Musa Kazım GÜLÇÜR
13 Kasım/2019
İçindekiler
İlim Ahlâkı ile İlgili Bazı Ayet-i Kerîmeler 2
İlim Hususunda Efendimiz’in (sas) Yönlendirmeleri 6
Giriş
İlim ahlâkının anlamı, önemi ve işlevi hem Kur’ân-ı Kerîm’de hem de hadîs-i şerîflerde oldukça ayrıntılı bir şekilde yer almıştır. Şimdi öncelikle “ilim” kelimesinin anlamı üzerinde duracak, daha sonra da bu konudaki nasları mevzu çerçevesinde kalarak anlamaya çalışacağız.
Seyyid eş-Şerîf el-Cürcanî (v. 816/1413), “ilim” kelimesinin şu anlamlara geldiğini belirtir:
“Bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, vakaya mutabık kesin inanç (itikat), bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu gibi bilmek. Bilgisizliğin (cahillik, cehalet) zıddı, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması, tümellerin ve tikellerin kavranmasını sağlayan köklü bir vasıf, insan benliğinin bir şeyin anlamına ulaşması, akıllı varlıklarla akledilebilen eşya arasındaki özel bağlantı.”[1]
Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî de (v. 597/1201) Kur’an’da yer alan ilim kelimesinin; “bilme, görme, bildirme, kitap, Kur’an, resul, anlama, akıl etme, ayırt etme, ayırma ve üstün olma” gibi on bir kadar anlamda kullanıldığını kaydeder.[2]
“İlim” kelimesi, Allah’ın zatına nispet edilen sübutî sıfatlar içinde yer alır ve bunların en kapsamlısını oluşturur. “İlim” kelimesi, Kur’an-ı Kerim’in yaklaşık 380 kadar ayetinde isim, muhtelif fiil şekilleri ve sıfatlar (ilim, alîm, allâm, a’lem) halinde Allah’a nispet edilmiştir. İlim sıfatının Kur’an örgüsünde oldukça önemli bir yer tuttuğunu söyleyebiliriz.
Kur’an-ı Kerim’de ilim kökünden türeyen kelimeler (âlim, alîm, allâm, allâme, malum, malumat, muallem, irfan, marifet, fıkh, tefakkuh, tezekkür, tedebbür, hibre, şuur, itkan, vb.) yaklaşık 750 yerde geçmektedir. Bu sayı, ilme ve ilmî faaliyetlere Kur’an-ı Kerîm’in ne kadar önem verdiğini açıkça ortaya koymaktadır.
İlim ve alime, Efendimiz (sas)’in hadis-i şeriflerinde de yüksek bir önem verilmiş, hemen hemen bütün hadis kitaplarımızda konu ile ilgili olarak, Efendimiz (sas)’in lâl ü güher beyanları “Kitabu’l-İlim” başlıkları altında oldukça ince ve tafsilatlı bir şekilde işlenmiştir.
İlim Ahlâkı ile İlgili Bazı Ayet-i Kerîmeler
İlim adabı ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurur:
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اِذَا قٖيلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِى الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْ وَاِذَا قٖيلَ انْشُزُوا فَانْشُزُوا يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذٖينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَالَّذٖينَ اُوتُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبٖيرٌ
“Ey iman edenler! Size, ‘Meclislerde yer açın’ denildiği zaman açın ki, Allah da size genişlik versin. Size, ‘Kalkın’, denildiği zaman da kalkın ki, Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Mücadele, 58/11)
Âyet-i kerîme’nin pek çok anlam tabakalarından ilk görüneni Allahu a’lem şu olabilir:
Bulunduğunuz meclislerde darlık yapmayın, etrafınızdakilere sıkıntı vermeyin, genişleyin. ‘Açılın, yer verin’ denildiği zaman, ne suretle olursa olsun yer açın genişletin ki Allah da size genişlik versin. ‘Kalkın’ yahut ‘yukarı geçin’ denildiğinde de hemen kalkıverin ki Allah içinizden iman edenleri ve bu emirlere temiz yürekle iman eden müminleri yükseltsin. Emre, iman ile boyun eğmelerinin mükâfatı olarak dünyada başarı ve güzel unvan, ahirette cennet köşklerinde makam ve üstünlük versin. Kendilerine ilim verilmiş olan zatları da derecelerle yükseltsin bilhassa ilim ile uğraşıp gereğince amel eden âlimleri de derecelerle daha yüksek makamlara geçirsin. Bu âyet-i kerîme, ilmin fazileti ve âlimlerin üstünlüğü hakkındaki açık delillerdendir.
Allah Teâlâ Peygamberimize şöyle emrediyor:
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰى اِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُلْ رَبِّ زِدْنٖى عِلْمًا
“Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahiy edilmesi tamamlanmadan önce Kur’an’ı okumakta acele etme. ‘Rabbim! İlmimi arttır’ de.” (Tâhâ, 20/114.)
Peygamberimiz (sas) de bu emre uyarak şöyle dua etmiştir:
اللَّهُمَّ انْفَعْنِي بِمَا عَلَّمْتَنِي وَعَلِّمْنِي مَا يَنْفَعُنِي وَزِدْنِي عِلْمًا وَالْحَمْدُ لِلَّهِ عَلَى كُلِّ حَالٍ وَأَعُوذُ بِاللَّهِ مِنْ عَذَابِ النَّارِ
“Allah’ım, bana öğrettiğin ilimden beni yararlandır, yararlı olacak ilmi bana öğret. İlmimi artır. Her hal üzere Allah’a hamd olsun. Ateş azabından Allâh’a sığınırım.”[3]
Peygamberimiz, Allah’ın kendisine verdiği ilimden yararlandırmasını istiyor. Başka bir duasında da kendisine faydalı olmayan ilimden Allah’a sığınıyor.
İnsan niçin ilim öğrenir? İlim sahiplerinin diğer insanlara göre derecelerinin bu kadar üstün olmasının sebebi nedir? Bu soruların cevabını Kur’an-ı Kerim şu şekilde vermektedir:
(اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰؤُا اِنَّ اللّٰهَ عَزٖيزٌ غَفُورٌ)
“Allah’a karşı ancak; kulları içinden bilgin olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Fatır, 35/28)
Bunun bir sebebi âlimlerin, kendilerine lütfedilen bilgi sebebi ile Allah Teâlâ’yı daha iyi tanımaları ve O’nun peygamberleri aracılığı ile insanlara gönderdiği mesajları daha iyi anlamalarıdır denilebilir.
Okuma ve Araştırma

İlim öğrenmenin faaliyetinin temelinde “okuma” ve “araştırma” saikleri bulunmaktadır. Efendimiz’in (sas), peygamberliğinin ve vahyin başlangıcında “oku” emri ile karşılaşması, çok temel bu motivasyona işaret etmiş olmaktadır. Şimdi vahyin ilk inen beş ayet-i kerimesini tekrar hatırlamış olalım:
اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذٖى خَلَقَ خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍ اِقْرَاْ وَرَبُّكَ الْاَكْرَمُ اَلَّذٖى عَلَّمَ بِالْقَلَمِ عَلَّمَ الْاِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ
1 – “Yaratan Rabbinin adı ile oku,
2 – İnsanı yapışkan bir hücreden yaratan.
3 – Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
4 – Kalemle yazmayı öğretendir.
5 – İnsana bilmediklerini öğretendir.” (Alak, 96/1–5)
İlk âyet-i kerimede yer alan “Rabbinin adı ile oku” emri, yaratılış süreci ve mucizesinin, Allâh’a iman şuuru ve bilinci ile anlaşılması gereğini ihtar etmektedir. Bunun için de yaratılmışlar içerisindeki en şerefli varlığın, yani insanın yaratılışına dikkatler çekilmekte, bu yaratılıştaki mucizevi keyfiyet üzerinde zihni etütler ve tıbbi araştırmaların yapılması istenmektedir. Sonra ikinci bir “oku” emrini “kalem”, “öğretme/talim” ve “bilme/ilim” kelimeleri takip etmektedir. Sanki ayet-i kerimeler bilimin ana alanları olan sayısal ve sözel sahalara atıfta bulunmaktadır. Sayısal akıl yürütme, genellikle tablo, grafik ve veri şeklindeki çeşitli bilgileri analiz edebilme ve yorumlama yeteneğini gösterir. Sözel muhakeme ise, sizin potansiyelinizi ve geçmiş tecrübelerinizden edindiğiniz öğrenme yeteneğini ifade eder.
İlmin İnsanı Yüceltmesi
Hakir bir başlangıçtan sonra insana ilim vererek onu mahlûkatın en yüksek seviyesine çıkarması, Allah’ın en büyük lütfudur. Sadece ilim değil, kalem kullanmayı da öğreterek, sahip olduğu ilmi büyük çapta yaymasını, bu yolla ilerlemesini ve sonraki nesiller için muhafaza etmesini de sağlamıştır. Eğer Allah, ilham yoluyla insana kalem ve kitap bilgisi vermeseydi, o zaman insanın ilmi yetenekleri yayılamaz, gelecek nesillere ulaşamazdı. Dolayısıyla ilerleme imkânsız hale gelirdi.
Allah’ın ihsanı sayesinde insanda ilim hâsıl olmuştur. Allah’ın lütfuyla insana her merhalede ilim verilmiş, ilim kapıları birbiri ardına açılmıştır. İnsanın ilmi gelişme zannettiği, aslında kendisinde ilim yokken, Allah’ın istediği zamanda ona hissettirmeden ilim vermesidir. Dolayısıyla her ilim sahibine yakışan tutum, ilmin kaynağını bilmesi, verilen bilgiye karşı Allah’a övgüde bulunarak O’na yönelmesi, bilgiyi de ilmi bağışlayıp veren Allah’ı hoşnut edecek biçimde kullanmasıdır. Böyle bir ilim anlayışı, Allah’ın bağışı ve lütfu olarak sahibini Allah’a yakınlaştıracak, Allah’ı unutturmayacaktır.
İnsanın kalbini Rabbinden uzaklaştıran ilim temel hedefinden uzaklaşmış olur. Sahibine ve insanlara bir fayda sağlayamaz. Onları mutlu edemez. Kötülükten, korkudan, bunalımdan ve yıkımdan başka bir ürün veremez. Zira böyle bir bilgi, kaynağından inhiraf etmiş, yönünü şaşırmış ve Allah’a giden yoldan uzaklaşmıştır. Öyleyse, kendilerine ilim verilen kimseler, bu hak ve yetkilerin doğru veya yanlış kullanılmasından dolayı, ilmin gerçek sahibi ve maliki Allah huzurunda hesaba çekileceklerini bir an bile unutmamalıdırlar.
Bilgi bir fazilet sebebidir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
يُؤْتِى الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَاءُ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثٖيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّا اُولُوا الْاَلْبَابِ
“Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.” (Bakara, 2/269)
Ayetteki “hikmet”, yararlı olan bilgi demektir. İnsanlığa yararlı olan bilgi, ona sahip olan için elbette bir üstünlük vesilesidir. Allah Teâlâ bilenlerle bilmeyenlerin aynı olmayacağını bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:
قُلْ هَلْ يَسْتَوِى الَّذٖينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُولُوا الْاَلْبَابِ
“De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” (Zümer, 39/9)
Bu ayet-i kerimede, ilmin “akıl edebilme” yeteneği ile kullanılması gereğine işaret edilmiştir. Zira bilimin, akıllarını tam olarak kullanmayanların elinde yıkıcı bir güce dönüşebilme ihtimali bulunmaktadır.
İlim Hususunda Efendimiz’in (sas) Yönlendirmeleri
Ayet-i kerimelerden sonra, Efendimiz (sas)’in ilim adabı ile ilgili aydınlatıcı beyanlarına bakmaya çalışalım.
Peygamberimiz (sas) her vesile ile ilmin üstünlüğüne dikkat çekmiştir. Bir defasında Ebu Zer (ra)’a hitaben şöyle buyurmuştur:
“Ey Ebu Zer, sabahleyin evinden çıkıp Kur’an’dan bir âyet öğrenmen, senin için yüz rekât nafile namaz kılmaktan daha hayırlıdır. Yine sabahleyin evinden çıkıp kendisiyle amel edilsin veya edilmesin ilimden bir bölüm öğrenmen, senin için bin rekât nafile namazdan daha hayırlıdır.”[4]
Bir başka hadîs-i şerifinde Resülullah (sas) şöyle buyurmaktadır:
“Allah kimin için hayır murat ederse onu dinde anlayışlı kılar.”[5]
Bilginin, zorlayıcı bir sebep olmadıkça gizlenmesi, insanlardan saklanması da hoş görülmemiştir. Bu husustaki uyarı oldukça açıktır. Resülullah (sas) buyurdular ki:
“Kim, bir ilimden sorulur, o da bunu gizleyip söylemezse (kıyamet günü) ateşten bir gem ile gemlenir.”[6]
İnsanların kendisi ile doğruyu bulabilecekleri, hidayete erebilecekleri dini bilginin, büyük zenginliklerle dahi kıyas edilemeyeceğini Efendimiz (sas) şu şekilde beyan buyurmaktadır:
“Allâh’a yemin olsun, senin vesilenle bir tek kişiye hidayet verilmesi, kıymetli develerden müteşekkil sürülerden daha hayırlıdır.”[7]
O dönemde devesi olan insan zengin sayılıyordu. Deve sürüsü sahibi ise parmakla gösterilecek kadar azdı. İşte Efendimiz (sas) böyle bir kıyas ile, İlâhî hidayetin ve bu hidayete bilgi planındaki vesileliğin önemine parmak basmaktadır
Yezid İbnu Seleme (ra), Efendimiz’den (sas) şöyle bir talepte bulunuyor:
“Ey Allah’ın Resulü! Ben senden pek çok hadis işittim. Ancak sonradan işittiklerimin, önceki işittiklerimi unutturmasından korkuyorum. Bana bu öğrendiklerimin hepsinin yerini tutacak bir cümle söyle!”
Efendimiz (sas) buyurdu ki:
“Bildiklerinde Allah’a karşı müttaki (dürüst) ol (bu sana yeter)!”[8]
Büyük sahabi İbnu Abbas (ra), ilim adabı ile ilgili oldukça önemli bir davranış şeklini bize şöyle anlatıyor:
“İnsanlara haftada bir kere hitap et. Buna uymazsan iki kere olsun. Daha çok yapmak istersen üç olsun. Sakın halkı şu Kur’an’dan usandırma! Halk kendi meselelerini konuşurken, senin onlara gelip, sözlerini keserek, bir şeyler anlatıp onları bıktırdığını görmeyeyim. Onlar konuşurken sus ve dinle. Onlar sana gelip “Konuş!” diye talepte bulunurlarsa konuşursun. Duadan da cümlelerinin bölümleri kafiyeli olan nesir türünü bırak, böyle duadan sakın! Çünkü ben Resülullah’tan (sas) ve sahabelerinden kafiyeli dua ile meşgul olmadıklarını bilmekteyim. Onlar kafiyeli sözlerden çekinirlerdi.”[9]
Bilhassa ahlâkî veya dini bilginin aktarılmasında “anlaşılırlık” önemli bir özelliktir. Bazı insanlar kapalı, ne demek istendiği pek anlaşılamayan bir tarz ve tutum ile kendilerini derin bilgi sahibiymiş gibi göstermeye çalışabilirler. Bu tutum ve davranış bizatihi yanlış olduğu gibi, insanların anlayış seviyelerine uygun şekilde konuşmaya da zıt bir durumdur. Hz. Ali (ra): “İnsanlara anlayacakları şeyleri anlatın. Allah ve Resulünün tekzip edilmelerini ister misiniz?”[10] diyerek, özellikle de dini bilgilerdeki aktarımın üslup açısından anlaşılırlığı ve sadeliğinin gereğine dikkat çekmiştir.
İlim Hedefli Olma
Yaşayışına düzgün bir yön vermek ve başkalarına Allâh’ın rızasını gözeterek öğretmek için ilim tahsil eden kimse Allah yolundadır ve Allah’ın hoşnut olduğu bir işle meşgul demektir.
Kesir İbn Kays (ra) anlatıyor:
“Ben Dımaşk (Şam) Camii’nde Ebû’d-Derdâ’nın yanında oturuyordum. Bir adam geldi ve:
— “Ey Ebû’d-Derdâ, Peygamberimizden rivayet ettiğini duyduğum bir hadis-i şerif için Peygamberimizin şehri olan Medine-i Münevvere’den geldim” dedi. Ebû’d-Derdâ, adamın esas geliş amacının bu olup olmadığını öğrenmek için ona:
— “Şam’a ticaret için gelmiş olabilir misin?” diye sordu. Adam:
— “Hayır, öyle bir iş için gelmiş değilim” dedi. Ebû’d-Derdâ:
— “Hadis öğrenmekten başka bir iş için gelmedin, öyle mi?” diye sordu. Adam:
— “Hayır, rivayet ettiğini duyduğum hadisi senden dinlemekten başka bir iş için gelmedim” dedi. Adamın gerçekten de Allâh rızasını gözettiğini anladıktan sonradır ki Ebû’d-Derdâ şöyle söyledi:
— “Ben Allah’ın Peygamberinden işittim şöyle buyurmuştu:
“Her kim bir yola girer ve o yolda amacı ilim olursa, Allah onun için cennete giden bir yolu kolaylaştırır. Melekler ilim öğrenenlere, yaptıklarından hoşlandıkları için kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde olanlar, hatta sudaki balıklar, ilim öğrenen kimseye Allah’tan yardım ve bağış dilerler. İlim sahibinin âbide (ibadet edene) üstünlüğü, ayın diğer yıldızlardan üstünlüğü gibidir. Âlimler, peygamberlerin varisleridir. Peygamberler, miras olarak ne dinar ne de dirhem bıraktılar. Sadece ilim miras bıraktılar. Şu hâlde o ilmi alan büyük paye almış demektir.”[11]
Bu hadis-i şeriften şu hususları öğrenmekteyiz:
a) İlim öğrenmek için harcanan çaba, Allah yolunda harcanmış bir çabadır ve insanı cennete götürür. İlim yolu, cennet yoludur ve ne güzel bir yoldur. Bu yola giren kimseye melekler yardımcı olur. Yalnız melekler değil, yerde ve göktekiler de bu ilim talibine dua eder, Allah’ın onu bağışlamasını isterler.
b) Âlim ile âbidin farkı, ay ile yıldızlar arasındaki fark gibidir. Çünkü bilgin bir insan, bilgisi ile çevresini aydınlatır. Sadece içinde yaşadığı topluma değil bütün insanlara ışık tutar ve yol gösterir. Abid ise, her ne kadar yaptığı ibadetler övülmeye değer ise de onun bu ibadetinin başkalarına doğrudan bir yararı olmaz. Onun ibadeti ancak kendisine yarar sağlar. İlmi tercih eden ise, öğrendiği bilgi ile hem kendisine hem de çevresine faydalı olur.
c) Âlimlerin, peygamberlerin varisleri olduğu da müjdelenmektedir. Peygamberler (ase), miras olarak ilimden başka bir şey bırakmamışlardır. Âlimler de ilim öğrenme yolunu seçmekle, peygamberlerin varisleri olmak gibi yüksek bir şerefi kazanmış olmaktadırlar.
Peygamberimizin arkadaşlarından Ebu Hüreyre (ra), hemen hemen peygamberimizden hiç ayrılmayan bir sahabi idi. O, peygamberimizle bulunduğu sürece ilim öğrenmiş, peygamberimizin sözlerine dikkat ederek onları ezberlemişti. Bir gün Medine’de sokakta dolaşan halka şöyle seslendi:
— “Peygamberimizin mirası bölüşülüyor, siz ise burada vakit geçiriyorsunuz, gidip o mirastan payınızı alsanız ya!?” Halk:
— “Nerede bölüşülüyor?” diye sordu. Ebu Hüreyre (ra):
— “Mescidde bölüşülüyor” diye cevap verdi. Halk koşarak mescide gitti. Ancak az sonra geri döndüler. Ebu Hüreyre (ra) onların geri geldiklerini görünce sordu:
— “Ne oldu?” Onlar da:
— “Biz mescide gittik, ama söylediğiniz gibi orada taksim edilen herhangi bir şey görmedik” dediler. Ebu Hüreyre tekrar sordu:
— “Siz mescidde hiç kimseyi görmediniz mi?” Onlar:
— “Evet, bazı kimseler gördük, ama bir kısmı namaz kılıyor, bir kısmı Kur’an okuyor, bir kısmı da helâl ve haram gibi konuları kendi aralarında müzakere ediyorlardı” dediler. Bunun üzerine Ebu Hüreyre (ra):
— “Yazıklar olsun size, işte o, peygamberin (sas) paylaşılmakta olan mirasıydı” dedi.[12]
İlim Öğrenmeye Teşvik
Peygamberimiz (sas), iki şeyin gıpta edilmeye değer olduğunu bildiriyor. Bunlardan biri, Allah’ın kendisine mal verip de o malı Allah yolunda harcamaya muvaffak kıldığı kimse. Diğeri de kendisine hikmet (ilim) verip de o ilim gereğince amel eden ve başkasına da o ilmi öğretmesini nasip ettiği kimse.[13] Demek ki insan, öğrendiği ilmin gereğini yapacak ve aynı zamanda onu başkalarına da öğretecektir. Böyle yapan kimseye gıpta edilmesinde bir mahzurun olmayacağı anlaşılmaktadır.
Okuma yazma, bilgi edinme, edindiği bilgiden yararlanma ve başkalarını da yararlandırma hakkında Peygamberimiz (sas) şöyle buyuruyor:
“İlim öğrenmek her Müslümana farzdır.”[14]
Görülüyor ki, dinimiz okumaya ve bilgi sahibi olmaya büyük
önem vermiştir.
Peygamberimizin (sas) şu sözü de bunu teyit etmektedir:
“Hikmet ve ilim müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır.”[15]
Feyzu’l-Kadir’de şöyle bir hadisi şerif de vardır:
“İlim Çin’de (Çin gibi uzak bir yerde) de olsa alınız. Çünkü ilmi talep etmek her Müslümana farzdır.”[16]
Sonuç
Bugünkü teknolojinin, ilmin ürünü olduğunda şüphe yoktur. Dinimizin ilim tahsil etmeye neden bu kadar önem verdiği, günümüzde ilim, fen ve teknoloji sahalarındaki süratli gelişmeye bakıldığında daha iyi anlaşılmaktadır. İlmin somut her çeşit ürünlerinden yararlanırken, ilimle meşgul olmama düşünülebilir mi? Bizler dinimizin emir ve tavsiyelerine kulak vererek, gençlerimizin iyi yetişmelerine özen göstermeli, bir takım zararlı akımlara kapılmalarını mutlaka önlemeliyiz. Onlara mal bırakmak yerine, malımızı, onların bilgi sahibi olmaları için harcamalıyız. Hz. Ali (ra)’ye izafe edilen bir söz şöyledir:
“İlim maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen koruyacaksın, hâlbuki ilim seni korur. İlim hâkim, mal mahkûmdur. Mal harcamakla azalır, ilim harcamakla çoğalır.”[17]
Efendimiz (sas) buyuruyor:
“Ya öğreten ya öğrenen ya dinleyen ya da ilmi seven ol. Fakat beşincisi olma (yani bu dört kişinin dışında kalma) helâk olursun.”[18]
Buraya kadar aktardıklarımıza ilave olarak, ilim adabı ile ilgili özellikle genç öğrenci kardeşlerimizi ilgilendirebilecek şu inceliklere de temas etmiş olalım:
Öğrenmenin katiyen anne-baba zoruyla olduğu düşünülmemeli.
Başarısızlık ilk anda gözü korkutmamalı.
Derse hazırlıklı ve istekli girilmeli.
Öğretmen can kulağıyla dinlenmeli.
Anlaşılmayan konular mutlaka tekrar sorulmalı.
Başarılı öğrencilerle başarının sırlarına ilişkin istişareler edilmeli.
Her zaman düzenli ve programlı olunmalı.
Ders çalışmak için rahat edilebilecek yer seçimi önemsenmeli.
Devamlı en iyi olmaya çalışılmalı.
Dersi tam anlamadan diğer konulara geçilmemeli.
Öğrenilenler pratik itibarı ile uygulanabilir düzeyde ise uygulanmalı.
Öğrenmekten soğutacak, bilgi düşmanı yapacak kişilerle ilişki kesilmeli.
Öğretenlere karşı saygılı ve mütevazı olunmalı.
[1] Cürcanî, Tarifat, s. 161, Mektebetu Lübnan, Beyrut-1985.
[2] El-Cevzî, Nüzhetü’l-A’yun, s. 451-453, Müessesetü’r-Risale, Beyrut-1984.
[3] İbn Mâce, Dua, 2 (Hadis no: 3833); Tirmizi, Daavât, 129 (Hadis no: 3599).
[4] İbn Mâce, Mukaddime, 16 (Hadis no: 219).
[5] Buhari, İlim, 13 (Hadis no: 71); İtisam, 10 (Hadis no: 7312); Müslim, İmaret, 33 (Hadis no: 1038); Tirmizi, İlim, 1 (Hadis no: 2645).
[6] Ebu Davud, İlim, 9 (Hadis no: 3658); Tirmizi, İlim, 3 (Hadis no: 2649).
[7] Ebu Davud, İlim, 10 (Hadis no: 3661); Buhari, Fedâilu Ashabi’n-Nebi, 9 (Hadis no: 3701); Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 4 (Hadis no: 2406).
[8] Tirmizi, İlim, 19 (Hadis no: 2683).
[9] Buhari, Daavat, 20 (Hadis no: 6337).
[10] Buhari, İlim, 49.
[11] Ebu Davud, İlim, 1 (Hadis no: 3641); Tirmizî, İlim, 19 (Hadis no: 2682); İbn Mâce, Mukaddime, 17 (Hadis no: 223).
[12] Mecmau’z-Zevâîd ve Menbeu’l-Fevâîd, C.1, s. 123-124 (Hadis no: 505); Taberani, Evsat, C. 2, s. 114-115 (Hadis no: 1429).
[13] Buhârî, İlim, 15 (Hadis no: 73).
[14] İbn Mâce, Mukaddime, 17 (Hadis no: 224).
[15] Tirmizî, İlim, 19 (Hadis no: 2687).
[16] Feyzu’l-Kadir, c. 1, s. 542 (Hadis no: 1110).
[17] İmam Gazali, İhyau Ulûmi’d-Din, C. 1, s. 7.
[18] Darimi, 26 (Hadis no: 252); Heysemi, Mecmau’z-Zevâîd ve Menbau’l-Fevâid, C. 1, s. 122 (Hadis no: 495); İbnu Ebi Şeybe, Musannef, C. 8, s. 729 (Hadis no: 26523).
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.