Musa Kâzım GÜLÇÜR
3 Şubat/2019
İmanın Yenilenmesi/Eskimesi ile İlgili Hadis-i Şerifler. 9
İMANI YENİLEME YOLLARINDAN BAZILARI 10
Giriş
Burada ele almaya çalışacağımız konu imanın yenilenmesi ve güçlenmesi ile eskimesi ve güçsüzleşmesi yönündeki şer’î beyanlar olacaktır.
“İman” kelime anlamı olarak; “emn-ü emân, emniyet, güven” manasında olup, bir habere veya hükme, kesin olarak ve gönülden gelerek inanmak, bir şahsın sözünü doğru kabulle mutlak manada tasdik etmek demektir.
Hz. Enes’in (ra) rivayeti ile, inanma ve tasdikin yanı sıra ikrarın da iman açısından çok önemli olduğuna Peygamber Efendimiz (sas) şu hadisleriyle işaret buyurmuşlardır:
عَنْ أَنَسٍ، عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ
يَخْرُجُ مِنَ النَّارِ مَنْ قَالَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ، وَفِي قَلْبِهِ وَزْنُ شَعِيرَةٍ مِنْ خَيْرٍ، وَيَخْرُجُ مِنَ النَّارِ مَنْ قَالَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ، وَفِي قَلْبِهِ وَزْنُ بُرَّةٍ مِنْ خَيْرٍ، وَيَخْرُجُ مِنَ النَّارِ مَنْ قَالَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ، وَفِي قَلْبِهِ وَزْنُ ذَرَّةٍ مِنْ خَيْرٍ
“Allah’tan başka Tanrı yoktur, Muhammed O’nun elçisidir deyip de kalbinde arpa ağırlığınca hayır bulunan kimse, Cehennem’den çıkacaktır. Allah’tan başka Tanrı yoktur, Muhammed O’nun elçisidir deyip de kalbinde buğday ağırlığınca hayır bulunan kimse, Cehennem’den çıkacaktır. Allah’tan başka Tanrı yoktur, Muhammed O’nun elçisidir deyip de kalbinde zerre ağırlığınca hayır bulunan kimse, Cehennem’den çıkacaktır.”[1].
İnanma ve ikrarın yanı sıra erkan ile amelin önemini beraberce ifade eden diğer bir diğer hadis-i şerifinde Resülullah (sas), Hz. Ali (ra) rivayeti ile şöyle buyurmaktadır:
عَنْ عَلِيِّ بْنِ أَبِي طَالِبٍ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلى الله عليه وسلم ـ
الإِيمَانُ مَعْرِفَةٌ بِالْقَلْبِ وَقَوْلٌ بِاللِّسَانِ وَعَمَلٌ بِالأَرْكَانِ
“İman, kalp ile marifet, dil ile tasdik ve erkân ile ameldir”[2].
Ehl-i Sünnet âlimlerinin cumhuru nazarında imanın hakikati; Allah Teâlâ’nın ulûhiyetini ve tevhidini, Hz. Muhammed (sas)’in peygamberliğini ve Allah’tan getirip tebliğ ettiklerinde sadık olduğunu dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir.
Hanefî mezhebinin imamı, büyük müctehid Ebu Hanife (v. 150/767) hazretleri Fıkh-ı Ekber’inde, imanı şu şekilde tarif eder:
“İman, ikrar ve tasdiktir. Yer ve gök ehlinin imanı, inanılacak hususlar itibarı ile ne artar ne de eksilir. Ancak iman, yakîn ve tasdik açısından hem artar hem de eksilir.” [3]
Mâtürîdiyye mezhebinin kurucusu, müfessir ve fakih Ebû Mansur el-Mâtürîdî (v. 333/944) hazretleri Kitâbu’t-Tevhîd’inde, imanın lügatte “tasdik” manasına geldiğini belirtir. [4]
İmam el-Mâtürîdî, Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber adlı eserinde de konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir:
“Sadece ikrarla iman olmaz. Çünkü sadece ikrarla iman olsaydı, bütün münafıkların mümin olmaları gerekirdi. Zira Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
(وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّ الْمُنَافِقٖينَ لَكَاذِبُونَ) “Allah şahitlik eder ki münafıklar yalancıdırlar.” (Münafikun 63/1)
Keza sadece marifetle de iman olmaz. Eğer sadece marifetle iman olsaydı, bütün kitap ehlinin mümin olması gerekirdi. Şu ayet-i kerimede olduğu gibi:
(اَلَّذٖينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَاءَهُمْ) “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Peygamberi, oğullarını tanır gibi (marifet) tanırlar.” (Bakara 2/146) [5]
İmam Maturidî’nin “iman” kelimesi ile ilgili bu tarifi, yukarıdaki hadis-i şerif ile tam bir şekilde örtüşmektedir.
Mâtürîdî’nin kurduğu Sünnî kelâm mezhebini geliştiren âlim Ebü’l-Muîn en-Nesefî (ö. 508/1115), Tebsıretü’l-Edille’sinde imanı, “Efendimiz’in (sas) Allâh (cc) katından getirdiği ve inanılması gereken iman rükünlerinin tamamını tasdik” olarak tarif etmektedir. [6]
Toparlayacak olursak, “iman” bir iç duyuş ve kalbî hissedişle (marifet / tasdik) hayat bulur. Bu inanılan prensiplerin dil ile ifadesi (ikrar), fikir ve düşüncelerin dışa vurumu haline gelir. İnanılan ve dil ile beyan edilen düşünce ve fikirlerin salih amele dönüşmesi, aza ve cevârihle pratiğe aktarılması vb. hususlar (erkân ile amel) ile tazeliğini korur, yenilenir, güçlenir ya da (hafazanallah) eskir, güçsüzleşir ve partallaşır.
İmanın Yenilenmesi

(Rad, 13/28)
Allah’a (cc) imanın, çeşitli vesilelerle yenilenebileceği ile ilgili olarak âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهٖ وَالْكِتَابِ الَّذٖى نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِهٖ وَالْكِتَابِ الَّذٖى اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰئِكَتِهٖ وَكُتُبِهٖ وَرُسُلِهٖ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَعٖيدًا
“Ey îmân etmiş olanlar! Allah Teâlâ’ya ve O’nun Peygamberine ve Peygamberine indirmiş olduğu kitaba ve daha evvel indirmiş olduğu kitablara imân ediniz. Ve her kim Allah Teâlâ’yı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse muhakkak ki pek uzak bir dalâlete ve sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa 4/136)
Müfessirler bu âyet-i kerimenin imanda devam ve sebata; taklit yoluyla yapılmış olan imanın, istidlal ve tahkik yolu ile geliştirilmesine; mücmel istidlallerle oluşturulmuş imanın tafsilatlı istidlallerle artırılması ve zenginleştirilmesine; tafsîlî delillerle Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine imanı neticesinde, insan zihninin hiçbir şekilde Allah’ın azametini kavrayamayacağını kabullenmesine işaret ettiğini belirtmişlerdir[8].
Bu âyet-i kerimenin bir benzeri Hadîd suresinde olup şu şekildedir:
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَاٰمِنُوا بِرَسُولِهٖ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِنْ رَحْمَتِهٖ وَيَجْعَلْ لَكُمْ نُورًا تَمْشُونَ بِهٖ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
“Ey imân etmiş olanlar! Allah’tan korkunuz ve O’nun peygamberine imân ediniz ki, size rahmetinden iki nasip versin ve sizin için bir nûr kılsın ki, onunla yürürsünüz ve sizin için mağfiret buyursun ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir” (Hadid 57/28).
Said b. Cübeyr (ra), bu âyet-i kerimenin Efendimiz’in (sas) ümmeti hakkında indiğini belirtmektedir[9]. Allah Teâlâ bu âyetle Efendimiz’in (sas) ümmetine de iman eden ehl-i kitaba verdiği gibi iki kat ücret verdiğini, ayrıca onlara fazladan bir nur ve af da verdiğini beyan etmiştir. Âyet-i kerime, iman etmiş kimselerin mutlaka Hz. Muhammed (sas)’e gönüllerinin ta içinden gelerek inanmalarının gereğini ve bu güçlü imanın arkasından gelecek büyük mükâfatı açıklamış olmaktadır.
İmanın Güçlenmesi

Ali İmran Suresinde imanın güçlenmesi ile ilgili olarak şu âyet-i kerimeyi müşahede etmekteyiz:
اَلَّذٖينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ اٖيمَانًا وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيلُ
“Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: “Düşmanlarınız olan insanlar size karşı ordu hazırladılar, aman onlardan kendinizi koruyun.” dediklerinde, bu tehdit onların imanlarını güçlendirmiş ve “Hasbunallah ve ni’me’l-vekil” “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!” demişlerdir.” (Ali İmran, 3/173)
İmam Kurtubî, bu âyet-i kerîme ile ilgili olarak şu yorumları aktarmaktadır: “Allah’ın (cc) bu âyet-i kerimedeki: “onların imanlarını güçlendirdi” beyanı, “müminlerin dinlerine olan tasdik ve yakînlerini, dinlerine yardımcı olmaktaki kararlılıklarını, güçlerini, cesaretlerini ve hazırlıklarını artırdı” anlamına gelmektedir. Bu anlamı ile imanın artışı, amellerdeki bir artışı ifade eder.
İbadet u taate “iman” denilmiştir. Çünkü Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
“İman, yetmiş küsur şubedir. Bunun en üstünü Lâ ilahe illallah sözü, en aşağısı ise yoldan rahatsızlık veren şeyleri kaldırmaktır. Hayâ da imandan bir bölümdür.” [10]
Hz. Ali’den (ra) de şöyle dediği nakledilmektedir: “İman, önceleri kalpte beyaz bir parlaklık olarak ortaya çıkar. İman arttıkça bu parlaklık da artar. -Hz. Ali’nin (ra) bu ifadesinde, imanın artıp eksildiğini kabul etmeyenlere karşı bir delil vardır.- Münafıklık da bu şekildedir. O da kalpte siyah bir karartı olarak ortaya çıkar. Münafıklık arttıkça kalp bütünüyle siyahlanıncaya kadar kararma devam eder.”
Bazı âlimler şöyle demiştir: “İman bir cevherdir. Mümin kalbindeki parlaklık, imanın gereği olan tutum ve davranışların birbiri peşi sıra temadisi ve imanın fiilen devamlılığı ile artar. Mümin kalbin, ardı arkasına gaflete düşmesi sonucunda ise iman eksilir.
Bir kısım âlimlerin kanaatine göre de imanın artıp eksilmesi deliller itibarı ile söz konusudur. Bir kimsenin imana dair sahip olduğu deliller artarsa, bu, imandaki bir güçlenme olarak kabul edilir. Peygamberlerin diğer insanlara üstünlüğü de işte bu bakımdandır. Çünkü peygamberler, imanı diğer insanların bildikleri şekil ve yollardan daha farklı pek çok şekil ve yollarla öğrenip bilmişlerdir[11].
Bir başka âyet-i kerimede de Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذٖينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ اٖيمَانًا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
“Hakikatte mümin olanlar o kimselerdir ki, Allah Teâlâ zikredildiği zaman yürekleri titrer ve onlara Cenâb-ı Hakk’ın âyetleri okunduğu zaman imanları ziyadeleşir ve Rablerine tevekkül ederler” (Enfal, 8/2).
Allah Teâlâ’nın burada yer alan; “âyetleri okunduğu vakit imanları ziyadeleşir” buyruğu, müminlerin tasdiklerini artırmaları anlamına gelmektedir. Çünkü şu andaki iman, dünkü imana bir ziyadedir. İkinci ve üçüncü defa tasdik eden bir kimsenin yaptığı da önceki tasdiklerine nispetle, kalbindeki genişliğin âyet ve delillerin çoğalması ile artışı demektir[12].
Tevbe suresinde ise şöyle buyurulmaktadır:
وَاِذَا مَا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ اَيُّكُمْ زَادَتْهُ هٰذِهٖ اٖيمَانًا فَاَمَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا فَزَادَتْهُمْ اٖيمَانًا وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ وَاَمَّا الَّذٖينَ فٖى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا اِلٰى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ
“Yeni bir sure indirildiğinde onlardan bazıları, “Bu inen kısım hanginizin imanını ziyadeleştirdi acaba?” diyerek vahyi küçümserler. Ama bu, iman edenlerin imanını ziyadeleştirir ve onlar sevinip birbirlerini müjdelerler. Fakat kalplerinde bir hastalık olanlara gelince, (o surenin nüzûlü) onların küfürlerine küfür katıp arttırmıştır ve onlar kâfirler oldukları halde ölüp gitmişlerdir” (Tevbe, 9/124-125).
İmam Razi hazretleri âyet-i kerîme ile ilgili olarak şu yorumu yapmaktadır: “Bir surenin inmesi sebebiyle hem müminler hem de kâfirler için iki şey tahakkuk etmiştir: Birincisi, bu surenin müminlerin imanını ziyadeleştirmiş olmasıdır. Bu sure inerken, onlar bunu mutlaka okuyor ve onun, Allah katından indirilmiş gerçek olduğunu itiraf ve kabul ediyorlardı. İkincisi ise, onların duydukları ve elde ettikleri sevinç ve müjdedir. Bazıları bu müjdeyi âhiretteki mükâfat manasına, bazıları dünyada elde ettikleri yardım ve muzafferiyete, bir kısmı da kendisiyle daha fazla mükâfat elde edilebileceği için yeni gelen mükellefiyetler sebebiyle hâsıl olan sevinç ve sürura hamletmişlerdir”[13].
Bir başka âyet-i kerimede Cenâb-ı Hak, hidayete erenlerin, hidayetini ziyadeleştirdiğini, onlara takvalarını (Allah’a karşı gelmekten sakınmalarını) ihsan ettiğini beyan buyurmaktadır. (Muhammed, 47/17). Çünkü Cenab-ı Hak hidayete erenlerin ilimlerini arttırmış, onlar da din adına dinlediklerini bilmiş, bildikleriyle amel etmiş, basiretleri ve peygamberleri tasdikleri artmış, sahih imanları sebebiyle kalplerine inşirah, haşyet ve takva ihsan edilmiştir[14].
Fetih suresinde yer alan bir âyet-i kerîme ise şöyledir:
هُوَ الَّذٖى اَنْزَلَ السَّكٖينَةَ فٖى قُلُوبِ الْمُؤْمِنٖينَ لِيَزْدَادُوا اٖيمَانًا مَعَ اٖيمَانِهِمْ وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٖيمًا حَكٖيمًا
“İmanlarını bir kat daha ziyadeleştirsinler diye müminlerin kalplerine güven indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır” (Fetih, 48/4).
Bu âyet-i kerîmedeki, “imanlarını kat kat ziyadeleştirmeleri için” ifadesi ile ilgili olarak İmam Razi hazretleri şu izahların düşünülebileceğini belirtmektedir:
a) Allah müminlere ard arda, peş peşe birtakım mükellefiyetler yükledi de onlar, o mükellefiyetlerden her birine tam iman edip, tasdik ettiler. Meselâ, Allah’ın bir olduğuna inanmakla emrolundular. Onlar da iman edip itaat ettiler. Savaşla, hacla emrolundular, onlara da iman edip itaat ettiler. Bu sebeplerle de imanları kat kat artıverdi.
b) Allah onlara, sekînet’i indirdi, böylece sabrettiler. Derken gayba iman etmek suretiyle, ilme’l-yakîn olarak bildikleri ilahî yardımı, ayne’l-yakîn şekilde müşahede ettiler de gayba inanmaya dayalı imanlarına, müşahedeye dayalı imanlarını katarak imanlarını katmerleştirdiler.
c) İtikadî esaslara imanlarının yanı sıra, fürûa ve amele dair olan hususlara da iman ederek imanlarını ziyadeleştirdiler. Çünkü onlar, Hz. Muhammed (sas)’in Allah’ın Resulü olduğunu, Allah’ın (cc) vahdaniyetini, haşrin mutlaka meydana geleceğini tasdikin yanı sıra, Hz. Peygamber (sas)’in söylediği şeylerin tümünün doğruluğuna, Allah’ın emrettiği her şeyin farz olduğuna da iman etmişlerdir.
d) Onlar fıtrî olan imanlarına, istidlali olan imanlarını da ekleyerek, imanlarını artırıp pekiştirdiler[15].
Konumuza ışık tutan diğer bir âyet-i kerimede ise Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
وَمَا جَعَلْنَا اَصْحَابَ النَّارِ اِلَّا مَلٰئِكَةً وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ اِلَّا فِتْنَةً لِلَّذٖينَ كَفَرُوا لِيَسْتَيْقِنَ الَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذٖينَ اٰمَنُوا اٖيمَانًا وَلَا يَرْتَابَ الَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَ وَلِيَقُولَ الَّذٖينَ فٖى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْكَافِرُونَ مَاذَا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًا كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدٖى مَنْ يَشَاءُ وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ اِلَّا هُوَ وَمَا هِىَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْبَشَرِ
“Biz, cehennemin görevlilerini ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını inkâr edenler için bir imtihan vesilesi yaptık ki kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın, kendilerine kitap verilenler ve mü’minler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kâfirler, “Allah, örnek olarak bununla neyi anlatmak istedi” desinler. İşte böyle. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarıdır.” (Müddessir, 74/31).
İmam Mâtüridî’ye göre de kalp ile tasdik her zaman yenilenebildiği için, küfürden her kaçış ve uzaklaşmada iman yenilenmekte ve ziyadeleşmektedir. Güçlenme ve yenilenme küfür için de mümkün olup küfür ehlinin inat, tekzip ve örtmede devamlılık ve sebatları küfürde artışı ve küfrün yenilenmesini beraberinde getirmektedir. Ona göre, “imanın ziyadeleşmesi”, inanılan şeylerin ayrıntılarının artmasına bağlı olarak, tasdikin şümulünün artması, ayrıntıları bilmeden tasdik ederken, ayrıntıları bilerek tasdik etme, tasdikin “icmâlî” halden, “tafsîlî” hâle gelmesidir[16].
İmam Razi hazretleri bu âyet-i kerîme münasebeti ile gelen; “Size göre imanın hakikati ne artar ne eksilir. Öyleyse bu ayet hakkında ne diyeceksiniz? sorusuna, “Biz bu ayeti, kişinin imanının ürünü ve neticesi olan şeylerin güçlenmesi manasına alıyoruz” demektedir. [17]
İmanın Yenilenmesi / Eskimesi ile İlgili Hadîs-i Şerîfler

(Allah’tan başka ilah yoktur, Hz. Muhammed Allâh’ın elçisidir.)
İmanın yenilenmesi hususu, Efendimiz (sas)’in mübarek beyanları içerisinde yer almaktadır. Peygamber Efendimiz (sas) bir defasında ashabına şu talimatta bulunmuştur:
“İmanınızı yenileyiniz.” Bunun üzerin, ashab hazeratı:
“Ya Rasulallah, imanımızı nasıl yenileyebiliriz?” diye sormuşlar, Efendimiz (sas) de;
“La ilahe illallah cümlesini tekrar etmekle” buyurmuştur. [18]
Bir defasında da şu şekilde bir ikazda bulunmuştur:
“La ilahe illallah zikrini ve istiğfarı sıklıkla yapmanız üzerinize bir görevdir. Çünkü İblîs; ‘Ben insanları günah işletmekle helak ettim, onlar ise beni ‘La ilahe illallah’ cümlesini söylemekle ve istiğfâr etmekle helâk ettiler’ demektedir” [19]
Efendimiz (sas), imanın yenilenmeye muhtaç olduğunu bizlere şu benzetme ile anlatmaktadır:
“Şüphesiz ki içinizdeki iman, tıpkı elbisenin eskidiği gibi eskir. O yüzden Allah Teâlâ’dan kalplerinizdeki imanı yenilemesini isteyin” [20].
Bir gün Resülullah (sas) Efendimiz;
“Kalpler, demirin paslandığı gibi paslanır.” buyurdular.
Bunun üzerine: “Onun cilâsı nedir ey Allâh’ın Resulü?” diye sorulunca, şu cevabı verdi:
“Kalplerin cilası Allâh Teâlâ’nın Kitabını çokça okumak ve Allâh Azze ve Celle’yi çokça anmaktır” [21].
Cenâb-ı Hak, imanlarını kat kat ziyadeleştirmek için müminlerin kalplerine sekîne (huzur, güven, itminan, Allâh’a içten bağlılık) indirdiğini beyan buyurmaktadır (Fetih, 48/4). Resülullah (sas) da sekîne ile ilgili olarak şu hususu belirtmektedirler:
“Bir grup, Allah’ın evlerinden birinde toplanır ve orada Allah’ın kitabını okur ve aralarında ders yaparlarsa, üzerlerine mutlaka sekine iner, ilahî rahmet onları kaplar, melekler onları sarar ve Allah da yanında bulunan mukarreb meleklere (tek tek) onları anar” [22].
İmanı Yenileme Yollarından Bazıları
Kur’an-ı Kerim Okuma
Kur’an okuyan bir kimse doğrudan Allah (cc) ile konuşuyor gibi olur. Çünkü hadis-i şerifinde Efendimiz (sas) şöyle buyurur:
“Kim Rabbi ile söyleşmek isterse, Kur’an-ı Kerim okusun.” [23]
Düzenli Kur’an okumak, Peygamber Efendimizin (sas) aksatmadığı ve çok önem verdiği bir sünnetiydi. Evs b. Huzeyfe (ra), arkadaşlarıyla birlikte Medine’de Peygamberimize (sas) misafir oldukları günleri şöyle anlatır:
“Allah Resûlü (sas) her gece yatsı namazından sonra yanımıza gelir ve bizimle İslâm üzerine konuşurdu. Mekke’de çektikleri sıkıntıları anlatırdı. Bir gece yanımıza biraz geç geldi. Ben;
‘Bu gece biraz geciktiniz yâ Resûlallah!’ deyince;
‘Kur’an’dan her gün okuduğum kadarını (hizbimi) bitirmeden çıkmak istemedim’ buyurdu.
Sabah olunca bu konuyu sahâbîlere sorduk. Onlar;
“Biz Kur’an’ı bölümlere ayırarak okuruz. Üç sûre, beş sûre, yedi sûre, dokuz sûre, kendi içinde birer okuma bölümü (hizb) oluşturur” dediler. [24]
İstiâze

“Eûzü bi kelimatillahi’t-tammâti min şerri ma haleka ve zerae ve berae”
“Bütün (insî ve cinnî) yaratıkların, hayvanların ve benzersiz bir şekilde var ettiği canlıların şerrinden Allâh’ın kusursuz kelamlarına (âyetlerine yani Kur’an’a) sığınırım.”
(Peygamber Efendimiz (sas)’in Miraçta okuduğu şerli yaratıklardan korunma duasıdır.)
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
فَاِذَا قَرَاْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجٖيمِ
“İmdi, Kur’an’ı okuyacağın zaman hemen o kovulmuş olan şeytandan Allah’a sığın” (en-Nahl, 16/98).
Ne sağından ve ne solundan bâtılın kendisine ulaşamadığı Kur’an okunacağında böyle bir ihtiyaç söz konusu ise, diğer amellerde elbette bu sığınmaya daha çok ihtiyaç vardır[25]. Bilhassa da kalbi gaflet bulutlarının sardığı zamanlarda[26] hemen istiâze ve istiğfara yönelmelidir. Kalbin kararmasının önüne ancak büyük ve samimi bir tevbe, evbe, inâbe ve teveccüh ile geçilebilir.
Efendimiz (sas), şimdi aktaracağımız hadîs-i şerîflerden şeytanın özellikle de kişinin imanına zarar vermeye çalışacağı ve bu duruma karşı ne yapılması gerektiği bizlere talim etmektedir:
“Şeytan sizden birine gelir ve ‘Şunu kim yarattı, bunu kim yarattı?’ diye diye nihâyet ‘Senin Rabbini kim yarattı?’ der. İş bu noktaya ulaşırsa kişi Allah’a istiâzede bulunsun ve o soruları sonlandırsın”[27].
Bu hadîs-i şerifin bir benzeri de şu şekildedir:
“Hiç şüphesiz ki şeytan sizlerden birine gelir ve (içinizden sessizce şöyle) sorar: “Seni kim yarattı?” Sen cevaben: “Allah” dersin. Bu kez “Peki, Allah’ı kim yarattı?” der. Sizden her kim içinde böyle bir şey bulursa: “Âmentü billâhi ve rusülihî (Allah’a ve peygamberlerine iman ettim)” desin. Çünkü böyle demek, bu hali ondan giderir (şeytan durmaz kaçar)”[28].
Hz. Peygamber (sas) dualarında, insana sıkıntı ve üzüntü verecek, onu zarara sokacak, dünya ve ahirette zillete düşürecek pek çok konuda Allah’a sığınmaktadır. Efendimiz (sas)’in cehennemden; cehennem ateşinden, kabir fitnesinden, her canlı şeyin ve nefsin şerrinden, yoksulluktan, borcun galebe çalmasından, tembellikten, küfürden, kötü ahlâktan, heva ve heveslerden; kederden, yaşlılıktan, felâketlerden Allah’a sığınması bunlar arasında sayılabilir[29].
İstiğfar

Peygamberimiz, istiğfar sayesinde vicdanın nasıl arındığını şu güzel benzetme ile anlatır:
“Kul bir hata işlerse kalbine siyah bir nokta konulur. Şayet o, (günahtan) vazgeçer, bağışlanma diler, tövbe ed(ip Allah’a dön)erse kalbi cilâlanır. Eğer (bunları yapmaz günah ve hataya) geri dönerse (siyah nokta) artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar. İşte Allah’ın ‘Yaptıkları yüzünden kalpleri pas tutmuştur.’ (Mutaffifîn, 83/14) diye anlattığı pas işte budur.” [30]
Şeddad b. Evs’in (ra), Efendimiz’den (sas) rivayeti ile “seyyidü’l-istiğfar” şu şekildedir:
اللَّهُمَّ أَنْتَ رَبِّي لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ خَلَقْتَنِي وَأَنَا عَبْدُكَ وَأَنَا عَلَى عَهْدِكَ وَوَعْدِكَ مَا اسْتَطَعْتُ أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا صَنَعْتُ وَأَبُوءُ إِلَيْكَ بِنِعْمَتِكَ عَلَىَّ وَأَعْتَرِفُ بِذُنُوبِي فَاغْفِرْ لِي ذُنُوبِي إِنَّهُ لاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ أَنْتَ
“Ey Allah’ım, Sen benim Rabbimsin. Senden başka ilâh yoktur. Beni Sen yarattın ve ben senin kulunum. Ben kulluğumda gücüm yettiği kadar sana verdiğim sözün ve senin vaadin üzereyim. Ya Rabbi, yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Senin bana ihsan ettiğin nimetleri ikrar ve itiraf ediyorum. Kendi kusur ve günahlarımı da itiraf ediyorum. Ya Rabbi, beni af ve mağfiret eyle. Zira Senden başka günahları affedecek kimse yoktur.” [31]
Duayı bu şekilde talimden sonra Efendimiz (sas) şöyle buyuruyor:
“Bu istiğfarı akşam yapan her kimse, şayet sabaha kadarki sürede kaderi vaki olursa (vefat ederse) ona Cennet kesinleşir. Sabah söyler de akşama kadar kaderi vaki olursa Cennet ona da kesinleşir.” [32]
Sonuç
İman, insanın yaratılma sebebidir. Bu bakımdan iman, insan için ebedî saadeti kazanma vesilesidir ve insanın imanını son nefesine kadar devamlı yenileyerek, güçlü bir şekilde muhafaza etmesi, her şeyden de daha önemlidir.
Hakikî imanı elde eden insan kâinata meydan okuyabileceği gibi, imanının güçlenmesi nispetinde de hâdiselerin tazyik ve baskısından kurtulabilir. Kişi, imanını güçlendirmek için âfâkta ve enfüsde Cenâb-ı Hakk’ın kendisine göstereceği işaretleri gözetmek, daimî surette bilgisini artırması için dua dua yalvarmak, istiğfar ve istiazeden uzak kalmamak, Kur’ân-ı Kerîm’i devamlı surette okumak, okuyup öğrendiklerini düşünüp değerlendirmek ve böylece âhirete yönelik hayatını düzene sokmak durumundadır. İyiyi, kötüyü, güzeli ve çirkini bu şekilde ayırt edebilenler, ahlâk ve davranış yönünden de yüksek bir şahsiyet kazanmış olurlar.
Cenâb-ı Hak’tan kâmil ve hâlis iman dileklerimizle…
[1] Buhârî, Îmân, 33 (44); Tirmizî, Cehennem, 9 (2593); İbn Mâce, Zühd, 37 (4312).
[2] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 6/226 (6254), 8/262 (8580), Dâru’l-Harameyn, Kahire-1995; İbn Mâce, Mukaddime, 9 (65); Beyhakî, Şuabü’l-İman, 1/47 (16), Dâru’l-Kütübi’l-İlmî-2000.
[3] Ebu Hanîfe, Şerhu Fıkhi’l-Ekber, s. 11, Daru’n-Nil, 2007.
[4] Ebu Mansur el-Mâturîdî, Kitâbu’t-Tevhîd, s. 426, (Tahk. B. Topaloğlu vd.), İrşad Kitabevi, İstanbul-2001.
[5] Ebû Mansur Muhammed b. Mahmud es-Semerkandî, Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber, s. 148, Katar, trsz.
[6] Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Tebsıretü’l-Edille fî Usûli’d-Dîn, 1/154, el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-Türâs, Mısır-2011.
[8] Er-Râzî, Fahruddin, Tefsîru’l-Kebîr Mefâtîhu’l-Ğayb, 11/76, Dâru’l-Fikr-1981.
[9] Et-Taberi, İbn Cerir, Tefsiru’t-Taberi, 22/436, Daru Hicr, Kahire-2001.
[10] Buhârî, İman: 3; Müslim, İman: 57-58, (35-36); Ebu Dâvud, Sünnet: 15, (4676); Tirmizî, İman: 6, (2617); Nesâî, İman: 16, (8, 110); İbnu Mâce, Mukaddime: 9, (57)
[11] El-Kurtubi, Ahmed b. Ebi Bekr, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, 5/424-425, Müessesetü’r-Risale-2006.
[12] Kurtubi, age, 9/451.
[13] Râzî, age, 14/236-237.
[14] Kurtubî, age, 19/264.
[15] Râzî, age, 28/80-81.
[16] İmam Maturidi, Tevilatu Ehli’Sünne, 2/290 (Hanifi Özcan, “Mâtüridî’ye Göre İman-İslâm-İhsân ve Küfür İlişkisi”, Diyanet İlmi Dergi, 29/3, s. 93).
[17] Râzî, age, 30/206.
[18] Ahmed İbn Hanbel, 2/359 (8695).
[19] Ebu Ya’lâ el-Mevsılî, Müsnedü Ebî Ya’lâ, 1/99 (136), Dâru’l-Kıble, Cidde-1988.
[20] Hâkim, Müstedrek, 1/45 (5), Dâru’l-Harameyn-1997.
[21] Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, 2/241 (3924).
[22] Müslim, Zikr 38, (2699); Ebu Davud, Edeb 68, (4946); Tirmizî, Hudud 3, (1425).
[23] Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1/320 (360), Dâru’l-Ma’rife-1972.
[24] Ahmed b. Hanbel, 4/9; İbn Mâce, İkâmetü’s-salavât, 178.
[25] Ebu’s-Suûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, 3/399, Mektebetu’s-Saâde, Riyad-1997.
[26] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 5/247 (5220), Dâru’l-Harameyn-1995.
[27] Fiten, 15, Rikâk, 52; Müslim, Fiten 4, 7, 10, Zikr, 47-52, 61, 62, 66, 73, 76, 96, Birr, 109, 110, Fadâilu’s-Sahâbe, 140, Eymân, 36.
[28] Ahmed b. Hanbel, 6/257 (26246).
[29] Buhârî, Deavat, 35-46, Et’ime, 28, Eşribe, 30; Bedü’l-Halk, II, Edeb, 76, Tefsiru Sûre, 6/2, Ezân, 149.
[30] Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 83 (3334); İbn Mâce, Zühd, 29.
[31] Tirmizî, Deavât, 15.
[32] Tirmizî, Deavât, 15.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.