Bir Hasbihal

Musa Kazım GÜLÇÜR

27 Şubat 2023

Akşam namazını kılmak için eşimle birlikte Çamlıca Camii’ne gitmeye karar verdik. Malum, Cumhuriyet tarihimizin en büyük ve güzel camilerinden biri. Ezandan yaklaşık 45 dakika kadar önce evden çıktık. Çamlıca’nın harika parkının içinden geçerek Camiye zamanında ulaştık. Günlerden Pazar’dı ve Cami cemaati diğer günlere göre biraz daha kalabalıktı. Ön saflarda kendime yer buldum. Ezan-ı Muhammedî’nin arkasından, İslam’ın vakarı üzerinde bir elbise gibi duran İmam efendi mihraptaki yerini aldı. Arkasından güzel sesli müezzinin kameti ile namaza durmuş olduk. İmam efendi, Fatiha-i Şerîfe kıraatinden sonra, zamm-ı sure olarak Nisa Suresi 51 ve 52’nci ayet-i kerimelerini okumaya başladı. Ayet-i kerimeler şöyle:

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذٖينَ اُوتُوا نَصٖيبًا مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذٖينَ كَفَرُوا هٰؤُلَاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذٖينَ اٰمَنُوا سَبٖيلًا اُولٰئِكَ الَّذٖينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ وَمَنْ يَلْعَنِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ نَصٖيرًا

Kendilerine kitaptan nasip verilenleri görmedin mi? Cipt ve tağuta iman ediyorlar, sonra da inançsız (küfür içerisindeki) insanlar için, ‘Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır’ diyorlar! İşte bu tür kimseler, Allah’ın lânetledikleridir. Allah kimi lânetlerse, onun için artık hiçbir yardımcı bulamazsın.” (Nisa, 4/51-52)

Ayet-i kerimedeki “cibt” kelimesi, hayırsız unsurlar, Allâh’tan başka tapılan her şey demektir. “Tağut” ise, şeytanlar, sapıklık önderleri, Allâh’tan başka tapılan şeylere denir.

İmam efendi, bu ayet-i kerimenin daha başında iken, benim için zaman sanki genişledi ve “Kendilerine kitaptan nasip verilenleri görmedin mi?” (Nisa, 4/51) cümlesindeki “nasip” kelimesi, bende farklı bir halet-i ruhiye oluşturdu.

Nasip” kelimesinin bu ayet-i kerime itibarı ile anlamı, “Allâh’ın (cc) bir kimseye tayin ve kısmet ettiği manevi feyizler, hidayet, maddi iyilikler, güzellikler, tâlih ve baht” gibi manalardır.

Evet, “nasip” kelimesi, maddi anlamdaki rızkı da kapsamaktadır. Bilhassa İlahiyat ve Diyanet camiası, manevi rızkın yanı sıra, kelimede mündemiç maddi rızkın kapsamında da yer alır. Çünkü, bu güzide kurumlar, yine Kur’ân-ı Kerîm nassı ile, ülke savunması gibi çok önemli ve hayati bir görev yani savaş hali ifa edilirken dahi, vazifelerine devam etmeli, maişetlerini bu görevi ifa ile elde etmelidirler. İslam, bu şekilde öngörmektedir. Ayet-i kerime şöyle:

وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنْفِرُوا كاٰفَّةً فَلَوْلَا نَفَرَ مِنْ كُلِّ فِرْقَةٍ مِنْهُمْ طَائِفَةٌ لِيَتَفَقَّهُوا فِى الدّٖينِ وَلِيُنْذِرُوا قَوْمَهُمْ اِذَا رَجَعُوا اِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ

Müminlerin hepsinin toplanıp savaşa çıkmaları doğru değildir. İçlerinden her kesimden bir grup, savaşa çıksın. Topluluk, kendilerine tekrar geri döndüğünde, onları Allah’ın azabı ile uyarabilmeleri için (bir kısmı da geride kalarak) din konusunda derin bilgi edinsinler. Umulur ki sakınırlar.” (Tevbe, 9/122)

Evet, bizleri İslam, İman, İhsan ve Kur’an-ı Kerîm ile manevi anlamda nasiplendiren, bu paha biçilmez güzellikleri bizlere atâyâ-yı ilâhiyye şeklinde nasip eden, doğrudan Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleridir. Ayet-i kerimenin mefhum-u mutabık olarak anlamı, “Müslümanlığınızı, Allâh’a (cc) minnet amacı ile zinhar kullanamazsınız” şeklindedir. Zaten bu anlamı keskin şekilde doğrulayan bir başka ayet-i kerime şöyledir:

 يَمُنُّونَ عَلَيْكَ اَنْ اَسْلَمُوا قُلْ لَا تَمُنُّوا عَلَیَّ اِسْلَامَكُمْ بَلِ اللّٰهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ اَنْ هَدٰیكُمْ لِلْاٖيمَانِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ

Müslümanlıklarını, bir lütufta bulunuyormuşçasına senin başına kakıyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz, biliniz ki, sizi imana erdirdiği için, Allah asıl size lütufta bulunmuştur.” (Hucurat, 49/17)

Kişilerdeki Müslümanlığı, yüksek bir hidayet olarak lütfeden Yüce Allâh’tır (cc). Dolayısı ile minnet altında bırakacak da Zât-ı Ecelli A’lâ’dır.

Evet, başa dönelim. Müslümanlığı çok yüksek bir nimet şeklinde Yüce Allâh lütfetmiştir. Sonsuz kereler Elhamdülillâh.

Ayet-i kerimenin devamında, “İnançsız insanlar için, ‘Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır’ diyorlar!” (Nisa, 4/51) cümlesi geliyor. Üzülerek belirtmeliyim ki, bilhassa günümüzde bu cümle ile sıkça karşılaşmaktayız. Bazıları aynen şöyle söylüyor: “Bugün, hepimiz Avrupa ahlâkını yüceltiyoruz…” Bu cümleye öyle inanıyorlar ki, hepimiz sanki bu cümleyi tasdik ediyormuşuz gibi lanse ediyorlar.

Gerçekten çok ilginç. Maişetlerini yani manevi rızıklarının yanı sıra maddi rızıklarını da İslam üzerinden elde eden bu kimselere göre, Batı, Müslümanlardan daha doğru bir yoldadır! Bu şirazesinden çıkmış anlayışa göre, Batı, Müslümanlardan daha ahlâklıdır! Bu şaşı bakışa göre, koskoca bir İslam dünyası ahlâksızdır! Yanlış yoldadır! Batı ise daha ahlâklıdır! Hatta, bu Batı sarhoşlarına göre, Avrupa, Ensar sahabeler (r. anhum) gibidir!

Ayet-i kerime, bu batıl ve ahmak bakış açısını nasıl da betimliyor… “İnançsız insanlar için, ‘Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır’ diyorlar!” (Nisa, 4/51 ) Evet, tıpkı ayet-i kerimedeki gibi, aynen böyle söylüyorlar. Bu kimseler, aslında manevi rızıklarının yanı sıra maddi maişetlerini temine vesile olan dini de yalanlamış olmaktadırlar. Kur’ân-ı Kerîm, bu hususu şöyle açıklığa kavuşturur:

وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ اَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ

Ve, (sizlere verdiğimiz maişetiniz gibi maddî, İslam, İman ve İhsan gibi de manevî her türlü) rızkınızı, yalanlayarak mı karşılık veriyorsunuz? (Sizin, dinden elde ettiğiniz nasip, sadece onu yalanlamanız, aşağılamanız mıdır?)” (Vâkıa, 56/82)

Bu cümleler kendilerine sorulsa, kesin bir şekilde tevile yelteneceklerdir. Yanlış yaptıklarını, çok kötü ve ahlâksız laflar ettiklerini söyleseniz yanlarını çevireceklerdir. Hatalarını kabul etmeyecekleri için, tevbe ve istiğfar ile, söz konusu cürümlerini tamir etme fırsatını da ellerinden kaçıracaklardır.

Ayet-i kerimenin devamı ise insanın içini ürpertiyor: “Bu tür kimseler, Allâh’ın lânetledikleridir. Allâh kimi lânetlerse, onun için artık hiçbir yardımcı bulamazsın.” (Nisa, 4/52) Allâh’ın (cc) lanetine uğrayan kimselerin kurtuluş yolu var mıdır? Önemli bir soru, ama cevabını Yüce Allâh veriyor ve “Allâh kimi lânetlerse, onun için artık hiçbir yardımcı bulamazsın” buyuruyor.

Evet, akşam namazının rekatları arka arkaya tamamlanıyordu. Namaz, ikinci tahiyye ile sona erdi. Daha önce bir şekilde bana sorulsaydı, bu ayet-i kerimenin Mekke dönemi müşriklerini, onlarla işbirliği yapan ehl-i kitabı, bu kimselerle iş tutan inançsızları betimlediğini söylerdim.

Ancak şu an bu ayet-i kerimenin, mahut kesim ile birlikte, kesinlikle günümüzde, “ben dini savunuyorum, ben ıslah ediyorum” diyerek, ortalığı toz dumana katan bazı kimselere bilhassa hitap ettiğini düşünüyorum.

Evet, Yüce Allâh’ın çok büyük bir lütfu sayesinde İslam ile şereflendik. Müslümanlığımızla müftehiriz.

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلًا مِمَّنْ دَعَا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ اِنَّنٖى مِنَ الْمُسْلِمٖينَ

Allâh’a çağıran, iyi iş yapan ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet, 41/33) ayet-i kerimesinin aydınlığında Müslümanlığımız, vatanî kimliğimizi şekillendirmiş asli kimliğimizdir.

Şahsen şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim. Hiçbir zaman Batı hayranı olmadım. Hiçbir zaman Batı karşısında, İslam’ın ve Müslümanların aşağılanmasına müsaade etmedim.

(وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَ) “Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz, üstün olan sizlersiniz” (Ali İmran, 3/139) ayet-i kerimesini, Müslümanların ve tabi olarak bütün bir İslam dünyasının başında, görkemli bir taç olarak kabul ettim.

Akşamın karanlığı şehrin üzerine çökmüştü. Dönüş yolunda, kulaklarımda hala imam efendinin kıraatindeki, “Kendilerine kitaptan nasip verilenleri görmedin mi?” (Nisa, 4/51 ) cümlesi yankılanıyordu. Kısık bir sesle eşime, “Evet, İslam bütünüyle bir nasip işi…” diyordum. Alacakaranlık artarken, koşuşturmacalar yerini sessizlik ve sükunete bırakıyor, koca şehir yeni bir gün için istirahate çekiliyordu.

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, sizleri ve bizleri sırat-ı müstakiminden ayırmasın.

Allâhım, hidayet ettiklerinin yoluna bizleri hidayet et. Bizleri âfiyet verdiklerinin arasında kıl. Dost edindiklerinle beraber bizleri de dost edin. Bizlere verdiklerini bereketlendir. Hükmettiğin şeylerin şerrinden bizleri koru. Şüphesiz hükümleri Sen verirsin, fakat kimse sana hüküm veremez. Senin sevdiklerin, kesinlikle aşağı olmaz. Senin düşman saydıkların, asla yüceliğe ulaşamaz. Rabbimiz, en Mukaddes ve en Yücesin. Allâhım, Resulün Muhammed’e sonsuz salâtlar ve selamlar olsun.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.