Agresifliğin Kökenleri

Musa Kâzım GÜLÇÜR



11 / Şubat / 2024


İçindekiler

Giriş

Agresifliğin Kökenlerine İnmek

Agresifliğin Kaynakları

Engellenme

Sonuç


أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيطَانِ الرَّجِيمِ

(2/30 ، سورة البقرة)

(68/12 ، سورة القلم)

(96/6 ، سورة العلق)

“(Melekler): ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapacak ve kan dökecek (agresif/saldırgan) kimseleri mi yaratacaksın?dediler. (Yüce Allâh): ‘Muhakkak ki Ben, sizlerin bilemediklerinizi bilirim buyurdu.

(Bakara Suresi, 2/30)

(İtaat etme) Her hayra engel olana, agresife, günahkâra..

(Kalem Suresi, 68/12)

Gerçek şu ki, muhakkak insan süregiden şekilde agresiftir.

(Alak Suresi, 96/6)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ ، والعاقبة للمتقين، اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلَاةً تُحَلُ بِهَا العَقْدُ وَتُفُرَّجُ بِهَا الكُرَبُ وَتُشْرَحُ بِهَا الصُّدُورُ، وَتُيسَّرُ بِهَا الأُمُورُ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ تَسْلِيمَاً كَثِيرَاً

(رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي يَفْقَهُوا قَوْلِي)

(20/25 ، سُورَةُ طه)

Ezelden ebede kadar, bütün olmuş ve olacak hamd ve senalar, tam ve kemaliyle, âlemlerin yegâne Yaratıcısı, yöneteni ve kemale erdiricisi Yüce Allâh’ındır. Hüsn-ü âkıbet de müttakîler içindir. Allâhım, Efendimiz Muhammed’e, ailesine ve ashabına, kendisi ile düğümlerin çözüleceği, sıkıntıların yok olacağı, gönüllerin ferahlanacağı, dünyevî ve uhrevî işlerin kolaylaşacağı salâtlar ve selamlar ederiz.

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin yüksek izni ve inayeti ile, bu yazımızda agresifliği tanımlamaya, agresifliği doğuran sebepleri tahlile ve bireylerdeki agresifliğin ne şekilde sönümlendirebileceğine yönelik çözüm önerilerine sathî bir şekilde odaklanmaya çalışacağız.

Genel olarak söylersek agresiflik/saldırganlık, fiziksel ya da psikolojik acı vermeyi amaçlayan davranışlardır. Agresiflik, kasıtlı olarak zarar ya da acı vermeye yönelik davranışlar sergilemek demektir. Bu davranışlar, fiziksel ya da sözlü olabilir, amacına ulaşabilir ya da ulaşamayabilir, ancak yine de agresifliktir.

Psikologlar, insanlarda “düşmanca” ve “araçsal” agresiflik/saldırganlık olmak üzere iki tür saldırganlık tanımlamaktadırlar. Dolayısı ile düşmanca ya da araçsal saldırganlık arasında bir ayrım yapmak doğru olacaktır.

Düşmanca saldırganlık, bireylerin ya da grupların, diğer bireylere ya da gruplara karşı duydukları düşmanlık, hoşgörüsüzlük ve zarar verme niyeti içeren saldırgan davranışları ifade eder. Düşmanca saldırganlık, öfke duygularından kaynaklanan, acı vermeyi ya da yaralamayı amaçlayan tutumlardır. Düşmanca saldırganlık, daha çok kızgınlıktan kaynaklanmakta ve incitme amacı taşımaktadır. Kişisel düşmanlıklar, öfke, nefret ve saldırganlık içeren sözlü ya da fiziksel saldırılar düşmanca saldırganlık örnekleri olabilir.

Araçsal saldırganlık ise, bir amaç ya da hedefe ulaşmak için yapılan saldırgan davranışları ifade eder. Araçsal saldırganlıkta, karşıdakinin canı acımış olsa da, amaç daha çok belirlenen hedefe ulaşmaktır. Dolayısı ile araçsal saldırganlık, başka bir hedefe ulaşma aracı olarak karşıdakini incitmeyi amaçlamaktadır. Bu tür saldırganlıklar, genellikle bir konuyu çözmek ya da baskı uygulamak amacıyla kullanılır. Bir futbol oyuncusunun, topu kapmak için rakibini çekmesi ya da çelme ile durdurması gibi.

Saldırganlığın, araçsal bir nedene dönüşmesi, “katarsis kuramı” olarak adlandırılmaktadır. Katarsis, duygusal bir boşalım veya temizlenme durumu olarak tanımlanabilir. Katarsis kuramı, özellikle negatif duyguların, cansız objeler üzerine zararsız bir şekilde icrası sureti ile, insanlardaki saldırganlığın ve öfkenin azaltılabileceği fikrine odaklanmaktadır. Bu kuram, daha sağlam bir işleyişe ulaşmak için, engellenme kaynaklı “buharın salıverilmesine” ihtiyaç bulunduğunu, kişilerin zararsız saldırgan davranışlar ile, stres duygusundan kurtulduklarını öne sürmektedir. Yine katarsis hipotezine göre, şiddet içerikli oyunlar izleme de insanlardaki bastırılmış düşmanlıkları serbest bırakmaktadır.

Ancak bu hipotez, elde edilen sonuçlarla uyuşmamaktadır. İki yüz civarında mahkum ile yapılan bir ankette, on kişiden dokuzu suç programları izleyerek, suça dair yeni püf noktaları öğrendiklerini kabul etmişlerdir. On kişiden dördü ise televizyon programlarındaki belirli suçları işlemeye kalktıklarını söylemişlerdir.

Her iki tür saldırganlık türü de farklı motivasyonlara ve bağlamlara sahiptir.

İnsanlarda ve hayvanlarda saldırgan davranışlar, beyinde amigdala olarak adlandırılan merkezi bölge ile ilişkilidir. Amigdala uyarıldığında, uysal organizmalar şiddet haline bürünmektedir. Benzer şekilde, bu bölgedeki nöron etkinliği engellendiğinde, saldırganlaşan organizmalar uysallaşmaktadır. Ancak, bu nörolojik mekanizmalar esnek türler ve sosyal etmenlerin durumuna göre, beklenilen etkilerin aksi yönde tepkiler de üretebilmektedirler.

İnsan vücudunda, belirli kimyasalların salgılanması ile saldırganlığın azaldığı bilinmektedir. Örneğin serotonin yalnızca orta beyinde ortaya çıkar ve itkisel saldırganlık üzerinde ketleyici bir etkiye sahiptir. Hayvanlarda bu serotonin akışı engellendiğinde, genellikle saldırgan davranışlar belirmektedir. Araştırmacılar, insanlarda serotonin üretiminin azalmasının, şiddet içerikli suça yönelik davranışlara sebep olduğunu bulmuşlardır. Ayrıca normal insanlarda yürütülen laboratuvar deneylerinde, serotonin üretiminin önü kesildiğinde saldırgan davranışların arttığı görülmüştür. Serotonin azlığı saldırganlığa sebep olduğu gibi, erkeklerde testosteronun çok fazla salgılanmasının da aynı sonucu doğurduğu tespiti yapılmıştır.

Agresiflik/saldırganlık konusunda dikkatimizi çeken hususlar nelerdir? Saldırganlık, ülkeler arası savaşlar mıdır? Terör saldırıları mıdır? Bireysel şiddet midir? Yoksa nezaket dışı sözler de saldırganlık olarak değerlendirilebilir mi?

Bu saydıklarımızın tamamı, insanların günlük hayatlarında yaşanan vakalardır. Ayrıca, değişen derecelerde saldırganlık edimleridir. Çoğu insan, çeşitli zamanlarda değişik türde saldırganlıklara tanık olmaktadır. Gazeteler, dergiler, televizyonlar ve internet siteleri, saldırganlarla ilgili sayısız haberler geçmektedir. Modern dünya, daha fazla şiddete sahne olan bir yer haline gelmektedir. Evlerde çocuklara yönelik şiddet, gençlerin şiddet içerikli dijital mecralarda dolaşmaları, bazı ülkelerde silah edinmenin çok kolay olması, hatta küresel sıcaklığın artması gibi faktörler, saldırganlığı artıran unsurlar olarak düşünülmektedir.

Son yarım asırda, bireysel şiddet içeren saldırıların toplumlar ölçeğinde arttığına dair istatistikler mevcuttur. Saldırganlıklara doğrudan maruz kalmasalar da, toplumsal düzeydeki şiddet artışının bireyler üzerinde dolaylı ve sinsi etkileri söz konusudur. Bazı kuramcılara göre saldırganlık, insan yaşamının her yanına nüfuz etmiştir ve onun tümleyici bir parçasıdır. Bu teoriye göre saldırganlık, yaşamların kaçınılmaz bir görünümü ve temel bir güdüdür. Daha başka bazı kuramcılara göre ise, şiddet ve saldırganlığı denetleme ve engelleme yeterliliğimiz bulunmaktadır. Ancak bu kuramcılara göre de saldırganlık, insan yaşamının bir parçası olmaya devam edecektir.

Sosyal psikologlar; 1. Saldırganlık, genetik olarak kodlanmıştır, doğuştandır ve içgüdüseldir, 2. Biyolojik kökenlere sahip bir saldırganlık güdüsü vardır, 3. Saldırganlık, heyecanların transfer edilmesidir, 4. Saldırganlık davranışı öğrenilen bir edimdir gibi dört büyük fikre odaklanmışlardır.

1. Birinci görüşü benimseyen psikologlara göre, saldırganlık, doğuştan bir davranış eğilimi, bir içgüdü, genetik olarak kodlanmış bir tepkiler örüntüsüdür. Bu görüşe göre, bireylerin saldırganlık eğilimleri genetik faktörlerden kaynaklanır ve doğuştan gelir. Dolayısı ile insanlardaki saldırgan enerji içgüdüsel, öğrenilmemiş ve evrenseldir. Bu görüşün öncülerinden Sigmund Freud’a (ö. 1939) göre insan saldırganlığı, Eros’a (hayat istenci) karşı Thanatos’tan (ölüm dürtüsü) kaynaklanmaktadır. Eros, bireyin hayatta kalma arzusu, sevgi ve ilişkiler ile ilişkilidir. Eros, bireyin kendini koruma ve türünün devamını sağlama içgüdüsünü temsil etmektedir.

Thanatos ise, yok olma, yıkım ve agresiflikle ilişkilidir. Bu dürtü, bireyin kendisini ve diğerlerini zarara uğratma eğilimidir. Başlangıçta öz yıkıma yönelik olan bu duygu, geliştikçe, dışarıya ve başkalarına yönelir. Freud’a göre, insan psikolojisi bu iki temel içgüdü arasında bir denge içerisindedir. Eros, toplumsal bağlar kurmaya, ilişkiler geliştirmeye ve hayatta kalmaya yönlendirirken, Thanatos, agresyon, yok etme ve saldırganlık eğilimine katkıda bulunur. Bu içgüdüler arasındaki denge, bireyin davranışlarını ve psikolojik durumunu etkiler. Freud’un Thanatos düşüncesi, kısmen Birinci Dünya Savaşı’nın büyük ölçekli yıkımına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Yeni Freudyenler de saldırganlığı, doğuştan gelen bir süreç olarak tanımlamaktadırlar.

Ancak, saldırganlığın bir içgüdü olduğu fikri, insan iç güdüsünden kaynaklandığı varsayılan davranışların listesi altı bine yaklaşınca çökmüştür. Ayrıca içgüdü kuramı, saldırganlığın kişiden kişiye ve kültürden kültüre farklılık göstermesini açıklamakta da başarısız olmuştur.

2. Evrimsel sosyal psikoloji ise, saldırganlık için içgüdü ve genetik bir temel varsayım ile yetinmemekte, tüm sosyal davranışların biyolojik temelli olduğuna yönelik iddialı bir yaklaşım öne sürmektedir. Evrimsel sosyal psikoloji, sosyal psikoloji ile evrimsel biyoloji alanlarını birleştiren bir disiplindir. Bu görüş, saldırganlığın biyolojik sistemlerdeki işleyişten kaynaklandığını savunmaktadır. Yani, beyin kimyası, nörotransmitterlerin dengesi, sinir sistemi yapıları ve hormonal düzenlemeler gibi biyolojik süreçler saldırganlık davranışını etkileyebilmektedir. Düşük serotonin seviyesinin saldırganlıkla ilişkilendirilmesi bu görüşü desteklemektedir. Bu bakış açısı, Nörobiyolojiye (sinir sisteminde yer alan hücrelerin, fonksiyonel devreler inşa edişini, bilgileri işleyişini ve davranışları yönlendiren organizasyonlarını araştıran bilim dalı) ve beyin araştırmalarına dayanmaktadır. Bu yaklaşım, insan saldırganlıklarının, biyolojik ve evrimsel süreçlerle ne şekilde ve nasıl bağlantılı olduğunu anlamaya çalışmaktadır.

Evrimsel sosyal psikoloji, çevresel koşullar içinde biyolojik ve genetik farklılıkları avantajlı olanların sosyal davranışlarının, “doğal seçilim” süreçleri tarafından şekillenmiş olduğunu öne sürmektedir. Bu kuram, insan saldırganlıklarının biyolojik ve evrimsel bir avantaj yani “adaptasyon” amacıyla geliştiği, insanların saldırganlıklarının sosyal gruplar içinde taklide, işbirliğine ve avantaj sağlamaya yönelik şekilde evrimleştiği gibi temel prensipler üzerine odaklanmaktadır.

Bu prensipler, evrimsel sosyal psikolojinin genel çerçevesini oluşturur. Ancak, bu alandaki araştırmalar devam etmekte olup, bilim insanları arasında görüş ayrılıkları da bulunmaktadır. Evrimsel sosyal psikoloji, sosyal davranışların evrimsel kökenlerini anlama ve insanların sosyal dünyada nasıl saldırganlık geliştirdiklerini açıklama çabası içindedir.

Saldırganlığa ilişkin biyolojik ve genetik açıklamalar, şiddetin insan doğasının bir parçası olduğu yollu popüler varsayımı sürdürdükleri için hayli caziptir. Ancak yine de sosyal bilimciler, bütünüyle evrimsel süreçlere dayandırılan saldırganlık açıklamasının yeterliliğine şüphe ile bakmaktadırlar. Evrimsel sosyal psikoloji, saldırganlığın sıklığına ve sürdürülmesine ilişkin doyurucu bir açıklama getirememiştir.

3. Heyecan transfer modeline göre saldırganlık, başka bir kaynak tarafından uyarılma ya da heyecanlanma neticesinde, kişinin bu uyarılma durumunu, saldırgan bir tepki vermenin uygun olduğu biçiminde yorumlamasıdır. Uyarılmanın yüksek olduğu durumlarda, insanlar normalden daha saldırgan tepkiler gösterebilmektedirler. Örneğin, stres altında araç kullanan birisinin, diğer sürücülere daha saldırgan davranması gibi. Ya da futbol maçında aşırı heyecan düzeyinin, taraftar grupları arasında şiddete yol açması gibi.

Saldırganlık, karmaşık bir davranış olduğu için, onu beyindeki tek bir nokta kontrol etmemektedir. Bir kişinin mizacı, ne kadar hararetli ve tepkisel olduğu, belli bir ölçüye kadar sempatik sinir sisteminin tepkiselliğine bağlıdır. Bir kişinin bebeklikte gözlenen mizacı, genellikle aynı şekilde devam eder. Dolayısıyla ne kötü genler ne de kötü çevre, tek başına ileriki zamanlarda gösterilen saldırganlığı ve anti sosyal davranışları önceden hazırlayamaz.

4. Bütün sosyal psikologlar, saldırganlığın zorunlu olarak doğuştan ve içgüdüsel olduğunu kabul etmeseler de, saldırganlığın doğuştan ya da öğrenilmiş olabilecek sosyal olayların ve koşulların su yüzüne çıkardığı, öğrenilmiş genel bir dürtü olduğunu düşünenler bulunmaktadır. Bu tür yaklaşımlar biyolojik bir öge içerdiği için bunlara “biyososyal kuramlar” denilmektedir.

Sosyal öğrenme kuramına göre saldırganlık, yalnızca sonuçlar deneyimlenerek değil, ama aynı zamanda saldırgan daha başkaları gözlenerek de öğrenilebilir. Saldırgan yetişkin modeline maruz kalmayan çocuklar, nadiren saldırgan oyunlar veya konuşmalar sergilemişlerdir. Engellenmeleri durumunda dahi sakince oynamaya devam etmişlerdir. Ancak, saldırgan yetişkini gözlemleyen çocuklar ise, tokmağı alıp bobo oyuncağına saldırmaya daha fazla eğilim göstermişlerdir.

Dolayısıyla, saldırgan davranış gösteren çocukların, onlara fiziksel cezalar veren, bağırma, tokat atma ve dövme gibi metotlarla disiplin altına almaya çalışan ebeveynlere sahip olma olasılıkları yüksektir. Diğer taraftan, orta çocukluk döneminde ebeveynleri birbirlerinden ayrılan ya da bilhassa babaların eksik olduğu ailelerin çocuklarında da problemli saldırganlık davranışlarının gelişmesi riski artmaktadır.

Saldırganlık olarak düşünülen davranışları fiziksel parametreler ile açıklamak istersek, itme, dürtme, vurma ve benzeri terimlerle karşılaşırız. Şayet sözel parametreler ile açıklamak istersek, tehditkar konuşmalar ve sözel aşağılamalar gibi hususları da bu unsurlara ilave etmemiz gerekir. Saldırganlık olarak düşünülen davranışlar bir dereceye kadar, algılayıcının sosyal ve kültürel özellikleri tarafından belirlenmektedir.

Etoloji (çoğu kez tek bir davranış kalıbının örneğin saldırganlığın, değişik hayvan gruplarında nasıl ortaya çıktığını araştıran bilim dalı) uzmanı Konrad Zacharias Lorenz (ö. 1989), On Aggression (Agresiflik Üzerine) adlı kitabında, insan saldırganlığının içgüdüsel temellerini, hayvan davranışları ile kıyaslayarak açıklamaya çalışmıştır. Ona göre insan türünün kavga içgüdüsü, hayvan türlerine göre daha belirsizdir. Bunun nedeni, büyük ölçüde insanın keskin dişler ya da pençeler gibi gelişmiş organlardan yoksun oluşudur.

Ancak, Lorenz’in bu teorisi tartışmalıdır ve sadece biyolojik faktörleri vurgulaması nedeniyle de eleştirilmiştir. Sosyal bilimlerde, saldırganlığın sadece biyolojik açıklamalarla değil, kültürel, sosyal ve psikolojik faktörlerle de anlaşılması gerektiği görüşü hakimdir. Lorenz’in çalışmaları, insanlardaki biyolojik ve evrimsel açıdan saldırganlık konusuna kısmî katkılar sağlamış olsa da, bu tez hala eleştiriye açıktır.

Yukarıdaki faktörlerin tamamı itibarı ile düşünüldüğünde, insanlardaki saldırganlık özelliklerinin ya da süre giden savaş hallerinin, insan doğasında genetik bir şekilde kodlandığını, savaşlara ve saldırganlıklara içgüdülerin, biyolojik etmenlerin, heyecan transferlerinin ya da öğrenilmiş davranışların sebep olduğunu söylemek, insan mizacı ve tabiatı göz önüne alındığında çok da yanlış görünmemektedir. Saldırganlığı önlemek için bu faktörlerin tümünü göz önünde bulunduran kapsamlı bir yaklaşım gereklidir.

Şimdi, biraz daha derine inmeye ve saldırganlığın diğer kaynaklarını görmeye çalışacağız.

İnsanlar hangi koşullar altında saldırganlaşırlar? Yaygın medyadaki şiddet sahneleri saldırganlığı tetiklemekte midir? Yoksa söz konusu izleyiciler, saldırgan eylemlere temsili bir şekilde katılırlarken (bilgisayar programları ve benzeri), onlardaki saldırganlık enerjisi sönümlenmekte midir? Sürekli şiddet içerikli film ve benzeri izleme, insanları duyarsızlaştırır mı? Kişilerde nasıl davranacakları yönünde negatif şemalar oluşturur mu? Bireyleri saldırgan düşüncelere hazırlar mı?

Çoğu zaman duyulan acılar, şiddetine bağlı bir şekilde insanlarda saldırganlığa sebep olabilmektedir. Acılar, insanlardaki saldırganlığı artırabilmektedir. Boşa çıkmış bir beklenti, kişisel bir aşağılanma, hissedilen fiziksel bir acı ya da herhangi itici bir olay duygusal patlamaları fitilleyebilmektedir. Depresif bir halde olmanın verdiği ıstırap bile, düşmanca ve saldırgan davranışlar olasılığını artırmaktadır.

Sıkça elde edilen bir bulgu şöyledir: Çocukların izledikleri şeyler ne kadar çok şiddet içeriyorsa, çocuklar da o kadar saldırgan olmaktadırlar. Ayrıca bu saldırgan davranışlar, çoğunlukla dedikodu, bir kimsenin arkasından konuşma ve sosyal dışlama gibi sinsi ve dolaylı saldırganlığa kadar uzayabilmektedir. Yapılan araştırmalar, şiddet içerikli filmler izleyen üniversite öğrencilerinin, şiddet içermeyen filmler izleyen üniversite öğrencilerine nazaran, öfkelendirildiklerinde daha saldırgan davrandıklarını göstermektedir. Yapılan diğer araştırmalar da şiddet izlemenin saldırganlığı artırdığını doğrulamıştır.

Bu bulgular “inkar edilemez sonuçlardır” ve “şiddet izlemenin şiddeti artırdığını” göstermektedir. Medya şiddetine maruz kalmak, hem anlık hem de uzun süreli bağlamlarda saldırganlıkta anlamlı artışlara neden olmaktadır. Medyada şiddet içerikli film, video ve benzeri izlemenin, saldırganlığı tetiklemesindeki temel unsurlar, uyarılma, ketlemenin etkisiz hale gelmesi ve taklit duygusunun egemen olmasıdır.

Ancak burada, güzel haberler de bulunmaktadır. Eğer medya taklidi tetikliyorsa, o zaman olumlu davranış modelleri gösteren yayınlar da sosyal anlamda yarar sağlıyor olmalıdır. Anti sosyal davranışlar öğrenilebiliyorsa, toplumsal dayanışma ve müspet davranışlar da öğrenilebilir. Müspet ya da menfi davranışları öğrenme, edimsel pekiştirme ilkesine dayanmaktadır. Bu prensibe göre, bir kimsenin saldırgan davranışlar geliştirmesi ya da geliştirmemesi, ödüllendirilme ya da cezalandırılma ile de doğrudan ilgilidir.

Bazen saldırganlık, kendisini kuşaklar boyu taklit yolu ile tekrarlayan bir davranış örüntüsüne, hatta yaşam biçimine dönüşebilir. Böyle bir durum, saldırgan bireylerdeki değişimin imkansız olduğu anlamına alınmamalıdır. Çünkü, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, şayet saldırganlık öğrenilebilen bir davranış ise, bireylerdeki negatif özellikler de dönüştürülebilir ve iyileştirilebilir.

Saldırgan davranma eğilimi, şayet yaşamın ilk dönemlerinde gelişmişse, ilerleyen zamanlarda sabit bir davranış örüntüsü haline gelmesi ihtimali fazlalaşır. Şiddet suçlularının yeniden şiddete bulaşmalarının bir sebebi de budur. Bu tür şiddet suçlularında, genelde düşük öz saygı, engellenmeye gösterilen düşük tolerans gibi kimi ortak özellikler bulunmaktadır.

Aksiyon filmleri izleme sonucunda, gerçek yaşam çatışmaları ile karşılaşan gençler, tehdidi sindirme ya da ortadan kaldırma gibi şemalar edinmiş olabilirler. Yeni bulgular, şiddet içerikli yayınlar izlemenin, saldırganlıkla ilintili düşünce ağları oluşturduğuna dikkat çekmektedir. Eğer, sağlıkla ilgili bilgisayar modellemeleri sağlık davranışlarını, uçuş simülatörü gibi oyunlar pilotluk becerilerini öğretebiliyorsa, şiddet içeren ve cinayet görüntüleriyle dolu bilgisayar oyunlarının ne öğretmesini beklemeliyiz?

Şiddet içeren bilgisayar oyunları, şiddet içermeyen oyunlara kıyasla, saldırganca düşünüşü, saldırgan hisleri ve davranışları artırmaktadır. Bu tür oyunları oynayanların, kalp atış hızları ve kan basınçları yükselmektedir. Bu durum, doğasında sadece düşmanlık olanlar için mi geçerlidir? Hayır. Kişilik ve mizaç kontrol altında olduğunda dahi, bilgisayar oyunlarındaki şiddete maruz kalmak saldırgan davranışları artırmaktadır. Şiddet içerikli filmler ve bilgisayar oyunları, kişilerdeki olumlu sosyal davranışları azaltmaktadır. Söz konusu medya içeriklerinde şiddet ne kadar çoksa, etkisi de o derece büyük olmaktadır.

Boylamsal bir çalışmada, araştırmacılar yedi yüzün üzerinde ailenin davranışlarını on yedi yıldan uzun bir süre izlemişlerdir. Ulaşılan bulgular etkileyicidir. Ergenlik ve genç yetişkinlik döneminde televizyon izlemeye ayrılan zaman ile, daha sonra başkalarına karşı sergilenen şiddet içerikli eylemler arasında önemli bağlantılar bulunmuştur. Yine çeşitli çalışmalarda, televizyonda şiddet içerikli programlar izlemenin, insanların gerçek hayatta saldırganlıklara verdikleri tepkilerde hissizleşmelere yol açtığı görülmüştür. Benzer şekilde araştırmacılar, şiddet içerikli bilgisayar oyunları oynayanların, başkalarının gereksinimlerine karşı daha fazla kayıtsız kalma eğilimi sergilediklerini ortaya koymuşlardır.

Saldırganlıktaki kaynaklardan birisi de grup etkisidir. Gruplar, saldırgan tepkileri bir ölçüde sorumluluk dağıtarak ve sosyal bulaştırma ile, bireylerdeki saldırgan eğilimleri büyütebilmektedirler. Grup kimliği geliştikçe, üyelerdeki gruba uyma baskıları ve kimlik yitimi artmaktadır. Üyeler, genellikle tatmin edici bir dayanışma ve birlik olma hissi yaşamak için kendilerini gruba adadıkça, öz kimlikleri zayıflamakta ve silikleşmektedir. Grup tarafından beslenen uyarılma, ketlemenin kalkması ve kutuplaşma, söz konusu kişilerde saldırganlığı alenî hale getirebilmektedir.

Ketlenmeme” terimi, kişileri anti sosyal ya da gayri ahlâkî davranmaktan alıkoyan manevi güçlerin, herhangi bir şekilde devre dışı kalmasını ifade eder. Bu haldeki bir saldırgan, çoğu zaman kişisellik yitimi, fark gözetme yoksunluğu ve başka insanları dehümanize/gayr-ı insanîleştirme durumları yaşar. Örneğin, grupta yer alan kişi, saldırgan bir davranışın doğru olup olmadığını öğrenmek istediğinde, grup üyelerinin neler yaptığına ya da o konuda neler söylediğine bakar. Dolayısı ile, gruptaki saygın kişiler ya da grubun kendisi, belirlenmiş hedeflere saldırganlığı tasdik ediyorsa, bu durum grup üyelerinde de saldırılan bireyleri dehümanize etme sorununu meydana getirir.

Saldırganlığın bir sebebi de rahatsız edilmedir. Trafik ışığının kırmızıdan yeşile dönmesini bekleyen bir araba sürücüsünün, daha yeşil yanmadan habire korna çalmaya başlayan arkadaki arabanın sürücüsüne olan tepkisini düşünün. Saldırganlık döngüsünü tırmandırabilecek diğer bir etmen ise, öç alma ya da misillemede bulunma güdüsüdür. Öç alma beklentisinin, olumsuz düşünceleri bilinçte tutması ölçüsünde, kızgınlık ve daha fazla saldırganlık meydana gelmektedir.

Saldırganlığa başka bir sebep ise, kızgınlık kaynağına dönüşen engellenme halidir. Birisi, bir edimde bulunmak istediğinde, bunu yapmasının önüne geçilirse engellenmiş olur. “Engellenme-saldırganlık” hipotezi, saldırganlığı engellenme ön koşuluna bağlamaktadır. Engellenmişlik, bizi bir amaca ulaşmaktan alıkoyan her şeydir. Engellenmişlik, amaca ulaşma güdümüz çok güçlü olduğunda, doyum beklediğimizde ve önümüz tamamıyla kesildiğinde daha da büyür. Ancak her engellenme, saldırganlıkla sonuçlanmaz.

Engellenme sonunda oluşan saldırganlık dürtüsü, bazen yön değiştirebilir. Herhangi bir konuda kendisini engellenmiş ya da kızdırılmış hisseden kimseler, gördüğü küçük kabahatleri büyütebilir ve söz konusu durumları “haklıyım-haksızsın” şeklinde, sonuç alınamayan, bıktırıcı ve sürüp giden bir kayıkçı kavgasına dönüştürebilir. Engellenmişlik hissi, özellikle bireyler kendilerini başkaları ile karşılaştırıldıklarında çoğu kez şiddetlenir. Günümüzde, karşılaştırmaya dayalı engellenmişlik hissinin olası bir kaynağı da televizyon programlarında ve reklamlarında resmedilen bolluk durumlarıdır.

İlk İslâm filozofu ve Meşşâî okulunun kurucusu Yakub b. İshak el-Kindî (v. 252/866), ruhun cismânî bedenden ayrı bir cevher olduğunu, kızgınlık kaynağına dönüşen agresifliğin, insanı yanlış işler yapmaya zorlayabildiğini, ancak ruhun bu zorlamalara karşı atının gemini çekerek durduran süvari gibi, cismânî bedeni yanlışlıklar yapmaktan geri çevirdiğini belirtir. Kindî, ruh ile ilgili risalesinde, İslâm felsefesi üzerinde önemli etkileri olan İlkçağ Yunan filozofu Eflatun’un (m.ö. 427-347), agresif insan davranışlarını çeşitli hayvan türleri ile özdeşleştirmesine katılır ve şu hususlara dikkat çeker:

İşte, insanın yanlışlarının önüne geçen bu ruh, Allâh azze ve celle’nin nurundan bir ışıktır. Eflatun da insandaki şehveti domuza, agresifliği köpeğe, aklı da meleğe benzetmiş ve şöyle demiştir: ‘Kendisinde şehvet hali galip gelen, bütün işi gücü bu olan kimsenin durumu domuz gibidir. Kendisinde agresiflik galip gelen de köpek gibidir. Kendisinde ruhsal aklın galip geldiği ve bütün işi gücü tefekkür, doğruyu yanlıştan ayırt etme, ilimde derinleşme ve eşyanın gerçeğini öğrenme olan kişi de faziletli ve Yüce Allâh’a benzeyen bir kişi haline gelir. Çünkü; (faziletli kişide görülen) hikmet, kudret, adalet, hayır, güzellik ve hak Yüce Allâh’a ait işlerdendir. İnsan, gücü nispetinde nefsini bu yönde terbiye edebilir ve halîm (yumuşak huylu), âdil, cömert, hakkı ve güzel olanı seçebilen ve bu hali ile de sanki Cenâb-ı Allâh’ın kuvvet ve kudreti dahilindeki bir kısma girmiş gibi olur.1

“İnsan agresifliğini/saldırganlığını azaltmanın yolları var mıdır?” sorusunu, “eğer saldırganlık öğrenilmiş ise, o zaman kontrolü için de umut vardır” şeklinde cevaplamaktayız. Çözüm için uygulanabilecek hususlardan birisi, kişilerin aklına negatif, yanlış ve problemli düşüncelerin girmesinin engellenmesidir. Müspet davranışların ödüllendirilmesi, saldırganlığa ket vuracaktır. Saldırgan davranışlara karşı ceza tehdidi ise, güçlü, anında ve kesin olduğunda, arzu edilen davranışlar için verilecek ödüllerle birleştirildiğinde, ayrıca alıcı kızgın ya da öfkeli değilse faydalı olabilecektir. Diğer taraftan cezanın etkisinin sınırlı olduğunu bilmek de önemlidir.

Daha ortaya çıkmadan önce saldırganlığa engel olma önemli sonuçlar üretebilecektir. Bireylere, “saldırgan olmayan çatışma çözüm stratejileri, duyguları kontrol etme becerileri ve sorun çözme teknikleri” öğretilmelidir. Ebeveynler, kendilerini eğiterek, duyarlılığı ve yardımlaşmayı modelleyebilirler. Ayrıca bireyler, öfkelerini kontrol etmek için eğitilerek ve ahlâkî muhakeme düzeylerini yükselterek saldırganlık eğilimlerinden uzaklaştırılabilirler.

Sosyal öğrenme kuramı, saldırganlığı kışkırtan faktörlere karşı mücadele ederek saldırganlığı kontrol altına almayı önermektedir. İtici uyaranları azaltarak, negatif kodlamaların önüne geçerek, müspet davranışları ödüllendirerek, rol modeller göstererek ve saldırganlığı sönümlendiren tepkilere müsaade ederek, olumlu istendik davranışların gelişmesi için çaba gösterilebilir.

İnsan, görünürdeki saldırganlık özelliğine rağmen, daha büyük ve geniş kapsamlı bir şekilde iyilikler üretebilme kabiliyeti ile de donatılmıştır. Sürekli gelişmeyi, kesintisiz ilerlemeyi, yapıcı sonuçlara ulaşmayı önemseme ve ısrarlı müspet girişimler, pozitif sonuçlar üretecektir. Aralıksız şekilde bilinmeyene ulaşma azmini diri tutma, dünyayı iyi yönde değiştirme ve daha güzel düzeylere çıkarma çabası, insan eli ile gerçekleştirilebilecek iyilikler ve dönüşümlerdir.

Saldırgan davranışlar, daha sonraki saldırganlık eğilimlerini artırabilmektedir. Dolayısı ile, sözlü ya da fiilî saldırganlıkları, daha başka saldırgan davranışlar izleyebilmektedir. İnsanoğlu için saldırganlığın tek nedeni, kişinin hissettiği gerilim değildir. Negatif düşüncelerin de saldırganlıkların artmasında önemli bir rolü olduğu görülmektedir.

Hemen her kültürde ve her sosyoekonomik grupta, erkekler bayanlara göre daha saldırgandırlar. Çocuklar büyüdükçe erkekler kavgaya yönelirken, kızlar ise toplumsal dışlama gibi dolaylı saldırganlık özellikleri göstermektedirler. İnsanlar doğrudan tahrik edildiklerinde, bu tahrik ılımlı bile olsa saldırganlaşmaktadırlar. Tahrik, kolaylıkla fiziksel şiddete dönüşebilmektedir. Kimi zaman görülen kavgalar bu türdendir. Bu durum, bir karşılıklılık ilkesinin devrede olduğunu gösterir.

Sosyal psikologlar, insan saldırganlığı ve kaynakları ile ilgili olarak çeşitli teoriler ve bu teorilerle ilgili alt dallar üretmişlerdir. Bazı sosyal psikologlar ise, genellikle teorileri bir araya getirerek, saldırganlıklarla ilgili senteze dayalı çok yönlü bir anlayış geliştirmeye çalışmışlardır.

Ancak her birey farklıdır ve saldırganlıkla ilgili faktörler karmaşık bir biçimde etkileşim içindedir. Çünkü insan davranışları çok katmanlıdır ve birçok faktör tarafından etkilenebilmektedir. Evrimsel faktörler, genetik miras, çevresel etkiler, kültürel etkileşimler ve bireysel deneyimlerin hepsi bir araya gelmekte, saldırganlıklar ile ilgili kompleks davranış yelpazeleri ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, evrimsel biyoloji, psikanalitik çalışmalar, sosyal öğrenme ve sosyal bilişsel teoriler, davranışsal eğilimleri anlamada bir perspektif sağlasa da, tüm insan davranışları tek bir faktöre indirgenememektedir.

Savaşlar ve soykırımlar gibi şiddet örnekleri ise bambaşka bir sorundur. Büyük boyuttaki saldırganlıklar ve savaşlar, trajik bir şekilde insan yaşamının bir parçası olmuştur. Soykırımlar ve katliamlar, savaşlara nazaran şiddetin en ölümcül biçimleridir. 20’nci yüzyılda devletler arası ya da iç savaşlarda yaklaşık 36 milyon insan ölmüş, buna karşılık soykırımlarda ve katliamlarda ise ölen insan sayısı 119 milyon olmuştur.

Her ne kadar tamamen saldırgan olmayan bir dünya mümkün olmasa da, bireylerin ve toplumların daha barışçıl, adil ve işbirliği odaklı olmalarını teşvik etmek, dünya genelinde daha iyi bir yaşam kalitesi ve refah üretebilecektir. Bunun için, bireylerin ve toplumların sürekli olarak bu yönde çaba göstermeleri önemlidir.

Ayrıca, bireylerdeki ve toplumlardaki saldırganlık düzeyini indirgemek, saldırgan davranışları yönetmek de mümkündür. Empati, eğitim, iletişim becerileri ve stres yönetimi gibi faktörler üzerindeki çalışmaları artırmak, bireylerin ve toplumların daha hoşgörülü, anlayışlı ve uyumlu hale gelmelerine katkı sağlayabilir. Keza, çocuklara sağlıklı sosyal becerilerin öğretilmesi ve aileler için psikolojik destek sağlayan ortamların oluşturulması, bireylerdeki saldırganlık eğilimlerini sönümlendirebilir.

Yüce Allâh, doğrusunu en iyi bilendir.

(Ey Rabbimiz) Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Hiç şüphesiz, en iyi bilen Sensin, tam hüküm ve hikmet sahibisin.

(Bakara, 2/32)

  1. Resâilu’l-Kindî el-Felsefiyye (Tahkik: Muhammed Abdülhâdî Ebû Rîde), ss. 274-275, Dâru’l-Fikri’l-Arabî, Mısır-1950. ↩︎

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir. 

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.