Rüşvet ve Yolsuzluk

Musa Kâzım GÜLÇÜR

19 Şubat/2019

Rüşvet ve yolsuzluğun varlığı en eski tarihlerden beri bilinmekte, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’ın rüşveti haram kıldığı konusunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır. Günümüzde bu sorunla ilgili olarak Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Dışişleri Görevlileri için Rüşvetle Mücadele Teşkilatı (1997) ve Amerikan Devletleri Örgütü Yolsuzluğa Karşı Amerikan Sözleşmesi (1996) gibi müesseselerin oluştuğunu görmekteyiz. Daha sonraki girişimler, Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi (2005) ile Afrika, Asya ve Avrupa’daki rüşveti önleme mekanizmalarıdır. Bu girişimlerin amacı, rüşvet ve yolsuzluk suçlarını önleme ve bu konudaki yasaların tavizsiz olarak uygulanmasını temin için kapsamlı bir mevzuatın üye devletlerce yürürlüğe konulması hususunda küresel bir baskı yapmaktır.

Rüşvetin Kelime Anlamı

Arapça’da, kuş yavrusunun kendisini beslemesi için annesine uzanmasını ya da deve yavrusunun emmek için boynunu uzatmasını ifade eden “raşâ” fiilinden isim olan rüşvet (ç. rûşen, rîşen), ra harfinin üç harekesiyle de (rüşvet, raşvet ve rişvet) okunabilen, sözlükteki anlamlarından her birisinin ıstılah manasıyla yakın bağlantısı bulunan bir kelimedir. Aynı kökten türeyen “rişâ” kelimesi, kuyudan su çekebilmek için kovaya bağlanan ip anlamına gelir (bkz. Yusuf, 12/19).[1]

“Rüşvet” kelimesi; “haksız bir menfaat sağlamak için verilen ödül, ücret veya ödenen bedel; yetkiyi, görevi veya nüfuzu kötüye kullanarak elde edilen gayr-i meşru menfaati” ifade eder. Rüşvet, karşılıklı çıkar teminine ve iltimasa dayandığı için “musânaa” (karşılıklı iyilik yapmak) ve “muhâbât” (kayırmak) kelimeleriyle de ifade edilmiştir. Rüşvet verene “râşî”, alana “mürteşî”, aracılık yapana “râiş” denilir.[2]

“Yolsuzluk” kelimesi ise; kamu görevinin özel çıkar sağlamak için kötüye kullanılması (Dünya Bankası), kamu güç, görev ve yetkisinin rüşvet, irtikâp, kayırmacılık, sahtekârlık ve zimmet yoluyla özel çıkar elde etmek için kötüye kullanılması (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) şeklinde tanımlanmaktadır.

4 Ocak 2009 tarihli Avrupa Konseyi Yolsuzlukla Mücadele Özel Hukuk Sözleşmesi 2. maddesinde yolsuzluk; “kişinin, yürüttüğü görevlerin veya gerekli davranışların yasalara uygun bir şekilde yerine getirilmesinde sapmalara yol açan rüşvet veya başka her türlü yasadışı menfaatin talep edilmesi, teklif edilmesi, verilmesi ya da kabul edilmesi” olarak tanımlanmaktadır.[3]

Arapça “rüşvet” kelimesi ile Türkçemizdeki “yolsuzluk” kelimeleri müteradif/eş anlamlı kelimeler halindedir. Dolayısı ile makalenin bundan sonraki kısmında “rüşvet” kelimesi ile aynı zamanda “yolsuzluk” manasını da kastetmiş olacağız.

Rüşvetle İlgili Âyet-i Kerîmeler

İslâm’ın temel kaynağı Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerde “rüşvet” kesin bir dille yasaklanmış, dünyevî ve uhrevî cezasının büyüklüğüne hassasiyetle dikkat çekilmiştir. Cenâb-ı Hak Tebârake ve Teâlâ, insanların mallarının haksızlıkla, haram bir şekilde ve rüşvetlerle yenilmesini yasakladığı Bakara sure-i celîlesinde şöyle buyurmaktadır:

وَلَا تَاْكُلُوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَا اِلَى الْحُكَّامِ لِتَاْكُلُوا فَرٖيقًا مِنْ اَمْوَالِ النَّاسِ بِالْاِثْمِ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hâkimlere (idarecilere veya mahkeme hâkimlerine) vermeyin.” (Bakara, 2/188)

İmam Râzî hazretleri, âyet-i kerimede beyan buyurulan rüşvet yasağının “sarkıtma” kelimesi (tüdlû) ile teşbîhinde iki izah şekli bulunduğunu belirtir:

a) Rüşvet, ihtiyaç ipi demektir. Nasıl ki ip vasıtasıyla su ile dolu olan kova uzaktan yakına ulaşıyorsa, bunun gibi rüşvet sebebiyle de gerçekleşmesi güç olan gayeler tahakkuk ediyor.

b) Kovanın ip ile hiç bir engele ta­kılmadan kuyuya inmesinde olduğu gibi, Hâkim de rüşvet alması sebebiyle, hükmünde hiç bir araştırmaya girişmeden kararını verir.[4]

Malların meşru olmayan şekilde dolaşımını, haram ve gasp ile insanların maddî/manevi hayatlarının yok edilmesini yasaklayan âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:

يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَاْكُلُوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ اِلَّا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ وَلَا تَقْتُلُوا اَنْفُسَكُمْ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُمْ رَحٖيمًا

“Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda meşrû olmayan yollarla değil, ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yiyebilirsiniz. Sakın haram yiyerek, başkasının hakkını gasp ederek kendinizi öldürmeyin. Allah size pek merhametlidir.” (Nisa, 4/29)

Bu âyet-i kerîme, insanların mallarını gayr-ı meşrû yöntemler kullanarak yemenin toplum hayatında ortaya çıkarabileceği yıkıcı sonuçları ifade etmektedir. Batıl bir şekilde insanların malını yeme aslında bir öldürme eylemidir. Dolayısı ile rüşvet, faiz, kumar, karaborsa, yolsuzluk, dolandırıcılık ve hırsızlık gibi yöntemler bir toplumda yaygınlaşıyorsa, o toplum kendi kendini öldürmeye ve yok oluşa yaklaşıyor demektir.

İmam Râzî hazretleri bu âyet-i kerîme ile ilgili olarak şu izahı yapmaktadır:

a) “Bâtıl” kelimesi; “ribâ, gasb, hırsızlık, hainlik, yalancı şahitlik, yalan yere yemin ederek mal elde etmek ve hak olan şeyi inkâr etmek” gibi şeriatte helâl olmayan her şeye verilmiş bir isimdir. Âyet-i kerîme bu manaya hamledilirse, mücmel hale gelir. Bu durumda âyetin takdiri, “Aranızda bulundurduğunuz malları meşru ol­mayan bir yolla yemeyiniz” şeklinde olur.

b) İbn Abbas ve Hasan el-Basri (ra)’den rivayete göre de: “Bâtıl, bir kimsenin malından karşılıksız olarak alınan her şeydir.” Bu izaha göre âyet mücmel olmaz. Bu âyet-i kerimenin Nur, 24/61 ile nesh olduğu iddialarına karşı İbn Mesûd; “Bu âyet muhkem olup nesh edilmemiştir. Kıyamete kadar da nesh olunmayacaktır” demiştir.[5]

İnsanların mallarının haksızlıkla yenilmesinin dünyevî ve uhrevî sonuçları ile ilgili diğer bir âyet-i kerimede Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

فَبِظُلْمٍ مِنَ الَّذٖينَ هَادُوا حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ طَيِّبَاتٍ اُحِلَّتْ لَهُمْ وَبِصَدِّهِمْ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ كَثٖيرًا وَاَخْذِهِمُ الرِّبٰوا وَقَدْ نُهُوا عَنْهُ وَاَكْلِهِمْ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِرٖينَ مِنْهُمْ عَذَابًا اَلٖيمًا

“Hâsılı o Yahudilerin; yapmış oldukları zulümleri, insanları Allah yolundan menetmeleri, kendilerine yasaklanmış olmasına rağmen faizi almaları ve halkın mallarını haksızlıkla yemeleri yüzünden Biz, kendilerine daha önce helâl kıldığımız bazı temiz nimetleri haram kıldık ve kâfir kalanlarına da can yakıcı azap hazırladık.” (Nisa, 4/160-161)

İmam Râzî hazretleri bu âyet-i kerîme ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmaktadır:

İşte bu dört şey (zülüm, hak dinden yüz çevirme, fâiz ve rüşvet), Allah’ın onlara hem dünyada hem de ahirette şiddet göstermesine sebep olmuştur. Cenâb-ı Hakk’ın, dünyada şiddetli davranması, daha önce de bahsedildiği gibi, leziz ve helal şeyleri onlara haram kılmasıdır. Âhirette şiddetli davranması ise, “Onlardan kâfir olanlara, pek acı veren bir azab hazırladık” âyeti ile anlatılan husustur.[6]

Hz. Peygamber (sas),

Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et!” buyurunca,

“Ey Allah’ın resulü! Kardeşim mazlum ise yardım ederim, zalim ise nasıl yardım edeyim?” diye sorulmuş, Resülullah da;

Onu zulmetmekten engellersin, senin ona yardımın budur” cevabını vermiştir.[7]

Haram Yiyiciler

İnsanların mallarının yalan-dolanla ve haram yollarla yenilmesini yasaklayan âyet-i kerimede Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ اَكَّالُونَ لِلسُّحْتِ فَاِنْ جَاؤُكَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ اَوْ اَعْرِضْ عَنْهُمْ وَاِنْ تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَنْ يَضُرُّوكَ شَيْپًا وَاِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطٖينَ

Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet. Allah âdil olanları sever.” (Maide, 5/42)

Bu âyet-i kerimenin “hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler” cümlesinde “semia/dinledi” ve “ekele/yedi” fiilleri “tef’îl” bâbından gelmekte, dolayısı ile bu insanların “yalana kulak verme ve batıl yollarla başkalarının mallarını haram şekilde yemelerinin çok aşırı ve şiddetli” olduğu, rüşvete ve yalana adeta doymadıkları, söz konusu fiillerin âyet-i kerimede çoğul halleri ile gelmesinden de yalana ve harama çokça dalan bu kimselerin gayr-ı meşru faaliyetlerini bir çete halinde yürüttükleri anlaşılmaktadır.

İmam Kurtubî, bu âyet-i kerîme ile ilgili olarak şu yorumları yapmaktadır: “Suht” kelimesi, sözlükte “helak ve bela” anlamındadır. Yüce Allah (aynı kökten olmak üzere) “Sizi azab ile helak eder” (Tâ-Hâ, 20/61) buyurmaktadır. Haram mala “suht” denilmesi ise, kişinin dinini helake atması, silip süpürmesi, taatleri giderip kökten imha etmesinden dolayıdır.

Ferrâ şöyle diyor: “Suht” kelimesinin anlamı, açlıktan dolayı yemeğe saldırmayı ifade eder. Bu kelime, yemeği çokça yiyen kimse hakkında kullanılır. Rüşvet ve haram ile beslenen bir kimse, kendisine sunulan şeylere karşı duyduğu aşırı aç gözlülükten dolayı, midesine çokça yemek dolduran kimseye benzetilmiş gibidir. Ha­rama “suht” denilişinin sebebi, insanın mürüvvetini kökten alıp götürdüğünden dolayıdır.

İbn Mes’ud, “suht” rüşvettir demektedir. Ömer b. el-Hattab’a göre (ra) ise; hâkimin aldığı rüşvet de “suht” kabilindendir. Peygamber (sas)’ın da şöyle dediği nakledilmektedir: “Suht yemekten dolayı insan vücudunda ziyadeleşen her bir zerre ateşe daha bir layıktır.

‘Ey Allah’ın Resulü, suht nedir?’ diye sordu­lar. Hz. Peygamber cevaben şöyle buyurdular:

‘Hüküm vermek için alınan rüşvettir.’ [8]

Suht kelimesinin rüşvet anlamına geldiği Hz. Ömer, Ali, Abdullah b. Mes’ud, Abdullah b. Abbas ve Zeyd b. Sabit gibi sahabilerle Mücahid b. Cebr, Katade b. Diame ve Dahhak b. Müzahim (r. anhum) gibi tabiin devrinin ileri gelen âlimlerinden de nakledilmektedir.[9]

İbn Huveyzimendâd da der ki: Kişinin makam ve mevkisî dolayısıyla bir şeyler yemesi, “suht” kapsamı içerisindedir. Bu da bir kimsenin, sultanın/idarecinin nezdindeki mevkisi sebebi ile rüşvet verilerek ihtiyacının görül­mesi suretiyle olur. Bir hakkı iptal etmek yahut da caiz olmayan bir şey karşılığında rüşvet almanın “suht” ve haram olduğu hususunda âlimler arasında görüş ayrılığı yoktur.

Ebu Hanife (rahimehullah) şöyle demektedir:

Hâkim rüşvet aldığı takdirde, onu tayin eden tarafın­dan azledilmese dahi derhal azlolur ve o andan itibaren vermiş, olduğu bü­tün hükümler de bâtıl olur. Zeccâc, suht kelimesinin azar azar gidermek, yok etmek manasına geldiğini söylemiştir.[10]

Arapçadaki “suht” kelimesinin, İbranicede “rüşvet” anlamına gelen “şohad” kelimesinden geldiği de söylenmektedir.[11]

Günahta, düşmanlıkta ve haramda yarışmanın kötülüğü, din adamları ve âlimlerin bu kötü ve iğrenç yarışa mutlaka dur demeleri gereğini önemle ikaz eden âyet-i kerîme de şöyledir:

وَتَرٰى كَثٖيرًا مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ لَوْلَا يَنْهٰیهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ

“Onlardan çoğunun günahta, düşmanlıkta, haram yemede birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Yapmakta oldukları şey ne kötüdür! Din adamları ve âlimleri onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten men etselerdi ya! İşledikleri (fiiller) ne kötüdür!” (Maide, 5/62-63)

Bu âyet-i kerimede geçen “suht” kelimesi; gasp, yağma, kumar, kâhinlik- falcılık-fahişelik ücreti gibi yasak fiillerle elde edilen kazançları kapsamaktadır. Suht kapsamına giren bu fiillere bakıldığında ortak noktalarının utanç veren, yüz kızartan, ifade edilmesinde çirkinlik bulunan ve bu yönüyle işleyenin gizleme ihtiyacı duyduğu ahlak ve din dışı eylemler olma niteliği taşıdığı görülmektedir. Bu tür davranışlarda bulunanların insanlık onuruna yakışmayan ve dini değerlerle bağdaşmayan bir fiili irtikâp etmiş oldukları bu kelime ile ifade edilmiş olmaktadır.[12]

Süfyan b. Uyeyne şöyle bir rivayeti aktarmaktadır:

Cenâb-ı Hak Teâlâ meleğe bir kasabayı yerle bir etmesini emretmiş, melek:

Rabbim, o kasabada filan âbid vardır” deyince Yüce Allah ona şöyle buyurmuştur:

Git, önce ondan başla. Çünkü o âbid (gördüğü münkerlerden dolayı) Benim rızam için yüzünde bir an bile değişiklik olmamış kimsedir.” [13]

Allah (cc) bu âyet-i kerimede, ehl-i kitabın âlimlerinin, rüşvet alan ve veren kimseleri bu günahtan nehiy etmemelerini kınamakta ve uyarmakta, iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı terk eden ilim adamlarını kuvvetli bir şekilde azarlamaktadır. Âyet-i kerimedeki bu kınama ve azar, nehy-i ani’l-münkeri terk eden din adamlarının, tıpkı o münkerleri yapan kimseler gibi olduklarına delâlet etmektedir. Çünkü Cenâb-ı Hak, haram yiyicileri “yapmakta oldukları bu şey ne kötüdür!” diyerek zemmederken, nehy-i ani’l-münkeri terk eden âlimleri/din adamlarını ise daha kuvvetli bir şekilde ayıplamıştır.

Şöyle ki, Allah (cc), günah işleyen, düşmanlık yapan ve rüşvet yiyenler hakkında, “yapmakta oldukları şey elbette ne kadar kötü!” derken ya’melûn kelimesini kullanmakta; nehy-i ani’l-münkeri terk eden âlimler/din adamları hakkında ise “yapmakta oldukları şey elbette ne kadar kötü!’’ derken de yasnaûn kelimesini kullanmaktadır. “Yasnaûn” kelimesinin ifade ettiği mana, “ya’melûn” kelimesinin ifade ettiği manadan daha güçlüdür. Çünkü “amel”, iyice yerleşmiş, kökleşmiş ve sağlamlaşmış olduğu zaman “sanea” fiili kullanılır. Cenâb-ı Hak bir önceki ayette “ya’melûn” lafzıyla, rüşvet yiyen kimselerin günahını, henüz “kökleşmemiş bir günah”; nehy-i ani’l-münkeri terk eden âlimlerin günahını ise “yasnaûn” lafzıyla, “kökleşmiş ve iyice yerleşmiş bir günah” olarak beyan etmektedir.

İbn Abbas (ra); “Bu âyet, Kur’ân’daki en ağır ayetlerden birisidir” derken, Dahhâk da; “Kur’ân-ı Kerim’de bundan daha korkutucu bir ayet yoktur” demektedir.[14]

Hadîs-i Şerîflerde Rüşvet

Resülullah (sas), hükümde rüşvet alan ve rüşvet veren (ve aracılık eden) kimseyi lanetlemiştir.[15] Bu bir lanet ve bedduadır. Bu lanet Hz. Peygamberin lanetidir. Bu lanete uğrayanlar hem dünyalarını hem de ahiretlerini yitirirler.

Muaz İbnu Cebel (ra) şöyle anlatıyor:

Resülullah (sas) beni Yemen’e göndermişti. (Hareket edip) yürüdüğüm zaman arkamdan birini göndererek geri çağırdı. (Yanına varınca):

Sana niye adam gönderip (geri çağırdığımı) biliyor musun? Benim iznim olmadan hiçbir şey almayacaksın. Zira bu ğulüldür (hırsızlık). Kim ğulül yaparsa, aldığı şeyle kıyamet günü (Allah’ın huzuruna gelir). İşte bu (hususu tenbih etmek için) seni çağırdım, artık işine gidebilirsin.[16]

Ebu Ümame’nin rivayetine göre Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse din kardeşine herhangi bir konuda aracılıkta bulunur da, o da (buna karşılık) kendisine bir hediye verir, hediye verilen de hediyeyi kabul ederse çok büyük bir faiz kapısı açmış olur.[17]

Hadîs-i şeriften, devlet makamları veya başka merciler nezdinde birinin işini takip ederek ona yardımcı olma karşılığında hediye almasının bir tür haram kazanç, riba veya rüşvet kapsamında olduğu, hediyenin veren veya alan açısından haksız kazanç yahut en azından sebepsiz iktisap vasıtası haline gelebileceği anlaşılmaktadır.[18] Hz. Peygamber (sas) bir gün muhatabı Kab İbn Ucre’ye şöyle buyurmuştur:

Ey Ka’b, rüşvet (yiyerek bitip büyüyen) et (yani insan) asla cennete girmeyecektir.[19]

Hz. Peygamber (sas) nüfuzu kötüye kullanıp menfaat temin etmenin her türlüsünü yasaklamıştır. Zekât tahsiliyle görevlendirdiği İbnü’l-Lütbiyye’nin vazifesi sırasında kendisine verilen hediyeleri sahiplenmesi üzerine öfkelenmiş ve şöyle buyurmuştur:

Annesinin babasının evinde oturmuş olsaydı kendisine böyle hediyeler verilir miydi? Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki herhangi biriniz bu malda hıyanet yaparak haksız bir şey alırsa kıyamet gününde o malı böğüren bir deve veya bir sığır yahut meleyen bir koyun şeklinde boynunda taşıyarak getirecektir.[20]

Bu hadîs-i şerîf, devlet görevlilerine verilen hediyelerin hıyanet kapsamında olduğunu açık bir şekilde beyan etmektedir.

Hediyeler konusunda Resul-i Ekrem’in uyarılarını dikkate alan Hulefa-i Raşidîn’in, özellikle valilere yolladıkları genelge ve talimatlardan, hediye görünümü verilerek rüşveti meşrulaştırma çabalarına karşı büyük hassasiyet gösterdikleri anlaşılmaktadır.[21]

Mer’î Hukukumuzda Rüşvet

180 ülkede 2019 yılı kamu hizmeti yolsuzluk algı endeksi

5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Dördüncü Kısmı olan Millete ve Devlete Karşı Suçlar’ın Birinci Bölümü, Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar paragrafında; zimmet, irtikâp, rüşvet ve nüfuz ticareti gibi suçların tanımları yapılmıştır.

Söz konusu bölüm 247’inci maddede zimmet,görevi nedeniyle zilyetliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu malı kendisinin veya başkasının zimmetine geçiren kamu görevlisi suçu olarak tanımlanmaktadır.

250’inci maddede, görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi “icbar” eden kamu görevlisinin irtikâp suçu işlediği kaydedilmektedir. Ancak bu maddenin hemen devamında “icbar” kavramına da açıklık getirilmekte ve “kamu görevlisinin haksız tutum ve davranışları karşısında, kişinin haklı bir işinin gereği gibi, hiç veya en azından vaktinde görülmeyeceği endişesi ile kendisini mecbur hissederek, kamu görevlisine veya yönlendireceği kişiye menfaat temin etmiş olması halinde, icbar sureti ile irtikâp suçunun varlığı kabul edilir” denilmektedir. 251’de zimmet veya irtikâp suçunun işlenmesine kasten göz yuman denetimle yükümlü kamu görevlisinin, işlenen suçun müşterek faili olarak sorumlu tutulacağı ifade edilmektedir.

Bu kadar şerî ve merî hukuk kaideleri ve evrensel ahlâk kuralları ortada iken bazı kimselerin; “Hayır işlesin diye teşvik ve sevk ettiğiniz kimseler Müslüman iseler ve siz istemeseniz bu yardımı yapmayacak idiyseler ve/veya bir daha iş ve ihale alamam diye bu yardımı yaparlarsa bundan ecir (sevap) alamazlar. Ama kayıtlı ve şeffaf olmaları şartıyla hayır kurumları bundan istifade edebilirler; çünkü onların bir zorlamaları ve baskıları söz konusu değildir, verenin de baskı altında verdiği bilgisine sahip değillerdir”[22] demeleri, yukarıda aktardığımız TCK’nın 250. maddesi uhdesindeki, kamu idaresinin dürüstlük, tarafsızlık ve güvenilirliğine, diğer taraftan da bireyin karar verme özgürlüğünün korunması konusundaki “korunan hukuksal yarar” felsefesine ve amacına aykırılık arz etmektedir. Bırakınız işin maddi yanını, hukukçular irtikâpta “manevi yarar”ın dahi irtikâp suçunu oluşturduğunu kabul etmektedirler.[23] Yine bu söz konusu cümlelerdeki durumun TCK m. 39/2-a dâhilinde[24] olup olmadığı ise ayrı bir konudur. Kanaatimizce, “hayır işlesin diye teşvik ediyoruz” iddiası akla, şer’e, mer’î mevzuata ve izana zıttır.

Madde 252’de, görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, bir kamu görevlisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat sağlayan kişinin rüşvet suçunu işlemiş olacağı, rüşvet ilişkisinde dolaylı olarak kendisine menfaat sağlanan üçüncü kişi veya tüzel kişinin menfaati kabul eden yetkilisinin, kamu görevlisi sıfatını taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın, müşterek fail olarak cezalandırılacağı hükme bağlanmaktadır.

Kamu görevlisi sıfatını taşıyıp taşımadıklarına bakılmaksızın, görevlerinin ifasıyla ilgili bir işin yapılması veya yapılmaması amacıyla doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, menfaat temin, teklif veya vaat edilmesi; bunun kişiler tarafından talep veya kabul edilmesi; bu menfaatlere aracılık edilmesi; bu ilişki dolayısıyla bir başkasına menfaat temin edilmesinin de rüşvet suçunu teşkil ettiği kaydedilmiştir.

Madde 255’te, kamu görevlisi üzerinde nüfuz sahibi olduğundan bahisle, haksız bir işin gördürülmesi amacıyla girişimde bulunulması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, kendisine veya bir başkasına menfaat temin eden kişinin nüfuz ticareti suçu işlemiş olacağı, menfaat temini konusunda sadece anlaşmaya varılması halinde dahi, suçun tamamlanmış olduğuna hükmolunmuştur. Nüfuz ticareti suçuna aracılık eden kişi müşterek fail olarak kabul edilmiş, nüfuz ticareti ilişkisinde dolaylı olarak kendisine menfaat sağlanan üçüncü gerçek kişi veya tüzel kişinin menfaati kabul eden yetkilileri de nüfuz ticareti suçunun müşterek failleri olarak kabul edilmiştir.[25]

Sonuç

Rüşvet, yolsuzluk, zimmet, irtikâp ve nüfuz ticareti gibi suçlar, hem dinimizin hem modern hukukun hem de demokratik ve insan haklarına dayalı rejimlerin en küçük şekilde dahi müsamaha gösteremeyeceği büyük günahlardan birisidir.

İslam âlimleri rüşvetin haram olduğu hususunda icmâ etmiştir. Suçun, topluma etkisi oranında ceza yönü artar veya azalır. Dolayısı ile başta adliye teşkilatındakiler olmak üzere üst düzey memurların aldığı rüşvetin dünyevî ve uhrevî cezasının daha büyük olması gerektiği belirtilmiştir. Rüşvetin, görevli kimsenin bilgisi dâhilinde çocuklarına veya ailesinden birisine verilmesi de aynı sonuçları doğurur.[26]

Rüşvet, yolsuzluk ve irtikâp, gizli bir şekilde gerçekleşse bile hemen herkes üzerinde olumsuz etkilere sahiptir ve bu olumsuzluğun küresel etkisini de göz ardı etmemek gerekmektedir. Rüşvet, yolsuzluk ve irtikâp, Afrika, Latin Amerika ve Asya’daki gelişmekte olan ülkelerden, Avrupa ve ABD’ye kadar uluslararası ticaret ve hükümetler açısından oldukça tehlikeli bir alandır.

Rüşvet ve yolsuzluk gibi fert ve toplum hayatını çürüten ve yok eden hastalıkların ortadan kaldırılması için daha geniş ölçekte çaba ve kararlılık gösterilmesi, rüşvet ve yolsuzluğu durdurmak için kısa vadeli olarak yolsuzlukla mücadele bildirgeleri, dürüstlük sözleşmeleri; uzun vadede ise dini-ahlâkî prensip odaklı girişimler gibi müşterek proje ve çalışmaların artırılması gerekmektedir.

Rüşvetsiz, zimmetsiz ve irtikapsız parlak bir insanlık dileği ile…


[1] Fahru’r-Razi, Mefatihu’l-Ğayb, 5/128, Dâru’l-Fikr-1981; Köse, Saffet, “İslam Hukukuna Göre Rüşvet Suçu ve Cezası”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, s. 139-140, sayı: 11, 2008.

[2] DİA, Rüşvet maddesi, 35/303.

[3] http://www.seffaflik.org/detay_tr.asp?GID=56&MenuID=57

[4] Razi, age, 5/128.

[5] Razi, age, 10/71-72.

[6] Razi, age, 11/107.

[7] Buhârî, Mezalim, 4; İkrah, 7.

[8] Buhari, İcare, 16.

[9] DİA, agm, 35/303; Köse, agm, s.147.

[10] Ebubekir el-Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmil’l-Kur’an, 7/484-486, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut-2006.

[11] Köse, agm, s.147.

[12] Köse, agm, s.148.

[13] Kurtubi, age, 8/81.

[14] Razi, age, 12/42.

[15] Tirmizi, Ahkâm 9, (1336); A. İ. Hanbel, Müsned, V/279 (6532).

[16] Tirmizi, Ahkâm 8, (1335).

[17] Ebu Davud, Büyu, 82 (3535); Azîmâbadî, Avnü’l-Ma’bûd, IX/456 (3524), Medîne-1969.

[18] DİA, Hediye md., 17/154.

[19] Darimî, Rikak, 60 (2818); Sahîhu İbn Hibban, Salât, 9 (1723).

[20] Buhari, Eymân, 3; Hiyel, 15; Hibe, ı7; Ahkâm, 24, 41; Müslim, İmare, 26-29; Ebu Davud, İmare, ıı; Darimi, Zekât, 30; Siyer, 52.

[21] DİA, agm, 35/304.

[22] http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HayrettinKaraman/rusvete-ve-yolsuzluga-fetva-verilmez/45227

[23] Prof. Dr. Tezcan, Durmuş-Prof. Dr. Erdem, Mustafa Ruhan-Yrd. Doç. Dr. Önok, R. Murat, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, s. 862-863, Seçkin Yayınevi, Ankara-2010.

[24] TCK Madde 39(2) Aşağıdaki hallerde kişi işlenen suçtan dolayı yardım eden sıfatıyla sorumlu olur:

a) Suç işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat etmek.

[25] http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5237.pdf

[26] DİA, agm, 35/303.

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.