Gizli Toplantılar & Gizli Fısıldaşma ve Konuşmalar (Necva)

Musa Kâzım GÜLÇÜR

29 Ekim/2019

İçindekiler

Giriş 1

Necva 2

Günah ve Düşmanlık & İyilik ve Takva Kasıtları ile Necva 3

Zalimlerin Gizli Toplantıları 6

Allâh’ın (cc) Allâmu’l-Ğuyûb Sıfatı 9

Necvadaki Müstesna Haller 9

Sonuç 11

Gizli Toplantılar, Gizli Fısıldaşma ve Konuşmalar (Necva) Giriş

Hiç sizi konuşma dışında bıraktıkları ve birbirleri ile fısıldaşan insanların yanında bulundunuz mu? İlk başta rahatsız olmasanız bile onlardan birisi başını manalı bir şekilde sallayana ya da sizden bahsettikleri izlenimini verecek kadar güldüklerinde artık rahatsız olmaya başlarsınız. Onların, sizin anlayamayacağınızı düşünerek başka bir dil ile konuşmaya başlamaları da en az fısıldaşma kadar rahatsız edici ve âdâba uymayan bir davranıştır.

Başkalarının yanında fısıldaşmanın cahilce bir davranış olması, insanların kendileri hakkında konuşulduğu ya da başkalarının dahil edilmediği düşünülen bir konuşma olduğu şüphesi uyandırması sebebiyledir. Bu gibi durumlar, çoğu zaman kişide olumsuz duygulara neden olan bir tür saygısızlık hissi uyandırır. Fısıldaşma, sessizce ve gizlice konuşma yapan iki kişi hariç herkesi dışlar. Fısıldaşanların çevrelerindeki diğer insanlar ise, kendilerini genellikle garip, sıkılmış ve kızgın hissederler.

Necva

İki ya da daha fazla kişinin kendi aralarında açıktan veyahut da başkalarından gizlenerek gizli toplantılar, gizli konuşmalar ve fısıldaşmalarda bulunmalarını Kur’ân-ı Kerîm “necva” kelimesi” ile karşılamaktadır. Şu ayet-i kerimelerde “necva” kelimesi “gizli toplantılar” anlamına gelmektedir:

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوٰى ثَلٰثَةٍ اِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ وَلَا خَمْسَةٍ اِلَّا هُوَ سَادِسُهُمْ وَلَا اَدْنٰى مِنْ ذٰلِكَ وَلَا اَكْثَرَ اِلَّا هُوَ مَعَهُمْ اَيْنَ مَا كَانُوا ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَیْءٍ عَلٖيمٌ اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذٖينَ نُهُوا عَنِ النَّجْوٰى ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَيَتَنَاجَوْنَ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ وَاِذَا جَاؤُكَ حَيَّوْكَ بِمَا لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللّٰهُ وَيَقُولُونَ فٖى اَنْفُسِهِمْ لَوْلَا يُعَذِّبُنَا اللّٰهُ بِمَا نَقُولُ حَسْبُهُمْ جَهَنَّمُ يَصْلَوْنَهَا فَبِئْسَ الْمَصٖيرُ

“Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişi gizlice toplanmaz ki, dördüncüleri O olmasın. Beş kişi gizlice toplanmaz ki altıncıları O olmasın. Bundan daha az yahut daha çok da olsalar, nerede olurlarsa olsunlar O, mutlaka fısıldaşan toplulukla beraberdir. Sonra onlara yaptıklarını Kıyamet günü haber verecektir. Allah, her şeyi hakkıyla bilir. Gizlice toplantı yapmaktan menedilip de menedildikleri şeyi işleyen ve günah, düşmanlık ve peygambere isyan için gizlice toplananlara bakar mısın? Sana geldiklerinde Allah’ın seni selâmlamadığı selâmla selâmlıyorlar. İçlerinden de “Söylediklerimizden dolayı Allah bize azap etse ya!” diyorlar. Cehennem onlara yeter! Oraya girecekler. Ne kötü varış yeridir orası!” (Mücadele, 58/7-8)

Ayet-i Kerime yüce Allah’ın kapsamlı ve derin ilmiyle başlıyor. Yerde ve göklerde ne varsa hepsini istisnasız bildiğini belirtiyor. Hiç kuşkusuz yüce Allah’ın bilmesi ve gizli toplantı yapanların hemen yanında olması, dışlanarak yalnız kaldığını düşünen kimse için iyi ve güzel, kimselerin haberi olmadığını düşünerek gizli planlar için bir araya gelenler açısından da korkutucu ve ürpertici bir durumdur. Yüce Allah’ın her yerde hazır olduğu, her şeye şahid olduğu gerçeğinin böylesine etkileyici, ürpertici tablolar halinde verilmesi, derinlemesine insanın kalbine yerleştirilmesi, aslında bilhassa da münafıkları tehdit ediyor olmalıdır. Çünkü münafıklardan bahseden sonraki ayetlere sanki bir giriş yapılmaktadır.

Bu âyet-i kerimede üç ve beş sayıları zikredilmiş ancak dört rakamı atlanmıştır. Bunun bir sebebi şu olabilir. Üç kişi bir araya geldiğinde, onlardan ikisi fısıldaşmaya ve aralarında konuşmaya başlasalar, diğer bir kişi tek başına ve yalnız kalır, bu sebeple kalbi daralır, üzülür. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, o üçüncüye, “Senin arkadaşın ve sırdaşın da Benim” demiş gibi olmaktadır. Beş kişi de böyledir. Onlar ikişer ikişer konuştuğunda, beşinci kişi tek kalır. Ama onlar dört kişi olduklarında, hiçbiri tek kalmaz. Böylece âyet-i kerimenin nassı, diğerlerinden izole edilmiş ve tek başına kalmış olan kimseyi, Allah’ın tek başına ve yalnız bırakmayacağına bir işaret hükmüne geçmiş olur. Dikkat edilirse âyet-i kerîme (اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ) “Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini görmüyor musun?” buyurarak Allâh’ın (cc) her şeyi bildiğini belirtmekle başlamakta ve şöyle devam etmektedir:

Günah ve Düşmanlık & İyilik ve Takva Kasıtları ile Necva

يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اِذَا تَنَاجَيْتُمْ فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ وَتَنَاجَوْا بِالْبِرِّ وَالتَّقْوٰى وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذٖى اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ اِنَّمَا النَّجْوٰى مِنَ الشَّيْطَانِ لِيَحْزُنَ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَلَيْسَ بِضَارِّهِمْ شَيْئًا اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

“Ey iman edenler! Siz baş başa gizlice konuştuğunuz zaman, günah, düşmanlık ve peygambere isyanı konuşmayın. İyilik ve takvayı konuşun ve huzuruna toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının. O gizli konuşmalar, iman edenleri üzmek için ancak şeytandan kaynaklanmaktadır. Oysa şeytan, Allah’ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar verebilecek değildir. Öyle ise müminler ancak Allah’a tevekkül etsinler.” (Mücadele, 58/9-10)

Buradan anlaşılıyor ki, İslam ahlâkı ile yeterince bütünleşememiş bazı Müslümanlar, işler sarpa sardığında gizlice toplanıyor, bağlı bulundukları ahlâkî ilkelerden uzak bir şekilde olayları aralarında tartışıyorlardı. Halbuki böyle bir davranış İslam’ın özüne uygunluk göstermiyordu. Zira bu şekilde gizli toplantı ve görüşmelerin varacağı yer gruplaşmaların da başlangıcı haline geliyordu.

Kimseyi rahatsız etme amacı güdülmese de bu tür kümelenmelerin, birtakım rahatsızlıklara ve karışıklıklara sebep olması yüksek bir ihtimaldir. Bu işlerle uğraşanlar, istemeden de olsa gündemdeki sorunları körükler, geleceği sezemeden sırf görüşlerini açıklamaları ile bile dağınıklığa neden olurlar.

İşte Yüce Allah bu tür kimselere hitap ediyor. Kendilerini O’na bağlayan bağ ile sesleniyor. Böylece çağrının gücü ve etkisi artmış oluyor: “Ey iman edenler…” Gizli konuşmaları gerektiği durumda dahi günah ve düşmanlık gibi çirkin işlerden sakındırmak ve müminlerin gizli konuşabilecekleri, onlara yakışan konuları açıklamak için bu şekilde hitap ediyor: “İyilik ve takva üzerine gizli konuşabilirsiniz…” Sorunların hangi vasıtalarla halledilebileceğini, neler yapılırsa daha iyi olacağını, varsa çözüm önerilerinizi planlamak için oturup konuşabilirsiniz.

Ayet-i kerimede geçen “birr” kavramı genel anlamı ile “iyilik” demektir. “Takva” ise, uyanıklık ve yüce Allah’ın gözetiminde olduğunun bilincinde olmaktır. Bu iki temel unsur, iyilikten başkasını telkin etmez. İnsanlar ne kadar gizleseler, kapalı tutmaya çalışsalar da onların tüm yaptıklarını gözeten ve tek tek kayda geçen Allah’a hesap verecekleri hatırlatılıyor. İnsanların gizli tuttuklarını sandıkları, ancak Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin bütün gizliliklere vakıf olduğunu anlatan şu uhrevi tablo oldukça önemlidir.

Necva hakkında Resülullah’tan (sas) duyduğu herhangi bir açıklama olup olmadığını soran bir kimseye Abdullah İbni Ömer (ra), “Ben, Resülullah’ı (sas) şöyle buyururken işittim” demiştir:

“Muhakkak Allah kıyamet günü mümini yaklaştırır ve onun üstüne şefkat kanadını ve koruma perdesini koyar da onu (hesap için bekleşen halktan) uzaklaştırır ve:

“Şu günahını biliyor musun, şu günahını biliyor musun?” der.

Mümin: “Evet, biliyorum ya Rab” der. Böylece bütün günahlarını ona söyletir ve itiraf ettirip de adam zihninde helak olduğuna kanaat getirdiği anda Cenâb-ı Hak:

“(Ey kulum) aleyhindeki bu günahları dünyada halktan gizledim. Bugün de senin lehine bunları mağfiret ediyorum!” buyurur ve müminin hasenat defteri (sağından) kendisine verilir. Kâfirlere ve münafıklara gelince (onlar için de peygamberlerden, meleklerden birçok) şahidler: “İşte bunlar Rablerine karşı (ortak isnat etmek sureti ile) yalan söyleyenlerdir. “Biliniz ki, Allah’ın lâneti zalimler üzerinedir” (Hud, 11/18) derler.”[1]

Dünyada iken öteki kullardan gizli kalmış bazı günahlarını, kuluna gizli bir şekilde hatırlatması, onun da bunları hatırlayarak itiraf etmesi, bir anlamda Rabbimizin müminlere özel muamele etmesi demektir. O gizli hataların kıyamette de açıklanmaması ve bağışlanması, büyük bir ikram ve ihsandır. O halde dünyada iken işlediği hatalar gizli kalmış olan kimseler hem kendilerine ait yanlışlıkları ve hataları hem de başkaları tarafından işlenmiş yanlışlıkları açıklamak ve ifşa etmek gibi bir yola gitmemelidirler. Çünkü İslâm’ın asıl amacı, toplum içinde iyiliklerin ve güzelliklerin yayılmasıdır. İşlenmiş hataların ulu orta söylenmesi, kötülük işlemeye meyyal kişileri cesaretlendirir. Hatayı başkalarının da tekrar etmesine bir nevi teşvik gibi olur ki, bu ayrı bir hatadır.

Âyet-i kerîme, şayet “takva” ve “birr” maksatlı değilse, gizli toplantı ve konuşmaların diğerlerinin kalplerinde üzüntü ve burukluk meydana getireceğini, güvensizlik havası oluşturacağını, şeytanın gizli konuşanları aldatarak, kardeşlerinin canlarını sıkmaya, kalplerinde tereddütler ve endişeler oluşturmaya sebep olacakları ihtarını yapıyor.

Abdullah ibni Mesud’dan (ra) rivayet edildiğine göre Resülullah (sas) bu duruma işaret ederek şöyle buyurdular:

“Üç kişi bir arada bulunduğunuz vakit, başka insanlar gelinceye kadar, (içinizden) iki kişi, diğerini bırakıp fısıldaşmasın. Çünkü bu fısıldaşma, o kişiyi üzer.”[2]

Bu yüce bir ahlâk ilkesidir. Aynı zamanda her tür şüpheyi ve tereddüdü ortadan kaldırmak için alınmış önemli bir önlemdir. Üç kişi bir arada iken, ikisinin bir tarafa çekilip gizli gizli konuşmaları, üçüncü kişiyi işkillendirir. Kendisi hakkında kötü bir şey planlandığını zanneder. En azından, kendisini konuşmalarına ortak etmedikleri için üzülür. Böyle bir tavır, orada bulunanlar arasında soğukluğa ve güvensizliğe sebep olur. Bu sebeple Resûl-i Ekrem Efendimiz, böyle bir davranışın İslâm adabına uygun olmadığını bildirmiştir. İmam Mâlik ve Nevevî bu yasağın, masiyet amaçlı necvâyı “haram” kıldığı görüşündedirler.

Üçten çok kişinin bir arada bulunduğu bir mecliste de bir kişiyi dışlayarak hepsi birden kendi aralarında fiskos edecek olsalar, hüküm yine aynıdır. Bu da yasaktır. Öte yandan bir mecliste, içlerinden birinin bilmediği bir dille konuşmak da gizlice fısıldaşmak hükmündedir. Çünkü bu durum o kişiyi üzer ve şüphelendirir. Ancak üçten fazla kişinin bulunduğu bir toplantıda iki kişinin kendi arasında fısıldaşması yasak değildir. Çünkü bu durumda, kimse yalnızlığa itilmemiş olup diğerleri de kendi aralarında konuşabilirler.

Abdullah ibni Ömer’den (ra) rivayet edildiğine göre Resülullah (sas) şöyle buyurdu:

“Üç kişi bir arada iken, diğerini bırakıp ikisi fısıldaşmasın.”[3]

Bu hadis-i şerifteki rivayette zincirinde yer alan Ebu Salih, İbni Ömer’e;

“Peki dört kişi olurlarsa?” diye sormuş, İbnu Ömer de;

“O zaman sakıncası yoktur” demiştir.[4]

Abdullah İbnu Ömer, bu rivayette yer alan tutum ve davranışını kendi hayatında da bizzat uygulamaktadır. Abdullah İbni Dînâr şöyle rivayet ediyor:

Ben bir gün Abdullah İbni Ömer ile oturmaktaydım. Bir kişi gelip İbni Ömer’in yanında benden başka kimse olmadığı halde onunla gizlice konuşmak istedi. Bunun üzerine İbni Ömer, derhal bir başkasını çağırdı, böylece biz evde dört kişi olduk. İbni Ömer, bana ve çağırdığı kişiye, “Siz biraz birlikte oyalanınız. Zira ben Resülullah’ın (sas);

“Üç kişi bir arada iken, ikisi diğerinden ayrılıp kendi aralarında fısıldaşmasın”

buyurduğunu işittim, dedi.[5]

Zalimlerin Gizli Toplantıları

Mekke’li müşrikler, Efendimiz’in (sas) peygamberliğini bildikleri halde çeşitli taassuplarla (ırk, statü, vb.) kabule yanaşmıyor, aralarında kendilerince gizli toplantılar akdediyor ve kararlar almaya çalışıyorlardı. Bunlardan bir tanesi de şimdi aktaracağımız âyet-i kerimede yer alan suçlama çabasıydı.

نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِهٖ اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ وَاِذْ هُمْ نَجْوٰى اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا

“Onlar seni dinlerlerken hangi maksatla dinlediklerini, kendi aralarında gizli toplantılarında o zalimlerin, “Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz” dediklerini çok iyi biliyoruz.” (İsra, 17/47)

Tabiînden ve yaşadığı dönemde “emîrü’l-mü’minîn” unvanıyla anılan muhaddislerden olan büyük tarihçi İbn İshak’ın Sîre’sinde aktardığına göre, Kureyşli ileri gelenlerden oluşan bir heyet toplantı için Velid b. Muğire’nin yanına gitti. Velid, heyetin yaşça büyüklerindendi. O sırada hac mevsimine girilmekteydi. Velid, Kureyşli heyete şöyle dedi:

“Ey Kureyşliler, hac mevsimine girmek üzereyiz. Bu mevsimde birçok Arap heyeti ülkenize gelecek. Hepsi şu arkadaşınızın (Muhammed’in) meselesini duymuştur. O’nun hakkında ortak bir görüşte birleşin, farklı sözler söyleyip birbirinizi yalanlamayın, birbirinizin sözlerini çürütmeyin.” Bunun üzerine Kureyş ileri gelenleri kendisine:

“Yâ Ebâ Abdi’ş-şems, sözü sana bırakıyoruz, bizim adımıza bir görüş belirle, biz de onu söyleyelim” dediler. Velid:

“Hayır, siz konuşun, ben sizi dinliyorum” dedi. Kureyşli heyet:

“O (Muhammed) bir kâhindir! deriz.” dediler. Velid:

“Hayır, olmaz. Vallahi, o bir kâhin değildir. Kahinleri gördük. O’nun sözleri kahinlerin uyaklı tekerlemelerine benzemiyor” dedi. Kureyşliler:

“O bir delidir.’ deriz.” dediler. Velid:

“O bir deli değildir. Delileri gördük, ne olduklarını biliyoruz. O’nda delilerin ne hırlamalarından ne çırpınmalarından ve ne de kuruntularından eser yok.” dedi. Kureyşliler:

“Peki `O bir şairdir’ diyelim.” dediler. Velid:

“Hayır, olmaz. O bir şair değildir. Şiiri recezi ile, karîdası, makbudası, mebsutası ile (aruz kalıpları) ile biliyoruz, O’nun sözleri şiir değildir.” dedi. Kureyşliler:

“O halde bir büyücüdür deriz.” dediler. Velid:

“Hayır, o bir büyücü değildir. Büyücüleri ve büyücülüğü gördük, ne olduğunu biliyoruz. O’nun yaptığı işin ne üfürükçülükle ve ne de iplik düğümleyip çözmekle ilgisi yok” dedi. Bunun üzerine Kureyşliler:

“Yâ Ebâ Abdi’ş-şems, peki sen söyle, ne diyelim?” dediler. Velid onlara şu cevabı verdi:

“Vallahi, O’nun sözünde acayip bir tad var. Kökü bol sulu hurma ağacıdır, dallarından hurma taneleri sarkıyor. Bu tür sözler söylerseniz, asılsız olduğu hemen anlaşılır. Onun hakkında söyleyebileceğiniz en kabul edilebilir şey O’nun büyücü olduğudur. O’nun getirdiği sözler evlâdı babasından, kardeşi kardeşten, karıyı kocadan ve insanları aşiretlerinden ayıran büyüleyici sözlerdir dersiniz.”

Kureyşli heyet Velid’in yanından bu kararla ayrıldılar. Arkasından da hacca gelen kervanların yollarına adamlarını koydular. Bu adamlar yanlarından geçen herkesi Peygamberimiz hakkında uyarıyorlar, herkese bu kararlaştırdıkları suçlamayı hatırlatıyorlardı.”[6]

Müşriklerin bu iftira ve bühtanı, Efendimiz’e (sas) ile sınırlı kalmamış, ezeli ve ebedi Allâh kelâmı Kur’ân-ı Kerîm’e de aynı iftira ve bühtanda bulunmuşlardır. Kur’ân-ı Kerîm, bizlere bu durumu şu şekilde beyan eder:

لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰى اَلَّذٖينَ ظَلَمُوا هَلْ هٰذَا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ اَفَتَاْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ

“Kalpleri daima eğlencede (gaflette), hem o zalimler aralarında şu gizli toplantıyı yaptılar: “Bu, ancak sizin gibi bir insan. Artık göz göre sihre mi gidiyorsunuz? (Sihir ve yalanı mı tasdik ediyorsunuz, sizin gibi bir insan hiç peygamber olur mu?)” (Enbiya, 21/3)

Onların Hz. Peygambere uymayışlarının nedeni haktan hoşnut olmayışlarıdır. Yoksa peygamberin sunduğu mesajın hak olduğunu kavramadıklarından veya peygamberin saygınlığı ve doğruluğundan kuşku duyduklarından kaynaklanmıyordu bu tutumları. Çünkü Efendimiz’in (sas) insanlara yalan söylediğine hiç şahit olmamışlardı.

Aslında Efendimiz’in (sas), Kur’ân-ı Kerîm ve getirdiği her şeyin durumu gayet açık olup, bu hususta bir aldatma, göz boyama ve karışıklık bulunmamaktaydı. Araplar, fesahat ve belagat ehli olmalarına ve Peygamber Efendimiz’in (sas) peygamberliğini geçersiz kılma hususunda son derece hırslı ve istekli olmalarına rağmen, Kur’ân-ı Kerîm onlara meydan okumuştur. Yapabilecekleri en kolay yol, Kur’ân-ı Kerîm’in bu meydan okumasına cevap vermeleri idi. Ancak bunu hiçbir vakit yapmadılar ve yapamadılar. Bu işi yapamamaları bize, Kur’ân-ı Kerîm’in bizzat mucize olduğunu ve onların da Kur’ân-ı Kerîm’in bu keyfiyetini bilip anladıklarını gösterir. Ne var ki bu konuda inat ederek gerçeği örtbas etmek için bu tür ahmakça işlere tevessül etmişlerdir. Diğer ulü’l-azim peygamberlere de bu türden isnatların yapılmaya çalışıldığını yine en doğru sözlü beyan olan Kur’ân-ı Kerîm’den öğrenmekteyiz:

فَتَنَازَعُوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰى قَالُوا اِنْ هٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُرٖيدَانِ اَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَرٖيقَتِكُمُ الْمُثْلٰى

“Sihirbazlar, işlerini kendi aralarında tartıştılar ve gizli toplantılar yaptılar. Şöyle dediler: “Şüphesiz bu ikisi (Musa ve Harun), sihirleri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak ve en üstün olan dininizi ortadan kaldırmak isteyen birer sihirbazdırlar.” (Taha, 20/62-63)

Allâh’ın (cc) Allâmu’l-Ğuyûb Sıfatı

Kur’ân-ı Kerîm nassı ile (عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ) “O, gizliyi de bilendir, aşikârı da… (Haşir, 59/22) olan Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, elbette gizli konuşmaları da bilmektedir:

اَلَمْ يَعْلَمُوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ

“Hâlâ (o münafıklar) bilmediler mi ki, Allah, onların gizledikleri sırlarını da gizli konuşmalarını da bilmektedir. Allah, bütün görünmeyenleri/gizlenenleri tam olarak bilendir.” (Tevbe, 9/78)

Bu âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak sanki şöyle demiş olmaktadır: “Onlar, benim bütün sırları ve fısıldaşmaları bildiğimi, bundan haberdar olduğumu düşünmezler mi? Benim, onların zâhiri hallerini bildiğim gibi, gizli olan konuşmalarına göre de azap edeceğimi, aralarında fısıldaşarak inançlı halis müminler için tuzak kurma çabalarını ve nifaklarını cezasız bırakacağımı mı sanmaktadırlar?” Ayet-i kerime, Allah Teâlâ’nın zatının, bütün eşyayı en ince ayrıntısına kadar bildiğini, binâenaleyh O’nun kalplerde ve gönüllerde geçen sırları da bildiğini “allâmu’l-ğuyûb” sıfatı ile beyan etmiştir.

Müşrik, münafık ve kafirlerin, Müslümanlar hakkındaki boş zanlarını ve dayanaksız sanrılarını, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri şu şekilde resmetmektedir:

اَمْ يَحْسَبُونَ اَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰیهُمْ بَلٰى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ

“Yoksa biz, (Peygambere tuzak kurmak isteyen) o kâfirlerin kalplerinde gizlediklerini ve gizli konuşmalarını işitmez miyiz sanıyorlar? Hayır işitiyoruz ve onların yanlarında (gizli konuşmalarını ve kalplerinde gizlediklerini tespit eden meleklerimiz) elçilerimiz var ve (gizli konuşmalarını ve fısıldaştıkları hususları) yazıyorlar.” (Zuhruf, 43/80)

Necvadaki Müstesna Haller

Kur’ân-ı Kerîm, necvanın hangi şartlarda güzel ahlâk belirtisi olduğunu bizler şöyle beyan etmektedir:

لَا خَيْرَ فٖى كَثٖيرٍ مِنْ نَجْوٰيهُمْ اِلَّا مَنْ اَمَرَ بِصَدَقَةٍ اَوْ مَعْرُوفٍ اَوْ اِصْلَاحٍ بَيْنَ النَّاسِ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ فَسَوْفَ نُؤْتٖيهِ اَجْرًا عَظٖيمًا

“Bir sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bu amelleri, sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisa, 4/114)

Bu âyet-i kerimede Cenâb-ı Hak, fısıldaşmanın ya da gizli konuşmanın istisna edildiği hayır işlerinin üç çeşit olduğunu belirtmektedir:

a) Sadaka organizasyonları için kulis yapma,

b) Maruf olan hususların yayılması için strateji belirleyen dar dairede toplantılar yapma,

c) İnsanlar arasını ıslah etme için mekik diplomasisi yapma.

Özellikle de bu son madde ile ilgili olarak “Dargınlık ve Küsme”, “Sulhün Kur’ânî Dayanakları” ve “Sulhün Nebevî Dayanakları” yazılarımıza bakılabilir.

Böylece yukarıdaki âyet-i kerîmede genel anlamda, hayırlara ait faydalı faaliyetler, sadakaların ve marufun yaygınlaştırılması konuları, ayrıca gerek bireyler gerekse de toplumlar arası kırgınlıkların izalesi ile ilgili temel rükünler zikredilmiş olmaktadır.

Yukarıdaki âyet-i kerîme ile tetabuk içerisinde, Annemiz Ümmü Habîbe’nin rivayeti ile Efendimiz (sas) şöyle buyurmaktadır:

“İnsanoğlunun her sözü lehine olmayıp üstelik aleyhinedir. Ancak iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak yahut Allah Teâlâ’yı zikretmek bundan müstesnadır.”[7]

Yukarıda zikredilen üç çeşit hayır faaliyeti her ne kadar şerefli ve ne derece yüce ise de insan bunları, sırf Allah rızasını talep etmek ve O’nun rızasını kazanmak için yaptığı zaman kıymetlidir. Ama bunlar, gösteriş ve kahramanlık olsun diye yapılırsa, bu durumda hüküm tersine döner, bütün bu hayırlar da kötülüğe inkılap eder. Dolayısı ile görünen amellerle varılmak istenen amacın ne olduğunun, niyetin ihlaslı olup olmadığı hususunda kalbin hallerini gözetmenin, Allah rızası dışında kalan maksatlara yönelmekten ruh ve zihni arındırmanın önemi, ayet-i kerimenin fezlekesinde özet, hülasa ve icmal olarak şu şekilde tebarüz ve tebellür etmekte, ortaya çıkmaktadır:

(وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ فَسَوْفَ نُؤْتٖيهِ اَجْرًا عَظٖيمًا)

“Kim bu amelleri, sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.”

Sonuç

Gizli konuşmalar diğerlerini üzer, kişiler arasında güvensizlik, merak, endişe, nefret ve düşmanlığa yol açar. Ölçülü olma kaydıyla insanların menfaatine olan konularda gizli konuşmalarda bir mahzur bulunmamaktadır.

Bir grup içerisindeyken birisi ile fısıldaşmak için ne kadar güçlü arzu duyulursa duyulsun, bekleme konusunda sabır gösterme ve diğer insanları endişeye sevk etmeme İslâmî ve insani bir ahlâktır. Konuşmalara herkesi dahil etme, böylece irtibatta olduğumuz insanlara saygımızı gösterme daha önemlidir. Sık sık fısıldaşma ya da gizli konuşma, kişide kötü bir alışkanlığa dönüşebilir. Bu kötü tutumdan kaçınmak için bilinçli bir çaba göstermekte fayda bulunmaktadır.


[1] Buhârî, Mezâlim, 2 (Hadis no: 2441); Edeb, 60 (Hadis no: 6070); Müslim, Tevbe, 8 (Hadis no: 2768).

[2] Buhârî, İstizân, 47 (Hadis no: 6290); Müslim, Selâm, 15 (Hadis no: 2184).

[3] Buhârî, İstizân, 45 (Hadis no: 6288); Müslim, Selâm, 15 (Hadis no: 2183).

[4] Ebû Dâvud, Edeb, 24 (Hadis no: 4852); İbni Mâce, Edeb, 50.

[5] İmam Mâlik, Muvatta, (Kelâm 13,14).

[6] Ebû Abdillâh Muhammed b. İshâk b. Yesâr b. Hıyâr el-Muttalibî el-Kureşî el-Medenî (v. 151/768), es-Sîratü’n-Nebevî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmî, Beyrut-2004, ss. 193-194.

[7] Tirmizî, Zühd, 62, (2412).

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.