Musa Kâzım GÜLÇÜR
5 Haziran 2020
İçindekiler
Allâh’a İbadet ve İhsan Şuuru 3
Cibril Hadisindeki “İhsan” Kelimesinin Anlam Tabakaları 6
Abstract
“Al-Ihsan”, performance of good deeds or in other words the conscious of goodness, allows to individuals for reaching the very truth. In the Quran, it is manifested that goodness comprises a lot of highly regarded behaviours, but most notably includes the worshipping to the God Almighty like seeing Him. After acknowledging the superiority of God and associating nothing with Him in terms of power and creativity, some subjects regarding goodness have particular importance such as behaving to the parents, relatives, orphans, neighbours, companions, and travellers in a good manner. The prayers of those who feel the God Almighty at a higher level of consciousness have the highest point of the consciousness of goodness as believers. Because He sees us wherever we are and follows us whatever we do. In the soul of a Muslim believer, God is above all over other things, and He is the Witness and Observer. Therefore, in all our prayers and actions we should bear in mind that He is overseeing us, so, we have nothing to do except for being good to Him, the other people, and the creatures.
İhsan Şuuru 1 Giriş

Allâh’a hamd, peygamberlerinin en faziletlisi, kullarının en keremlisi, evliyanın imamı, nebilerin sonuncusu, alemlerin Rabbi Allah’ın sevgilisi, bütün peygamberlerin şahidi, günahkarların şefaatçisi, adem oğullarının efendisi, müjdeci, daima aydınlatan kandil, hak olanı açıklayan, şefkatli, merhametli, kendisine Kur’ân-ı Kerîm’le birlikte Fatiha suresi lütfedilen, insanları doğru yola sevk eden, ümmeti hidayete erdiren, Cennet’e ilk girecek olan, Cebrâîl (as) ve Mîkâîl (as) ile desteklenmiş, Tevrat ve İncil’de müjdelenmiş ve seçilmiş Efendimiz Muhammed’e sonsuz salât ve selâm olsun.
İnşâAllâh, “İhsan Şuuru” konusunu, Nisa, 4/36 ayet-i kerimesi çerçevesinde açıklamaya, bu kapsamlı ve muhkem ayet-i kerimedeki on bir maddeyi, Kur’ân ve Sünnet aydınlığında anlamaya çalışacağız. Şimdi yazı başlığımızda yer alan “ihsan” ve “şuur” terimlerini kısaca açıklamak istiyoruz.
“İhsan” kelimesi, “hüsn/güzel olmak”tan türemiş olup, bir şeyi tam ve güzel yapmak anlamındadır. “İhsan” kelimesi insana izafe ile kullanılırsa, adâletin de üstünde bir fazilet anlamı taşır ve “lütuf, kerem, bağışlamak, armağan etmek, bahşetmek, iyilik etmek ve yaptığı işi güzel yapmak” gibi manalara gelir. Şayet “ihsan” Allâh’a (cc) izafe edilerek kullanılırsa, “Allah’ın kullarına karşı cömertliği, onlara hak ettiklerinden fazlasını vermesi ve bolca ikramı” anlamına gelir. “İhsân” kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de on iki yerde geçmektedir.
“Şuur” kelimesi, insanın kendisini bilmesi, içinde yaşadığı zamandan ve mekândan haberdar olabilmesi melekesi, bilinç, anlayış, kavrayış ve idrak anlamlarına gelmektedir. “Şuur”, duygu, düşünce ve bilgiden daha öte bir durumdur. “Şuuruna ermek”, bir şeyi tam manasıyla anlamak, kavramak, idrak etmek, bilincine varmak demektir. Bilinç ise, kişinin belli bir anda farkında olduğu şeylerin tamamını kapsayan ruh durumudur. “Şuurluluk” için ilk merhale “uyanık” olma yani “uyumama” halidir. Çünkü “uyku”, şuurun en alt halidir. İkinci merhale, gelen uyaranların “idrak” edilmesidir. Üçüncüsü, ilham vb. yollarla idrak edilen irfânî bilginin “kavranması”, dördüncü merhale olarak da kişinin “kavradığını kavraması” yani “objektif şuurluluk” hali gelir. Bu seviyedeki kişiye, Cenâb-ı Allâh tarafından “hakikat bilgisi” açılır. Ancak bunun için uzun ve sıkı bir çalışma gerektiği açıktır.
İhsan Şuuru ve Allâh’a İbadet

Kur’ân-ı Kerîm’de, Allâh’a ibadeti emreden ve (اعْبُدُوا اللّٰهَ) “Allah’a ibadet/kulluk ediniz” formunda gelen yirmi kadar ayet-i kerime bulunmaktadır. Ayrıca Allâh’a (cc) “şirk” koşulmasını yasaklayan (Enam, 6/151; Hac, 22/26; Lokman, 31/13) ayet-i kerimeler bulunmakla birlikte, (اعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِهٖ شَيْئًا) “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın” şeklinde bitişik bir halde tek ayet-i kerîme, Nisa suresi otuz altıncı ayet-i kerimedir ve şöyledir:
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِهٖ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَبِذِى الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاكٖينِ وَالْجَارِ ذِى الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّبٖيلِ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالًا فَخُورًا
“Allah’a (ihsan şuuru ile) ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşınıza, yolcuya, sorumluluğunuz altındakilere ihsan (iyilik) edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisa, 4/36)
Ayet-i kerimede ilk sırada (اعْبُدُوا اللّٰهَ) “Allah’a ibadet / kulluk ediniz” emrinde yer alan “ibadet” kelimesi, insanın Allah’a sevgi, saygı ve bağlılığını göstermesi, hoşnutluğunu kazanma için ifa ettiği davranış, yaşayış ve düşünüşün geneline verilen bir addır.
İbadet, kulun Allâh’a en derin sevgi, saygı ve itaatinin tebellür ettiği kalbî, ruhî, aklî ve bedenî bir faaliyettir. İbadet, Allah’a karşı kulun, zillet ve mahviyetini arz etmesi, ihtiyaçlarını sonsuz güç ve kudret sahibi Kadîr-i Zü’l-Celâl’den talep etmesidir.
İbadet, insanın özgür iradesiyle işlediği, sorumluluk terettüp eden, mükafat, sevap veya ikaba sebep olan bütün çaba ve uğraşlarının adıdır.
İslâm’ın, İman’ın ve İhsan’ın temel rükünlerini yerine getirme, ayet-i kerimede geçen (اعْبُدُوا اللّٰهَ) “Allâh’a ibadet ediniz” emri dahilinde olduğu gibi, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin varlığını ve birliğini kabul etme, uluhiyet ve rububiyetine rıza gösterme, O’nun kurbiyetini netice veren iradî ve ahlâkî, kalbî ve amelî bütün faaliyetler de (اعْبُدُوا اللّٰهَ) “Allâh’a ibadet ediniz” kavramının anlam şümulündedir.
Dolayısı ile hürmet, tazim ve itaatin en yüksek ifadesi olan Allâh’a ibadet, dinin itikadî, ameli ve ahlâki üç temel boyutunu da içine alan oldukça kapsamlı bir kavramdır.
Ayet-i kerimede, ikinci sırada (وَلَا تُشْرِكُوا بِهٖ شَيْئًا) “O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın” “nehyinde / yasağında” yer alan “şirk” konusunu, “Cenâb-ı Hakk’a Ait Âlî Sıfatlar ve Tevhid III” başlıklı yazımızda tahlil etmeye çalışmıştık. Bu açıdan ayrıntıları ilgili yazıya havale etmekteyiz.
Bu muhkem ayet-i kerimede yer alan on bir kadar temel ahlâk umdesinin yanı sıra, dikkat çeken önemli bir nokta daha bulunmaktadır. O da ayet-i kerimenin, “Allâh’a ibadet, nasıl ve hangi keyfiyette olmalıdır?” sorusuna çok kıymetli bir cevap barındırıyor olmasıdır.
Ayet-i kerîme, sözünü ettiğimiz bu hususa, şirk koşmaksızın başta Allâh’a (cc) ibadet olmak üzere, anne-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, sorumluluğunu üstlendiğimiz kimselere “ihsan ile davranılması” cevabını vermektedir. “İhsan” kelimesi, ayet-i kerimedeki “Allâh’a şirk koşmaksızın ibadet ediniz” kısmına doğrudan dahil olmaktadır. Bu durumda ayet-i kerimenin asıl anlamı, “Allâh’a şirk koşmaksızın ihsan şuuru ile ibadet ediniz” olur. Âyet-i kerime, amellerin sırf Allâh için ve ihlâs ile yapılması, riya ve benzeri noksanlıklardan uzak tutulması gerektiği hususunda temel bir nastır.
Ayet-i kerimedeki (وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِهٖ شَيْئًا) cümlesini “Allâh’a şirk koşmaksızın ihsan şuuru ile ibadet ediniz” şeklinde anlamlandırmamızın en temel gerekçesi ve şahidi, Efendimiz’den (sas) şimdi aktaracağımız hadis-i şeriftir:
Cibril Hadisi

عن عمر بن الخطاب رضي الله عنه قال: بينما نحن عند رسول الله صلى الله عليه وسلم ذات يوم، إذ طلع علينا رجل شديد بياض الثياب، شديد سواد الشعر، لا يُرى عليه أثر السفر، ولا يعرفه منا أحد، حتى جلس إلى النبي صلى الله عليه وسلم، فأسند ركبتيه إلى ركبتيه، ووضع كفيه على فخذيه
وقال: يا محمد، أخبرني عن الإسلام؟ فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (الإسلام أن تشهد أن لا إله إلا الله وأن محمدا رسول الله وتقيم الصلاة وتؤتي الزكاة وتصوم رمضان وتحج البيت إن استطعت إليه سبيلا). قال: صدقتَ قال: فعجبنا له يسأله ويصدقه. قال: فأخبرني عن الإيمان؟ قال: (أن تؤمن بالله وملائكته وكتبه ورسله واليوم الآخر وتؤمن بالقدر خيره وشره). قال: صدقت. قال فأخبرني عن الإحسان؟ قال: (أن تعبد الله كأنك تراه فإن لم تكن تراه فإنه يراك). قال: فأخبرني عن الساعة؟ قال: (ما المسئول عنها بأعلم من السائل). قال: فأخبرني عن أمارتها؟ قال: (أن تلد الأمة ربَّتها وأن ترى الحفاة العراة العالة رعاءَ الشاء يتطاولون في البنيان). قال: ثم انطلق فلبثتُ ملِيَّا ثم قال لي: (يا عمر أتدري من السائل؟). قلت: الله ورسوله أعلم. قال: (فإنه جبريل أتاكم يعلمكم دينكم)
Hz. Ömer (ra) rivayet ediyor:
“Ben bir gün Hz. Peygamber’in (sas) yanında oturuyordum. Derken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde, yolculuğa delalet eden hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse onu tanımıyordu. Gelip Hz. Peygamber’in (sas) önüne oturdu. Dizlerini O’nun dizlerine dayadı. Ellerini dizlerinin üstüne (hürmetle) koydu ve sormaya başladı:
“Ey Muhammed! Bana İslam hakkında bilgi ver!” Hz. Peygamber (sas) açıkladı:
“İslam, Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucunu tutman, gücün yettiği takdirde de Beytullah’ı haccetmendir.”
“Doğru söyledin” diye tasdik etti. (Bu husus dikkatini çeken Hz. Ömer):
“Biz onun hem soru sorup hem de söyleneni tasdik etmesine hayret ettik” (diyor). Sonra tekrar sordu:
“Bana iman hakkında bilgi ver!” Peygamber Efendimiz (sas) cevap verdi:
“Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmandır.”
“Doğru söyledin!” diye tasdik etti. Sonra tekrar:
“Bana ihsan hakkında bilgi ver?” dedi. Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu:
“İhsan, Allah’ı sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi O’na ibadet etmendir. Sen O’nu görmesen de O seni görüyor.”
“Bana kıyamet (ne zaman kopacağı) hakkında bilgi ver?” dedi. Hz. Peygamber (sas) bu sefer şu karşılığı verdi:
“Kendisine soru sorulan, (bu konuda) sorandan daha fazla bir şey bilmiyor.”
“Öyleyse kıyametin alametlerinden haber ver!” dedi. Hz. Peygamber (sas) ise şu açıklamayı yaptı:
“Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın ayak, üstü çıplak, fakir davar çobanlarının, yüksek binalar yapmada yarıştıklarını görmendir.”
Bu sözden sonra (o zat) ayrıldı. Ben bir müddet öylece kalakaldım. Hz. Peygamber (sas) daha sonra bana dönerek sordu:
“Ya Ömer, gelen kimdi biliyor musun?”
“Allah ve Resulü daha iyi bilir” deyince, şöyle buyurdular:
“Bu, Cibril’di. Size dininizi öğretmek için geldi.”[1]
Cibril Hadisindeki “İhsan” Kelimesinin Anlam Tabakaları

“İhsan”, marifetullah ve muhabbetullahta derinleşerek ibadetle Allâh’a yönelme, “Rakîb” ve “Şehîd” Allâh’ın (cc) “murakabesi ve gözetimi” altında bulunduğumuzu kalp ve ruh gözü ile algılama, içselleştirme, bu durumu bir şuur, anlayış, kavrayış, idrak ve bilinç haline getirmedir. Çünkü “ihsan”, hadîs-i şerifte ifade buyurulduğu üzere “Allah’ı sanki görüyormuş gibi O’na ibadet etmedir. Çünkü, biz O’nu göremesek de O bizleri görmektedir.”
(اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقٖيبًا) “Şüphesiz ki Allah, üzerinizde bir gözetleyicidir” (Nisa, 4/1) nass-ı kerimi, kişideki ihsan şuuruna ayrı bir boyut katar. Böylece kalbi ve ruhu uyanık bir mümin, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin, her türlü varlığı ve elbette insanları, bütün devinimleri, en küçük hareketleri ve amelleri itibarı ile her an gözleyen ve gören olduğu bilincini hep muhafaza eder.
İlk dönem sofilerinden Zünnûn el-Mısrî’ye (v. 245/859) göre “murakabenin alameti”, “Allâh’ın seçtiğini seçmek, Allâh’ın büyük tuttuğunu büyük, küçük bıraktığını da küçük görmektir.” Riyazet ve tevekküle önem vermesiyle tanınan ilk dönem sofilerinden Ebu İshak İbrahim el-Havvâs da (v. 291/904) “(Hakk’ın emirlerine) riayet, murakabeyi gerektirir. Murakabe ise, Allâh’a karşı kişinin iç ve dış itibarı ile saf olmasını, kalp ve niyet temizliğini gerektirir” demektedir. Yine ilk devir sofilerinden, muhaddis ve müfessir Sehl b. Atâ (v. 309/922), kendisine “itaatlerin en üstünü hangisidir?” sorusuna, “bütün vakitlerinde Hakk’ı devamlı bir şekilde murakabe etmendir” cevabını vermiştir.[2] Yine ilk dönem sofilerinden, Ebu Muhammed Ahmed b. Muhammed b. el-Hüseyn el-Cerîrî (v. 321/933) şöyle diyor: “Allah ile arasında takva ve murakabe halini tahkim edemeyen kimse, keşif ve müşahedeye ulaşamaz.”[3]
(اِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِ) “Kuşkusuz Rabbin, her an gözetleme mevkiinde / yerindedir.” (Fecr, 89/14) beyanı mucebince, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, her bir insanın amelini, karşılığını vermek üzere gözetlemektedir. “Mirsâd”, “rasat / gözetleme” mastarından ism-i failin mübalağa sığalarındandır. Bu kalıp, gözetleme işinin çok yapıldığını ifade eder. Ayet-i kerime, Allâh’ın (cc) “sonsuz işitmesi (semi’ sıfatı)” ve “sonsuz görmesi (basîr sıfatı)” şeklinde anlaşılmıştır. İnsanlar, bu gözetlemenin neticesi olarak, yaptıkları işler karşılığında ya mükafatlandırılacak ya da cezalandıracaklardır.
Dahhak’ın rivayetine göre, İbn Abbas (ra) şöyle demiştir:
“Cehennem üzerinde yedi tane köprü vardır. İnsan bunların birincisine gelince, ona imana dair soru sorulur. Eğer imanı tam ise, ikinci köprüye geçer. İkinci köprüde ona namaza dair soru sorulur. Eğer namazlarını kılmış ise üçüncü köprüye geçer. Orada ona zekât hakkında sorulur. Bunu da yerine getirmişse dördüncü köprüye geçer. Orada ona ramazan ayı orucu hakkında sorulur. Bunu da yerine getirmişse beşinci köprüye geçer. Orada ona hac ve umreye dair soru sorulur. Eğer bunları da yerine getirmişse altıncı köprüye geçer. Orada ona sıla-ı rahim hakkında sorulur. Eğer onu da yerine getirmişse yedinci köprüye geçer. Orada ona haksızlık ve zulümlere dair soru sorulur ve bir münadi şöyle seslenir: “Dikkat edin, her kime yapılmış bir haksızlık varsa gelsin. Şayet haksızlık yapmışsa o kimseden diğer insanların lehine kısas uygulanır. Şayet başka insanlardan alacağı varsa onun lehine o insanlardan kısas uygulanır. İşte yüce Allah’ın; “Kuşkusuz Rabbin her an gözetleme mevkiinde / yerindedir” buyruğu bunu anlatmaktadır.”[4]
(اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ شَهٖيدًا) “Şüphesiz ki Allâh (cc), her şeye tam bir şahiddir” (Nisa, 4/33; Maide, 5/117; Hac, 22/17; Ahzâb, 33/55; Sebe, 34/47; Fussilet, 41/53; Mücadele, 58/6; Bürûc, 85/9) nass-ı kerîmleri, mümin şahsiyeti ihsan şuurunun ayrı bir basamağına ulaştırır. Bu şuurdaki bir mümin, her hareketinin bütün teferruatına, yaptığı işlerin en ince ayrıntısına kadar Allâh’ın şahid bulunduğunu kalp ve ruh gözü ile görür.
Kişide “ihsan” şuurunun mükemmelleşmesini netice verecek Allâh’ın (cc) güzel isimlerinden bir diğeri ise, “bütün varlığı en mükemmel şekilde duyan, her sesi işiten ve noksansız bir şekilde en gizli ayrıntısına kadar gören” anlamlarındaki esmâ-i hüsnâsından “Semî” ve “Basîr” isimleridir.
(لَيْسَ كَمِثْلِهٖ شَیْءٌ وَهُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ) “O’nun misli (O’na benzer) hiçbir şey yoktur. O, Semî’dir (bütün söylenenleri işitir), Basîr’dir (bütün yapılanları görür).” (Şura, 42/11)
(وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصٖيرٌ) “Her nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir ve Allah, bütün yaptıklarınızı görendir” (Hadîd, 57/4) nass-ı kerîmlerince bir mümin, ihsan şuurunda yükselerek, O’ndan gizleyebileceğimiz ve gizlenebileceğimiz hiçbir uzay zaman ve mekân bulunmadığının hakikatine vakıf olur.
Allah (cc), (لَهُ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَبْصِرْ بِهٖ وَاَسْمِعْ) “Göklerin ve yerin gaybı O’nun olan, (gaybi hususları) en güzel şekilde gören ve en güzel şekilde işitendir.” (Kehf, 18/26)
Allâh’tan (cc) saklanma ve gizlenmenin imkansızlığı, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin diğer esmâ-i hüsnasının yanı sıra “alîm” ismi ile doğrudan irtibatlıdır. Allâh (cc), zaman ve mekân kaydı olmaksızın geçmiş, an ve gelecekte, büyük-küçük, gizli-aşikâr her şeyi bütün teferruatı ve ayrıntısı ile bilir.
(يَعْلَمُ خَائِنَةَ الْاَعْيُنِ وَمَا تُخْفِى الصُّدُورُ) “Gözlerin hain bakışını da bilir, kalplerin gizlediğini de…” (Mümin, 40/19) ve (فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى) “O, gizliyi de bilir, ondan daha gizli olanı da…” (Taha, 20/7) nass-ı kerîmleri, “alîm” ismine doğrudan işaret ederler. Allâh’ın (cc), gözlerdeki hain bakışları bilmesinde ve görmesinde asla bir engel bulunmamakta, bilinçdışının bütün kategorilerinde yer alan ve gizlenen sırları en ince ayrıntısına kadar bilmekte ve değerlendirmektedir. Şu ayet-i kerîmeler de bu gerçeği çok açık bir şekilde beyan eder:
وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَا اِلَّا هُوَ وَيَعْلَمُ مَا فِى الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا
“Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin.” (Enam, 6/59)
Bu ayet-i kerimeyi ve Cenâb-ı Hakk’a ait “bilgi / ilim” konusunu daha önce “Cenâb-ı Allâh’ın (cc) Ezelî ve Ebedî İlmi & İnsanları Sınaması” başlıklı yazımızda ayrıntılandırmaya çalışmıştık.
اِنَّ اللّٰهَ عَالِمُ غَيْبِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اِنَّهُ عَلٖيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
“Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Şüphesiz O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.” (Fatır, 35/38)
Bu ayet-i kerimede Cenâb-ı Hak, önce makro alemi nazarlara vererek, söz konusu alemlerin kendi sonsuz bilgi dairesinde bulunduğunu, sonra da mikro kozmos olan insanın iç dünyasındaki en ince noktaların bilgisi kapsamında olduğunu net bir şekilde beyan etmektedir. Benzer ayet-i kerimelerin de (Enam, 6/13; Secde, 32/6; Sebe, 34/2; Talak, 65/12) açık delaletleri ile, Cenâb-ı Hakk’ın sadece fiziksel değil ama aynı zamanda ruhsal, düşünsel ve metafiziksel alanları da en küçük durumları itibarı ile bildiği açık bir şekilde anlaşılır.
Arapça “heymene / gözetmek, korumak”tan “müheymin” kelimesi, “koruyucu, gözetici, her hususta kendisine güvenilen, insanları murakabe eden” anlamlarında Haşr suresi yirmi üçüncü ayet-i kerimedeki Allah’ın (cc) esmâ-i hüsnâsının 8’incisidir.
وَمَا تَكُونُ فٖى شَاْنٍ وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُودًا اِذْ تُفٖيضُونَ فٖيهِ وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِى الْاَرْضِ وَلَا فِى السَّمَاءِ وَلَا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَا اَكْبَرَ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ
“Ne işte bulunsan, Kur’ân’dan ne okusan ve ne iş yapsanız, içine daldığınız an, mutlaka Biz üzerinizde şâhidiz (her yaptığınızı görürüz). Ne yerde ne de gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey, Rabbinden kaçamaz. Zerreden daha küçük veya daha büyük her şey apaçık bir Kitaptadır (Levh-i Mahfuz).” (Yunus, 10/81)
Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Müheymin’dir. Rabbü’l-âlemîndir. Hiçbir zerre, hiçbir lâhza O’nun gözetim ve murakabesinden uzak kalamaz, saklanamaz ve gizlenemez. “Müheymin” ve Cenâb-ı Allâh’ın diğer esmâ-i hüsnâsı, bizlerin sürekli olarak ilâhî murakabe altında bulunduğunu göstermektedir. Kendisini koruyup gözeten, yaptığı her ameli, her ibadeti, her iyiliği muhafaza eden Allah’ın murakabesi ve koruması altında bulunma, kalp için büyük bir inşirah kaynağıdır. Bu bilinç ile seyr ilallâhta, marifetullah ve muhabbetullahta derinleşme çabası ve gayreti, ihsan şuurunun zirve noktasıdır.
İnsanın sevgi, saygı ve itaat şuuru ile Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda olduğu bilincinin en kristalize hali olan namaz ibadeti, yukarıda ancak bir kısmını verebildiğimiz ölçüler içerisinde yaşandığında, ihsan şuuru belli bir ölçüde gerçekleşmiş demektir. Cenâb-ı Hakk’ın bize kadar ulaşan bilebildiğimiz ve bir de bilemediğimiz, kendi nezd-i uluhiyetinde saklı tuttuğu esmâ-i hüsnâsını kalp, gönül ve ruh dünyalarında daha yüksek bir bilinç seviyesinde hissedenlerin namazları, “ihsan” şuurunun en üst noktasını teşkil eder.
Bu yazımızda, Nisa, 4/36 ayet-i kerimesinde yer alan güzel ahlâka ait on bir kadar basamaktan, ilk ikisi olan “İhsan Şuuruyla Allâh’a İbadet” ve “şirke girmeme” konularını anlamaya çalıştık. İnşâAllâh bundan sonraki yazıda, ayet-i kerimenin dikkat çektiği dokuz kadar güzel ahlâk umdesini “İhsan Şuuru II” başlıklı yazımızla tahlile devam edeceğiz.
[1] Müslim, İman, 1; Buhari, İman, 37; Nesei, İman, 6; Ebu Davud, Sünnet, 17 (4695); Tirmizi, İman, 4 (2610).
[2] El-Kuşeyri (v. 465/1072), Er-Risâle, (Mütercim: Ali Arslan), s. 240, İstanbul-1980.
[3] El-Kuşeyri, s. 239.
[4] Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî (v. 671/1273), el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, 22/274, (Tahkik: Abdulmuhsin et-Türkî), Müessesetü’r-Risâle, Beyrut-2006.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.