Kurban ve Takva

Musa Kazım GÜLÇÜR

20 Temmuz/2019

İçindekiler

Giriş 1

“Kurb” Kelimesinin Kur’ân-ı Kerîm’deki Kullanım Alanı 1

Hz. Âdem (as)’in İki Oğlunun Kurban Kıssası 4

Tevrat ve İncil’deki Anlatım 5

İsrail Oğullarına Emredilen Kurban Kesimi Hadisesi 6

Kurban ve Takva 8

Sonuç 8

Giriş

“Şüphesiz biz sana Kevser’i verdik. O hâlde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Sana buğz eden (yok mu? İşte asıl) zürriyetsiz olan şüphesiz odur.” (Kevser Suresi, 108/1-3)

“Sözlükte “yaklaşmak, yakın olmak, Allah’a yakınlık sağlamaya vesile kılınan şey” anlamlarına gelen kurban kelimesi, dinî bir terim olarak, “İbadet maksadıyla belirli vakitte belirli şartlan taşıyan hayvanı usulünce boğazlamak veya bu şekilde boğazlanan hayvan” demektir.

Kurban kesmenin şartı, maddi olarak yeterli konumda olmaktır. Bu da Allah’ın kuluna verdiği maddi nimetlerden, kulunun şükürleri ve hamdleri manasına olarak, kulluk-ibadet kastıyla kurban sunmasıdır. Bu ibadeti ile kul, Allah’a yakınlaşmakta, ondan aldığı nimetleri yine onun adını zikrederek harcamaktadır.

“Kurb” Kelimesinin Kur’ân-ı Kerîm’deki Kullanım Alanı

“Kurb” kelimesi sözlükte “yakın” anlamına gelir. Şimdi, Kur’an-ı Kerim’de bu kelimenin bazı kullanımlarına bakarak, lügat anlamı hakkında daha geniş bir anlayış geliştirmeye çalışacağız.

Mesela bir âyet-i kerimede “yakınlığı” ifade eden şu şekilde bir beyan bulunmaktadır:

(وَنَادَيْنَاهُ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ الْاَيْمَنِ وَقَرَّبْنَاهُ نَجِيًّا)

“Ona, Tûr dağının sağ tarafından seslendik ve kendisi ile gizlice konuşmak için kendimize yaklaştırdık.” (Meryem, 19/52)

Bir diğer âyet-i kerimede ise, Allâh’ın (cc) huzuruna yaklaştıran unsurların mal ve evlatlar olmadığı, ancak salih amellerle manevi derecelerin kat edilebileceği anlaşılmaktadır:

وَمَا اَمْوَالُكُمْ وَلَا اَوْلَادُكُمْ بِالَّتٖى تُقَرِّبُكُمْ عِنْدَنَا زُلْفٰى اِلَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَاُولٰئِكَ لَهُمْ جَزَاءُ الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِى الْغُرُفَاتِ اٰمِنُونَ

“Sizi (manevi derecelerle) huzurumuza yaklaştıracak olan mallarınız ve çocuklarınız (itibariyle fazlalık) değildir. Ancak iman edip de salih âmel işleyenler (bize yaklaşırlar). İşte bunlar (o kimselerdir ki), yaptıklarına karşılık kendilerine kat kat mükâfat vardır ve onlar cennetin yüksek makamlarında emniyet içindedirler.”(Sebe, 34/37)

Yukarıda yer alan her iki ayet-i kerimede “kurb” kelimesi ile “manevi yakınlık” kast edilmişti. Şimdi aktaracağımız âyet-i kerimedeki “kurb” kelimesi fiziksel bir yakınlaştırma anlamına gelmektedir:

(فَقَرَّبَهُ اِلَيْهِمْ قَالَ اَلَا تَاْكُلُونَ)

“Onu, önlerine yaklaştırdı (ikram etti); “Yemez misiniz?” dedi.” (Zâriyat, 51/27)

Bu açıdan, Kur’an’da yakınlık ve yaklaştırma anlamında kullanılan “kurb” kelimesi ve türevlerinin kullanımlarına baktığımızda, çoğunlukla manevî yakınlığı ifade ettiğini görürüz. İşte kurban ibadeti de Allah’a kulluk etmek ve ona manen yakınlaşma amacıyla yerine getirilen bir ibadet çeşididir. Bu anlamı şimdi nakledeceğimiz iki ayet-i kerimede bu durumu açıkça görebilmek mümkündür. Şöyle ki:

وَاَذِّنْ فِى النَّاسِ بِالْحَجِّ يَاْتُوكَ رِجَالًا وَعَلٰى كُلِّ ضَامِرٍ يَاْتٖينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَمٖيقٍ لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ فٖى اَيَّامٍ مَعْلُومَاتٍ عَلٰى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَهٖيمَةِ الْاَنْعَامِ فَكُلُوا مِنْهَا وَاَطْعِمُوا الْبَائِسَ الْفَقٖيرَ

“İnsanlar arasında haccı ilan et ki gerek yaya olarak gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler. Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hacc, 22/27-28)

وَالْبُدْنَ جَعَلْنَاهَا لَكُمْ مِنْ شَعَائِرِ اللّٰهِ لَكُمْ فٖيهَا خَيْرٌ فَاذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا صَوَافَّ فَاِذَا وَجَبَتْ جُنُوبُهَا فَكُلُوا مِنْهَا وَاَطْعِمُوا الْقَانِعَ وَالْمُعْتَرَّ كَذٰلِكَ سَخَّرْنَاهَا لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

“Kurbanlık büyükbaş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşünce onlardan siz de yiyin, istemeyen fakirlere ve istemek zorunda kalan fakirlere yedirin. (Allâh’a) Şükredesiniz diye bu canlıları sizin hizmetinize vermiş bulunuyoruz.” (Hacc, 22/36)

Bu iki âyet-i kerîme, Allah’a (cc) manen yaklaşabilme ve O’na karşı tezellül ile kulluk arz edebilmenin önemli vesilelerinden birinin kurban kesme ibadeti olduğunu açık bir şekilde beyan etmektedir. Çünkü yukarıdaki her iki âyet-i kerimede de Allâh rızası için kurban kesme ibadeti emredilirken, (ذبح) “zebh/kesme” ve (نحر) “nahr/kesme” kelimeleri kullanılmamış, bu kelimelerin yerine, (وَيَذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ) “Allah’ın adını anın” (Hacc, 22/28) ve (فَاذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا) “Üzerlerine Allah’ın adını anın” (Hacc, 22/36) denilmiştir. Bu durum kurban gibi çok temel bir ibadetin, Allâh’ın adının anılması konusunda büyük bir vesile olduğunu göstermektedir.

Bir Müslüman, ibadet amacı ile hayvan kurban ettiğinde Allah’ın adını mutlaka anmalıdır. Bu açıdan âyet-i kerîmelerde, kendisi ile Allah’a yaklaşma amacı gözetilen ibadetlerdeki en temel rüknün, “Allah’ın isminin anılması” olduğuna dair bir dikkat çekme vardır. Nitekim hayvan kurban eden, bu ibadeti esnasında dua kastı ile şu âyet-i kerimeyi okur:

قُلْ اِنَّ صَلَاتٖى وَنُسُكٖى وَمَحْيَایَ وَمَمَاتٖى لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ لَا شَرٖيكَ لَهُ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا اَوَّلُ الْمُسْلِمٖينَ

“Deki: ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Ben Müslümanların ilkiyim.” (En’am, 6/162-163).

Bütün ibadetlerin ve özelde de kurban ibadetinin sırf Allâh rızası için yapılması gereği Kevser Suresinde de oldukça açıktır. Bu surenin ikinci ayet-i kerimesi (فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ) “Sırf Rabbin için namaz kıl ve (Sırf Rabbin için) kurban kes.” (Kevser, 108/2) şeklindedir.

İslâm’ın asıl manası ihlas ile tevhiddir. Namazı böyle ihlas ile Allah’a yüz tutarak yalnız şükür ve tazim ile Allah’a yaklaşmak için kılmayanlar, şirk, riya (gösteriş) karıştıranlar, Allah’ın hakkını vermek istemeyenler, namazlarından yanılmış olurlar. Ondan dolayı namazın ve bütün ibadetlerin ruhu demek olan bu nokta bilhassa açıklanarak buyuruluyor ki: (فَصَلِّ لِرَبِّكَ) “Sırf Rabbin için namaz kıl.” Bu ayette yer alan “Lâm” istihkak (hak etmek) veya ihtisas (tahsis etmek) içindir. “Yalnız Rabbinin hakkı olarak, bilhassa Rabbine yüz tutarak, tevhid ve ihlas ile namaz kıl” demektir.

Ayette yer alan (وَانْحَرْ) “kurban kes” emri, “Sırf Rabbin için namaz kıl” emri üzerine atfedildiği için “Rabbin için” kaydı bu kelimede de geçerlidir ve “Sırf Rabbinin rızasını gözeterek kurban kes” mealindedir. Her iki ibadetin de mutlaka Allah için ve halis bir niyet ile yapılması emredilmiş olmaktadır. Allah için kılınmayan, başkaları görsün diye eda edilen namaz, namaz olmayacağı gibi, Allah için kesilmeyen, başkaları duysun, başkaları “aman nasıl da kurban kesmişler” desin diye kesilen kurbanlar da kurban olmaz. Allah’ın ismi anılmayan bir kurban (وَمَا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِهٖ) “Allah’tan başkası adına boğazlanan” (Maide, 5/3) anlamına dahil olduğu için, ölmüş hayvanlara ait hükümde olduğu gibi yenmesi haram hale gelir.

Hz. Âdem (as)’in İki Oğlunun Kurban Kıssası

Kur’an-ı Kerim’de yer alan Hz. Âdem (as)’in iki oğlunun, Cenabı Hakk’a kurban takdim etmeleri ve bu kurbanların, bir oğuldan kabul edilirken diğerinden kabul edilmeyişi, akabinde de kurbanı kabul edilmeyenin felaketi ve hüsranı bizlere şu şekilde beyan edilmektedir:

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَیْ اٰدَمَ بِالْحَقِّ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِ قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَ قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّقٖينَ لَئِنْ بَسَطْتَ اِلَیَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنٖى مَا اَنَا بِبَاسِطٍ يَدِىَ اِلَيْكَ لَاَقْتُلَكَ اِنّٖى اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَمٖينَ اِنّٖى اُرٖيدُ اَنْ تَبُواَ بِاِثْمٖى وَاِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِ وَذٰلِكَ جَزٰٶُا الظَّالِمٖينَ فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ اَخٖيهِ فَقَتَلَهُ فَاَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرٖينَ فَبَعَثَ اللّٰهُ غُرَابًا يَبْحَثُ فِى الْاَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَارٖى سَوْاَةَ اَخٖيهِ قَالَ يَا وَيْلَتٰی اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ فَاُوَارِىَ سَوْاَةَ اَخٖى فَاَصْبَحَ مِنَ النَّادِمٖينَ

“(Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen (kurbanı kabul edilen diğer kardeşine haset ederek);

“Ant olsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. (Kardeşlerden kurbanı kabul edilen ise):

“Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan (müttakîlerden) kabul eder. Ant olsun, sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. Şüphesiz dilerim ki sen kendi günahınla benim günahımı da yüklenesin de o ateşin yaranından olasın. İşte zalimlerin cezası budur.” demişti.

Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu. Sonra Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. ‘Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz miyim ben?’ dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu.” (Maide, 5/27-31)

Kur’an-ı Kerîm’in bu anlatımında, Âdem oğullarının Allah’a yakınlaşmak için ona kurban takdim ettikleri beyan edilmektedir. Kıssada beyan edilen Allah’a kurban takdimi, O’na yakınlaşmak amacıyla sunulmuştur. Ayette bu husus (اِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا) “ikisi de birer kurban sunmuşlardı” şeklinde geçmektedir.

Kabil, sunduğu kurbanda gerekli özeni göstermemiştir. Bundan dolayı Cenabı Hak onun kurbanını kabul etmemiştir. Kabil’in, kurban takdimindeki bu kayıtsızlık, aynı zamanda onun Allah’ın emirlerine olan lakaytlığının bir yansımasıdır.

Ancak kurban takdimindeki bu lakaytlık çok kötü bir sonuç vermiştir. İki âdem oğlundan kötü, zalim ve cani olanı, iyi, ahlâklı, dürüst ve müttaki kardeşine pek hazin bir şekilde zulmetmiş ve onun bu felaketi ve helaki dillerde çok kötü bir nam halinde yerleşmiştir.

Bu dini ve dünyevi hüsran, Allah’a sunulan bir kurbanın kabul edilmemesinden, Allah’ın iradesine razı olmamadan doğan bir hasetten ve çekememezlikten türemiştir. Bu katil ve karanlık şahsın karşısında ise, takvalı ve aydınlık yüzlü, yekdiğerine hayır dileyen, barış sever, yüksek ahlâklı, günahlardan sakındıran âlî bir ruh bulunmaktadır.

Tevrat ve İncil’deki Anlatım

Kur’ân-ı Kerîm ve İncil, âdemoğullarının ne tür bir kurban sunduklarını belirtmemekte müşterektirler. Ancak Tevrat, Habil’in kurban olarak bir hayvanı kestiğini, Kabil’in ise (Tevrat’ta Kayin olarak geçmektedir) tarımsal ürünlerden bir takdime yapmaya çalıştığını söyler.

Tevrat’ta, Habil ve Kabil’in kurban takdimleri şu şekilde yer almaktadır:

“Günler geçti. Bir gün Kayin, toprağın ürünlerinden Rabbe sunu getirdi. Habil de sürüsünde ilk doğan hayvanlardan bazılarını, özellikle de yağlarını getirdi. Rab Habil’i ve sunusunu kabul etti. Kayin’i ve sunusunu ise reddetti. Kayin çok öfkelendi, suratını astı.

Rab Kayin’e, “Niçin öfkelendin?” diye sordu, “Niçin surat astın? Doğru olanı yapsan, seni kabul etmez miyim? Ancak doğru olanı yapmazsan, günah kapıda pusuya yatmış, seni bekliyor. Ona egemen olmalısın.”

Kayin, kardeşi Habil’e, “Haydi, tarlaya gidelim” dedi. Tarlada iken kardeşine saldırıp onu öldürdü.” (Tevrat, Yaratılış, 4/3-8)

İncil’deki anlatım ise şöyledir: 

“Habil’in, Tanrı’ya Kayin’den daha iyi bir kurban sunması iman sayesinde oldu. İmanı sayesinde doğru biri olarak Tanrı’nın beğenisini kazandı. Çünkü Tanrı onun sunduğu adakları kabul etti. Nitekim Habil ölmüş olduğu halde, iman sayesinde hâlâ konuşmaktadır.” (İncil, İbraniler, 11/4.)

İncil’deki bu ifadeden, Habil’in, kurban sunarken takvaya uygun davranışının, kurbanının kabul edilmesinde bir ölçü olduğuna işaret edilmiştir.

İsrail Oğullarına Emredilen Kurban Kesimi Hadisesi

Bakara suresinde, İsrail oğullarına emredilen kurban kesimi hadisesi ile, Âdem oğullarının kurban kıssasındaki anlatım arasında bir ilgi kurmamız yararlı olacaktır.

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَنْ تَذْبَحُواْ بَقَرَةً قَالُواْ أَتَتَّخِذُنَا هُزُواً قَالَ أَعُوذُ بِاللّهِ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ قَالُواْ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّن لّنَا مَا هِيَ قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لاَّ فَارِضٌ وَلاَ بِكْرٌ عَوَانٌ بَيْنَ ذَلِكَ فَافْعَلُواْ مَا تُؤْمَرونَ قَالُواْ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّن لَّنَا مَا لَوْنُهَا قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَاء فَاقِـعٌ لَّوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِرِينَ قَالُواْ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّن لَّنَا مَا هِيَ إِنَّ البَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَا وَإِنَّا إِن شَاء اللَّهُ لَمُهْتَدُونَ قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لاَّ ذَلُولٌ تُثِيرُ الأَرْضَ وَلاَ تَسْقِي الْحَرْثَ مُسَلَّمَةٌ لاَّ شِيَةَ فِيهَا قَالُواْ الآنَ جِئْتَ بِالْحَقِّ فَذَبَحُوهَا وَمَا كَادُواْ يَفْعَلُونَ

“Musa, kavmine:

‘Allah bir sığır kesmenizi emrediyor’ demişti de:

‘Bizimle alay mı ediyorsun?’ demişlerdi. O da:

‘Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım’ demişti. Onlar:

‘Bizim adımıza Rabbine dua et, bize onun ne olduğunu açıklasın’ dediler. Musa:

‘Allah diyor ki: “O ne yaşlı ne de körpe; ikisi arasında bir inek.” Size emredileni hemen yapın’ dedi. Bu defa:

‘Bizim için Rabbine dua et, bize onun rengini açıklasın’ dediler. (Musa):

‘(Allâh) diyor ki: ‘Sarı renkli, parlak tüylü, bakanların içini açan bir inektir.”

‘(Ey Musa!) Bizim için, Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın, nasıl bir inek keseceğimizi anlayamadık. Biz, İnşaAllah emredileni yapma yolunu buluruz.’ dediler. (Musa) dedi ki:

‘Allah şöyle buyuruyor: ‘O, henüz boyunduruk altına alınmayan, yer sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolaşan (salma), renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir.’

‘İşte şimdi gerçeği anlattın.’ dediler ve bunun üzerine (onu bulup) kestiler, ama az kalsın kesmeyeceklerdi.” (Bakara, 2/67-71)

Hz. Musa (as) dönemi İsrail oğullarının sığır kurban etmeleri kıssasında, pek çok ince mesajlar bulunmakla birlikte, Allah’a takdim edilecek bir kurban için gösterilmesi gereken özen konusunun özellikle altı çizilmelidir. Kâinatın sahibine şükrünü eda etmek isteyen bir kişi, O’nun ihsan ettiği nimetlerin karşılığı olarak kurban takdim ettiğinin bilincinde olursa, elindeki en kıymetli varlığı ona takdim etmeye çalışır. Aksi düşünce, tutum ve tavır, yaratıcıya karşı saygıda bir kayıtsızlığı, ona kulluktaki özensizliği ve lakaytlığı ortaya çıkaracaktır.

Dolayısıyla Allah’a sunulan bir kurban, eldeki en değerli vasfa sahip bir hayvan olmalıdır. Allâh’a (cc) bir kurban takdim edilirken, gerekli ihtimam azami derecede gösterilmeli ve şeklî şartlar mutlaka yerine getirilmelidir. Âdem oğullarından, kurbanı kabul edilmeyen Kabil’in, Allah’a takdim ettiği kurbanında, Allah’a karşı gerekli itinayı göstermediği, şeklî şartları yerine getirmediği ve isteksizce bu ibadeti yerine getirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır.

Kurban ve Takva

Âdem oğullarının kurban takdim etme maksadının tamamen Allah’a ibadet amaçlı olduğu, Allah’ın bu kurbanları kabul ya da ret sebebinin, takvanın bir yansıması olan kurban takdimindeki yeterlik ya da eksiklikten dolayı olduğunun bilinmesi gerekmektedir.

Amellerin kabul edilebilir olması için, takva olmazsa olmazlardandır. Bu açıdan takvanın anlam tabakalarını görmeye çalışmamızda fayda bulunmaktadır. Kısa ve çok sathi denilebilecek bir kategori düşünecek olursak takvayı şu üç kısım itibarı ile bir çerçeve içine alabiliriz. Takva:

1. İnsanın yaptığı ibadetlerde, kusur edeceği endişesi ve korkusuna düşerek, elinden geldiği nispette kusurlardan korunması,

2. İnsanın ibadetlerinde, Allah rızasını istemenin dışında, herhangi bir dünyevi maksat gözetmemesi,

3. İnsanın, ibadetlerinde, Allah’tan başkasını ortak hale getirip de şirke düşmekten korunmasıdır.

(اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّقٖينَ) “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan (müttakîlerden) kabul eder.” (Maide, 5/27) ayeti temel bir nas olduğuna ve bu hüküm Kur’ân-ı Kerîm’de doğrudan kurbanlara müteallik bir şekilde zikredildiğine göre, takvaya dayanmayan bütün ibadetler, bilhassa da kurban ibadeti amacına ulaşmamış olacaktır. Şayet “başkaları görsün” ya da “nasıl da kurban kesmiş” desinler diye yapılmışsa bu defa da şirke düşülmüş, hem din hem ahiret açısından zarar ve ziyana uğranılmış demektir. Böyle bir su-i âkibetten Allâh’a sığınmak gerekir. Takvalı davranışlarla ilgili olarak “Müttakîlerin Özellikleri” başlıklı yazımız incelenebilir.

Sonuç

Ümmü’l-müminin Aişe (r. anhâ) vâlidemizden rivayetle Efendimiz (sas) şöyle buyurur:

عَنْ عَائِشَةَ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ

مَا عَمِلَ آدَمِيٌّ مِنْ عَمَلٍ يَوْمَ النَّحْرِ أَحَبَّ إِلَى اللَّهِ مِنْ إِهْرَاقِ الدَّمِ إِنَّهَا لَتَأْتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِقُرُونِهَا وَأَشْعَارِهَا وَأَظْلاَفِهَا وَإِنَّ الدَّمَ لَيَقَعُ مِنَ اللَّهِ بِمَكَانٍ قَبْلَ أَنْ يَقَعَ مِنَ الأَرْضِ فَطِيبُوا بِهَا نَفْسًا‏

“Âdem oğlu Kurban Bayramı günü, Allah katında kurban kesmekten daha sevimli bir iş yapmaz. Şüphesiz ki kesilen kurban, kıyamet günü boynuzları, kılları ve tırnakları ile gelir. Hiç şüphe yok ki kesilen kurban, daha kanı yere akmadan Allah katında kabul görür. Öyleyse gönüllerinizi kurban ile hoş ediniz.”[1]

Mıhnef b. Süleym’den (ra) rivayet edilen bir başka hadîs-i şerifinde de şöyle buyurmaktadırlar:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ عَلَى كُلِّ أَهْلِ بَيْتٍ فِي كُلِّ عَامٍ أُضْحِيَةٌ‏ ‏

Ey insanlar, her ev halkının, her yıl bir kurban kesmesi gerekir... [2]

Kurban gerek fert gerekse de toplum hayatı açısından çeşitli yararlar taşıyan ruhanî ve mali bir ibadettir. Kişi kurban kesmekle, Allah’ın emirlerine uymuş ve kulluk bilincini canlı bir şekilde ortaya koymuş olur. Kurban toplumdaki kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu canlı tutar, sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunur.

Kurban Allah rızası için yapılan bir fedakârlık olup, Yüce Rabbimizin verdiği nimetlere şükür, dünyevi ve uhrevi bela ve musibetlere kalkandır. Kurbanın ferde kazandırdığı güzelliklerden biriside cimrilik hastalığından, dünyaya olan düşkünlüğünden korumasıdır. Dinimiz, kurban kesme emriyle ibadetlerde ihlas, takva ve adanmışlık gibi manevi ve ahlaki açıdan bilinçli davranışlar içerisinde olmayı önemsemiştir.

Bu vesile ile Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinden, amellerimizi takva dairesine alarak kabul etmesini, şirkin küçüğünden ve büyüğünden korumasını, kurban ibadetlerimizi gerçek anlamda Allâh’a (cc) yakınlığa ve O’nu rızasına vesileler haline getirmesini niyaz ederiz.


[1] Tirmizî, Edâhî, 1 (1493); İbnu Mâce, Edâhî, 3 (3126).

[2] Tirmizî, Edâhî, 19 (1518); İbn Mâce, Edâhî, 2 (3125).

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.