Musa Kâzım GÜLÇÜR
19 Nisan/2019
İçindekiler
3. Ebeveyn ve Ergen Problemleri 3
Giriş
Genç insanlarımızın, kültürümüzün biçimlenmesinde olumlu büyük rolleri olduğu açıktır. Çünkü genç insanlarımız mutlaka, bugünün ve geleceğin problemleri ile başarılı bir biçimde uğraşmak istemektedirler. Bunun için de bebeklik ve ilk çocukluktan ergenliğe, ergenlikten ileri yetişkinliğe doğru yüksek karakter özelliklerini, zamanında ve doğru bir şekilde kazanmaları gerekmektedir. Bu açıdan ergenlik, sadece bedensel değil ama aynı zamanda toplumsal ve zihinsel bir olgunlaşma dönemidir.
1. Ergenlik Kavramı
Psikologlar, antropologlar, filozoflar, anne babalar ve hatta ergenlerin kendileri “ergenliği” tanımlamayı uzun zamandan beri denemektedirler. Kısaca betimlemek istersek ergenlik, “genç yetişkinin değişik yetişkinlik dönemlerinde yaşadığı stres” olarak tanımlanabilir.
Hemen her ebeveyn ve toplumun bir ergenden beklediği önemli bir görev vardır. O da ergenin kendi davranışlarına kılavuzluk edecek bir dizi dini değer ve ahlâkî yaşantıyı kazanması ve bunun yanı sıra da yüksek bir karakter geliştirmesidir. Bebeklikten ergenliğe kadar birey üzerinde dinimizin, ailesinin, arkadaşlarının ve okulunun bırakabileceği olumlu etkiler önemlidir. Alınacak bu yüksek değerler, gencin hayatında koruyucu standartlar oluşturmasına yardımcı olacaktır. Bu değerler bireyin benliğinin ayrılmaz özellikleri olacak, böylece de yetkin bir toplum meydana gelecektir.
Ergenler bu hassas dönemde, fiziki değişimin yanı sıra zihinsel yeteneklerde de önemli bir oranda değişiklik yaşarlar. “Bilişsel gelişim” olarak bilinen bu olgu, ergenlerin yalnız kendilerini, ailelerini, yaşıtlarını, arkadaşlarını ve öğretmenlerini etkilemez. Aynı zamanda onların, dünya ve ukbâlarını anlamlandırma biçimi üzerinde de uzun süreli etkiler oluşturur. Ergenlerin bütün düşünme süreçleri daha bir yetkinleşir ve gittikçe artan bir biçimde manevi-ahlâkî yani soyut düşüncelere ilgili hale gelirler. Birey, özellikle ilk gençlik döneminde idealizm kazanır, dini ve ahlâkî konularda değerler manzumesi oluşturur.
Bu “soyut düşüncelere ilgi” halini şu şekilde tarif edebiliriz: “Somut olandan, burada olmayana ve geleceğe yönelik ilgi doğrultusunda uzaklaşma.”Bu, büyük düşüncelerin ve kuramların başlaması ama aynı zamanda da şimdiki gerçekliğe uyum sağlama sürecidir. Bir başka tanım da şöyledir: “…somut ve şimdiki gözlemlerden çıkarılan önermelerle ilgili olarak, varsayımlar ileri sürmeyi ve akıl yürütmeyi sağlayan düşünce dönüşümü.”
Durum ne olursa olsun, ergenlerin yeni buldukları bu “geleceğe bakma ve karmaşık problemlere çözümler bulma” yeteneği, onların hayatlarına derin değişimler getirmektedir. Çoğu zaman anne-babalarını ve diğer yetişkinleri hayrete düşürecek biçimde, daha önce kabul ediyor göründükleri yanlış kararları sorgulamakta ve tartışmaktadırlar. Aile hayatı ve toplumsal problemler konusunda da idealist yaklaşımlar sergilemektedirler.
2. Gençlik Kavramı
En kısa ve basit tarifiyle gençlik, “çocukluk ile orta yaşlılık arasındaki devredir.” Ancak, gençliğin daha değişik ve belirgin tanımları da bulunmaktadır. Bir tanıma göre gençlik; buluğa erme sebebiyle, biyolojik ve psikolojik bakımdan çocukluğun sonu sayılır. İşte burası başlangıç kabul edilirse, toplum hayatında sorumluluk alma dönemi olan 12-24 yaş arasındaki bireyler gençleri temsil ediyorlar demektir. 12-24 yaş arası dönem aynı zamanda ergenlik dönemini, dolayısıyla fizikî olgunluğa erişme sürecini de içine almaktadır.
UNESCO’nun (United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization = Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) tanımına göre genç, “öğrenim yapan ve henüz hayatını kazanmak için çalışması gerekmeyen kişidir.” Bu kişi, büyük hayal gücüne sahip, cesaretin çekingenliğe, macera isteğinin rahatlığa üstün geldiği insandır. Başka bir tanıma göre genç; “belirli ve sınırlı yaş dilimi içinde duygu, düşünce, davranış ve tutum olarak gelişme çabası gösteren kişi” olarak ifade edilmektedir. Diğer bazı tanımlarda ise; “toplumun en dinamik, en akışkan, en hareketli kesimi”, “çocukluk ve yetişkinlik dönemleri arasında yer alan bir yaş dönemi” olarak da ifade edilmektedir. Gençlik çağını UNESCO, 15-25 olarak belirlerken, Birleşmiş Milletler Teşkilatı, 12-25 arası olarak kabul etmektedir. Türkiye’de ise yaygın olarak 12- 24 yaşları arası “gençlik dönemi” olarak kabul edilmektedir.
Toplumlara ve devirlere göre değişen bu yaş sınırlaması oldukça genel niteliktedir. Yaş sınırlamalarında yetişkin yaşının başlangıcı ile gençlik döneminin bitişi kesin olmamakta, sınırlama sadece pratik bir kabullenmeden ibaret kalmaktadır.
Gençlik, kişiyi sosyal olgunluğa hazırlayan, ergenlik ve delikanlılık özelliklerinin bir arada görüldüğü geniş kapsamlı bir kavramdır. Bedenî, dinî, sosyal ve ekonomik gelişme birbirlerini etkileyerek ve tamamlayarak, kişinin yüksek bir karaktere ve olgunluğa erişmesini sağlamaktadır. Bu noktadan hareketle gençliği, “kişiyi dini-ahlâkî olgunluğa hazırlayan bir geçiş dönemi” olarak tanımlamak da mümkündür.
3. Ebeveyn ve Ergen Problemleri
Ergenlik çağının başlangıç ve bitiş aşamasının çok net sınırları olmamakla birlikte, genelde on iki ile on beş yaş arası ergenliğin başlangıç aşamasını, on beş ile yirmi bir yaşa kadar uzanan dönemin de ergenlik çağını oluşturduğunu ifade etmiştik. Ergenliğin başlangıç döneminde birey, “ben kimim?” sorusuna cevap aramaktadır. Bu araştırmayı da büyük ölçüde aile çevresinde yapmaktadır. Ergenlik çağında olan birey, kendi içinde bir çatışma da yaşar. Şöyle ki: Zihninin bir yarısında, anne-babasına bağımlılıktan kurtularak, kendi ayakları üzerinde durma gereği hissederken, diğer yarısında ise, anne-babasının dizinin dibinde rahat ve emin bir şekilde yaşamak istemektedir. Çocuğunuz, ergenlik çağının başlangıç aşamasında, “bağımsızlık” ile “bağımlı olma” arzuları arasında gidip gelecek, bu arada hissî bağımsızlığına doğru da yavaş yavaş adımlar atmaya başlayacaktır. Bunun en tipik şekli de ebeveyninin yanlışlarını bulmaya çalışma davranışını zaman zaman sergilemek istemesidir. Bu türden davranışlara henüz alışamamış ebeveynler, yeni durum karşısında ne tür bir tutum sergilemeleri gerektiği konusunda güçlük yaşayabilirler. Şimdi bu güçlüklere, ebeveynlerin ne şekilde tepkiler verdiğini kısaca görmeye çalışalım.
a. Otoriter Davranma
Bu dönemde bazı anne babaların ortak hatası, çocuklarının bu “karşıtlık” ima eden davranışlarından kişisel bir şekilde alınmalarıdır. Her şeyi kontrol altında tutarlarsa, çocuklarının kendilerine hiçbir şekilde karşı olmayacaklarını düşünmektedirler. Ama gerçekte yapmamız gereken, neler beklememiz gerektiğini öğrenmek ve gerçeklerle yüzleşmektir. Çocuğumuzla inişli çıkışlı süren ilişkimiz oluyorsa, bunun için kendimizi suçlamamaktır. Çünkü ergenlik çağının son döneminde, yani on altı ve yirmi bir yaş arasında, çocuğunuz yavaş yavaş bağımsızlığını kazandığına inanacak ve artık yarı ergenlikten de kurtulacaktır. Başlangıç döneminde “Ben kimim” sorusunun cevabını yalnızca aile çevresi ile sınırlandırmışken, ergenlik çağının son dönemlerinde bu sınırları da aşacak ve bütün toplumu kapsayacaktır.
Ergenlik çağının son dönemleri ebeveynler için de özellikle zor bir dönemdir. Çünkü bu dönem aynı zamanda kendilerinin orta yaş civarında olmaları sebebiyle, yaşadıkları birtakım sıkıntılarla çakışmakta, dolayısıyla problemler ortaya çıkabilmektedir. Anne-babaların çoğu, sırf konuşmakla ergenlik çağındaki çocuklarına örnek olabileceklerini düşünürler. Bu kısmen doğru olsa da gerçek olan, ergenlik çağındaki bir çocuğun yüksek bir ahlâk örneğini kendisine ideal olarak belirlemesi gereğidir.
Problemler bazen ergen ve ebeveyn anlaşmazlığından daha çok, toplumdaki değişimlerden ya da sık sık duyulan “ben senin yaşındayken…” cümlesiyle örneklenen tavırlardan da kaynaklanabilir. Anne-baba ve çocuk problemlerinin artışına ilişkin bir başka ihtimal de, orta yaşlarına girmiş olan birçok anne-babanın kendi iç çatışmalarını yaşıyor olmalarıdır. Ergenlerin meslekle ilgili kararlarını verdikleri ya da vermeyi denedikleri sırada, bir kısım anne-babalar kendi hayatlarını yeniden gözden geçirme lüzumu hissetmekte, gerçekleştirdikleri ya da gerçekleştiremedikleri ideallerine dönüp bakmaktadırlar. Dolayısıyla, hayatlarının geri kalanını, şu an içinde bulundukları şekilde geçirmeyi isteyip istemedikleri düşüncesi onları rahatsız etmektedir.
Çoğu anne-baba ilk etapta, yani normal bilinç seviyesinde böyle bir olguyu reddedebilir. Ancak, davranışlarımızın çok büyük bir bölümüne bilinçaltının hakimiyeti söz konusudur ve bu açıdan da çoğu ebeveyn, davranışlarının esas sâikini maalesef görememektedir. Bilinçaltı konusu, daha önce yayınlamış olduğumuz “Motivasyon Duygusu” ile “Başarı ve Problemlerin Çözümü II” başlıklı yazılarımızda incelenmeye çalışılmıştı.
b. Babadan Uzak Kalma
Anne-baba ve ergen çocuk problemlerinin bir başka önemli sebebi de çocukların babadan uzak kalmalarıdır. “Görünürde var ama psikolojik olarak yok” olan babalar, zamanının çoğunu bürosunda veya yolda geçirmekte, sık sık iş gezileri yapmak durumunda kalmakta, akşamları ya da hafta sonlarında da çalışmakta, yani yoğun faaliyetlerde bulunmaktadır. Yapılan bir araştırmada, üçüncü sınıfa giden kırk dört çocuk dört eşit gruba bölündü:
- Baba erkenden yok (beş yaşından önce),
- Baba daha sonra yok (beş yaşından sonra),
- Baba çok az var (haftada altı saatten az),
- Baba çok sık var (günde iki saatten fazla).
Akademik başarı ve sınıf derecesi ölçüldüğünde, babanın çok sık var olduğu gruptaki çocuklar diğer gruplardakinden daha iyi başarı göstermişlerdir. Birinci gruptaki çocuklar genel olarak az başarılı, ikinci ve üçüncü gruptaki erkek çocukların sınıf düzeyinin biraz altında başarı gösterdikleri görülmüştür. Dördüncü gruptakiler ise, düzenli olarak sınıf düzeyinin üstünde başarılı olmuşlardır.
Bu durum, babaları ile daha sık görüşme imkânı bulan ergenlerin, akademik anlamda daha başarılı olduklarını ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, çocuğun kişilik gelişimi üzerinde, baba-evlat etkileşiminin niteliği ve kalitesi, niceliğinden yani sayısallığından çok daha fazla etkili olmaktadır. Önemli olan nitelikli ve kaliteli bir baba-evlat duygudaşlığıdır. Baba-çocuk ilişkilerinin niceliği ve kalitesi ile niteliği yani sayısallığından daha önemlidir.
c. Dayak ve Depresyon
Problemler açısından belki burada dikkate alınması gereken hususlardan bir tanesi de şudur: Karşılaştıkları problemler yüzünden strese girip çocuklarına fizikî şiddet uygulayan ebeveynlerin çocuklarında, hassas ergenlik çağını derinden etkileyebilecek olan “depresyon” riski ortaya çıkmaktadır. Çünkü, bu şekilde fiziki şiddete maruz bırakılan çocuklar, ebeveynlerinin bir takım maddi-manevi problemler yaşadıklarını anlamayabilirler. Tam aksine bu gençler, kendilerinin kötü olduğunu, kötü davrandıkları için ebeveynlerinin bu kadar sert olduğunu düşünürler. Dayağa maruz bırakılan çocuklar, çoğu zaman ebeveynlerinin bu şiddet dolu davranışlarından kendilerini sorumlu tutarlar. “Eğer daha akıllı, daha sevimli veya daha farklı olsaydım, ebeveynim böyle davranmazdı” diye düşünürler.
Dayaktan kaynaklanan düşük benlik algısı ve kendileri ile ilgili olumsuz düşünceler, çocukta depresyon için zemin hazırlar. Aslında bu durumdaki çocuklar kendilerine yapılan haksızlığa öfkelerini göstermeye muktedir olmalarına rağmen, anne ya da babalarından korktukları için bu duygularını dışarıya vuramazlar. Neticede de depresyona müsait bir vasat meydana gelmiş olur.
Birçok sebepten dolayı çocuğunuza hissî olarak yaklaşamıyorsanız, size yardımcı olabilecek birisini bulmanız uygun olur. Bu bir büyükanne ya da bir akraba olabilir. Böylece çocuğunuz, alması gereken desteği ve teşviki almış olur. Bu da çocuğunuzun olaylara olumlu yaklaşmayı öğrenmesi ve sağlıklı bir şekilde gelişmesi açısından son derece önemlidir.
d. Depresyon Belirtileri
Eğer ergenlik çağındaki çocuğunuz, aşağıdaki belirtilerden en az ikisini, iki hafta üst üste gösteriyor ve bu belirtiler onun hayatını etkiliyorsa yardım almanız gerekiyor olabilir. Şimdi problem olarak sıralayacağımız hususları arzu edilen seviyede iyileştirme için ebeveynlerin gerekiyorsa kendilerini bir uzman gibi yetiştirmeleri, bunun için kitaplara müracaat etmeleri ve bilgilenme çabaları gerektirebilir. Şimdi aşağıda sıralayacağımız hususlar “depresyon” için kesin bir tanı yerine geçmese de depresyon belirtisi olarak kabul edilip harekete geçilmesinde fayda olabilir. Bu belirtiler özetle çocuğun:
- Okul performansında değişiklik,
- Dikkatini toplayamama,
- Sinirlilik veya kızgınlık hali,
- Sürekli mutsuzluk,
- Yemek yeme ve uyku bozukluğu,
- İnsanlardan veya faaliyetlerden uzaklaşma,
- Gereksiz suçluluk duygusu veya kaygısı,
- Fizikî ağrı vb. şikayetler,
- Saldırganca, düşüncesizce veya riskli davranışlar,
- Ölümden veya intihardan söz etmesi gibi hususlardır.
4. Neler Yapılabilir?
Yapılan araştırmalar, anne-babalar çoğu kez istemeden de olsa, özellikle erkek çocuklarla konuşurken, kız çocukları ile konuşmalarında kullanmadıkları, “aşağılayan” bir dil kullandıklarını ortaya koymaktadır. Çocuklarla, onları “aşağılamadan” konuşmanın yollarını bulmak ve rahat bir şekilde cevap verebilmelerini sağlamak gerekmektedir.
Çocuk, sizi şaşırtan veya ilgilendiren bir şey yaptığında, “Bunu nasıl yapabildin?” diye sormak ilk etapta normal görünümlü bir tepkidir. Ancak biraz daha derindeki anlam, bu “yapılan iş” her ne ise, onun “yanlış olduğunu” ya da çocuğun “suç işleyen durumunun olduğunu” ima edebilir. Bu, onu bir şekilde aşağılamadır. Burada daha çok, “Neler oluyor, ne oldu?” gibi, sizin söz konusu durum üzerine henüz herhangi bir karara varmadığınızı belirten sorular sorabilirsiniz.
Mesela, çocuk eve bir veya birkaç kırık notla gelirse, bu durumdan kendilerince haklı bir şekilde endişelenen anne-baba, çocuklarını sorgulayabilir hatta şöyle bir ültimatom bile verebilir: “Bundan sonra daha sıkı çalışacaksın, bu notlarla adam olamazsın!” Bu tarz bir hitap, netice itibarı ile çocuğu aşağılamadır. Halbuki çocuk, en az diğerleri kadar yapması gerekeni yapmadığını/yapamamış olduğunu bilmektedir. Böyle bir noktada anne-babaya ait daha iyi tepki: “Matematikle biraz problemin olduğu anlaşılıyor! Yardımcı olmak için biz ne yapabiliriz?” biçiminde olmalıdır.
5. Çocuklarla Beraberlik
Zorlu bir iş gününün sonunda evinize döndüğünüzü düşünelim. Rahat bir akşam geçirmek istiyor ve evde televizyonun, bilgisayarın, akıllı telefonunuzun başına geçerek günlük haberleri izlemeyi ya da sosyal medya hesabınıza girerek “acaba kaç beğeni aldım, takipçilerimin artması için hangi orijinallikleri denemeliyim, vb.” sorulara cevaplar bulmayı umuyorsunuz. Ama diğer taraftan da akşam yemeğinde, ergenlik çağındaki çocuğunuzun canının sıkkın olduğunu görüyorsunuz. İçinizden bir ses, çocuğunuzla birlikte olmanız gerektiğini söylüyor. Çocuğunuzu gerçekten seviyor ve onun için en iyisini istiyorsunuz.
Dinlenebileceğinizi ve kendinize ayırabileceğinizi düşündüğünüz akşam saatlerini iple çekmiş, çocuklarınızın rızkını temin için, sabahtan akşama kadar çalışmıştınız. Evden işe, işten eve gidip gelerek, ya da işyerindeki rekabet ve oyunlarla boğuşarak, hoşnutsuz alıcılar, sıkıntılı satıcılar arasında mekik dokuyarak on saatinizi harcamıştınız. Sırf çocuklarınız, hayatın daha güzel yanlarını yaşayabilsinler diye. Şimdi bütün istediğiniz de kendinize bir-iki saat ayırabilmek…
Dolayısıyla yemekte pratik bir çözüm bulma yoluna sapıyorsunuz:
– “Eee, iyi misin bakalım?”
Çocuğunuz, sizin ne kadar samimi olduğunuzu anlamak için yüzünüze bakıyor ve bu soruyu çok da içinizden gelen bir şekilde sormadığınızı seziyor.
– “Hııı, iyiyim.”
– “Ya okul nasıl gidiyor? Dersler?”
– “Eh, hepsi yolunda gidiyor.”
– “Notlarını yükseltmek için sıkı çalışıyor musun? Bu bursu kazanman önemli biliyorsun!”
– “Hııı, biliyorum.”
– “Senin de ağzından cımbızla laf alınıyor… Seninle iletişim kurmak mümkün değil. Yani şu yaştaki çocuklar ağızlarını açtıklarında bir kez olsun akıllıca bir şeyler söyleseler!…”
“Ergenlik yaşındaki çocuklar, iletişimsizlik, saygı, ebeveynliğin ağır sorumlulukları vb.” şeyleri homurdanarak rahat koltuğunuza doğru seğirtiyorsunuz. Konuşmayı denediniz işte! Çocuğunuz, her türlü iletişim kurma çabanıza karşı direniyor. Eh, ergenlik çağındaki çocuklar biraz da garip olur zaten değil mi? Böylece, kendi zihninizde kendinizi haklı çıkardıktan sonra, televizyon, bilgisayar ya da akıllı telefonunuzun başına geçiyor, birkaç dakika içinde de çocuğunuza ait ilgi ve alaka kırıntılarının da yok olduğunu görüyorsunuz.
Ancak bu arada, çocuğunuz eskisinden daha beter bocalıyor. İletişimsizlikten kendisinin sorumlu tutulduğunu ve suçlandığını hissediyor. Problemleri katmerleşiyor. Kendisini her zamankinden daha kötü hissediyor ve üstelik bu konuda konuşabileceği bir kimsesi olmadığını düşünüyor.
Zamanla bu tür “kendi içine kapanmaların” maliyeti çok büyür. Mazeretler ve bahaneler bir süre sonra sizinle çocuğunuz arasında bir duvar örülmesine sebep olur. Çünkü çocuğunuz, size nispeten daha hassas olan duygularını ve derin ihtiyaçlarını koruyabilmek için, kendi kalbinin etrafına bir duvar örmektedir. Artık iletişim yüzeyselleşmeye, sizin kendi davranışlarınızı haklı çıkarma çabalarınız artmaya ve çocuğunuza kabahat bulmaya devam edersiniz. Vicdanınızın o ilk fısıltısına kulak vermeyişinizin bedelini ise ağır ağır fakat giderek artan bir şekilde ödemeye başlarsınız.
Sonuç
Kişisel bütünlüğünüzü koruyarak hareket etmenin anahtarı, çocuklarınıza karşı “ama, fakat, ancak” vb. kelimelerle başlayan mantık oyunlarını oynamaktan vazgeçmenizdir. Hem vicdanınızın sesini hem de tepkinizi dengeli götürmelisiniz. Kendinizi “Evet, ama…” derken yakaladığınız anda, bunu “Evet ve…”ye çevirebilirsiniz. Çocuklarınızla olan konuşmalarınızda kendinizi haklı çıkarmak için mantıklı sebepler bulmaya çalışma ve uğraşma, aslında, “iç güvensizliğinize” dolaylı bir şekilde işaret etmektedir.
Diğer türlü davranabilmek, yani, kendinize karşı doğru sözlü olmak, en derinlerdeki hareket sebeplerinizi sorgulamak, içinizdeki en iyiyi güzel bir şekilde yaşamanızı engelleyen bahane ve mazeretlerden vazgeçmek cesaret ister. Kendinizi haklı çıkarmak ve akıl yürütmek için kafa yorduğunuz sürece, vicdanınızın sesine karşılık vermeniz güçleşir. Hayatta en büyük serbestlik duygusu veren deneyimlerden birisi de sadece vicdanı dinleyip ona göre davranmaktır.
Vâbısa b. Ma’bed, hicretin dokuzuncu yılında kavminden on kişilik bir heyetle gelip Müslüman olmuştu. Pek çok hadis rivayet etmiş olan bu yufka yürekli ve gözü yaşlı sahabi (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II, 586) Allah Resulü’nün (sas) kendisine şöyle sorduğunu nakleder: “İyilik ve kötülüğün ne olduğunu sormaya mı geldin?” (Vâbısa diyor ki) “Evet” dedim. Hz. Peygamber (sas), parmaklarını birleştirip Vâsıbe’nin göğsüne üç defa vurarak: “Kendine danış, kalbine danış Ey Vâbısa!” buyurdu ve devam etti; “İyilik, gönlü huzura kavuşturan ve içine sinen şeydir; kötülük ise, insanlar sana fetva verseler (onaylasalar) bile, gönlünü huzursuz eden ve içinde kuşku bırakan şeydir.” (Dârimî, Büyû’, 2) Bunu deneyenler yani kalbinin ve vicdanlarının seslerini dinleyenler, duydukları rahatlama hissine, vicdanlarının sesine ters düşen davranışlarını haklı çıkarmak için ne kadar gereksiz zaman ve çaba harcamış olduklarına, kelimenin tam anlamıyla şaşırıp kalırlar.
Ayrıca biraz olsun gururdan ve kendini büyük görmekten arınmak gerekir. Gurur ve kibir, zihinsel bir kıtlık durumudur ve ruhsal huzuru mahveder. Dışınızdaki şeylerle sahte bir yön birliği verir. Bunun maliyeti ise oldukça büyüktür. Dikkat ederseniz, “en çoğuna kim sahip, kim en iyi görünüyor, kim şehrin en iyi yerinde oturuyor, kim daha fazla para kazanıyor, kim sosyal medyada daha fazla beğeni alıyor, kimin takipçisi daha fazla, kim daha fazla paylaşımda bulunuyor, vb.” diye düşünüp tasalanarak boş şeylere ne kadar çok zaman ve enerji harcanmaktadır? Rekabetin çığlığı, vicdanın fısıltısından daha güçlü çıkmaktadır. Hayatımızdaki önemli işlere vermemiz gereken öncelikler açısından baktığımızda, yıkıcı bir etkiye sahip bu durum ne oranda kabul edilebilirdir?
Bunun panzehiri “tevazudur.” Bir ada olmadığımızı anlamanın, hayat kalitemizin diğer kişilerin hayat kalitesi ile ayrılmaz bir biçimde bağlı olduğunu görmenin, tüketim ya da rekabetin değil, fakat katkıda bulunmanın anlam taşıdığını kavramamızdan doğan bir tevazu. Dolayısıyla insanlara, hele hele kendi çocuklarımıza ne kadar değer vermeye başlarsak, o kadar derin huzur duyacağımız sanırız oldukça aşikardır.
Faydalanılan Kaynaklar:
- Fitzhugh Dodson, Sevgiyle Disiplin, Çev.: İpek van den Born, Kuraldışı Yay., İst.-2000.
- Hülya Gökmen, Aytaç Açıkalın, Nur Koyuncu, Zuhal Soydaş, “Yüksek Öğrenim Öğrencilerinin Serbest Zaman Etkinlikleri, Kendilerini Gerçekleştirme Düzeyleri”, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1985.
- M.J. Gander–H.W. Gardiner, Çocuk ve Ergen Gelişimi, 4. baskı, Yayıma hazırlayan: B. Onur.
- Meydan Larousse, Büyük Lügat ve Ansiklopedisi, Meydan Yayınevi, İstanbul, 1971.
- Patricia Gottlieb Shapiro, Çocukluk ve İlk Gençlik Depresyonu, Papirüs Yayınevi, İst.-1997.
- S. Özyurt–S. Doğan, Gençlik Problemleri Açısından Üniversite Gençliği, Ocak–2002.
- Stephen R. Covey, Önemli İşlere Öncelik, Çev.: Osman Deniztekin, Varlık Yayınevi, İst.-1998.
- Şener, Sami, “Türkiye’de Gençlik Olayı”, Timaş Yayınları, İstanbul, 1991.
- William Pollack, Harbi Delikanlılar, Çev.: Esra Özgen, Dharma Yay., İst.-2002.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.