Musa Kâzım GÜLÇÜR
19 Şubat/2019
Giriş
Ticarete uygun bir malı yine ticarete uygun başka bir mal/para karşılığında kâr amaçlı olarak değiştirmeye ticaret veya alış-veriş, bu mesleğin mensubuna da tacir (çoğulu tüccar) denir. Yeryüzü, insanlar için rızık temin etme yeri kılınmıştır (Hicr, 15/20; Müzzemmil, 73/20). Ancak ticaretle uğraşan bir Müslümanın, işlerini Allah’ın razı olacağı bir usulde yürütebilmesi için ticaretle ilgili dini hükümleri ana hatlarıyla bilmesi gerekir[1]. Belki de bu sebeple Hz. Ömer (ra), “Dinî konularda yeterli fıkhî bilgisi olmayanlar bizim pazarımızda satış yapmasın”[2] diyerek ticarî hayatta dini prensiplere uygun davranmanın önemine dikkat çekmiştir.
Kur’an-ı Kerîm, müminlerin haftalık bayramları olan Cuma günü ezanın okunması ile birlikte alışverişin bırakılmasını, Allah’ı anma ve namaz için camilere intikal edilmesini, Cuma namazının edasından sonra ise ticarî hayatın devamı, dolayısıyla da rızkın temini için alışverişe kalan yerden devam edilmesini tavsiye etmektedir (Cuma, 62/9-10). Hac gibi önemli bir ibadet vaktinde dahi ticari işlemlerin devamında herhangi bir mahzur/günah bulunmadığı beyan edilerek, ticaretin toplumsal hayat için lüzumuna ve zaruretine ayrıca dikkat çekilmektedir (Bakara, 2/198).
Kur’an-ı Kerim’in; Nisa, 4/29 veBakara, 2/188 ayetlerinde, insanların hayatlarını devam ettirebilmeleri için mecbur oldukları mal değişiminin zorbalık, bozgunculuk, haksız ve haram yollarla değil, ancak ideal olan ticaret yoluyla ve karşılıklı rıza ile gerçekleştirilebileceği açık bir şekilde görülmektedir.
Ticaretin Önemi
Ticaretin tarihi insanlığın tarihi ile yaşıttır denilebilir. Nitekim ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem (as), o günün şartlarına göre çiftçilik, dokumacılık, fırıncılık ve aşçılık yapmıştır. Yine Hz. İdris (as) terzilik, Hz. İbrahim (as) kumaş ticareti, Hz. Nuh (as) ile Hz. Zekeriya (as) marangozluk, Hz. İsa (as) kunduracılık, Hz. Eyüp (as) çiftçilik mesleğinin öncüleri olmuşlardır. Ayrıca Hz. Davut (as) zırh yapmış ve yaptığı zırhı satarak hem geçimini sağlamış hem de sadaka vermiştir. Hz. Süleyman (as) ise Yüce Allah’ın yardımıyla rüzgârın gücünden yararlanmıştır (Neml, 27/40)[3].
Efendimiz (sas) peygamberlikten önce Mekke’de yüksek ahlâk ve dürüstlük temelinde ticari faaliyetlerde bulunmuş[4], peygamberliğinden itibaren ise ticarî hayata İslâmî ve şerî ölçüleri yerleştirme konusunda gerekli hassasiyeti en üst seviyede göstermiştir[5]. Sahabenin; “Ya Resulallah, hangi kazanç daha üstündür?” sorusuna,“Kişinin emeği ile kazandığıdır” demiş, arkasından da “her alış-veriş mübarektir”[6] diye eklemiştir.
Bu açılardan, insan hayatının en önemli faaliyetlerinden ticaretin belirli bir ahlâkının olması, âlî prensiplerinin bireylerce benimsenip özümsenmesi, ticarî faaliyetlerin usulüne uygun yapılabilmesi için bazı hukukî ve ahlâkî kuralların yaygınlaşması büyük önem taşımaktadır. Şimdi ticari hayatta bilhassa da tacirler tarafından dikkat edilmesi gereken bazı ahlâkî prensiplere kısaca yer vermeye çalışacağız.
Ticarette Doğru ve Güvenilir Olma
İslâm, insanın hemen her muamelesinde sadakati ya da dürüstlüğü ön plana alır. Müslümanın temel özelliği dürüst olması, aldatmamasıdır. Efendimiz (sas), dürüst tüccarların kıyamet gününde arşın gölgesinde gölgeleneceklerini beyan buyurmuş[7], alışverişin helal ve bereketli olmasını da alıcı ve satıcıların dürüstlükte kalmaları şartına bağlamıştır[8]. Kusurlu mal satışının helal olmayacağını[9], kusurlu mal satan kişinin Allâh’ın öfkesine maruz kalacağını, meleklerin bu şekilde satış yapan tüccarlara sürekli lanet edecekleri uyarısında bulunmuştur[10].
Efendimiz (sas) bir pazar yerinde buğday satıcısının ıslak kısmı kuru kısmın altına koyduğunu fark edince: “Bu ıslaklığı herkesin görmesi için en üste koyman gerekmez miydi?” diyerek uyarmış, arkasından da “Bizi aldatan bizden değildir”[11] diyerek oldukça önemli bir ilkeyi ve küllî bir kuralı belirlemiş, aldatmanın Müslüman ahlâkından olamayacağına dikkat çekmiştir.
Cenâb-ı Allâh ölçü ve tartıda dürüstlükten ayrılmamayı emretmiş (En’âm, 6/152; İsrâ, 17/35; Şuarâ, 28/181-183; Rahman, 55/9) “Veyl (azap, yazıklar) olsun ölçüde tartıda noksanlık edenlere ki, onlar insanlardan ölçüp (haklarını) aldıkları zaman tam olarak alırlar. Fakat insanlara (verilmek üzere) ölçtükleri veya onlara tarttıkları zaman eksiltirler” (Mutaffifîn, 83/1-3) buyurarak ticaretteki dürüstlüğün önemini beyan buyurmuştur. İmam Gazzâlî; bu veyl’den kurtuluşun tek yolunun aldığı parayı biraz eksik almak, verdiği malı biraz fazla vermek olduğunu, tartı ve ölçüde eksik yapmaktan aşırı derecede sakınılmaya çalışılması gerektiğini, bunun tövbesi zor bir günah olduğunu, hak sahiplerinin toparlanıp haklarının iadesinin neredeyse imkânsız olduğunu ifade etmektedir[12].
Yalan Yere Yemin Etmeme
Efendimiz (sas), tacirin malı için yalan yere yemin etmesinin malının tükenmesine ve bereketin eksilmesine sebep olacağını[13], çok yemin eden tacire Allah’ın buğz edeceğini[14], ticarette yalan yere yemin etmenin tüccarın malına rağbeti artırmayacağını, tam aksine onun kazancını gidereceğini beyan buyurmaktadır[15].
Sahabeden İbnu Ebî Evfâ (ra), bir adamın çarşıya mal getirdiğini, alıcı çıkınca onu ikna için Allah adını vererek yeminle “bu mal bana şu kadara mal oldu!” dediğini, bunun üzerine; “Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere değişenler var ya, işte onların âhirette bir payları yoktur. Allah, kıyamet günü onlara hitap etmeyecek, onlara bakmayacak, onları temize çıkarmayacaktır. Elem verici azab onlar içindir.” (Âl-i İmrân, 3/77) âyet-i kerimesinin nâzil olduğunu ifade etmektedir[16].
Malını satabilmek için Allâh’ın (cc) adını vererek yalan yere yemin eden kimselerin durumu ile ilgili olarak yukarıdaki rivayeti de destekleyen bir başka hadîs-i şerîflerinde Efendimiz (sas); “Üç kişi vardır ki, kıyamet gününde Allah onlarla konuşmayacak, onlara (rahmet nazarıyla) bakmayacak, onları tezkiye de etmeyecektir. Ve onlar için elim bir azap vardır” uyarısını yapmış ve bu sözünü tam üç defa tekrar etmiştir. Bunun üzerine Ebu Zer (ra); “Adları batsın! Umduklarına eremesinler! Kimdir onlar ya Resulallah?” diye sorunca, Resülullah (sas); “Bunlar, elbisesini kibirle yerlerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan yere yemin ederek ticaret malını fahiş bir fiyatla satmaya çalışanlardır”[17] şeklinde cevap vermişlerdir.
Başka tacirlerin şahsını veya onların mallarını yanıltıcı ve yalan ifadelerle kötülemek modern ticaret hukukunda da “haksız rekabet” olarak kabul edilmiş, bu şekildeki rekabetin önlenebilmesi için mahkemelere başvurabilme hakkı getirilmiştir. Şayet tacir haksız rekabet konusunda kusurlu bulunmuşsa meydana gelen zarar tazmin ettirilmekte, zarar gören tarafın kişilik hakları ya da itibarı zedelenmişse, ilgilinin talebi üzerine manevi tazminata dahi hükmedilebilmektedir. Malların, iş ürünlerinin veya ticari faaliyetlerin özelliklerini, miktarını, kullanım amaçlarını, yararlarını veya tehlikelerini gizlemek ve bu şekilde müşteriyi yanıltmak da haksız rekabet çerçevesinde görülmüştür[18].
Karaborsacılık (İhtikâr)
Karaborsa, ticaret malının pahalanmasını beklemek amacıyla istiflenmesi, depolanması, piyasaya arzının geciktirilmesi anlamlarına gelmektedir. İmam Gazzâlî, karaborsayı zararı umumi türden haram bir muamele olarak kabul eder[19]. Karaborsanın, insanlara muhtemel zararları şöyle sıralanabilir: Piyasada sunî darlığın meydana gelmesi, tüketimin olağanın dışında sunî şekilde artması, tüketim artışının enflasyona sebep olması, yüksek fiyat sebebiyle tüketicinin mağdur olması, alıcı-satıcı arasındaki itimat, iyi niyet, sevgi ve saygı duygularının ortadan kalkması, vb.
Her ne kadar “ihtikâr/karaborsa” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de doğrudan geçmiyor gibi görünse de Hac Suresi 25. âyet-i kerimede geçen “ilhad” kelimesi Mücâhid ve Said b. Cübeyr’e göre “karaborsacılık” manasındadır[20]. Bu yorumu doğrulayan bir rivayete göre İbn Ömer Resülullah (sas)’den “Mekke’de karaborsacılık ilhaddır” dediğini rivayet etmektedir[21].
Efendimiz (sas), karaborsaya yeltenmeyerek malını satmak üzere pazara getiren tüccarın Allâh (cc) tarafından rızıklandırılacağını, ancak stoklayıp da ürünün fiyatının artmasını bekleyen tüccarların lanetleneceğini beyan buyurmuştur[22]. Rivayetlerden, Müslüman bir toplumun geçim kaynakları üzerinde stokçuluk yapan tüccarlara bu lanetin, iflas ya da cüzzam gibi tedavisi bulunmayan bir hastalık şeklinde arız olacağı anlaşılmaktadır[23]. Bu uyarıdaki doğruluğu bizzat yaşayıp görenlerden birisi olan Ebu Yahya şunu anlatmaktadır: Hz. Ömer (ra) iki tüccara Efendimiz (sas)’in bu uyarısını aktardı. Ferruh adlı tacir, Hz. Ömer (ra)’e bir daha karaborsacılık yapmama hususunda söz verdi. Ancak diğer tacir konuyu önemsemedi ve daha sonra da cüzzam hastalığına yakalandı[24].
Efendimiz (sas), bir malın zenginleşme maksadı ile ne kadar zaman stokta tutulursa karaborsacılığa gireceğini belirlemiş, bu süreyi kırk günle sınırlamış, kırk gün sonunda maksatlı bir şekilde malını hala depoda tutan tacirin Allah’tan uzaklaşacağı, Allah’ın (cc) da ondan uzaklaşacağı tembihinde bulunmuştur[25]. Resülullah (sas), karaborsacı tüccarın isyankâr ve günahkâr olduğunu beyan buyurmakta[26], bu tür tacirlerin ruh haletlerini de; “Karaborsacı ne fena bir kuldur. Fiyatların düştüğünü öğrenince üzülür, yükseldiğini duyunca da sevinir”[27] şeklinde betimlemektedir.
Toplumun gıda ve ihtiyaç maddeleri üzerinde stokçulukla kâr amacı güdülmesinin yanlışlığı, halkın zor durumda kalmasına sebep olacak karaborsacılık ile zenginleşmeyi amaçlamanın tehlikesi, Müslüman ticaret erbabının şiddetli bir şekilde uyarılarak bu uğursuz kazançtan mutlaka uzak durulması gerektiği açık bir şekilde görülmektedir.
Güzel Muamele (İhsan)
Efendimiz (sas) yalan söylemeyen, güveni kötüye kullanmayan, söz verdiğinde yerine getiren, ucuza kapabilmek için satın alacağı malı kötülemeyen, pahalı verebilmek için malını övmeyen, borçlandığı zaman vadesinde ödeyen, alacaklı olduğu kimselere karşı da zorluk çıkarmayıp müsamahalı davranan tüccarın kazancını “en hoş/en güzel kazanç”[28] şeklinde nitelemiştir. Resülullah (sas) ister alıcı ister satıcı ister borç ödeyen isterse de borçlanan kimselerin anlayışlı davranmaları halinde, Cenâb-ı Hakk’ın onları Cennet’e koyacağını vaat etmiş[29], satışta, satın alışta ve ödemelerde anlayışlı/müsamahalı davranışlardan Allâh’ın (cc) hoşnut olacağı müjdesini vermiştir[30].
Efendimiz (sas)’in; “Alışveriş yapanlar birbirlerinden memnun olarak ayrılsınlar”[31] buyruğu hem satıcının müşteriye iyi davranması hem de müşterinin fiyat konusunda satıcıyı zorlamaması gerektiğine açık bir işaret hükmündedir. “Allah, sizden önce yaşamış bir kimseye rahmetiyle muamele etti. Çünkü bu adam satarken, satın alırken ve alacağını isterken (kabalık ve sertlik değil, anlayış ve) kolaylık gösterirdi”[32] irşadı, alıcı ve satıcı memnuniyetinin önemini net bir şekilde vurgulamaktadır.
Allah Teâlâ hem adalet hem de ihsanla emretmiştir. İmam Gazzâlî, “kârsız ve sırf sermayesine alış-verişe hiçbir tüccarın razı olmayacağı” gerçeğinden hareketle, dindar bir tüccarın ticari faaliyetlerinde ihsan düşüncesini terk ederek, sadece zulüm yapmaktan uzak kalmasını ve adaletle davranmasını yeterli görmemektedir[33]. Gazzâlî’ye göre, bir tüccarın ticari faaliyetlerinde cömertliğe dayalı “ihsan” düşüncesi, uhrevî kârın oluşması anlamına gelmektedir. Gazzâlî’ye göre bir tacir, şu altı husustan bir tanesini bile yapıyorsa güzel muameleye ya da ihsana ulaşmış olacaktır:
a. Fahiş kârla mal satmaktan uzak durmak, b. Muhtaç bir satıcının daha fazla kazanması için malı pahalıya alarak ğabni yani aldanmayı kendi üzerine almak, 3. Parayı alırken küsuratı terk etmek, 4. Borcunu hakkıyla ve tamamıyla ödemek, 5. Aldandığı düşüncesi ile anlaşmayı bozmak için gelen alıcıyı reddetmemek, 6. Para veremeyeceklerini bildiği halde yoksullara veresiye mal vermek[34].
Üreticinin Malını Pazar Dışında Satın Almama
Efendimiz (sas): “Şehirli, köylü adına satış yapmasın. İnsanları kendi hallerine bırakın, Allah onları birbirlerinden rızıklandırır”[35]buyurmuş, mallarını çarşıya indirmezden önce üreticilerin yolda karşılanıp onlardan alışveriş yapılmasını (Enne’n-Nebiyye aleyhisselâm nehâ an telakki’s-silai) yasaklamıştır[36].
Üreticinin malını çarşıya getirirken daha yolda iken komisyoncular ya da başka aracı alıcılar tarafından satın alınmasının yasaklanması, öncelikle üreticilerin, sonra da müşterilerin aldanmamaları içindir. Çünkü üreticiler, pazardaki gerçek fiyatı öğrenmeden mallarını satmış olsalar aldanabilecek, pazardaki müşteriler de bu tür aracılar ya da komisyoncular sebebi ile herhangi bir ürünü olduğundan daha pahalıya alarak zarara girebileceklerdir.
Şehre ihtiyaç maddelerini dışarıdan getirenlerin daha pazara gelmeden mallarını satın alma amacı ile karşılanmalarını yasaklayan (telakki’s-sila ya da telakki’r-rükbân) hadîs-i şerîfe dayanan ulema (İ. Mâlik, İ. Evzâî, İ. Şâfiî ve İ. Ahmed b. Hanbel) pazar dışında mal alış-verişini mekruh addetmişlerdir. Ancak İmam Gazzâlî hazretleri, hadîs-i şerifteki yasağın umumî olduğunu belirterek, hangi madde olursa olsun bu şekildeki alışverişin haram olduğunu kabul etmekte, gerekçe olarak da köylünün malını alan tacirin bu malı bekletmekle piyasada suni bir darlık oluşturacağı ihtimalini göstermektedir[37].
Ticarî İşlemleri Kaydetme ve Belgelendirme
Ticari işlemleri belgelendirmenin, her şeyden önce bir ispat özelliği taşıdığı açık bir gerçektir. Ticari işlemlerdeki tarafların bu tür kayıtlara ihtiyaç duymaları da doğaldır. Örf ve teamüllere göre belgelendirme gerekmeyen haller de olabilir. Ancak genel anlamda kaydetme/belgelendirme gerek tahsilat da gerekse de ödemelerde yanlışlığa düşülmesini engelleme açısından önem taşımaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in en uzun âyet-i kerimesinde (Bakara, 2/282) ticari işlemlerin kayıt altına alınması ile ilgili hususları şu şekilde özetleyebiliriz:
a. Ticari işlemlerin kayıt altına alınmasının lüzumu ve gerekliliği, bu tür işlemlerde şahit bulundurmanın önemi. b. “Tarafsız ve adil bir yazıcı” beyanı ile muhasebecilik, noterlik ve yed-i emin mesleklerine dolaylı atıf. c. Hem alacaklı hem de borçlunun işlemlerini karşılıklı bir şekilde kayıt altına almalarını isteme ile çift yanlı kayıt tekniğinin tavsiyesi. d. Ticari işlemlerle ilgili kaydın tüm ayrıntılarının önemsenmesi. e. Belgelendirmenin, alışverişleri daha adaletli, sağlam ve isabetli hale getireceğinin, şüpheleri ortadan kaldıracağının vurgulanması.
Sonuç
Ticaret, tarih boyunca ekonomik hayatın vazgeçilmez bir unsuru olmuştur. Rızık vesilelerinin en önemlisidir. Efendimiz (sas); “Ticarete sarılınız. Çünkü rızkın onda dokuzu ticarettedir”[38] buyurmaktadır. Ancak dünyevi meşgaleler tüccarlarımıza ahiretlerini unutturmamalıdır. Hemen her tüccar sağlam bir itikat ve iyi bir niyet taşımalı, helal kazancı ile dinini kuvvetlendirmeyi ve ihsan yoluna girmeyi niyet etmelidir. Ayrıca ticaret veya sanatında haram ve mekruh sayılabilecek işlere girmemeli, dünya pazarı ahiret pazarına mani olmamalıdır (Nur, 24/37).
Tacir, Allah’ı (cc) hatırından çıkarmamalı, tesbih ve tehlile devam etmeli, ticari işlerini belgelendirmeli ve ticari muamelede bulunduğu kimseleri dikkatli seçmelidir. İnsanın aldanmaması ve mağdur olmaması için buna zaruret bulunmaktadır.
Bahsi İmam Gazzâlî ile bitirelim: “Tacir, sadece adaletle yetinirse salihlerden, ihsanı buna eklerse mukarreblerden, ticaretle beraber dini vazifelerini de bihakkın yerine getirirse sıddıklardan olur”[39].
Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinden helal ve
bol kazançlar dileklerimizle…
[1] Ebû Hâmid el-Gazzâlî, İhyâ-u ‘Ulūmi’d-Dīn, Mektebet-i ve Matbaat-i Kiryat Futra, Semarang/Indonesia 1952, 2/66.
[2] Tirmizî, Vitr, 24.
[3] Akar, Muhlis, “İslâm’ın Ekonomik Hayata Getirdiği Ticari ve Ahlâkî Prensipler”, Diyanet İlmi Dergi, s. 57, 39/1, 2003.
[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/425.
[5] Tirmizi, Büyu, 4; İbn Mace, Ticarat, 1; Darimi, Büyu, 8.
[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/141. Bu hadîsi-i şerifin yine Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer alan diğer şeklinde, “Her alış-veriş mübarektir” vurgusu “emek” vurgusundan daha önce yer almaktadır. Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/466.
[7] İbn Mâce, Ticâret 1.
[8] Buhari, Büyu, 19; Ebû Dâvûd, Büyu, 51.
[9] İbn Mâce, Ticâret, 45.
[10] İbn Mâce, Ticâret, 45.
[11] Müslim, İman, 164; Ebu Davud, Büyu, 50; Tirmizi, Büyu, 74; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/466.
[12] Gazzâlî, age, 2/79.
[13] Buhârî, Büyû 26; Müslim, Müsâkât 131; Ebû Dâvud, Büyû 6.
[14] Ahmed bin Hanbel, 5/151.
[15] Buhârî, Büyu 26; Müslim, Müsâkât 13; Ebû Dâvud, Büyû 6; Nesâî, Büyû’ 5.
[16] Buhari, Büyû 27, Tefsir 33.
[17] Müslim, İman, 171.
[18] Günümüz merî hukukunda haksız rekabet oluşturan fiiller konusunda daha geniş bilgi için 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu madde 55’e bakılabilir.
[19] Gazzâlî, age, 2/80.
[20] Râzî, Fahruddin, Tefsîru Mefâtihu’l-Ğayb, 23/26, Dâru’l-Fikr, Beyrut-1981.
[21] Beyhakî, Şuabu’l-îmân, 13/515, (H. no: 10708), Mektebetü’r-Rüşd, Riyad-2003.
[22] İbn Mace, Ticarat, 6.
[23] Beyhakî, age, 13/513, (H. no: 10704).
[24] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/21 (H. no: 135).
[25] Ahmed b. Hanbel, 2/33 (H. no: 4880).
[26] Müslim, müsâkât, (H. no: 3020).
[27] Beyhakî, age, 13/512, (H. no: 10702).
[28] Beyhakî, age, 6/489 (H. no: 4513).
[29] Buhari, Büyu, 16.
[30] Tirmizî, Büyu 75 (H. no: 1319).
[31] Tirmizî, Büyu, 27.
[32] Tirmizî, Büyu, 75.
[33] Gazzâlî, age, 2/80-81.
[34] Gazzâlî, age, 2/81.
[35] Buhari, Büyu, 58, 64; Müslim, Büyu, 20; Ebu Davud, Büyu, 40; Tirmizi, Büyu, 17-18.
[36] Ahmed b. Hanbel, 2/7 (H. no: 4531).
[37] Gazzâlî, age, 2/80.
[38] Sübkî, Tabakâtu’ş-Şâfiiyyeti’l-Kübrâ, 6/311, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabî, trsz.
[39] Gazzâlî, age, 2/88-89.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.