Musa Kazım GÜLÇÜR
19 Mart 2023
İçindekiler
Bir önceki yazımızda, mesâvî-i ahlâkın şu unsurlarını incelemeye çalışmıştık:
Acelecilik, hilekârlık, kibir, işkence, zorbalık, israf, iftira, haksız şekilde başkasının kazancını yeme, intikam düşüncesi, başkalarını küçük düşürme, aşırılık, tartışmak, korkaklık, aşırı endişe, önyargı, aşırı şüphecilik, yalan yere yemin, gaddarlık ve zulüm.
Bu yazımızda ise, mesâvî-i ahlâkın şu unsurları ile, konuyu sonuca bağlamaya çalışacağız:
Düşmanlık, isyankar olma, haksızlık yapma, gaflet, fitne, inat, tembellik, sözünde durmama, gıybet, vesvese, umutsuzluk, sahtekârlık, bencillik, empati eksikliği, gösteriş, yalan söyleme, dünyevileşme ve putperestlik.
1. Düşmanlık

“Doğrusu o küfredenler, zikri (Kur’ân-ı Kerîm’i) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirecekler. Halâ (sana olan düşmanlıkları, kıskançlıkları, kinleri ve hasetlerinden dolayı) ‘O, mutlaka bir mecnundur’ diyorlar.”
(Kalem, 68/51)
“Düşmanlık” (Farsça “düşmen” kelimesinden), “başkalarına karşı kötü duygular besleyen, kötülük etmek için fırsat kollayan, hasım ve kötü kalpli kimse” demektir. Arapça’da “adâvet” kelimesi ile karşılanır. Müfessir, Arap dil âlimi ve ahlâk felsefecisi Râgıb el-İsfahânî (v. V/XI), Eẕ-Ẕerîʿa ilâ Mekârimi’ş-Şerîʿa adlı eserinde “düşman” kelimesini, “başkalarını öldürmek için fırsat kollayan, zararlarına sebep olacak şekilde kişilerle zıtlaşan kimse” şeklinde tarif eder.[1]
Düşmanlık bazen kin ve nefretten, bazen de kıskançlık duygularından doğar. Bu duygularına mağlup olanlar, başkalarına karşı saldırgan tutum veya davranışlar içerisine girer. Düşmanlık, sözlü veya fiziksel saldırganlık, öfke ve kin gibi birçok biçim alabilir. Irk, cinsiyet veya diğer özelliklere dayalı olarak bireylere veya gruplara yönelik olabilir. Çatışmalara yol açar, bireysel ve toplumsal refah üzerinde olumsuz sonuçları olur.
Düşmanlık, fikir ayrılıklarıyla baş etmenin sağlıklı ve yapıcı bir yolu değildir. Düşmanlığa sebep olan ilke, prensip, hüküm, inanç ve eylemler her ne ise, akl-ı selîm çerçevesinde ele alınmalıdır. Dolayısı ile duyguların nasıl yönetilebileceğini ve başkaları ile nasıl saygılı bir şekilde nasıl iletişim kurulabileceğini öğrenmek gerekir. Başkalarını dinlemeye istekli olmak, onlarla aynı fikirde olmasak bile bakış açılarını anlamaya çalışmak faydalı olacaktır.
Düşmanlığın öğrenilmiş bir davranış olabileceği ve doğru yaklaşımlarla düzeltilebileceği görülebilmelidir. Düşmanlık, zararlı davranışlara yol açtığında veya kişinin hayatında önemli sorunlara yol açtığında, bu mesâvî-i ahlâkını düzeltebilmesi için mutlaka yardım alması gerekir. Bir ahlâk danışmanı, altta yatan sorunları belirlenmeye, düşmanlığı yönetmek ve üstesinden gelmek için stratejiler geliştirmeye yardımcı olabilir. Düşmanlığın depresyon, kaygı veya geçmiş travmalar gibi daha derin sorunların bir işareti olabileceğini anlamak da önemlidir.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
وَلَا تَسْتَوِى الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ اِدْفَعْ بِالَّتٖى هِىَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذٖى بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِىٌّ حَمٖيمٌ وَمَا يُلَقّٰیهَا اِلَّا الَّذٖينَ صَبَرُوا وَمَا يُلَقّٰیهَا اِلَّا ذُو حَظٍّ عَظٖيمٍ
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir şekilde önle! Bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost olur. Kötülüğü, iyilikle önleme hasletine, ancak sabredenler kavuşturulur. Buna, (Cennet’te) büyük mükâfatı olan ancak kavuşturulur.” (Fussilet, 41/34-35)
Allâh (cc), müminlere öfke anında sabretmelerini ve kendilerine kötü davrananları mazur görmelerini emretmiştir.
Annemiz Hz. Aişe’nin (r. anhâ) rivayeti ile, Şanlı Peygamber (ﷺ) şöyle buyurmaktadır:
إِنَّ أَبْغَضَ الرِّجَالِ إِلَى اللَّهِ الأَلَدُّ الْخَصِمُ .
“Allâh katında en nefret edilen kimse, en kavgacı kimsedir.”[2]
Hadîs-i şerifteki (أَبْغَضَ) kelimesi “kâfir kimse” demektir. Buna göre (أَبْغَضَ الرِّجَالِ) cümlesinin manası, “erkeklerin en sevimsizi, kâfirlerdir” şeklinde olur. Ancak, (أَبْغَضَ) kelimesi, aynı zamanda “çok inatçı kimse” anlamına da gelir. Bu durumda mana, “insanların en sevimsizi, başkalarıyla çokça davalaşan kimsedir” olur. (الأَلَدُّ) kelimesi, “batılı iddia edip, hakkı kabul etmeyen”, (الْخَصِمُ) kelimesi ise, “husumeti / düşmanlığı devamlı ve şiddetli kimse” anlamındadır. Bu cümle, Bakara Suresi, 2/204 ayet-i kerimesinde de aynı anlamı muhtevidir. Hadis-i şerifte, düşmanlıkla betimlenebilecek davalaşmaların terk edilmesi yönünde güçlü bir teşvik olduğu görülmektedir.
Ayrıca, İbni Abbas’tan (ra) rivayet edildiğine göre Efendimiz (ﷺ) şöyle buyurmaktadır:
أَعْدَى عَدُوِّكَ نفسُكَ التى بين جَنْبَيْكَ .
“Senin en büyük düşmanın, iki yanın arasındaki nefsindir.”[3]
2. İsyankar Olma
“İsyan” kelimesi bir fiil hali olup, “itaatten ayrılma, söz dinlememe, çoğunluk tarafından onaylanan davranışlara uyum sağlamama” gibi anlamlara gelmektedir. Bu kelimenin mastar ve isim hali ise “ma’siyet” kelimesidir. “Masiyet” kelimesi de “itaatten çıkma, günah işleme, istenen bir davranışı yapmama, ona karşı direnme” anlamlarına gelmektedir.
Dini ve kutsal değerlere karşı isyan halleri büyük suçlardır. Asi ve isyankar olmak, normlara veya yerleşik kurallara karşı gelmektir. İsyankarlık, kanunları hiçe saymak, başkalarına zarar vermek veya bencil amaçlarla hareket etme anlamına gelir ve düşmanca bir tavırdır.
İnsanın onuruna ve yaratılış amacına uygun biçimde hayatını sürdürmesi, ancak Allâh’a (cc), O’nun Resulüne (ﷺ) ve meşru devlet düzenine itaat çerçevesinde olabilir. Asi olmak ise, toplumda istikrar eksikliğine yol açar. İsyankarlık, tüm otorite veya geleneklerin reddedilmesidir. Bu nedenle, kişi hareketlerinden önce eylemlerinin sonuçlarını görmeye çalışmalıdır.
İsyankarlığın, pozitif ahlâkî ve etik ilkelerle düzeltilebileceğini anlamak, isyankarlığın, kişideki daha derin sorunların bir işareti olduğunun farkına varmak önemlidir. İsyankarlık ahlâkı, kişinin hayatında önemli sorunlara neden oluyorsa yardım alması iyi olacaktır. Bir ahlâk danışmanı, altta yatan sorunların belirlenmesine yardımcı olabilir. Yeterli çaba ile, isyan arzularının, olumlu ve verimli bir şekilde yönetilebilmesi ve kanalize edilmesinin stratejileri öğrenilebilir.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
اِلَّا بَلَاغًا مِنَ اللّٰهِ وَرِسَالَاتِهٖ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدٖينَ فٖيهَا اَبَدًا
“(Benim görevim, ancak) Allâh’tan geleni size duyurmak ve O’nun elçilik görevlerini yerine getirmektir. Artık kim, Allâh’a ve O’nun elçisine karşı isyankar olursa onlara, içinde ebedî kalacakları Cehennem ateşi vardır.” (Cin, 72/23)
Abdullah b. Ömer’in (ra) nakline göre, Nebi (ﷺ) şöyle buyurmaktadır:
مَنْ حَمَلَ عَلَيْنَا السِّلاَحَ فَلَيْسَ مِنَّا .
“Kim bize silah doğrultursa, bizden değildir.”[4]
Bu hadîs-i şerifin anlamı, “haksız bir şekilde çarpışmak için Müslümanlara silah çeken kimse, bizden değildir” demektir. Çünkü bu davranış, insanları korkutmak ve onların kalplerine korku vermek anlamına gelir. Şanlı Nebi (ﷺ), (حَمَلَ) “doğrultma” fiilini, kinaye yoluyla “çarpışma” veya “öldürme” anlamında kullanmıştır.
“Bizden değildir” cümlesi, “kim bize silah doğrultursa, bizim yolumuzda değildir” veya “bizim yolumuza uyan kimse değildir” demektir. Çünkü bir Müslümanın, diğer Müslüman üzerindeki hakkı, çarpışma veya katl için bir Müslümana silah doğrultması, yüreğine korku salması değil, bilakis ona yardım etmesi ve onun temel haklarının ikamesi için çalışmadır.
3. Haksızlık Yapma
Başkalarına haksızlık yapma, ayrımcılık, kötü muamele veya ihmal gibi birçok şekilde gerçekleşebilir. Başkalarına adil, onurlu ve saygılı davranma ilkesine aykırı olduğu için, kesinlikle ahlâkî değildir. Haksızlığa uğrayan kişilere zarar ve ıstırap vermekte, toplumu olumsuz etkilemektedir.
Haksızlık fiillerini, cehalet, önyargı ve empati eksikliği meydana getirir. Kişinin sahip olabileceği önyargıların üstesinden gelmek için, aktif olarak çalışmak ve tüm insanlara adil, onurlu ve saygılı davranmak önemlidir.
Haksızlık, öğrenilmiş bir davranıştır ve doğru yaklaşımlarla tedavi edilebilir. Bir kişinin eylemleri veya davranışları başkalarına zarar veriyor, kişinin hayatında önemli sorunlara neden oluyorsa, bir ahlâk danışmanı altta yatan sorunları belirlemeye yardımcı olabilir, adaletsiz davranışları yönetmek ve üstesinden gelmek için stratejiler öğretebilir.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اُولٰئِكَ يُعْرَضُونَ عَلٰى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْاَشْهَادُ هٰؤُلَاءِ الَّذٖينَ كَذَبُوا عَلٰى رَبِّهِمْ اَلَا لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِمٖينَ
“Allâh’a (ortak veya çocuk isnat etmek suretiyle) iftira edenden daha zalim kim vardır? Bu zalimler, Rablerine arz olunacaklar ve şahitler (melekler veya insanın kendi uzuvları) şöyle diyeceklerdir: ‘Şunlar, Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir.’ Haberiniz olsun, Allâh’ın laneti, zalimlerin üzerinedir.” (Hud, 11/18)
Hz. Enes’in (ra) rivayeti ile Resülullâh (ﷺ) şöyle buyurmaktadır:
انْصُرْ أَخَاكَ ظَالِمًا أَوْ مَظْلُومًا .
“Zalim de olsa mazlum da olsa, kardeşine yardım et.”
قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ هَذَا نَنْصُرُهُ مَظْلُومًا، فَكَيْفَ نَنْصُرُهُ ظَالِمًا قَالَ :
İnsanlar, “Ya ResülAllâh! Eğer mazlum ise ona yardım ederiz. Fakat zalim ise, biz ona nasıl yardım edelim?” diye sordular. Nebi (ﷺ) şöyle buyurdular:
تَأْخُذُ فَوْقَ يَدَيْهِ .
“Zulüm yapmasına mani olarak.”[5]
Bu hadîs-i şerif, haksızlık yapan kimsenin, aslında gerçek anlamda kendisine haksızlık yapmış olduğunu göstermektedir. Buna göre, maddi veya manevi olarak kendisine haksızlık yapan kimseleri haksızlıklarından alıkoymak, bu hadîs-i şerifin kapsamına girmektedir. Örneğin, günahlarının kendisini çepeçevre sardığını ve artık bir kurtuluş yolu kalmadığını düşünerek, etrafına ya da kendisine zarar vermeyi amaçlayan birisi görüldüğünde, bu haksız fiillerinin engellenmesi gerektiği görülmektedir. Bu engelleme davranışı, o kimsenin ister kendisine isterse de çevresine, haksızlık yapmasının önüne geçme yönünde yapılmış bir yardımdır.
4. Gaflet

“Şayet Allâh’ın nimetlerini saymak isteseniz, sayamazsınız! Şüphesiz Allâh, Ğafûr’dur, Rahîm’dir.”
(Nahl, 16/18)
“Gaflet” kelimesi, “nefsin kendi arzusuna uyması, zamanın boş geçirilmesi” anlamına gelir. Gaflet kötü ama neticede iradi bir davranıştır. “Unutma” ve “yanılma” kavramlarından farklıdır. Gaflet içinde olmak, kişinin dikkat eksikliğine ve davranışlarının sonuçlarını düşünmemesine sebep olur. Kendisi ve başkaları için olumsuz sonuçlara, suçluluk duygularına yol açar ve sosyal ilişkilere zarar verir.
Kişinin eylemlerinin sorumluluğunu alması ve onlardan ders alması önemlidir. Karar vermeden önce dikkatli olmak, şimdiki zamanı iyi değerlendirmek ve gaflete dayalı eylemlerin olası sonuçlarını düşünmek gerekir.
Gafletin, stres, kaygı, öz farkındalık eksikliği gibi daha derin sorunların bir işareti olabileceğini görmek önemlidir. Gaflete dayalı hayat süren bir kişi, karşılaşacağı sorunlar için profesyonel yardım almalıdır. Bir ahlâk danışmanı, bilinçaltında yatan sorunları belirlemeye yardımcı olabilir. Gafleti ve dikkatsizliği yönetmek ve üstesinden gelmek için stratejiler öğretebilir.
Gaflete dayalı mesâvî-i ahlâk, güzel ahlâkın ikamesi ve yeterli çaba ile değiştirilebilir. Güzel ahlâk kuralları, gaflete karşı bireyin daha dikkatli davranmasını sağlayabilir.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
وَلَقَدْ ذَرَاْنَا لِجَهَنَّمَ كَثٖيرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَا اُولٰئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ اُولٰئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
“Yemin olsun ki, cin ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır; bu kalplerle gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler (ibret almazlar). Kulakları vardır, onlarla nasihat dinlemezler. İşte bunlar, hayvanlar gibidir. Hatta daha sapıktırlar. Bunlar, gafillerin ta kendileridir.” (A’râf, 7/179)
Ebû Hüreyre’den (ra) rivayete göre, Resülullâh (ﷺ) şöyle buyurmuştur:
ادْعُوا اللَّهَ وَأَنْتُمْ مُوقِنُونَ بِالإِجَابَةِ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَجِيبُ دُعَاءً مِنْ قَلْبٍ غَافِلٍ لاَهٍ .
“Allâh’ın kabul edeceğine inanarak dua ediniz. Biliniz ki Allâh, gaflet halinde ve umursamaz bir kalple yapılan duaları kabul etmez.”[6]
Hadîs-i şerifteki gaflet hali, büyük bir musibettir. Böyle bir davranıştaki asıl saik ise cehalettir. İnsanı, ibadet ve kulluk şuurundan uzaklaştıran, huşû ve hudû ile dinî görevlerini yerine getirmesine engel olan gaflet hali, kişinin ebedî hayatını negatif yönde etkileyebilecek derecede tehlikelidir.
5. Fitne

“Müminlere ve müminelere işkence yapıp, sonra tevbe etmeyenler için, Cehennem azabı var. Onlara yangın azabı da var.”
(Bürûc, 85/10)
“Fitne” kelimesinin asıl anlamı, “deneme ve sınama” olmakla birlikte, bu anlamlarının yanı sıra, “günah, inkârcılık, sapıklık, savaş ve isyan” gibi anlamlarla da ilişkili hale gelmiştir. Hadîs-i şerîflerde “fitne” kelimesi ise, biraz sonra görüleceği üzere, “dinî ve siyasî sebeplerle ortaya çıkan sosyal kargaşa, anarşi, iç savaş” anlamlarında kullanılmıştır.
Bu açıdan “fitne”, yasal otoriteye karşı isyanı veya direnişi kışkırtan eylemler veya konuşmalardır. Fitne, şiddeti kışkırtmak, bu yönde propaganda yaymak veya meşru bir hükümeti devirmeyi teşvik etmek gibi birçok biçimde olabilir. Ağır bir suçtur ve birçok ülkede yasalarca cezalandırılır.
Fitne unsuru olmak, başkalarının problem yaşamasına neden olan davranışlarda bulunmaktır. Sözlü veya fiziksel saldırganlık, vandalizm veya kural çiğneme gibi birçok biçimde olabilir. Fitne, kişinin kendisi ve başkaları için olumsuz sonuçlar doğurur.
İfade özgürlüğünün ve barışçıl muhalefetin sorumlu bir şekilde kullanılması gerektiğini görmek, barışçıl muhalefet ile fitne arasında ayrım yapmak önemlidir. Herkes, ifade özgürlüğü ve barışçıl protesto hakkına sahiptir. Ancak bunu yasal ve saygılı bir şekilde yapmak, şiddeti veya isyanı kışkırtmamak ve körüklememek gerekir. Çünkü fitne, sivillerin huzursuzluğuna, insanlar arasında haksızlıkların artmasına, masum insanların zarar görmesine ve sosyal istikrarsızlığa yol açar.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
ياأَيُّهَا الرَّسُولُ لاَ يَحْزُنكَ الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذِينَ قَالُواْ آمَنَّا بِأَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِن قُلُوبُهُمْ وَمِنَ الَّذِينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ آخَرِينَ لَمْ يَأْتُوكَ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِن بَعْدِ مَوَاضِعِهِ يَقُولُونَ إِنْ اُوتٖيتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَإِن لَّمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُوا وَمَن يُرِدِ اللَّهُ فِتْنَتَهُ فَلَن تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللَّهِ شَيْئاً اُولٰئِكَ الَّذِينَ لَمْ يُرِدِ اللَّهُ أَن يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْىٌ وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ
“Ey şanlı Rasûl! Dilleri ile inanan, ancak kalpleri ile inanmayanlardan küfürde koşuşanlar, seni sıkıntıya düşürmesin. Yahudilerden bazıları, durmaksızın yalana kulak verir, sana gelmeyen başka bir topluluk adına casusluk yaparlar. Kelimelerin (anlam) kökünü tahrif eder, ‘Size bu (değiştirilen hüküm) verilirse alın, verilmezse uzak durun!’ derler. Allâh, bir kimsenin fitnesini irade ederse, onun için Allâh’a karşı hiçbir şey yapamazsın. Onlar öyle kimselerdir ki, Allâh onların kalplerini temizlemeyi irade etmemiştir. Onlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.” (Maide, 5/41)
Ebu Hüreyre’nin (ra) rivayeti ile Resülullah (ﷺ) şöyle buyurmuştur:
سَتَكُونُ فِتَنٌ الْقَاعِدُ فِيهَا خَيْرٌ مِنَ الْقَائِمِ، وَالْقَائِمُ فِيهَا خَيْرٌ مِنَ الْمَاشِي، وَالْمَاشِي فِيهَا خَيْرٌ مِنَ السَّاعِي، مَنْ تَشَرَّفَ لَهَا تَسْتَشْرِفْهُ، فَمَنْ وَجَدَ فِيهَا مَلْجَأً أَوْ مَعَاذًا فَلْيَعُذْ بِهِ .
“Yakın gelecekte birtakım fitneler çıkacaktır. Fitne zamanında (ona karışmayıp) oturan kişi, ayakta durandan daha hayırlıdır. Ayakta duran da, yürüyenden daha hayırlıdır. Fitne zamanında yürüyen ise, koşandan daha hayırlıdır. Fitneden sakınmayan, muhakkak o fitne belasına maruz kalır. Her kim fitne zamanında, sığınacak bir yer bulursa hemen sığınsın.”[7]
Hadîs-i şerifteki, “fitne zamanında oturan kimse, ayakta durandan daha hayırlıdır” ifadesi, fitne zamanlarında fitneden uzak duran ve el çeken kimseyi betimlemektedir. Hadîs-i şerifte, sırası ile, fitne dönemlerinde (الْقَاعِدُ) “oturan”, (الْقَائِمِ) “ayakta”, (الْمَاشِي) “yürüyen” ve (السَّاعِي) “koşan” kelimeleri kullanılmaktadır. Bu kelimelerden her biri, fitne ile direk ilişkili kimseleri ifade etmektedir.
Bu kişiler içinde en kötü olanı, fitne zamanı koşan, yani fitne doğması için bilfiil çalışandır. Daha sonra, fitne çıkmasına sebep olan kimse gelir ki bu da yürüyendir. Ardından fitneyi sıcak tutan kişi gelir ki bu da ayakta olandır. Bundan sonra fitneye bakan, ancak fiilen içinde yer almayan kimseler gelir ki bunlar da oturanlardır. Bunlardan sonra ise, fitneden kaçan, onunla temasta bulunmayan ve hiçbir şekilde ilgilenmeyen kimseler gelir.
(مَنْ تَشَرَّفَ لَهَا تَسْتَشْرِفْهُ) cümlesi, “fitneye girişen, kendini ona maruz bırakan, ona dalan, fitneden uzaklaşmayan ve yüz çevirmeyen kimse” demektir. Bu hadîs-i şerif, fitneden sakındırmakta, fitneye girmekten kaçmayı teşvik etmektedir. Hadîs-i şerife göre, fitnenin kötülüğü, onunla ilişkinin derecesine göre değişmektedir. “Fitne” kelimesi de, yukarıda belirttiğimiz gibi, “deneme ve imtihan etme” anlamlarına gelmektedir. Fitne, kim haklı, kim haksız bilinmeyecek şekilde, ihtilaflardan kaynaklanan anlaşmazlıklar ve vuruşmalar demektir.
6. Fesat
“Fesat” kelimesi, “itidal çizgisinden uzaklaşıp bozulmak, çalkantı ve düzensizlik” demektir. “Fesat” kavramı, düzen veya dengenin bozuluşunu ifade eder. Başkalarını rahatsız etmeyi amaçlayan davranışlara da “fesat” denilmiştir. Fesat, sözlü veya fiziksel saldırganlık, vandalizm veya kural çiğneme gibi birçok biçimde olabilir. Kişinin kendisi ve başkaları için olumsuz sonuçlar doğurur.
Fesadın, yerleşik hukukî ve ahlâkî kaideleri ihlâl etme duygusu, dikkat eksikliği veya bozgunculuk düşüncesi taşıma gibi daha derin sorunları gösterebileceğini anlamak önemlidir. Çünkü fesat hali, bir şeyin istikametinden saparak yararlı halden çıkmasıdır ve mesâvî-i ahlâk unsurları kapsamındadır. Önemli sorunlara neden olan veya zararlı davranışlara yol açan fesat duygusunun yok edilmesi için yardım aranması önemlidir. Bir ahlâk danışmanı, altta yatan sorunları belirlemeye yardımcı olabilir. Fesat yörüngeli davranışların üstesinden gelmek için stratejiler öğretebilir.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
وَاِذَا قٖيلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِى الْاَرْضِ قَالُوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ اَلَا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلٰكِنْ لَا يَشْعُرُونَ
“Onlara, ‘yeryüzünde (küfür ve günah işleyerek, müminleri aldatarak) fesat çıkarmayın’ denildiği zaman, ‘bizim işimiz, ıslah etmektir’ derler. İyi bilin ki onlar, müfsitlerdir, (ıslahçı olmadıklarının) şuurunda değiller.” (Bakara, 2/11-12)
Numan b. Beşîr (ra), Allâh Resulü’nün şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
الْحَلاَلُ بَيِّنٌ وَالْحَرَامُ بَيِّنٌ، وَبَيْنَهُمَا مُشَبَّهَاتٌ لاَ يَعْلَمُهَا كَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ، فَمَنِ اتَّقَى الْمُشَبَّهَاتِ اسْتَبْرَأَ لِدِيِنِهِ وَعِرْضِهِ، وَمَنْ وَقَعَ فِي الشُّبُهَاتِ كَرَاعٍ يَرْعَى حَوْلَ الْحِمَى، يُوشِكُ أَنْ يُوَاقِعَهُ. أَلاَ وَإِنَّ لِكُلِّ مَلِكٍ حِمًى، أَلاَ إِنَّ حِمَى اللَّهِ فِي أَرْضِهِ مَحَارِمُهُ، أَلاَ وَإِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ، وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ. أَلاَ وَهِيَ الْقَلْبُ .
“Helal de bellidir, haram da. Bu ikisi arasında insanlardan çoğunun bilmediği şüpheli şeyler vardır. Kim şüphelilerden korunursa, dinini ve ırzını (şahsiyetini) korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşer. Bu kişi, bir koruluğun etrafında koyunlarını güden, koyunları her an koruluğa girme ihtimali bulunan bir çoban gibidir. Dikkat edin! Her kralın bir koruluğu vardır. Dikkat edin! Allâh’ın yeryüzündeki koruluğu haram kıldığı şeylerdir. Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o düzgün olursa bütün vücut düzgün olur. O fesada uğrarsa, bütün vücut fesada uğrar. Dikkat edin! Bu et parçası, kalptir.”[8]
Hadîs-i şerifteki, “dinini ve ırzını korumuş olur” cümlesi, dinini eksikliklerden, şahsiyetini de olabilecek eleştirilerden korunmuş olur demektir. Bu ifade, dini emir ve yasakların önemsenmesinin, kişinin şahsiyetini korumasını netice vereceğine işaret etmektedir. Hadîs-i şerif, kalbin değerinin büyüklüğüne dikkatleri çekmektedir. Allâh’ın (cc) kalpte oluşturduğu anlayışı nazarlara vermekte ve bütün amellerin kalbe bağlı olduğunu ifade etmektedir.
Muaviye bin Ebu Süfyan (ra), Resülullah’ı (ﷺ) şöyle buyururken işittiğini rivayet etmektedir:
إِنَّمَا الأَعْمَالُ كَالْوِعَاءِ إِذَا طَابَ أَسْفَلُهُ طَابَ أَعْلاَهُ وَإِذَا فَسَدَ أَسْفَلُهُ فَسَدَ أَعْلاَهُ .
“Ameller, kap (içinde bulunan yiyecekler) gibidir. En aşağısı (yani dipteki kısım) nefis ise, en yukarısı da (yani üst kısım) güzel olur. En aşağısı (yani dipteki kısım) bozuk ise, en üst kısım da bozuk olur.”[9]
Hadîs-i şerifte, amellerin kap içerisindeki maddeye benzetilmesinden maksat, bir kapta bulunan yiyeceğin altı iyi olduğunda, üstünün de iyi olacağını ifade etmektir. Kişinin amel ve davranışları da böyledir. Şayet amel ve davranışlar iyi olursa, bu iyilik, dış dünyada insanlara da faydası olan bir aydınlığa dönüşür. Aksi durumda ise, kişinin fiil ve davranışları, dış dünyaya müzehrefât şeklinde yansır ve ortalığı manen lekeleyip kirletir. Kalbin ve ruhun ameli olan ihlas ve hüsn-ü niyet, beden veya dil ile yapılan amellerin makbuliyetine vesile olur. Kalp ve ruhtaki fesatlık ise, mesâvî-i ahlâktan olduğu için, dış dünyaya karanlıklar ve bozukluklar olarak yansır.
7. İnat
“İnat”, çoğu kez muhalefet veya aksi yöndeki kanıtlar karşısında, kişinin fikirlerine, görüşlerine veya hareket tarzına güçlü bir şekilde bağlı kalmasına verilen addır. İnatçılık, kişinin fikrini değiştirmesini veya yeni bilgileri kıymetlendirmesini zorlaştırabilir. Aynı zamanda diyaloglarda çatışmalara yol açar, kişisel büyüme ve gelişmeye engel olur.
Kararlı ve güçlü bir inanç sahibi olmak olumlu bir özellik iken, gerçeği kabul edip ona teslim olmamakta direnme mesâvî-i ahlâktan inatçı kişiliği betimler. İnatçılık ahlâkı, kişinin başka bakış açılarını düşünmesini, değişime açık olmasını, yeni durumlara uyum sağlamasını veya hatalardan ders almasını zorlaştırır. Felsefî açıdan bakıldığında, nesnelerin hakikat yönünü ve gerçekliğini inkâr eden, bütün varlıkların hayalden ve batıldan ibaret olduğunu ileri süren gruplara “inâdiyye” denilmiştir.[10]
İnatçılık, kişinin hayatında önemli sorunlara yol açıyorsa veya zararlı davranışlara yol açıyorsa yardım almak önemlidir. Bir ahlâk danışmanı, altta yatan psikolojik sorunları belirlemeye yardımcı olabilir. İnatçılığı yönetmek ve üstesinden gelmek için stratejiler öğretebilir.
İnatçılık ahlâkının tedavisi için, kişinin kendi fikir ve ilkelerini korumasının yanı sıra, diğer insanların fikirlerine de açık olması gerekir. Yeni kanıtlar veya bakış açıları sunulduğunda, fikir ve düşüncelerin değiştirilmesine istekli olması faydalı olacaktır. Gerçeğe saygılı olma, doğru fikirleri kabul yönünde kendini eğitme, haklı önerilere değer verme, yanlış fikir ve davranışları terk etme gibi tutum ve davranışlar, inatçılık ahlâkının düzeltilmesinde yararlı olacaktır.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
اَلْقِیَا فٖى جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنٖيدٍ مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ مُرٖيبٍ اَلَّذٖى جَعَلَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ فَاَلْقِيَاهُ فِى الْعَذَابِ الشَّدٖيدِ
(Allâh şöyle buyurur: Her ikiniz) ‘Atın Cehennem’e, her inatçı kâfiri. İyiliğe engel olan, saldırgan her şüpheciyi. (Bunlar) O kimse(ler)dir ki, Allâh ile beraber, başka bir ilâh edinmiştir. Haydin, atın şiddetli azabın (Cehennem’in) içine.” (Kâf, 50/24-26)
Abdullah bin Büsr (ra), Şanlı Nebi’nin (ﷺ) mütevazı halini şöyle naklediyor:
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ بُسْرٍ، قَالَ أَهْدَيْتُ لِلنَّبِيِّ ـ صلى الله عليه وسلم ـ شَاةً فَجَثَى رَسُولُ اللَّهِ ـ صلى الله عليه وسلم ـ عَلَى رُكْبَتَيْهِ يَأْكُلُ فَقَالَ أَعْرَابِيٌّ مَا هَذِهِ الْجِلْسَةُ فَقَالَ:
إِنَّ اللَّهَ جَعَلَنِي عَبْدًا كَرِيمًا وَلَمْ يَجْعَلْنِي جَبَّارًا عَنِيدًا .
“Ben (bir defasında) Peygamber’e (ﷺ) bir koyun (kesip yemesi için) ikram ettim. Resülullah (ﷺ), yemeğini dizleri üzerinde oturarak (hemen yemekten kalkacakmış gibi bir halde) yedi. Bir bedevi, “Bu nasıl (yemeğe) oturuştur?” dedi. (Bedevi, yemek yeme ritüelini çok önemsediğinden, yemek için oturuşun, uzunca ve genelde devlet başkanlarının yaptığı gibi törensel ve kibirli bir tarzda olmasını ummuştu). Bunun üzerine Resul-i Ekrem (ﷺ) şöyle buyurdu:
“Allâh, beni âlîcenap (kerîm) bir kul yaptı. Beni zorba (cebbâr) ve inatçı (anîd) bir kimse yapmadı.”[11]
Bu hadîs-i şerifin anlamı, “Ben yemek yerken, çok yemek yiyen kimseler gibi, üzerine oturduğum döşeğe, şilteye bağdaş kurup, gereği gibi çökerek oturmam. Çünkü ben bir kaç lokma yemekle yetinirim” demektir. Şanlı Nebi (ﷺ), vefât-ı seniyyelerine kadar tam doymuş şekilde yemek yememiştir.
8. Tembellik

“Güzel ahlâk, ganimettir.”
(Hz. Ali radiyAllâhu anh)
“Tembellik”, fiziksel veya zihinsel olarak motivasyon eksikliği, sorumlulukların icrasını erteleme ahlâkı, sorumluluk alma isteksizliği olarak tanımlanabilir. Tembellik, çalışmaktan hoşlanmama, faaliyetlerde yeterli çaba göstermeme, gayretsizlik durumu, iş yapma hususunda ağır davranma, işte veya okulda düşük performans, kişisel gelişimi gerçekleştirememe gibi olumsuz sonuçlarla örülü mesâvî-i ahlâkın kötü yönlerinden birisidir.
Tembellik duygusunu yenmenin yollarını bulma, hedeflere ulaşabilmek için çalışma ve harekete geçme önemlidir. Amaçsızlık, ilham eksikliği veya bunalmışlık gibi tembellik sebeplerinin belirlenmesi, bu nedenlere yönelik adımların atılması tembelliği izale için atılması gereken önemli adımlardır.
Tembelliğin, depresyon, kaygı veya özgüven eksikliği gibi daha derin sorunların bir işareti olabileceğini görmek, kişinin hayatında önemli sorunlara neden olabilecek bu kötü haslet konusunda yardım aramak da önemlidir. Bir ahlâk danışmanı, altta yatan sorunları belirlemeye yardımcı olabilir, tembelliği yönetmek ve izale etmek için stratejiler öğretebilir.
Tembelliğin kötü bir alışkanlık olduğunu, pratik çabayla değiştirilebileceğini bilmek, küçük adımlarla da olsa ilerleyerek gerçekçi hedeflere yürümek, belirli bir rutine dayalı eylemleri planlamak ve oluşturmak gerekir. Çalışılması gereken alanları daha ilginç ve anlamlı hale getirmenin yollarını bulmak, ilerlemeyi ve başarılı olmayı hedeflemek, tembelliğin üstesinden gelinmesine vesile olabilir.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
وَمَا مَنَعَهُمْ اَنْ تُقْبَلَ مِنْهُمْ نَفَقَاتُهُمْ اِلَّا اَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَبِرَسُولِهٖ وَلَا يَاْتُونَ الصَّلٰوةَ اِلَّا وَهُمْ كُسَالٰى وَلَا يُنْفِقُونَ اِلَّا وَهُمْ كَارِهُونَ
“Harcadıklarının, onlardan kabul edilişine engel olan, Allâh’ı ve Peygamberi inkarlarıdır. Bunlar, namaza ancak tembel şekilde gelirler. Verdiklerini de ancak istemeyerek verirler.” (Tevbe, 9/54)
Enes b. Malik (ra) anlatıyor:
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لأَبِي طَلْحَةَ الْتَمِسْ غُلاَمًا مِنْ غِلْمَانِكُمْ يَخْدُمُنِي . فَخَرَجَ بِي أَبُو طَلْحَةَ، يُرْدِفُنِي وَرَاءَهُ، فَكُنْتُ أَخْدُمُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كُلَّمَا نَزَلَ، فَكُنْتُ أَسْمَعُهُ يُكْثِرُ أَنْ يَقُولَ؛ اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْهَمِّ وَالْحَزَنِ، وَالْعَجْزِ وَالْكَسَلِ، وَالْبُخْلِ وَالْجُبْنِ وَضَلَعِ الدَّيْنِ، وَغَلَبَةِ الرِّجَالِ .
Resülullâh (ﷺ), Ebu Talha’ya: “Gençlerinizden bana hizmet edecek birini bulsanız” dedi. Ebu Talha da, beni binitinin terkisine alarak Resülullâh’a götürdü. Resülullâh (ﷺ) ne zaman konakladıysa, gider ona hizmet ederdim. Onun (ﷺ), “Allâhım, kederden, üzüntüden, acizlikten, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan, ağır borç yükünden ve insanların galip gelmesinden sana sığınırım” duasını çokça yaptığını işitirdim.”[12]
Hadîs-i şerifteki (الْهَمِّ) kelimesi, “hali hazırdaki olumsuz ruhsal durumları” ifade eder. (الْحَزَنِ) kelimesi ise, “geçmiş zamanlardaki üzüntüler” ile ilgilidir. (الْعَجْزِ) “Acizlik”, kudret sahibi olmanın, (الْكَسَلِ) “Tembellik” çalışkanlığın, (الْبُخْلِ) “Cimrilik” cömertliğin, (الْجُبْنِ) “korkaklık” da cesaretin zıttı, mesâvî-i ahlâk unsurlarıdır.
9. Sözünde Durmama
Sözleri yerine getirmeme, yapılan taahhütlere veya anlaşmalara riayet etmeme, mesâvî-i ahlâkın bir başka yönüdür. Sözleri yerine getirmeme güven ihlalidir ve ilişkilere önemli şekilde zarar verir. Ayrıca kişinin itibarını ve güvenilirliğini olumsuz etkiler.
Sözler vermenin ve anlaşmalar yapmanın ciddi olduğunu, hassasiyetle ve dikkatle yerine getirilmesi gerektiğini görmek önemlidir. Kişi verdiği sözü yerine getiremiyorsa, bunu ilgili kişiye mümkün olan en kısa sürede iletmenin ve alternatif bir çözüm bulmanın önemli olduğunu bilmelidir.
Vaatleri yerine getirmemenin, zaman yönetiminde beceriksizlik, zayıf planlama ve dürüstlük eksikliği gibi daha derin sorunların işareti olabileceği düşünülmelidir. Bir ahlâk danışmanı, altta yatan sorunları belirlemeye yardımcı olabilir, vaatleri yerine getirmeme alışkanlığını yönetmek ve üstesinden gelmek için stratejiler öğretebilir.
Vaatleri yerine getirmeme kötü bir alışkanlıktır. Bu yanlış davranış, ancak yeterli pratik ve çabayla değiştirilebilir. Bu amaçla gerçekçi vaatlerde bulunmak, gerçekleştirilebilir sözler vermek, taahhütler ve anlaşmalar yoluyla oluşan vaatleri yerine getirmeyi alışkanlık haline getirmek gerekir.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِ اِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُلًا
“Verdiğiniz (her) sözü yerine getirin. Verilen (her) söz (Hesap Günü’nde) mutlaka sorulacaktır.” (İsra, 17/34)
Ebu Hüreyre’nin (ra) rivayetine göre Resülullâh (ﷺ) şöyle buyurmuştur:
آيَةُ الْمُنَافِقِ ثَلاَثٌ إِذَا حَدَّثَ كَذَبَ، وَإِذَا وَعَدَ أَخْلَفَ، وَإِذَا اؤْتُمِنَ خَانَ .
“Münafığın alameti üçtür: 1. Konuştuğu zaman yalan söyler. 2. Ne zaman söz verse, mutlaka (sözünü) bozar. 3. Ona güvenirsen, dürüst olmadığını kanıtlar. (Ona emanet olarak bir şey versen, geri vermez.)”[13]
Hadis-i şerifte zikredilen “üç alamet” ile, kişilerdeki “söz, fiil ve niyete” işaret edildiği, (كَذَبَ) “yalan” kelimesi ile sözdeki bozukluğa, (أَخْلَفَ) “sözünde durmama” ifadesi ile niyetteki bozukluğa, (خَانَ) “hıyanet” kelimesi ile de fiildeki bozukluğa temas edildiği söylenebilir.
10. Gıybet

Ayet el-Kürsî
“Gıybet ve dedikodu”, insanlar aleyhindeki incitici ve küçültücü söz ve davranışlardır. Dedikodu yapma, başkalarının arkasından kötü konuşma pek çok olumsuz sonuçlara sebep olur. Gıybet olarak da adlandırdığımız dedikodu, insani ilişkilere zarar verir. Dedikodu yapan kişi hakkında negatif intibalar meydana gelir. Ayrıca hakkında dedikodu yapılan kişilerde de strese ve kaygıya yol açar. Dedikodu, bütünüyle olumsuz ve zehirleyici bir ortamı besler.
Gıybet, başkaları hakkında herhangi bir sorunu veya endişeyi, doğrudan ve yapıcı bir tarzda ele almak yerine, o kişileri arkalarından çekiştirmek, haklarına olumsuz şekilde konuşmak durumudur. Bu davranış aldatıcıdır, bireyler arası ilişkilere ve güvene zarar verir. Sorunları veya endişeleri doğrudan söz konusu kişilerle konuşmak, arkalarından konuşmaktan daha etkili ve saygındır.
Gıybet etmenin veya başkalarını arkasından çekiştirmenin sonuçları ağırdır ve genel olarak şu tür sonuçları içerir:
1. Zarar görmüş ilişkiler: Birisi, arkasından konuştuğunuzu öğrenirse, o kişinin itimadını yeniden kazanmanız ve onarmanız kolay olmayacaktır. Bu açıdan, gıybetin yapılması gibi dinlenmesi de haramdır.
2. Güvenilirlik ve saygı kaybı: Gıybet davranışında bulunan kişiler, güvenilmez ve dürüst olmayan kişiler olarak kabul edilirler. Söz konusu kişiler, itibarlarını zedelemiş, gelecekte de ciddiye alınmalarını zorlaştırmışlardır.
3. Yabancılaşma: Başkalarını arkalarından çekiştirmek, söz konusu kişilere itimat edilemeyeceğine dair inancı pekiştirir, bu kişilerin sosyal izolasyona maruz kalmalarına yol açar.
4. İş ve özel hayat üzerinde olumsuz etki: İş ve özel hayata ait ortamlarda, kişilerin bilhassa yakınları ya da meslektaşları hakkında olumsuz konuşmaları, onlar hakkında bir takım söylentiler yaymaları, zehirleyici bir ortam üretir ve ahenkli iş arkadaşlığını zorlaştırır.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثٖيرًا مِنَ الظَّنِّ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخٖيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَحٖيمٌ
“Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizliliklerini araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan tiksindiniz! Öyleyse Allâh’tan korkunuz. Kuşkusuz Allâh, tevbeyi çok kabul eden, çok merhametli olandır.” (Hucurat, 49/12)
Ebu Hüreyre’nin (ra) rivayetine göre, Resülullâh (ﷺ) şöyle buyurmuştur:
أَتَدْرُونَ مَا الْغِيبَةُ ؟
قَالُوا اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ .
قَالَ ذِكْرُكَ أَخَاكَ بِمَا يَكْرَهُ .
قِيلَ أَفَرَأَيْتَ إِنْ كَانَ فِي أَخِي مَا أَقُولُ قَالَ؛
إِنْ كَانَ فِيهِ مَا تَقُولُ فَقَدِ اغْتَبْتَهُ وَإِنْ لَمْ يَكُنْ فِيهِ فَقَدْ بَهَتَّهُ .
“Gıybet nedir bilir misiniz?”
Ashab: “Allâh ve Resulü en iyi bilir” dediler. Resülullâh (ﷺ):
“Kardeşinden, hoşuna gitmeyecek şekilde söz etmendir” buyurdu.
“Peki, eğer benim söylediğim, kardeşimde olan bir şeyse, ne buyurursunuz?” diye sorulunca Resülullâh (ﷺ):
“Eğer, dediğin onda varsa, gıybet yapmış olursun. Eğer yoksa, bu defa iftirada bulunmuş olursun” buyurdular.”[14]
Hadis-i şerifte de açıkça görüldüğü üzere (بَهَتَّهُ) “bühtan” kelimesi, “bir kimse hakkında batıl ve gerçek olmayan beyanlarda bulunmak, o kişiye iftira atmak” demektir. Bühtan, herhangi bir kimse ile ilgili olarak batıl ve doğru olmayan bir sözün söylenmesi demektir. “Gıybet” ise, “bir kimseyi gıyabında hoşuna gitmeyecek şekilde söz konusu etmektir.” Hem gıybet hem de bühtan açık bir şekilde haram fiillerdendir. Gıybet konusu, “Hucurât Suresinin İncelikleri 3” başlıklı yazımızda ayrıntılandırılmaya çalışılmıştı.
11. Vesvese

Nâs Suresi
“Vesvese” kelimesi, “insî ve cinnî şeytanlar ile nefis donanımı tarafından, insana telkin edilen zararlı ve kötü sanrılar, şüpheler ve vehimler” anlamındadır.
Şüphelere dayalı bir şekilde sanrılı olmak, gerçekle bağdaşmayan yanlış inançlara veya algılara sahip olmaktır. Sanrılar, kişinin özel güçlere veya yeteneklere sahip olduğuna, başkalarının onlara karşı komplo kurduğuna, gerçek olmadığı halde belirli olayların veya durumların gerçekleşmiş olduğuna inanma gibi birçok biçimde görülebilir. Sanrılar, şizofreni, paranoya, bipolar bozukluk veya vesveseye dayalı akıl sağlığı ile ilgili problemlerin belirtisi de olabilir.
Sanrıların rahatsız edici olabileceğini, bir kişinin günlük yaşamında sorumluluklarını yerine getirmesini engelleyebileceğini görmek gerekir. Kuruntular, sanrılar ve vesveseler, kişisel ilişkilerde sorunlara yol açabilir, profesyonel yardım aramanın önünde engel teşkil edebilir.
Bu durumdaki birisi, vesveselere dayalı sorunlarını teşhis ve tedavi edebilecek bir psikiyatriste müracaat etmeli veya bir akıl sağlığı uzmanından yardım istemelidir. Tedavi, ilaç, terapi ve diğer destek biçimlerini içerebilir.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهٖ نَفْسُهُ وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرٖيدِ
“Ant olsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler verdiğini biliriz. Biz, ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf, 50/16)
Ali b. Hüseyin’den (ra) rivayete göre Şanlı Peygamber (ﷺ) şöyle buyurmuştur:
إِنَّ الشَّيْطَانَ يَجْرِي مِنِ ابْنِ آدَمَ مَجْرَى الدَّمِ .
“Gerçekten şeytan, insanın kan damarlarında dolaşır.”[15]
Vesvese, şeytanın insana karşı kullandığı en önemli silahıdır. Saîd b. Mansûr, İbn Ebi’d-Dünya ve İbnü’l-Münzir, Urve b. Ruveym’den şu rivayeti aktarmaktadır:
سَأَلَ عِيسَى عَلَيْهِ السَّلَامُ ربه أَن يرِيه مَوضِع الشَّيْطَان من بن آدَمَ فَأَرَاهُ فَإِذَا رَأْسُهُ مِثْلُ رَأْسِ الْحَيَّةِ وَاضِعٌ رَأْسَهُ عَلَى ثَمَرَةِ الْقَلْبِ فَإِذَا ذَكَرَ الْعَبْدُ رَبَّهُ خَنَسَ وَإِذَا تَرَكَ مَنَّاهُ وَحَدَّثَهُ .
“Meryem oğlu İsa (as), Rabbinden, şeytanın insandaki yerini göstermesini isteyince, bu yer kendisine gösterilmiştir. Şeytanın, yılan kafasına benzeyen bir başı bulunmaktadır. Kafasını, insanın kalbinin üst tarafına dayamıştır. İnsan, Allâh’ı (cc) zikrettiğinde, şeytan geri çekilip pusmakta, zikretmediği zamanlarda ise, başını insanın kalbinin üst tarafına uzatmakta ve ona konuşmaktadır.”[16]
Bu hadîs-i şerîf, çok özel anlamlar içermekte olduğu için açmıyoruz.
12. Umutsuzluk

“Allâh en hayırlı koruyucudur ve O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.”
(Yusuf, 12/64)
“Umutsuzluk”, aşırı mutsuzluk ve umudun yitirilmesi halidir. Umutsuzluk, çaresizlik duyguları ve motivasyon eksikliği ile karakterizedir. Umutsuzluk, zor veya travmatik olaylara karşı normal ve doğal bir tepki olarak görülebilirken, normal zamanlar için genelde ruh sağlığı probleminin bir belirtisidir.
Siyaset ve ahlâk nazariyeleriyle tanınan Şâfiî fakihi el-Mâverdî (v. 450/1058), bilhassa kendilerini uğursuzluk düşüncesine kaptıran kimseleri, umutsuzluğun onlarda mesâvî-i ahlâktan bir unsur haline gelebileceği konusunda uyarır. Ona göre, kendilerini uğursuzluk düşüncesine kaptıranların gayretleri, başarı ile sonuçlanmaz, hiçbir teşebbüsü tamamlanmaz. Çünkü böyle bir kimse, herhangi bir şeyi yapmak istediğinde, umutsuzluk onda baskın hale gelir.[17]
Bu açıdan, umutsuzluk halinin bunaltıcı olabileceğini ve bir kişinin günlük yaşamda işlev görme yeteneğini engelleyebileceğini görmek gerekir. Umutsuzluk hali, kişisel ve profesyonel ilişkilerde sorunlara yol açabilir, yardım aramanın önünde bir engel olabilir.
Umutsuzluk, kişisel bir zayıflıktan daha ziyade, çözümlenmemiş ruhsal problemlerin belirtisi de olabilir. Doğru psikolojik tedavi ve ruhsal destek ile, bireyler umutsuzluk semptomlarını yönetmeyi öğrenebilir, mutlu olacağı bir yaşamı sürdürebilir. Umutsuzluk sendromunun üstesinden gelmenin ve umudu yeniden kazanmanın zaman ve çaba gerektirdiğini, ancak bunun doğru manevi destekle mümkün olduğunu anlamak da önemlidir.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
وَلَا تَيْأَسُوا مِنْ رَوْحِ اللَّهِ ۖ إِنَّهُ لَا يَيْأَسُ مِنْ رَوْحِ اللَّهِ إِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ
“Allâh’ın rahmetinden umutlarınızı kesmeyin. Çünkü Allâh’ın rahmetinden ancak inkârcılar umutlarını keserler.” (Yusuf, 12/87)
قُلْ يَا عِبَادِىَ الَّذٖينَ اَسْرَفُوا عَلٰى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمٖيعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحٖيمُ
“De ki: ‘Ey kendileri aleyhine aşırı giden kullarım! Allâh’ın rahmetinden umutlarınızı kesmeyin. Çünkü Allâh, bütün günahları bağışlar. O, gerçekten çok bağışlayan, çok merhametli olandır.” (Zümer, 39/53)
Ebu Hüreyre (ra), Resülullah’ı (ﷺ) şöyle buyururken işittim diyor:
إِنَّ اللَّهَ خَلَقَ الرَّحْمَةَ يَوْمَ خَلَقَهَا مِائَةَ رَحْمَةٍ، فَأَمْسَكَ عِنْدَهُ تِسْعًا وَتِسْعِينَ رَحْمَةً، وَأَرْسَلَ فِي خَلْقِهِ كُلِّهِمْ رَحْمَةً وَاحِدَةً، فَلَوْ يَعْلَمُ الْكَافِرُ بِكُلِّ الَّذِي عِنْدَ اللَّهِ مِنَ الرَّحْمَةِ لَمْ يَيْأَسْ مِنَ الْجَنَّةِ، وَلَوْ يَعْلَمُ الْمُؤْمِنُ بِكُلِّ الَّذِي عِنْدَ اللَّهِ مِنَ الْعَذَابِ لَمْ يَأْمَنْ مِنَ النَّارِ .
“Allâh, rahmeti yarattığı gün, onu yüz rahmet olarak yarattı. Doksan dokuz rahmeti kendi yanında tutup alıkoydu. Geri kalan tek bir rahmeti, bütün mahlukları arasına gönderdi. Eğer kafir, Allâh’ın yanında bulunan rahmetin hepsini bilseydi, Cennet’ten umudunu kesmezdi. Mümin de eğer Allâh yanındaki azabın hepsini bilseydi, Cehennem azabından emin olmazdı.”[18]
Bu hadîs-i şerif, korku ile umut arasında olmayı, sırf korkunun, Yüce Allâh’ın rahmetinden umut kesmeye yol açabileceğini, sırf umut halinde olmanın da kişiyi aldanmaya götürebileceğini göstermektedir. Bu her iki hal dışında kalıp, umut-korku arasında olma (recâ) hali ise güzel görülmüştür. Herhangi bir hata ya da kusur işleyen kimse, Yüce Allâh’a karşı güzel zan beslemeli, günahlarını sileceğini umut etmelidir. Aynı şekilde itaatte titiz davransa bile bir kimse, kendisinden emin bir hale girmemelidir.
Bu konu, sitemizde “Umut ve Umutsuzluk” başlığı altında ayrıntılandırılmaya çalışılmıştır.
13. Sahtekârlık
“Sahtekârlık”, dürüst olmama veya doğruyu söylememe eylemidir. Sahtekârlık ilişkilere zarar verir, güveni aşındırır ve olumsuz sonuçlara yol açar. Kötü bir alışkanlıktır ve hayatın her alanında doğruluk ve dürüstlüğü geliştirerek ve sürdürerek bu mesâvî-i ahlâkın üstesinden ancak gelinebilir.
Sahtekârlık eylemi, ciddi sonuçlara ve zararlara sebep olabilir. Sahtekârlarda sürekli
devam eden bir anksiyete ve kendine güvensizlik hali bulunur. Her durumda, dürüstlüğün en iyi politika olduğunu, doğru ve güvenilir olmanın, güçlü ilişkiler kurmanın ve sürdürmenin gerekli olduğu düşüncesi işlenerek, bu mesâvî-i ahlâkın ancak önüne geçilebilir.
Sahtekârlığın olası bazı kötü sonuçları, kişisel ve sosyal ilişkilerin zarar görmesi, kişinin itibarının ve imajının zedelenmesidir. Sahtekârlığın, kişinin hayatını etkileyen hem kısa hem de uzun vadeli sonuçları olabileceğini fark etmek önemlidir. Sahtekârlığın, depresyon dahil
olmak üzere, psikolojik sıkıntı indeksiyle anlamlı düzeyde ilişkili olduğu bilinmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
وَيْلٌ لِلْمُطَفِّفٖينَ اَلَّذٖينَ اِذَا اكْتَالُوا عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَ وَاِذَا كَالُوهُمْ اَوْ وَزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَ
“Ölçüde ve tartıda sahtekârlık yapanların vay haline. Onlar, insanlardan (kendi menfaatlerine olan) bir şey ölçüp alırlarken, tam alırlar. Fakat başkalarına ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik verirler.” (Mutaffifîn, 83/1-3)
Şanlı Nebi (ﷺ) şöyle buyuruyor:
. الْخَدِيعَةُ فِي النَّارِ
“Sahtekârlık (yapan) ateştedir.”[19]
Sahtekâr kimseler, diğer insanların onlardaki sahtekârlıkları öğrenmelerinden korkarlar. Bu korku onlarda, anksiyete, özgüven eksikliği, depresyon ve yetersizliğe bağlı hayal kırıklıkları doğurur. Başarıları içselleştirmekte zorlandıklarından, hileli davranışlarını sürdürme eğiliminde olurlar.
14. Bencillik

“Bencillik”, insanın yalnız kendisiyle ilgilenmesi, herkesi ve her şeyi kendi yararına kullanma isteği, kendini her şeyin amacı olarak kabul etme eğilimidir. Bencillik, başkalarının ihtiyaç ve duygularına aldırış etmeden öncelikle kişinin kendi ihtiyaçlarına, arzularına ve ilgilerine odaklanma eylemidir.
Benmerkezci olmak, taviz vermek istememek ve başkalarına yardım etmek istememek gibi birçok şekilde kendini gösterebilir. Bencil olmak ilişkilere zarar verir, çatışmalar yaratır ve olumsuz sonuçlara yol açar. Benmerkezci olmak, kişinin kendini diğerlerinden daha önemli hissetmesi ve başkaları için empati ve düşünce eksikliğidir. Bu negatif ahlâki özellik, ancak empati ve şefkat geliştirerek, eylem ve kararlarda başkalarını düşünmeye çalışarak aşılabilir.
Bencillik, hem bencil davranan kişi hem de çevresindekiler için çeşitli olumsuz sonuçlar doğurabilir. Bazı olası sonuçlar şunları içerir:
1. İlişkilere zarar verme: Bencil davranışlar, aile ve arkadaşlar ile ilişkileri kötüleştirebilir, hatta bozabilir. Sürekli olarak sadece kendilerini düşünen, başkalarının ihtiyaç ve duygularını hiçe sayan insanlar, sağlıklı ilişkiler sürdürmekte başarısız olurlar.
2. Güven ve saygı kaybı: Sürekli bencil davranışlar sergileyen bir kimse, yakın akrabalarında ve dostlarında var olan güven duygusunu yok eder, onların saygısını kaybeder.
3. Heyet çalışmasında zorluk: Bencillik, heyet çalışmalarını da zorlaştırabilir. Çünkü, heyet içinde yer alan diğerleri, kendilerini değersiz veya onuru zedelenmiş olarak hissedebilirler.
4. Zihinsel ve fiziksel sağlık üzerindeki olumsuz etki: Bencillik, bireylerde strese ve kaygıya yol açabilir, zihinsel ve fiziksel sağlığı olumsuz etkileyebilir.
Bencilliğin öğrenilmiş bir davranış olduğunu, güzel ahlâk unsurları ile değiştirilebileceğini görmek önemlidir. Bencil davranış kalıplarını değiştirmek zor olabilir, ancak çaba ve değişim iradesi ile, zaman içerisinde daha az bencil olmak mümkündür.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
وَاِذَا قٖيلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ قَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا فٖى ضَلَالٍ مُبٖينٍ
“Onlara, ‘Allâh’ın size rızık olarak verdiklerinden infakta bulunun!’ denildiğinde, inkâr edenler, inananlara, ‘Allâh’ın, dilediği takdirde yedireceği kimseleri biz mi doyuracağız? Siz apaçık bir şaşkınlık içindesiniz!’ derler.” (Yâ-Sîn, 36/47)
Enes’ten (ra) rivayetle Şanlı Nebi (ﷺ) şöyle buyurmuştur:
لا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ .
“Sizden biriniz, kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe, iman etmiş sayılmaz.”[20]
Hadîs-i şerifte yer alan, “iman etmiş sayılmaz” sözü ile kastedilen, imanın insan kalbinde kâmil anlamda yerleşmemesi, kişinin imanın hakikatine ve olgunluğuna ulaşamamasıdır. Çünkü hadîs-i şerifte anılan özelliğe sahip olmayan kişilere “kâfir” denmemektedir. Hadîs-i şeriften anlaşılan, Müslüman bireylerin, “eşitlik prensibine” uygun davranmaları gereğini ifade etmektedir. Hatta bu güçlü anlam, kişinin başkalarını kendisinden daha üstün tutması gereğini ifham etmektedir. Çünkü tabi bir şekilde her birey, başkalarından daha üstün olmayı arzu eder. Şayet kişi, kendisi için sevdiğini, diğer bireyler için de sever hale gelmişse, diğerlerini adeta kendisinden üstün tutmuş demek olur.
15. Empati eksikliği
Empati eksikliği, başkalarının duygularını ve deneyimlerini anlayamamaktır. Empatiden yoksun kişiler, başkalarının bakış açılarını ve duygularını anlamakta zorlanır, başkalarının ihtiyaçlarına kayıtsız veya tepkisiz kalırlar. Bu durum, onların sağlıklı ilişkiler kurmalarını ve sürdürmelerini zorlaştırabilir. Empati yoksunluğu mesâvî-i ahlâka ait bir davranıştır. Eğitim yolu ile, empati geliştirilerek ve gerekirse güzel ahlâk danışmanlarından profesyonel yardım alınarak ancak aşılabilir.
Empati eksikliği, başkalarına karşı duyarsızlığa ve hatta zulmetmeye bile yol açabilir. Bir kişinin empatiden yoksun olmasının pek çok nedeni olabilir. Empati eksikliğinin, bencillik ile aynı şey olmadığını görmek gerekir. Çünkü, bir kişi empatik olabilirken, bencilce davranışlar sergileyebilir.
Bazı insanlar empati geliştirmekte zorlanabilirler. Ancak empati, öğrenilebilir, yeterli çaba ve uygulama ile geliştirilebilir. Bu çaba ve uygulamalar, genel olarak duyguları tanımlamayı, anlamayı öğrenmeyi, bakış açısı almayı, başkalarının duygularını ve deneyimlerini anlamak için aktif olarak çalışmayı içerir.
Empati yoksunluğu, kişi ve çevresindekiler için çeşitli olumsuz sonuçlar doğurabilir. Bazı olası sonuçlar şunlardır:
1. İlişkilere zarar verme: Empati eksikliği, başkalarının duygularını ve bakış açılarını anlamakta zorluk meydana getirebilir. Kişinin sağlıklı ilişkiler kurmasını ve sürdürmesini zorlaştırabilir. Ayrıca böyle kişiler, çevrelerinde soğuk, umursamaz veya duyarsız olarak algılanabilirler.
2. Akıl sağlığı üzerindeki olumsuz etki: Empati eksikliği, sosyal izolasyona yol açabilir. Böyle bir durum, kişilerde depresyon ve kaygı gibi ruh sağlığı açısından olumsuz etkilere sebep olabilir.
3. Başkalarını anlamada zorluk: Empati eksikliği, bir kişinin başkalarının duygularını, düşüncelerini ve eylemlerini anlamasını zorlaştırabilir. Bu durum yanlış anlamalara ve huzursuzluklara yol açabilir.
4. Çatışmaları çözmede zorluk: Empati eksikliği, bir kişinin başkalarının endişelerini anlamasını, sorunlarını çözmek için çalışmasını zorlaştırabilir. Bu durum, anlaşmazlıkları çözmede çeşitli zorluklara yol açabilir.
5. Duygusal destek sağlamada zorluk: Empati eksikliği, başkalarına duygusal destek sağlamayı zorlaştırabilir, sosyal bağlantılar kurmayı güçleştirebilir.
Empati eksikliği, genellikle öğrenilmiş bir davranıştır. Bu açıdan, yeterli çaba ve değişim sözü ile, zaman içinde empati ahlâkını geliştirmek mümkün olabilir.
Kur’ân-ı Kerîm, Şanlı Nebi’nin (ﷺ) şahsında, bütün Müslümanların bilhassa muhtaçlarla ilgili olarak ne şekilde empati kurabileceklerini şu şekilde talim buyurur:
وَالضُّحٰى وَالَّيْلِ اِذَا سَجٰى مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلٰى وَلَلْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لَكَ مِنَ الْاُولٰى وَلَسَوْفَ يُعْطٖيكَ رَبُّكَ فَتَرْضٰى اَلَمْ يَجِدْكَ يَتٖيمًا فَاٰوٰى وَوَجَدَكَ ضَالًّا فَهَدٰى وَوَجَدَكَ عَائِلًا فَاَغْنٰى فَاَمَّا الْيَتٖيمَ فَلَا تَقْهَرْ وَاَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ وَاَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ
“Yemin olsun kuşluk (güneşin iyice yükselip her tarafı aydınlattığı) vaktine. Karanlığı çöktüğünde geceye. Rabbin seni terk etmedi ve sana darılmadı. Gerçekte ahiret, senin için dünyadan daha hayırlıdır. İleride (kıyamet günü), Rabbin sana (şefaat makamını) verecek, sen de hoşnut olacaksın. O, seni yetim bulup da barındırmadı mı? Seni, (şeriat hükümlerini) bilmezken, (nübüvvet nimeti ile müstakîm) yola koymadı mı? Seni, yoksul iken zengin etmedi mi? Öyle ise, sakın yetimi (muhtaç fakirlere) ezme. Dilencileri azarlama. Ve Rabbinin nimetlerini anlat (Kur’ân-ı Kerîm’i oku, okut, hükümlerini açıkla).” (Duha, 93/1-11)
Ebû Hüreyre (ra), Resülullah’ın (ﷺ) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
لاَ تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلاَ تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا . أَوَلاَ أَدُلُّكُمْ عَلَى شَىْءٍ إِذَا فَعَلْتُمُوهُ تَحَابَبْتُمْ أَفْشُوا السَّلاَمَ بَيْنَكُمْ .
“İman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size bir şey göstereyim mi, onu yaparsanız birbirinizi seversiniz? Aranızda selamı yayınız.”[21]
Hadîs-i şerifteki, “Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız” ifadesinden maksat, “Sizin imanınız ancak birbirinizi sevmekle kemal bulur. Eğer böyle iman etmediyseniz, Cennetlikler doğrudan Cennet’e girerken, sizler giremezsiniz” demektir. Hadîs-i şerif, Müslüman bireylerde olabilecek empati eksikliğini yok edebilecek çok önemli bir anahtarı yani “sevgi” unsurunu incelikli bir şekilde talim etmektedir. Bu konudaki izah, bir önceki bahiste ayrıntılandırılmıştı.
Selam vermenin, sevgi kazanmanın en başta gelen sebeplerinden birisi olduğu anlaşılmaktadır. Selam vermenin, bireyin benliğini tevazua alıştırma, Müslümanların saygınlıklarını önemseme ve koruma gibi önemli anlamları da beraberinde taşıdığı görülmektedir.
16. Riya

“Allah’ın mescidlerini, ancak Allah’a ve âhiret gününe iman edenler imar edebilir.”
(Tevbe, 9/18)
“Riya” kelimesi Türkçemizde, özü sözü bir olmama, inandığı gibi hareket etmeme, gösteriş, iki yüzlülük gibi manalara gelmekle birlikte dini açıdan bir ibadet veya iyiliğin, Allâh rızası için değil gösteriş için yapılması demektir.
Gösteriş yapma veya başkalarından ilgi ve övgü alma arzusu, bilhassa günümüzde yaygınlık kazanma eğiliminde olan mesâvî-i ahlâka ait bir motivasyondur. Riya ve gösteriş duygusu, daha çok düşük benlik saygısı, onaylanma ihtiyacı, statü veya güç kazanma arzusu gibi çeşitli faktörler tarafından yönlendirilmektedir. Böylece bireylerde, övüngen davranışlar veya şöhret peşinde koşma gibi farklı tutum ve davranışlar tezahür etmektedir. Riyanın ve aşırı gösterişin, insani ilişkileri zedeleyeceğini, muhatapların söz konusu kişi ya da kişileri, kibirli veya samimiyetsiz olarak algılamalarına sebep olabileceğini görmek önemlidir.
Gösteriş ve riyanın sonuçları genel olarak olumsuzdur ve şu hususları içerebilir:
1. Kişinin, insanları kendisine yabancı hale getirmesi: İnsanlar gösterişli davranışları itici bulur ve bu şekilde davranan kişiden uzaklaşırlar.
2. Zarar vermesi: Gösteriş, çeşitli durumlarda uyumsuzluklara sebep olabilir.
3. Samimiyetsiz olarak algılanma: Gösterişli davranışlarda bulunan kişiler, samimiyetten yoksun olarak algılanabilir. Bu da onların itibarına ve güvenilirliğine zarar verir.
4. Gerçekçi olmayan beklentiler oluşturması: İnsanlar gösteriş yaptıklarında, başkalarında gerçekçi olmayan beklentiler meydana getirebilir, ayrıca bu beklentileri karşılayamayabilirler.
5. Finansal sonuçlar: Gösteriş, özellikle aşırı harcamalara sebep olur, bu da finansal zararlara yol açar.
6. Ayrıca gösteriş yapmanın kişinin ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin, örneğin artan stres seviyeleri, kaygı veya depresyon gibi hususların hesaba katılması gerekir.
Gösteriş gizli şirktir, insanlar “desin” arzusudur. Fiillerin, Allâh rızası için değil, insanların kişiyi görüp övmesi içindir. Konu ile ilgili en iyi tedavi, her hangi bir davranıştan önce, niyetin halis olup olmadığını kontrol etmektir.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
اِنَّ الْمُنَافِقٖينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْ وَاِذَا قَامُوا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰى يُرَاؤُنَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَلٖيلًا
“Münafıklar, (lisanları ile iman ettiklerini söyleyerek ama kalplerindeki küfrü gizleyerek, zanlarınca) Allâh’ı aldatmaya çalışırlar. Oysa Allâh, (planlarını bozmak sureti ile) asıl onları aldatmıştır. Onlar namaza, istemeyerek kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allâh’ı pek az anarlar.” (Nisa, 4/142)
Tarîf Ebî Temîme (ra) anlatıyor:
عَنِ طَرِيفٍ أَبِي تَمِيمَةَ، قَالَ شَهِدْتُ صَفْوَانَ وَجُنْدَبًا وَأَصْحَابَهُ وَهْوَ يُوصِيهِمْ فَقَالُوا هَلْ سَمِعْتَ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم شَيْئًا قَالَ سَمِعْتُهُ يَقُولُ؛ مَنْ سَمَّعَ سَمَّعَ اللَّهُ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ .
Tarif Ebu Temime şöyle anlatmıştır: Saffan, Cündeb ve arkadaşlarını bir mecliste gördüm. Cündeb onlara tavsiyelerde bulunuyordu. Onlar Cündeb’e, “Sen Resülullâh’tan (ﷺ) herhangi bir şey işittin mi?” diye sordular. Cündeb de onlara şöyle cevap verdi:
“Ben, Resülullâh’tan (ﷺ) şunu işittim:
“Her kim duyulsun diye bir iş işlerse, kıyamet gününde Allâh da onun rüsvaylığını (rezilliğini) duyurur.”[22]
Hadîs-i şerif, başkaları görsün ve övsün diye iş yapmayı, insanlara gösterişli şekilde davranmayı mesâvî-i ahlâktan saymakta, bu tür davranışlara tevessül edenlerin ahirette çetin bir sınav ile karşı karşıya kalacaklarını ihtar etmektedir.
Bu konu sitemizde “Riya ve Gösteriş” başlığı altında ayrıntılandırılmaya çalışılmıştır.
17. Yalan Söyleme

“Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?”
(55, Rahmân Suresi)
“Yalan” kelimesi, “doğruluğun zıttı, aldatmak maksadı ile bilerek gerçeğe aykırı şekilde, olmayanı olmuş, olanı olmamış gibi gösteren asılsız ve uydurma söz, gerçeğe uygunsuzluk” gibi anlamlara gelir.
Başkalarını yalan söyleyerek aldatmak, mesâvî-i ahlâkın en kötüsüdür. Yalan söylemek, insani ilişkileri onarılmaz bir şekilde yok eder, güven hissini bütünüyle yok eder. İletişim ve eylemlerde dürüstlük çok temeldir ve önemlidir. Güven oluşturmak ve bütünlüğü korumak, yaşamın her alanında gereklidir ve üretkendir.
Yalan ve aldatmacanın doğurduğu temel yanlışlıklardan bazıları şu şekildedir:
1. Tahrip olmuş insani ilişkiler. Bir insan, ancak mesâvî-i ahlâka kapıldığı için yalan söylemeye devam eder. Bu durum, o kimse ile ilgili olarak başkalarında, onarılması zor güvensizlik duyguları meydana getirir.
2. Şayet yalan, yasaları çiğneyerek işleniyorsa yasal cezaî sonuçlar doğurur. Çünkü bir insanın yalancılığı karakter haline getirmesi, onu eninde sonunda cezai müeyyideleri olan suçları işlemeye sevk eder. Böyle bir kimse, artık insanî davranmaktan artık uzak bir haldedir.
3. Yalana alışmış bireylerin, yalanlarını gizleme ihtiyaçları nedeniyle artan stresleri ve kaygıları. Böyle bir kimse, sürekli bir şekilde yalanın ortaya çıkmasından endişe duymaya başlar. Gerçekler er geç ortaya çıkacağı için, stres yaşar. Yalanı alışkanlık haline getirmiş bir kimse, artık ruhsal yücelikten uzaklaşmış bir durumdadır.
4. Bireylerin, kötülük odaklı hale gelmesi. Mâverdî’nin de ifadesi ile, yalanın akıbeti kötü ve pistir. Yalan, bütün kötülüklerin odak noktasıdır. Yalan, insanların dedikodusunu yapmayı, bu durum kin ve nefreti, o da düşmanlıkları doğurur. Düşmanlığın olduğu yerde, ne güven ne de itimat kalır.[23]
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَدٖيدًا يُصْلِحْ لَكُمْ اَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظٖيمًا
“Ey iman edenler! Allâh’tan korkun (emirlerine bağlanın, yasaklarından sakının) ve doğru söz söyleyin ki, işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim, Allâh’a ve Rasûlüne itaat ederse, o, gerçekten büyük bir kurtuluşla kurtulur (Cennet’e girer).” (Ahzab, 33/70-71)
Abdullah b. Mesud (ra), Allâh’ın Elçisi’nin (ﷺ) şöyle söylediğini rivayet etmektedir:
إِنَّ الصِّدْقَ يَهْدِي إِلَى الْبِرِّ وَإِنَّ الْبِرَّ يَهْدِي إِلَى الْجَنَّةِ وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَصْدُقُ حَتَّى يُكْتَبَ صِدِّيقًا وَإِنَّ الْكَذِبَ يَهْدِي إِلَى الْفُجُورِ وَإِنَّ الْفُجُورَ يَهْدِي إِلَى النَّارِ وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَكْذِبُ حَتَّى يُكْتَبَ كَذَّابًا .
“Şüphesiz ki doğruluk iyiliğe götürür. Muhakkak ki iyilik de Cennet’e götürür. Kişi doğru söylemekle nihayet sıddîk olarak yazılır. Muhakkak yalan söylemek de günah işlemeye götürür. Ve elbette günah işlemek Cehennem’e götürür. Kişi yalan söyleye söyleye, sonunda yalancı olarak yazılır.”[24]
Bu hadîs-i şerîf, doğru konuşmayı ve doğruyu araştırmayı teşvik etmekte, yalan söylemekten ve bu hususta gevşek davranmaktan sakındırmaktadır. Yalan söylemeye devam eden kişiler, “kezzâb” yani “çokça yalan söyleyen” oalrak kaydedilirler ve mutlaka pişmanlık yaşarlar. Böyle kimseler, insanların nazarında istenmeyen kişiler haline gelirler. Kötü etkileri ve ağır sonuçları sebebiyle yalan, insanlık tarihi ile eş bir şekilde, en büyük mesâvî-i ahlâk unsurlarından birisi olmaya devam etmektedir.
18. Dünyevîleşme
“Dünyevîleşme”, manevi ve güzel ahlâkî değerler pahasına, maddiyata, mala ve mülke, iç zenginliğinden daha ziyade dış görünüşe odaklanmaktır. Dünyevîleşmek, manevi büyüme yerine, kişisel kazanca ve bireysel memnuniyete odaklanma, dar ve ben merkezli bir bakış açısına sahip olmadır.
Uhrevîleşme ise, manevi ve ahlâkî değerleri önemseme, başarı ve mutluluğun birincil ölçütleri olarak, mala, mülke ve dış görünüşten daha ziyade, kalp ve ruh zenginliğine odaklanmadır. Uhrevîleşmek, maneviyata yönelen akıl, kalp ve ruh üçlüsünün, kendi hakikatlerini yüksek seviyede yansıtabildiği bir perspektiftir.
İslam, dünya ve ahirete yönelik bakış açılarını tam bir yetkinikle dengeler. İslam, hem iç gelişmeyi hem de maddi refahı önemser. Kişisel ve toplumsal refahı teşvik eder. Halk (maddî yön) ve hulk (manevî yön) değerlerini dengeleyici bir perspektifle ele alır. İslam, dünya-ahiret dengesini kurmayı hedeflemiş, uhrevî mutluluğun yanı sıra, dünyevî refah, sağlık ve esenliği de önemseyerek dengeli bir bakış açısını getirmiştir. Ancak, bu dengenin dünya tarafına bozulması, egoizm, materyalizm, hedonizm vb. bakış açılarını doğurmuştur.
Dünya-ahiret dengesinin bozularak, dünyeviliğin, materyalizmin ve tüketiciliğin teşvik edilmesi, şu türden bazı olumsuz sonuçları beraberinde getirmiştir:
1. Artan atıkların ve çevresel bozulmanın tehlikeli hale gelmesi.
2. Maddi kaynakların özellikle dar bir zümrenin elinde yoğunlaşması, insanlar arasındaki ekonomik ve sosyal eşitsizliğin artması.
3. Anlamlı sosyal ilişkilerin geliştirilmesi yerine, daha fazla maddi mülk edinmeye odaklanılması, huzur, mutluluk ve memnuniyetin azalması.
4. Dünyevîleşmenin artması ile, ahlâkî ilkelerin daha önemsiz hale geldiği çarpık bir değerler hiyerarşisinin oluşması.
5. Dünyevîleşmenin tazyiki ile, insanların kaldıramayacakları borçların ve finansal yüklerin altına girmeleri.
Dünyevîleşme, materyalist ve tüketim odaklı bakış açısının heyula gibi büyümesine, başarı ve mutluluk konusunda insanlar arasında yanlış telakkilerin gelişmesine yol açmıştır. Bu durum, bireysel ve toplumsal refahın giderek zayıflamasına, maddeye yönelen hevâ ve şehvet gibi benlik arzularının, kötülüklerin temel kaynakları haline gelmelerine sebep olmuştur.
Bu açıdan, İslam’ın öngördüğü şekilde madde ve mana arasında engeli bir perspektif geliştirmek, anlamlı ilişkileri, kişisel gelişimi ve toplumsal kalkınmayı teşvik eden ahlâki değerlere öncelik vermek esastır.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
اِعْلَمُوا اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزٖينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِى الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهٖيجُ فَتَرٰیهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِى الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ شَدٖيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٌ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
“Bilin ki dünya hayatı, ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olma yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibi ki, onun bitirdiği bitkiler, çiftçilerin hoşuna gider. Sonra da kurumaya yüz tutar; öyle ki, sen onun sapsarı olduğunu görürsün. En sonunda da çer çöp olup gider. Ahirette ise, şiddetli bir azap ve Allâh’tan bir mağfiret, bir rıza vardır. Dünya hayatı aldatıcı yararlanmadan başka bir şey değildir.” (Hadid, 57/20)
Urve b. Ez-Zübeyr (ra) ve Said b. El-Müseyyeb’in (ra) aktardıklarına göre Hakîm İbn Hizam (r.a) şöyle demiştir:
Resülullah’tan (ﷺ) istedim, verdi. Sonra yine istedim, yine verdi. Sonra tekrar istedim, tekrar verdi ve şöyle buyurdu:
يَا حَكِيمُ ، إِنَّ هَذَا المَالَ خَضِرَةٌ حُلْوَةٌ ، فَمَنْ أَخَذَهُ بِسَخَاوَةِ نَفْسٍ بُورِكَ لَهُ فِيهِ ، وَمَنْ أَخَذَهُ بِإِشْرَافِ نَفْسٍ لَمْ يُبَارَكْ لَهُ فِيهِ ، كَالَّذِي يَأْكُلُ وَلاَ يَشْبَعُ ، اليَدُ العُلْيَا خَيْرٌ مِنَ اليَدِ السُّفْلَى .
“Ey Hakîm! Bu (dünyevî) mal, yeşildir, tatlıdır. Kim onu tamahkârlık etmeden alırsa, onun için bereketli olur. Kim de hırsla alırsa, bereketini göremez. Tıpkı, yiyip doymayan kimse gibi olur. Veren el, alan elden hayırlıdır.”
Hakîm şöyle söyledi:
“Ey Allâh’ın Resulü! Seni hak şekilde gönderen Allâh’a yemin olsun ki, ölene kadar, senden sonra bir daha kimseden bir şey alıp, onun malını eksiltmeyeceğim.”
Hz. Ebu Bekir (ra), halifeliği sırasında Hakîm’i, geçimlik (ata) vermek üzere çağırmış, fakat o kabul etmekten kaçınmıştı. Hz. Ömer de (ra) çağırmış o yine kabul etmemişti. Hz. Ömer (ra) bunun üzerine şöyle demiştir:
“Ey İnsanlar! Siz şahit olun. Ben ona, hakkı olan iki bin (dirhemi) verdim, fakat o kabul etmekten kaçındı ve almadı.”
Hakîm, Resülullâh’tan (ﷺ) sonra, vefat edene kadar hiçbir kimsenin malını almamıştır.[25]
Mısırlı âlim İmam Şa’rânî’nin (v. 973/1565), Tabakâtü’l-Kübrâ’sında, sufi ve müfessir Sehl b. Abdullah et-Tüsterî’den (v. 283/896) naklettiği, dünya hayatını uyku ile eşdeğer gören şu söz ne kadar anlamlıdır:
“İnsanlar uykudadırlar. Öldüklerinde uyanırlar.”[26]
19. Putperestlik

İhlâs Suresi
“Putperestlik”, sûret ve timsallere, yanlışa dayalı sebeplerle değer verme ve tazimde bulunmaktır. Putperestlik, ilahi gücün, temsili şekilde bir puta veya fiziksel bir nesneye atfedilmesidir. Genellikle, taş vb. materyallerden heykellerin yontulması ve onlara tapınılması anlamına gelir. Putperestlik aynı zamanda bir kişiye, butlanı açık bir fikre veya bir nesneye aşırı bağlılığı ve hayranlığı, bu ögelerin kişilerde adeta hayatın merkezi haline gelmesi gibi durumlara da işaret eder.
Hıristiyanlık tarihinde (M. 725 ve 842 yılları arası), kiliselerden aziz ve azize ikonalarının kaldırılması mücadelesinin verildiği ikona karşıtı bir dönem (ikonoklazm) yaşanmıştır. Ancak, II. İznik Konsilinde (M. 787), ikonalara tazim yönünde karar alınmıştır. Alınan bu karar gereği, Katolik ve Ortodoks mezhepleri ikonalara saygı göstermeye devam etmiş, Protestanlar ise ikonalar konusunda daha ihtiyatlı davranmışlardır.
Putperestlik, aşağıdakiler de dahil olmak üzere pekçok olumsuz sonuçlar üretir:
1. Dikkati ve bağlılığı, Tek ve Kahhâr Allâh’tan uzaklaştırması.
2. Manevi ve ahlâkî değerlerden ziyade, fiziksel nesnelere odaklanılması, materyalizmi ve tüketiciliği teşvik etmesi.
3. Benmerkezciliği köpürterek toplumları zayıflatması.
4. Dini birliği baltalaması, dini itikatlar üzerinde şüpheler oluşturması.
5. Sahih inanç alanının kapsamını ve müteâl ilah anlayışının yümünlü ve pozitif etkilerini ortadan kaldırarak, kişisel, manevi ve ruhsal ilerlemeyi engellemesi.
Puta tapınma, gerçek İslam inancını açık bir şekilde reddediştir. Putperestler, müminlerin düşmanıdır. Putperestlik, dini saflığa ve ilahi birliğe yönelik açık tavır almadır. Yüce Allâh’a şirk koşmak, İslam’da en büyük günah ve sapkınlıklardandır.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
وَقَالَ اِنَّمَا اتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْثَانًا مَوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُمْ بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُمْ بَعْضًا وَمَاْوٰیكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِرٖينَ
“(İbrahim) Dedi ki: Siz, dünya hayatında, aranızda sevgi olsun diye, Allâh’ı bırakıp bir takım putlara tapındınız. Sonra kıyamet gününde ise, bir kısmınız bir kısmınıza küfür isnat edecek ve bir kısmınız bir kısmınızı lânetleyecektir. Barınağınız ateştir. Sizin için (Allâh’ın azabını kaldıracak) hiç bir yardımcı da yoktur.” (Ankebut, 29/25)
Rafî’ b. İshâk’ın haber verdiğine göre, şöyle demiştir: Ben ve Abdullah b. ebî Talha Ebû Saîd el Hudrî’yi hastalığı dolayısıyla ziyarete gitmiştik. Ebû Saîd el Hudrî dedi ki:
Resülullah (ﷺ) bize şöyle haber verdi:
أَنَّ الْمَلاَئِكَةَ لاَ تَدْخُلُ بَيْتًا فِيهِ تَمَاثِيلُ أَوْ صُورَةٌ .
“İçinde timsâller ve sûret bulunan eve, melekler girmez.”[27]
Hadîs-i şerifteki (تَمَاثِيلُ) “timsâller” kelimesinden maksat, bilhassa yontularak yapılan heykel türü objelerdir. Kelime, Kur’ân-ı Kerîm’de de bu anlamda kullanılmıştır (Enbiya, 21/52; Sebe, 34/13). (صُورَةٌ) “Sûret” kelimesinin anlamı ise fiziksel gölgesi olan objelerdir. Bu kelime, Kur’ân-ı Kerîm’de de aynı manada kullanılmıştır (İnfitar, 82/8). Fotoğrafların, bu kelimenin anlamına dahil olmadığı açıktır. (بَيْتًا) “Ev” kelimesinden maksat, yalnız meskenler değildir. İşyerleri vb. mekanlar da kelimenin anlam çerçevesindedir.
Sonuç

Fâtiha-i Şerîfe
Güzel ahlâk, bireylerin ve toplumların refahlarını destekleyen yüksek ilkeler ve değerlerdir. Bireyler açısından düşündüğümüzde mehâsin-i ahlâk, doğru seçimlere dayalı anlamlı hayatlar sürmektir. Mehâsin-i ahlâk unsurları, hem bunları sergileyen kişiler hem de çevresindekiler için, geniş bir dairede olumlu sonuçlar doğurur.
Mehâsin-i ahlâkın, bazı olumlu sonuçlarını şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Yüksek itibar: Dürüstlük, bütünlük ve sorumluluk gibi, mehâsin-i ahlâk unsurlarını içselleştirebilen kimseler, kişisel ve sosyal ilişkilerini ahenkli yürütebilir, toplumları içerisinde olumlu bir itibara sahip olurlar.
2. Mesleki başarı: İyi ahlâkî karakter, toplum içerisinde bireylerin temayüz etmesini, kişilerin kariyerlerinde başarılı olmasını daha mümkün hale getirir.
3. Daha iyi zihinsel ve fiziksel sağlık: Mehâsin-i ahlâk unsurlarına sahip insanlar, zihinsel ve fiziksel sağlıkları konusunda, diğerlerinden daha iyi seviyede olurlar. Ayrıca stres yönetiminde başarılı, daha az kaygılı ve depresyona girmeme gibi güzel ve olumlu sonuçlar yaşarlar.
4. Başkaları üzerinde pozitif etki: İyi ahlâkî karaktere sahip insanlar, etraflarındakileri de olumlu şekilde etkilerler. Örneğin, dürüst ve güzel ahlâk sahibi bir kimseye, insanlar daha fazla güvenir. Bu durum, daha güçlü sosyal irtibatların kurulabilmesini ve geliştirilebilmesini temin vazifesi görür.
Bunların sadece örnek olduğunu, mehâsin-i ahlâka ait unsurların kıymetli sonuçlarının, belirli eylemlere ve koşullara bağlı olarak gelişebileceğini görmek önemlidir.
Mesâvî-i ahlâk unsurları ise, hem bireyler hem de toplumlar için son derece zararlıdır. Kötü ahlâkî karakter, olumsuz sonuçlara, güven ve saygı eksikliğine yol açar. Kötü ahlâkî unsurlar, kişiler ve çevresindekiler için, istenmeyen zehirli bir atmosfer meydana getirir.
Mesâvî-i ahlâkın, muhtemel olumsuz sonuçlarından bazılarını sıralamamız gerekirse;
1. Mesâvî-i ahlâk unsurları, mutlaka bireylerin itibarlarını zedeler. Sahtekârlık, hilekarlık veya dürüstlükten yoksunluk gibi, kötü ahlâkî unsurları sergileyen kişiler, itibarlarını ve güvenilirliklerini yok ederler. Bu durum, sağlıklı insani ilişkilerin kurulmasını ve sürdürülmesini imkansız hale getirir.
2. Hukuki sonuçlar: Mesâvî-i ahlâka ait unsurlar, şayet yürürlükteki kanunlara muhalefet ile işlenmekte, merî mevzuata göre suç teşkil eden davranış biçimleri ile icra edilmekte ise, bu durum aynı zamanda cezai kovuşturmalara yol açar.
3. Zihinsel ve fiziksel sağlık üzerindeki etkisi: Kötü ahlâkî unsurları içselleştirmiş insanlar, zihinsel ve fiziksel sağlıklarına yönelik şekilde, stres, kaygı veya depresyon gibi olumsuz etkilere maruz kalırlar.
4. Başkaları üzerindeki etki: Mesâvî-i ahlâk unsurları sergileyen kimseler, çevrelerindeki kişileri de olumsuz etkilerler. Örneğin, dürüst olmayan ya da uyuşturucu müptelası bir kişi, bu negatif eylemlerini başkalarına bulaştırır, zarar verir, dürüstlük veya sorumluluk eksikliği ile, kendi çevresine kötü örnek olur.
5. Bunlar sadece birer örnektir ve kötü ahlâkın sonuçları, icra edilen mesâvî-i ahlâk unsurlarına ve koşullara göre değişir.
Câbir b. Abdullah (ra), Şanlı Nebi’nin (ﷺ), namaza başladığında tekbir alıp, sonra da şöyle dua ettiğini rivayet etmektedir. Biz de bu güzel dua ile yazıyı tamamlamış olalım:
اللَّهُمَّ اهْدِنِي لأَحْسَنِ الأَعْمَالِ وَأَحْسَنِ الأَخْلاَقِ لاَ يَهْدِي لأَحْسَنِهَا إِلاَّ أَنْتَ وَقِنِي سَيِّئَ الأَعْمَالِ وَسَيِّئَ الأَخْلاَقِ لاَ يَقِي سَيِّئَهَا إِلاَّ أَنْتَ .
“Allâhım, beni en güzel amellere ve en güzel ahlâka hidayet et. Bunların en güzeline, ancak Sen hidayet edersin. Beni kötü amellerden ve kötü ahlâktan da uzak tut. Bu kötülüklerden, ancak Sen uzaklaştırabilirsin.”[28]
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ
“(Ey Rabbimiz!) Seni tenzih ederiz! Senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Hiç şüphesiz, en iyi bilen Sensin, tam hüküm ve hikmet sahibisin.”
(Bakara, 2/32)
Not: Bu yazıda da, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine sonsuz hamdlerimizle belirtiriz ki, bazı tevafukları lütfetti.
[1] Râgıb el-İsfahânî, İslam’ın Ahlâkî İlkeleri Eẕ-Ẕerîʿa ilâ Mekârimi’ş-Şerîʿa, s. 431, (Terc. A. Keskinsoy), Kalem Yayınevi, İstanbul-2019.
[2] Buhari, Mezâlim, 2457.
[3] Beyhakî, Zühdü’l-Kebîr, s. 157 (Hadis no: 343), Dâru’l-Cinân, Beyrut-1987; İbnu Receb el-Hanbeli, Câmiu’l-Ulûm ve’l-Hikem, 3/584, Dâru’s-Selâm, Kahire-2004; Deylemî, Firdevs bi Me’sûr’l-Hitâb, 3/408 (5248), Dâru’l-Kütübi’l-İlmî, Beyrut-1986; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 2/198 (2144).
[4] Buhari, Fiten, 7070.
[5] Buhari, Mezâlim, 2444.
[6] Tirmizi, Daavât, 3479.
[7] Buhari, Fiten, 7081.
[8] Buhari, İman, 52.
[9] İbn Mâce, Zühd, 4199.
[10] Muhammed Ali et-Tehânevi, Muhammed b. Ali, Keşşâfu Istılâhâti’l-Funûn, 2/1239, Mektebetu Lübnan, Beyrut-1996.
[11] İbn Mâce, Et’ime, 3263.
[12] Buhari, Et’ime, 5425.
[13] Buhari, İman, 33.
[14] Müslim, Birr, 2589.
[15] Buhari, Ahkâm, 7171.
[16] Celâleddin es-Suyûtî, Ed-Dürrü’l-Mensûr fî’t-Tefsîr bi’l-Me’sûr, (Thk. A. Muhsin et-Türkî), 15/809, Merkezü Hicr li’l-Buhûsi ve’d Dirâsâti’l-Arabiyye ve’l-İslâmiyye, Kahire-2003; İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, (Thk. Abdülkâdir Şeybe el-Hamd), 8/627, Mektebetü Melik Fahd, Riyad-2001.
[17] İmam Maverdî, Edebü’d-Dünya ve’d-Dîn, s. 697, (Terc. H. Zavalsız), Tahlil Yayınları, İstanbul-2020.
[18] Buhari, Rikâk, 6469.
[19] Buhari, Büyu, 60.
[20] Buhari, İman, 13.
[21] Müslim, İman, 54.
[22] Buhari, Ahkâm, 7152.
[23] İmam Maverdî, Edebü’d-Dünya ve’d-Dîn, s. 574.
[24] Müslim, Birr, 2607.
[25] Buhari, Zekat, 1472.
[26] Alî eş-Şa‘rânî, Et-Tabakâtü’l-Kübrâ (Levâkıhu’l-Envâri’l-Kudsiyye fî Tabakâti’l-ʿUlemâʾ ve’ṣ-Sûfiyye), 1/142 (Tahk. Ahmed Abdürrahim vd.), Mektebetü’s-Sekâfiyye, Kahire-2005.
[27] Tirmizi, Edeb, 2805.
[28] Nesai, İftitah, 896.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.