Musa Kâzım GÜLÇÜR
29 / 12 / 2020
İçindekiler
Mutaffifîn Suresi ve Küresel Sosyoekonomik Eşitsizlik Giriş 3
Kur’ân-ı Kerîm’de Ölçü ve Tartı Konusundaki Yüksek Hassasiyet 6
Ölçü ve Tartı Kelimelerini Küresel Ölçekte Anlamak 9
Sermayenin Eşitsiz Dağılımının Ürettiği Küresel Sosyoekonomik Durum 11
Ölçü ve Tartıda Hile Davranışının Yeniden Diriltiliş Akîdesi ile İlgisi 13
أعوذ بالله من الشيطان الرجيم بِــــــــــــــــــــــــسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
والحمد لله رب العالمين، والعاقبة للمتقين، اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ مِنْهُ انْشَقَّتِ الأَسْرَارُ، وَانْفَلَقَتِ الأَنْوَارُ، وَفِيْهِ ارْتَقَتِ الحَقَائِقُ، وَتَنَزَّلَتْ عُلُومُ آدَمَ فَأعْجَزَ الخَلائِقِ، وَلَهُ تَضَآءَلَتِ الفُهُومُ فلَمْ يُدْرِكْهُ مِنَّا سَابِقٌ ولا لاحِقٌ، فرِيَاضُ المَلَكُوتِ بِزَهْرِ جَمَـالِهِ مُونِقَة، وَحِيَاضُ الجَبَروْتِ بِفَيْضِ أَنْوَارِه مُتَدَفِقَة، وَلا شَيء إلا وَهُوَ بِهِ مَنُوطٌ، إذْ لَوْلا الوَاسِطَةُ لَذَهَبَ المَوْسُوطُ، صَلَوةً تَلِيقُ بِكَ مِنْكَ إِلَيْهِ كَمَا هُوَ أَهْلُهُ
اَللَّهُمَّ إنَّهُ سِرُّكَ الجامِعُ الدَّالُ عَلَيْكَ، وَحِجابُكَ الأَعْظَمُ القَآئِمُ لَكَ بَيْنَ يَدَيْكَ، اَلّلهُمَّ أَلحِقْني بِنَسَبِهِ، وَحَقِّقْني بِحَسَبِهِ، وَعَرِّفني إيَّاهُ مَعْرِفَةً أَسْلَمُ بِهَا مِنْ مَوَارِدِ الجَهلِ، وَأَكْرَعُ بِهَا مِنْ مَوَارِدِ الفَضْلِ، وَاحْمِلْني عَلَى سَبيلِهِ إلى حَضْرَتِكَ، حَمْلاً مَحْفُوفَاً بنُصْرَتِكَ، وَاقْذِفْ بي عَلَى البَاطِلِ فَأَدْمَغَهُ، وَزُجَّ بِي فيِ بحار الأَحَدِيَّةِ ، وَانْشُلْني مِنْ أَوْحَالِ التَّوْحِيدِ، وَأَغْرِقْني فيِ عَيْنِ بَحْرِ الوَحْدَةِ، حَتَّى لاَ أرَى وَلا أسْمَعَ وَلا أَجِدَ وَلاَ أُحِسَّ إِلاَّ بِهَا
وَاجْعَلِ الحِجَابَ الأعْظَمَ حَيَاةَ رُوحِي، ورُوحَهُ سِرَّ حَقِيقَتي، وَحَقيقَتَهُ جَامِعَ عَوَالمي، بِتَحقيقِ الحَقِّ الأوَّلِ، يَاأَوَّلُ يَاآخِرُ يَاظَاهِرُ يَاباطِنُ، اِسْمَعْ نِدَآئي بِمَا سَمِعْتَ بِهِ نِدآءَ عَبْدِكَ زَكَرِيَّا، وَانْصُرْني بِكَ لَكَ، وَأَيِّدْني بِكَ لَكَ، وَاجْمَعْ بَيْنِي وَبَيْنَكَ، وَحُلْ بَينيْ وَبَيْنَ غَيْرِكَ، اَللَّه اَللَّه اَللَّه
(إنَّ الذي فَرَضَ عَلَيْكَ القُرآنَ لَرادُّكَ إلَى مَعَادٍ)
(رَبَّنا آتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ أَمْرِنَا رَشَداً)
رَبِّ يَسِّرْ وَلاَ تُعَسِّرْ، رَبِّ تَمِّمْ بِالْخَيْرِ وبه العون رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي يَفْقَهُوا قَوْلِي
Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım, Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla! Güzel sonuç müttakiler içindir. Ey Rabbim! Bütün sırların kendisinden zuhur ettiği, bütün nurların kendisinden saçıldığı, bütün hakikatlerin kendisinde toplandığı, Âdemoğlunun tüm ilimlerinin kendisine indirilip mahlukatın âciz bırakıldığı, geçmişte ve gelecekte idraklerin kendisini hakkıyla anlamakta kısır kaldığı, melekût bahçelerinin O’nun cemâlinin aydınlığı ile şenlendiği, Ceberut havuzlarının O’nun nurlarının feyzi ile taştığı, her şeyin O’na bağlı olduğu, aracı olmasaydı mevcudiyeti aracıya bağlı olanın yok olacağı Zat’a, Senin şanına lâyık, O’nun da ehli olduğu bir şekilde salât et.
Ey Rabbim! Muhakkak O, Sana delâlet eden en câmi sırrındır. Senin katında, senin için duran en büyük perdendir. Ey Rabbim bizi, O’nun nesebine dâhil eyle ve O’nun şerefinin hakikatine vâkıf eyle. Bize O’nu öyle bildir ki, o bilgi ile cehalet yollarından selâmette olalım. Erdem kaynaklarından vasıtasız olarak susuzluğumuzu giderelim. Onun yolunda sana kulluk etmeyi bize ihsan et. Bizi, üzerine göndererek batılı yok et. Ehadiyet denizlerinde yüzdür. Tevhid konusunda bulanıklıklardan süratle çıkar ve vahdet denizi gerçeğine daldır. Böylece yalnız vahdet ile görelim, duyalım, bulalım ve idrak edelim.
En büyük perdeyi (Resülullah’ı) ruhumuzun hayatı, O’nun ruhunu hakikatimizin sırrı ve O’nun hakikatini Hakku’l-Evvel hakkı için, âlemlerimizi kuşatıcı kıl. Ey Evvel! Ey Âhir! Ey Zâhir! Ey Bâtın! Kulun Zekeriya’nın duasını kabul ettiğin gibi bizlerin de dualarını kabul et. Rızanı kazanacağımız şekilde bizlere yardım et. Rızanı netice verecek şekilde bizleri destekle. Bizi seninle beraber kıl ve senden gayrısı ile aramızı ayır. Allah! Allah! Allah!
“Kur’ân’ı (okumayı, tebliğ etmeyi, muhtevasıyla amel etmeyi ve insanlara iletmeyi) sana farz kılan, seni elbet bir sonuca (yani dünyada senin hükmedeceğin özgür bir vatana Mekke’ye, Ahirette de hiçbir beşere nasip olmayan muazzam, mükemmel ve nihaî bir mutluluk yurduna) vardıracaktır!” (Kasas, 28/85)
“Ey Rabbimiz, bizlere katından bir rahmet (mağfiret, rızık ve düşmandan emin olmak gibi) ihsan eyle ve içinde bulunduğumuz şu durumdan bize bir çıkış yolu göster.” (Kehf, 18/10)
Mutaffifîn Suresi ve Küresel Sosyoekonomik Eşitsizlik Giriş

Mutaffifîn Suresi, Ankebût suresinden sonra, Mekke döneminde inen son suredir. Medine’de ilk inen sure olduğuna, bir kısmının Mekke’de, diğer kısmının ise Medine’de indiğine dair rivayetler de vardır. Sahâbî İbn Abbas (ra) (v. 68/687-88) ve müfessir tâbiî Katade b. Diâme’ye (v. 117/735) göre, “Şüphesiz günahkârlar, (dünyada) iman edenlere gülüyorlardı.” (Mutaffifin, 83/29) buyruğundan itibaren, surenin sonuna kadar olan sekiz âyet-i kerime Mekke’de, daha önceki ayet-i kerimeler ise Medine’de inmiştir.[1] Sure, Mushaf’ta 83’üncü sıradadır.
Mutaffifîn Suresi, Mekkî surelerin ve on üç yıllık Mekke döneminin, âdeta bir özeti mahiyetindedir. Ahiret inancı perspektifli uyarılar, bu surenin temel konusudur. Sureyi genel olarak iki bölümde mütalaa edebiliriz.
Birinci bölüm, ölçü ve tartıda hile yapanların uyarılması (Mutaffifin, 83/1-3) ile başlar, bütün insanların büyük hesap gününde sorgulanmaları tasviri ile devam eder (Mutaffifin, 83/4-6). Daha sonra, bilhassa ticarette aldatıcı davranışlarda bulunan, hesap gününe inanmayan ve günahlarından dolayı kalpleri paslanan facirlerin ve inkârcıların kötü akıbetleri haber verilir (Mutaffifin, 83/7-17).
İkinci bölümde, her türlü aldatmadan ve günahtan uzak duran ebrârın, salih ve erdemli müminlerin, mutlu akıbetleri, ulaşacakları güzel sonuç ve mükafatları, ayrıntılı tasvirlerle sunulur (Mutaffifin, 83/18-28). Surenin sonunda, günahkar kimselerin, inançlı insanlarla dünya hayatında iken nasıl alay ettikleri, dünyevi hazlar içerisinde nasıl şen ve şakrak ömür sürdükleri, ancak son gülenin Allâh’a (cc) gönülden inananlar olduğu hakikati, etkili bir şekilde beyan edilir (Mutaffifin, 83/29-36).
Kur’ân-ı Kerîm’de, diğer surelerin başlangıç ve bitişleri arasındaki ahenk, bu sure de yüksek bir şekilde yer almıştır. Sure, müfessir, muhaddis, Şâfiî fakihi, tarihçi ve edip İbrahim b. Ömer el-Bikâî’nin (v. 885/1480), Nazmü’d-Dürer fî Tenâsübi’l-Âyât ve’s-Süver adlı eserinde yetkinlikle belirttiği gibi, ticarette aldatıcı davranışlarda bulunmanın cezası olmayacağını zannedip, örtülü ve gizlice, başkalarının hakkını kısarak azaltanları tehdit ile başlamış, müminlerin hak ve hukukunu çiğneyenleri örtülü bir tenkit ve tehdit ile de sona ermiştir.[2]
Abdullah bin Abbâs’ın (r. anhümâ) rivayet ettiğine göre, Efendimiz (sas) Medîne-i Münevvere’ye geldiği zaman, Medîneliler, ölçü yönünden en bozuk insanlardan idiler. Sonra Allah Sübhanehu ve Teâlâ, (وَيْلٌ لِلْمُطَفِّفِينَ) “Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay hâline!” (Mutaffifîn, 83/1) âyetini indirdi. Bu âyet indirildikten sonra, Medineliler ölçü işini iyi yapar hale geldiler.”[3]
Arap dili ve tefsir âlimi Yahyâ b. Ziyâd el-Ferra (v. 207/822), Meâni’l-Kur’ân’ında, “Onlar, bugüne kadar, insanlar arasında, en eksiksiz ölçü yapan kimseler haline geldiler” demektedir.[4]
el-Ferra’dan aldığımız bu rivayet, Mutaffifîn suresinin ilk kısmının, hicretten sonra Medine’de indirildiğine delâlet etmektedir.
Surenin inişi ile ilgili olarak, müfessir, tâbiî Süddî el-Kebîr de (v. 127/745) şöyle demektedir:
“Medine’de, Ebu Cüheyne adında birisinin iki tartı aleti vardı. Bir şeyi satın aldığında biriyle, başkasına sattığında diğeriyle tartardı. Bunun üzerine surenin ilk ayetleri indi.”[5]
بِـــــــــــــــــــــــــــــــــسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَيْلٌ لِلْمُطَفِّفِينَ الَّذِينَ إِذَا اكْتَالُوا عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَ وَإِذَا كَالُوهُمْ أَوْ وَزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَ
“1. Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay hâline! 2. Onlar, insanlardan (haklarını) ölçerek aldıklarında, tam olarak alırlar. 3. Fakat, insanlara (vermek üzere) ölçtükleri yahut onlar için tarttıkları zaman eksiltirler.” (Mutaffifîn, 83/1-3)
Birinci ayet-i kerimede geçen (وَيْلٌ) “veyl” kelimesi, Taberî’nin beyanına göre, “cehennemlikler azap görürlerken, vücutlarından akan irinin toplandığı yer”[6], Ebu Said el-Hudrî’nin (ra) Resülullah’tan (sas) rivayeti ile “Cehennemde bir kişinin ancak kırk yıl aşağıya düşerek varabileceği bir çukurdur.”[7] Arap dili ve edebiyatı âlimi, müfessir ez-Zeccâc el-Bağdâdî (v. 311/923), “veyl” kelimesinin, bir azap ve felaket içinde olan kişi için kullanıldığını söylemektedir.[8]
Ayet-i kerimedeki (الْمُطَفِّفِينَ) “mutaffifîn”, kendisine ölçülen kimsenin, hakkından az kısmak anlamındaki “tatfîf” kökünün ismi faili olan “mutaffîf” sözcüğünün çoğuludur. Ölçü ve tartıda hile yapan, ölçerken veya tartarken hak sahibinin hak ettiği haktan kısan, “ölçüyü ve tartıyı eksik yapan kimseler”[9] anlamlarına gelmektedir. Ölçü ve tartı işini yapanların “mutaffif” olarak nitelendirilmesi, her ölçüp tartmada, karşıdakinin hakkını azar azar çalıyor olmaları sebebiyledir.[10]
Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, birinci ayet-i kerimede yer alan “mutaffifîn” kelimesinin daha iyi anlaşılabilmesi için, ikinci ve üçüncü ayet-i kerimelerde tafsil yapmakta, konuyu daha ayrıntılı hale getirmektedir. Böylece, ekonomik düzeni alabora eden, zengin ve fakir arasındaki dengenin daima zenginler tarafına ağırlaşmasına sebep olan, eksik ölçüp tartma ve haksız kazanç sağlamanın, toplumsal dengeyi sarsan önemli ve büyük bir yanlışlık olduğunu göstermiş olmaktadır.
Bir bedevi, Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervan’a (v. 86/705), “Allah Teala’nın ‘mutaffifler’ hakkında ne dediğini duydun!” demiş ve bu sözüyle, “eksik tartanların az bir hırsızlığına karşı, böylesi bir tehdit yöneltildiğine göre, ölçüp tartma dahi yapmadan, pek çok şeyi gasp edip, Müslümanların mallarını elinden alırken, kendin için ne düşünüyorsun?!” demek istemiştir.[11]
Ticari işlemler, insanların günlük faaliyetlerinin olmazsa olmazlarındandır. Ticari hayatın en önemli unsurlarından birisi ise, “dürüstlük” ve “hakça bölüşmedir.” Şayet, bu evrensel ahlâk düşüncesi kaybedilmişse, insanlığın -geçmiş tarihlerde olduğu gibi- savaşlar, kuraklıklar ve kıtlıklar gibi büyük felaketlerle karşı karşıya kalması kaçınılmazdır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Ölçü ve Tartı Konusundaki Yüksek Hassasiyet

(Şuara, 26/181-183)
Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, hakların dürüst ve adilane bölüşümü ile ilgili olarak bu çok temel konuya, peygamberlerinin (ase) dilinden dikkatleri çekmektedir. Mesela, toplumların doğru yolu bulabilmesi için, Efendimiz’e (sas) şöyle söylemesini emretmektedir:
وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْمٖيزَانَ بِالْقِسْطِ
“Ölçü ve tartıyı, adaletle tam yapın.” (Enam, 6/152)
Konu ile ilgili benzer emirler, diğer peygamberân-ı izâm hazeratının (aleyhimüsselam ecmain) dillerinden de aktarılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de, Hud suresinin bir bölümünde (âyetler; 25-99), Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. İbrahim, Hz. Lut, Hz. Şuayb ve Hz. Musa (aleyhimüsselam ecmain) peygamberlerin, bu yöndeki tebliğ faaliyetleri zikredilmektedir. Bu büyük peygamberlerden, mesela Hz. Şuayb’ın (as), toplumunu hilesizliğe ve dürüstlüğe daveti şu şekilde beyan edilmektedir:
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْبًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُ وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْمٖيزَانَ اِنّٖى اَرٰيكُمْ بِخَيْرٍ وَاِنّٖى اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُحٖيطٍ وَيَا قَوْمِ اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْمٖيزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِى الْاَرْضِ مُفْسِدٖينَ
“Medyen şehri halkına da kardeşleri Şuayb’i gönderdik. O, şöyle dedi: “Ey Kavmim! Allah’a ibadet edin. Sizin ondan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Ölçeği ve tartıyı noksan yapmayın. Ben sizi bir hayır ve bereket içinde görüyorum. Bununla beraber hileye devam ederseniz, sizi kuşatacak olan bir günün azabından korkuyorum. Ey kavmim! Ölçekte ve tartıda adâleti yerine getirin. İnsanların mallarını eksiltmeyin ve yeryüzünde fesat çıkararak fenalık etmeyin.” (Hud, 11/84-85)
Ticari hayatın ve Allâh’tan (cc) gelecek bereketin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için en önemli unsur, güvenin tesis edilmiş olmasıdır. Şayet ticaret adı altında, her türlü aldatmaca toplumlarda yaygınlaşmış, kanun ve kurallar, haklının ve dürüstün yanında olma yerine, mafyatik yapılarla hareket etmeye başlamışsa, bu toplumlar, siyasal kurumları ile beraber, bir şekilde içten içe çürümeye başlamış demektir.
Cenâb-ı Allâh, İsra Suresi 22 ila 37 ayetleri arasında, yirmi beş çeşit mükellefiyeti bir arada zikretmiş, yirmi birinci sırada da “tam ölçme ve doğru tartma” emrini vermiştir:
وَاَوْفُوا الْكَيْلَ اِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقٖيمِ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَاْوٖيلًا
“Ölçtüğünüz zaman tam ölçün. Doğru terazi ile tartın. Bu (doğru ölçmek ticaretiniz için) daha istikametlidir ve netice itibariyle de daha güzeldir.” (İsra, 17/35)
Ebu Said el-Hudrî’nin (ra) rivayetine göre Efendimiz (sas), insanları şu sözlerle uyarmıştır:
“Ey muhacirler topluluğu! Beş özellik vardır ki, bir toplum bunlara maruz kaldığında şunlar kaçınılmaz olur. Ben sizlerin böyle bir duruma düşmenizden Allâh’a sığınırım:
1. Bir toplumda, cinsel suçlar zuhur eder ve aleniyet kazanırsa, daha önce hiç karşılaşmadıkları bulaşıcı hastalıklar ve rahatsızlıklarla karşılaşırlar.
2. Ölçmede ve tartmada hile yaparlarsa, yıllarca sürecek bir kıtlığa yakalanır ve hükümdarlarının zulmü ile karşılaşırlar.
3. Zekâtlarını vermezlerse, yağmurlar yağmaz olur. Aslında diğer canlılar olmasaydı, yağmurlar büsbütün kesilirdi.
4. Allâh’a ve Resulüne verdikleri sözleri yerine getirmezlerse, Allah mutlaka onlara düşmanlarını musallat eder. Bu düşmanlar gelirler ve ellerinden mallarını alırlar.
5. Allah’ın Kitabı ile hükmetmezlerse, mutlaka aralarında şiddetli ayrılıklar (çatışmalar) yaygınlaşır.”[12]
Kur’ân-ı Kerîm’in, Mekke döneminde Vâkıa suresinden sonra nazil olan yirmi altıncı sıradaki Şuara Suresi’nde de, Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih ve Hz. Lut’un (aleyhimüsselam ecmain) tebliğlerine temas edilmekte ve muhataplarının gelen daveti reddetmeleri ile o toplumların yok oluşları anlatılmaktadır. Şuara suresinde, zikri geçen peygamberlerden birisi de Hz. Şuayb aleyhisselamdır.
Cenâb-ı Hakk’ın beyan ettiği şekli ile, Hz. Şuayb’ın (as), toplumunun doğru yolu bulması için yapmış olduğu tebliğde üç temel unsur görülmektedir. Tevhid, nübüvvet ve doğru ölçüp tartma. Hz. Şuayb (as), toplumuna doğru ölçü ile tartmaları mükellefiyetini şu şekilde öğütlemektedir:
اَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِرٖينَ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقٖيمِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِى الْاَرْضِ مُفْسِدٖينَ
“Ölçüyü ve tartıyı tam yapın da eksiltip hak yiyenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların mallarını ve haklarını eksiltmeyin. Yeryüzünü yağmacılıkla, ihtilâlcilikle fesada vermeyin.” (Şuara, 26/181-183)
Cenâb-ı Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, bu ayet-i kerimelerde iki defa, (اَوْفُوا الْكَيْلَ) “ölçüyü ve tartıyı tam yapın” ve (وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقٖيمِ) “doğru terazi ile tartın” buyurarak “tam ölçmenin” büyük ehemmiyetine dikkatleri çekmektedir. Ancak bu çift ikazı, yeni bir çift ikaz ile şu şekilde tekrar pekiştirmektedir: (وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِرٖينَ) “eksiltip hak yiyenlerden olmayın” ve (وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَاءَهُمْ) “insanların mallarını ve haklarını eksiltmeyin.”
Ticaret hayatındaki güven ve dürüstlüğün önemi, Ebu Saîd’den (ra) rivayetle Efendimiz’in (sas) şu hadîs-i şerîfinde açık bir şekilde ortadadır:
عَنْ أَبِي سَعِيدٍ، عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ
التَّاجِرُ الصَّدُوقُ الأَمِينُ مَعَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ
“Emin (güvenilir) ve doğru sözlü tüccar, Nebiler, Sıddıklar ve Şehitlerle beraberdir.”[13]
Efendimiz (sas) bu durumun aksini, yani güvenilir ve doğru sözlü olmayan, dini ve ahlâkî hassasiyetlerle hareket etmeyen tüccarların ve onların ticari hayatlarının durumlarını ise, şu şekilde betimlemektedir:
إِنَّ التُّجَّارَ يُبْعَثُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فُجَّارًا إِلاَّ مَنِ اتَّقَى اللَّهَ وَبَرَّ وَصَدَقَ
“Muhakkak ki tüccarlar, kıyamet gününde facir (günahkâr) olarak diriltilirler. Ancak Allah’tan korkanlar, hayırsever ve dürüst olanlar bu durumdan müstesnadır.”[14]
Ölçü ve tartı konusu o kadar önemlidir ki, bu husus Rahman Suresinde de şu şekilde tekrar beyan edilmektedir:
وَالسَّمَاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمٖيزَانَ اَلَّا تَطْغَوْا فِى الْمٖيزَانِ وَاَقٖيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْمٖيزَانَ
“Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu ki ölçü ve adalette hududu aşmayasınız. Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın.” (Rahman, 55/7-9)
Bu ara başlık dahilinde naklettiğimiz ayet-i kerimelerde, seçilmiş kelimelerle dikkat çekici bir sıralama bulunmaktadır. Bu kelimeler; “keyl, vezn ve kıst” halinde sıralanmışlardır. “Keyl” kelimesi, özellikle kuru meyve ve hububat ölçümü ile ilgilidir. “Vezn” kelimesi daha çok, madenler (altın, gümüş, demir, bakır vb.), iplik üretiminde kullanılan ham maddeler (ipek, pamuk, keten, yün), katı yiyecekler (ekmek, et, tereyağı, peynir vb.), mum, safran gibi maddeler için kullanılır. “Kıst” kavramı, adalet, pay, bir kimsenin payına düşen hakkı âdil bir şekilde verme, aynı kökten “muksıt” ise, adaletli, herkese hakkını ve payını âdil bir şekilde veren anlamındadır. “Muksıt” aynı zamanda, “her şeyi yerli yerinde, denk ve adâlet üzere yapan, yarattıklarına karşı adâletle muamele eden” anlamında, Cenâb-ı Hakk’ın esmâ-i hüsnasından birisidir.[15]
Bu kelimeler, oldukça hassas ve hayati bir konu olan ticaretin, insanlar arasında hakça bölüşüm esasına dayanmasının, ne derecede derin ve ne derecede geniş boyutta olduğunu ortaya koymaktadır. Nisa suresinin 135’inci ayetinde, “kıst” kelimesiyle “adl” fiilinin beraberce kullanılması, yukarıda da değindiğimiz üzere, iki kelime arasındaki anlam birliğini göstermektedir.
Bilindiği üzere Mekki sureler, genelde tevhid ve akîde gibi ruhsal ve zihinsel kodlar üzerinde odaklanmışken, Mutaffifîn Suresinin, ticarî hayatın nirengi noktası olan ölçü ve tartıda dürüstlük gibi, amelî ve ahlâkî bir konuyu işlemiş olması, ticari dürüstlük ve ticarette güvenin, toplumların hayatında, çok temel amelî ve ahlâkî bir konu olduğunu göstermektedir.
Ölçü ve Tartı Kelimelerini Küresel Ölçekte Anlamak
Mutaffifîn Suresi’nde yer alan “ölçü” ve “tartı” kelimelerini, geniş bir şekilde anlamamız daha güzel olabilir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in mesajı, evrensel ve çağlar üstüdür. Surenin anlatmak istediği hususa, bireysel bakışla birlikte, küresel ekonomi açısından bakmak önemlidir.
Dolayısıyla surenin başlangıcındaki bu âyet-i kerimeleri, ülkeler ve ülkeler arası ticarette küresel büyük sermayenin haksız kazançları, ekonomik yönden zayıf kesimleri ezerek vahşileşmesi, çalışanların haklarını devamlı bir şekilde azaltması ve çalması perspektiflerinden anlamak, yani duruma küresel ölçekte bakmak istersek, Allâhu a’lem şu sonuçlara ulaşmamız mümkündür:
1. Üretim araçlarını ellerine geçiren burjuva kesimi, bu üretim araçlarından alabilecekleri verimi maksimize edebilmek için, vahşi bir hırs ve yarış içerisine girmektedirler. İbn Abbâs’ın (ra) rivayeti ile, Resülullah (sas), insanın bu yöndeki özelliğine şu şekilde işaret buyurmuşlardır:
لَوْ أَنَّ لاِبْنِ آدَمَ مِثْلَ وَادٍ مَالاً لأَحَبَّ أَنَّ لَهُ إِلَيْهِ مِثْلَهُ، وَلاَ يَمْلأُ عَيْنَ ابْنِ آدَمَ إِلاَّ التُّرَابُ، وَيَتُوبُ اللَّهُ عَلَى مَنْ تَابَ
“Âdemoğlunun bir vadi malı olsa, onun bir misli kadar daha olmasını ister. Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Allah, tevbe edenin tövbesini kabul eder.”[16]
Dolayısıyla, bir noktadan sonra, burjuva kesim için amaç, doğru ticaret ve insanlığa faydadan ziyade, kârlarını katlama, kapital çarklarını daha da büyütme olmaktadır. Böylece büyük sermaye, özellikle de geniş kitlelere karşı tekelleşmeye başlar ki, bu durum büyük toplum kesimleri için ekonomik felaket kapılarının açılması demektir.
2. Daha büyük tenakuzları olmakla birlikte, vahşi kapitalizmin en esaslı çelişkilerinden bir tanesi, sermaye sahiplerinin, çalışan geniş kesimin emeklerini metalaştırması, işçi ücretlerinin ödenmesi faaliyetini, kendi kârlarından bir zarar gibi kabul eder hale gelmeleridir. Özellikle küresel çapta olabilen büyük ekonomik krizlerin yaşanmasının ana sebeplerinden birisi, bu haksız ve yanlış bakış açısı ve uygulamadır.
3. Ekonomik kriz, sermaye birikiminin iç çelişkilerinden doğmakta ve bu çelişkiler de çok aşamalı süreçlerde tezahür etmektedir. Bu aşamalardan birincisi; işçi sınıfının gücünün kırılması ve ayette beyan buyurulduğu gibi maaşlarının ya da ücretlerinin eksiltilmesi ya da azaltılmasıdır. Çalışan insanların hakları, sermaye sahipleri tarafından kendilerine daha az bir şekilde ödenirken, temel gaye kâr maksimizasyonudur.
Bu tutum ile, çalışan insanların ücretlerinden kesintiler yapılıp hakları yendiği ölçüde, özellikle de finans alanındaki şirketlerin, mesela bankaların kârları hızlı bir şekilde artışa geçmektedir. Kârları artan şirketler, bu büyümeyi sürdürebilmek için, insanların haklarından kesinti yaparak elde ettikleri sermayeyi, arzlarını daha da arttırmak için kullanırlar.
4. Sürecin devamında ise, hakları eksik ödenmiş, alım gücü düşmüş ve bu sebeple alış-verişlerini kısma mecburiyeti hisseden çalışan ve ezilen masum kesimin, yeniden tüketici davranışlarına dönmeleri istenir. Bunun için, finans sektörü şişirilerek, hakları yenmiş çalışan kesimin ödeme zorluğu çekeceği de bilinerek, kolay yollu kredi kartları, daha çok sayıda taksitlendirmeler vb. suni imkanlar sağlanarak, dar ve orta gelirli insanların, yeniden alış-veriş davranışına dönmeleri temin edilmiş olur.
5. Ancak bu durum bir müddet sonra, çoğunluğun sahip olması gereken geniş sermayenin, belirli kişi veya küçük gruplar tarafından ele geçirilmesi ve sömürülmesi, geniş kesimlerin azalan maaşları ve artan borçları, domino etkisi ile önce bireysel sonra da şirket bazında iflaslar, büyük ekonomik krizlerin kapıyı çalması, neticede de o ülkelerin ve halklarının felâketi demektir. Sermayenin sadece zenginler arasında dolaşan bir servet ve güç hâline gelmemesi gerektiği konusunda, Kur’ân-ı Kerîm’in önemli bir ikazı bulunmaktadır (Haşir, 59/7).
Görüldüğü üzere ayet-i kerimede yerilen ve kaçınılması istenen husus, insanların emeklerinin ve haklarının kesilerek ödenmesi, sermaye sahiplerinin ise, kârlarını maksimize etme hırs ve vahşetidir. Dolayısı ile ayet-i kerime, yerel bir sorundan daha ziyade, küresel bir probleme dikkatleri çekmektedir ve İslam, bu küresel problemlerin çözümlerine sahiptir. Elverir ki âkil insanlar daha geniş bir perspektiften baksınlar.
Sermayenin Eşitsiz Dağılımının Ürettiği Küresel Sosyoekonomik Durum
Mutaffifin Suresi’nin 1 ila 3 ayetlerinde, “alırken fazla fazla alanlardan, verirken de eksik ölçenlerden” bahsedilmekte ve bu eylem kınanmaktadır. Ayet-i kerimelerde, tartı bir örnek olarak kullanılmakta ve genel anlamda, hak ve adaletin önemine, kişinin kendi hakları kadar, başkalarının haklarını gözetmesi gereğine işaret edilmektedir.
Günümüz dünyasının içinde bulunduğu ekonomik durum, siyasal rejimler açısından incelendiğinde, konunun önemi ve ayet-i kerimenin ne kadar geniş bir anlama sahip olduğu, belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Gerçekten de ayet-i kerimede kınanan eylemlerin failleri, bireylerden siyasal rejimlere, onlardan da devletler üstü ekonomik örgütlere kadar, çok geniş bir yelpazede var olabilmektedirler.
Sermaye birikiminin amaçsallaştırılması ve birçokları için yaşamın temel dürtüsü haline dönüşmesi, toplumlar, devletler ve neticede dünya genelinde, çarpıcı eşitsizlikler ve haksızlıklar ortaya çıkarmaktadır. Böyle bir düzende, birincil hedef kâr elde etmektir. Genel olarak vahşi kapitalizm şeklinde nitelenen bu haksızlık organizmasını, ünlü ekonomist John M. Keynes isabetli bir biçimde, “mutlak olarak dinsiz, içsel bütünlükten ve kayda değer bir toplum ruhundan yoksun, her zaman olmasa bile çoğunlukla, sahip olanlar ve sahip olmaya çalışanlar topluluğu”[17] şeklinde nitelemiştir.
Metaların, yani ürünlerin kişisel tüketim için değil, satış için üretilmesi, kapitalizmde, evrensel bir nitelik kazanır.[18] Bu sistemin vahşileştiği durumda, sermaye birikimi ve kâr içgüdüsü, insanî değerlere aykırı boyutlara ulaşabilmekte, sermaye ve meta birikimi için “her yol mubahtır” anlayışı yerleşmektedir.
Öyle ki, “doğa, nasıl boşluktan nefret ederse, sermaye de kârsızlıktan ya da az kârdan öyle nefret eder.” Kâr elverişli oldu mu, sermaye yürekli olur. Sermaye, %10 garantili kâr ile, her yerde kullanılabilir. %20’de kızışır, %50’de delice bir cesarete gelir. %100’de ise, bütün insani yasaları ayaklar altına alır. %300’de işleyemeyeceği cinayet yoktur. Darağacı pahasına da olsa…”[19]
Böylesi zalim bir anlayışın, vahşi bir eşitsizlik meydana getireceği aşikardır. Sosyoekonomik eşitsizliği, mutlak manada ölçmek pek mümkün olmasa da, matematiksel olarak bu eşitsizliği en belirgin şekilde ortaya koyan hesaplardan biri, 1912’de İtalyan istatistikçi Corrado Gini’nin ortaya koyduğu ve günümüze değin pek çok varyasyonla geliştirilen Gini Endeksidir.
Gini Katsayısı, bir devlet veya belirli bir coğrafyadaki gelir eşitsizliğini gösteren bir araçtır. Basit tanımı ile bu hesap neticesinde, en zengin ve en fakir kesimler arasında kurulan orantı doğrultusunda, 0 (%0) ile 1 (%100) arasında bir katsayı değeri ortaya çıkmaktadır. Bu değer “0” olduğu zaman mükemmel eşitlik, “1” olduğu zaman ise maksimum oranda bir eşitsizlik vardır.
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, genel olarak bu oranın yüksek olduğu görülmektedir. Yani, katsayı 1’e yakın bir değer alarak, yüksek bir eşitsizliği işaret eder. Örneğin Dünya Bankası 2018 verilerine göre, yüzde itibarı ile bu oran; Angola’da %51,3, Botswana’da %53,3, Brezilya’da %53,9, Kolombiya’da %50,4, Paraguay ve Nikaragua’da %46,2 seviyesindedir.
Gelişmiş ülkelerde ise bu katsayının, izlenen ekonomik politikalara göre değiştiği görülmektedir. Refah devleti ve sosyal eşitlik uygulamalarının uygulandığı ülkelerde bu oranın çok daha düşük olduğu görülür. Örneğin; Norveç’te bu oran %27, Hollanda’da %28,5, İzlanda’da %26,8, Danimarka’da %28,7, Finlandiya ve Belçika’da ise %27,4’tür.
Bununla beraber, kapitalizmin kalbi olan, daha vahşi halinin hüküm sürdüğü ve sosyal eşitsizliklerle çalkalanan ABD’de ise Gini değeri, %41,1’dir.[20]
Son olarak, Türkiye’de de benzer şekilde %41,9’luk bir oran bulunmaktadır.[21] Global manada ise bu oran %60’tan daha yüksektir.[22] Üstelik ülkelerin ve doğal olarak dünyanın, sosyoekonomik eşitsizlik konusundaki performansı, halen kötüleşmeye devam etmektedir.[23]
Ölçü ve Tartıda Hile Davranışının Yeniden Diriltiliş Akîdesi ile İlgisi
Yukarıda ayrıntılarına kısmen yer vermeye çalıştığımız sosyoekonomik haksızlık uygulamalarının en temelinde inançsızlık, daha da özelde ise yeniden diriltiliş gerçeğinin göz ardı edilmesi ya da büsbütün reddedilmesi bulunmaktadır. Mutaffifîn Suresi, ilk üç ayeti ile problemi teşhis ederken, takip eden şimdi nakledeceğimiz üç ayet grubunda ise tedavi ve mualece yollarına temas etmektedir. Bu tedavinin adı, kalplere ve ruhlara yeniden diriltiliş ve hesap veriş gerçeğinin hatırlatılmasıdır:
أَلَا يَظُنُّ أُولَٰئِكَ أَنَّهُمْ مَبْعُوثُونَ لِيَوْمٍ عَظِيمٍ يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ
“4. Onlar, yeniden diriltileceklerine inanmıyorlar mı?! 5. Büyük (şiddetli) bir günde (haşir gününde)? O gün insanlar, âlemlerin Rabbi için (O’na hesap vermek için, kabirlerinden kıyam edecek) kalkacaklardır.” (Mutaffifîn, 83/4-6)
Ayet-i kerimede geçen “ba’s” kelimesi, “meâd” ve “haşir” kelimeleriyle genelde aynı manada olup, ahiret hayatını başlatmak üzere, Allah’ın (cc) kıyamet gününde insanları yeniden diriltmesi demektir. “Ba’s / yeniden diriltiliş”, altı temel iman esasından biri ve ölümden sonra ahiret hayatının başlangıcı hakikatidir. Bu hakikate, şeksiz ve şüphesiz bir şekilde inanmak, her mümin için en temel gereklerdendir.
Ahiret hayatını ve yeniden diriltiliş hakikatini, zanna dayalı olarak reddedenler ya da en azından bu yeniden diriltiliş gerçeğine zan olarak dahi yer vermeyenler, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin kendilerine sunmuş olduğu maddi zenginlik ve bu zenginliğin oluşturduğu müreffeh hayatın, kendilerini ebedileştirdiği düşüncesine kapılan, dünyaya değer verip de ahireti büsbütün unutan kimselerdir.
İşte Yüce Allah, ölçü ve tartıda hile yapanların, bu davranışlarına sebep olan asıl unsuru göstererek, bu tür kimselerin öldükten sonra dirilmeye iman etmedikleri, haşir düşüncesine sahip olmadıkları gerçeğine temas etmektedir. Ez-Zeccâc’ın da belirttiği gibi, şayet onlar ölümden sonra tekrar diriltileceklerini düşünseler veya böyle bir ihtimali göz önünde bulundursalardı, ölçüde ve tartıda hileye başvurmayacaklardı.[24]
Bir toplumda ahirete iman ve yaptıklarından dolayı hesap vereceği düşüncesi oldukça hayatidir. Şayet bir toplum içinde, hak ve adalet duyguları, ahiret ve hesap verme inancıyla desteklenmiyorsa, o toplum içten içe çökmeye ve kokuşmaya hazır hale gelmiş demektir.
Eşarî âlimi Fahrüddîn er-Razi’ye (v. 606/1210) göre ayet-i kerimedeki hitap, yeniden diriltilişi ve haşri inkâr eden kâfirlere yönelik olabileceği gibi, yeniden diriltilişe iman ettiği halde, ahirette hesap vereceğini unutmuş iman ehline de olabilir.[25]
Arap dili ve edebiyatına dair çalışmaları ile tanınan El-Keşşâf adlı eserin yazarı, çok yönlü Mu‘tezile âlimi ez-Zemahşerî (v. 538/1144), Mutaffifîn, 4 ila 6 ayet-i kerimelerinde; 1. Yadırgama ve hayret anlamındaki “zan” kelimesinin kullanılması, 2. Kıyamet gününün “büyük bir gün” olarak nitelenmesi, 3. İnsanların, o gün boyun eğmiş şekilde, “yeniden diriltilip Allah’ın huzuruna çıkacaklarının” belirtilmesi, 4. Allah’ın (cc), “Âlemlerin Rabbi” sıfatı ile tavsifi gibi unsurların, ticarette hile ve haksızlık yapmanın, söz ve amellerde doğruluk, eşitlik ve adaleti terk etmenin, ne kadar ağır ve vahim bir günah olduğunu ifade etmek anlamına geldiğini söylemektedir.[26]
Hz. Ömer’in (ra) oğlu, en çok hadis rivayet eden, en çok fetva veren yedi sahabeden ve abâdileden biri olan Abdullah b. Ömer (ra) (v. 73/693), bu sureyi okurken, “O gün insanlar, âlemlerin Rabbi için (O’na hesap vermek için, kabirlerinden) kalkacaklardır” (Mutaffifîn, 83/6) ayetine ulaşınca, feryat ederek ağlamaya başlamış, ayet-i kerimenin devamını okuyamamıştır.[27] Abâdile, ilimleriyle meşhur olan Abdullah adlı dört sahabedir. Abdullah b. Ömer’e (ra) ilaveten diğer üçü; Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Amr b. Âs’tır (r. anhum ecmaîn).
“Ba’s, meâd ve haşir” kavramlarının ayrıntıları, “Yeniden Diriltiliş Haşir 1” ve “Yeniden Diriltiliş Haşir 2” başlıklı yazılarımızda görülebilir.
Surenin, sadece bu ilk altı ayet-i kerimesi dahi, istikamet, adalet, eşitlik ve hakka riayet gibi evrensel ahlâk unsurlarının, ne derecede yüksek öneme haiz esaslar olduğunu, net bir şekilde göstermektedir.
Evrensel ahlâk düşüncesi, işçilerin ve çalışanların, küresel sermaye sahiplerine karşı, insani temel yaşam haklarını savunmak, büyük sermaye sahiplerinin ezdiği ve köleleştirdiği milyarlarca insanın, iniltilerini ve feryatlarını duyarak, zekât, sadaka, vb. yardım müesseselerinin ihyası için çalışmaktır. Vahşi kapitalizme karşı, vurdumduymazlık ahlâkından uzaklaşarak, yekdiğerine maddi ve manevi yardım çağrıları ve organizasyonları ile, haksız bölüşüme dur diyebilmektir. Bir derecelendirme yapmak gerekirse, insan onurunu yükseltmeye dayalı evrensel ahlâk düşüncesinin, bireysel ahlâk düşüncesi ile, mukayese gelmeyecek derecede yüksek olduğunu söylememiz mümkündür.
Bu çerçevede bir evrensel ahlâk düşüncesi gerçekleşecek midir? Saldırgan kapitalizmin oluşturduğu kölelik zincirleri kırılacak mıdır?
Allâh’ın (cc) izni ve inayeti ile kesinlikle evet. Efendimiz’in (sas) yüksek beyanları içerisinde, çalışanların haklarının tastamam ödendiği, vahşi kapitalizmin sona erdirilerek kârların hakça bölüşüldüğü, çalışanlardan vergilerin kaldırıldığı, bundan dolayı da zekât ya da sadakaya muhtaç kimsenin kalmadığı ekonomik bir düzen, hukukun üstünlüğünü ve adaleti tesis eden,[28] düşmanlıkları, boğazlaşmaları, kölelik zincirlerini ve kıskançlıkları yok edip özgürleştiren[29] küresel âdil bir yönetim[30], Allâh’ın (cc) izni ve inayeti ile er ya da geç kurulacaktır.
والله سبحانه وتعالى أعلم بالصواب وإليه المرجع والمآب
Yüce ve her türlü eksiklik / noksanlıktan uzak Allâh (cc), doğruyu en iyi bilendir. Dönüş ve varış sadece O’nadır.
İnşâAllâh, “Mutaffifîn Suresi ve Ahlâk-ı Zemîmenin Akıbeti II” ile devam etmeye çalışacağız.
[1] Muhammed b. Ahmed el-Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 22/128, (Tahk. Abdulmuhsin et-Türkî), Müessesetü’r-Risâle, Beyrut-2006.
[2] İbrahim b. Ömer el-Bikâî, Nazmü’d-Dürer fî Tenâsübi’l-Âyât ve’s-Süver, 21/334, Dârü’l-Kütübi’l-İlmi, Kahire, trsz.
[3] İbn Mâce, Ticârât, 35 (2223).
[4] Yahyâ b. Ziyâd el-Ferra, Meâni’l-Kur’ân, 3/245.
[5] Ebu Muhammed İsmail b. AbdurRahman es-Süddî, Tefsîru’s-Süddî el-Kebîr, s. 473, Dâru’l-Vefa, 1993.
[6] Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, 24/185, Kahire-2001.
[7] İbn-i Hibban, Sahih (İbn Belban tertibi), 16/508 (7467); Tirmizî, Tefsîr (Enbiya Suresi), 22 (3164); Ahmed b. Hanbel, 3/75 (11735).
[8] Ebû İshâk ez-Zeccâc, Meani’l-Kur’ân ve İ’râbuh, 5/297, (Tahk. Abdülcelil Abduh Şelebi), Âlemü’l-Kütüb, Beyrut-1988.
[9] Ahmed b. Muhammed İbnü’l Hâim, et-Tıbyân fî Tefsîri Ğaribi’l Kur’ân, s. 338, (Thk. Dâhi Abdulbaki), Dârü’l-Ğarbi’l-İslâmî, Beyrut-2003.
[10] Ez-Zeccâc, Meani’l-Kur’ân ve İ’râbuh, ay.
[11] Fahrüddîn er-Râzî, et-Tefsîrü’l-Kebîr, 31/90, Dâru’l-Fikr-1981.
[12] Taberânî, Evsat, 5/62 (4671); İbn Mâce, Fiten, 22 (4019); Hâkim, Müstedrek, 2/126 (2577)
[13] Tirmizi, Büyû’, 4 (1209); Darimi, Büyû’, 8 (2581).
[14] Tirmizi, Büyû’, 4 (1210); Darimi, Büyû’, 7 (2580).
[15] Tirmizi, Daavât, 83 (3507); İbn Mace, Dua, 10 (3860).
[16] Buhârî, Rikâk, 10 (6437); Müslim, Zekât, 118 (1049).
[17] John Maynard Keynes, Essays in Persuasion, s. 307, HW Norton & Company Inc, New York-1963.
[18] Zubritski, Mitropolski, Kerov, Kuznetsov, Gretski, Lozovski, Kolossov, Kapitalist Toplum, s. 12, 1991.
[19] Ae, s. 19.
[20] https://data.worldbank.org/indicator/SI.POV.GINI?locations=XU
[21] https://data.worldbank.org/indicator/SI.POV.GINI
[22] The Real Wealth of Nations: Pathways to Human Development, s. 72–74, United Nations Development Program, 2011.
[23] Ay.
[24] Ez-Zeccâc, Meani’l-Kur’ân ve İ’râbuh, 5/298.
[25] Er-Râzî, et-Tefsîr, 31/90.
[26] Ebü’l-Kâsım Mahmud b. Ömer ez-Zemahşeri, el-Keşşâf an Hakâiki Ğavâmidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fi Vücûhi’t-Te’vîl, 6/336, Mektebetü’l-Ubeykan, Riyad-1998.
[27] Ay.
[28] Buhari, Büyû’, 102 (2222); Müslim, İman, 242; Tirmizi, Fiten, 54 (2233); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/240 (7267).
[29] Müslim, İman, 243.
[30] Ebu Davud, Melâhim, 14 (4324).
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.