür.
Yahudiliğin aksine Hıristiyan ailesinin tek evliliğe dayandığı söylenebilir. Ne var ki bu da kesin değildir. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde hiçbir konsül birden çok kadınla evlenmeye karşı çıkmamıştır. Nitekim Charlemagne, çok evliliği sadece papazlara yasaklamıştı. Luter, bigamiyi (iki eşlilik) tasvip eder. Bazı Hıristiyan mezhepleri de çok evliliği kabul etmektedir. Hatta Anabaptistler, 1531’de çok evliliği tavsiye ettiler. Mormonlar da çok evliliği ilâhî bir müessese olarak kabul etmektedirler. Diğer Hıristiyanlar arasında çok kadınla evlenme yasağı sonraki dönemlerde başlamıştır.[iii]
1.3. İslâm’da Aile
İslâm’da aile, Hıristiyanlıkta olduğu gibi tamamen dinî bir kurum değilse bile yine de bu birliğe sosyal açıdan büyük önem verilmiş ve insanların aile kurmaları âyet–i kerîmeler ve hadis–i şerîflerle teşvik edilmiştir. Çünkü aile hem kişinin huzur bulduğu bir ortam, hem neslin devamı için bir vesile, hem de kişiyi dinde günah sayılan çeşitli kötülüklerden alıkoyan bir vasıtadır.[iv]
İslam’da aile sosyal hayatın esası ve toplum hayatının temelidir. Seviyelerine göre de büyük, orta ve küçük olmak üzere üç bölüme ayrılır. Büyük aile, insan ile diğer insan kardeşleri arasındaki kapsamlı kardeşlik bağıdır. Orta aile, kan bağı ile birbirlerine bağlı olanlardır. Küçük aile ise anne, baba ve çocukları kapsar. Ailenin bu üç türü de şu ayet–i kerimede dile getirilmektedir: “Ey insanlar! Sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan da eşini yaratıp o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının.” (Nisa, 4/1)
Allah bu âyet–i kerimede, bütün insanları tek bir kişiden yaratanın, yalnızca kendisi olduğunu beyan etmiş ve insanlara ilk yaratılışlarını hatırlatmıştır. Ta ki insanlar, tek bir ana ve babadan geldiklerini, bu nedenle birbirlerinin kardeşleri olduklarını bilsinler, her birinin diğerinin üzerinde kardeşlik hakkı olduğunu anlasınlar, böylece birbirlerine karşı insaflı ve merhametli davransınlar, haksızlık yapmasınlar, zayıf olanlarını gözetsin, ezilmelerini önlesinler. İnsanlar bunu anlasalardı elbette emniyet ve mutluluk içinde yaşarlar ve dünyayı harap edici, korkunç, yaş ve kuruyu yakan, küçük ve büyük herkesi yok eden savaşlar olmazdı.[v]
1.3.1. İslâm’da Ailenin Anlam ve Önemi
Aile, nesep veya evlilikle bir araya gelmiş, anne–baba ve çocuklardan oluşan topluluk demektir. Bu bakımdan aile toplumun temel taşı sayılmıştır. İlk toplumlardan günümüze kadar, bütün toplumlarda aile vardır. İnsanları diğer canlılardan ayıran önemli özelliklerden biri, insanların aile düzeni içinde yaşamalarıdır. Anne baba ve çocukların yanında nine, dede, amca, hala, dayı ve teyzeler de aileden sayılır.
Toplumun özü ve temeli ailedir. Uygarlıkta ileri gitmiş ne kadar millet varsa, aile ocağında iyi eğitim görmüş bireylerden meydana gelmiştir. Dinimiz, ailelere, aile kurumuna ve aile bireyleri arasındaki ilişki ve bağlara büyük önem vermektedir.
İlk aileyi ilk insan Hz. Âdem (as) ile Hz. Havva kurmuştur. O zamandan beri aile müessesesi olgunlaşmış ve gelişmiştir. Dinimize göre aile; anne, baba ve varsa çocuklardan oluşan kutsal bir yuvadır. Birbirlerine sevgi ve saygı bağlarıyla bağlı olan; aynı inanç, aynı düşünce ve aynı duyguları paylaşan; kendilerine düşen görevleri yerine getiren bireylerden oluşan aileler, huzurlu olurlar.
Kur’an–ı Kerim’de “Allah sizlere kendinizden eşler, eşlerinizden de oğullar ve torunlar var eder” (Nahl, 16/72) buyurulur. Allâh Teâlâ insana, yaratılışındaki fıtrata uygun olarak evlilik duygusu vermiş, evliliği hukukî prensiplerle sağlamlaştırmıştır. Bu prensipler, Kur’an ve Sünnet kaynaklıdır. İslâm’a uygun olmayan evlenme, ilişkiler ve meyiller yasaklanmıştır. Kur’ân–ı Kerîm ve Sünnet’te belirlendiği şekilde olmadıkça sağlam bir aile yuvası kurulmasından söz edilemeyeceği gibi, doğan çocukların da meşru olacağı düşünülemez.
İslâm dini aileye büyük önem vermiştir. Çünkü aile hem kişinin huzur bulduğu bir ortam, hem neslin devamı için bir vesile, hem de kişiyi dinimizde günah ve haram olan çeşitli kötülüklerden koruyan bir kurumdur. Kur’an–ı Kerim’de “İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda sevgi ve rahmet var etmesi Allah’ın varlığının belgelerindendir. Bunda düşünen insanlar için dersler vardır” (Rum, 30/21) buyrulmaktadır.
Elmalılı Hamdi Yazır bu âyet–i kerîme ile ilgili olarak şu hususları dile getirmektedir: “Yine onun âyâtından, ulûhiyyetinin eltâfını gösteren âyetlerindendir ki sizin nefislerinizden yani maymun veya diğer bir hayvandan değil, kendi özlerinizden aynı insan, beşer cinsinden zevceler halk etmiş, kendilerine ısınasınız, meyledip ülfet eyleyesiniz diye. Çünkü cinsiyyet koklaşmağa, cinsiyetteki ihtilâf ürküntüye sebep olur.
Hem aranızda bir meveddet ve rahmet koymuş. İzdivaç vasıtasıyla öyle insanî bir seviş ve esirgeyiş ki hayvanlar gibi belli dönemlere münhasır değil, hatta yalnız zevçlerle zevceler arasında değil, umumiyetle siz insanlar arasında bir meveddet ve merhamet hissi yapmıştır. Şüphesiz, nefislerinizden zevceler yaratıp aranıza meveddet ve rahmet bırakmakta âyetler vardır. Sade bir âyet değil, birçok âyetler. Allah Teâlâ’nın tabiatları halk ve tahvil edip kemale erdiren kudretiyle beraber rahmetine ve bilhassa insanlar hakkındaki inayeti Rahmaniye ve ahkâmı Rabbaniyesine dahi delâlet eyleyen deliller vardır.
Tefekkür edecek bir topluluk için bu âyet, üzerinde çokça düşünülecek bir âyettir. Hem sade ferdin düşünmesi kâfi değil, cemiyet ve kavim de düşünmelidir. Düşünecek bir kavim için insan hilkatinde yani Allâh’ın bu ayetinde öyle hikmetler, delâletler vardır ki insanlığın nasıl yüksek bir ahlâk ve sevimli bir medeniyete müstaid ve ne kadar mesut bir hayat ve nimete namzet olarak yaratıldığını göstermektedir. Ayrıca bu hayatın bir rüknü olan kadının sükût ve zilletten muhafazası için sevgi ve esirgeme hislerinin nasıl korunması lazım geldiğini gösterir.”[vi]
1.3.2. İnsanların Tek Bir Soydan Geliyor Olması
Kur’ân’da bütün insanların aynı soydan geldiğinin açıklanmasının birtakım sebepleri, öğüt alınacak yanları ve ilmî araştırmayı kolaylaştırıcı yönleri vardır:
a. Bütün insan tiplerini, tek bir insandan yaratmak, kudretin ne kadar mükemmel olduğuna en ileri derecede bir delildir. Çünkü bu yaratma işi, sadece tabiat ve özelliğe göre olmuş olsaydı, tek bir insandan meydana gelen varlıklar da sıfatlarda, yaratılış ve karakterde birbirlerine benzer olurdu. Biz ise insan tipleri arasında beyaz, siyah, kızıl, esmer, güzel, çirkin, uzun veya kısa tipler görünce, bu durum onları yaratıp var edenin, hür ve irade sahibi bir Fâil-i Muhtar olduğunu gösterir. İşte bu incelik, âlemin müdebbirinin her türlü yaratışa kadir, sınırsız bilen bir Fâil-i Muhtar (irade ve ihtiyarı olan bir fail) olduğuna delâlet edince, bu durumda O’nun tekliflerine, emir ve yasaklarına inkıyat gereği de kendiliğinden ortaya çıkar. Böylece, Hak Teâlâ’nın “Rabb’inizden ittikâ ediniz.” emrinin “Sizi bir tek nefisten yarattı” buyruğuyla olan irtibatı da son derece güzel ve yerinde olur.
b. İnsanlar, herkesin aynı atadan gelme olduğunu bildiklerinde, birbirlerine karşı öğünüp kibirlenmeyi bırakıp, tevazu ve güzel bir davranış gösterirler. “Haberiniz olsun ki ne Arab’ın Arap olmayana ne de Arap olmayanın Arab’a, ne beyazın siyaha, ne de siyahın beyaza bir üstünlüğü vardır,”[vii] ölçüsü, üstünlüğün sadece takvâ’da olduğunu açıklar.
c. Allah Teâlâ “ittikâ ediniz” emrini zikredince, bunun peşinden yetimlere, kadınlara ve güçsüzlere iyilikte bulunma emrini getirmiştir. Bütün insanların tek bir nefisten yaratılmış olmasının, bu ihsanda ve lütufta bulunma emrinde bir payı bulunmaktadır. Çünkü akrabalar arasında mutlaka, muhabbet ve sevgiyi artıracak olan bir nevi münasebet ve bir arada bulunma söz konusudur. İşte bu sebepten dolayı insan, akraba ve ecdadının methedilmesinden sevinir, onların kınanmasından ise kederlenir. Nitekim Hz. Peygamber (sas) “Fatıma benim bir parçamdır. Ona eziyet veren şey, bana eziyet verir”[viii] buyurmuştur. Durum böyle olunca, bu iyilikte bulunma emrinin manası, insanların birbirlerine karşı şefkatlerinin artmasına vesile olmasıdır.
d. Bu, âhiret alemine delâlet eder. Çünkü Allah Teâlâ, tek bir şahsın sulbundan farklı sıfatları olan insanlar meydana getirmeye ve tek bir damla nutfeden, terkibi harika ve sureti de son derece güzel olan bir insanı var etmeye muktedir olunca, O’nun ölüleri diriltmesi, ba’s–ü neşr etmesi ve hesaba çekmesi nasıl imkânsız bir ihtimal sayılabilir? İşte bu bakımdan âyet, âhiret hayatına da delâlet etmektedir.[ix]
“Allah kendilerinizden, insan kardeşlerinizden size eşler yarattı. Eşlerinizden size oğullar, torunlar verdi ve sizleri hoş, güzel gıdalarla besledi.” (Nahl 16/72). Bu hüküm bütün erkek ve dişiler hakkında genel bir hükümdür Buradaki anlam, “Allah Teâlâ, evlensinler diye erkekler için kadınları yarattı” şeklindedir. Ayrıca; “Göklerin ve yerin hiç yoktan var edicisi, kendi nefislerinizden eşler, hayvanlardan da çiftler yaratmıştır. Sizi bu şekilde çoğaltmaktadır”, (Şûra, 42/11) buyrulmuştur.
1.3.3. Eşler Arasında Sevgi ve Şefkatin Yaratılması

“İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi O’nun varlığının belgelerindendir. Bunda düşünen insanlar için dersler vardır” (Rûm 30/21) âyet–i kerimesinde Cenâb–ı Hak, eşler arasında sevgi ve merhamet gibi oldukça temel unsurları yaratmış olmasının yanı sıra şu iki husustan da bahsetmektedir:
1. Eşlerin, kendi nevinden/türünden yani insan olmaları.
2. Aynı nevden/türden olmanın verdiği netice ile tarafların birbirlerinde sükûn bulmaları.
Bu durumda nev/tür birliğinin, sükûnu doğurduğu görülmektedir. Sükûn ise sevgiyi, sevgi de insanı “rahmet” duygusuna ulaştırmaktadır. İşte bundan dolayı, kadının ve erkeğin bazen yaşlılık veya hastalık sebebiyle, cinsel fonksiyonları oldukça zayıflasa ya da bütünüyle yok olsa dahi zevciyet vazifesi Allâh’ın yaratmış olduğu şefkat sayesinde sürüp gider. İnsan, eşine duyduğu merhamet ve şefkati, akrabalarında bulup hissedemez. Şayet karı ve koca arasında Allâh’ın yarattığı bu sevgi ve merhamet hissi olmasaydı, her ikisi arasında sürekli bir boşanma meydana gelirdi.[x]
1.4. Günümüz Bazı İslam Ülkelerinde Ailenin Durumu
1.4.1. Pakistan’da Aile
Orta dereceli bir endüstrileşme ve nüfus hareketine rağmen Pakistan, büyük ailelerin her zaman hoş karşılandığı bir tarım ülkesidir. Şehirlerde çalışan aile fertleri bile hasat zamanı geldiğinde bir vazife olarak ebeveynlerine yardım etmek için köylerine giderler. Şehir nüfusunda genelde üç çocuklu bir aile ideal sayılmaktadır. Pakistan kültüründe bazı istisnalarla beraber, evli çiftlerin çoğunluğu yaşlı büyükleriyle birlikte geniş bir aile içerisinde yaşarlar.
Günümüz Pakistan’ında aile iki büyük zorlukla karşı karşıyadır:
Birinci problem, temel birim olan ailenin, Avrupa’daki “aile” kavramına uygun düşecek tarzda yeniden tanımlanmaya çalışılıyor olmasıdır. Bu durum aile üzerinde önemli ölçüde kavram kargaşası meydana getirmektedir.
İkinci problem, Pakistan’da kültürün ve ahlâkî aydınlanma müessesesi olan ailenin toplumdaki rolünün giderek eğitim açısından bir problemle karşı karşıya oluşudur. Elektronik ve basılı medya ailenin kültürü ve ahlâki değerleri taşıyıcılık rolünü büyük ölçüde etkilemiş bulunmaktadır ve çoğu aile bu zorluklarla uğraşmada kendilerini yalnız hissetmektedirler. Elektronik medyanın sebep olduğu ahlâkî erozyon yeni neslin sosyal, ahlâkî ve kültürel bakış açılarını olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Bu problem artık Pakistan’la sınırlı kalmayıp evrensel bir problem haline gelmiştir.[xi]
1.4.2. Malezya’da Aile
Malezya nüfusunun yaklaşık % 60’ını oluşturan Maleyler, ülkedeki Müslümanların etnik çoğunluğunu teşkil ederler. Bugün özellikle de şehirlerdeki Maley ailelerin çoğu anne, baba ve çocuklardan oluşur. Genellikle dede ve nineler aynı evde yaşamazlar. Zamanla seyrek ziyaretler ve karşılıklı etkileşim azlığı sadece çocuklar ve ebeveynler arasında değil bundan da önemlisi dede nine ve torunlar, hala, amca/teyze, dayı ve yeğenler vs. arasında gittikçe büyüyen bir boşluk oluşmasıyla sonuçlanır.
Kadınların yaygın bir şekilde evin dışında tam gün işler ve vakit alıcı meslekler edinmesi aile içi sorumlulukları tam olarak üstlenememesine sebep olmaktadır. Bu nedenle aile içi sorumluluklar tam olarak üstlenilmemektedir. Çocuklara bakıcılar bakmakta, bu durum çocukların doğru değer ve tutumlarla yetişmesine engel olmaktadır. Çünkü çocuğun ahlâkî, psikolojik, sosyal ve dini gelişimi doğrudan ebeveynlerin bir görevidir.
Çalışan eşler iş yerlerindeki ve evdeki sorumlulukları yerine getirmek için mücadele ederlerken, genellikle gerilim ve çatışmalar artar. İş sorumlulukları ve aile vazifelerini dengelemekteki süregelen yeteneksizlik kişiyi, işini veya ailesini bir diğerine tercih etme zorunda bırakır. Artan gerilim ve çatışmalar ailenin çökmesine ve evliklerin bitmesine yol açmaktadır.
Gerilim ve çatışmalar anne–babalar ve çocukları arasında da sıkça yaşanmaktadır. Bunun sebebi ebeveyne nispeten çocukların oldukça farklı değerlere ve önceliklere sahip olmasıdır. Medya, uluslararası film ve müzik endüstrilerine ve internette zararlı içeriğe maruz kalan günümüz Maley çocukları, seçebilecekleri ve taklit edebilecekleri çok farklı değersiz kaynaklara, hayat tarzlarına ve kültüre sahip olmaktadır.
Müslüman ailelerle ilgili olarak Malezya hükümeti 1990’dan beri evlenmek isteyen her Müslüman çiftin evlilik hayatına hazırlık olarak iki günlük bir kursa katılmalarını mecburi tutmaktadır. Bu kursta Müslüman kadın ve erkeklere İslam ile ilgili bazı temel kurallar, İslam’da karı ve kocanın karşılıklı hakları ve sorumlulukları, İslam evlilik hukuku, çocukların hakları ve sorumlulukları, evlilikte iletişim vs. gibi konular öğretilir.[xii]
1.5. Günümüz Türkiye’sinde Aile
Türkiye’de aile konusunu doğrudan veya dolaylı olarak ilgilendiren çok sayıda yasal düzenlemeler ve çeşitli uygulamalar bulunmaktadır. Söz konusu düzenleme ve uygulamaların henüz aile odaklı bir bakış açısına ve aile odaklı çözüm arayışlarına döndüğü söylenemez. Ancak ailenin öneminin gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaya başlandığı görülmekte ve bazı sorunların çözümünün mutlaka aile odaklı olması gerektiği artık daha çok dile getirilmektedir.
Anayasanın 41. maddesinde ailenin Türk toplumunun temeli olduğu belirtilerek ailenin devlet tarafından korunması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Bu şekilde ailenin güçlendirilmesi ve ailenin karşılaşabileceği her türlü soruna karşı tedbir alınması, çalışmalar yapılması ve gerekli teşkilatın kurulması anayasal bir gereklilik olarak ortaya konmuştur. Bu yüzden hazırlanan kalkınma planlarında ve bütün hükümet programlarında şu veya bu biçimde ailenin korunması ve güçlendirilmesi hedefi yer almaktadır.
Ayrıca Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 1952 yılında benimsediği sözleşme, 1961 yılında imzalanan ve 1989 yılında sosyal bir boyut kazandırılarak yürürlüğe giren sözleşme ile ailenin güçlendirilmesi ve korunması konularında Türkiye uluslararası taahhütler üstlenmiştir.
Anayasada, kalkınma planlarında, hükümet programlarında ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde yer alan hükümler çerçevesinde ülkemizin aile politikalarının şekillendiği söylenebilir. Aile değerlerinin korunmasının her şeyden önce bu değerlerin şekillendiği ve beslendiği kültürel ortamın korunmasına bağlı olduğu açıktır. Modernleşmenin tahribatına karşı söz konusu kültürel ortamımızın muhafazası çok ciddi çabaları gerektirmektedir.[xiii]
1.6. Günümüz Avrupa’sında Aile
Son zamanlarda Avrupa aile yapısında büyük değişiklikler yaşanmıştır. Artık insanlara daha geç evlenmeye başlamıştır. Doğum kontrol yöntemleri ile daha küçük aileler oluşturmakta ve evlat edinme davranışı gittikçe artmaktadır. Evli çiftler arasındaki boşanma oranları oldukça yüksektir. Daha fazla çift evlenmeksizin beraber yaşamakta ve evlilik dışı çocuk sayısı artmaktadır. Yaşlı nüfus her yıl artış göstermekte ve sonuçta daha fazla insan yalnız yaşama durumunda kalmaktadır.
Ekonomik problemler ise daha fazla kişinin bakım ve desteğe ihtiyaç duymasına, daha fazla kişinin de bu masrafları karşılama durumunda kalması anlamına gelmektedir. Bu durum sonuçta ihtiyaç sahiplerine yardım konusunda hükümetlere bir baskı unsuru haline gelmekte, ailelerin ekonomik açıdan desteklenmesi ile devlet imkânları arasında mutlu bir orta yol bulma konusundaki tartışmaları ortaya çıkarır.
Çeşitlilikler içeren bir Avrupa’da belli bir aile politikası üzerinde anlaşma beklemek makul görünmemektedir. Bununla beraber çocuklar, özürlüler ve yaşlılar gibi güçsüz aile fertlerinin lehine sosyal politikaların üretilmesi gereği de açıktır. Bu açıdan en güçsüzler, en fazla ilgiyi hak edenler olmalıdır. Dolayısıyla bazı AB ülkeleri aile politikalarında çocukları gözeten önlemleri takviye etmekte ve yüksek ebeveynlik standartları getirmeye çalışmaktadır. Güçsüzlerin haklarını korumak için yapılan bu girişimin, geleneksel aile değerlerinin ve bakıp gözetme ahlâkına işlerlik kazandırmanın hem bireye hem de topluma bir bütün olarak fayda getireceğini söyleyebiliriz.
Yakın zamanda yayınlanan bir rapora göre evlilik ve aile şekilleri ile ilgili algılama Baltık ülkelerinde en zayıf, Polonya ve Malta’da da en güçlü olmak üzere farklılık arz etmektedir. AB’de ailelere destek sadece dolaylıdır ve bu sebeple fakirliğe ve ailelerin çöküşüne sebep olan konulara önem atfedilmektedir. Araştırmalar AB’nin aile konusunda farklı yaklaşımlara sahip olduğunu ortaya koymaktadır. İskandinav ülkeleri çocuk odaklı politikalara ve cinsiyet eşitliği ile ilgili tedbirler üzerinde yoğunlaşırken, Britanya ve İrlanda ise müdahale karşıtı bir bakış açısı ile fakir aileler ve risk altındaki çocuklar konusunu ön plana çıkarmaktadır. Avrupa’nın güneyinde güçlü akrabalık bağları, siyasi hareketlerin etkileri, Kilise ve gelenekler sözde bir “Akdeniz aile politikası modeli” sürdürdüklerini söylemektedirler.[xiv]
1.7. Günümüz Türk Cumhuriyetlerinde Aile
1.7.1. Özbekistan’da Aile
Özbekistan’da evlilik büyük bir olay olarak kutlanır. Bu kutlamanın ana amacı evliliği mahalledeki insanlara ve akrabalara duyurmaktır. Özbek halkı, çok çocuklu ailenin güçlü aile olacağına inanır. Çok kardeşin daha büyük dayanışma sağlayacağına inanılır. Kız çocuğu dünyaya gelirse anne–babası sandık için çeyiz hazırlamaya başlar. Erkek dünyaya gelirse, ev yapmak için ya ağaç diker ya da ev hazırlar. Özbek halk inançlarında hayırlı evlat en büyük devlettir.
Özbek Türklerinde evlilik düğününün dışında birçok düğün vardır. Beşik düğünü, hatna düğünü, nikâh düğünü, Peygamber (63 yaşında olanlara) düğünü, avlu (yeni ev) düğünü yapılır. Özbeklerde düğün âdeta küçük bir bayramdır. Beşik düğünü eski zamanlardan beri her ailede vardır. Bu merasim ailede birinci çocuk doğduğu zaman yapılır. Beşik düğününün Özbekistan’da birkaç çeşidi vardır. Mesela, Taşkent’te, bebek 7 ay 9 günlük olduğunda beşiğe yerleştirme merasimi yapılır. Bebeğin kırkı çıktıktan sonra, beşik düğünü yapılır. Beşik düğününe başından iki nikâh geçmiş kadın katılamaz. Beşiğe, üzerlik ve muska asılır.
Özbek Türklerinde nikâh düğünü evlenme münasebetiyle yapılır. Özbek Türklerinde nikâh toyu en eski toylardan birisidir. Özbek Türklerinde genç evlendirilirken: “Yeni aile kutlu olsun, gençlerin bahtları ve ikballeri açık olsun” şeklinde dua edilir.[xv]
1.7.2. Kazakistan’da Aile
Kazakistan’da toplumun geçiş şartları altındaki aile kurumu zor günler geçirmektedir. Çok iyi bilindiği üzere artan boşanma oranlarından, gençlerin evlenme ve bir aile oluşturma yaşını gittikçe ertelemelerinden de anlaşıldığı gibi dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde ve Kazakistan’da evlilik ve ailede denge olmadığı ortadadır. Bu şehirleşmenin etkisi ve şehirleşmenin doğal sonucu olarak ortaya çıkan nüfusun yoğun şekilde göç etmesi, kadınların özgürleşmesi, teknolojik ve bilimsel devrimler, toplumun sosyo–ekonomik, kültürel, ahlâki ve dini kişiliğinin değişmesi, modernleşme ve küreselleşme gibi faktörlerle açıklanabilir. Kazakistan’da geleneksel aileden yavaş yavaş uzaklaşma süreci başlamış bulunuyor.
Kazakistan ailesinin problemleri küresel seviyede var olan problemlerle aynıdır. Modern toplumlara has bütün sosyal problemler aileyi etkiliyor. Hem dünyada hem de Kazakistan’da yer alan sosyo–ekonomik ve siyasi süreçlerin ışığı altında bir kurum olarak aile aynı önemli değişimlerden geçiyor.
Kazakistan’da şu anda en önemli problem kırsal kesimden şehirlere doğru meydana gelen iç göçtür. Bu göçler aile dengelerini bozmuş, boşanmalarda artış meydana gelmiştir. Ülkedeki diğer bir kritik problem de sosyal, ekonomik, psikolojik ve eğitimsel açıdan talihsiz ailelerdir. Bu ailelerde zıtlaşma, düşük ahlâk, düşük genel kültür ve asosyallik yaygındır. Zayıf hukuk sistemi aile içi şiddeti engellemede yetersiz kalmaktadır. Aile içi şiddetin temel sebepleri arasında ülkedeki ekonomik şartlar, sefahat, alkolizm ve uyuşturucu bağımlılığı, düşük gelir seviyesi ve buna bağlı geçim darlığı, işsizlik vb. gösterilmektedir.[xvi]
1.7.3. Azerbaycan’da Aile
Azerbaycan’da çekirdek aile biçimi yaygındır. Özellikle iç ve dış göçler, yoksulluk ve kitle iletişim araçlarının etkisi gibi sebeplerle ailelerde sosyal, kültürel ve siyasal bir değişim yaşanmaktadır. Akraba grupları arasında yeni ve yakın ilişkiler kurulması, mevcut ilişkilerin daha da güçlendirilmesi, evlilik yolu ile mirasın parçalanmasını önleme gibi gerekçelerle akraba evlilikleri oldukça yaygındır.
Azerbaycan ailesi önceki yıllarda Sovyet aile modeli ile özellikle manevi yönden erozyona maruz kalmıştır. Bu dönemde aileye alternatif bir şekilde kolhoz ve komün gibi yapay kurumlar ihdas edilmiş, evlenme ve boşanmalar kolaylaştırılarak, çocukların bakımlarını da devletin üstlenmesi sağlanarak geleneksel aile yapısının yok olup gitmesi beklenmiştir. Ancak bu beklentiler başarısızlıkla sonuçlanmış, Azerbaycan ailesi bu süreci en az zararla atlatmayı başarmıştır. Ebeveynler çocuklarına eş seçerlerken dini ve milli özellikleri göz önünde bulundurmaktadırlar.
Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgali, güney Kafkasya’da siyasi istikrarın, ekonomik gelişmenin ve bölgesel iş birliğinin önündeki en önemli engeldir. Aile bu gelişmelerden olumsuz etkilenmiş, bir milyon civarında iç göç yaşanmış, yoksulluk artmıştır. Ailenin yoksullaşması, onun toplumsal konumunu, rollerini, iş gücüne katılım biçimlerini, ev içi sorumlulukların dağılımını, ailenin varlık durumunu, çevre ile ilişkilerini ve toplumsal hayata katılımını güçleştirmiştir. Özellikle de Bakü’ye nüfus yığılması şeklinde ortaya çıkan iç göçlerin sonucunda ailelerde beslenme, sağlık, konut, eğitim, işsizlik, aile bireyleri arasında uyumsuzluk, ebeveyn–çocuk çatışmaları vb. problemler ortaya çıkmıştır.[xvii]
1.7.4. Kırgızistan’da Aile
Günümüz Kırgızistan’ındaki olumsuz ekonomik yapı, geleneksel aile temellerini büyük ölçüde yok etmiştir. Bu durum çocukların ihmaline, çocuk suçlarının artışına, aile içi şiddetin yaygınlaşmasına sebep olmaktadır. Pazar ekonomisine geçişin ağır şartları altında aile kurumu değişmeye başlamış, yeni değerlere intibak güçlüğü boşanmaların artışını da beraberinde getirmiştir. Kırgızistan boşanma oranı itibarı ile dünyada ilk sıralarda yer almaktadır.
Bugün yoksulluk ve işsizlik sebebi ile özellikle kırsal kesimde, adeta genel bir kaide olarak bütün aileler fonksiyonlarını yitirmiş durumdadırlar. Bu ailelerdeki ebeveynler görevlerini yerine getirememektedirler. Çocuklar ya aile dışında yaşamakta ya da evlatlık olarak verilmektedirler.
Günümüz Kırgızistan’ının özel bir problemi de kontrolsüz büyüyen çocukların artışıdır. Bu çocuklar başlarında ebeveyn denetimi de olmadığı için devlet eli ile aile kurumunu destekleyecek düzenlemelere ihtiyaç vardır. Makroekonomik seviyede olumlu değişimlerle aile kurumunun güçlendirilmesi sağlanabilir. Diğer türlü aile kendi kabuğuna çekilecek veya vazifelerini kendisi belirlemeye kalkacaktır.
Pazar ekonomisine geçiş ülkede özellikle üretim ilişkilerini ve toplumsal yardım sistemini parçalayarak nüfusun topluca yoksullaşmasını, yeterince gelişemeyen ailelerini ortaya çıkmasını netice vermiştir.[xviii]
1.7.5. Türkmenistan’da Aile
Türkmenlerde aile çok önemli toplumsal bir kurum olarak görülmektedir. Geniş geleneksel ailede evin reisi en yaşlı olan büyük babadır. Toplumun temelini oluşturan gelenek ve göreneklerden taviz verilmez. Hane halkı reisi, aile ile ilgili önemli kararları hanımı ve çocuklarına danışarak birlikte alır.
Günümüzde toplumsal değişmeye paralel olarak ailede de farklı tipler ortaya çıkmıştır. Genel olarak kırsal kesimde geniş aile tipi devam ederken, şehirlerde ise çekirdek aile tipi daha çok görülmektedir. Aile yapısını oluşturan temel unsurlar yani anne ve babanın rolleri, çağdaş toplumlarda çalışma hayatında artan iş bölümü ve ihtisaslaşma ile farklılaşmaktadır.
Çocukları çok olan kadın, aile ve toplum içinde itibarı yüksek olarak görülmektedir. Eskiden kadınlar ev işlerinde, erkekler dışarı işlerde çalışırlardı. Günümüzde kadınlar, fabrika ve işyerlerinde çalışmaktadır. Evde erkek ve kadınlar yemekleri ayrı yerler. Önce erkekler yemek yer, sonra erkeklerden ne kaldıysa kadınlar yerler. Büyük çocuklar için kendilerinden sonra gelen küçük kardeşlerine bakma mecburiyeti vardır. Böylece aile üyeleri birbirini kollamış olur. Bunun sonucu aile içi ilişkiler birinci derecede önem kazanmakta, yardımlaşma ve dayanışma güçlü olmaktadır.[xix]
[i] Aydın, Mehmet Akif, “Aile” Maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), 2/196, İst.–1989.
[ii] Aydın, DİA, agm., 2/196–197.
[iii] Aydın, DİA, agm., 2/197–198.
[iv] Aydın, DİA, agm., 2/199.
[v] Aydın, DİA, agm., 2/196–197.
[vi] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, 6/3811–3812, Eser Kitabevi, trsz.
[vii] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/411.
[viii] Müslim, fezâilü’s-sahabe 93.
[ix] Râzi, a.g.e., 7/307–309.
[x] Râzi, a.g.e.,18/95.
[xi] Ahmad, Anis, “Family in Pakistan: Challenges and Prospects” (Pakistan’da Aile: Zorluklar ve Beklentiler, Çev. Recep Şentürk), Günümüzde Aile, s. 191–202, Ensar Neşriyat, İst.–2007.
[xii] Moris, Zailan, “Malaysian Model of Family in the Islamic World” (İslam Dünyasında Malezya Aile Modeli, Çev. Recep Şentürk), Günümüzde Aile, s. 339–353.
[xiii] Çelik, Nesrin Afşar, Günümüzde Aile, s. 355–364.
[xiv] Farrugia, Ruth, “Avrupa Birliğinde Aile Politikaları”, Günümüzde Aile, s. 453–466.
[xv] Bekmuradov, Mansur, “Özbek Ailelerinde Tutum Özellikleri”, Günümüzde Aile, s. 479–488.
[xvi] Zhanazarova, Zaure, “The Modern Kazakhstani Family and The Impact That Globalization Makes On Family” (Modern Kazakistan Ailesi ve Küreselleşmenin Aile Üzerindeki Etkisi, Çev. Recep Şentürk), Günümüzde Aile, s. 509–527.
[xvii] Süleymanov, Ebulfez, “Sosyo Kültürel Değişim Sürecinde Azerbaycan Ailesinin Özellikleri”, Günümüzde Aile, s. 529–557.
[xviii] Jhunushova, Saikal, “Geçiş Dönemi Şartları Altında Ailenin Sosyal Problemleri–Kırgızistan Örneği, Çev. Recep Şentürk, Günümüzde Aile, s. 567–574.
[xix] İsmailova, Sevil, “Türkmen Ailesinin Sosyolojik Tahlili”, Günümüzde Aile, s. 575–586.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.