Pan-Türkizm (Türk Birliği) ve Pan-İslamizm (İslam Birliği)

Musa Kâzım GÜLÇÜR

18 / 06 / 2022

İçindekiler

Önsöz 2

Giriş 4

Pan-Türkizm’in Doğuşu 6

20. Yüzyılın İkinci Yarısı İtibarı ile Türkiye’de Pan-Türkizm Hareketleri 11

Ruslara Göre Pan-Türkizm’in Amacı ve Avrasyacılık 13

Pan-İslamizm’in Doğuşu 17

İslamcılık 21

Sonuç 26

أعوذ بالله من الشيطان الرجيم

بِـــــــــــــــــــــــــــــــــسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ اللَّهُمَّ صَلِّ وسلـم عَلَى الْأَوَّلِ فِي الْإِيجَـادِ وَالْـجُـودِ وَالْوُجُودِ، اَلْفَاتِـحِ لِكُلِّ شَــاهِدٍ وَمَشْـهُودٍ، حَضْرَةِ الْمُشَـاهَـدَةِ وَالشُّهُودِ، اَلـسِّــرِّ الْبَـاطِـنِ وَالنُّـورِ الظَّاهِرِ الَّذِي هُـوَ عَيْنُ الْمَقْصُودِ، مُمَيِّزِ قَصَبِ السَّـبْقِ فِي عَالَمِ الْخَلْقِ الْمَخْصُوصِ بِالْعُبُودِيَّةِ، اَلرُّوحِ الْأَقْدَسِ الْعَلِيِّ وَالنُّـورِ الْأَكْمَلِ الْبَهِيِّ، اَلْقَائِمِ بِكَمَالِ الْعُبُودِيَّةِ فِي حَضْرَةِ الْمَعْبُودِ، اَلَّـذِي أُفِيضَ عَلَى رُوحِي مِـنْ حَضْرَةِ رُوحَانِيَّتِهِ، وَاتَّصَلَتْ بِمِشْكَاةِ قَلْبِي أَشِـــعَّةُ نُـورَانِيَّتِهِ، فَهُوَ الرَّسُـــولُ الْأَعْظَمُ وَالنَّبِيُّ الْأَكْـرَمُ وَالْوَلِيُّ الْمُقَرَّبُ الْمَسْـعُودُ، وَعَلَى أٰلِـهِ وَأَصْحَابِهِ خَزَائِنِ أَسْـرَارِهِ، وَمَعَارِفِ أَنْوَارِهِ، وَمَطَالِـعِ أَقْمَارِهِ، كُنُوزِ الْحَقَائِقِ، وَهُدَاةِ الْخَلَائِقِ، نُجُومِ الْهُدَى لِمَنِ اقْتَدَى، وَسَلَّمَ تَسْلِيماً كَثِيراً كَثِيراً

(18/10 ، سُورَةُ الْكَهْفِ) (رَبَّنا آتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ أَمْرِنَا رَشَداً)

رَبِّ يَسِّرْ وَلاَ تُعَسِّرْ، رَبِّ تَمِّمْ بِالْخَيْرِ، وَبِهِ الْعَوْنُ

(20/25-28 ، سُورَةُ طه) (رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي يَفْقَهُوا قَوْلِي)

Bütün hamdler, âlemlerin Rabbi Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine mahsustur. Allahım! Yaratılışta, ihsanda ve varlıkta en Evvel’e, her şahid ve meşhudun Fâtih’ine, müşahede ve şuhûdun Efendisine, maksadın bizzat kendisi Bâtınî Sır ve Zahirî Nûr’a, ubudiyete mahsus varlık aleminde herkesi geçen en Seçkin’e, en yüce Kutsal Ruh’a ve en mükemmel Parlak Işığa, Yüce Allâh’ın huzurunda kemâl-i ubûdiyetle Kâim Kişiye, ruhuma ruhaniyetini ifâza edene, kalp mişkâtımı nûraniyeti ile Aydınlatan’a, en büyük Resule, en keremli Nebî’ye, saadetli en yakın Dost’a, ailesine, sırlarının hazinesi, öğretilerinin aydınlığı, tulû etmiş ayları, hakikatlerinin hazinesi, insanların hidayetçileri, onlara uyanlar için yıldızlar konumundaki ashab hazeratına, sonsuz salâtlar ve selamlar olsun.

Ey Rabbimiz, bizlere katından bir rahmet ihsan eyle ve içinde bulunduğumuz şu durumdan bize bir çıkış yolu göster.” (Kehf, 18/10)

Önsöz

Bu yazıda inşâAllâh, Pan-Türkizm’in ve Pan-İslamizm’in, hem Türkiye Cumhuriyeti hem de Müslüman devletler için ne derecede gerekli ve önemli olduğunu izaha çalışacağım. Bunun için önce her iki terimi, kendi başlıkları altında tahlil edecek, Pan-Türkizm ve Pan-İslamizm ideolojilerinin doğuşuna, bilhassa Batı dünyasının, “Pan-İslamizm” diğer bir tabir ile “İslamcılık” karşısında aldığı endişeli tavır ve görüşlerinin asli amillerine temas edeceğim.

Ayrıca, söz konusu terimlerle ilgili, son bir buçuk asırlık tarihi gelişim çizgisinin önemli dönüm noktalarına, “Pan-Türkçü” ve “Pan-İslamcı” düşünürlerin yüksek kıymet-i harbiyelerine, dönemlerindeki üstün gayret ve çabalarına ışık tutmaya çalışacağım.

Avrupa devletlerinin, her türlü dil ve etnik köken farklılıklarına rağmen, önce Paris antlaşması ile “Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu” (1951), sonraları Roma Antlaşması ile “Avrupa Ekonomik Topluluğu” (1957), Maastricht Antlaşması ile de “Avrupa Birliği” (1992) şeklinde, siyasi ve ekonomik odaklı bir araya gelmeleri “başarı” olarak görülmektedir.

Avrupa Birliği’nden farklı olarak, Kuzey Amerika’daki 50 devletin, yaklaşık 250 yıl önce bir araya gelip, “Amerika Birleşik Devletleri”ni oluşturmaları (1776), ayrıca Ruslar’ın Slav Birliği hareketi (1826) en küçük şekilde dahi bir eleştiri konusu yapılmamaktadır.

Ancak her nedense, ırkı, dili ve kültürü aynı, birbirlerini anlamada neredeyse hiç güçlük çekmeyen Türk Devletleri ve halklarının, “Türk Siyasi Birliği” oluşturmaları, ya da aynı din mensuplarının “İslam Siyasi Birliği” amacı taşımaları, bazı kimselerce tuhaf ve acayip bir şeymiş gibi karşılanmaktadır.

Pan-Türkizm” ve “İslamcılık” diğer bir tabirle “İttihad-ı İslam” düşünceleri, ideolojik ya da siyasi bir yapı kazanmış olsalar bile, bunun eleştirilecek bir yanı yoktur. Çünkü bu durumun sebeplerinden birisi, Batılı Hıristiyan devletlerin, Selçuklu Devleti, Osmanlı İmparatorluğu, günümüzde de Türkiye Cumhuriyeti ve bağlantılı olduğu İslam ülkelerine karşı saldırgan tutum takınmalarıdır. Geçmiş dönemlerde Osmanlı uleması ve aydınları tarafından, güçlü bir şekilde savunulmuş “İslamcılık” ya da “İttihad-ı İslam” düşüncesindeki haklı öngörü, bilhassa 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ile doğrulanmıştır. Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden, Osmanlı tarihinde 93 Harbi olarak da bilinen bu savaşa hazırlıksız yakalanan Osmanlı Devleti, maalesef çok ağır bir yenilgi almıştır.

Bu yenilgi, 3 Mart 1878’de İstanbul’un Yeşilköy semtinde, Osmanlı Devleti açısından ağır koşullar içeren “Ayestefanos Antlaşması”nın imzalanması ile sonuçlandı. Ancak söz konusu antlaşma ile, Rusya’nın Balkanlar’da tamamen hakim bir konuma gelecek olması Batılı devletleri telaşlandırdı. Zira, Rusların Bulgaristan yolu ile sıcak denizlere inmeleri, Birleşik Krallık’ın Hindistan sömürgelerine ulaşmasına ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna-Hersek’i ilhakına set çekmiş olacaktı. Osmanlılar, bu tepkilerden yararlanarak Kıbrıs’ın idaresini Birleşik Krallık’a bırakmak koşuluyla, Berlin’de yeni bir antlaşma (Berlin Antlaşması) zeminini oluşturmayı ve antlaşmayı değiştirmeyi başardılar. Ayastefanos’un ağır şartlarını hafifleten “Berlin Antlaşması” (1878) neticesinde, Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki varlığı bir süre daha devam etti.[1]

Ancak, “Osmanlı İmparatorluğu, Rusya, Büyük Britanya, Almanya, Avusturya-Macaristan, İtalya ve Fransa” arasında, 13 Temmuz 1878 tarihinde Berlin’de imzalanan barış antlaşmasından sonra, Büyük Britanya ve Avusturya-Macaristan devletleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğüne yönelik siyasetlerinden çark ettiler. Avusturya-Macaristan 1878’de Bosna-Hersek’i, İngiltere 1878’de Kıbrıs’ı ve 1882’de Mısır’ı, Fransa 1881’de Tunus’u işgal etti. 1913’te yaşanan I. ve II. Balkan Savaşları ile, maalesef bütün Balkanlar Osmanlı İmparatorluğu elinden çıktı.

Bu trajediler, Osmanlı ulemasının ve genelde Müslüman aydınların etkili kurtuluş çarelerini üretme çabalarını netice verdi. İslâmî uyanışı etkileyen 19. yüzyıl fikir ve siyaset adamı Cemaleddin Afgânî (1838-1897) ve çağdaşı alimler, “Pan-İslamizm” ideolojisini -ki İslam Birliği, İslamcılık ya da İttihad-ı İslam düşüncesi olarak da isimlendirilir- sömürgeci devletler tarafından işgal edilmiş Müslüman coğrafyaların yeniden kurtarılabilmesi adına çok önemli bir çözüm hali olarak görmüşlerdir.

Bediüzzaman Hazretlerinin, “İttihad-ı İslam” konusunda, Afgânî’yi de zikrederek beyan ettiği düşüncesi şu şekildedir:

“Sultan Selim’e biat etmişim. Onun “İttihad-ı İslam” fikrini kabul ettim. Zira, o vilâyat-ı şarkiyeyi ikaz etti. Onlar da ona bîat ettiler. Şimdiki şarklılar, o zamanki şarklılardır. Bu meselede seleflerim, Şeyh Cemaleddin Afgânî, allâmelerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abduh, Hoca Tahsin ve İttihad-ı İslam’ı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim’dir ki, demiş:

İhtilâf u tefrika endişesi

Kûşe-i kabrimde, hattâ bîkarar eyler beni.

İttihadken savlet-i a’dâyı def’e çaremiz,

İttihad etmezse millet, dağdâr eyler beni.” (Yavuz Sultan Selim)[2]

İttihad-ı İslam / İslamcılıksiyasetinin temel amacı, Müslüman milletleri sosyal ve politik olarak bir birlik altında toplamaktır. Yavuz Sultan Selim (1512-1520), bu birlik idealini önemli ölçüde gerçekleştirmiş mümtaz bir devlet adamımızdır. Görüldüğü üzere bu politika, Osmanlı Devletinde eskiden beri bilinmektedir ve önemli ölçüde de uygulanmıştır.

Giriş

Pan-Türkizm” ve “Pan-İslamizm” konuları üzerinde, Türkiye’de kıymetli çalışmalar yapılmıştır. Ancak yeni ve daha ayrıntılı araştırmaların yapılmasına ihtiyaç vardır. Her iki konu ile ilgili yeni tahlillerin, günümüz Türkiye’sindeki ihmali görüntüsü dikkat çekicidir.

Önce her iki terimde yer alan “pan” ön eki üzerinde biraz durmak istiyorum. “Pan-” kelimesi, Yunan kökenli bir ön ek olup, Collins Sözlüğüne göre; “belirli türdeki insanları veya coğrafi mekanları birbirleri ile bağlantılı olarak betimleme veya tanımlama amacı ile, sıfatların ve isimlerin başına eklenmesi, böylece yeni isimlerin ve sıfatların oluşturulmasıdır.”[3] The Free Dictionary, “pan-” ön ekinin, “hepsi” anlamına gelen bir birleştirme eki olduğunu belirtir.[4]

“Pan-” ön ekine yakın diğer bir kelime, İtalyan kökenli “irredentism”dir. Collins, “irredentism” kelimesi ile ilgili olarak, “bir zamanlar kendi ülkesinin parçası olan veya olduğu kabul edilen toprakların, yeniden edinilmesinden yana olan kimseleri tanımlar” derken,[5] The Free Dictionary de benzer şekilde, “kültürel veya tarihsel olarak kendi ulusuyla ilişkili, ancak şimdi yabancı bir hükümete tabi olan toprakların kurtarılmasını savunan ideoloji” şeklinde tanımlar.[6]

Modern Ortadoğu ve Türkiye uzmanı Jacob M. Landau (1924-2020), “bir devletin içinde bulunan halktan olan, ancak ülke dışında etnik azınlık olarak varlığını sürdüren bir grubun refahıyla tutkulu bir şekilde ilgilenmenin” örgütsel ya da ideolojik ifadesinin “irredentizm” kelimesi ile karşılanması gerektiğini belirtir. Ona göre “ılımlı irredentizm”, “aynı soydan gelen grubun, ayrımcılığa ya da asimilasyona uğramasına karşı bir savunma arzusu”nu ifade ederken, daha kuvvetlisi ise, “grubun yerleşik olduğu toprakların tekrar ilhakını” hedefler. Bu açıdan, bilhassa 20. yüzyılın başlarında Pan-Türkizm, Türk oldukları tümden kanıtlanmış ya da Türk oldukları ileri sürülen halkların, önce Osmanlı İmparatorluğunun, ardından da Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde ve dışında yaşayan, tüm Türkler arasında bir tür kültürel ya da fiziksel, ya da hem kültürel hem de fiziksel birliği sağlamak olarak görülmektedir.[7]

“İrredentism” özelliği taşıyan hareketlere örnek olarak, 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasından önce “Siyonizm”, Sovyetler Birliği içinde bir Ermenistan Cumhuriyeti’nin kurulmasından önce, yurt dışındaki “Ermeni milliyetçiliği” ve 1921’den önce “İrlanda milliyetçiliği” gösterilebilir.

Ortak gelenek ve çıkarlara sahip bağımsız devletler, çağımızda çeşitli “pan-” hareketler kurmuşlardır. Bu hareketlere örnek olarak, 1945’te “Arap Ligi”nin veya “Arap Birliği”nin oluşturulması ile “Pan-Arapçılık”, 1948’de Hollanda Lahey’de “Avrupa Hareketi”nin kurulması ile “Pan-Avrupacılık” -ki daha sonra “Avrupa Birliği” haline gelmiştir-, 1969 tarihinde Fas’ın başkenti Rabat’ta toplanıp, İslam ülkelerini çatısı altında toplamak üzere kurulan 57 üyeli “İslam İşbirliği Teşkilatı” ile “Pan-İslamcılık” hareketlerinin oluşumları gösterilebilir.

Türk tarihçi ve Osmanlı tarihi uzmanı Kemal Karpat’ın (1923-2019) belirttiğine göre, Pan-İslamizm, bilhassa Batı yazarlarınca, “aralarında mevcut din bağlarına dayanarak, dünyada yaşayan bütün Müslümanları bir birlik haline getirme amacı güden siyasi bir cereyan olarak” tanımlanmaktadır. Böyle bir birliğin temel gayesi, “Batı ülkeleri ile Rusya’nın işgal ettikleri Müslüman topraklarını, ihtilal yolu ile hürriyetlerine kavuşturmak ve geri kalanlarının da istiklallerini korumaktır.” Batı tarihçileri ile siyasi yazarları kaynak alan birçok yazar, Sultan II. Abdülhamid’i, Pan-İslamizm olarak bilinen akımın kurucusu ve bunu kendi gayeleri uğrunda kullanan bir hükümdar olarak görmektedir.[8]

Kemal Karpat, Cemaleddin Afgânî’nin savunduğu siyasi anlamdaki İslam Birliği düşüncesi ile Abdülhamid’in güttüğü İslamcılığın, hem nitelik hem de coğrafi şümul itibarı ile birbirlerinden farklı olduğunu öne sürmektedir.[9]

Şimdi, “Pan-Türkizm” ve “Pan-İslamizm” terimlerinin doğuşu ile ilgili görüşleri, meydana getirdikleri entelektüel hareketleri, etki yaptıkları sosyal değişim ve dönüşümleri çok fazla ayrıntıya girmeden ve kısmen öz şekilde vermeye çalışacağım.

Pan-Türkizm’in Doğuşu

Macar asıllı müsteşrik ve Türkolog Arminius Vambery’nin (1832- 1913), Travels in Central Asia adlı kitabında belirttiğine göre, “Osmanlı Türk hanedanının karakterinde, tarih, din ve ortak bir dille birbirlerine bağlı, farklı akrabalık ilişkilerinden çok güçlü bir imparatorluk kurma iradesi vardır. Bu özelliği nedeniyle Osmanlı Hanedanı, son derece uyumsuz ve benzeşmeyen unsurlarla, Adriyatik Denizi’nden ta Çin’in en uzak köşesine dek uzanan ve Romanoflar’dan daha güçlü bir imparatorluk kurabilmiştir. Bu başarının yalnızca güç değil, aynı zamanda zeka gerektirdiği açıktır. Böylece Anadolulular, Azerbaycanlılar, Türkomanlar, Özbekler, Kırgızlar ve Tatarlar, kendilerini kuzeydeki büyük rakipleriyle boy ölçüşebilecek güçte bir Türk devinin saygın üyeleri arasına koymuşlardır.”[10]

Hem Pan-Türkizm hem de Pan-İslamizm, Rus İmparatorluğunun, bilhassa on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Türki grupları, Pan-Slavizm ideolojisi altında toplama ve Hristiyanlaştırma politikalarına karşı oldukça etkin bir direniş meydana getirmiştir.

Pan-Türkizm, daha 17’nci yüzyılın sonlarından itibaren özellikle Tatar’larda gelişmeye başlamıştır. Çünkü Pan-Slavizm ve Ruslaştırma politikalarına en fazla maruz kalanlar Tatar’lar olmuştur. Serge A. Zenkovsky’nin Rusya’da Pan-Türkizm ve Müslümanlık adlı çalışmasında bahsettiği üzere, daha 1552’de Korkunç İvan tarafından Kazan’ın işgali ile, Tatar’ların Kazan şehrinde yaşamaları yasaklanmış, şehirdeki camiler kapatılmış veya tahrip edilmiştir. Camiler Ruslaştırma ve misyonerlik çalışmalarına karşı direnişin merkezleri olduğundan, 1592’de bir kanun üretilerek, bütün Tatar camileri yakılmış, Rus hükümetinin izni olmadan artık cami yapılmasına izin verilmemiştir. Petro ve onun halefleri, Tatarları Hristiyanlaştırma için büyük baskılar uygulamışlardır. Sadece 1743 yılında, eski ve yeni 500 cami yakılmış, buna bahane olarak hükümetin izni olmadan yapılmaları gösterilmiştir.[11]

Karpat, İstanbul ile Orta Asya, Kırım, Kafkaslar ve Volga bölgesi arasında çeşitli dini bağların mevcudiyetine rağmen, Pan-Türkizm ve Pan-İslamizm’in fazla Osmanlı desteği olmadan ve bağımsız olarak geliştiğini belirtir. Karpat’a göre her iki ideoloji de nefs-i müdafaa ve birleştirici milliyetçi hareketlerdi. Doğal olarak birbirlerinin desteğini aramışlardır. Fakat her biri kendi alanında, ayrı ayrı faaliyet göstermiş ve gelişmiştir.[12]

Türk ve İslam toplumlarının eğitim, kültür reformu ve modernleşmeye ihtiyacını betimleyen Müslüman aydın İsmail Gaspıralı (Gasprinskiy) (1851-1914), tüm yaşamı boyunca Pan-Türkizm ideolojisini yaymak için uğraşmıştır. Gaspıralı, 10 Nisan 1883’te Pan-Türkizm nüanslarıyla laik bir milliyetçiliğin savunulduğu, “Dilde, Fikirde ve İşte Birlik” anlayışının vurgulandığı Tercüman Gazetesi’ni yayınlamaya başladı. “İşte Birlik” ile kastettiği, Rusya’daki bütün Müslümanların birliği idi. Fakat Rusya’daki Müslümanların büyük kısmı Türk asıllı halklar olduğundan, Gaspıralı’nın “Din Birliği” için olan çağrısı, Rusya’daki bütün Türklerin milli birliği için yapılmış bir çağrı olmaktaydı. Bu suretle, belki başlangıçta gayr-ı şuuri olarak Gaspıralı ve onu izleyenler, Rusya’da Türk nasyonalizminin kurulmasına sebep olmuşlardı. Gaspıralı’nın ilk prensibi olan “Dil Birliği”, onun milli çağrısını daha da kuvvetlendirmişti. Zira kolayca anlaşılabilir ki Rusya’daki Müslümanlar için müşterek dil yalnız Türk lisanı olabilirdi.[13] Genel manada Tercüman, giderek artan bir dürüstlük içinde, Rusya’daki tüm Türklerin birliği için mücadele etti. Pan-Türkizm, 1905’ten sonra diğer Tatar ve birkaç Azeri gazetede de ele alındı. Turan ve Buhara-i Şerif adlı Özbek dergileri de bu konuyu işledi.

1905 Mart’ının başlarında, seksenden fazla Tatar sanayicisi, avukatı, dinî ve sosyal liderler, eğitimciler ve ticaret adamları, Kazan şehrinde bir hazırlık toplantısı yaparak, “Rusya’daki Müslümanların Birleşmesi” çalışmalarının devamına karar verdi. 8 Nisan 1905’te, Başkentte diğer Müslümanlarla görüştükten sonra, hükümetin menetmesine rağmen Ağustos’ta Nijniy Novgorod’da, Rusya’daki bütün Müslümanların kongresinin yapılmasına karar verildi. Kongreye katılanlar, Rusya’daki bütün Müslümanların bir “Birlik” kurmalarını teyit etmiş ve çeşitli kararlar almıştır. 16-21 Ağustos 1906 tarihinde, üçüncü ve çok anlamlı diğer Müslüman kongresi yapıldı. Bu kongre Türk soyluların milli şuurlarının gelişmesi ve berraklaşmasında önemli bir rol oynadı. Kongrenin açılış konuşmasında, baş konuşmacı Tatar entelektüel, aynı zamanda Gaspıralı’nın yeğeni Yusuf Akçura (1876–1935), şu konuşmayı yaptı:

“Bizim gayemiz, Rusya Müslümanlarının büyük kısmını birleştirmek için bir siyasi parti kurmak ve onun faaliyetini, etkisini ve otoritesini Rus İmparatorluğu’nun diğer siyasi partileri arasında kuvvetlendirmektir. Eğer bunu yapmazsak, Bulgaristan Müslümanlarının başına gelenler -iç rakipler, birliklerin ve siyasi hakların kaybı- aynen bizim de başımıza gelebilir. Bulgaristan’daki Müslümanların bugünkü siyasi durumu, bize uyarıcı bir örnek olmalıdır. Biz kendimizi aynı durumda buluyoruz. Biz kendi milli siyasi partilerini organize eden Avusturya’nın, Polonya’nın ve Çekler’in örneğini izlemeliyiz… Rusya’daki Müslümanların birleşmesi ve milli ve dini prensiplere dayanan tesirli ve nüfuzlu bir siyasi partinin doğması her iki yönden mümkün ve lüzumludur.”[14]

Yusuf Akçura (1876–1935), 15 Mart 1904 gibi erken bir tarihte, Kahire’de anonim olarak yayınladığı “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesinde, Pan-Türkizm’in ilk siyasi manifestosunu ilan etti. Makale, Mısır’da yayınlanan ‘Türk Gazetesi’nin 24’üncü ve 34’üncü sayılarında yer aldı. Daha sonra 1907 yılında Kahire’de, 1912 yılında da İstanbul’da risale şeklinde yayınlandı. Makalesinde, Osmanlı imparatorluğunun önündeki seçeneklerin, “Osmanlıcılık”, “Panislamizm” ve “ırk esasına müstenit Türk Milliyetçiliği” olduğunu belirtti.[15]

Akçura’nın milliyetçilik stratejisi, Panslavizm’e karşı Pan-Türkizm politikası izlemek çerçevesinde yoğunlaşmaktadır. Tüm yaşamını Pan-Türkizm davasına adayan Yusuf Akçura, hem doğduğu yerde yakalanma olasılığıyla yüz yüze kalması, hem de Yeni Türkiye için umutlarından dolayı, 1908’de Rusya’dan ayrılıp Türkiye’ye geldi.

Benzer şekilde, 1912 yılında, Mehmet Emin Bey ve Resul Zade başkanlığında, Azerbaycan’ın ilk siyasi partisi “Müsavat” kuruldu. Müsavat’ın programının esas noktaları, hiç şüphesiz Türklerin kastedildiği, bütün Müslümanların birleşmesini öngörüyordu. Programın konuları şöyleydi:

1) Milliyet ve din farkı gözetmeden bütün Müslüman halkların birleşmesi.

2) İstiklallerini kaybeden Müslüman memleketlerinin yeniden özgürlüğünün temini.

3) İstiklallerini korumaları veya elde etmeleri için yapılacak savaşta, Müslüman memleketlere manevi ve maddi yardım.

4) Müslüman halkların savunma ve saldırma güçlerinin gelişmesi için yardım.

5) Bu fikirlerin yayılmasını engelleyen maniaların kaldırılması.

6) Müslüman Birliği’ne ve ilerlemesine yardım edecek partilerle temas kurulması.

7) İnsanlığın refahı ve ilerlemesi için çalışan yabancı partilerle fikir mübadelesinin yapılması.

8) Müslümanların mevcudiyetinin, ticari, sınaî ve ekonomik hayatlarının gelişmesi için bütün mücadele vasıtalarının kuvvetlendirilmesi.

Müsavat’ın motivasyonu, Türk halklarının kurtarılmasına ve hepsinin İstanbul himayesi altında, Atlas Okyanusu ve Fas’tan Pasifik Okyanusuna, oradan da Moğolistan’a kadar geniş ve yeni bir Müslüman Türk İmparatorluğu’nun var edilmesiydi.[16]

Azeri Türk Ahmet Ağayev de (1869–1939), Türkiye’de Pan-Türkizm’in aktif bir savunucusu oldu. İstanbul’daki Askeri Tıp Okulu’nda Azeri bir öğretmen olan Ali Hüseyinzade (1864–1941), Ziya Gökalp’in (1876–1924) daha sonra “Pan-Turanizm İdealinin İlk Tezahürü” olarak adlandırdığı “Turan” adlı şiirini yazdı. Ziya Gökalp’in, “Türkçülüğün Yalvacı” şeklinde nitelendirdiği, Kafkaslı Tatar Ali Hüseyinzade (1864-1940) ise, 1907’de Füyuzat (Aydınlanma) adlı dergisinde Türk milliyetçiliğinin amacını, “Türkçülük, İslamcılık ve Avrupacılık” olarak belirledi.

1908 öncesi Osmanlı İmparatorluğunda, Pan-Türkizm, Osmanlıcılık veya Pan-İslamizm’den daha önemli görülmüyordu. Ancak Jön Türk Devriminden sonra, Türk Derneği, Türk Bilgi Derneği, 1911’de Yusuf Akçura tarafından tüm dünya Türklüğünü kapsayacak düzeyde yayın ilkesine dayalı Türk Yurdu, 1912’de Pan-Türkizm’i önceleyen Türk Ocağı gibi birkaç etkili örgüt ve yayın evi kuruldu.

Gönüllüce Türkleşmiş Osmanlı Yahudisi yazar, filozof ve gazeteci Munis Tekin Alp (Moiz Kohen, 1883-1961), yaşamı boyunca Osmanlıcılıktan Pan-Türkizm’e geçiş yaparak, Birinci Dünya Savaşı öncesi ve süresince kendini adamış bir Pan-Türkçü oldu. Avrupalılar, Pan-Türkizm’in hedeflerini ve yöntemlerini ayrıntılı bir şekilde ilk kez, Tekin Alp’in 1912’de Paris’te basılan 35 sayfalık bir makalesi ile öğrendiler. Tekin Alp, Türkçülük ve Pan-Türkizm ideolojilerini özdeş gören makale ve kitaplar yazdı.

Yorulmak usanmak bilmez bir başka Pan-Türkist, önceleri Agayev adıyla bilinen Azerbaycanlı gazeteci, mütefekkir ve politikacı Ahmet Ağaoğlu’ydu (1869-1939). Ağaoğlu Türkiye’de, Türk Yurdu, İçtihad, Halka Doğru ve diğer dergilerdeki yazılarıyla Pan-Türkizm’in meziyetlerini ifade etti ve onun etkin polemikçilerinden biri oldu.

Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde, Pan-Türkizm’i birkaç kişi tahlil ve sistemleştirme girişiminde bulundu. Yöntemsel olarak bu işe ilk girişen, toplumbilimci, şair ve siyasetçi Ziya Gökalp’tir (1876-1924). “Türk milliyetçiliğinin babası” olarak da anılan Gökalp, Pan-Türkizm ve Türkçü düşünceyi sistemleştirmeye ve tahlil etmeye çalıştı. Gökalp’in toplum üzerindeki esas etkisi, sonraları “Kızılelma” (Türk mitolojisinde, üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan, ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan ülküler) adıyla bir kitap haline getirilen, Pan-Türkist eğilimli yurtsever şiirleriydi. Mesela, 1911’de yazdığı bir şiirinde şöyle söylüyordu: “Vatan; ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan, Vatan; büyük ve müebbet bir ülkedir; Turan.[17] Gökalp, milliyetçilik ve Pan-Türkçülük üzerine görüşlerini başyapıtı kabul edilen “Türkçülüğün Esasları”nda[18] özetledi. Bir kısmı daha önce yayınlanan birkaç makalesine dayanan bu çalışma, ilk kez 1923’te Ankara’da basıldı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında, “Üç Paşalar İktidarı” (1913-1918) olarak bilinen yapı, Dahiliye Nazırı ve Sadrazam Talat Paşa (1874–1921), Harbiye Nazırı Enver Paşa (1881–1922) ve Bahriye Nazırı (Osmanlı Donanmasından sorumlu bakan) Ahmed Cemal Paşa (1872–1922), o koşullar altında Pan-Türkçülüğün yararlarını fark etmişlerdir. Pan-Türkçülük konusunda en açık fikirlere sahip ve onun yayılmacı bir siyaset olarak gelecekteki can alıcı rolünün farkında olan Enver Paşa’ydı. Pan-Türkçülüğün bir devlet siyaseti olarak benimsenmesinde büyük ölçüde etkili oldu.

Pan-Türkçü süreli yayınlar açısından, 1930’lar kötü bir yıl oldu. Hüseyin Nihal Atsız’ın dergisi Atsız Mecmua, 1931-1932 yılları arasında düzenli bir şekilde çıkmaktayken yayınını sonlandırdı. 1933’te yayına başlayan Orhun, Geçit ve Birlik dergileri kapandı. Onların yerini, 1935’te Antalya’da yayınlanmaya başlayan, yayıncı ve editörü Sıtkı Tekeli olan Çağlayan aldı. O da sona erince, 1938’de yayıncı ve editörü Reha Oğuz Türkkan olan Ergenekon dergisi devreye girdi. Ancak o da dört sayı çıkabildi. Daha sonra 1943 yılında, Fethi Tevetoğlu tarafından Kopuz dergisi çıkarıldı. Pan-Türkçü dergiler arasında en uzun süreli yayınlanan Bozkurt dergisi oldu. 1939’dan 1942’ye kadar toplam 17 sayı yayınlandı. Derginin siyasi yönlendiricisi yine Türkkan’dı. Diğer önemli bir dergi Tanrıdağ’dır. Makalelerin çoğunu Rıza Nur’un hazırladığı dergi 1942’ye kadar devam edebildi. Bir başka süreli yayın, Gökbörü Türkçü Dergi idi. 1942’de yayına başlayan derginin yayıncısı yine Türkkan’dı. Daha sonra görece daha uzun ömürlü Çınaraltı Türkçü Sanat ve Fikir Mecmuası 136 sayı basıldı. Yayın Kurulu’nda Orhan Seyfi Orhon vardı.

Pan-Türkizm taraftarları, 3 Mayıs 1944 tarihinde sıkıyönetim uygulamalarını umursamayarak, İstanbul ve Ankara’da komünizm karşıtı büyük gösteriler yaptılar. Hükümet bunlara aşırı tepki gösterdi. Togan, Atsız, Sancar, Türkkan, Erkilet, Peyami Safa, Alparslan Türkeş, Hikmet Tanyu, M. Zeki Sofuoğlu, Nurullah Barıman, Tevetoğlu ve diğerlerinin de bulunduğu 30’dan fazla önde gelen Pan-Türkçü ve sempatizanı gözaltına alındı. Pan-Türkçülere karşı anti-propagandaya başlandı ve basında, Pan-Türkçüleri ırkçılık, Turancılık, milletin ve kamu düzeninin düşmanı olmakla suçlayan yazılar yazdırıldı.[19]

20. Yüzyılın İkinci Yarısı İtibarı ile Türkiye’de Pan-Türkizm Hareketleri

İlk sayısı 1943 yılında yayınlanan Türk Sazı adlı dergiyi Nejdet Sancar çıkardı. 1943 yılında yeniden görülen dergiler Kopuz, Orhun ve Çağlayan’dı. 1945 ile 1947 yılları arasında Toprak, Fikir Sanat Ülkü Dergisi yayınlandı. Yine aynı yıllarda, Özleyiş, Bilim-Sanat-Ülkü dergisi yayınlandı. 1947 yılında Türkeli, Altınışık, Kürşad yayınlandı. 1948’de Bozkurt yeniden ortaya çıktı. Bunu Çınaraltı ve Serdengeçti dergileri izledi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Pan-Türkçü yayınlar kısmen daha serbest hale geldi. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile Tanrıdağ dergisi de yeniden yayına başladı. Bu dönemin en önemli Pan-Türkçü dergisi Orkun’dur. 1954’te yayın hayatına giren Toprak dergisi 22 yıl devam etti. 1959 yılında Osman Turan’ın yönetiminde Türk Yurdu adında aylık bir dergi çıkmaya başladı.[20]

Bir başka uzun ömürlü Pan-Türkçü dergi, İstanbul’da Kasım 1960’tan beri iki aylık olarak Kırım Tatar Türkleri Milli Merkezi’nce çıkarılan Emel’dir. Ötüken, Fikir ve Ülkü Dergisi, Atsız’ın son süreli yayınıydı. Ocak 1964’ten, Eylül 1975’te ölümünden hemen önceye kadar, İstanbul’da onun yayın yönetmenliği altında aylık olarak çıkarıldı. Adsız, Türkçü Siyaset ve Kültür Dergisi, Ekim 1972’den itibaren İstanbul’da çıkmaya başlayan aylık süreli bir yayındı. Bir başka Pan-Türkçü yayın ise Türke Çağrı, Türkçü Siyaset ve Kültür Dergisi’dir. Mayıs 1979’da İstanbul’da çıkmaya başladı. Turan, 1976’dan itibaren, Turan Kavgamız Aylık Türkçü Siyasi Dergi ismi ile İstanbul’da çıkarıldı. Bozkurt, 1972 Ekim’inde yeniden ortaya çıktı. Bozkurt, Aylık Ülkü Dergisi adıyla yaklaşık 5 yıl kadar, önce Ankara’da sonra da Konya’da çıkartıldı.[21] 1986 yılından itibaren İstanbul’da aylık olarak çıkartılan Türk Dünyası Tarih Dergisi’ni de burada zikretmemiz gerekmektedir.

Sovyetler Birliği’nin 1989’da Afganistan’daki yenilgilerinden ve dağılmasından üç yıl sonra 1992’de, dünya haritasında yeni özgür ülkeler ortaya çıktı. Bu ülkeler; Orta Asya’daki Kazakistan, Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan özerk cumhuriyetleri idi. Hepsi de dini tarihleri boyunca Müslümanlardan müteşekkil olan bu bağımsız ülkeler, Türkiye Cumhuriyeti, Suudi Arabistan, İran, Mısır, Pakistan gibi Müslüman ülkelerden destek almaya başladı. Ancak halen Rusya Federasyonu himayesinde Bağımsız Devletler Topluluğu’na bağımlı olan bu devletlerin, ekonomik ve dini özgürlüklerini tam olarak elde ettikleri söylenemez.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın (1927-1993) girişimleri ile, 1992 yılında Ankara’da ilki düzenlenen, “Türkçe Konuşan Devletler Devlet Başkanları Zirvesi” ile ‘Türk Devletleri Teşkilatı’nın temeli atılmış oldu. 3 Ekim 2009 tarihinde Nahcivan Antlaşması’nın imzalanmasıyla da “teşkilat” olarak kuruldu. Öncesinde, “Türk Dili Konuşan Ülkeler İş birliği Konseyi”, kısa adıyla “Türk Konseyi” veya “Türk Keneşi” olarak da anılan örgütün unvanı, 12 Kasım 2021 tarihinde düzenlenen İstanbul Zirvesi sırasında, “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak değiştirildi. Teşkilatın amacı Türk Devletleri arasında kapsamlı ve çok taraflı iş birliğini teşvik etmek olarak belirlendi.[22]

Nahcivan Antlaşması’nın 2. Maddesine göre, Teşkilatın amacı, diğer başlıkların yanı sıra, “bölgede ve dünya genelinde barışın sağlanması, güvenlik ve emniyetin güçlendirilmesi, uluslararası örgütler ve uluslararası forumlar çerçevesindekiler de dahil olmak üzere ortak çıkarların söz konusu olduğu dış politika meselelerinde ortak tutum belirlemeye çalışılması, siyasi, ticari ve ekonomik konular ile kanunu uygulama, çevre, kültür, bilimsel-teknik, askeri-teknik, eğitim, enerji, ulaştırma, kredi ve finans alanları ve ortak çıkarları ilgilendiren diğer alanlardaki etkin bölgesel ve ikili işbirliklerinin teşvik edilmesi” olarak tanımlanmaktadır.[23]

Diğer taraftan, 1992 yılında kurulmuş olan “Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı” ya da kısa adıyla TİKA, günümüzde Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olarak 60 ülkede 62 Program Koordinasyon Ofisi ile ve 150 ülkede faaliyet göstermekte, kurum yurt dışı ofisleri aracılığıyla Türkiye’nin dış yardımlarını organize etmektedir. Türkiye, TİKA aracılığı ile dost, kardeş ve akraba ülkelere yönelik olarak yaptığı çalışmaların temelinde bir barış kuşağı oluşturma çabası içerisindedir.[24]

Bağımsızlıklarından 30 yıl sonra günümüzde, Türk Devletlerinin uzun yıllardır hayalini kurdukları Türk Birliği için önemli adımlar atıldığı görülmektedir. TİKA gibi kurumlar, ayrıca 2021 İstanbul Zirvesi’nde varılan anlaşmalar, “Türk Devletleri Teşkilatı” açısından son otuz yılın en somut adımı olarak tarihe geçmiştir. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkiye’nin yanı sıra Türkmenistan ve Macaristan’ın da teşkilata gözlemci olarak katılmaları önemli bir gelişmedir. Batı’da, siyasi, ekonomik, kültürel açıdan en önemli dostumuz, aynı zamanda akrabamız olan Macaristan’dır. Bu durum, Türk Devletlerinin resmi olarak, hükümetler arası örgüt oluşturmak sureti ile bir araya geldiklerini göstermektedir.

Her birisi farklı tehdit altında olan dost ve kardeş ülkelerin, gelecekte ayakta kalmalarının tek yolu, İsmail Gaspıralı’nın “İşte Birlik” ülküsünde olduğu gibi, Türk devletlerinin birbirleri ile sosyal, kültürel, ticari ve ekonomik sahalarda güçlü bir “iş birliğine” gitmeleridir. Türk-İslam kültür sahasındaki büyük bir coğrafya, çok uzun yıllar Rus kültür alanındaymış gibi kendi kaderine terk edilmişti. Artık Türk Dünyası, Türk Dış Politikasında önem sırası itibarı ile daha yukarılarda yer almaktadır. Doğudaki 300 milyonluk akraba halkların, gerek kendi iç çekişmeleri, gerekse de Rus kültürünün bıraktığı siyasi, sosyal ve kültürel bütün enkaza rağmen, Türk Devletleri arasındaki ilişkiler, mucizevi bir şekilde devam etmiş ve halen de devam etmektedir.

12 Kasım 2021 yılında 8’incisi akdedilen Türk Devletleri Teşkilatı’nın anlamı, diğer devletlere karşı bir meydan okuma değildir. Tam aksine Türkiye’nin ekonomik, askeri ve stratejik açıdan büyük ölçeklere sahip devletlerin sıkıştırmasından kurtulmasının, meşru bir zemin üzerinden yürütülen önemli bir yoludur. Dünyadaki hiçbir ülke, sosyal, kültürel, etnik ve dini bağlarla bu kadar yakın olduğu ülkelere uzak durmaz. Atalarımızın ortak ve tarihi misyonu yeniden hatırlanmaktadır. Türk Devletleri Teşkilatı her ne kadar bir blok olmadığını ifade etmekteyse de, konuya düşman bir şekilde bakan taraflar bulunmaktadır. Türkler birlik olduklarında, kendilerine yönelik yıllarca sürdürülmüş siyasi ve askeri baskılardan kurtulabilir, karanlık bir dönem sona erebilir.

Ruslara Göre Pan-Türkizm’in Amacı ve Avrasyacılık

Rusların gözünde Pan-Türkizm’in amacının, tüm Türkleri tek bir devlette birleştirmek, böylece de Rus İmparatorluğunu yıkmak olduğuna şüphe yoktu. Rus medyası ve Çarlık hükümeti, Pan-Türkizm’i açık bir tehdit olarak görüyordu. Bu açıdan Ruslar, Pan-Türkizm veya Pan-İslamizm ideolojisini yaymakla suçladıkları Müslüman aydınları ve yayıncıları ya tutukladı, ya sürgüne gönderdi ya da yok etti. Pan-Türkizm, pratikte özellikle Pan-İslamizm ile ilişkilendirildiğinde daha güçlü hale gelmektedir.

Bolşevikler tarafından ele geçirilen çok uluslu Rus İmparatorluğu, “Turan” terimini kendi amaçlarına göre yeniden tanımlayarak, Türk nüfusunu entegrasyon sürecine almak istedi. 19. yüzyılın ikinci yarısında, Rusya’nın Türk Müslümanları arasında yayılan Pan-Türkizm, gerek Rus politikacılar gerekse kamuoyu tartışmalarında Rusya’nın toprak bütünlüğüne yönelik bir tehlike olarak algılandı. Şurası açıktır ki Rus milliyetçiliğini savunan her akıma göre, Türklük bir sorun teşkil etmekteydi. Bu sebeple, Türklerin olası ayrılma taleplerini ortaya çıkarabilecek “Pan-Turancı” ve “Pan-Türkçü” fikirlere karşı bir ideoloji olarak, “Avrasyacılık” (Slavofilizm ve Panslavizm) doğdu. Avrasyacılık, Rusya’yı çok uluslu bir imparatorluk olarak korumayı amaçlayan, bilinçli olarak inşa edilmiş bir entegrasyon ideolojisiydi.

“Avrasyacılar” olarak nitelendirilen düşünce çevresi, Ekim Devrimi’nin ardından yaşanan göç sonucunda, Avrupa’nın değişik kentlerinde Batıya karşı sistematik bir düşünce okulunu kuran Rus entelektüelleridir. Avrasyacı hareketin kurucuları ve önemli şahsiyetleri şu şekilde sayılabilir: Prens Nikolay S. Trubetskoy, Roman O. Yakobson, Petr N. Savitski, Petr P. Suvçinski, George V. Vernadski, Erjen Hara-Davan, N.N. Alekseyev, V.N. İlyin ve L.P. Karsavin, Konstantin A. Çkeidze ve Georgi V. Florovski.[25]

Avrasyacı entelijensiyanın ileri sürdüğü Avrasya milliyetçiliği, genelde etnik milliyetçiliklere, özelde de Türkçülüğe karşı düşünsel bir tepkidir. Türkçülüğün “etnik” temeldeki bütünleştiriciliğine, Avrasyacılar “kıta temelli korumacılığı” öne sürmüşlerdir.[26]

“Avrasyacılık”, “Turan” fikrini kendilerine mal ederek, temelde Rus karşıtı olan, özerklik ve eşit haklar ya da bağımsızlık yoluyla Rus egemenliğinden kurtulmak için çabalayan Rusya’daki Türklerin, “Pan-Türkizm” ideolojisi etrafında kümelenmelerini, Osmanlı İmparatorluğu Türkleri ile birleşme amaçlarını etkisiz hale getirdi. On dokuzuncu yüzyılın sonları ve yirminci yüzyılın başlarında, kitle desteğinden yoksun olmasına rağmen, Ruslar ve Batı Avrupalı çağdaşlar tarafından “Pan-Türkizm” hareketi, Rusların toprak bütünlüğüne bir tehdit olarak algılanmaya devam etti. Halihazırda da durum bu şekildedir.

Modern araştırmalar, “Pan-Türkizm” ile “Pan-Turancılık” arasında analitik bir ayrım yapmaktadırlar. Birincisi, Türk kökenli tüm halkların birleşmesi fikrine atıfta bulunurken ikincisi, Türk halklarının, “Turan”da ortak ve kadim vatan olarak görülen Fin-Ugor halklarıyla (Fin-Ugor halkları, bugün Kuzeydoğu Avrupa’da yaşayan ve aynı dil ailesini oluşturan halklar topluluğu olup, en bilinenleri Macarlar, Finler ve Estonlardır) birleşmesini ifade etmektedir.

Her iki ideolojinin de mantıksal sonucu, Rus İmparatorluğu’nun nihai olarak parçalanması, Türk ve Fin-Ugor (Fin-Macar) halklarının tek bir devlet oluşturmasıdır. Göçler sonucunda Türklerin bir kısmı Turanid halk haline gelmiştir. Turanidler, dili, kültür unsurları ve bozkır yaşayışları ile tam olarak Türk’tür. Böylece Türkler, artık geniş bir anayurt edinmiş, Hazar’ın kuzeyi, Ural Dağları’nın güneyi ve Çin’e kadar uzanan Sibirya’da; Hazar’ın ve Aral Gölü’nün güneyinde Tanrı Dağları’na kadar uzanan Orta Asya’da ve bugünkü Moğollar’ın yaşadıkları dağlık ve bozkır bölgelerde meskun hale gelmişlerdir.

Landau’ya göre, Khokand Hanlığı ile ilgili 1832 tarihli bir belgede, farklı zamanlarda bu Hanlığı yönetenlere göre “Turan” terimi, “Türkistan, Tataristan, Özbekistan ve Moğolistan” coğrafyalarını ifade etmektedir. Söz konusu belgede, “Turan” teriminin ifade ettiği sınırlar, doğuda Çin, Tibet ve Hindistan, güneyde İran, batısında Deşti, Kıpçak Çölü, Hazar Gölü, kuzeyinde yine Deşti Kıpçak Çölü ile gösterilmektedir. Bu anlamda Turancılık, Macarlar, Finliler ve Estonyalıları da kapsayan, Pan-Türkçülük’ten çok daha geniş bir kavram olmaktadır. Turancılık, Slav tehdidine bir yanıt olarak, 1913’ten 1970 yılına kadar düzenli bir şekilde, “Turan” adında bir derginin çıkarıldığı Macaristan’da popüler bir dalga meydana getirmiştir. Fikir, aynı zamanda Türkiye’de birçok Pan-Türkçü yazar tarafından da benimsenmiştir. Yazarlar, “Turan” terimini, Türk anayurdunu tanımlamak için geniş anlamda kendi yazılarında kullanmışlardır.[27]

On dokuzuncu yüzyılın sonları ve yirminci yüzyılın başlarındaki kaynaklarda, Pan-Turancılık terimi, genellikle Pan-Türkizm anlamında kullanılmış olup, iki ideoloji arasında net bir ayrım görülmemektedir.

Türk araştırmacı ve yakın tarih yazarı İsmet Bozdağ (1916-2013), Atatürk’ün Ergenekon’u Avrasya Devleti adlı kitabında, 1950-1960 arasında Türkiye’nin üçüncü cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın (1883-1986), Türk Birliği ile ilgili olarak siyasi bir vasiyeti gibi yazdırdığı şu sözlerini naklediyor:

“Evet, medet yok bize bizden başka! diye düşüneceğiz ama, bize biz kadar yakın olabilecek toplumları da akıldan çıkarmayacağız… Asya’nın, 40’ıncı paraleli ile 50’nci paraleli arasında, Kıtayı bir demir kuşak gibi ikiye bölen, uçsuz bucaksız topraklarda yaşayan ırkdaşlarımız, dindaşlarımız var. Bunlar, bugün başkalarının boyunduruğu altında… Fakat yarın ne olacağını, hiç kimse bilemez. Bu kuşaktaki insanlar, şu ya da bu biçim altında birleşseler, güçlerini, tek bir politikanın çerçevesi içinde toplasalar, dünya için nasıl bir önem kaynağı, hatta güven kaynağı olabilirler. Bunu bileceğiz.”[28]

“Pan-Türkizm”, sadece Türkler için değil, aynı zamanda bütün dünya milletlerinin ihtiyacı olan huzurun tesisi bakımından da yüksek derecede önemlidir. Pan-Türkizm’in kapsadığı coğrafyanın konumu, büyüklüğü ve kaynakları, “Pan-İslamizm”in gerçekleştirilmesi vetiresini başlatabilecek yeterliliktedir. Söz konusu coğrafyanın gerçek sahipleri ise Müslüman Türklerdir.

Polonya kökenli devlet adamı ve stratejist Zbigniew Brzezinski (1928-2017), Rusya’nın güney hattını şu şekilde tasvir eder:

“Rusya’nın güneyi esasen Müslüman nüfusla meskûn olan dokuz devletle çevrelenmiştir. Avrupa eğilimli Türkiye’yi saymazsak, bu devletlerin toplam nüfusu 295 milyon civarındadır. Buna ek olarak 20 milyon Müslüman da Rusya’nın sınırları dâhilinde yaşamaktadır. Mevcut doğum oranlarına uygun olarak, 2025 yılında Rusya’nın güney sınırlarında yaşayacak olan Müslüman nüfus, 450 milyon olacaktır (85 milyonluk beklenen nüfusuyla Türkiye buraya dâhil değildir).”[29]

Rus siyaset bilimci ve faşist görüşleriyle tanınan strateji uzmanı Aleksandr Gelyeviç Dugin (1962-), bu öngörüyü şöyle söyleyerek kabul eder:

“(Demografik faktör) Avrasya İmparatorluğunda etnik dengenin bozulmasına sebebiyet verebilir ve demografik anlamda çılgınca gelişen güney halklarını, Rus topraklarına (özellikle, Sibirya ve Uzak Doğu’ya) yayılmaya itebilir.”[30]

Müslüman Türk coğrafyasının, ABD, AB, Rusya ve Çin’in nemalanma alanı haline getirilmesine müsaade etmeme, “Pan-Türkizm” idealinin hayata geçirilmesi ile doğrudan ilgilidir. Bir zamanlar düşünce seviyesinde olan “Pan-Türkizm”, bugün “Türk Birliği” olarak vücut bulmuştur.

Ancak bu durum, Dugin vb. Moskova merkezli Neo-Avrasyacı grup tarafından hiç de hoş karşılanmamaktadır. Dugin, “…Türk istihbaratı Kafkasya’ya sızmağa çalışıyor, ideolojik laboratuvarlarda Pan-Türkizm canlandırılıyor. Türk milletlerle iskan edilen geniş Avrasya enginliklerinin, Moskova’nın kontrolü dışına çıkarılması için teorik esaslar kuruluyor. Bütün bunlar, Türklerin özel bir iradesinin ifadesi değil, Atlantikçilik seçiminden kaynaklanan doğal tezlerdir…”[31] diyerek, Rusya’nın bölgesel nüfuzunu artırmayı, Türkiye’yi de Avrasya coğrafyasından uzaklaştırmayı amaçlamaktadır.

Bir dönem, TUSAM (Türkiye Ulusal Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi) Başkanlığı görevini de yapmış olan Ali Külebi (1945 – 2021), 2007 yılında Türk Yurdu Dergisi’ne verdiği bir mülakatta şu önerilerde bulunuyor:

“Pan-Türkizm veya daha dar anlamda, dünyadaki Türk Devletlerinin tamamı bir araya gelerek AB veya Arap Ligi örneklerinde olduğu gibi ekonomik ilişkileri geliştirmekle başlayan anlaşmalar yapmaları, ekonomik ilişkilerde birbirlerine destek olmaları, siyasal anlamda BM örneği, Uluslararası Olimpiyat Komitesi veya Futbol Federasyonları veya çok çeşitli uluslararası ekonomik kuruluşta birbirlerine destek olmaları, tek alfabeyi gerçekleştirip, Türk Radyo Televizyon Yayın Birliği kurmaları, ulaştırma sistemlerini müştereken geliştirmeleri, enerji üretim ve naklinde emperyalist ülkeler tarafından yapılan istismarları önlemeleri, herhangi bir Türk Cumhuriyetine yapılmış askeri bir müdahaleye uluslararası örgütler nezdinde beraberce karşı koyup, hatta birbirlerine askeri anlamda yardım etmeleri elzemdir.”[32]

Pan-İslamizm’in Doğuşu

Pan-İslamizm”, Arapçası “El-Vahdetü’l-İslâmiyye (الوحدة الإسلامية‎) / İslam Birliği” olan, tüm Müslüman toplumların tek bir hilafet altında birleşmesini destekleyen, İslami ilkelere sahip bir kuruluş ideolojisidir. “İslamcılık” ya da “İttihâd-ı İslam” karşılığı olarak da görülen “Pan-İslamizm”, Müslüman ulusların, tüm dini ve sosyal grupların, köken ve ırkı birincil birleştirici faktörler olmaktan dışlayarak, İslam milletlerinin bir araya getirilmesini odak noktası olarak gören ve amaçlayan, temel bir felsefe ve siyasi bir eğilimdir.

İslam” terimi, sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel alanları kapsayan, aynı kültürü ve değerleri paylaşan insanlar arasında müşterekliği meydana getiren sarsılmaz bir inancı ifade eder. Bu inancı benimsemiş bütün insanlar, aynı zamanda “ümmet” olgusunu meydana getirir.

Özcan’ın da belirttiği üzere, bilhassa yabancı literatür, Pan-İslamizm’in özellikle 1870’li yıllarda ortaya çıktığını, II. Abdülhamid Han’ın uygulamaya koyduğu siyasi ve ideolojik bir hareket olduğunu öne sürer. Bu yaklaşımlar, gerek metodolojik gerekse de kronolojik açıdan gerçekleri yansıtmamaktadır. İfade edilmelidir ki aynı ya da benzer kavramlar çok önceden beri kullanılagelmekte olduğu için, benzer kavramları dikkate almamak, hareketle ilgili yanlış sonuçlara varılmasına sebep olacaktır.[33]

Kur’ân-ı Kerîm, uyum içinde bir arada yaşama yeteneğine sahip “Ümmet” kavramını, nazil olduğu dönemden itibaren formüle etmiş ve onaylamıştır. “İslam Birliği” kavramı, en muhteşem ve en güzel şekilde Kur’an-ı Kerim’de ve hadîs-i şeriflerde vücut bulmuştur. Pan-İslamizm’i karşılayan “İslam Birliği” kavramı, Yüce Allah’ın şu ayet-i kerimelerinde açık bir şekilde yer alır:

{وَإِنَّ هَـٰذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ}

Sizin bu ümmetiniz, Tek Ümmet’tir. Ben de sizin Rabbinizim, Benden korkun.” (Müminun, 23/52)

{إِنَّ هَـٰذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ}

Hakikatte, bu sizin ümmetiniz, Tek Ümmet’tir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin.” (Enbiya, 21/92)

Müfessir ve fakih Şehâbeddin Mahmud el-Âlûsî (v. 1270/1854), bu ayet-i kerimede yer alan “Ümmet-i Vâhide” terkibini, “İttihad-ı Ümmet” şeklinde anlamlandırır.[34]

Şimdi nakledeceğimiz ayet-i kerimede de, İslam nimeti ile “Tek Ümmet” haline gelme, parçalanmışlıktan uzak kalma etkili bir şekilde şöyle beyan buyurulur:

وَٱعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ ٱللَّهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَٱذْكُرُواْ نِعْمَةَ ٱللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُم أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَاناً وَكُنتُمْ عَلَىٰ شَفَا حُفْرَةٍ مّنَ ٱلنَّارِ فَأَنقَذَكُمْ مّنْهَا كَذٰلِكَ يُبَيّنُ ٱللَّهُ لَكُمْ ءايَـٰتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

Hepiniz, Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanmayın. Allah’ın (sizlere lütfettiği İslâm) nimetini düşünün! Hani siz birbirinize düşman idiniz; ama O, kalplerinizi birbirine ısındırdı ve O’nun (sizlere lütfettiği İslâm) nimeti sayesinde kardeşler oluverdiniz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Ali İmran, 3/103)

Müminler arasında, bilhassa askeri paktların önemi, birlik ve dayanışma halindeki İslam askerî örgütlenmelerinin muhabbet-i ilahî’ye vesile olduğu, Kur’ân-ı Kerîm’de, “bağlantı yerleri, tuğlaları ve taşları, birbirine kurşun madeni ile kenetlenmiş, çok sağlam bir bina” benzetmesi ile şu şekilde beyan buyurulmaktadır:

اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الَّذٖينَ يُقَاتِلُونَ فٖى سَبٖيلِهٖ صَفًّا كَاَنَّهُمْ بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ

Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kurşun madeni ile kenetlenmiş (yekpare ve müstahkem) bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saf, 61/4)

Şanlı Nebi (sas), hadis-i şeriflerinde, İslam ümmetinin mensupları arasında birlik ve beraberliğin gerekliliğini somut örnekler üzerinden net bir şekilde vurgulamıştır.

Ebu Musa el-Eşarî’den (ra) rivayetle, Şanlı Nebi (sas) ittihad ve ittifak hususunda şöyle buyurmaktadırlar:

عَنْ أَبِي مُوسَى ـ رضى الله عنه ـ عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ ‏

.الْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا ‏‏‏.‏ وَشَبَّكَ بَيْنَ أَصَابِعِهِ‏

Müminin mümin ile dayanışması, parçaları birbirine bağlanıp kuvvetlendiren tek bir bina gibidir.” (Bu dayanışmanın nasıl olduğunu göstermek için) Parmaklarını birbirine geçirdi.[35]

Yüce Nebi (sas), müminler arasındaki dayanışma ve birlik ruhunu yekpare sağlam bir bina benzetmesi ile yetinmemiş, bu durumu bir de “parmaklarını birbirine geçirerek” fiilen göstermiştir.

عَنِ النُّعْمَانِ بْنِ بَشِيرٍ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ‏

مَثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى.‏

Numân İbn Beşîr’den (ra) rivayet edildiğine göre, Resülullah (sas) şöyle buyurmaktadır:

Birbirlerine merhamet, şefkat ve sevgi konusunda, müminleri bir vücut gibi görürsün. Vücudun bir kısmı rahatsız olduğunda, vücudun diğer kısımları, (yardımcı olmaları için) uyumaksızın ve hararetle birbirlerini rahatsız olan kısmın acısı için çağırırlar.[36]

Yukarıdaki ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler gereğince, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin varlığına ve birliğine gönülden inanan, Şanlı Nebi’nin (sas) “Hâtemü’l-Enbiya” olduğunu şeksiz şüphesiz kabul eden “Ümmet” yani “Müminler Birliği” için de benzer görev ve sorumluluklar söz konusudur.

Bu aydınlık ve parlak naslardan, Müslümanların, inanç ve kader birliği içinde bulunduğu toplumlar ve milletler ile, birlik ve dayanışma halinde olması gerektiği açık bir şekilde görülmektedir. Sosyal bir bünye olan “Ümmet” birimlerinin, ayet-i kerimeler ve hadîs-i şeriflerdeki tasvir çerçevesi dışında kalmaları halinde, birbirleri için herhangi bir anlam ifade etmeyecekleri açıktır.

Müslüman ümmetin başında bir liderlik eksikliği görülmektedir. İslâm ümmetinin, bu eksikliğe yönelik tedaviyi, sözde “dost ve müttefikler” ile sürdürme basiretsizliğinde ısrar etmeleri, yaşanan rahatsızlıkları arttırmaktadır. Hadis-i şerifimizdeki “Müminler” silueti, “merhamet, şefkat ve sevgi” üçgeninde birleşmiş “Ümmet” bünyesidir. Böyle bir “Ümmet”, Allâh’ın izni ve inayeti ile bütünlüğünü temin etmiş, parçalanmışlık hastalığından da uzak kalmıştır.

Yukarıdaki ayet-i kerimelerin ve hadîs-i şeriflerin ortak anlamı, Müslümanların Kitab’a ve Sünnet’e sımsıkı sarılmaları gerektiğidir. Bu başarıldığı sürece, Müslümanlar güçlerini muhafaza etmiş, İslam dini ve devleti, doğuda ve batıda muzaffer olmuştur. İslam, insanlığın medeniyet yürüyüşüne öncülük etmiş, Yüce Allah’a (cc) kulluk esasına dayalı İslam medeniyeti, adaleti, hürriyeti ve eşitliği küresel hale getirmiştir.

Şanlı Nebi (Yüce Allah’ın salat ve selamı onun üzerine olsun), Müslümanların birliğini, “vücut bütünlüğü”ne benzetmektedir. Bu, karşılıklı bağımlılığın ve uyumun gücünü vurgulamadır. “Birlik, uyum, yardımlaşma ve dayanışma” psikolojik anlamlar gibi görülse de, ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler bu anlamları, psikolojik atmosferden müşahhas duyular alemine aktarmış olmaktadır.

Bazıları, İslam Birliği’ni zor bir konu olarak görmeye, insanları umutsuzluğa teslim olmaya, Müslümanların bölünmüşlükleri ve anlaşmazlıkları hususlarını öne çıkararak, bu çağda “İslam Birliği” hakkında konuşmanın, bir tür idealizm ve fantezi olduğunu iddiaya devam edebilir. Ancak böyle bir bakış açısı çözüm değildir ve sorunu daha da büyütür.

İslam Birliği” kavramı, Müslümanların tek bir ümmet olmaları, aralarında çekişme ve düşmanlığın bulunmadığı “Ümmet” haline gelmeleri konusunda çok açık ve spesifik bir kavramdır.

İslam Birliği”, bir gereklilik, bir amaç, bir öz olup, pratik düzeyde gerçekleştirilmesi gereken bir kavramdır.

İslam Birliği”, Müslüman devletlerin veya ülkelerin, bireylerin ve grupların, amaç birliği içinde olmalarıdır. Bu açıdan İslam Ümmeti, emsalsiz bir birlik halidir.

İslam Birliği”, bütün Müslümanların kardeş olduğu bilincidir. “İslam birliği”, sadece güç mantığına saygı duyan, zayıfa değer vermeyen bir dünyaya karşı, acziyetin, çözülmenin ve bağımlılığın karanlığını yırtan parlak bir ideolojidir.

İslam Birliği”, tevhid inancından kaynaklanan, Müminlerin kalplerini sağlam bir bağla bağlayan, anlayış, duygu ve hedef birliği oluşturan, maddi ve manevi anlamda Allah yolunda en hayırlı millet olmanın adıdır.

İslam Birliği”, temel insan haklarını ikame etmek, sosyal, politik ve ekonomik ilerlemeyi gerçekleştirmek, düşmana karşı birleşik bir duruş sergilemektir.

İslâm Birliği”, ahlâkî ve davranışsal çerçevede, kardeşlik ruhunun ve bağlarının kuvvetlendirilmesi, aileler ve toplum seviyesinde, insanlar arasındaki ilişkileri ahenkli hale getiren İslâm ahlâkının tesis edilmesidir.

İslam Birliği”, yeryüzünün doğusundaki ve batısındaki Müslümanların, kültürel, ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda işbirliği yapmaları gibi temel amaçlar ve hedefler üzerinde bir araya gelmesidir.

Bu büyük entegrasyonun gerçekleştirilebilmesi için bugün ihtiyaç duyulan husus, -farklılıklar olsa da- “Birlik” kavramını somutlaştırmak için harekete geçmektir. “Birlik”, doktrinel ve ideolojik çerçevede, çoklu ve farklı düzeylerde gerçekleşebilir. Bu açıdan “Birlik” noktalarının iyi tespit edilmesi, Müslümanları hangi unsurların farklılaştırdığının görülerek çözümlenmesi, bu amaçla bilimsel ve nesnel araştırmalara dayalı sonuçlara ulaşılması Müslümanların temel görevidir. Müslümanların haysiyetlerinin ve egemenliklerinin korunması, olumsuzlukların küresel etkisinden korunmak istiyorlarsa, “Birlik” sistemini oluşturmaları kaçınılmaz bir gerçekliktir.

İslam Birliği”nin sağlanabileceği vasıtalar ve usuller, zamanın ve imkanların şartlarına tabidirler. Günümüz itibarı ile bu vasıta ve usullerden;

Birincisi, ümmetin dürüst ve güzel ahlâk ehli İslam âlimlerinin yer aldığı, çözümlere odaklanan kapsayıcı bir organın teşkil edilmesidir.

İkincisi, “din” ve “siyaset” kavramlarını belirlemeye çalışan, bağımsız ve tarafsız bilimsel kurumların tesisidir. Farklılıkların ahenk içerisinde hayatiyetini devam ettirebilmesi ve yönetilebilmesi için, açık kuralların belirlenmesi, kurumlar vasıtasıyla titiz şekilde takiplerinin yapılmasıdır.

Üçüncüsü, “Birliği” sağlayacak konularda toplumun eğitilmesi, mevcut tüm araçlarla güzel ahlâkın toplumda yaygınlaştırılması için çalışılması, etkili kadrolara ve öncülere sahip eğitim kurumlarının oluşturulmasıdır.

Dördüncüsü, ekonomik, siyasi, bilimsel ve askeri entegrasyonun sağlanması, bunun için farklı üniversitelerin farklı disiplinlerinden ve diğer bilimsel kurumlardan akademisyenlerin ve diplomatların görev aldığı bir müessesenin vücuda getirilmesidir.

Zorlukları fırsata çevirmek başarı alametlerindendir. Dolayısıyla anlaşmazlıkların meydan okumalarını, İslam uluslarının bileşenleri arasında uzlaşma için bir fırsata dönüştürmek, “Birlik” düşüncesine ve koalisyon fırsatına çevirmek önemli bir bakış açısıdır.

Buradaki temel ilke, “Birleşik İslam Milletleri” anlayışına dayalı, siyasi bir projenin ortaya konulmasıdır. İslam ülkeleri, ister Avrupa Birliği modeli, ister Afrika Birliği modeli olsun, en azından Batı’nın askeri tehditlerine ve küresel haçlı seferleri tehlikesine karşı, tek bir bayrak altında birleşme hakkına sahiptir. Bu şekildeki İslamî siyasi sistemin özü, İslam’ın evrenselliğinin daha somut hale getirilmesini netice vermesidir.

İslamcılık

İslamcılık”, İslâmî unsurlara dayanmak demektir. “İslamcılık” kavramının aşağılama amacı ile kullanılması kesinlikle kabul edilemez. Çünkü “İslamcılık”, dünya ve ahiret işlerinin Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin rızası dairesinde düzenlenmesi, dini, siyasi ve kültürel bir bakış açısı, sosyal bir düşünce ve yaşayış biçimidir. Üstelik bu yaşam biçimi, âlemlere rahmet Şanlı Nebi (sas) vasıtası ile, İlâhî alemden insanlık dünyasına lütfedilmiş çok büyük bir hediyedir.

İslam tarihçisi Azmi Özcan, “İslamcılık” kavramının anlam alanını şu şekilde özetlemektedir:

İslamcılık, inanç, ibadet, ahlâk, felsefe, idare, siyaset, iktisat, hukuk, eğitim alanlarında, İslâm’ı bütün bir hayat nizamı olarak yeniden hâkim kılarak; Müslümanları medenîleştirme, İslâm dünyasını geri kalmışlıktan, Batı hâkimiyetinden, zalim ve müstebit idarecilerle keyfî yönetimlerden kurtarma, dinî düşünceyi taklit, hurafe ve bidatlerden arındırma hareketidir.”[37]

İslam Felsefecisi İlhan Kutluer’in “İslamcılık” tanımlaması şöyledir:

İslâmcılık, modern Avrupa medeniyetinin İslâm dünyası aleyhinde oluşturduğu tehditlere etkili bir karşı koymanın, ancak modernleşmenin gereklerine uygun bir zihniyet dünyası inşa etmekle, dinin kılavuzluğunda gerçekleşecek bir modernleşme ile mümkün olacağı fikrine dayanır. Bu modernleşme anlayışı, İslâmcılığı İslâm dünyasında ortaya çıkan birçok benzeri akımdan farklı kılan önemli bir ayraçtır.”[38]

Yine Kutluer’e göre; “İslâmcı akımın önemli davalarından biri, İslâm dini ve uygarlığı aleyhinde görülen şarkiyatçı yorumlarla, ideolojik ve felsefî akımlarla fikrî mücadeleye girişmektir.”[39]

Özcan’a göre, “İttihad-ı İslam düşüncesi, Müslümanlar arasında kaynağı Kur’ân-ı Kerîm ve hadisler olan, birlik ve beraberlik duygularının ifadesi anlamında başlangıçtan beri mevcuttur. Nitekim “ittihâd-ı dîn, uhuvvet-i dîn” gibi ifadeler, 19. yüzyıldan önce de Müslüman Sultanlıklar arasındaki yazışmalarda yer almış, zaman zaman gayr-i Müslim devletlerle olan mücadeleler sırasında, birbirlerinden yardım isterlerken bu ifadelerle din kardeşliğinin sorumluluklarına atıfta bulunulmuştur.”[40]

Batılı kitle iletişim araçları, “İslamcılık” ya da “İttihad-ı İslam” terimlerine karşılık gelen “Pan-İslamizm” terimini, genelde insan hakları ihlalleri içeren şeriat temelli bir İslam devleti kurmak isteyen ve siyasi aşırılık taraftarı gruplara atıf için kullanmaktadır.

Halbuki aynı Batı, “Pan-Slavizm, Pan-Cermanizm ve Pan-Hellenizm, Pan-Britannica, Pan-Americana” gibi terimleri “siyasi aşırılık” anlamında kullanmamaktadır.

İslam dünyasında, “İslamcılık” ya da “İttihad-ı İslam” terimleri, kesinlikle olumlu çağrışımlara sahiptir. “Müslümanlar arası birlik, dayanışma, işbirliği, örgütlenme düşüncesi”ni “saldırgan bir tehdit unsuru” olarak görme ya da göstermek isteme, Batı’nın, Avrupa’nın ve Rusya’nın maksatlı siyasetlerini işaretlemektedir. Maalesef, bu zihniyeti kendisine kıble yapmış bazı Müslüman entelektüeller de, terimi onlar gibi anlama gafletine düşmektedirler.

Sibirya Tatarlarından ve “Orenburg Mahkeme-i Şer’iyye” üyesi, kısa bir dönem de Orenburg Müftülüğü vazifesi yapmış Abdürreşid İbrahim (1857-1944), ünlü seyahatnamesinde Müslüman Birliği’nin ne anlama geldiğini şöyle tarif eder:

İttihad-ı İslam, Rusların Pan-Slavizm, Almanların Pan-Germanizm ve sair fesat komiteleri gibi eşkıya çeteleri değildir. Bizim, bütün Müslümanların hiçbir vakit öyle bir nazarla bakmayacağımız aşikardır. Bizim İslamiyet, esasen bundan bin üç yüz sene önce Şâri’ tarafından kurulmuş bir dini kardeşlikten ibaret olup, sırf Allah için olan şu meşru kardeşliğimizi ebede kadar muhafaza etmekte, tek gönül ve tek vücut olarak daima birbirimize yardımcı olmaktan ibarettir. Bugün, Hindistan’da bulunan Müslüman kardeşlerimizin başına gelecek veyahut gelmiş bir felaket, aynen Sibirya’da, Türkistan’da, Çin’de ve Afganistan’da bulunan Müslüman kardeşlerimizin de başını ağrıtacaktır. Her şeyden önce bütün Müslümanlar, bu vazife (ittihat) ile mükelleftirler. Müminlerde İttihad-ı İslam manası budur. Başka bir mana düşünülemez.”[41]

Kemal Karpat’ın ifade ettiği gibi, “Batı, Pan-İslamizm kavramından hep korkmuştur. Bilhassa 1860-78 yıllarında, işgale uğramış Müslüman topraklarındaki direniş arttıkça, “Hilafet” ve “Pan-İslamizm” kavramları ideolojik bir boyut kazanmıştır. Rusya, Fransa ve 1880’lerde İngiltere, işgal ettikleri ülkelerdeki Müslüman halkları kontrol altında tutmalarının imkansızlığını gördükçe, hem “Hilafet”i hem de “Pan-İslamizm”i, hakimiyetlerine karşı giderek büyüyen bir tehdit olarak görmeye başlamışlardır.”[42]

İşgal altındaki Müslüman halkların her türlü hak talepleri, Batılı sömürgeciler tarafından Pan-İslamist faaliyetler olarak kabul edilmiş, kendilerince bu tehlikeyi bertaraf edebilmek için Müslüman halkları baskı altında tutmuşlardır.[43]

Pan-İslamizm, bazen Pan-Arabizm ile de karıştırılmaktadır. Oysa bu iki kavramın kökenleri farklıdır. Pan-Arabizm, Mısır’ın sosyalist lideri Cemal Abdünnasır, Libya sosyalist başkanı Muammer Kaddafi ve eski Sovyetler Birliği tarafından desteklenen Orta Doğu ve Afrika liderleri tarafından kullanıldı. Pan-Arabizm, tüm Arap halkları arasında sosyalizmi ve eşitliği teşvik eden ideolojinin adıdır.

Pan-İslamizm ise, Balkanlardan Pasifik Okyanusu’na kadar uzanan Müslüman toplumları kapsayan, Türkleri, Arapları ve diğer milletleri ayırt etmeden, Sünni ve Şii ayırımı yapmadan, dünya üzerindeki bütün Müslümanları bir araya getirmeyi amaçlayan, çok uluslu bir İslam devleti oluşturmak için tüm Müslümanları birleştirmeyi hedefleyen bir düşüncedir.

Amerikan İstihbarat Birimi (Office of Strategic Services Research and Analysis Branch, kısaca O.S.S.) tarafından, Japon’ların İslamiyet’e ilgilerinin artmasının sebepleri sıralanırken, “İslam’a inananların sayılarının çokluğu, İslam’ın muazzam bir coğrafyada yaygın olması, farklı soy, dil ve kültürdeki insanları kardeşlik ve dayanışma duyguları içinde bir arada tutabilmesi, İslam’ın sadece bir din olmakla kalmayıp, sosyal, siyasi ve dünyevi konularla ilgili amaçlarının ve etkilerinin olduğu[44] gibi nirengi noktalarına temas edilmektedir.

Öyle anlaşılıyor ki Pan-İslamizm’in özündeki bu hakikati görme yabancılara nasip olmuş, fakat bazı Müslüman entelektüellere nasip olmamıştır.

Pan-İslamizm düşüncesinin önemli ideologlarından birisi, Avrupa emperyalizmi tarafından Müslüman dünyaya dayatılan, sömürgeleştirme hareketlerine karşı, birleşik bir İslami yönetim biçimini öneren Seyyid Cemaleddin el-Afgani’dir. Afganî, aynı zamanda 1905’te İran’daki Anayasa Devrimi’ne güçlü bir şekilde katkıda bulunan bir filozof ve İslami reformcudur.

Afganî’nin siyasi-dini görüşleri tahlil edilirse, Batılı güçleri İslami özgürlük ve birliğin düşmanı olarak algıladığı, bu güçlerin, İslam ekonomilerini satın alıp, ticari girişimlere para yatırarak İslam ülkelerini köleleştirmeyi amaçladığı, bu sebeple Müslüman milletlerin tek bir siyasi ve sosyal sistem altında birleşmesi gerektiğine inandığı görülür. Afganî, İslamcılığın bilhassa milletler arası siyasi boyutları üzerinde fikir yormuşsa da, İslamcılığın sosyal, kültürel ve kişisel boyutlarını ele almamıştır.

II. Abdülhamid’in Pan-İslamizm taraftarı olduğu düşüncesi, daha çok padişahın tutumundan kuşkulanan Fransız, İngiliz ve Rus dış işleri yetkilileri tarafından kaleme alınan yazılarda bilhassa öne çıkarılmıştır.

1857 yılında Hindistan’daki Müslüman ayaklanmasından ürken, daha sonraları 1882’de Mısır’a giren İngilizler, 1881 yılında Tunus’u işgal eden Fransa’nın Libya’yı da (Trablusgarp) işgale hazırlanması, özellikle 1860 ve sonrasında Orta Asya Müslüman Hanlıklarını işgale hazırlanan Rusya, ön alma amacı ile Pan-İslamizm düşüncesine sahipliği, Osmanlı yönetimine karşı bir baskı politikası şeklinde uyguladı.

Dolayısı ile bu devletler, 1876 yılında Osmanlı tahtına geçen II. Abdülhamid Han’ın Pan-İslamizm politikasının gerçekleşmemesi için ellerinden geleni yapmışlardır. Bu baskılara rağmen II. Abdülhamid Han, Pan-İslamizm düşüncesini, devlet ilkesi yapmamakla birlikte, fiiliyata geçirmek için büyük gayret sarf etmiştir.

II. Abdülhamid döneminde, Rusya’nın İstanbul büyükelçiliğinin Pan-İslamizm Hareketleri ile İlgili Raporunda şu cümleler dikkat çekmektedir:

“Propaganda ile meşgul olan esas üç dergi vardır: Bunlar haftalık yayın yapan “Hikmet”, “Sırat-ı Müstakim” ve “Teâruf-i Müslimîn” dergileridir. “Hikmet” ve “Tasvir-i Efkâr” günlük gazeteleri, baş editör Ahmet Hilmi tarafından neşredilmektedir. “Sırat-ı Müstakim” dergisi âyandan İsmail Hakkı Efendi ve Musa Kazım Efendi’nin üye olduğu Büyük İlim Kurulu’na aittir. Ayrıca Musa Kazım Efendi şeyhülislamlık görevini yürütmektedir. Son zamanlarda bu dergi ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üyelerinden Mehmet Balcızâde Hüseyin’in oğlu ve Rus göçmenler işbirliği yapmaktadırlar. Rus hükümetine düşmanlığı özellikle “Teâruf-i Müslimîn” dergisi yapmaktadır. Bu dergi Türk ve Rus Müslümanları tarafından basılmaktadır. Lakin burada esas rolü, yerli Abdürreşid İbrahim oynamaktadır.”[45]

II. Abdülhamid Han, Pan-İslamizm düşüncesini “Hatırat”ında şu şekilde dile getirmektedir:

“İmparatorluğumuz din, iman ülkesidir ve öyle kalacaktır. Eğer din anlayışı yıkılırsa İmparatorluğumuzun sonu gelmiş demektir. Dindaşlarımızla meskun olan memleketlerin, büyük devletlerin elinde olması pek acıdır. Bütün Müslümanların gözü İstanbul’dadır. Müslümanların bulundukları yerlerle irtibatımız daha da sıklaşmalı, birbirimize daha fazla yaklaşmalıyız. İstikbal için yalnız bu birlikte ümit vardır… Çin’de, Hindistan’da, Afrika’nın ortasında ve bütün dünyadaki Müslümanları birbirlerine yaklaştırmakta fayda vardır. Yıldız Sarayı’mızda şöhretli bir ilim adamı olan Seyyid Cemaleddin, ‘Sünnîler ile Şiî’lerin, hüsn-ü niyet gösterdikleri takdirde birleşmeleri kabildir’ diyerek bana ümit verdi. Eğer bu söylediği hakikat olabilirse, İslamiyet için fevkalade bir eser meydana gelmiş olur… Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın birçok milletini sinesinde toplamış bir imparatorluktur. Buna rağmen iman birliği, bizi büyük bir ailenin fertleri gibi birbirimize yaklaştırır. Bu sebeple, hiçbir zaman Osmanlı İmparatorluğu üzerinde fazla durmamak, buna mukabil hepimizin Müslüman olduğumuzu bilhassa belirtmekte fayda vardır. Her zaman, her yerde ‘Emîru’l-Müslimîn’ unvanı başta gelmeli, ‘Osmanlı Padişahı’ unvanı ise ikinci satırda belirtilmelidir. Çünkü, devletin sosyal bünyesi ve politikasının esası din üzerine kurulmuştur…”[46]

İslamcılık, doğrudan Kur’an-ı Kerîm’e ve Sünnet-i Sahîha’ya dönüş çağrısıdır.

İslamcılık, aslî dinamikler olan naslara, tekrar ve en yalın biçimiyle başvurmanın adıdır.

İslamcılık, İslâm’ın neşv-ü nemâsına engel olan aslî sebeplerin, yanlış tarihsel yorumlar ve kötü geleneksel yapılar olduğunun ifade edilmesidir.

İslamcılık, yeni bir felsefe anlayışı ve terminolojisinin geliştirilmesi, şuranın ve meşveretin önemsenmesidir.

Sonuç

Sonuç” kısmını üç açıdan değerlendirmek istiyorum:

1. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yeni doğmakta olan çok merkezli dünya için büyük bir kimliği, barışın ve uluslararası hukukun gerçekleşmesi için küresel bir politikası, eşgüdüm ve işbirliği için güçlü jeopolitik bir potansiyeli, medeniyetler ve kültürler arası diyalog için örnek kültürü olan bir ülkedir.

Dolayısı ile onun ilk sırada bulunmasa bile en önemli siyaseti, Türk Devletleri ile bilhassa kardeşlik temelindeki ilişkilerini kurumsallaştırma olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti ile diğer Türk Cumhuriyetleri arasında, ekonomiden yönetime, iletişimden kültür ve eğitime çok çeşitli alanlarda güçlü irtibatlar rahatlıkla tesis edilebilir.

Türk Devletleri arasında vizelerin kaldırılması ya da en azından iş ve ilim adamlarının vizesiz bir şekilde seyahatlerinin temini, kolaylaştırılmış gümrükler ya da gümrük birliğine gidilmesi, ortak ve güçlü bir zeminin tesisini netice verecektir. Türk Devletlerinin artık Sovyet güdümünde olmadığı, 40 yıl öncesi ekonomik göstergeleri çoktan geride bıraktıkları açıktır.

Türk Devletlerinin birbirleri ile olan sosyal ve kültürel yakınlıkları, Avrupa Birliğine dahil devletlerin birbirleri ile olan yakınlıklarından daha ileri bir düzeydedir. İnançtan psikolojiye, dilden adetlere, mutfak kültüründen müziğe kadar benzerlikler, din bağı, kan bağı, ortak tarih ve kültürel kimlik dolayısı ile son derece yüksektir. Rusya’nın bu ülkelerin dillerinde oynamasına ve Türkçedeki tasfiye hareketlerine rağmen, karşılıklı anlaşabilirlik devam etmektedir.

Dünya insanlığının, günümüzde yeni meydan okumalarla karşı karşıya olduğu bir gerçektir. Türk dünyasının ortak hareket etmesini sağlayabilecek yegane devlet Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiye Cumhuriyeti, ideolojisi, nüfusu, coğrafi konumu ve tarihi mirası ile İslam alemini de derleyip toparlayabilecek imkan ve kabiliyetlere sahiptir.

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Türklere İslam ümmetine rehberlik ve liderlik yeteneği ve potansiyelini lütfetmiştir. Müslümanları bir arada tutan hilafetin kaldırılmasından bu yana “İslam Ümmeti” gemisi, her tarafta korsanların pusuya yattığı dalgalı bir denizde, başıboş bir şekilde gezinmektedir. Geminin gideceği yer ve karşı karşıya olduğu tehlikeler ile ilgili, kişisel çıkar gözetmeksizin çözüm arayanlar yok denecek kadar azdır.

Hizipler, ortak bir pusula ve haritaya göre birlik haline değil, sadece kendilerinin kaptan olarak gördükleri kimseler etrafında toplanmaya çağırmaktadırlar. Bu hiziplerin bir kısmı, İslam Gemisinin dümenini doğunun dinsiz korsanlarına, bir kısmı da batının Haçlı müstevlilerine bırakmak istemektedir.

Şu ana kadar İslam Ümmeti gemisinin önünde, onu güvenli bir şekilde sahil-i selamete götürecek, yeryüzüne adalet getirebilecek, Türkiye Cumhuriyeti’nden başka yetenekli bir kaptan, bir millet ve devlet bulunmamaktadır.

Bu durum, İslam ümmetinin şu anda yaşamakta olduğu katışıksız bir realitedir ve İslam ümmeti bireyleri, bu gerçeği tüm yönleriyle anlamaya yönelmelidir. “İslam Birliği” konusu, hayaller dünyasında yüzen, gerçeğe yol bulamayan, kanunlarla düzenlenmemiş, muğlak bir önerme, amaca ve hedefe odaklanamamış entelektüel bir lüks olarak kalmamalıdır.

2. Pan-İslamizm ideolojisi, Müslüman halkların, emperyalist devletlerin işgalinden ve içinde bulundukları siyasî bunalımdan kurtulmalarının yegane ilacıdır.

İttihad-ı İslam’ın gerçekleştirilmesi, Müslüman ülkelerin bir zamanlar ellerinde bulundurdukları maddi ve manevi kuvveti yeniden kazanmalarına vesile olacaktır. Batı’nın ve Doğu’nun, emperyalist siyaset güderek, muhteşem bir medeniyetin sahibi İslamiyet’i yok etmeyi istemesi, Müslümanlar arasında “Pan-İslamizm” fikrinin kökleşmesine yardım etmelidir. Böylece “ümmet” bilinci, siyasi bir şuur ile daha da güçlenmiş olacaktır.

İslam dünyası coğrafyasının, özellikle üç milyarı aşan beşeri kabiliyetlerinin ve maddi imkânlarının beraberce değerlendirilmesi gerekmektedir. Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin, bu beşeri imkan ve kabiliyetlerin bir araya gelmesine mükafat olarak, ne gibi maddi ve manevi zenginlikler lütfedeceği tahmin edilebilir.

Şanlı Nebi (sas) İstanbul’un fethedileceğini müjdelemiş, bu müjde Fatih Sultan Mehmet Han’ın öncülüğündeki Müslüman Türk askerleri ile 1453 yılında Yüce Allâh’ın izni ve inayeti ile tahakkuk etmiş, fetih müjdesine nail olma yolundaki fazilet yarışı “Şeref Madalyası” ile taçlandırılmıştı.

Şanlı Nebi (sas), aynı şekilde İtalya’daki Roma şehrinin de fethedileceğini bizlere şu şekilde müjdelemektedir:

:عَنْ اَبُي قَبِيلٍ؛ قَالَ :كُنَّا عِنْدَ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِي ، وَسُئِلَ

اَيُّ الْمَدِينَتَيْنِ تُفْتَحُ اَوَّلًا : الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ اَوْ رُومِيَّةُ ؟

فَدَعَا عَبْدُ اللَّهِ بِصُنْدُوقٍ لَهُ حِلَقٌ ؛قَالَ : فَاَخْرَجَ مِنْهُ كِتَابًا قَالَ فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ بَيْنَمَا نَحْنُ حَوْلَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَكْتُبُ اِذْ سُئِلَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اَيُّ الْمَدِينَتَيْنِ تُفْتَحُ اَوَّلًا قُسْطَنْطِينِيَّةُ اَوْ رُومِيَّةُ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَدِينَةُ هِرَقْلَ تُفْتَحُ اَوَّلًا يَعْنِي قُسْطَنْطِينِيَّةَ

Ebu Kabîl anlatıyor: Bir gün Abdullah b. Amr b. Âs’ın (ra) yanındaydık. Kendisine, “Hangi şehir daha önce fethedilecek? Konstantiniyye mi Roma mı?” diye sorulunca, Abdullah b. Amr b. Âs, halkaları olan bir sandığın getirilmesini istedi. Oradan bir yazı çıkardı ve şöyle söyledi:

Biz huzur-ı saadette not tutar ve Hz. Peygamber’e bir soru sorulduğunda cevaplarını (hadis-i şerîfleri) yazardık. Bir defasından içimizden birisi, Hz. Peygamber’e, Ey Allah’ın Resulü! Önce hangi şehir fethedilecektir; Kostantiniyye mi, yoksa Roma mı?’ sorusunu yöneltince, Nebi (sas);Önce Heraklios’un şehri, yani Konstantiniyye fethedilecektir.cevabını vermişti.[47]

Abdullah b. Amr b. Âs, topladığı hadis-i şerifleri halkaları bulunan bir sandıkta muhafaza eder ve kendisine yöneltilen bazı soruların cevabını, bu sandıkta bulunan hadîs-i şerîf parşömenlerine (eṣ-Ṣaḥîfetü’ṣ-Sâdıḳa) bakarak verirdi. Ebû Hüreyre (ra), kendisinden daha fazla hadis-i şerif bilen sahabinin, Şanlı Nebî’den (sas) duyduğu hadisleri yazarak kayda geçiren Abdullah b. Amr b. Âs (ra) olduğunu belirtmektedir.[48]

3. Müslüman Türk coğrafyası, Pan-Türkizm ve Pan-İslamizm ideolojileri arasındaki simbiyotik ve güçlü ilişkinin çok açık bir örneğidir.

Dolayısı ile orta ve uzun vadeler için planlanmış ortak bir geleceğin oluşturulabilmesi, birleşik bir vizyonun gerçekleştirilebilmesi için çalışmaların yapılması ve koordine edilmesi, kalitenin yoğunlaştırılması ve iyileştirilmesi önemli bir gerekliliktir. Gelecekte İslam dünyasını birleştirecek planların oluşturulması ve geliştirilmesi, ulus ötesi düşünmenin ve bu yöndeki çalışmaların mevcudiyeti ile mümkündür.

İslam Birliğinin gerçekleşmesi, İslam toplumlarının kendi ülkelerinde karşılaştıkları zorlukların üstesinden gelme projelerinin üretilmesini gerektirir. “Birlik” fikri yüksek derecede icra edildiğinde, İslam toplumları ve coğrafyalarının geleceği olumlu yöne evrilir, yeni gelişmelere uyum sağlayacak zeminler teşekkül eder.

Yukarıdan beri sıralamaya çalıştığımız gerçekler çerçevesinde, hem Pan-Türkizm hem de Pan-İslamizm düşüncesinin, bütün incelikleri ile ele alınması ve çalışılması zarureti bulunmaktadır. Türkiye’nin, sağlam bir kültür politikası izleyebilmesi için bu gereklidir. Bilhassa günümüzde, iletişim imkanlarının gelişmesi neticesinde, bütün Müslümanlar, paylaştıkları yüksek değerler itibarı ile, birbirlerine eskisinden daha da yakınlaşmış bulunmaktadırlar.

. والله سبحانه وتعالى أعلم بالصواب، وإليه المرجع والمآب
‏اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ النُّورِ الذَّاتِيِّ وَالسِّرِّ السَّارِي فِي سَائِرِ الأَسْمَاءِ وَالصِّفَاتِ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ عَدَدَ كَمَالِ اللهِ وَكَمَا يَلِيقُ بِكَمَالِهِ

Allâhım, (Kur’ân-ı Kerîm’in ve şeriatın tercümanı olması hasebiyle) varlık dünyasına ait bütün isimlerde ve sıfatlarda gerçekleşen sır (ya da, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine ait, esmâ-i hüsnâ ve sıfât-ı ulâ, kendisinde tecelli eden / yansıyan), gerçek ışık Efendimiz Muhammed’e, âline ve ashabına, kemâlin adedince ve O’nun kemâline yaraşan bir şekilde salât et.


[1] https://www.wikiwand.com/tr/Ayastefanos_Antla%C5%9Fmas%C4%B1

[2] Bediüzzaman Said Nursî, Divan-ı Harb-i Örfî, ss. 21-22, İkbal-i Millet Matbaası, İstanbul-1911.

[3] https://www.collinsdictionary.com/dictionary/english/pan

[4] https://www.thefreedictionary.com/pan

[5] https://www.collinsdictionary.com/dictionary/english/irredentist

[6] https://www.thefreedictionary.com/irredentism

[7] Jacob M. Landau, Pan-Türkizm, ss. 9-10 (Çev. M. Akın), Gündüz Yayınları, İstanbul-1999.

[8] Kemal H. Karpat, “Pan-İslamizm ve İkinci Abdülhamid: Yanlış Bir Görüşün Düzeltilmesi”, s. 13, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı: 48, Haziran 87.

[9] Karpat, agm., s. 13.

[10] Arminius Vambery, Travels in Central Asia, ss. 435-436, Spottiswoode and Co., London-1864.

[11] Serge A. Zenkovsky, Rusya’da Pan-Türkizm ve Müslümanlık, ss. 22-25, (Çev. İzzet Kantemir), İpek Matbaası, Ankara-1971.

[12] Kemal Karpat, İslam’ın Siyasallaşması, s. 123, (Çev. Şiar Yalçın), Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul-2005.

[13] Serge A. Zenkovsky, Rusya’da Pan-Türkizm ve Müslümanlık, s. 49.

[14] Serge A. Zenkovsky, Rusya’da Pan-Türkizm ve Müslümanlık, ss. 63-73.

[15] Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, s. 17 (Hazırlayan: R. Duymaz), Boğaziçi Yayınları, İstanbul-1995.

[16] Serge A. Zenkovsky, Rusya’da Pan-Türkizm ve Müslümanlık, ss. 152-154.

[17] Ziya Gökalp, Kızılelma, s. 5 (Haz. Hikmet Tanyu), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara-1976.

[18] Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Anadolu Üniversitesi Yayınları, (Ed. Gökhan Tunç), Eskişehir- 2019.

[19] Ulus, 6 Mayıs 1944 ve Cumhuriyet, 7-9 Mayıs 1944.

[20] Landau, Pan-Türkizm, ss. 183-196.

[21] Landau, Pan-Türkizm, ss. 237-243.

[22]https://www.wikiwand.com/tr/T%C3%BCrk_Devletleri_Te%C5%9Fkilat%C4%B1; https://www.trthaber.com/haber/gundem/cumhurbaskani-erdogan-konseyimizin-adi-artik-turk-devletleri-teskilatidir-625584.html

[23] https://www.turkkon.org/tr/temel-belgeler

[24] https://www.tika.gov.tr/tr/sayfa/hakkimizda-14649

[25] Meşdi İsmayılov, Türkiye ve Rusya Ekseninde Avrasyacılık, Doktora Tezi, s. 3, Bursa-2011.

[26] İsmayılov, Türkiye ve Rusya Ekseninde Avrasyacılık, s. 59.

[27] Landau, Pan-Türkizm, s. 10.

[28] İsmet Bozdağ, Atatürk’ün Ergenekon’u Avrasya Devleti, s. 217, Truva Yayınları, trsz.

[29] Zbigniew Brzezinski, The Geostrategic Triad, Living With China, Europe, and Russia, s. 59, The Csis Press, Washington-2001.

[30] Aleksandr Dugin, Rus Jeopolitiği Avrasyacı Yaklaşım, s. 89 (Çev. Vügar İmanov), Küre Yay. İstanbul-2005.

[31] http://4pt.su/tr/content/t%C3%BCrkiye%E2%80%99nin-avrasyac%C4%B1l%C4%B1k-stratejisi

[32] Ali Külebi, “Batı’nın Pan-Türkizm Korkusu”, Türk Yurdu, s. 26, Eylül-2007, Sayı: 241.

[33] Azmi Özcan, Pan-İslamizm, Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ve İngiltere, ss. 53-54, İsam Yayınları, İstanbul-2020.

[34] Şehâbeddin Mahmud el-Âlûsî, Rûḥu’l-Meʿânî fî Tefsîri’l-Ḳurʾâni’l-ʿAẓîm ve’s-Sebʿi’l-Mes̱ânî, 17/185, Müessesetü’r-Risale, Beyrut-2010.

[35] Buhari, Mezalim, 5 (2446); Müslim, Birr, 66 (2585).

[36] Buhari, Edeb, 27 (6011); Müslim, Birr, 66 (2586).

[37] Azmi Özcan, “İslamcılık”, TDV İslam Ansiklopedisi, 23/63.

[38] İlhan Kutluer, “İslamcılık”, TDV İslam Ansiklopedisi, 23/65.

[39] İlhan Kutluer, “İslamcılık”, TDV İslam Ansiklopedisi, 23/66.

[40] Azmi Özcan, “İttihad-ı İslam”, TDV İslam Ansiklopedisi, 23/470.

[41] Abdürreşid İbrahim, 20. Asrın Başlarında İslam Dünyası, Çin ve Hindistan’da İslamiyet, 2/206-207, Yeni Asya Yayınları, İstanbul-1987.

[42] Kemal Karpat, İslam’ın Siyasallaşması, s. 255.

[43] Ali Merthan Dündar, Pan-İslamizm’den Büyük Asyacılığa, s. 53, Ötüken Yayınları, İstanbul-2021.

[44] Ali Merthan Dündar, Pan-İslamizm’den Büyük Asyacılığa, s. 120.

[45] Rusya’nın İstanbul Büyükelçiliği’nin II. Abdülhamid Dönemindeki Pan-İslamizm Hareketleri ile İlgili Raporu, (Çeviren: Ahmet Niyazov, Nariman Hasanov), Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016, Cilt: III, Sayı: 2, s. 200.

[46] Sultan Abdülhamid, Siyasi Hatıratım, ss. 178-180, Dergah Yayınları, İstanbul-1975.

[47] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/176 (6645); Darimî, Mukaddime, 43 (503); Hakim, Müstedrek, 4/555 (8662).

[48] Buhari, İlim, 39 (113).

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.