Musa Kâzım GÜLÇÜR
15 / 6 / 2021
İçindekiler
أعوذ بالله من الشيطان الرجيم بِـــــــــــــــــــــــــــــــــسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
والحمد لله رب العالمين، والعاقبة للمتقين، اللهمَّ صَلِّ وسلـم على سيدِنا محمدٍ أكملِ مخلوقاتك، وسيّدِ أهلِ أرضِك وأهلِ سماواتك، النورِ الأعظم، والكنـزِ الـمطلسم، والجوهرِ الفردِ، والسرِّ الـممتد
رَبِّ يَسِّرْ وَلاَ تُعَسِّرْ، رَبِّ تَمِّمْ بِالْخَيْرِ، وَبِهِ الْعَوْنُ
Giriş

Bu yazımızda, göçmen hareketlerinin oluşturduğu sorunları, İslam’ın Batı’daki görünümlerini, 9/11 vb. negatif olaylarla çerçevelenen, İslam-Batı ilişkilerini olumsuz bir şekilde etkileyen İslamofobi ve ilişkili kavramları tahlile çalışacağız.
Günümüzde Batı dünyası insanının geniş kesiminin kronik sorunlarından birisi, yabancı düşmanlığı ve ırkçılıktır. Buna bağlı bir şekilde oluşan ve kültürel kökenleri asırlar öncesine dayanan çok boyutlu İslamofobik tutum ve davranışların, Batı ile İslam arasındaki müşterekliğin imkansızlığı ve medeniyetler arası çatışmanın kaçınılmazlığı vb. teorilerden beslendikleri söylenebilir.
Genel olarak Batı’da, ırkçılık, ayrımcılık ve zenefobinin yanı sıra, rengi, dini, milliyeti ya da etnik kökene dayalı gruba mensubiyeti dolayısı ile kişilere yöneltilen şiddet eylemleri yaygınlaşmaya başlamıştır. Çok kültürlülük ve kültürler arası diyalog faaliyetlerine rağmen, ırkçılığı ve yabancı düşmanlığını içeren kitapçık, resim ya da diğer materyaller de yaygın medya vasıtası ile o oranda artmıştır.
“Müslüman karşıtı ırkçılık” terimi, daha çok sözlü ve fiili saldırılar, nefret suçları gibi olayları tanımlarken, “İslamofobi” terimi ise, medya alanındaki olumsuz algı ve söylemi ifade etmek için tercih edilmektedir. Ancak hangi ırkçılık biçimi olursa olsun, hepsi ayrımcılık demektir.
Şimdi bu negatif anlamlara evrilen terimleri, biraz daha ayrıntılı bir şekilde görmeye çalışalım.
Irk ve Irkçılık

Çoğu insan için “ırk” kelimesi ile kastedilen, ten ve saç rengi, iskelet yapısı, göz, burun veya kafa şekli gibi, ortak fiziksel özellikler nedeniyle, “benzer” olarak etiketlenen ve muamele edilen birey kategorisidir. Aynı ırk kategorisine yerleştirilen insanların, fiziksel benzerlikleriyle bağlantılı davranışsal, psikolojik ve kişilik özellikleri olduğu yaygın olarak varsayılmaktadır.
Sosyologlar, “ırk” kelimesinden farklı olarak, “bir grubun üyelerine ortak bir kimlik duygusu sağlayan, ortak kültür, tarih, dilsel davranış kalıpları ve inançlar gibi biyolojik olmayan özelliklere” atıfta bulunmak için “etnisite” terimini de kullanırlar. Etnisite, diğer insanlardan öğrendiğimiz bir şey olarak düşünülürken, ırk ise genellikle insanların, birbirlerini dışlayarak gruplara bölmek için kullanabilecekleri kalıtsal biyolojik özellikler olarak tasvir edilir.[1]
“Irk” kavramı, daha çok yüz özelliği, deri rengi gibi farklılıklara dayanmaktadır. Klasik “biyolojik ırkçılığın” tanımı, biyolojik özelliklere atıfta bulunarak, insan grupları arasında hiyerarşik ilişkiler kuran düşünce biçimi ve bu düşünce biçiminin doğurduğu tutum ve davranışlar bütünüdür.
“Irkçılık” kelimesi, Türk Dil Kurumu Sözlüğünde, “insanların, toplumsal özelliklerini, biyolojik, ırksal özelliklere indirgeyerek, bir ırkın başka ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti, rasizm” şeklinde tanımlanmaktadır.[2]
“Irk ayrımcılığı” ise, Birleşmiş Milletlerin 4 Ocak 1969 tarihinde yürürlüğe giren, Türkiye’nin de tarafı olduğu, “Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme”nin birinci maddesinde şu şekilde tanımlanır:
“Irk ayrımcılığı” terimi, siyasî, ekonomik, sosyal, kültürel veya toplumsal yaşamın herhangi bir alanında, insan hakları ve temel özgürlüklerin tanınmasını, uygulanmasını, bu hak ve özgürlüklerden yararlanılmasını ortadan kaldırmak veya zayıflatmak amacına ya da etkisine yönelik, ırk, renk, soy ya da ulusal veya etnik kökene dayalı her türlü ayrım, dışlama, kısıtlama ya da tercih anlamındadır.[3]
“Irk ayrımcılığı”, eşitsizlikçi bir dünya görüşünün en eski hallerindendir. Irkçı tutumlar dil, din, kültürle ilgili unsurların her birinden ayrı ayrı kaynaklanabilmektedir. Bu nedenle farklı ırkçı tutumların olduğu söylenebilir. Son zamanlarda, bilhassa Müslüman karşıtı ırkçılığa, “neo-ırkçılık” ya da “kültürel ırkçılık” adlarının verildiği görülmektedir. Bu “kültürel ırkçılar”, kendi kültürlerinin daha üstün olduğuna, İslam’ın ise böyle olmadığına inanırlar.
ABD’nin yanı sıra Avrupa’da ırkçılık, ırk ayrımcılığı ve yabancı düşmanlığının yayıldığı görülmektedir. Özellikle Almanya, Fransa ve Danimarka ırkçılığın yükseldiği ülkelerdir. Avusturya ve Belçika’da etnik ayrımcılık, aşırı sağ ve Neo-Nazi faaliyetleri artmış ve yabancı düşmanlığı yükselişe geçmiştir. Benzer şekilde İngiltere, İspanya ve Portekiz’de de İslamofobi ve yabancı düşmanlığı artmaktadır.
Irkçılık ve ırk ayrımcılığının negatif sonuçlarından birisi olan “zenofobi” konusuna kısaca değinmeye çalışalım.
Zenofobi

“Zenofobi”, Latince kökenli “xenophobia” kavramı karşılığıdır ve “yabancı korkusu / nefreti” anlamındadır. Yunanca ξένος (xenos / yabancı) ve φόβος (phobos / korku) kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. “Yabancı” kelimesi, yerleşik hiçbir kategoriye uymayan, her yönüyle tanımadığımız ya da içinde olduğumuz sosyal gruba ait olmayan kişidir. “Yabancı korkusu / nefreti”, kişinin yabancılardan ya da bir şekilde kendisinden farklı olan insanlardan korkmasını ve nefret etmesini tanımlar. Yabancının taşıdığı tehditin, düşmanınkinden daha korkutucu ve daha tehlikeli olduğu varsayımının oluşturduğu bir korkudur.
Zenofobinin iki türü vardır:
1. Birincisi, bir topluluğun içinde olan, ama o topluluğun parçası sayılmayan “gruba” karşı duyulan korkudur. Bu grup, genellikle “göçmenler” ya da “azınlıklar” olur. Fakat bazen, yüzyıllardır bir arada olunan grup da olabilir. Zenofobinin bu türü, “tehcir”e ve en kötü durumda da “soykırım” gibi vahşi saldırganlıklara yol açabilmektedir.
2. İkincisi ise, temelde kültüreldir ve bu durumda korkunun nesnesi, yabancı sayılan “kültürel farklılıklar”dır. “Yabancı kültür” sadece bilinmez değil, aynı zamanda onunla temas edilmesi halinde, bilinenleri değiştirebileceği düşüncesi, bir gariplik ve korku hali oluşturmaktadır.
Bütün kültürler, dış etkilere maruz kalmaktadır. Ancak kültürel zenofobi, genellikle başka dillerden gelen sözcükler, içinde yaşanılan toplum tarafından benimsenmeye başlanmış tutumlar vb. belli unsurlara yönelmiştir. Nadiren insanlara karşı bir saldırıya dönüşür fakat, kültürel veya dilsel saflaştırma gibi politik kampanyalarla da sonuçlanabilir.[4]
Batı dünyası, Yahudilerden korktuğu gibi Müslümanlardan da korkmuştur. Batı’lı siyasiler ve hükümetler, kriz anlarında hep “ötekiyi” devreye sokarak, “yabancı düşmanlığını / korkusunu” perçinlemektedirler. Yahudilerden korkuları “anti-Semitizm” olarak adlandırıldığı gibi, Müslümanlardan korkuları da “zenofobi” olarak adlandırılmıştır. “Semit”, Sami dilinden türetilmiş herhangi dil gurubundan birini konuşan halkın üyelerine verilen addır. Terim, Arapları, Akadları, Kenanlıları, İbranileri, bazı Etiyopyalıları ve Arami kabilelerini kapsar.[5]
Kur’ân-ı Kerîm, “Onlar, sonucunu henüz görmediklerini ve tam olarak bilemediklerini (Kur’ân’ı ve İslam’ı) yalanlamış olmaktadırlar” (Yunus, 10/39) buyurmakla, İslam haricindeki toplulukların, İslam’ın ne olduğunu kavramaya çalışmadan, mahiyetini anlamadan ve düşünmeden, acele ile yalanladıklarını haber vermekte, korkularının nirengi noktasını, “bilgisizlik” ve “sonucu görmemek” şeklinde belirlemektedir.
Bu durum, İslam cahili toplulukların, bilhassa kendilerine yabancı gördükleri gerçeklerden, aşırı derecede nefret etmelerinden, kendi inançlarından ayrılmaktan ürkmelerinden kaynaklanmaktadır. ‘Yabancı’ olana karşı duyulan tedirginliğin, ırkçı yaklaşımlara ve düşmanlığa dönüşmesi, Hz. Ali’nin (ra), “İnsan bilmediği şeye karşı düşmandır” ve “Bir şeyi bilmeyen onu kınar”[6] sözlerini hatırlatmaktadır.
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (OSCE) “Antisemitizm ve Hoşgörüsüzlüğün Diğer Biçimleri” konulu, 8-9 Haziran 2005 tarihli Cordoba’daki konferansında, şu ifadelerle “zenofobinin / yabancı düşmanlığının” kınanması gerektiğini belirtmiştir:
“Irkçı ve zenofobik / yabancı düşmanı şiddetin failleri, mahkemeler, insan hakları komisyonları ve ombudsmanlık büroları aracılığıyla, etkin ve açık bir şekilde kınanmalıdır. Yargı sistemi ve ceza kurumları, ırk temelli saldırılara müsamaha gösterilmemesini ve cezasızlık kültürünün yerleşmesine izin verilmemesini sağlamalıdırlar.”[7]
Şimdi de zenofobinin ürettiği daha özel bir şekil olan “İslamofobi” konusuna ışık tutmaya çalışalım.
İslamofobi

“İslamofobi” kelimesi, “İslam” ve “fobi” kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşmuştur. “Fobos” (Antik Yunanca Φόβος), “korku” anlamına gelmektedir. “İslamofobi” İngilizce sözlüklerde, “özellikle siyasi bir güç haline gelen İslam’a veya Müslümanlara karşı nefret veya önyargı”[8] ya da “İslam korkusu, İslam dinine ya da Müslümanlara karşı duyulan nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve kin besleme” olarak tarif edilmektedir.[9]
İslamofobi, resmî olarak ilk defa 1997 yılında Birleşik Krallık’ta, Runnymede Raporu’nda tanımlanmıştır. Bu tanıma göre İslamofobi, “İslam’a ve Müslümanlara karşı olumsuz ve aşağılayıcı düşünce ve inançlar atfeden, Müslüman olmayanların, Müslümanlara yönelik düşmanca tutum ve davranışları, nefret ve düşmanlıkları” anlamına gelmektedir.[10]
2025’te dünya nüfusunun yüzde otuzunu Müslümanların oluşturacağı düşünülmektedir. Bu açıdan, İslam korkusunun oluşturulmasında, devletlerin siyasetleri etkili olmaktadır. İslamsız bir dünya rüyası gören ırkçı anlayışlar, sistematik bir şekilde toplumlara ve kurumlara yerleşmektedir. İslamofobi, İslam’a ve Müslümanlara karşı nefret ve neo-ırkçılık şeklinde kendini göstermekte, dünya barışı için de büyük bir tehdit oluşturmaktadır.
1980’lerde ve 1990’larda, biyolojik ırkçılığın yerini, “İslamofobi” adı altında, tamamen yeni, kültürel temelli ırkçılık almıştır. Bu yeni ırkçılık, klasik ırkçılık tanımının dışına çıkmış hem “ötekileştirme” hem de “farklılığa tahammülsüzlük” şekline dönüşmüştür. Dolayısı ile, dünyanın çeşitli ülkelerinde, bilhassa Batı’daki bazı gelişmeler, ırkçılığın son bulmadığını, aksine biçim değiştirerek varlığını koruduğunu göstermektedir.
İslamofobi, Müslümanlara karşı uzun soluklu önyargının yoğunlaşarak, Batı dünyasında geniş çaplı bir düşmanlığa dönüşmesi anlamına gelen, karmaşık ve değişken bir olgudur. Bu nedenle İslamofobi, sadece tek bir şey olmayıp, farklı grupların, söylemlerin, endişelerin ve daha pek çok unsurun bir araya geldiği girift, Müslümanların barbar, medeniyet ve insanlık dışı olarak nitelendirildiği bir yapıdır.[11]
ABD’deki Durum

“İslamofobi” veya “gayri-makul İslam korkusu” paranoyasının ABD’de ortaya çıkışı, 1980’lerin sonlarına kadar uzanmakta olup, popüler kültür unsurlarında Müslümanlar terörist olarak tasvir edilmiştir. Zaten 11 Eylül 2001 saldırıları öncesinde de var olan bu algı, George W. Bush yönetimi tarafından etkin şekilde kullanılmış, büyük medya kuruluşları vasıtasıyla, tüm Müslümanlar hakkında olumsuz tiplemeler oluşturulması sağlanmıştır.[12]
Böylece “güvenlik” konusu, “dost-düşman” ayrımına indirgenmiş, küresel güvensizlik ortamı oluşmuştur. 11 Eylül sonrası Başkanlık retoriğini inceleyen Merskin’in, 2004 tarihli çalışmasında, Bush’un kelime seçimleri ve imalar ile dikkatlice inşa edilen konuşmalarının, tarihi, siyasi ve kültürel açıdan, kamuoyunda Müslümanlara yakıştırılan olumsuz kelime ve imalara çok benzer olduğu saptanmıştır.[13]
Böylece Bush, Irak’ın tarihini ABD kamuoyuna yanlış şekilde sunarak, halktaki öfke ateşine adeta benzin dökmüş ve Irak’a saldırmak için gerekli kamu desteğini de arkasına almıştır.[14]
Bush dönemi, İslamofobinin en hızlı yayıldığı dönemdir. Bush, başlatılan terörle mücadeleyi Haçlı seferlerine benzetmiştir. 11 Eylül’den sonra ABD’nin uyguladığı dış politika, iç politikaya da yansımış, insan hakları ihlalleri meşrulaştırılmaya çalışılmış, Müslümanlara karşı nefret söylemleri hızla yayılmıştır.
İslamofobinin spektrumu, cehalet ve önyargıdan, ırkçı tutumlara ve şiddet eylemlerine kadar uzanmaktadır. Genel olarak, bir dizi çalışmanın işaret ettiği gibi, toplumda yaygınlaşma eğilimi göstermektedir. Bu eğilim, genellikle Müslümanların, modern demokratik bir toplumda yaşayabilmek için, İslam’ı ve dini inançlarını kökten değiştirmeleri gerektiği beklentisi şeklinde kendisini göstermektedir.
20 Ocak 2017 yılında, Donald Trump’ın başkan olması ile, ABD’de var olan İslamofobi daha da güçlenmiştir. Trump’ın seçim vaatleri arasında, ABD’deki Müslümanları kontrol altında tutmak, camileri takip ettirmek ve Müslümanların ülkeye girişini engellemek gibi hususlar yer almıştır. Trump, Müslümanlarla ilgili yaptığı İslamofobik konuşmalarda, var olan göçmen sorununu, Müslüman karşıtlığına indirgemiş, hatta bir ara Müslümanların ABD’ye girişlerinin yasaklanmasını istemiştir. Amerika’da zaten var olan İslam nefreti ve korkusu, Donald Trump’ın bu söylemleri ile daha da artmıştır.
Avrupa’daki Durum

Avrupa’nın neredeyse bütün medyasında, İslam ve Müslümanlar, nevrotik kaygılarla ve sıklıkla şiddet, terörizm ve benzer ifadelerle “sorun kaynağı” olarak gösterilmektedir.[15] Bununla beraber, yukarıda ifade edildiği gibi, İslamofobi karmaşık ve değişken bir olgu olduğu için, zaman zaman başka unsurlarla iç içe geçmektedir.
İlk olarak, farklı yorum ve anlayışlarla, çoklu bir İslamofobi olgusundan bahsetmek mümkündür. Diğer taraftan, bu olgunun hem doğası hem de sonuçları, ulusal, kültürel, coğrafi ve sosyo-ekonomik koşullar açısından farklılık gösterebilmektedir. Örneğin, Almanya’da sorun, orada yaşayan Türk topluluklar üzerinden ortaya çıkabilmekte iken, Britanya’daki tartışmalar, Güney Asya kökenli Müslümanlar üzerinden yürütülmektedir.[16]
Bu nedenle, İslamofobi kavramındaki “İslam” ifadesini, altında bütün Müslümanların yeknesak şekilde toplandığı biçimde anlamak mümkün değildir. Zira, Müslümanların ve İslam’ın gerçek anlamından uzaklaşarak herhangi bir kavramlaştırma oluşturulamaz.[17]
“İslamofobi” terimi, bir yandan, Müslüman grupların çoğunlukla sosyal temelli tutumlarını ve kültürlerini, “korku” faktörüne indirgediği, öte yandan, İslam’ın ve Müslüman kökenli insanların, davranış kalıplarını eleştirme, ırkçılık olarak itibarsızlaştırma ve bir dereceye kadar onu patolojikleştirmek için slogan işlevi görmektedir.
“İslamofobi” terimi, kişilerin kendilerini Müslüman olarak görüp görmediklerine bakılmaksızın, Müslüman olarak işaretlenen kişilere yönelik, olumsuz tutum ve eylemleri kapsar hale gelmiştir. “İslamofobi” zaviyesinden bakanlar, olumsuz dini, etnik, ırkçı ve siyasi refleksler ile düşüncelerini beslemekte, İslam ile terörizmi, bütünleşmemeyi, cinsiyetçiliği vb. özdeşleştirmekte, düşmanlık duygularını İslam ve Müslümanları bütüncül olarak kapsayacak şekilde açığa vurmaktadırlar.
Avrupa’da İslamofobi’nin en çok yükselişe geçtiği ülkeler Almanya, Fransa ve Avusturya’dır. Mesela Almanya’da; İslamiyet’in kadının özgürlüğünü yok ettiği, bir “esaret” miti olduğu, Müslümanların en yoğun yaşadığı Fransa’da; İslam kültürünün engellenmesi gerektiği, İslamiyet’in Fransız kültürünün önüne geçtiği ve siyasal İslamcı gruplara savaş açılacağı, Avusturya’da ise; İslamiyet’in Avusturya’ya ait olmadığı, durdurulması gerektiği ve bir “tehdit” olduğu korkusu, milliyetçi partiler, sivil toplum kuruluşları ve medya tarafından yaygın ve sistematik bir şekilde işlenmektedir.
Sosyal araştırmalar, azalan genel yabancı düşmanlığının aksine, tüm dünyaya yayılan İslam’a karşı artan bir düşmanlığı teşhis etmektedir. “İslam ve Müslüman karşıtlığı”, toplumsal barış için bir sorun ve tehdit oluşturmaktadır. Müslümanların toplumdan dışlanması, uyumsuz olduklarının öne sürülmesi ve yabancı olduklarının ilan edilmesi, oldukça tehlikeli gelişmelerdir.
İslamofobik düşünceler ve tavırlar neticesinde, İslam, fanatizmle ilişkilendirilmekte, Müslümanların göçünün yasaklanması gerektiği, Müslümanların kadınlarla ilgili görüşlerinin Avrupa değerleri ile çeliştiği, İslami değerlerin Batı dünyasının değerleriyle bağdaşmadığı şeklindeki olumsuz tutumlar, artarak devam etmekte, hatta bazı yayınlarda, Avrupa’da İslam’ın yasaklanması gerektiği gibi aşırı nefret düşünceleri yayılmaktadır.
Bu menfi propaganda neticesinde İslam, birçok gayri-Müslim tarafından geri, kadın düşmanı, saldırgan, durağan, kaderci, şiddet yanlısı ve demokrasiyle bağdaşmaz olarak görülmektedir. İslam ve Müslümanlar üzerinde oluşturulmak istenen bu olumsuz imajlarla verilmek istenen mesaj şudur: “Tanınmak ve ait olmak istiyorsanız, bizim gibi olmalısınız. Bunun için önce, dininizi bir kenara bırakmalısınız!”
Tıpkı şimdi meali münifini aktaracağımız ayet-i kerimede tasvir edildiği gibi:
“Onların dinlerine tabi olmadıkça ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden asla razı olmazlar. ‘Asıl doğru yol, Allâh’ın yoludur’ (Allah’ın dosdoğru yolu İslâm, gerçek manada hidayetin ta kendisidir) de. Sana gelen bilgiden (vahiy ve İslâm’dan) sonra, onların heveslerine tâbi olursan, Allah’a karşı seni koruyacak hiçbir dost ve yardımcı olmaz.” (Bakara, 2/120)
Bazıları da “İslamofobi” terimi ile hedef alınanın, bir inanç olarak İslam değil, fakat Müslüman insanlar olduğunu öne sürmekte, bu nedenle “anti-Müslimism” veya “Müslümofobi” gibi alternatif terimleri teklif etmektedirler.[18]
Eğer bir kıyaslama yapmak gerekirse, Avrupa’nın ABD’ye nazaran Müslüman karşıtlığı hususunda daha zor durumda olduğu söylenebilir. Bunun başlıca nedenleri, Amerikan toplumu, farklı etnik, dini ve kültürel unsurlardan oluşurken, Avrupa ülkelerinin değişmeden devam eden bir ulus yapısına sahip olmalarıdır. Diğer taraftan, sınıfsal ve eğitimsel fark da önemli bir rol oynamaktadır. Zira Avrupa’daki Müslümanlar, Amerika’daki Müslümanlara kıyasla sosyo-ekonomik anlamda, toplumun daha alt tabakalarında yer aldıkları için, gayri-Müslim yerel halk ile ilişkileri daha karmaşık hale gelmektedir.[19]
Aşırılıkçı ve ırkçı İslamofobik tonlar, buzdağının sadece görünen kısmıdır. Bunlara göre İslam ne Avrupa ne de genel olarak Batı geleneği ve kimliğinin bir parçasıdır. Buradaki açık mesaj, “İslamlaşma korkusu”, Müslümanların “farklı” ve “uyum sağlamak zorunda” oldukları gibi hususlardır.
Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, onlardaki bu “korku” boyutunu şu şekilde beyan eder:
“Kalplerinde size karşı duydukları korku, Allah’a karşı duydukları korkudan daha şiddetlidir.” (Haşir, 59/13)
Mesela, “başörtüsü” taktıkları sürece, Müslüman kadınların ne Avrupa’ya ne de Batı’ya entegre olma hissini asla yaşamayacakları, onlara gerek doğrudan gerekse de şuur dışı şekillerde telkin edilmektedir. Müslümanların birçoğu, Avrupa değerlerini tehdit eden kültüre sahip “yabancı insanlar” olarak görülmektedir.
Gözlenenler, gözleyenlerdeki bu paranoya seviyesindeki korku ile ötekileştirilmektedirler. Gözleyenler, kendilerini merkeze almakta, bu tutumlarıyla da objektif olmaktan çok uzak bir profil çizmektedirler. Müslümanların, sözde “ötekiliğini” vurgulayan ve tek taraflı değişiklikleri “tanınmanın” ön koşulu olarak gören bu gibi beklentiler, politikada, medyada veya eğitim alanlarında genellikle yüksek sesle ve şikayetçi bir eda ile dile getirilmektedir.
Bu tür anlamsız korkuya dayalı ifadeler, İslam ve Müslümanlar hakkında sadece bir “önyargı” ve “cehaletin” sonucu mudur? Yoksa, bu tür ifade ve beklentilerin neticesinde, Müslümanlar kendilerini, reddedilmiş, ait olmayan, güçlü bir şekilde “dışlanmış” ya da “ötekileştirilmiş” olarak mı görmelidirler?
“Önyargı” ve “öteki” ile ilgili bu söylemlerde, “kimlik” olgusu karşımıza çıkmaktadır. “Kimlik”, kişinin “kendi” ve “özne” oluş halidir. Modern dönemde bireyselleşmenin artması, kimliğin de önemini artırmıştır. Kimlik; sosyal, bireysel, etnik, kültürel, ulusal, toplumsal ve cinsiyet kimlikleri gibi çeşitli şekillerde görünebilmektedir. Kimlikler, kişilerin din, ırk, sınıf gibi farklı özellikleri ile özgür bir şekilde birlikte yaşayabilmelerine imkan sağlayan özgürleştirici bir cemiyet ile tezahür edebilir.
Bilhassa gençler, “önyargı” ve “ayırımcılık” tutumlarına karşı hassasiyet göstermekte, “kimlik, tanınma ve aidiyet” aramaktadırlar. Aslında pek çok genç, toplum içinde, iş yerlerinde, eğitim gördükleri sınıflarda ya da medyada, kendilerini yabancı, dezavantajlı ve ayrımcılığa uğramış hissettiklerinden, İslam’a karşı önyargılardan, kültürlerinin tanınmamasından ve aşağılanmaktan şikayet etmektedirler.
Diğer taraftan, kimlik ve aidiyet arayan genç Müslümanları, kendileri ile birlik olmaya, gayri-Müslimlerden uzak durmaya çağıran, anti-demokratik ve şiddet yanlısı ideolojileri benimsemiş kimseler de sorunun başka bir veçhesini oluşturmaktadırlar.
Toplum, ortak kimliğin, ortak çıkarların, karşılıklı yükümlülüklerin, ortak kültürel alışkanlıkların olduğu bir yapıdır. Çok kültürlü toplumlarda, İslam’a ve Müslümanlara yönelik cehalet, önyargı, düşmanlık ve ırkçılıktan kaynaklanan sorunlar bulunmakla birlikte, eğitimde pedagojik usullerin kullanılması, İslam’ın ve Müslümanların faaliyetlerinin şeffaflığı ve netliği yaşanılan problemlere önemli bir çözüm olabilir.
Bir toplumdaki tüm bireylerin, kendileri olabilecekleri imkanları bulabilmesi temel bir gereksinimdir. Özellikle ergenler ve genç yetişkinler, dindar olsun ya da olmasın, suçlamalar veya beklentilerle muamele görmemelidir. Çoğu durumda bu tutum, izolasyona yol açar ve gençleri radikalleşmeye karşı savunmasız bırakır. Ayrıca, farklılıkların toplum içerisinde eşitsizliğe ya da ayrımcılığa maruz kalmaması, güvenliğin de temel şartlarından birisidir. Çünkü eşitsizlikler, bir toplumdaki güvenlik probleminin ana kaynaklarındandır.
Müslümanları temsil konumunda bulunanların asıl sorumluluğu da burada başlar. İslam’ı yanlış yorumlayan bakış açıları, şimdiye kadar adeta hiç tartışılmamış, eleştirilmemiş, hatta temsil konumunda olanların bir kısmı, İslam’ın geri bir din olduğunu kanıtlamaya çalışan Batı kökenli uzmanlar için malzeme sağlamışlardır.
Halbuki normalde yapmaları gereken, bulundukları ülkelerin halklarına katkı sunarak onlara olan borçlarını ödemek, profesyonel bir şekilde, “hoşgörü, barış, eşitlik, sosyal adalet ve merhamet” gibi yüksek ahlâkî değerlerin, hicret ettikleri toplum katmanlarında “nasıl yaygınlaştırabileceği, gerçekleştirebileceği ve yaşanabileceği?” sorularına cevaplar aramak ve bulmak olmalıydı.
İslamofobiye ancak bu şekilde karşı konulabilir ve adalet temelli bir entegrasyon teşvik edilebilir. Böylece Müslüman gençler, iki dünya arasında sıkışıp kalmaktan kurtulur, kelimenin tam anlamıyla omuzlarından ağır bir yükün düştüğü görülür.
Sonuç ve Öneriler

Batı’da, “yabancı korkusu” odağından hareket eden aşırı sağ ve radikal ideoloji, “ırkçılık” söylemleri ile taraftar bulmakta, “nefret suçu” işlemekte, ciddi toplumsal travmalara neden olabilecek şekilde düşmanca tutum almaktadır. “Müslüman karşıtı ırkçılık” tavrı, hoşgörüsüzlük, ayrımcılık, adil olmayan muamele, önyargılar, nefret ve düşmanlık içeren kamusal söylemler gibi çok geniş çaplı eylemler bütününü kapsamaktadır.
Zenofobi, Müslüman bireylere ve gruplara, bilhassa “yabancı” kategoride görülen göçmenlere yönelik, negatif ve düşmanca tutum ve davranışlardır. Batı’daki siyasal partiler, zenofobik ve popülist söylemlerle, oylarını artırma temayülü içerisindedirler.
İslamofobi, İslam’ı tek bir kalıba sokmaya çalışan, dinler ve kültürler arasındaki farkları yok sayan, önyargılar ve olumsuz yaftalamalardır. İslamofobi, İslam ve Müslümanlar hakkında olumsuz algıların oluşmasını ve sürekliliğini amaçlayan tutumlar bütünüdür. İslamofobi, insan hakları ihlalidir, nefretle motive olan bir çeşit ırkçılıktır.
İslamofobi, Batı dünyasının İslam’ı tanımaması ya da yanlış tanımasından kaynaklanan, Müslümanlara ve İslam’a karşı duyulan anlamsız bir nefret ve paranoya, korku üreten çağdışı bir zihniyet, Müslümanların toplumsal ve siyasal alanlardan uzaklaştırılması hedefli bir düşmanlık, ekstrem bir korku ve ön yargı hastalığıdır.
Modern İslamofobi, bilhassa eğitim ve sağlık gibi istihdam alanlarındaki ayrımcılık, yaygın medyadaki önyargı, sözlü ve fiziksel şiddet, terörizm yaftası ile dışlamaya dayalı, yapısal, diyalektik ve aktör seviyesindeki İslam’ın somut görünümü olan Müslüman bireylere / şahsiyetlere, onların dini yapı ve kurumlarına yöneltilen nefret, şüphe ve şiddete dayalı düşmanlıktır.
Antisemitizm ile benzer bir yol izleyen İslamofobik tutum ve davranışların, daha ileri dönemlerde, “ötekileştirme” boyutundan “savaş” boyutuna geçerek -yakın tarihteki örneklerde olduğu gibi-, Batı’daki Müslüman nüfusun soykırım ile yok edilmesine veya sürgününe kadar varmayacağının hiçbir garantisi bulunmamaktadır.
Bu negatif ve oldukça tehlikeli duruma karşı, Müslüman göçmen nüfusun, bulundukları ülkelerde yapabilecekleri ile ilgili öneriler, özet olarak şu şekilde düşünülebilir:
1. Müslüman göçmenlerin, bulundukları ülkelerin barış, refah, güvenlik ve istihdam alanlarına artı değerler kazandırdıklarına dair verileri paylaştıkları programları tertip etmeleri, Batı’nın İslam’a karşı olan nefret dilini, ayrıntılı ve ciddi bir şekilde ifşa ettikleri tarihi, dini ve sosyolojik güçlü tahlilleri, yaygın medya vasıtası ile kamuoylarına duyurmaları,
2. Müslüman göçmenlerin, bulundukları ülkeler için bir tehdit ve tehlike oluşturmadıklarına yönelik ezbere dayalı analizler ve savunmacı açıklamalar yerine, becerilerini güçlendirmek amacıyla, göçmen ve mültecilerle çalışan sivil toplum kuruluşları ile müşterek projeler düzenlenmeleri, sonuçlarını yaygın medya aracılığı ile geniş şekilde paylaşmaları,
3. Müslüman göçmenlerin, bulundukları ülkelerde sınırlı bir çevrede kalmayarak, farklı kökenlerden Müslüman topluluklarla olan dayanışma ve istişare mekanizmalarını derinleştirmeleri, sağlam ve sıkı kurallarla tahkim edilmiş adaletli bir din ve düzen olan İslam’ı güçlü bir şekilde savunmaları, her kökenden Müslümanlarla müşterek eğitim imkanlarını artırmaları ve geliştirmeleri, onlarla olan dostluk ve kardeşlik ittifakına maddi yatırımlarını artırmaları, varsa Müslümanların o ülkedeki suça katılım oranlarını yerli nüfusa oranlayarak, bilimsel istatistikler desteğinde, kamuoyunda belirli periyotlarla şeffaf bir şekilde paylaşmaları,
4. Batı’da meskun Müslüman entelektüellerin, ne kendilerine ne de bulundukları ülkelerdeki problemlere çözüm olmayan dinî, siyasal, bilimsel ya da yazınsal herhangi bir konuda yazılı ve sözel olarak, sert tartışma, kalem kavgası ve polemiklerden uzaklaşmaları, “nesne”si oldukları ne kadar önceden tanımlanmış ithal kavramlar ve tanımlar varsa, onları yeni baştan ele alarak “özne” haline gelmeleri, pozitif gündemleri destekleyen stratejiler oluşturmaları, söylem üstünlüğünü ele geçirmeleri, naif düşünceleri terk ile haklarını meşru zeminlerde talep etmeleri,
5. Müslüman göçmen grupların, yaşadıkları ülkelerin vatandaşları olduklarını görerek ve kavrayarak, eğitim seviyelerini, ekonomik, sosyal ve siyasal statülerini yükseltme çabalarını artırmaları, yakın çevrelerinde bulunan gençlerin ve ailelerin problemlerine odaklanmaları, bunun için oluşturulacak programlara öncülük etmeleri, ne istediğini bilen bir tutum ile metotlarını yeniden güncellemeleri,
6. Muhacir entelektüellerin, dini, dili ve kültürü “biz”den farklı olan insanlarla, evrensel kriterler çerçevesinde, müşterek çalışma programları gerçekleştirmeleri, tepkiselliğin ve reaksiyonerliğin düşünceyi zayıflattığını fark ederek, ne bulundukları ülkelerdeki ne de uzak ülkelerdeki şahıslarla ve kurumlarla uyuşmazlık ve anlaşmazlıklara düşmeden keşfetmeyi ve ilerlemeyi öğrenmeleri, sanatın, düşüncenin, kültürün ve edebiyatın, “iktidar” ve “siyaset” anlamına geldiğini fark ederek, bulundukları ülkelerde “kendi” terminolojilerini oluşturmaları,
7. Yaşadıkları dışlanmanın ve ayrımcılığın etkisinde kalan bilhassa Müslüman gençlerin, toplumsal hayatta kimliklerini gizlemelerine neden olan savunmacı ve içe kapanık tepkilerinin rehabilite edilmesine yardımcı olmaları,
8. Kronik sorun alanlarının belirlenerek, değersiz ve anlamsız teorilere, duygusal ve cılız tepkiler üretmek yerine, problemlere daha bilinçli, inşacı, dinamik ve aktif vizyona sahip ilmî faaliyetlerle cevaplar verilmesi, örneğin küresel bir bozulmanın yaşandığı çevre ve iklim değişikliği konusunda İslâmî duyarlılık oluşturulması,
9. İslam’dan ve Müslümanlardan, irrasyonel ve ontolojik bir şekilde nefret edip uzak duranların, görüş ve fikirlerinin değiştirilebileceği yanılgısına düşülmemesi, enerjilerin boşa harcanmaması,
10. Müslüman göçmenlerin, yaşadıkları ülkelerdeki sosyal ve hukuki çerçeveye ayak uydurmaları, kendilerini ve içselleştirdikleri inançlarını doğru şekilde tebliğ edebilmeleri için, o ülkenin dilini kaliteli bir şekilde öğrenip yayın yapmaları, birlikte yaşadıkları toplum ile asimile olmadan iletişimlerini güçlendirmeleri, misyonlarını ayrıntılı ve net bir şekilde belirlemeleri,
11. Müslüman göçmenlerin, komşuları ile iyi ilişkiler kurmaları, bölgelerindeki okullara İslam’ın yüksek hakikatlerini yansıtan kitaplar hediye etmeleri, yerel gazete ve yayın organları ile ilişkilerini tesis edip güçlendirmeleri, halka açık etkinlikler düzenlemeleri gerekir.
Sebepler neredeyse, çözümler de oradadır.
وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Onların dualarının sonu, ‘Bütün övgüler, âlemlerin Rabbi Allâh’a mahsustur’ demeleridir.”
(Yunus, 10/10)
اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلَاةً تُحَلُ بِهَا العَقْدُ، وَتُفُرَّجُ بِهَا الكُرَبُ، وَتُشْرَحُ بِهَا الصُّدُورُ، وَتُيسَّرُ بِهَا الأُمُورُ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ تَسْلِيمَاً كَثِيرَاً
[1] David M. Newman, Sociology: Exploring the Architecture of Everyday Life, s. 326 (12. bas.), Sage Publications, Los Angeles-2019.
[3] Sözleşmenin resmi Türkçe çevirisi için bkz.: https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem21/yil01/ss770m.htm
[4] https://www.wikiwand.com/tr/Zenofobi
[5] https://www.britannica.com/topic/Semite
[6] Muhammed Reyşehri, Mîzânü’l-Hikmet, 2/214 (Çev. K. Çelik), Kevser Yayınları, İstanbul-2020.
[7] https://www.osce.org/cio/15518
[8] https://www.lexico.com/definition/Islamophobia
[9] https://www.wikiwand.com/en/Islamophobia
[10] Gordon Conway, Islamophobia: A Challenge For Us All, s. 4, The Runnymede Trust, London-1997.
[11] Greg Noble, “Global Islamophobia: Muslims and Moral Panic in the West”, ss. 215-225, içinde, Where’s the Moral in Moral Panic? Islam, Evil and Moral Turbulence (Eds. George Morgan & Scott Poynting) Ashgate-2012.
[12] Scott A. Bonn, “The Social Construction of Iraqi Folk Devils: Post-9/11 Framing by the G.W. Bush Administration and US News Media”, ss. 83-84 içinde, Global Islamophobia: Muslims and Moral Panic in the West, ss. 83-84, (Eds. George Morgan & Scott Poynting) Ashgate-2012.
[13] Debra Merskin, The Construction of Arabs as Enemies: Post-September 11 Discourse of George W. Bush, ss. 157–175, Mass Communication & Society, 2004.
[14] Scott A. Bonn, “The Social Construction of Iraqi Folk Devils: Post-9/11 Framing by the G.W. Bush Administration and US News Media” içinde, “Global Islamophobia: Muslims and Moral Panic in the West”, ss. 90-91, (Eds. George Morgan & Scott Poynting) Ashgate-2012.
[15] Chris Allen, Islamophobia, s. 116, Ashgate Publishing Limited, Farnham-2010.
[16] Chris Allen, Islamophobia, s. 134.
[17] Chris Allen, Islamophobia, s. 139.
[18] Todd H. Green, The Fear of Islam: An Introduction to Islamophobia in the West, s. 25, Fortress Press, Minneapolis-2015.
[19] Todd H. Green, The Fear of Islam: An Introduction to Islamophobia in the West, s. 334.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.