Musa Kazım GÜLÇÜR
6 Ağustos/2019
İçindekiler
Cenâb-ı Hakk’a Ait Tenzîhî ve Selbî Sıfatlar 1 Giriş 1
A. Allâh’a (cc) Ait Âlî Sıfatlar 3
B. Cenâb-ı Hakk’a Ait Tenzîhî ve Selbî Sıfatlar 4
Cenâb-ı Hakk’a Ait Tenzîhî ve Selbî Sıfatlar 1 Giriş

Bismillahirrahmanirrahim,
Hamd-ü bî kıyâs ü bî-hadd ve şükrü sipâs-ı lâ yüad mine’l-ezel ile’l-ebed, dostlarının kalplerini mana ve beyanın hayat veren nefhaları ile dirilten, insanların dillerine ve gönüllerine, faziletinin bolluğu ile bilgelik ve açıklık pınarlarını nebean ettiren, Kur’ân-ı Kerîm, Efendimiz (sas), akıl, örf ve gelenek yolları ile vahiy hakikatlerinin bulunmasını ilham eden, zamanları bilgi ışıkları ile aydınlatan, gökleri ve yerleri enva-i çeşit bediî sanat eserleri ile süsleyip, güzelleştirip, insanlar ve canlılar için bir beşik ve karargâh yapan, Âferîdekâr şeş cihet ü zemîn ü âsmân ve rûh bahşende-i ins ü cân olan İzd-i Mennân Hazretlerine cedîr ü şâyândır.
Allâh (cc), kemal ve cemal-i mutlaktaki vasıfları ve esmâ-i hüsnâsı itibarıyla, öyle bir mabûd-u bilhak ve öyle bir maksûdun bil istihkaktır ki lütuf ve ihsanını isteyenlerin dilekleri hiç bitmese bile, O’nun nimet hazineleri tükenmez. Kullarının suçlarının çokluğu, deniz ve çöl kumları kadar sayısız olsa bile, O’nun affetme ve bağışlaması asla yok olmaz.
Ve salât ü selâm-ı nâ ma’dûd ve dürûd-i sitâyiş-i ğayr-i mahdûd, gece ile gündüz birbirini izledikçe, Nesr yıldızları karşı karşıya durdukça, gökler ve yerler var oldukça, ol kürsînişîn-i risâlet-i kübrâ, şeref yâfte-i izn-i şefâat-i uzmâ ve ihâtakâri-i ilm-i ğayb ile müstesnâ olan Habîb-i Cenâb-ı Kibriyâ, hâtemü’r-rusül-i ve’l-enbiyâ, Muhammedeni’l-Mustafa aleyhi efdalu’s-salâti ve ezke’t-tehâyâ Hazretlerine şâyeste ve revâ ve âl ü ashâb-ı etbâına sezâdır.

Şiir
“Ya İlahi gönlüme, ver muhabbet tâdını,
Kılmayayım gayra muhabbet, sil gönülden yâdını,
Kalbim ile fikr edip, dilim zikr ede âdını,
Ref eyle kalpten hicâbım, görüne Zât u Sıfât.
Gider masivayı kalpten, koyma gayrın vârını,
Lütf edip gönlüm gözünün, siliver ğubârını,
Açılıp gönlüm gözü, çün seyr idem esrârını,
Ref eyle kalpten hicâbım, görüne Zât u Sıfât.
Bu gönül mir’ât-ı Hak’tır, görünür dostun yüzü,
Gördüler gönül içinde, buldular dosta izi,
Ancak âşıklar, gönülde kıldı dost ile râzı,
Ref eyle kalpten hicâbım, görüne Zât u Sıfât.
Ya İlahi, Bursevi’nin gönlünü sâfi kılıp,
Kılmayıp gayra nazar, kalp cümleden fânî olup,
Vechinin envarı, gözden gitmeyip bâkî kılıp,
Ref eyle kalpten hicâbım, görüne Zât u Sıfât.”[1]
A. Allâh’a (cc) Ait Âlî Sıfatlar

İnsan, yaratılışı konusunda düşünüp başlangıcının ne olduğu, ne gibi yaratılış merhalelerinden geçtiği, sonunda nasıl yaratılışı tamamlanmış bir varlık haline geldiğini dikkatle izlediğinde, yaratılışını üstlenmiş, kendisini bir seviyeden alıp daha üst bir dereceye ulaştırmış, eksiklikten mükemmelliğe doğru yükseltmiş yüce bir Yaratanın varlığı ve birliğini kesin olarak anlar. Zaruri bir şekilde Kadîr, Alîm, Mürîd bir yaratıcısının mevcut olduğu sonucuna ulaşır.
Bu açıdan her Müslüman birey, Allah’ın bütün kemâl sıfatlara sahip, noksan sıfatların hepsinden de uzak olduğuna gönülden inanmalı, O’nun varlığı ve birliğine yani tevhid düşüncesine de aksine yer vermeyecek şekilde bağlanmalıdır. Bu sebeple de inancını güçlü tutacak vesilelere müracaat etmelidir. Bu yazının bir anlamda ana konusu budur.
Ehl-i sünnetin tamamı, “Allâh (cc), Zâtında birdir, cüzlere ayrılmamıştır. Ezelî sıfatlarında tektir, benzeri yoktur. Fiillerinde birdir, ortağı yoktur” şeklinde inanmaktadır.
İslam alimleri hem Kur’ân-ı Kerîm’den hem de sünnet-i sahihadan istinbat ettikleri bilgilerle Allâh’ın (cc) sıfatları konusunu, genel olarak “tenzihi ve selbi” ile “zâtî ve subutî” sıfatlar olarak iki kısımda mütalaa etmişlerdir.
“Tenzihi ve Selbî” sıfatlardan amaç, Allah Teala’nın herhangi bir şeye ihtiyaç duymadığına, her türlü kusur ve eksiklikten uzak olduğuna inanma ve bunu dille ikrar etme yani söylemedir. Allah’ın Zatı, mutlak zengin ve mutlak mükemmel olduğu için eksiklik ve muhtaçlığı ifade eden bütün sıfatlardan uzaktır.
Hak Teâlâ, kendisini hangi sıfatlarla vasıflandırmışsa o sıfatlara, hangi isimlerle adlandırmışsa o isimlere sahiptir. O, isim ve sıfatları ile kadimdir, ezelidir, başlangıcı olmayan, zamanlar ve mekânlar üstüdür. Hiçbir şekilde mahlukatına benzemez. Zatı, yaratılmış diğer zatlara, sıfatları yaratılmış diğer sıfatlara asla benzetilemez.
Mahluk varlıkların, hâdis sıfat, isim, emare ve işaretleri, sonradan olma yönü ile O’nda bulunmaz. O, sonradan olan her şeyden öncedir. O’ndan başka ezeli bir varlık, O’ndan başka bir ilah kesinlikle yoktur. O, cisim, madde, şekil, şahıs, cevher ve araz değildir. O’nu, zaman, mekân ve fikirler kapsayamaz.
Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine ait yüce ve yüksek sıfatlar ve güzel isimlerin var olduğunu kabul etmek ve söylemek, Allâh (cc) ile yarattığı varlıklar arasında benzerlik olmasını gerektirmemektedir. Yüksek sıfatların ve güzel isimlerin kabulüne duyulan ihtiyacın asıl sebebi, bu yüksek sıfatlar ve güzel isimler aracılığı ile insan zihni ve kalbinin marifetullaha ve muhabbetullaha giden yolda yürüyebilmesi içindir. Çünkü, Allâh (cc) yücelik ve azamet sıfatları ile vasfedilmek istendiğinde bu ancak, şahitteki yani insandaki bilgi ve kavrama ile oluşabilecektir. Ancak, algı dünyamız içerisinde ifade edebildiğimiz isim ve sıfatları Allâh (cc) için kullanırken, benzerlik vehmini reddeder ve mesela şöyle söyleriz: “Allâh (cc) sonsuz şekilde bilendir. Fakat O’nun (cc) bilmesi, biz yaratılmış varlıkların bilmesi gibi değildir.” Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine ait yüce ve yüksek bütün sıfatlar ve sayısız güzel isimlerde de aynı şey söz konusudur.
(لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَ وَهُوَ اللَّطٖيفُ الْخَبٖيرُ)
“Ona gözler erişemez. O (nun ilmi) ise bütün gözleri ihata eder. O, (kulları hakkında) gerçek rıfk-u lütuf sahibidir. (Her şeyden) haberdardır.” (Enam, 6/103)
B. Cenâb-ı Hakk’a Ait Tenzîhî ve Selbî Sıfatlar

Tenzîhî ve Selbî Sıfatlar; Vücud, Kıdem, Bekâ, Muhalefetün-li’l-havâdis, Kıyam binefsihi ve Vahdâniyet’tir.
İcmâlî bir şekilde söylemek istersek, Tenzîhî ve Selbî Sıfatlardan Vücud, Cenâb-ı Hakk’ın, mümkünü’l-vücud olan biz insanlardan ve diğer canlılardan bütünü ile farklı, varlığının zorunlu yani Vâcibu’l-Vücud olması; Kıdem, Ezelî olması, evvelinin olmaması; Bekâ, Ebedî olması, sonu olmaması; Muhalefetün-lil-havâdis, Allâh’ın Zâtının, mahlukatın zatlarına, Yüksek Sıfatlarının da mahlukatının sıfatlarına benzememesi; Kıyam binefsihî, Allâh’ın varlığının devamının Zâtından olması, başkasının yardımıyla olmaması; Vahdaniyet, Allâh’ın bir olması, ortağı bulunmamasıdır.
Bu “tenzihi ve selbî” sıfatların ayrıntılarına biraz sonra ayrı ayrı girmeye çalışacağız. Ancak Cenâb-ı Hakk’ın “ne olmadığı” ile ilgili kısa bir giriş yapmak istiyoruz.
Yüce Allah (cc), bazı felsefecilerin iddia ettikleri gibi heyuli, yani kendisinden her şeyin var edildiği, kendisinde varlıkların suretleri zahir olan ilk prensip, ilk cevher, ilk madde değildir. Çünkü heyulinin özelliği sadece infial, yani bir tesir ediciden, bir fiilden etkilenen, etki altında kalan olmasıdır.
İnfial durumu, araz olarak nitelendirilen, yani kendi kendine var olmayıp görünmesi için bir asla, bir cevhere muhtaç olan şeylerin en basitidir. Mesela renkler bir arazdır. Görünebilmek için bir maddeye muhtaçtır.
Yüce Allah (cc) suret ve şekil de değildir. Çünkü suretlerin ve şekillerin özelliği, ya arazların sirayet ederek ve yayılarak o suret ve şekillere hulul edebilmesi, ya da yoğunluk ve hacim suretiyle o suretlerin ve şekillerinin ya da özelliklerinin değiştirilebilmesi, böylece onlara hulul edilebilmesidir.
Celâli ve şanı yüce Hak Teâlâ ise, kendi ile münferid, sıfatları ile tek bir Zattır. Hiçbir varlıkla iç içe geçmez ve birleşmez. Cisimlere hulul etmediği gibi arazlar da O’na hulul edemez. O’nun Zat’ında O’ndan başkası yoktur.
Yüce Allah (cc) cisim de değildir. Çünkü cisim, suret ve boşluklara sahip heyuliden mürekkeptir. Vacibu’l vücud, varlıktaki en tek varlıktır. Herhangi bir boşluğa muhtaç olmayan Samed’dir.
Yüce Allah (cc) araz da değildir. Çünkü araz çok çabuk meydana gelir ve çok çabuk yok olur. Beka bulması söz konusu değildir. Cenâb-ı Allâh asla fani olmayıp, ezeli, ebedi ve bâkidir.
(تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِى الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ)
“Azamet, saltanat ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir.” (Rahman, 55/78)
Ayet-i kerimede geçen “Celâl” sıfatı, O’nu başkasına benzemekten tenzihi ifade eder. “İkrâm” sıfatı ise sahip olduğu keremi ve ululuğu ifade eder. Birincisi eksikliklerin olumsuzlanması, ikincisi ise kemalatı gerektirmesi anlamındadır.
1. Vücûd

Bu sıfat, Allah Teâlâ’nın mutlak mevcudiyetini ifâde eder. Allah Teâlâ’nın varlığı başka bir varlığa bağlı olmayıp, Zâtının gereğidir. Yani vücûdu, Zâtıyla kaimdir ve Zâtının vâcib/zorunlu bir sıfatıdır. Allah’ın zâtı varlığını gerektirdiğinden O’na atfedilmesi zorunlu olan ilk sıfat vücûddur. Bu sebeple Hak Teâlâ’ya Vâcibü’l-Vücûd denilmiştir. Bâzı kelâm âlimleri, Vücûd sıfatına, Sıfat-ı Nefsiyye adını vermişlerdir.
Vücûd’un zıddı olan adem (yok olma) Allah Teâlâ hakkında muhaldir. Allah’ın yok olduğunu iddia etmek, kâinatı ve içindeki varlıkları inkâr etmeyi gerektirir. Çünkü her şeyi yaratan ve var eden O’dur. O’nun vacipliği, varlığının kuvveti ve benliğinin şiddetidir. Öyle ki ikiliğe yer bırakmaz. Yüce Allah, kutsi bir hadiste şöyle buyurmuştur:
“Kibriyâ benim ridâm, azamet benim izârımdır. Kim bu iki şeyde benimle niza ederse ona azap veririm.”[2]
Yüce Allâh’ın varlığı, birliği, sonsuz güç ve kudreti ile ilgili Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok âyet-i kerîme bulunmaktadır. Bu âyet-i kerîmelerden bir tanesi de Âyet el-Kürsî’dir. Âyet el-Kürsî’yi anlamaya çalıştığımız “Kur’ân-ı Kerîm’deki En Büyük Âyet ve Manevi Bir Zırh Olarak Âyet el-Kürsî” başlıklı yazımızı sitede inceleyebilirsiniz.
Şimdi, Allâh’ın varlığının ve birliğinin işaretçilerinin beyan edildiği diğer bir âyet-i kerîmeye bakmaya çalışalım:
(اِنَّ فٖى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُولِى الْاَلْبَابِ)
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.” (Ali İmran, 3/190)
Sadece bu ayet-i kerîme dahi güzelce düşünülürse, Yüce Allah’ın varlığına, kuvvet ve kudretinin büyüklüğüne dair sayısız deliller önümüze çıkar. Astronomi, kozmografya, biyoloji, kimya, ruhiyat (psikoloji) ve anatomi gibi ilimlerin verdiği bilgileri göz önüne getirenler, bu ayet-i kerîmenin işaret ettiği delillere pek güzel akıl erdirebilirler.
Peygamber efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:
“Yazıklar olsun o kimseye ki, bu ayeti okumuş da üzerinde düşünmemiştir.”[3]
2. Kıdem

“O hem evveldir hem âhirdir, hem zahirdir, hem batındır. O, her şeyi kemâliyle bilendir.” (Hadîd, 57/3)
Kıdem kelimesi, Cenâb-ı Allâh’ın varlığının başlangıcının olmaması ve başkasına ihtiyaç duymaksızın mevcut olması demektir. Allah Teâlâ kadîmdir, ezelîdir. Yani yok iken sonradan var olmuş değildir. Geçmişe doğru ne kadar gidilirse gidilsin, Cenâb-ı Hakk’ın olmadığı bir an, bir zaman, tasavvur edilemez. Aslında zaman ve mekânı yaratan da O’dur. Allah Teâlâ zaman ve mekân kayıtlarından münezzeh, ezelî ve kadîm bir Zât-ı Zülcelâldir.
Allah’ın, “Evvel” ismi de bu “Kıdem” sıfatını pekiştirmekte, O’nun varlığının zaman üstülüğünü ifade etmektedir. Kıdem, varlığından önce yokluğun bulunmamasıdır. Allah kıdem sıfatı ile Kadîmdir. İlimle Alîm, kudretle Kadîr, irade ile Mürîd olması gibi. Kıdem, Allah’ın zâtından yokluğu nefyettiği için tenzihî-selbî sıfatlar arasında yer almaktadır.
Kıdem’in zıddı olan hudûs, sonradan olma, belli bir zamanda yaratılma, Allah Teâlâ hakkında muhaldir. Yüce Allah’tan başka ne varsa bunların hepsi hâdistir, sonradan olmuşlardır. Bütün varlıklar Allah’ın kudreti ile yaratılmışlardır. Onun ezelî varlığı ile beraber olabilecek hiçbir şey yoktur. Alemler sonradan yaratılmıştır.
3. Bekâ

Bekâ, Allah Teâlâ’nın varlığının sonu olmaması, daima var bulunması, varlığına herhangi bir yokluğun gelemeyeceği (fenânın selbi) anlamına gelir.
Allah Teâlâ’nın varlığının başlangıcı olmadığı gibi, sonu ve nihayeti de yoktur. O hem kadim ve ezelî hem de bâki ve ebedîdir.
(وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى)
“Ve Allah hayırlıdır ve ebedîdir.” (Taha, 20/73) ve
(وَيَبْقٰى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ)
“Celâl ve ikram sahibi olan Rabbinin Zâtı bâki kalacaktır.” (Rahman, 55/27)
Naklettiğimiz âyet-i kerîmeler, “Bekâ” sıfatına açıktan işaret ederler. Zaten kıdemi sabit olan bir varlığın, bekası da vacip olur. Bekanın zıddı fena, yani bir sonu olmaktır. Bu ise, Allah Teâlâ hakkında muhaldir.
Bekâ, âlemin yaratıcısı olan Allah’ın ezelden beri mevcudiyeti yani kıdem sıfatı ile yakından ilgilidir. “Zeval bulmaz, ölmez” manalarına gelen “lâ yezâl” ve “lâ yemût” lafızları da Cenâb-ı Hakk’ın Bekâ sıfatını ifade için kullanılmaktadır. Bekâ, Vücûd gibi bir “sıfat-ı nefsiyye” olup Zât üzerine zâit ve ondan ayrı değildir. Zât ile özdeştir, bu sebeple hiçbir şekilde Zâttan ayrılabilecek bir sıfat olarak düşünülemez.
Sonradan meydana gelen bütün varlıklar, Allah’ın kudreti ile meydana gelmişlerdir. Yine Allah’ın kudreti ile yok olurlar, yine var olurlar ve binlerce değişikliklere uğrayabilirler. Fakat Yüce Allah Bakî’dir, değişiklikten ve yok olmaktan beridir. Çünkü O, başkasının kudret eseri değildir ki, onun kudreti ile yokluğa gitsin veya değişikliğe uğrasın. Aksine bütün varlıklar O’nun kudretinin birer eseridir. Onun için Yüce Allah’ın şanında yokluk ve değişiklik düşünülemez. Her şey yok olmaya mahkumdur; ancak azamet ve ikram sahibi Allah’ın varlığı kalıcı ve süreklidir.
4. Vahdaniyet

Vahdaniyet, birlik, yalnız başına olmak, benzeri olmamak, çoğalmaktan, parçalara ayrılmaktan ve eksilmekten beri bulunmak gibi manaları ifade eden bir sıfattır. Bu sıfatları taşıyana “Vahid” denir ki, gerçekte var olan, parçalara bölünmekten ve cüzlerin bir araya gelerek toplanmasından beri bulunan zat demektir.
Bu sıfat da Yüce Allah’a mahsustur. Onun için Yüce Allah zatında, ulûhiyetinde, mabudiyetinde ve diğer bütün sıfatlarında birdir. Ortaktan, eşi ve benzeri bulunmaktan beridir. Kendisinde artmak, eksilmek, cüzlere ayrılmak, başka varlıklarla birleşmek gibi haller asla bulunmaz.
Vahdâniyyet, Allah’ın (cc) ulûhiyyeti itibarı ile dengi olmayan, yaratıklara özgü niteliklerden uzak ve unsurlardan teşekkül etmeyen bir varlık olduğunu ifade eder.
Vahdaniyet, Allah Teâlâ’nın kemal sıfatlarının en önemlisidir. Çünkü bu sıfat, Allah Teâlâ’nın Zâtında, sıfatlarında, fiillerinde bir olduğunu, saltanat ve icraatında ortaksız bulunduğunu ifade etmektedir.
Allâh’ın (cc) vahdaniyeti dört şekilde düşünülür:
a. Zâtında Vahdâniyyet. İlâhî zâtın hücreler gibi unsurlardan ve organlardan meydana gelmemesi ve birleşik varlık niteliği taşımamasıdır.
b. Sıfatlarında Vahdâniyyet. Bütün sıfatlarının eksiklikten münezzeh olması ve her birinin alanıyla ilgili her şeyi kapsamasıdır.
c. Rubûbiyyette Vahdâniyyet. Vahdâniyyetin bu kısmı Allah’ın ibadet edilmeye lâyık yegâne varlık olmasını ifade eder.
d. Fiillerinde Vahdâniyyet. Allah’ın Zâtı, sıfatları ve mâbud oluşunda dengi bulunmadığı gibi fiillerinde de dengi olmamasıdır.
5. Muhâfeletün li’l-Havâdis

“Bir şeyin diğer bir şeye aykırı olması” anlamına gelen “muhâlefet” ile “sonradan vücut bulanlar, yaratılmış olanlar” manasındaki “havâdis” kelimesinden oluşan “muhâlefetün li’l-havâdis” terkibi, “yaratılmışlara benzememek” anlamıyla Allah’ın tenzîhî sıfatlarından biridir. Allah’ın, sonradan vücut bulan varlıklara “benzememesi” demektir.
Allah Teâlâ ne zatında ne de sıfatlarında kendi yarattığı varlıklara benzemez. Biz Allah’ı nasıl düşünürsek düşünelim, O, hatır ve hayâlimize gelenlerin hepsinden başkadır. Çünkü hâtıra gelenlerin hepsi hâdis, yani sonradan yaratılmış, yok iken var edilmiş şeylerdir. Allah Teâlâ ise, vücudu vâcip, kadîm ve bâkî, her şeyden müstağni, her türlü noksandan uzak, bütün kemâl sıfatlara sahip olan İlâhî ve Mukaddes bir Zât-ı Celle ve Alâdır.
Şüphe yok ki, böyle yüce bir Zât, önce yok iken sonra vâr olan, bilâhare tekrar zeval bulan varlıklara benzemez. Cenâb-ı Hak Zâtının benzersizliğini, Kur’ân-ı Kerîm’de şu sözlerle tavsif etmiştir:
(لَيْسَ كَمِثْلِهٖ شَیْءٌ وَهُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ)
“Onun “Hak Teâlâ’nın) benzeri yoktur. O, her şeyi işitici ve görücüdür” (Şûra, 42/11)
Bu manayı teyiden: “Her ne ki senin aklına geliyor, işte Allah Teâlâ onun gayrısıdır” denilmiştir.[4]
“Muhâlefetün li’l-havâdis” sıfatı, “Zâtının kendinden başka varlıkların zâtına, sıfatlarının da onların sıfatlarına hiçbir şekilde benzememesi” şeklinde formüle edilebilir.
6. Kıyam bi-Nefsih

(Beyhaki, Şuabu’l-İman, Hadis no: 9751; Hâkim, Müstedrek, 1/509.)
Kıyam bi-Nefsih, Allah’ın bizâtihi mevcut olduğu, var olmak için başkasına muhtaç bulunmadığı, dolayısıyla O’nun dışındaki her şeyin varlık kazanması ve mevcudiyetini sürdürebilmesinin ancak O’nun ile mümkün olabildiğini ifade eder. Allah Teâlâ’nın, başka bir varlığa ve mekâna muhtaç olmadan Zâtı ile kaim olması demektir.
Mevcudatın hepsi, sonradan vücuda gelmiştir. Bu sebeple de bir Yaratana ve bir mekâna muhtaçtırlar. Buna mukabil her şeyin yaratıcısı olan Allah Teâlâ’nın vücudu, Zâtının gereğidir ve varlığı hiçbir şeye muhtaç değildir. O, her şeyin Hâlikı ve yaratıcısıdır. O’ndan başka her şey mahlûktur.
“Her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kâinatı idare eden” anlamındaki ve “kıyam” kelimesi ile irtibatlı “kayyum” kelimesi hem âyet el-kürsî’de (el-Bakara 2/255) hem de Âl-i İmrân 3/2 ve Tâhâ 20/111’de geçmektedir.
Hak Teala’nin ezelî ve ebedî kendi varlığı mukaddes zatının gereğidir, asla başkasından değildir. Bunun için Allah Teala’ya Vacibü’l-Vücud (varlığı kendinden dolayı gerekli) denilir. O’nun varlığı, başka bir var edene muhtaç olmaktan beridir.
Allâh (cc), hiçbir zaman yokluğu düşünülemeyen, herhangi bir mekâna, sebebe, mûcit ve müessire ihtiyaç duymayan, her türlü acz ve eksiklikten uzak, Ezelî ve ebedî, Vâcibü’l-Vücûd olan yegâne varlıktır.
Ey kavranmaktan münezzeh, Zâtında ve Sıfatlarında eşsiz, ey Ezelî, ey Ebedî, ey Dehrî, ey Hayy, ey Kayyûm, ey bizlerin ve her şeyin İlâhı;
Arşının rükünlerini dolduran Cemâlinin hatırına, kötü gördüğün her şeyi kalplerimizden silmeni, haşyetin, marifetin, şevkin, emniyetin ve afiyetinle bizleri sarmanı, rahmet ve bereketinle muameleni, doğruyu ve hikmeti ilham etmeni, korkanların ilmini, Zâtına yönelenlerin yönelişini, yakîn sahiplerinin ihlasını, sabredenlerin şükrünü, sadık kullarının tevbesini, Seni nasıl bilmemiz gerekiyorsa o şekilde bilinceye kadar kalp, ruh, sır, hafî ve ahfâmıza marifetini ve muhabbetini lütfetmeni dileriz.
İnşallah, “Cenâb-ı Hakk’a Ait Zâtî ve Sübûtî Sıfatlar 2” yazısı ile devam etmeye çalışacağız.
[1] Meraj Niknam, Bursevî Muhyiddin Efendi (1550-1680), Hayatı, Edebi Kişiliği ve İlahîleri’nin Tahlili, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul-2014, s. 352.
[2] Müslim, Birr 136; Ebu Davud, Libas 29.
[3] İbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed el-Büstî (ö.354/965), Sahîh İbn Hibbân bi Tertîb İbn Belbân, I-XVIII, (thk. Şuayb el-Arnavut), Müessesetü’r-Risâle, 2. Baskı, Beyrut 1993, C. 2, s. 386 (Hadis no: 620).
[4] Ebü’l-Kâsım İsmâîl b. Muhammed b. el-Fazl et-Teymî el-İsfahânî (ö. 535/1141), El-Hucce fi Beyani’l-Mahacce, (Tahkik: Muhammed b. Mahmud), I-II, Dâru’r-Râye, trsz. C. 2, s. 107.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.