Musa Kazım GÜLÇÜR
24 Mart/2020
İçindekiler
Bulaşıcı Hastalıklara Karşı Karantina Uygulaması 5
Hastalıklara Karşı Şifa Uygulamaları 7
Hastalıklara Karşı Yaptığı ve Yaptırdığı Şifa Duaları 9
Fatiha Sure-i Şerîfesinin İyileştirici Gücü 11
Giriş
Geçen yüzyılın sonundan bu yana bağışıklık bilimi (immünoloji), sadece bulaşıcı hastalıkları inceleyen bir bilim dalı olmaktan çıkarak, tıbbın en önemli dallarından biri durumuna gelmiştir.
İnsan vücudunun deri ve mukus zarlar gibi güçlü koruyucuları vardır. Bu engelleri aşabilen virüs gibi yabancı cisim ve organizmalar yani antijenler, karşılarında vücudun bağışıklık tepkilerini bulurlar. Antijen vücuda girdiğinde, bağışıklık sistemi tarafından bu antijenlere karşı antikor üretimi meydana gelir. Bu antikorlar, bir virüse karşı tepki olarak kanda ya da dokularda meydana gelen proteinlerdir. Antikorların uzun yaşamları sebebi ile bu bağışıklık tepkilerini öğrenen bir akyuvar türü olan lenfositler de durumu tespit eder. Vücut, aynı antijenle tekrar karşılaştığında lenfositler kısa süre içinde gerekli tepkiyi verirler.[1]
En yaygın antijenler mikroskobik canlılar, mikroorganizmalardır. Değişik mikrop türlerinin antijenleri farklıdır. Ancak bazen bir grup bakterinin ortak bir antijeni olur. Bu durumda, mikrobun meydana getirdiği bir hastalık sonucu vücutta oluşan bağışıklık cisimleri, başka mikrop tiplerine karşı da insanı korurlar. Bazı bakterilerin salgıladığı zehirli maddeler de antijen etkisi gösterirler. Bu zehirli maddelere karşı vücutta oluşan bağışıklık cisimlerine antitoksin denir. Örneğin difteri ve tetanos mikroplarının çok güçlü olan zehirlerinin etkilerinden vücudu korumak için bunların antitoksinlerine ihtiyaç vardır. Bazı hastalıklar sırasında görülen baş ağrısı ve kırıklık, bu hastalığı meydana getiren bakterideki antitoksin etkisiyle oluşur.[2]
Sağlığın korunmasındaki temel önceliklerden birisi de hijyen yani temizliği önemsemedir. Bu hususta İslâm’ın getirmiş olduğu temizlik anlayışı gerçekten de çağları aşar niteliktedir. Böyle olduğunun en önemli delillerinden bir tanesi hem Kur’ân-ı Kerîm’in hem de hadîs-i şerîflerin temizlik konusunu çok öne çekmeleridir. Altı sahih hadis kitabına konu ile ilgili olarak çok kısa bir nazar atfettiğimizde söylemek istediğimiz daha anlaşılır olacaktır. Mesela İmam Buharî’nin Sahih’i 97 bölümden oluşur ve 4’üncü sırada “abdest” yani temizlik konusu yer alır. Sahih-i Müslim 56 bölümden oluşur ve 2’nci sırada “taharet/temizlik” konusu yer alır. Nesâî’nin Sünen’i 51 bölümden oluşur ve “taharet/temizlik” konusu 1’inci sırada yer alır. Ebu Davud’un Sünen’i 43 bölümden oluşur ve “taharet/temizlik” konusu 1’inci sırada yer alır. Tirmizî’nin Sünen’i 49 bölümden oluşur ve “taharet/temizlik” konusu 1’inci sırada yer alır. İbn Mâce’nin Sünen’i 37 bölümden oluşur ve “taharet/temizlik” konusu 2’nci sırada yer alır. İmam Mâlik’in Muvatta’ı 61 bölümden oluşur ve “taharet/temizlik” konusu 2’nci sırada yer alır.
Kur’ân-ı Kerîm, bir insanın namaz kılmak istediğinde ilk yapması gerekenin “abdest alması” yani temizlenmesi olduğunu şu şekilde beyan buyurur:
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اِذَا قُمْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ اِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُسِكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ اِلَى الْكَعْبَيْنِ وَاِنْ كُنْتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَاءً فَتَيَمَّمُوا صَعٖيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْدٖيكُمْ مِنْهُ مَا يُرٖيدُ اللّٰهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلٰكِنْ يُرٖيدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Ey inananlar! Namaza kalkacağınız zaman yüzünüzü ve ellerinizi (dirseklerinizle beraber) yıkayın, başınızı (ıslak elle silin) mesh edin ve ayaklarınızı da (topuklarınızla beraber) yıkayın. Eğer cünub iseniz boy abdesti alın. Eğer hasta veya yolculukta bulunuyorsanız veya içinizden biri ayak yolundan gelmişse veya kadınlara dokunmuş (cima etmiş) iseniz ve bu hallerde su bulamamışsanız, o vakit pâk bir toprakla teyemmüm edin, ondan (o topraktan) yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah size bir güçlük dilemez, fakat sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister, tâ ki şükredesiniz.” (Maide, 5/6)
Cebrail’in (as), Peygamberimize (sas) Allah’tan getirdiği en mühim mesaj Kur’ân-ı Kerîm’in iniş itibarı ile 4’üncü suresi Müddessir Suresi’dir ve 4’üncü ayetindeki emir de şu şekildedir:
وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ
“Elbiseni temiz tut.” (Müddessir, 74/4)
Efendimiz (sas) de şöyle buyurur:
“Temizlik imanın yarısıdır.”[3]
Hastalıkların kişiden kişiye bulaşmasının önlenebilmesi, kişisel hijyenle doğrudan ilgilidir. Ancak bu yazımızda, konunun tıp uzmanlarını ve tıbbî laboratuvarları ilgilendiren kısımlarını tamamen alanın yetkili mütehassıs hekimlerine, sağlık çalışanlarına bırakarak, Efendimiz’in (sas) hastalıklar karşısında alınmasını istediği maddi-manevî önlemlerle ilgili tavsiyeleri görmeye çalışacağız. Hastalıkların oluşturduğu rahatsızlıklara karşı, tıp doktorlarının tedavi şekillerinin haricinde, Efendimiz’in (sas), önemi gayet yüksek “dua” ve “rukye” gibi manevi uygulamalarını nakledeceğiz.
“Rukye” kelimesi, şifa veya korunma amacıyla Kur’an-ı Kerîm’den belirli ayet/ayetleri veya Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin esmâ-i hüsnasından bir kısmını, bir tertip içerisinde “okuyup üfleme” anlamına gelmektedir. “Rukye” kelimesinin Kur’ân-ı Kerîm’de “okuyup-üfleme” anlamındaki kullanımı Kıyâme suresinde (75/27) “râk” (rukye yapan), Felak suresinde ise (113/4) “neffâsât” şeklinde geçmektedir. “Rukye” kelimesi “tedavi edici” anlamına da gelmektedir.
Dua eden insan, bütün gönlü ile Allah’a (cc) yönelerek, her şeye kâdir, mülk ve melekût emrinde olan Allâh’ın (cc), sebepler dahilinde ya da sebepler üstü bir şekilde kendi duasına icabet etmesini talep etmiş olmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm, bu kalbî itikadı, İbrahim (as) gibi üsve-i hasene büyük bir peygamberin (as) tutumunu örnek göstererek şöyle resmeder:
وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفٖينِ
“Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.” (Şuara, 26/80)
Bir başka ayet-i kerimede ise Cenâb-ı Hak, şifa arayan nazarları, “Kendisiyle dağların yürütüleceği veya yeryüzünün parçalanacağı, ya da ölülerin konuşturulacağı bir Kur’an olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu)” (Rad, 13/31) buyruğu ile Kur’ân-ı Kerîm’in doğrudan kendisine çeker. Şifa hususunda Kur’ân-ı Kerîm’de bulunan çok yüksek özellik şu ayet-i kerîme ile daha da perçimlenir:
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنٖينَ وَلَا يَزٖيدُ الظَّالِمٖينَ اِلَّا خَسَارًا
“Biz Kur’ân’dan öyle ayetler indirmekteyiz ki, müminler için şifa ve rahmettir. Zalimlerin ise ancak sapıklığını artırır.” (İsra, 17/82)
Kur’ân-ı Kerîm, nazil olduğu günden bugüne, milyarlarca şahitleri ile çok açıktır ki hem ruhani hem de cismani hastalıklara karşı eşsiz bir şifadır. Bu açıdan Cenâb-ı Hakk Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, hastalıkların izalesi için indirmiş olduğu diğer şifa unsurlarından çok daha kıymetli, çok daha kapsamlı ve faydalı bir şekilde kendi kelamını yani Kur’ân-ı Kerîm’i indirmiştir.
Şifa Arama
Şifa ümidiyle, Kur’an âyetlerini, Allah’ın (cc) esmâ-i hüsnâsını, Efendimizin (sas) öğrettiği duaları ve bunlardan alınan ilhamla yazılan dua ve münacatları okuma oldukça ehemmiyetlidir.
Hz. Aişe’den (r.anhâ) rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle denilmektedir:
“Resülullah (sas) son hastalığında muavvizâtı (İhlâs, Felak ve Nâs sureleri) okuyup kendisine üflüyordu. Hastalığı ağırlaştığı zaman onları ben okuyarak üzerine üflüyor, ellerinin bereketi sebebiyle yine O’nun eli ile kendisini mesh ediyordum.”[4]
Yine Hz. Aişe’den (r. anhâ) gelen diğer bir rivayette ise, Resülullah (sas) ailesinden rahatsızlanan bazılarına Muavvizât okur, onları sağ eliyle mesh eder ve şöyle dua ederdi:
اللَّهُمَّ رَبَّ النَّاسِ أَذْهِبِ الْبَاسَ، وَاشْفِهِ وَأَنْتَ الشَّافِي، لاَ شِفَاءَ إِلاَّ شِفَاؤُكَ، شِفَاءً لاَ يُغَادِرُ سَقَمًا
“Ey insanların Rabbi olan Allah’ım, hastalığı gider. Buna şifa ver. Şifa verici yalnız sensin. Senin şifandan başka hiçbir şifa yoktur. (Yâ Rab, bu hastaya) öyle şifa ver ki hasta üzerinde hiçbir hastalık izi kalmasın.”[5]
Sabir’den (ra) şöyle rivayet edilmektedir:
“Resülullah (sas) rukye yapılmasını yasakladı. Amr İbn Hazm’ın çocukları gelip şöyle dediler:
“Ya Resulallah! Biz bir tür rukye yapardık ve onunla akrep sokmalarına karşı korunurduk.” Resülullah (sas) şöyle buyurdular:
“Ona dönebilirsiniz. Bir zarar görmüyorum. Sizden her kim kardeşine fayda vermeye güç yetirecekse ona faydalı olsun.”[6]
Efendimiz’in (sas) bir dönem rukyeyi yasaklamasının sebebi, o zamanki Medine toplumunda kısmen cahiliye alışkanlıklarının devam etmekte olmasıydı. Bu cahili uygulamalarda hem tevhid inancına aykırılıklar hem de insan sağlığını tehlikeye atacak uygulamalar söz konusuydu. İslâm inancı güçlendikçe şirke dayalı uygulamalar yok olmuş, Efendimiz (sas) rukyenin tevhid anlayışına uygun bir şekilde icrasını temin etmiştir.
Bulaşıcı Hastalıklara Karşı Karantina Uygulaması
Sad ibn Ebi Vakkas (ra) rivayet ediyor:
Peygamber (sas) şöyle buyurdular:
“Sizler bir yerde taun hastalığı çıktığını işittiğiniz zaman, o taun olan yere girmeyiniz. Taun sizin bulunduğunuz yerde meydana gelirse, sakın sizler oradan dışarı çıkmayınız.”[7]
Hadisteki taun, bulaşıcı hastalıklara verilen genel bir isimdir. Dolayısıyla korona da aynı çerçeveye dahildir. Şu anda dünyanın tecrübe ettiği bu pandemi, hadîs-i şerîfte belirtilen yasakların uygulanması, küresel ve yerel seyahatlerin sınırlandırılması ile minimize edilebilir.
Câbir b. Abdullah (ra) rivayeti ile, Efendimiz (sas), günümüzdeki modern karantina usullerini hatırlatırcasına, hastalığın yayılmaması ve karantinada kalınmasına manen teşvik için şöyle bir tembihte bulunmaktadır:
“Tâûndan kaçmak, (günah olması itibarı ile) adeta savaştan kaçmak gibidir. Kim tâûn bölgesinde kalmaya sabrederse, onun için şehit mükafatı vardır.”
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/352 (14853)
Efendimiz (sas) bir başka hadis-i şerifinde ise taun sebepli ölenlerin şehit olduklarını haber vermiştir. (Darimi, Cihat, 22 (2457)).
Abdullah ibn Abbâs (ra) rivayet ediyor:
“Ömer ibnu’l-Hattab (v. 23/644), Şam’a doğru yola çıktı. Nihayet (Yermuk yakınında bir köy olan) Serğ’a vardığı zaman, ordu kumandanı Ebu Ubeyde ibnu’l-Cerrâh (v. 18/639) ve arkadaşları kendisini karşıladılar. Şam arazisinde veba hastalığı vuku bulduğunu ona haber verdiler. Ömer (ra):
— “İlk Muhacirleri bana çağırın” dedi.
Onlarla istişare etti ve ona Şam’da veba vaki olduğunu haber verildi. Onlar (gitmek veya geri dönmek hususunda) ihtilâf ettiler. Bazısı:
— “Bir iş için çıkmışsın, o işten geri dönmeni doğru bulmayız” derken bazıları da:
— “İnsanların bakıyesi ve Resülullah’ın sahabeleri seninle beraberdirler. Onları şu veba üzerine götürmeni doğru görmeyiz” dediler. Ömer (ra) onlara:
— “Tamam çıkabilirsiniz” dedi. Sonra:
— “Ensâr yanıma gelsin” dedi.
Ben Ensar’ı davet ettim. Hz. Ömer (ra) onlarla da istişare etti. Onlar Muhacirlerin görüşlerine benzer cevaplar verdiler. Hz. Ömer (ra) onlara da:
— “Tamam çıkabilirsiniz” dedi. Sonra:
— “Kureyş ihtiyarlarından, fetih Muhacirlerinden burada bulunanları yanıma çağır” dedi.
Ben onları çağırdım. Onlardan iki kişi bile Hz. Ömer’e (ra) farklı bir şey söylemediler.
— “İnsanları geriye döndürmen ve halkı şu veba hastalığının olduğu yere götürmemen bizce doğru olandır” dediler.
Bunun üzerine Hz. Ömer (ra), insanlar arasında şöyle nida ettirdi:
— “Ben sabahleyin geri döneceğim. Siz de hazırlıklarınızı buna göre yapın.”
Ebu Ubeyde ibnu’l-Cerrâh:
— “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” dedi. Hz. Ömer (ra):
— “Keşke bunu senden başkası söyleseydi ya Eba Ubeyde. Evet Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin, şayet senin develerin olsa, iki yamacı olan bir vadiye indirsen o yamaçlardan biri mümbit, diğeri otsuz olsa, sen develeri otlu yerde gütsen, Allah’ın kaderi ile gütmüş, otsuz yerde gütsen, yine Allah’ın kaderi ile gütmüş değil misin?” dedi.
Tam bu sırada Abdurrahman ibn Avf (ra), üstelik bir sebep yokken çıkageldi ve şunları söyledi:
— “Bu konuda bende bir bilgi var. Ben Resülullah’tan (sas) işittim şöyle buyurmuştu:
“Bir yerde taun bulunduğunu işitirseniz oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde zuhur edecek olursa bulunduğunuz yerden dışarı çıkmayınız.”
Bunun üzerine Hz. Ömer (ra), Allah’a hamd etti ve sonra oradan ayrıldı.”[8]
Ancak bu güzel ordu kumandanı Ebu Ubeyde ibnu’l-Cerrâh, “tâünu Amvâs” diye de meşhur olan ve birçok sahabinin ölümüne yol açan bulaşıcı hastalığa yakalanarak Beysan’a bağlı Amta köyünde vefat etti ve oraya defnedildi. Hz. Peygamber (sas) mütevazı, zühd ve haya sahibi olan Ebu Ubeyde’yi çok sever, ahlâk ve şahsiyetini takdir ederdi. Abdullah b. Şakîk’in Hz. Aişe’den (r. anhâ) rivayetine göre, Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Ömer’den (ra) sonra Resül-i Ekrem’in (sas) en çok sevdiği kişi Ebu Ubeyde idi (Tirmizi, Menakıb, 14 (3657). Ebu Ubeyde (ra) hazretleri, Resülullah’ın (sas) cennetle müjdelediği aşere-i mübeşşeredendir.
Ümmü’l-Müminin Hz. Âişe (r. anhâ), Resülullah’a (sas) taundan sormuş, Peygamber Efendimiz (sas) de şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz taun öyle bir azaptır ki, Allah onu dilediği kimseler üzerine gönderir. Neticede Allah taunu müminler için bir rahmet kılmıştır. Bir yerde taun meydana çıkar da orada bulunan herhangi bir kul, sabrederek, sevap umarak ve bu taun yalnız Allah’ın takdir edip yazdığı kimselere isabet eder olduğunu bilir ve bu kanaati besleyerek bulunduğu beldede kalırsa, muhakkak Allah (cc) ona şehit mükafatına benzer sevap takdir buyurur.”[9]
Ferve b. Müseyk (ra) anlatıyor:
Ben Peygamber’e (sas):
“Ey Allah’ın Resulü, bizim elimizde “Ebyen” isimli bir arazi var. Bu bizim çiftliğimizin ve ziraat mahsullerimizin arazisidir ve bu arazide veba hastalığı bulunmaktadır. (Ne yapmamı tavsiye edersiniz)?” diye sordum. Şöyle buyurdular:
“Orayı terk et. Çünkü ölüm (böyle bulaşıcı hastalıklara) yakın durmaktan ileri gelir.”[10]
Hastalıklara Karşı Şifa Uygulamaları
Ümmü’l-Müminin Hz. Âişe (r. anhâ) rivayet ediyor:
“Peygamber (sas) insanlardan herhangi birine, kendi bereketli eliyle mesh edip sıvazlayarak şu sözlerle Allah’a sığındırma duası yapardı:
أَذْهِبِ الْبَاسَ رَبَّ النَّاسِ، وَاشْفِ أَنْتَ الشَّافِي، لاَ شِفَاءَ إِلاَّ شِفَاؤُكَ، شِفَاءً لاَ يُغَادِرُ سَقَمًا
“Ey insanların Rabbi! Şu hastalığı gider, şifa ihsan et. Şifa verici ancak Sen’sin. Sen’in şifandan başka hiçbir şifa yoktur. Öyle bir şifa ver ki, hasta üzerinde hiçbir hastalık izi bırakmasın!”[11]
İbn Abbas’tan (ra) rivayet olunduğuna göre Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
“Her kim, eceli gelmedik bir hastayı ziyaret eder de onun yanında iken yedi defa şu şekilde dua ederse, Allah o hastayı kesinlikle hastalıktan kurtarır:
أَسْأَلُ اللَّهَ الْعَظِيمَ رَبَّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ أَنْ يَشْفِيَكَ
“Ulu Allah ve büyük arşın yüce Rabbinden sana şifa vermesini dilerim.”[12]
Hz. Enes’ten (ra) rivayet edildiğine göre, Resülullah (sas) şöyle dua ederdi:
اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْبَرَصِ، وَالْجُنُونِ، وَالْجُذَامِ، وَمِنْ سَيِّئْ الْأَسْقَامِ
“Allah’ım! Alaca hastalığından, delilikten, cüzzamdan ve kötü hastalıklardan sana sığınırım.”[13]
Üsâme b. Şerik anlatıyor:
“Peygamber’in (sas) yanına gelmiştim. Sahabeleri (onun yanında) sanki başlarının üzerinde kuş varmış gibi (sessiz ve hareketsiz durmakta) idiler. Selâm verip (yanlarına) oturdum. Farklı yerlerden (bir takım) bedeviler gelip;
“Ey Allah’ın Resulü, tedavi olabilir miyiz?” diye sormaya başladılar. Hz. Peygamber (sas) de şöyle buyurdu:
“Tedavi olunuz. Çünkü aziz ve celil Allah, şifasını vermediği bir hastalık yaratmamıştır. Ancak bir hastalık müstesnadır ki o da ihtiyarlıktır.”[14]
Ebu’d-Derdâ’dan (ra) rivayet olunduğuna göre, Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“Kuşkusuz Allah, hastalığı da şifayı da yarattı. Her dert için bir derman yarattı. Binaenaleyh (Allah’ın yarattığı şifalı ilaçlarla) tedavi olmaya çalışınız. (Fakat) haramla tedavi olmaya kalkışmayınız.”[15]
Hastalıklara Karşı Yaptığı ve Yaptırdığı Şifa Duaları
Abdülaziz b. Süheyb (ra) şöyle rivayet ediyor:
“Ben ve Sabit el-Bünânî, Enes b. Malik’in (ra) ziyaretine gittik. Sâbit (el-Bünânî) Enes’e (ra):
“Ey Ebu Hamza, (biraz) rahatsızım” dedi. Enes (ra) dedi ki:
“Seni Resülullah’ın (sas) duası ile tedavi edeyim mi?” O da “Evet” dedi. Bunun üzerine (Enes) şöyle dua etti:
اللَّهُمَّ رَبَّ النَّاسِ مُذْهِبَ الْبَاسِ اشْفِ أَنْتَ الشَّافِي لاَ شَافِيَ إِلاَّ أَنْتَ، شِفَاءً لاَ يُغَادِرُ سَقَمًا
“Ey insanların Rabbi ve sıkıntıların gidericisi Allah’ım. Sen’den başka bir şifa verici yoktur. Hiç hastalık bırakmayan bir şifa ver.”[16]
Osman b. Ebi’l-Âs (ra) rivayet ediyor:
Kendisi (bir gün rahatsızlığından dolayı) Resülullah’ın (sas) yanına gelmişti. Osman başından geçen hâdiseyi şöyle anlatıyor:
“Bende bir ağrı vardı, neredeyse canımı alacaktı. Peygamber (sas) şöyle buyurdu:
“Bu ağrıyan yeri sağ elinle yedi defa ov ve her defasında şöyle dua et:
أَعُوذُ بِعِزَّةِ اللَّهِ وَقُدْرَتِهِ مِنْ شَرِّ مَا أَجِدُ
“Duyduğum ağrının şerrinden Allah’ın izzet ve kudretine sığınırım.”
Ben bunu yaptım. Aziz ve Celîl Allah bendeki ağrıyı giderdi. O günden beri aileme ve başkalarına sürekli bunu tavsiye ediyorum.”[17]
Bu dua Hz. Peygamber (sas) tarafından öğretilen, tesiri kesin ve emniyetli dualardan biridir. Çünkü şifa yegâne şifa verici Allah’tan istenmekte, O’nun izzetine ve kudretine sığınılmaktadır.
Ebu’d-Derdâ (ra) rivayet ediyor:
Resülullah’ı (sas) şöyle söylerken işittim:
“Sizden kimin bir tarafı ağrısa veya bir kimse ona rahatsızlığından dolayı müracaat edecek olursa şöyle dua etsin, Allâh’ın izni ile (söz konusu) ağrısından kurtulur:
رَبُّنَا اللَّهُ الَّذِي فِي السَّمَاءِ تَقَدَّسَ اسْمُكَ أَمْرُكَ فِي السَّمَاءِ وَالأَرْضِ كَمَا رَحْمَتُكَ فِي السَّمَاءِ فَاجْعَلْ رَحْمَتَكَ فِي الأَرْضِ اغْفِرْ لَنَا حُوبَنَا وَخَطَايَانَا أَنْتَ رَبُّ الطَّيِّبِينَ أَنْزِلْ رَحْمَةً مِنْ رَحْمَتِكَ وَشِفَاءً مِنْ شِفَائِكَ عَلَى هَذَا الْوَجَعِ
“Ey göklerdeki Rabbimiz. Senin ismin ve Zâtın noksan sıfatlardan münezzehtir. Rahmetin gökte her tarafa şamil olduğu gibi, emrin hem gökte hem de yerde hâkimdir. Rahmetini yere de indir. Bizim büyük olan günahlarımızı ve hatalarımızı bağışla. Sen temiz kimselerin Rabbisin. Şu ağrıya, rahmet denizinden bir rahmet, şifa hazinenden bir şifa indir.”[18]
Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor:
Peygamber (sas) hastalığım münasebetiyle beni (bir ara) ziyarete geldi ve bana şöyle buyurdu:
— “Cebrail’in bana getirdiği bir rukyeyi (hastanın şifaya kavuşması dileğine dair duayı) sana okuyayım mı?”
Ben:
— “Babam ve anam sana feda olsun. Oku, Yâ Resulallah” dedim. Resûl-i Ekrem (sas) üç kez şu duayı okudu:
بِسْمِ اللَّهِ أَرْقِيكَ وَاللَّهُ يَشْفِيكَ مِنْ كُلِّ دَاءٍ فِيكَ مِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ
“Şifâya kavuşmanı dileyerek, Allah’a sığınarak, O’nun ismi ile sana okurum. Allah (cc), her hastalıktan, düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden sana şifa ihsan buyursun.”[19]
Fatiha Sure-i Şerîfesinin İyileştirici Gücü

Ebu Saîd el-Hudrî (ra) anlatıyor:
“Resülullah’ın sahabelerinden (otuz kişilik) bir seriyye, memur oldukları bir sefere gittiler. Nihayet bunlar bir Arap kabilesinin yanına vardılar ve kendilerini konuk etmelerini istediler. Fakat o kabile halkı konuk etmekten çekindiler. Bu sırada o kabilenin başkanı zehirli bir hayvan tarafından ısırıldı. Kabile halkı harekete geçip her çareye başvurdular. Fakat hastaya hiçbir şey fayda vermiyordu. Bunun üzerine bazıları:
— Şu sizin yakınınıza konaklamış kimselere gitseniz. Belki onların yanında bir çare vardır” dediler.
Kabile halkı sahabelere geldiler ve:
— “Ey cemaat! Başkanımızı bir akrep zehirledi. Onu tedavi etmek için her şeyi denedik. Fakat hiçbir şey fayda vermiyor. Sizde buna bir çare var mıdır?” diye sordular.
Ebu Saîd el-Hudrî:
— “Evet, bende var. Ben elbette tedavi edebilirim. Fakat sizden bizi konuk etmenizi istediğimizde reddettiniz. Artık bizim için bir ücret ödemedikçe size dua ve tedavi yapmam” dedi.
Sonunda otuz adetli bir koyun sürüsü üzerine anlaştılar. Ebu Saîd onlarla kabile başkanının yanına gitti, Fatiha Suresi’ni sonuna kadar okumaya ve adamın üzerine üflemeye başladı. Nihâyetinde adam, bukağısından çözülmüş hayvan gibi serbest bir hale geldi, ileri geri yürümeye başladı. Kendisinde hiçbir hastalık kalmadı.
Kabile halkı üzerinde anlaşmış oldukları ücreti sahabelere ödediler. Bazı sahabeler:
— “Bu koyunları bölüşün” dediler. Fakat Ebu Saîd el-Hudrî:
— “Hayır, şimdi bölüşmeyelim. Resülullah’a gidelim, olan hadiseyi O’na anlatalım. Bakalım bizlere ne emredecek?” dedi.
Sonunda heyet Resülullah’ın (sas) huzuruna geldi ve hadiseyi kendisine anlattılar. Resülullah, Ebu Saîd el-Hudrî’ye şöyle buyurdu:
— “Fâtiha’nın bu kadar etkili bir dua ve tedavi edici özelliği olduğunu nasıl bildin? İyi ve doğru hareket etmişsiniz. Şimdi koyunları bölüşünüz ve bana da sizlerle birlikte bir pay ayırınız!”[20]
Hârice b. es-Salt et-Temîmî’nin amcası İlâka b. Sahr rivayet ediyor:
“Kendisi Resülullah’ın (sas) yanına gelmiş. Geri dönerken demirle bağlı deli bir adamın olduğu topluluğa rast gelmiş. Bu adamın ailesi ona:
“Bize anlatıldığına göre şu sizin arkadaşınız (Peygamber Efendimiz’i kastediyorlar) Allah’tan birtakım hayırlar getirmiş. Senin yanında bu deliyi tedavi edecek bir şifa var mı?” diye sormuşlar.
İlâka diyor ki:
Bunun üzerine ben bu delinin üzerine Fâtihatü’l-Kitâb’ı okudum. Deli adam iyileşti. Bana bu şekilde tedavi yapmamın karşılığı olarak yüz koyun verdiler. Resülullah’a (sas) varıp durumu anlattım. Bana:
“Bundan başka okuduğun bir şey oldu mu?” dedi.
Ben; “Hayır” cevabını verdim. Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdular:
“Vallahi, bâtıl bir rukye ile ücret alıp yiyen kimselere karşılık, sen hak bir dua (Fâtiha-i şerîfe) ile yaptığın rukye karşılığında aldığın ücreti yemektesin.”[21]
Burada Fatiha-i şerifedeki çok güçlü şifa özelliği ile ilgili olarak yaşadığım bir hatırayı kısaca nakletmek istiyorum.
Bir akrabamız hastalanmıştı. Doktora götürmelerine rağmen toparlanamamış ve bir haftadan beri hiçbir şey yemeden içmeden gözü kapalı bir şekilde yatağında yatmaktaymış. Evdekiler artık hastadan ümitlerini kesmişler. Öleceğini düşündükleri için de yakınlarını eve çağırmışlar. Bize de “hastamız ölmek üzere gelseniz” diye haber verdiler. Hemen ziyaretlerine gittik. İçeri girdiğimde kalabalık bir insan grubu vardı. Akrabamız yatağında gözü kapalı bir şekilde yatmaktaydı. Aklıma Fatiha-i şerife ile ilgili olarak yukarıda aktardığım rivayetler geldi.
Kimseye bir şey sormadan “Cenab-ı Hak diriltecekse diriltir” mülahazası ile Fatiha-i şerifeyi, avuçlarımı birleştirerek yedi defa okudum. Her okuyuştan sonra da hastanın başından ayaklarına kadar ellerimle mesh ettim. Yedinci okumayı bitirmiştim ki hasta gözünü açtı ve çok kısık bir ses ile “ben açım” dedi. İçerisi gürültülü olduğu için ilk anda ne söylediği anlaşılamadı. Ben, “hastanız bir şey söylüyor, bir baksanız” deyince sesler kesildi. Hemen başına koştular. Hasta tekrar, “ben açım” dedi. Şaşkınlıkları yüzlerinden okunuyordu. “Ne getirelim, ne yemek istersin?” gibi sorular sordular. Adam muhtemelen takatsizlikten cevap veremeyince, “çorba olur mu?” diye sordular. Adam da “olur” anlamında kafasını salladı.
Bu olaydan sonra uzun süre yaşadı. Vakaya şahit olanlar, daha sonraları çocuklarına her fırsatta Fatiha-i şerifeyi okuduklarını, Fatiha-i şerifenin çok büyük faydalarını gördüklerini beyan ettiler.
Sonuç
Tıp, tecrübeler, müşahedeler ve araştırmalarla durmadan ilerleyen, yeni birçok hastalık nevilerine karşı ilâç çeşitleri ve tedavi metotlarını geliştiren çok geniş bir ilim ve tatbikat alanıdır.
Şüphesiz Nebevi Tıp ve Muhammedî ilâç, dert ve devayı var eden, hastalık ve şifayı takdir eyleyen Yüce Allah’tan alınmıştır. Elbette kâmil bir müminin ve akıllı bir Müslümanın itikat ve iman etmekle genişleyip ferahlayacağı metotları ihtiva etmektedir.
Her hastalığın ortaya çıkması da gitmesi de hakikatte Allah Teâlâ’nın emriyledir. Hastalıklara şifa olacak sebepleri de yaratan O’dur. Sebeplere müracaat etmek Allâh’a (cc) olan tevekkülümüze zıt değildir. Açlık hisseden bir kimsenin yemek yemesinin ve susuzluğunu gidermek için su içmesinin o kişinin tevekkülüne mâni olmaması gibi. Dolayısı ile bir kimse hastalığa yakalanmışsa şifa aramayı tevekküle aykırı sanıp “Ben Allah’a tevekkül ettim, bana bir şey olmaz, tedavi olmam da gerekmez” demesi boş bir sözdür.
Bu açıdan, insanımızın tıbbî gereksinimleri kabul etmesine ek olarak, nebevî dua ve tavsiyelerin, manevî kalkan hükmündeki mesnun tutum ve uygulamaların hatırlatılmasında fayda olacağı mülahaza edilmiştir.
Yazımızı salavât-ı tıbbiyye ile tamamlayalım.
اَللّهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ طِبِّ الْقُلُوبِ وَدَوَائِهَا وَعَافِيَةِ اْلاَبْدَانِ وَشِفَائِهَا ونُورِ اْلاَبْصَارِ وَضِيَائِهَا وعَلٰى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ
“Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin tıbbi’l-kulûbi ve devâihâ ve âfiyeti’l-ebdâni ve şifâihâ ve nûri’l-ebsâri ve diyâihâ ve alâ âlihî ve sahbihi ve sellim.”
“Allahım! Kalplerin tabibi ve ilacı, bedenlerin afiyeti ve şifası, gözlerin nuru ve ışığı olan Efendimiz Hz. Muhammed’e onun âl ve ashabına salat ve selam eyle.”
[1] Sağlık Ansiklopedisi, C. 1, s. 242, (Heyet), Arkın Kitabevi, İstabul-1975.
[2] Age., C. 1, s. 249.
[3] Müslim, Tahâret, 1 (223); Tirmizî, Daavât, 86 (3517).
[4] Buhari, Tıp, 32 (5735); Müslim, Selâm, 20 (50).
[5] Buhari, Tıp, 38 (5743).
[6] Müslim, Selam, 21 (63).
[7] Buhari, Tıp, 30 (5728).
[8] Buhari, Tıp, 30 (5729); Ebu Davud, Cenâiz, 10 (3103).
[9] Buhari, Tıp, 31 (5734).
[10] Ebu Davud, Tıp, 24 (3923).
[11] Buhari, Tıp, 40 (5750); İbn Mâce, Tıp, 36 (3520); Ebu Davud, Tıp, 17 (3883).
[12] Tirmizî, Tıb, 32 (2083); Ahmed b. Hanbel, Müsned, I / 239 (2137); Ebu Davud, Cenâiz, 12 (3106).
[13] Ebu Davud, Salât, 367 (1554).
[14] Ebu Davud, Tıp, 1 (3855).
[15] Ebu Davud, Tıp, 11 (3870).
[16] Buhari, Tıp, 38 (5742); Ebu Davud, Tıp, 19 (3890); Tirmizî, Cenâiz, 4 (973).
[17] Ebu Davud, Tıp, 19 (3891).
[18] Ebu Davud, Tıp, 19 (3892).
[19] İbn Mace, Tıp, 36 (3524).
[20] Buhari, Tıp, 33 (5736); 34 (5737); Ebu Davud, İcâre, 38 (3418); İbn Mace, Ticârât, 7 (2156).
[21] Ebu Davud, Tıp, 19 (3896, 3901).
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.