Peygamberlerin ve Salih İnsanların Ailelerini ve Evlatlarını Eğitmeleri, Efendimiz (sas) III

Musa Kâzım GÜLÇÜR

8 Mayıs/2020

İçindekiler

Giriş 1

Hatemü’l-Enbiya ve’l-Mürselîn Efendimiz’in (sas) Nazarında Annelerin Saygınlığı 2

Fıtrat ve Din 7

Efendimiz’in (sas) Çocuklara Karşı Tutum ve Davranışı 8

Çocukların Terbiye ve Eğitimlerini Önemseme 10

Çocuklara Saygılı Davranma, Merhametli Olma ve Adaletli Davranma 11

Sonuç Yerine 12

Giriş

Dinin, aile hayatında gereken önemi görmesinin en önemli sonuçlarından birisi, ailede yer alan genç bireylerin, kendi iç benliklerinin önemli sorunlarını çözmesine yardımcı olmasıdır. Bir diğer önemli sonucu ve faydası ise toplum açısındandır. Evlatlarımız, dine ait ahlâkî normlar vesilesi ile kendi şahsiyetlerini güçlendirir ve geliştirirler. Böylece nesiller, hem kişisel, sosyal ve duygusal gelişimlerinin bir parçası olarak evrensel seviyedeki ahlâkî bakış açılarını oluşturur hem de dinler, kültürler ve ibadetler hakkındaki saygı tutumları, bilgi ve anlayışlarını zenginleştirmiş olurlar.

Dini eğitimin önemsenmesi ile nesiller, hayal güçlerini ve merak duygularını kullanarak tüm dinlere, geleneklere ve kültürlere duyarlı bir şekilde yaklaşmaya, inançlarla ilgili faaliyetlere severek dahil olmaya, dinin ve inancın birey ve toplum açısından hayati önemine vakıf olmaya başlarlar.

Evlatlarımızın yerel, ulusal ve küresel bağlamda dinleri, kültürleri ve inançları anlamaları, onların topyekun insanlık hakkında daha yüksek bir anlayış geliştirmelerine, hedonist, çatışmacı ve gerilimden beslenen zihniyet ve odaklara yanıt olarak, barışın ve ahengin tesisine gayret göstermelerine, bilhassa da din mensuplarının etkili iletişimlerini önemseyip diyalog kanallarını açık tutmalarına vesile olur. Dini terbiye, çeşitliliğe değer veren ve çok kültürlü anlayışı ve saygıyı teşvik eden bir ahlâk geliştirirken, gençlerimizin manevi, ahlâkî, sosyal ve kültürel farkındalıklarını daha bir üst seviyeye taşır.

Gençler, inanç ve kültürlerine sahip çıktıkça, kendi dini kimliklerinin veya görüşlerinin saygınlığını fark edeceklerdir. Yine bu vesile ile gençler, dinin hayata önemli bir katkıda bulunduğunu, kişiye ekstra değer sağladığını, eşitlik, iş birliği, barış, mutluluk gibi manevi unsurları öncelediğini görecek, Allâh’a imanın huzur veren atmosferini, maneviyatın saygın boyutunu daha rahat idrak edeceklerdir. Dini hayatın gelişmesi ile genç bireyler, öz farkındalık, karşılıklı saygı, açık fikirlilik, yek diğerini takdir, akranlar arası sahih iletişim, başkalarıyla müşterek çalışabilme ve problem çözme kabiliyetlerinin arttığını müşahede edeceklerdir.

Bütün bu müspet ve insani tutum ve davranışların mayalanacağı, kuvve-i imbatiyesinin Allâh’ın izni ile sağlıklı bir şekilde yeşereceği ve gelişeceği en temel birim ailedir. Aile, sosyal hayatın esası ve toplumun temelidir. Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri şöyle buyurur:

Ey insanlar! Sizi bir tek kişiden, ondan da eşini yaratan, sonra da o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının. Adını anıp Kendisini vesile ederek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlık etmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan uzak durun.  Allah sizin üzerinizde tam bir gözeticidir.” (Nisa, 4/1)

Temelinde iffet anlayışı bulunan, karşılıklı güven, sevgi ve esirgeme duygularıyla geliştirilen aile kurumunun bina edilebilmesi, yüce Allah’ın insanlığa en büyük lütuflarındandır. Rum, 30/21 âyet-i kerîmesinde ifade buyrulduğu üzere, iyi düşünen kimseler için bunda çok önemli dersler vardır.

Şimdi, bilhassa da insanlığın medâr-ı iftiharı, alemler yüzü suyu hürmetine yaratılan Efendimiz’in (sas), aile ve toplumla ilgili eğitsel yönlendirmelerine bakmaya ve anlamaya çalışacağız.

Hatemü’l-Enbiya ve’l-Mürselîn Efendimiz’in (sas) Nazarında Annelerin Saygınlığı

Cennet, annelerin ayakları altındadır.

Birrü’l-vâlideyn (ebeveyne iyilik), farz-ı ayn kabul edilmiştir. Anne-babaya iyilik düşüncesinin temelinde ise doğrudan anne yer almaktadır. Efendimiz (sas), toplumda yerleşik anneye saygı duygusunu en üst noktaya taşımış, bugün bile hayranlıkla izlediğimiz çok saygılı bir tutum ve davranışın temellerini mucizevi bir tarzda yerleştirmiştir. Annenin yüksek önemini gösteren mesela şu rivayete dikkatlice bakmaya çalışalım:

Ebu Derdâ (ra) rivayet ediyor: “Ben Resülullah’ın (sas) şöyle dediğini işitmiş bulunuyorum:

Anne, muhakkak ki cennet kapılarının tam ortasındadır.[1]

Bu hadis-i şeriften ilk anda anlaşılan husus, ahiret saadetini önemseyen bir evladın, -babaya hürmet mahfuz- mutlaka ama mutlaka annesinin rızasını temin etmesi gereğidir. Çünkü anne, bir evladın hayat sebebidir. Onu, zorluk üzerine zorluklarla taşımış, hayatını adeta evlatlarına adamış mukaddes bir varlıktır.

Birrü’l-vâlideyn farz-ı ayn olduğu için, farz-ı kifâye sayılan cihattan da üstün tutulmuş, bilhassa da anneye hizmet şart koşulmuştur. Bu durumun bir örneği şu şekildedir.

Muâviye bin Câhime es-Selemî (ra) anlatıyor:

“Ben, Resülullah’ın (sas) yanına gelerek:

— “Ya Resulallah! Allah rızasını ve ahiret mutluluğunu dileyerek seninle cihada cidden niyetlendim (cihada çıkmama müsaade et)” dedim. Resul-i Ekrem (sas) buyurdu:

— “Bağışlanasın. Annen hayatta mı?

Ben:

— “Evet” dedim. Resul-i Ekrem (sas) buyurdu:

— “Geriye dön de annene itaat/iyilik et.

Ben bu defa diğer taraftan Resul-i Ekrem’e (sas) yaklaştım ve:

— “Ya Resulallah! Ben Allah’ın rızasını ve ahiret mutluluğunu dileyerek seninle cihat etmeye cidden niyetlendim” dedim. Resul-i Ekrem (sas) sordu:

— “Bağışlanasın. Annen hayatta mı?

Ben:

— “Evet, Ya Resulallah” dedim. Resul-i Ekrem (sas) buyurdu:

— “O halde annenin yanına geri dön ve ona itaat/iyilik et.

Bu sefer de Resul-i Ekrem’in (sas) önüne geçip:

— “Ya Resulallah! Ben Allah’ın rızasını ve ahiret mutluluğunu dileyerek seninle savaşa çıkmaya gerçekten niyetlendim” dedim. Resul-i Ekrem (sas) sordu:

— “Vah sana, vah sana. Annen hayatta mı?

Ben:

— “Evet. Ya Resulallah” dedim. Resul-i Ekrem (sas) buyurdu:

— “Allah seni yarlığasın. Sen annenin dizinin dibinden ayrılma. Çünkü Cennet, annenin emrinde/hizmetinde olmandadır.[2]

Ebeveynlerden kendisine en iyi davranılması gerekenin kim olduğu sorusu da Efendimiz’in (sas) işaretleri doğrultusunda oldukça açık ve nettir.

“Ebû Hüreyre (ra) şöyle anlatır:

“Bir şahıs, Resülullah’a gelerek, “Kendisine en iyi davranmam gereken kimdir?” diye sordu. Resülullah buyurdular:

Annendir.

O sahâbî, “Ondan sonra kimdir?” diye sordu. Efendimiz buyurdular:

Annendir.

Sahâbî tekrar, “Ondan sonra kim gelir?” diye sordu. Allah Resulü yine buyurdular:

Annendir.

Sahâbî tekrar, “Sonra kim gelir?” diye sorunca Resûl-i Ekrem bu defa şöyle cevapladılar:

Babandır.[3]

Şimdi burada ele almak istediğimiz bir soru bulunmaktadır ki o da şudur: “Normalde, çocuk ağladığı zaman, o çocuğun annesine olan ihtiyacı mı, yoksa çocuk ağladığında, annenin çocuğu için duyacağı ve hissedeceği endişe ve sıkıntı mı daha önceliklidir?” İşte bu ilginç sayılabilecek soruya şimdi aktaracağımız rivayet ışık tutmaktadır.

Ebu Katâde’nin (ra) rivayetine göre Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

Ben uzatmak niyeti ile namaza dururum. Bir çocuk sesi duyunca, annesine sıkıntı vermemek için namazımı kısa keserim.[4]

Evet, burada Efendimiz (sas), annenin hissedeceği tedirginliği ve endişeyi, çocuğun hissedeceği tedirginlik ve ihtiyaçtan daha öne alıyor. Tıpkı uçakta basıncın azalması dolayısı ile nefes almanın zorlaşması anında, bebeği ile yolculuk yapan yetişkin bireyin, yukarıdan sarkan oksijen maskesini çocuktan önce kendisinin kullanmasının gerekliliği gibi. Nedeni çok açıktır. Şayet çocuğun sağlığı endişesi ile maske kullanımının önceliğini çocuğa verirseniz, bu arada siz oksijensizlikten bayılabilir, maske ile ne yapacağını bilemeyen çocuk da bayılır ve maksat hasıl olmaz.

Yukarıdaki yer alan hadîs-i şerîf, henüz anne kucağındaki çocuklarla ilgiliydi. Şimdi aktaracağımız rivayet ise, bir insanın yetişkinliğinde dahi, annesine ne şekilde saygı duyması gerektiği ile ilgilidir. Bilindiği üzere namazda huşu ve derinlikli bir şekilde Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine yöneliş oldukça önemlidir. Namaz, dış etkenlere açık tutulmaması gereken, odaklanma ve konsantrasyonun en yüksek olduğu ibadetlerden birisidir. Ancak, bu derecede nitelikli bir ibadet anında dahi, bir kimsenin annesinin çağrısı karşısından ne yapması gerektiğini gösteren önemli bir rivayet bulunmaktadır.

Talk b. Ali (ra), Efendimiz’in (sas) şöyle söylediğini rivayet etmektedir:

Akşam namazına durup Fatiha’yı bitirmiş olduğum bir sırada, anne-babama ya da ikisinden birisine kavuşmuş olsam, annem bana “Ey Muhammed” diye seslenmiş olsa, ona “buyur” diye karşılık veririm.[5]

Burada, Efendimiz’in (sas), annenin çağrısına cevap vereceğini ifade etmesini garip karşılamamak gerekir. Çünkü anne, o en cömert ilgisi ve sınırsız fedakarlığı ile evlatlarını görüp gözetmeye babalardan daha layıktır.

Tıpkı İsmail’in (as) annesi Hacer’de olduğu gibi. İsmail (as) ve annesi Hacer validemizin serencamesini, bir önceki yazımızda ayrıntılandırmaya çalışmıştık. Yine Musa’nın (as) annesinde olduğu gibi. Kur’ân-ı Kerîm, Musa’nın (as) babasından bahsetmez ama annesinin (İbrani kaynaklarda ismi Yoheved olarak geçer) üzülüp tasalanmaması ile ilgili olarak, anneye ne şekilde ilham verdiğini, onun korkusunu ve tedirginliğini nasıl yatıştırdığını şu şekilde beyan eder:

Mûsâ’nın annesine, “Onu emzir, başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu denize (Nil’e) bırak, korkma, üzülme. Çünkü biz onu sana döndüreceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız” diye ilham ettik.” (Kasas, 28/7)

Yine, İsa’nın (as) annesi Meryem validemizin endişe ve tereddütlerini nasıl giderdiği ile ilgili olarak da şöyle buyurur:

Hani melekler şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime ile müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da ahirette de itibarlı ve Allah’a çok yakın olanlardandır.” (Ali İmran, 3/45)

Ve Muhammed’in (sas) annesi Amine validemize vermiş olduğu müjdedeki gibi. “Abdullah’ın kurtarılıp develerin kurban edilmesinin hemen ardından babası Abdulmüttalip, oğlu Abdullah’ın elinden tutarak oradan ayrıldı. Kâbedeki mescidden çıkıp onu Vehb b. Abdi Menâf b. Zühre’ye götürdü. Vehb, o zamanlar soy ve şeref bakımından Zühre oğullarının efendisi idi. Abdulmüttalip, onun kızı Âmine’yi Abdullah’a nikahladı.”[6]

“Âmine, rüyasında birinin şöyle seslendiğini duydu: “Sen, bu ümmetin efendisine gebe kaldın.[7]

İşte bu şeref-i nev-i insan ve ferid-i kevn ü zaman ve bihakkın fahr-ı kâinat Efendimiz (sas) için, Kur’ân-ı Kerîm bakın ne buyurmaktadır?

Ant olsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 9/128)

Şayet bu ayet-i kerimede yer alan (مِنْ اَنْفُسِكُمْ) “kendi içinizden” kelimesi “sin” harfinin fethası ile (مِنْ اَنْفُسَكُمْ) şeklinde okunursa “sizin en kıymetliniz, en arzu edileniniz, en enfesiniz, en güzeliniz” gibi anlamlara gelir ki bu kıraat hem Efendimiz’den hem de Fâtıma validemizden rivayet edilmiştir.

Fıtrat ve Din

Necm suresi yazılıdır.

“Fıtrat” kelimesi Arapça “fa-ta-ra” fiil kökünden türemiş olup lügatlerde “yarmak” ve “ayırmak” anlamlarına gelmektedir. Aynı kökten gelen “iftar” kelimesi “orucu açmak”, “infitâr” ise “yarılmak ve açılmak”, “futûr” da “yarıklar” ve “çatlaklar” anlamındadır.

Bir şeyin herhangi bir maddeden veya ilk yaratılışta olduğu gibi yoktan icadı ve ilk çıkışına “fatara”, ortaya çıkış biçimine ve taşıdığı özellikleriyle birlikteki görünüşüne de “fıtrat” denir. Allah Teâlâ’nın insan gibi şuur sahibi varlıkları, kendisini bilip tanıyacakları ve idrak edebilecekleri bir hal ve bir kabiliyet üzere yaratmasına da “fıtrat” denilmiştir.[8]

Istılah açısından ise “fıtrat”, her insanın Allah’a inanmaya ve O’na kulluk etmeye meyilli bir hal üzere yaratılması demek olup, ulvî hakikatleri kabul ve anlama kâbiliyetidir. İnsanın bütün cevherlerinin, latifelerinin ve zahirî-bâtınî hâsselerinin (duyularının) bir yaratılış hikmeti ve her birinin kendilerine has vazifesi vardır.

Tabiat itibarıyla, insanın dünyaya gönderiliş hikmetini anlaması, ubudiyete ait sorumluluklarını kavraması ve hep hayır peşinde olması haline “fıtrat” denir. Bu itibarla, selim bir fıtrata ve tabiata sahip insan, kendini bildiği andan itibaren Hakk’ı tanımaya ihtiyaç duyar, devamlı O’nu arar ve O’na kulluk sayesinde itminana erişir.

Ebu Hüreyre (ra)’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu:

Her doğan çocuk, fıtrat üzere doğar. Sonra o çocuğu anne-babası ya Yahudileştirir ya Hıristiyanlaştırır ya da Mecusileştirir. Tıpkı bir hayvanın, sapasağlam bir hayvan doğurması gibi. Siz hiç böyle doğan bir hayvanda kesik uzuv görebiliyor musunuz?

Dinleyenler:

“Ey Allah’ın Resulü, küçükken ölenler hakkında ne dersiniz (cennetlik mi, cehennemlik mi?) diye sordular. Hz. Peygamber (sas) şu cevabı verdi:

(Yaşasalardı) nasıl bir amel işleyeceklerdi Allah daha iyi bilir.

Ebu Hüreyre (ra) bu hadisi rivayet ettikten sonra şöyle demiştir:

“İsterseniz, “O halde sen, yüzünü Allah’ın o fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerinde yaratmıştır. Allah’ın yaratışında hiçbir değişme olmaz” (Rum; 30/30) ayetini okuyun.”[9]

Hadisimiz, anne ve babanın tertemiz fıtrata sahip olan yavrularına, elbise giydirir gibi dinî kişilik kazandırdıklarına işaret etmekte ve dolayısıyla onlara sorumluluklarını hatırlatmaktadır. Dînî şekillenmede tesirleri açık ve inkâr edilemez olan ebeveynlerin, geleceğin nesillerini yoğurmada ve yetiştirmede en büyük pay sahibi olduğu böylece belirlenmiş olmaktadır.

Bu konu daha önce “Fıtrat ve Tabiat-ı Sânî Düşüncesi” adı altında incelenmeye çalışılmıştı.

Efendimiz’in (sas) Çocuklara Karşı Tutum ve Davranışı

Salât-ı Cemâliye

Efendimiz’in (sas), çocuklara karşı olan şefkat ve merhameti çağını aşan bir haldeydi. Öyle ki günümüz insanları ve daha sonrakiler de bu ebedî risalet güneşinin ışıklarından istifadelerini devam ettirebilecekler.

Efendimiz (sas), Hz. Âişe’nin (r.anhâ) müşahede ve rivayeti ile, hiçbir şeye, ne bir kadına ve ne de bir hizmetçiye asla eliyle vurmamıştır. Hiçbir canlı, söz ve fiil türünden, Resülullah’tan (sas) asla herhangi bir eziyet ve zarar görmemiştir. Resülullah (sas), hiçbir arkadaşından intikam da almamıştır.[10]

Hz. Aişe (r. anhâ) Efendimiz (sas) için, “asla kaba-saba biri değildi, çarşı ve pazarda insanlarla münakaşa etmez, kötülüğe kötülükle karşılık vermez, affeder ve hoş görülü davranırdı[11] demektedir. Kız torunu Ümame’yi omuzunda taşıyarak namaz kılar, hatta secdeye vardığında yere koyar, secdeden kalktığında da yeniden omuzuna alırdı.[12]

Hz. Aişe’ye (r. anhâ), Resülullah’ın (sas) evde bulunduğu saatlerde ne yaptığı sorulduğunda, “insanlardan bir insandı, elbisesini temizler, koyunundan süt sağar, kendi işini kendi yapardı” demiştir.[13] Yine kendisinin rivayeti ile, “Resülullah (sas) iki şey arasında muhayyer kılındığında, günah olmadığı müddetçe, muhakkak en kolay olanını tercih ederdi. Eğer günahı gerektiren bir şey olursa, Resülullah (sas), ondan halkın en uzak bulunanı olurdu.[14]

Hz. Peygamber’in (sas) Kâsım, Abdullah ve İbrahim adlarında üçü erkek, Zeyneb, Rukiye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma adlarında dördü kız olmak üzere yedi çocuğu olmuştur.

Efendimiz (sas), iyi geçim, şefkat ve merhameti hep ön planda tutmuş, karşılıklı saygı, sevgi ve tevazua dayalı bir aile modeli oluşturmuş, aile mefhumunu yücelten çok büyük bir değişim ve dönüşüm sağlamış, bu değişimi ve dönüşümü örnek ve yüksek davranışları ile sosyal seviyede de kalıcı hale getirmiştir.

Onun (sas), en temel ibadetlerden olan namaz konusunda dahi ne çocuklara ne de yetişkinlere kaba bir davranışını bilmiyoruz.

Cebrail (as), ilk vahyi getirişi sırasında, Resülullah’a (sas) abdesti ve namazı öğretmişti.[15]

Ayet-i kerimede Cenab-ı Allâh şöyle buyurmaktadır:

“Ailene namazı emret. Kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz. Biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç takva iledir.” (Tâhâ, 20/132)

Buradaki namaz emri, zorla ve nefret ettirilen bir namaz olmayıp, bilakis sevdirilerek, kolaylaştırarak, rıfk ve mülayemetle bir emirdir. Şayet aksi söz konusu olsaydı şimdi aktaracağımız rivayetin bir anlamı olmazdı.

Bir defasında sahabeden Muaz (ra), imamlık yaparken namazı uzatmış, Efendimiz (sas) bu hadiseyi duyunca, o gün olmadığı kadar öfkelenmiş, “Ey insanlar, nefret ettiriyorsunuz. Muâz! Sen fitneci mi olmak istersin?” diyerek uyarmış ve kısa sureler okumasını istemişti.[16] İnsanlara, namaz bahane edilerek rahatsızlık verilmesine kesinlikle müsaade etmemiştir.

Çocukların Terbiye ve Eğitimlerini Önemseme

Belaga’l-‘ulâ bi kemâlihî / Kemâliyle zirveye erişmişdir O
Keşefe’d-dücâ bi cemâlihî / Cemâliyle karanlıkları aydınlatmışdır O
Hasünet cemî’u hısâlihî / Bütün hasletleri güzeldir O’nun
Sallû ‘aleyhi ve âlihî / O’na ve âline salât ediniz…

(Hasan Çelebi)

“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” (Tahrîm, 66/6)

Ebû Saîd el Hudrî’den (ra) rivayete göre, şöyle demiştir: “Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:

Kimin üç kızı veya üç kız kardeşi olur veya iki kızı ve iki kız kardeşi olursa onlarla iyi geçinip onlar hakkında Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyarsa o Cennetliktir.[17]

Bu hadis-i şerifin İbn Mâce’deki şekli ise şöyledir:

İbn-i Abbâs’tan (r. anhümâ) rivayet edildiğine göre, Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:

Kim ki iki kız çocuğu erginlik çağına vardıktan sonra, yanında kaldıkları veya o kimse onların yanında kaldığı sürece, onlara iyi davranıp ihsanda bulunursa kızları o kimseyi Cennet’e dâhil ederler (o kimse kızlarına ettiği iyilik sayesinde cennetlik olur.)”[18]

Câbir b. Semure’den (ra) rivâyete göre, şöyle demiştir: Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:

Bir kimsenin çocuğuna iyi bir terbiye vererek eğitmesi, bir ölçek sadaka vermesinden daha hayırlıdır.[19]

Eyüp b. Musa’nın (ra) babasından ve dedesinden rivayete göre, Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:

Hiçbir anne ve baba çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunmamıştır.[20]

Enes bin Mâlik’ten (ra) rivayet edildiğine göre, Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:

Çocuklarınıza ikramda bulunun ve onların edebini/terbiyesini güzelleştirin.[21]

Çocuklara Saygılı Davranma, Merhametli Olma ve Adaletli Davranma

Hz. Aişe (r. anha) anlatıyor:

“Ben, Resülullah’ın (sas) kızı Fatıma kadar oturması ve kalkmasında, davranış, tutum ve vakarında Resülullah’a benzeyen başka birisini görmedim. Fatıma, Peygamberin (sas) yanına geldiğinde, Peygamber yerinden kalkıp ona doğru gider, onu öpüp kendi yerinde oturturdu. Peygamber (sas) de onun yanına geldiğinde, Fatıma yerinden kalkar, babasını öper ve kendi yerine oturturdu.”[22]

Ebu Hüreyre şöyle demiştir:

“Resülullah, Ali’nin oğlu Hasan’ı öptü. Yanında da Temim kabilesinden Akra b. Habis oturuyordu. Akra dedi ki:

“Benim on çocuğum var, onlardan hiçbirini öpmedim.”

Resülullah, ona baktı ve sonra şöyle dedi:

Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz![23]

Hz. Âişe (r. anhâ) şöyle demiştir:

“Bir Arâbi, Peygamber’e gelip dedi ki:

“Çocuklarınızı öper misiniz? Biz onları öpmeyiz.”

Peygamber (sas) şöyle buyurdu:

Allah senin kalbinden merhameti çıkarmışsa ben sana ne yapabilirim?[24]

Numan b. Beşir anlatıyor:

“Babam, malının bir kısmını bana verdi. Annem Amra binti Ravâha dedi ki: “Resülullah (sas) bu işe şahitlik yapmadan razı olmam.” Babam, bana verdiği mal için Hz. Peygamber’in şahitliğini almak üzere yanına gitti. Resülullah (sas) ona şöyle söyledi:

Her çocuğuna, Numan’a bu verdiğin mal kadarını bağışladın mı?

Babam: “Hayır” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas) Beşir’e şöyle buyurdu:

Allah’tan korkunuz, çocuklarınız arasında adaletli davranınız!

Babam, Hz. Peygamber’in yanından dönüp geldi ve verdiği hediyesini geri aldı.”[25]

Sonuç Yerine

Yazımızı klasik bir sonuç yazısı ile değil de dini hem duygu hem öğreti hem de faaliyet olarak gören, her insanı bağımsız kimliğe sahip “ben” olarak kabul eden, dinamik ve organik bir felsefe anlayışına sahip Hindistanlı Müslüman düşünür ve şair Muhammed İkbal’in (1877-1938) “Esrar ve Rumuz” adlı eserinde, alemlere rahmet olan Resülullah’a (sas) halini arz ettiği dizelerle sonlandıracağız.

“Ey zuhuru ile hayata gençlik getiren (Efendim), senin tecellin hayat rüyasının tabiridir.

Yeryüzü, senin bargâhına[26] saha olduğu için kıymet kazanmıştır.

Asuman, senin bargâhının damını öpebildiği için ulvidir.

Altı cihet, senin didarının nuru ile aydınlanmıştır.

Bu kâinatın mertebesi, senin varlığınla yüksektir.

Senin fakrın, bu kâinatın sermayesidir.

Cihanda hayat mumunu yaktın, köleleri efendilik mertebesine yükselttin.

Sensiz, bu su ve çamur âleminin kalıpları, hiçbir şeye malik olmadıklarından dolayı utanç içinde idiler.

Senin nefesin, çamurdan ateş vücuda getirince, toprak yığınlarını Âdem halinde hayata kattı.

Zerre, ay ve güneşin yakasına yapıştı.

Yani kendi kudretinin ne derecelerde olduğunu idrak etti.

Ben, seni gördüm. Babamdan ve annemden daha çok sevdim.

Aşk, bende bir ateş alevlendirmiştir.

Benim canımı yaktığı için, Allah ona uzun ömür versin…

Eğer benim gönlüm, cevhersiz bir ayna ise, sözlerimde Kur’an’ın ahkâmından başka bir şey gizlenmişse,

Ey nuru ile asırların, dünyaların sabahını aydınlatan, kalpte olan şeyleri sen elbette görürsün.

Düşüncemin, şeref ve namus perdesini parça parça et, bu bahçeyi benim dikenimden kurtar.

Göğsümdeki hayat pılı pırtısını toplayıp denk yap, İslâm milletini benim şerrimden koru.

Benim değersiz ve semeresiz tarlamı yeşertme, bana nisan yağmurundan bir katre dahi verme.

Eğer, Kur’an’daki sır incilerini delmişsem, Müslümanlara hak söz söylemişsem,

İhsanı ile insan olmayanları insan eden, bu sözlerimin ecri olarak bana duan kâfidir.

Aziz ve Celil Allaha yalvar, benim aşkım bütün amellerimde tahakkuk etsin.

Sen mahzun canlara devlet ihsan edicisin, din ilminden nasip vericisin.

Bana amel hususunda daha fazla sebat ihsan et, benim nisan damlamı inci haline getir.”[27]


[1] Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 5/198 (22069).

[2] Nesâî, Cihâd, 6 (3104); İbn Mace, Cihad, 12 (2781).

[3] Buhârî, Edeb, 2 (5971); Müslim, Birr, 1 (2548).

[4] Buhârî, Ezân, 65 (707).

[5] Beyhakî (v. 458/1066), Şuabu’l-Îman, 10/284 (7497); Şîrûye b. Şehredâr ed-Deylemî (v. 509/1115), Kitâbü’l-Firdevs bi-Mesûri’l-Hiṭâb, 3/345-346 (5043), Dârü’l-Kütübi’l-İlmî, Beyrut-1406/1986; Suyutî (v. 911/1505), el-Hâvî li’l-Fetâvî, 2/233, Dârü’l-Kütübi’l-İlmî, Beyrut-1983.

[6] İbn-i Hişâm, es-Sîra, 1/156; Ebü’l-Feth Fethuddîn Muhammed b. Muhammed b. Muhammed el-Ya’merî İbn Seyyidünnâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Meğâzî ve’ş-Şemâil ve’s-Siyer, 1/77, (Nşr. Muhammed el-Îd el-Hatrâvî- Muhyiddin Mestû), Medine-Dımaşk-1413/1992.

[7] İbn-i Hişâm, es-Sîra, 1/158; Ebü’l-Feth, Uyûnü’l-Eser, 1/78.

[8] İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, Beyrut, 5/55.

[9] Buhari, Cenâiz, 79 (1359); Müslim, Kader, 6 (2658); Muvatta, Cenâiz, 16 (1012); Tirmizi, Kader, 5 (2138).

[10] Müslim, Fedâil, 20 (2328); Buhari, Menâkıb, 23 (3560).

[11] Tirmizi, Birr, 69 (2016); Buhari, Edeb, 38 (6029, 6031).

[12] Buhari, Salât, 106 (516).

[13] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/256 (26724).

[14] Müslim, Fedâil, 20 (2327)

[15] İbn Hişam, Sira, 1/244; Hamidullah, İslam Peygamberi, l/74.

[16] Buhârî, Ezân, 60 (701), 63 (704); Müslim, Salât, 178.

[17] Tirmizî, Birr, 13 (1916)

[18] İbn Mâce, Edeb, 3 (3670).

[19] Tirmizi, Birr ve Sıla, 33 (1951); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/96 (21206).

[20] Tirmizi, Birr ve Sıla, 33 (1952); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/412 (15478).

[21] İbn Mace, Edeb, 3 (3671).

[22] Tirmizî, Menâkıb: 61 (3872); Nesâî, Es-Sünenü’l-Kübra, C. 7, s. 393, (8310, 8311), Beyrut-2001; Buhari, Edebu’l-Müfred, C. 2, s. 519 (947), Mektebetu’l-Maarif, Riyad-1998.

[23] Buhârî, Edeb, 18 (5997); Müslim, Fedâil, 65 (2318); Ebû Dâvud, Edeb, 159 (5218); Tirmizî, Birr, 12 (1911).

[24] Buhârî, Edeb, 18 (5998); Müslim, Fedâil, 64 (2317).

[25] Müslim, Hibât, 13; Buhârî, Hibe, 12 (2586).

[26] Bargâh: İçine izinle girilen yer, otağ, yüksek divan.

[27] Muhammed İkbal (1877-1938), Esrar ve Rumuz, Rumuz-u Bîhodî (Benlikten Geçmenin Remizleri), trc. A. Nihat Tarlan, Yenilik Basımevi, İstanbul-1958, ss. 58-59.

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.