Ebeveyn ve Eğitimci Tutumlarının Çocukların Kişilikleri ve Bireysel Gelişimleri Üzerindeki Önemi ve Etkileri



31 Ocak 2025 Cuma


İçindekiler

Abstract: The Importance and Effects of Parent and Educator Attitudes on Children’s Personalities and Individual Development

Önsöz

Giriş

A. Konunun Önemi

1. Ruhen, Aklen ve Bedenen Sağlıklı Çocukların Yetiştirilmesi

2. Çocuk Hakları Konusunda Gerçekçi Modellerin Oluşturulması

3. Sosyoekonomik ve Kültürel Farklılıkların Ayırdında Olunması

4. Ebeveyn ve Eğitimci Tutumlarının Çocuklara Etkileri

5. Genç Nesillerin Ruhsal Yönden Dengeli Yetiştirilmeleri

6. Gözlenemeyen Faktörlerin Etkilerinin Hesaba Katılması

B. Pozitif Ebeveyn ve Eğitimci Tutumları

1. Katılımcı ve Aydınlatılmış Tutum

2. Kültür Köklerine ve Başka Kültürlere Karşı Duyarlı Tutum

3. Teknoloji Ürünleri Konusunda Bilinçli Tutum

4. Empatiyi, Anlayışı ve Özgüveni Destekleyici Tutum

5. Problem Çözme ve Duygusal Dayanıklılığı Geliştirme Odaklı Tutum

6. Yaratıcılığı Teşvik Eden ve Sorumluluk Geliştirici Tutum

7. Gelişimsel Farkındalık ve Esneklik Sahibi Tutum

8. Duygusal Bağı Güçlendirici ve Çözüm Odaklı Tutum

9. Demokrat ve Destekleyici Tutum

10. Tevhîdî Bakış Açısına Sahip Tutum

11. Güzel Ahlâka Dayalı Tutum

C. Negatif Ebeveyn ve Eğitimci Tutumları

1. İlgisiz ve İhmalkar Tutum

2. Katı ve Kontrolcü Tutum

3. Aşırı Hoşgörülü ya da Aşırı Kısıtlayıcı Tutum

4. Duygusal Manipülasyon ve Kararsız Tutum

5. Yüksek Beklentiler ve Mükemmeliyetçi Tutum

6. Ayırımcı Tutum

7. Pasif-Agresif Tutum

8. Otoriter ve Başarı Odaklı Tutum

9. Kıyaslamacılığı ve Rekabetçiliği Önceleyen Tutum

10. Dinsizliğe ya da Şirke Dayalı Tutum

11. Çirkin Ahlâkı Teşvik Eden Tutum

D. Genel Değerlendirme ve Sonuç

Ey iman edenler! Kendilerinizi ve ailelerinizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyunuz. O ateşin başında çok katı, çok çetin, Allâh’ın verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilenleri yapan melekler bulunmaktadır.

(Tahrim, 66/6)

Hepiniz yöneticisiniz ve yönettiklerinizden sorumlusunuz. Devlet başkanı bir yöneticidir ve yönettiklerinden sorumludur. Erkek, ailesinin yöneticisidir ve onlardan sorumludur. Kadın, kocasının evinin ve çocuklarının yöneticisidir, o da onlardan sorumludur.

(Buhari, Sahih, 2554; Müslim, Sahih, 1829a [Müttefekun aleyh])

Çocuklarınıza karşı nazik olunuz ve onların görgü kurallarını güzelleştiriniz.

(İbn Mâce, Sünen, 3671)

أعوذ بالله من الشيطان الرجيم

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى الْأَوَّلِ فِي الْإِيجَـادِ وَالْـجُـودِ وَالْوُجُودِ، اَلْفَاتِـحِ لِكُلِّ شَــاهِدٍ، حَضْرَتَىِ اَلشاَهِدِ وَالمَشهُودِ، اَلـسِّــرِّ الْبَـاطِـنِ وَالنُّـورِ الظَّاهِرِ الَّذِي هُـوَ عَيْنُ الْمَقْصُودِ، مُمَيِّزِ قَصَبِ السَّـبْقِ فِي عَالَمِ الخُلُقِ الْمَخْصُوصِ بِالْعُبُودِيَّةِ، اَلرُّوحِ الْأَقْدَسِ الْعَلِيِّ وَالنُّـورِ الْأَكْمَلِ الْبَهِيِّ، اَلْقَائِمِ بِكَمَالِ الْعُبُودِيَّةِ فِي حَضْرَةِ الْمَعْبُودِ، اَلَّـذِي اُفِيضَ عَلَى رُوحِي مِـنْ حَضْرَةِ رُوحَانِيَّتِهِ، وَاتَّصَلَتْ بِمِشْكَاةِ قَلْبِي أَشِـــعَّةُ نُـورَانِيَّتِهِ، فَهُوَ الرَّسُـــولُ الْأَعْظَمُ وَالنَّبِيُّ الْأَكْـرَمُ وَالْوَلِيُّ الْمُقَرَّبُ الْمَسْـعُودُ، وَعَلَى أٰلِـهِ وَأَصْحَابِهِ خَزَائِنِ أَسْـرَارِهِ، وَمَعَارِفِ أَنْوَارِهِ، وَمَطَالِـعِ أَقْمَارِهِ، كُنُوزِ الْحَقَائِقِ، وَهُدَاةِ الْخَلَائِقِ، نُجُومِ الْهُدَى لِمَنِ اقْتَدَى، وَسَلَّمَ تَسْلِيماً كَثِيراً كَثِيراً ‏.‏

Alemlerin Rabbi Allâh’a hamd olsun. Allâhım, icatta, lütufta ve vücutta en evvele, her gözle görülenin fatihine, hem gözle gören hem de şahit olana, zâhirin ışığına, bâtının sırrına, varlık dünyasında ubudiyeti ile en öndeki seçkine, mukaddes ve yüce ruha, parlak ve en mükemmel ışığa, Ma’bûd’un huzurunda kemâl-i ubûdiyet ile kâime, rûhâniyeti ile ruhumu feyizlendirene, kalbimin kandilini ışığı ile aydınlatana, en büyük ve en keremli Resûle, en yakın ve en mesut dosta, ayrıca O’nun sırlarının servetleri, ışıklarının maârifi, doğan ayları, hakikatlerinin hazineleri, insanların irşatçıları, kendilerine iktida edenlere hidayet yıldızları olan âl ve ashâbına çokça salât ve selâm eyle.

Salâtü’s-Sır, Mecmûatü’l-Ahzâb, Muhyiddin Arabî, ss. 92-93.

The attitudes of parents and educators toward children have a profound effect on their physical, emotional, and mental development. Different behaviors generally emerge in terms of attitudes towards children, and each type of behavior contributes to how children’s character, self-confidence, and relationships with the world will be shaped in their future lives. Understanding which attitudes and behaviors support or hinder which characteristics in children will guide parents and educators. The suggestions in this article aim to provide basic guidance to families and educators who want to raise healthy individuals.

This article aims to raise awareness in society about the importance of parents’ and educators’ attitudes towards children and to contribute to the spread of correct parent and educator practices. Thus, parents and educators will be able to review their own attitudes and create a more conscious perspective of the children they educate. Therefore, this study aims to contribute to the conscious and supportive path that both families and educators follow in raising healthier individuals in terms of spirit, mind, heart, and body. It is assumed that providing some concrete, albeit short, guidance for parents and educators will be effective in revealing the potential of children.

Why do we prefer to consider parents and educators together? This is because parents and educators are the two main areas of influence on children. Children spend most of their time at home with their parents, and the rest with their teachers at school. The attitudes and behaviors they encounter in both environments shape their personality development, worldviews, and future relationships. Therefore, when it comes to ‘children’s education,’ both parents and educators need to see and understand their responsibilities and take the right steps.

If there is no consistency in the approaches of parents and educators, children can grow up in a conflicting environment. For example, if children who have love and understanding at home encounter an overly oppressive teacher at school, they may experience internal disharmony. However, the opposite is true. Therefore, both parties must act harmonically. Likewise, when parents and educators develop a common understanding and cooperation, they can produce tremendous synergy for the development of their children. In the process of providing support to children, providing them with the right guidance, and revealing the potential of children, the harmonious work of parents and educators will produce more effective results.

Parents are responsible for meeting their children’s emotional needs, raising them safely, and teaching them their basic values. Educators, in addition to transferring knowledge, are responsible for developing children’s social skills and for constructing thoughts based on analysis and synthesis. For these two roles to complement each other harmoniously, it would be more accurate to handle the responsibilities of both parties together.

Children, especially youth, need support from both their parents and teachers. A positive understanding and guiding attitude from both parties will increase children’s self-confidence and enable them to cope with life challenges more easily. This approach will pave the way for healthier ways to support children’s individual and social development. In addition, such an approach is the ideal foundation for an education and family model that prioritizes children’s happiness and success.

For all these reasons, this article aims to illuminate the attitudes of parents and educators, striving to create a positive impact on both individual and societal levels. Trying to see the positive or negative effects of parents’ and educators’ attitudes toward children based on field research may require research spanning years. However, since this situation is a challenging condition, we believe that the findings in our article, even if they remain theoretical, may be valuable and may increase the awareness of society on raising healthy individuals.

Ebeveyn ve Eğitimci Tutumlarının Çocukların Kişilikleri ve Bireysel Gelişimleri Üzerindeki Önemi ve Etkileri’ başlıklı bu makale, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin yüksek izinleri, mukaddes meşîetleri, muallâ inayetleri ve mübarek üç aylara lütfettiği kıymetli zamanlara ait aydınlığın bir ürünü olarak vücuda gelmiştir.

Çalışma esnasında yapmış olduğumuz literatür taramasında, kısmen dar görülebilecek tasnifler müşahede edilmiştir. Konu ile ilgili çalışmalar genelde ‘ebeveyn tutumları’ olarak işlenmiş, ebeveynlerin ve eğitimcilerin, çocukların kişiliklerine, bireyselliklerine ve gelişimlerine yaklaşımlarındaki müştereklik üzerinde hemen hemen hiç durulmamıştır. Konuyu sadece ‘ebeveyn tutumları’ olarak ele alan çalışmalarda, tutum çeşitliliğine yönelik sayılar 3’ten başlamış, kimi çalışmalar bunu 4’e, kimileri 5’e veya 6’ya çıkarmışlardır.

Ülkemizde Cumhuriyet dönemi öncesinde, konu ile ilgili yayınlanmış kitaplar arasında, Rüşdü Bey’in 1858 yılında yayınlanan ‘Nuhbetü’l Etfal’ adlı eseri, Encümen-i Daniş üyesi Edhem İbrahim Paşa’nın 1868 yılında yayınlanan ‘Terbiye ve Tâlim-i Âdab ve Nesâyihü’l Etfal’ adlı kitabı, Mutasarrıf Musa Kazım Bey’in (bu zat, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi’den farklıdır) 1310/1894 yılında basılan ‘Rehber-i Tedris ve Terbiye’si, Eğitimci Mustafa Satı Bey’in 1909 yılında yayınlanan ‘Fenn-i Terbiye’ adlı eseri, Eğitimci Mehmed Sami Süleyman Paşazade’nin (Süleyman Nesib olarak da bilinir) 1328/1912’de yayınlanan ‘İlm-i Terbiye-i Etfal’ adlı çeviri-telifini sayabiliriz. Bu dönemde yazılmış eğitim kitapları ile ilgili olarak, İshak Tekin’in ‘1876-1923 Yılları Arasında Çocuk Eğitimi Konusunda Yazılmış Kitapların İncelenmesi’ adlı makalesi görülebilir.

20’nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Batı dünyasında da ebeveyn tutumları ve çocuk gelişimi üzerine birçok araştırma ve kitap yayımlanmıştır. Mesela, Diana Baumrind (ö. 2018), 1960’larda ‘otoriter’, ‘demokratik’ ve ‘izin verici’ şeklinde üç farklı ebeveynlik tarzı olduğunu öne sürmüş, bu ebeveynlik stilleri teorisi, ebeveynlerin çocuklarına yönelik tutumlarını sınıflandırmada önemli bir yer tutmuştur.[1]

Baumrind’in erken dönem çalışmalarına dayanan Maccoby ve Martin (1983), ‘otoriter stil (yüksek duyarlılık[2] ve yüksek davranış kontrolü), otoriter stil (düşük duyarlılık ve yüksek davranış kontrolü), izin verici stil (yüksek duyarlılık ve düşük davranış kontrolü) ve ihmalkar stil (düşük duyarlılık ve düşük davranış kontrolü) olmak üzere dört ebeveynlik stili tanımlamışlardır.[3]

Günümüz eğitimcilerinden Haluk Yavuzer ise, ‘Ana-Baba ve Çocuk’ adlı çalışmasında ebeveynlik tutumlarını, ‘1. Baskıcı ve Otoriter Tutum, 2. Gevşek Tutum (Çocuk Merkezci Aile), 3. Dengesiz ve Kararsız Tutum, 4. Koruyucu Tutum, 5. İlgisiz ve Kayıtsız Tutum, 6. Güven Verici, Destekleyici ve Hoşgörülü Tutum’ şeklinde belirlemiş ve konuyu toplam altı başlık dahilinde incelemiştir.[4] Günümüzde, konu ile ilgili literatür, son derecede sınırlı ve maalesef ‘yok’ denecek seviyededir.

Makalemizde, çocuklara yönelik ‘tutumlar’ konusu, hem ebeveynler hem de eğitimciler itibarı ile görülmeye çalışılmış, ‘tutumlar’ konusu ‘pozitif/olumlu’ ve ‘negatif/olumsuz’ olarak iki kısma ayrılmıştır. Her bir kısımda en az iki tutuma yer verilmiş, böylece toplam 40 tutum incelenmiştir. Gururlanmadan söylemeliyiz ki, çalışmamızda ‘ebeveynlerin ve eğitimcilerin’ çocuklara yönelik tutumlarının iki boyutlu (olumlu ve olumsuz) olarak sınıflandırılması, Türkçe ve yabancı dildeki akademik yazın alanına kıyasla, tamamen orijinal haldedir ve yenilikçi bir yaklaşıma sahiptir.

Niçin ‘ebeveynleri ve eğitimcileri’ bir arada ele almayı tercih etmekteyiz?

Çünkü ebeveynler ve eğitimciler, çocukların iki ana etki alanıdırlar. Çocuklar, zamanlarının büyük bir kısmını evde ebeveynleriyle, geri kalanını ise okulda öğretmenleriyle geçirmektedirler. Her iki ortamda da karşılaştıkları tutum ve davranışlar, onların kişilik gelişimlerini, dünya görüşlerini ve gelecekteki şahsiyetlerini şekillendirmektedir. Bu nedenle, ‘çocuklara yönelik tutumlar’ dendiğinde, sadece ebeveynlerin değil, aynı zamanda eğitimci kesimin de sorumluluklarının görülmesi, işlenmesi ve konu ile ilgili doğru perspektiflerin oluşturulması gerekmektedir.

Anne-baba ve eğitimci tutumlarının geliştirilmesini ve yeni bir bakış açısı ile düzenlenmesini amaçlayan bu makale, hem ebeveynlerin hem de eğitimcilerin çocuklara azami seviyede faydalı olmalarını, yetişmekte olan genç bireylerin gelişimlerine değerli katkılarda bulunmalarını, konu ile ilgili bilgileri öz halinde sunmayı denemektedir. Bu makale, ebeveynlerin ve eğitimcilerin, toplumda yetişmekte olan genç bireylere yönelik rehberlik anlayışlarının geliştirilmesini, ebeveyn ve eğitimci tutumlarının olumlu ve olumsuz yanlarını göstererek, ailelere ve eğitimcilere doğru rehberliği, bilinçli ebeveyn ve eğitimci rollerinin oluşturulmasına yardımcı olmayı amaçlamaktadır.

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin yüksek izinleri ve inayetleri ile, ebeveyn ve eğitimci tutumlarına ışık tutmaya çalışan bu makalede, bireysel ve toplumsal düzeyde pozitif sonuçların alınması hedeflenmektedir. Ebeveyn ve eğitimci tutumlarının, çocuklar üzerindeki sonuçlarının saha araştırmalarına dayalı bir şekilde görülmeye çalışılması zorlayıcı bir koşul olacağından, teorik de olsa makalemizdeki tespitlerin sorunlara çözümler gösterebileceğini, verilmeye çalışılan bilgilerle, toplumun sağlıklı bireyler yetiştirme konusundaki farkındalığının artabileceğini düşünmekteyiz.

Çalışmamız esnasında, ‘çocuklara yönelik tutumlar’ konusunu, hem ebeveynler hem de eğitimciler itibarı ile kapsamlı şekilde müştereken bir arada görmeye çalışan daha başka herhangi bilimsel bir kaynağa rastlanılmamıştır.

Anne-babaların ve eğitimcilerin çocuklara yönelik tutumları, onların fiziksel, duygusal ve zihinsel gelişimleri üzerinde oldukça derin ve önemli etkilere sahiptir. Çocuklara yönelik tutumlar konusunda genel olarak farklı davranışlar ortaya çıkmakta ve her bir davranış şekli, çocukların ileriki yaşantılarında, karakterlerinin, özgüvenlerinin ve dünyayla olan ilişkilerinin nasıl şekilleneceğine katkı sağlamaktadır. Hangi tutumların ve davranışların, çocuklarda hangi özellikleri desteklediğini veya engellediğini anlamak, ebeveynlere ve eğitimcilere yol gösterecektir.

Bu yazıda yer alan öneriler, sağlıklı bireyler yetiştirmek isteyen ebeveynlerin ve eğitimcilerin, çocuklara yönelik tutumlarının yüksek önemine dair farkındalık meydana getirmeyi, doğru ebeveyn ve eğitimci pratiklerinin yaygınlaşmasına katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Makalede yer verilmeye çalışılan tutum bilgileri vesilesi ile, ebeveynler ve eğitimciler kendi tutumlarını gözden geçirebilecek, eğittikleri çocuklar konusunda daha bilinçli bir perspektif oluşturabileceklerdir.

Dolayısıyla makale, hem ailelerin hem de eğitimcilerin, ruhen, aklen, kalben ve bedenen daha sağlıklı bireyler yetiştirmeleri konusunda, bilinçli ve destekleyici bir yol izlemelerine katkı sağlamayı hedeflemektedir. Ebeveynler ve eğitimciler için, kısa da olsa bu şekilde somut bir rehber sunmanın, çocukların potansiyellerinin daha gerçekçi bir şekilde ortaya çıkarılabilmesine yardımcı olabileceği varsayılmaktadır.

Şayet ebeveynlerin ve eğitimcilerin yaklaşımlarında bir tutarlılık yoksa, çocukların bir çatışma ortamında büyüyecekleri açıktır. Mesela, evde sevgi ve anlayış gören çocuklar, okulda aşırı baskıcı bir öğretmenle karşılaşmaktaysa, söz konusu çocuklar içsel bir uyumsuzluk yaşayacaklardır.

Aynı şekilde, tam tersi de geçerlidir. Bu yüzden, iki tarafın uyum içerisinde hareket etmesi, ebeveynlerin ve eğitimcilerin ortak bir anlayış ve işbirliği geliştirmeleri, çocukların gelişimleri için sinerji üretebilmeleri oldukça önemlidir. Çocuklara destek sunma, onlara doğru rehberlikte bulunma, çocuklardaki meknuz potansiyelleri açığa çıkarma, ebeveynlerin ve eğitimcilerin ahenkli çalışmaları ile mümkündür.

Ebeveynler, çocukların duygusal ihtiyaçlarını karşılamak, güvenle büyütmek ve onlara temel değerleri öğretmekle, eğitimciler ise bilgi aktarımının yanı sıra, çocukların sosyal becerilerini geliştirme, analize ve senteze dayalı bir düşünce modeli inşa etme ile yükümlüdürler. Bu iki rolün birbirlerini ahenkli şekilde tamamlamaları, ancak her iki tarafın sorumluluklarını beraberce ele almaları ile mümkündür.

Çocuklar, özellikle gençlik dönemlerinde, hem ebeveynlerinden hem de öğretmenlerinden destek görmeye ihtiyaç duymaktadırlar. Her iki tarafın pozitif, anlayışlı ve rehberlik edici tutum sergilemeleri, çocukların özgüvenini artıracak ve hayatın zorluklarıyla daha kolay başa çıkmalarını sağlayacaktır.

Bu çift kanatlı yaklaşım, çocukların bireysel ve toplumsal gelişimlerini daha sağlıklı şekilde desteklemenin yolunu açacaktır. Eğitimde, ebeveyn ve eğitimci iştirakini savunan bu yaklaşım, çocukların mutluluğunu ve başarısını önceleyen eğitim ve öğretim modeli için ideal bir temel hedeflemektedir.

Şimdi, konunun önemini yansıtan temel bazı hususlara değinmeye çalışacağız.

Duyarlı anne-baba tutumları, çocuklarının yaşam yolculuğunu yukarıya doğru yükseltmeye çalışırken, duyarlı eğitimci tutumları da yeni yetişen neslin istikballerini ışıklandırmaya katkı vermektedir.

Konunun ebeveynler itibarı ile önemini, Ebu Hüreyre’den (ra) rivayetle gelen Nebi’nin (sas) şu hadîs-i şerifleri oldukça açık hale getirmektedir:

Her çocuk fıtrat üzere doğar. Çocuğu anne ve babası Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır ya da Mecusileştirir.[5]

Anne-baba ve eğitimci tutumları, çocukların özgüvenini, duygusal sağlamlığını ve sosyal becerilerini doğrudan etkilemektedir. Resulullah’ın (sas), annelerin çocukları üzerindeki haklarının, babaların haklarına nazaran adeta üç misli fazla olduğuna zımnî bir şekilde işaret etmesi[6], annelerin çocukların eğitiminde daha fazla emekleri ve etkilerinin olduğunu göstermektedir.

Yeterli ebeveyn eğitimi ile büyüyen çocuklar, madden ve manen sağlıklı ve mutlu bireyler demektir. Her yönü ile sağlıklı bireyler, toplumların gelecekleri açısından sorunlar üretmeye daha az meyilli, pozitif etkiler üreten ve insanların faydasına yönelik faaliyetlerde aktif bireyler olacaklardır. Bu da o toplumların genel refahlarını ve ilerlemelerini netice verecektir.

Ruhen, aklen ve bedenen sağlıklı bireylerin, zorluklarla başa çıkma kapasitesi yüksek olacak, toplum bu vesile ile daha güçlü ve dirençli hale gelecektir. Kelimenin geniş anlamı ile ebeveynlerin yetiştireceği sağlıklı bireyler, gelecek nesiller için iyi bir dünya demektir. Sağlıklı toplumlar, sürdürülebilir bir gelecek için sağlam temeller oluşturacaklardır.

Ruhen, aklen ve bedenen sağlıklı bireyler, hayatın zorluklarıyla daha kolay başa çıkacak, mutlu ve tatmin edici bir yaşam süreceklerdir. Bu sağlıklı bireyler, potansiyellerini tam olarak gerçekleştirecek, özgüvenli, yaratıcı ve başarılı olacaklardır. Ayrıca maddî ve manevî açılardan sağlıklı bu bireyler, başkalarıyla sağlıklı ve anlamlı ilişkiler kurabilecek, kendilerini iyi hissettikleri için, elbette başkalarına karşı daha iyi davranacaklardır.

Herkesin takdir edeceği üzere yetişmekte olan nesiller, madden ve manen sağlıklı bir yaşam tarzı benimseme konusunda, yol göstericilere ihtiyaç duymaktadırlar. Ebeveynler, rol model yüksek şahsiyetler, eğitimciler ve filozoflar, çocukların bu ruhsal, zihinsel ve bedensel sağlıklarını koruma ve destekleme konusunda, önemli bir etkiye sahiptirler. Dengeli ebeveyn ve eğitimci tutumları, yetişmekte olan çocukların sağlıklı kişilikler oluşturmalarını netice verecektir.

Çocuklar, ebeveynleri ile birlikte rol modellerinden pozitif anlamda faydalı pek çok hususu öğrenmektedirler. Bu kıymetli yol göstericiler, kendileri manevi anlamda zikzaklar çizmeden, aynı zamanda aydınlık bir bakış açısı benimseyerek, çocukların da benzer davranışları izlemelerini ancak temin edebilirler. Çocuklar, zorluklarla karşılaştıklarında, manevi desteğe ve rehberliğe ihtiyaç duyacaklardır. İşte bu yol göstericiler, zorlukların üstesinden gelebilmeleri ve manen sağlıklı bir yaşam sürebilmeleri için, çocuklara ve gençlere yardımcı olabilecek konumdaki yegane kişilerdir.

Manevi anlamda sağlıklı bireylerin yetiştirilmesi, bireyler ve toplumlar için oldukça önemlidir. Hem ebeveynler hem de eğitimci rehberler, bu süreçte çok önemli rol oynamaktadırlar. Bu iki önemli kanat, çocukların sağlıklı bir manevi hayat tarzını benimsemeleri ve gençlik potansiyellerini tam olarak inkişaf ettirebilmeleri için gerekli desteği ve rehberliği sağlamaktadırlar.

Çocukluk döneminde manen sağlıklı olarak gelişen bireyler, yetişkinlik dönemlerinde sosyal hayata daha uyumlu, empatik ve işbirliğine yatkın olurlar. Ebeveyn ve eğitimci tutumlarının pozitif anlamda geliştirilmesi üzerine mütevazı bir yol haritası sunmaya çalışan bu makale, gençlerimizin bireysel gelişimlerinin yanı sıra, toplumların manevi sağlıklarının ve refahlarının artırılmasını hedeflemektedir. Yeni yetişen nesillerde olumlu tutumların yaygınlaşması, genç bireylerin daha güçlü kişilik geliştirmelerine, toplumda güçlü sosyal bağlar kurabilmelerine yardımcı olacaktır.

Çocuklar, yalnızca ailelerinden öğrendikleriyle sınırlı kalmazlar. Bu öğrenim, toplumsal etkileşimler ve eğitimciler vasıtası ile şekillenir, büyür ve olgunlaşır. Örnekliklerin aktarımı ile gelecek nesillere taşınır. Çocuk yetiştirme konusundaki etkin yöntemleri ve yaklaşımları ortaya koymak, eğitimciler ve ebeveynler için sürdürülebilir bir bilgi temeli oluşturmak, manen sağlıklı ebeveynlik ve eğitimci modellerini gündeme getirmekle, yeni yetişen nesiller için aydınlık bir yol inşa etmekle mümkündür.

Bu çalışma, sadece ebeveynler için değil, ama aynı zamanda aile danışmanlıkları ve çocuk psikolojisi alanında çalışan akademisyenler ve eğitimciler için de değerli bir kaynak olmayı hedeflemektedir. Anne-baba tutumlarının bilhassa çocuk psikolojisi üzerindeki etkilerini anlamak, terapötik müdahalelerin daha etkili bir şekilde uygulanmasını temin edecektir. Bu açıdan, eğitimcilerin özellikle duygusal sorunları olan çocuklar için uygun destek yaklaşımları belirlemeleri ayrı bir önem kazanmaktadır.

Makale, çocukların saygı ve sevgi çerçevesinde yetiştirilmeleri haklarına vurgu yaparak, toplumda çocuk hakları konusunda farkındalık oluşturmayı hedeflemektedir. Çocukların tam bir birey olarak değer görmeleri ve gelişim ihtiyaçlarının karşılanması, sağlıklı bir toplum için en temel gereksinimdir. Bu bağlamda, ebeveynlerin ve eğitimcilerin çocuklara yönelik tutumlarının bilinçli bir şekilde icrası, çocuk haklarının korunmasına yardımcı olacaktır.

Çocukların temel haklarını koruma, çocuk haklarının farkında olma ve çocuk hakları konusunda bilinçli olma, en başta kendi çocuklarımızın temel haklarını ve ihtiyaçlarını anlamamızı sağlayacaktır. Çocuk hakları konusunda bilinçli olma, tüm çocukların benzer haklara sahip oldukları ve adil bir şekilde muamele görmeleri gerektiği temelli üst seviyede bir düşünce şeklidir. Böyle bir düşünce tarzı, ayrımcılığın önlenmesine ve çocukların fırsat eşitliğine sahip olmalarına yardımcı olacaktır. Bu da neticede çocukların bulundukları toplumda daha aktif ve etkili bireyler olmasını sağlayacaktır.

Sağlıklı ve mutlu çocuklar, sağlıklı ve mutlu bir toplum demektir. Çocukların haklarının korunması ve refahlarının sağlanması, onların sağlıklı, mutlu ve başarılı bireyler olarak büyümelerine vesile olacaktır. Bu ise gelecekte daha iyi bir toplum inşasına katkıda bulunma demektir. Çocukların eğitim ve sağlık gibi en temel sosyal hizmetlere erişimlerinin kolaylaştırılması, onların potansiyellerini kamil manada gerçekleştirebilmelerini ve toplumlarının gelişimlerine katkı verebilmelerini netice verecektir.

Tüm çocukların eşit haklara sahip olmaları hedefinin gerçekleştirilmesi, daha adil ve eşit bir dünya inşasına katkıda bulunacaktır. Eşit haklar konusunda bilinç oluşturmanın en yaygın ve kolay yollarından birisi, örgün kurumlar vasıtası ile verilecek eğitimdir. Çocuk hakları konusunda bilinç oluşturmanın en önemli adımı, okul müfredatlarında çocuk hakları konusunda derslerin işlenmesidir.

Çocuk hakları ve refahı konusunda bilinç oluşturmanın, çocuklarımızın ve toplumlarımızın gelecekleri için çok önemli olduğu açıktır. Onların sağlıklı, mutlu ve güvenli bir şekilde büyütülmeleri yetişkinlerin sorumlulukları arasındadır.

Eğitimcilerimizin, farklı sosyoekonomik düzeylerdeki ailelerin ebeveynlik tutumlarını görerek hareket etmeleri, farklı sosyoekonomik ve kültürel kesimlerin çocuklarının eğitiminde karşılaşılan zorlukların tahlili, karşılaşılan problemlerle ilgili özgün yaklaşımların geliştirilmesi gerekmektedir. Böylece, uyuma yönelik eğitim programları geliştirilebilir ve ailelerin koşullarına uygun ebeveynlik tarzlarını benimsemeleri teşvik edilebilir.

Eğitimcilerin, farklı sosyoekonomik düzeylerdeki ebeveynlik pratiklerini anlamaya çalışmaları, çocukların refahı ve gelişimi için oldukça önemlidir. Çünkü hemen her aile, kendine özgü bir sosyoekonomik düzeye sahiptir. Bu sosyoekonomik farklılıklara göre de ebeveynlik yaklaşımları farklılaşmaktadır.

Eğitimcilerin, farklı sosyoekonomik düzeylerdeki ebeveynlik pratiklerini anlamaları, çocukların sosyoekonomik durumları nedeniyle ayrımcılığa uğramalarının önlenmesine yardımcı olacaktır. Ayrıca, söz konusu farklılıkların anlaşılması, çocukların ihtiyaçlarına uygun eğitim pratiklerinin geliştirilmesini sağlayacaktır. Örneğin, düşük gelirli ailelerin çocuklarının temel öğrenim ihtiyaçları için çözümler geliştirilmesi, yüksek gelirli ailelerin çocuklarının ise sosyal ve duygusal gelişimlerini desteklemek için farklı stratejiler kullanılması isabetli olacaktır.

Eğitimcilerin, sosyoekonomik farklılıkları anlamaları, çocukların sosyal hizmetlere eşit erişimlerinin temini açısından da önemlidir. Böylece eğitimciler, çocukların potansiyellerini tam olarak gerçekleştirebilmelerini ve toplumda daha eşit bir şekilde yer alabilmelerini temin etmiş olacaklardır.

Ailelerin gelir ve eğitim düzeyleri, ebeveynlerin çocuklarını eğitme yöntemlerini etkilemektedir. Eğitimciler, farklı sosyoekonomik düzeylerden gelen çocukların ihtiyaç duydukları gelişim modellerini uyguladıklarında, söz konusu eğitim daha semereli olacaktır. Eğitimcilerin, sosyoekonomik farklılıklara dayalı ebeveynlik pratiklerini anlamaları, çocuklara etkili rehberlik oluşturabilmelerini temin edecektir. Farklı sosyoekonomik düzeylerdeki ebeveynlik pratikleri anlaşıldığında, çocuklara ve ailelere daha duyarlı bir yaklaşım sergilenebilecektir.

Bu farklılıkları anlamak, çocukların refahını iyileştirmek için daha etkili rehberlik modellerinin geliştirilmesini sağlayacaktır. Düşük gelirli ailelerde, ebeveynler genellikle maddi sıkıntılar, işsizlik ve diğer stres kaynaklarıyla karşı karşıya kalabilmekte, bu durum ebeveynlerin çocuklarına karşı daha az sabırlı olmalarına ve daha sık öfkelenmelerine neden olabilmektedir. Keza düşük gelirli ailelerde, ebeveynler genellikle çocuk bakımı için daha az kaynaklara sahip olmaktadırlar. Bu da çocukların kalitesi daha az bakım ve görüme, daha az gelişimsel fırsatlara ulaşmalarına neden olmaktadır.

Farklı sosyoekonomik düzeylerdeki ebeveynlik pratiklerini anlamak, çocukların refahı, gelişimi ve toplumsal adalet için de çok önemlidir. Bu konuda bilinçli olmak, tüm çocukların potansiyellerini gerçekleştirebilmelerini ve daha iyi bir geleceğe sahip olabilmelerini sağlayacaktır. Söz konusu ebeveyn tutumlarının, çocuklar üzerindeki uzun vadeli etkilerini anlamak, geliştirilecek rehberlik hizmetleri için de önemli olacak, ebeveyn destek programlarının ve çocuk rehberliğinin şekillendirilmesine yardımcı olacaktır.

Diğer taraftan, eğitimcilerimizin kültürel faktörlere göre ebeveyn tutumlarının nasıl farklılık gösterebileceğini keşfetmeleri de önemli bir amaçtır. Çünkü ancak bu bakış açısı ile, aynı ebeveyn tutumlarının farklı koşullarda nasıl farklı etkiler meydana getirdiği görülebilecektir. Müşahede edebildiğimiz kadarı ile farklı kültürel düzeyler, ebeveyn tutumlarını etkilemektedir. Dolayısı ile bu durum, çocukların gelişimi açısından yine önemli sonuçlar meydana getirmektedir.

Her kültürün kendine özgü değerleri ve inançları vardır. Bu değerler ve inançlar, ebeveynlerin çocuklarına nasıl davranacakları konusunda etkili ve önemli olmaktadır. Bazı kültürlerde çocukların büyüklerine saygı göstermeleri, diğer kültürlerde ise çocukların bağımsız olmaları teşvik edilebilmektedir.

Dolayısı ile kültürler, eğitim ve disiplin konusunda farklı yaklaşımlar göstermektedirler. Bazı kültürlerde, çocukların akademik başarıya odaklanmalarına ve disiplinli bir şekilde yetiştirilmelerine önem verilirken, daha başka kültürlerde çocukların sosyal becerilerine ve yaratıcılıklarına daha fazla önem verilmektedir.

Bazı kültürlerde geniş aileler yaygınken, diğer kültürlerde çekirdek aileler daha yaygın olabilmektedir. Aile yapısı, ebeveynlerin çocuklarına nasıl davranacaklarını ve çocukların kimlerden destek alacaklarını etkilemektedir.

Farklı kültürel düzeyler, ebeveyn tutumlarını etkilemekte ve bu durumun çocuk gelişimi açısından önemli bir etkisi bulunmaktadır. Eğitimcilerin, her çocuğun kendine özgü bir kültürel çevrede yetiştiğini anlamaları, eğitmeye çalıştıkları çocukların potansiyellerini gerçekleştirebilmelerini ve daha iyi bir geleceğe sahip olabilmelerini sağlayacaktır.

Çocukların temel ihtiyaçlarının karşılanması, sağlıklı bir şekilde büyümelerinin sağlanması ve toplumsal hayata uyum sağlamaları, ebeveynlerin ve eğitimcilerin tutumlarının oluşmasında belirleyici rol oynamaktadır.

Ebeveynlerin ve eğitimcilerin çocuklara verecekleri manevi destek, onların kendilerini güvende hissetmelerini ve sağlıklı bir öz güven geliştirmelerini sağlayacak, duygusal ve sosyal gelişimlerinde önemli rol oynayacaktır. Bu sayede kendileri, aileleri, eğitimcileri ve çevreleri ile güvenli bağ kurmuş çocuklar, sosyal ilişkilerinde daha başarılı olacak, iyi iletişim kuracak ve sağlıklı bir ruh haline sahip olacaklardır.

Diğer taraftan, ebeveynlerin ve eğitimcilerin çocuklara iyi ve güzel davranışları ile ilgili olumlu geri bildirimler vermeleri, onların başarıları ile mutlu olunduğunun hissettirilmesi, çocukların kendilerine olan güvenlerini artıracak ve olumlu bir öz imaj geliştirmelerine yardımcı olacaktır.

Ebeveynlerin ve eğitimcilerin, çocukların duygularını anlamalarını ve ifade etmelerini teşvik etmeleri, onların duygusal zekalarını geliştirecektir. Çocuklar duygularını ifade etmeyi öğrendiklerinde, karşı karşıya kalabilecekleri duygusal ve ruhsal problemlerle daha sağlıklı bir şekilde başa çıkabilecek ve akranlarının duygularını daha iyi anlayabileceklerdir.

Ebeveynlerin ve eğitimcilerin çocuklar ile empati kurabilmeleri, onların başkalarının duygularını anlayabilmelerine ve ihtiyaç sahipleri ile paylaşım yapma becerilerini geliştirebilmelerine yardımcı olacaktır. Empatik çocuklar, daha sosyal ve uyumlu bireyler olurlar. Ebeveynlerin ve eğitimcilerin çocuklara duygularını yönetmeyi öğretmeleri, onların stres ve benzeri ruhsal sorunlarla başa çıkabilmelerini ve olumsuz duygularını sağlıklı bir şekilde sağaltma becerilerini geliştirecektir.

Ebeveynlerin ve eğitimcilerin, çocukların öğrenme ve keşfetme isteklerini desteklemeleri ise, onların zihinsel gelişimlerini ve akademik başarılarını olumlu yönde etkileyecektir. Ebeveynlerin ve eğitimcilerin, çocukların müfredat konularını anlayıp kavramalarını önemsemeleri, onların okul başarılarını artıracaktır. Ebeveynlerin ve eğitimcilerin, çocukları kaldıramayacakları ödevlerle sorumlu tutmamaları, gerektiğinde onlara akademik yardım yolunu açık bırakmaları ve kitap okuma alışkanlığı kazandırmaları, çocukların eğitim hayatını olumlu yönde etkileyecektir.

Ebeveynlerin ve eğitimcilerin, çocuklara sorun çözme becerilerini öğretmeleri, onların bağımsız düşünmelerini ve zorlukların üstesinden gelmelerini sağlayacaktır. Ebeveynlerin ve eğitimcilerin, çocuklara toplumsal kuralları ve değerleri öğretmeleri, onların sosyal ve ahlâkî gelişimlerini güçlendirecek, toplumda uyumlu bireyler olarak kalabilmelerini temin edecektir. Ebeveynlerin ve eğitimcilerin, çocuklardaki sorumluluk duygularını geliştirmeleri, onların psikolojilerini olumlu şekilde etkileyecek, bağımsız ve özgüvenli bir şahsiyet geliştirmelerine yardımcı olacaktır.

Ebeveynlerin ve eğitimcilerin, başkalarına yardımcı olmanın önemini kavratmaları, çocuklardaki empatiyi ve yardımseverlik duygularını pekiştirecektir. Empatik ve yardımsever çocuklar, daha iyi bireyler olacaklardır. Ebeveynlerin ve eğitimcilerin, çocuklara destek, güven ve rehberlik sağlamaları, onların sağlıklı, mutlu ve başarılı bireyler olarak gelişmelerini temin edecektir.

Genç nesillerin ruhsal olarak dengeli bir şekilde yetiştirilebilmeleri oldukça önem taşımaktadır. Çünkü genç nesiller bir toplumun geleceğidir, o toplumun sürdürülebilirliğinin ve terakkisinin temini için olmazsa olmazlardandır.

Genç nesiller, toplumun geleceği için en önemli kaynaktır. Onların ruhsal yönden dengeli bir şekilde yetiştirilmeleri, üretkenliklerinin, icat kabiliyetlerinin ve toplumsal katkı potansiyellerinin ortaya çıkarılmasını sağlayacaktır.

Gençler, toplumsal değişim ve ilerlemenin, toplum sorunlarına çözüm üretmenin, daha adil ve sürdürülebilir bir gelecek inşa etmenin en önemli kaynağıdır. Onların dengeli bir şekilde yetiştirilmeleri, söz konusu toplumun daha adil, eşit ve sürdürülebilir bir hayat standardına kavuşmasına katkıda bulunacaktır.

Ruhsal açıdan dengeli bir şekilde yetişen genç nesiller, daha sağlıklı, mutlu ve başarılı bireyler olurlar. Onların fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişimleri dengeli bir şekilde desteklendiğinde, hayatın zorluklarıyla daha iyi başa çıkabilir, daha sağlıklı ilişkiler kurabilir ve potansiyellerini yüksek seviyede gerçekleştirebilirler.

Genç nesillerin ruhsal yönden dengeli bir şekilde yetiştirilmeleri, onların özgüvenlerini ve özsaygılarını artıracaktır. Kendilerine güvenen gençler, daha cesur, daha yaratıcı ve daha özgür bireyler haline geleceklerdir.

Ruhsal yönden dengeli bir şekilde yetişen genç nesiller, toplumda daha uyumlu bir şekilde yaşayacaklardır. Onların başkalarına saygı duymaları, farklılıklara hoşgörülü olmaları ve birlikte çalışmayı öğrenmeleri, toplumsal uyumu ve birlik duygusunu güçlendirecektir.

Genç nesillerin dengeli bir şekilde yetişmeleri için en önemli adım, onların bu konuda eğitilmeleridir. Okullarda, ailelerde ve toplumda, çocukların fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimlerini dengeli bir şekilde desteklemenin önemi işlenmeli ve anlatılmalıdır.

Ayrıca medya, genç nesillerin dengeli bir şekilde yetişmeleri konusunda bilinç oluşturmada önemli bir rol oynayabilir. Medyanın bu konuyu ele alan programlar yayınlaması, çocukların gelişimini destekleyen programlar düzenlemesi ve gençlerin seslerini duyurmalarına yardımcı olması önemlidir.

Genç nesillerin dengeli bir şekilde yetiştirilebilmeleri için toplumsal bilinç ve farkındalık oluşturmak, o toplumun geleceği açısından çok önemlidir. Çünkü gençler, bir toplumun geleceğidir ve onların sağlıklı, mutlu ve başarılı bireyler olarak büyümeleri de o toplum yetişkinlerinin sorumluluğundadır.

Çocuk gelişimi karmaşık ve çok boyutlu bir süreç olduğu için, ebeveyn ve eğitimci tutumları dışında, bilhassa arkadaş çevresi, okulların fiziksel ve manevi ortamları, ayrıca genetik faktörler gibi çocuk gelişimini etkileyen pek çok unsur söz konusudur. Bu unsurların tam olarak kontrol edilememesi, ebeveyn ve eğitimci tutumları ile çocuk gelişimi arasındaki ilişkiyi net bir şekilde ortaya koymada sınırlılıklar ve problemler meydana getirmektedir.

Çocuk gelişiminde gözlenemeyen faktörler, genellikle gözle görülememekte, ancak çocukların gelişimini şekillendirmeleri açısından önemli etkiler üretmektedir. Çocukların genetik yapıları, zeka seviyeleri, fiziksel özellikleri ve bazı sağlık durumları gibi pek çok özellik, gözle görülemeyen ancak etkileri ile anlaşılabilen unsurlardır. Bu özellikler her ne kadar gözle görülemese ve etkileri ile ancak anlaşılabilse de, çocukların gelişimini önemli ölçüde etkilemektedir.

Ayrıca çocuklar, ebeveynlerinden bazı sağlık sorunlarına veya hastalıklara karşı yatkınlığı miras olarak alabilmektedirler. Bu yatkınlıklar çocukların gelişimi açısından önemli hale gelebilmektedirler. Genetik faktörler, çocukların beyin gelişimini etkileyebilmekte, onların öğrenme kapasitelerinin, duygusal zekalarının ve sosyal becerilerinin seviyelerini belirleyebilmektedir. Diğer taraftan çevresel yani dış faktörler de genler üzerinde etki oluşturabilmektedir.

Epigenetik bilim dalı, çevresel faktörlerin genleri nasıl etkilediğini incelemektedir. Bu çevresel / dış faktörlerden mesela beslenme, uzun süre stres altında kalmış olma ve yetersiz uyku problemleri gibi faktörler, genlerin durumunu değiştirebilmektedir. Epigenetik değişiklikler, uzun vadede çocukların sağlıklarını, davranışlarını ve gelişimlerini etkileyebilmektedir. Örneğin, stresli şekilde geçen bir çocukluk dönemi, stres hormonlarının süreğen üretimine yol açarak, kalıcı depresyon ve anksiyete riskini artırabilmektedir.

Çocukların kişilik özellikleri de gözlenemeyen faktörler arasındadır. Doğuştan gelen yatkınlıklar ve çevresel etkiler, çocukların utangaç, meraklı, sosyal, bağımsız veya diğer kişilik özelliklerini belirlemektedir. Ayrıca duygusal zeka da gözle görülemeyen faktörlerden bir başkasıdır. Çocukların duygularını anlama, yönetme ve başkalarının duygularına duyarlı olma becerisi, onların sosyal ilişkilerini, okul başarılarını ve hayat kalitelerini etkilemektedir.

Çocuk gelişiminde açık bir şekilde gözlenemeyen bu faktörler, çocukların fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimlerini şekillendiren önemli etkenlerdir. Genetik, epigenetik, bilinçaltı ve psikolojik faktörler, çocukların kim olduklarını ve hayatta nasıl davrandıklarını belirlemektedir. Bu faktörler, ebeveynlerin ve eğitimcilerin, çocukları daha iyi anlamaları ve onlara en iyi desteği sağlayabilmeleri için oldukça önemlidir.

Şimdi, temel ebeveyn ve eğitimci tutumlarını, ‘pozitif/olumlu’ ve ‘negatif/olumsuz’ olarak iki temel kısımda ele alacak, her bir kısmı da kendi içinde alt başlıklar ile ayrıntılandırmaya çalışacağız.

Bu tutum, çocukların karar alma süreçlerine katılımlarını önemser ve çocukların görüşlerini önemseyen bir yaklaşımı temsil eder. Çocukların sağlıklı kararlar alabilmelerine ve sorumluluklar üstlenebilmelerine destek verir. Bu tutum, çocuklarda takım çalışması ruhunu geliştirir ve kararların birlikte alınmasını önemser.

Bu tutuma sahip ebeveyn ve eğitimciler, çocukların ihtiyaçlarını ve duygularını anlamak için onlarla açık bir iletişim kurmaya çalışır, bilgi edinerek ve araştırma yaparak kararlar almalarını önemserler. Aynı zamanda, çocukların ihtiyaçlarına uygun eğitim yöntemleri hakkında bilgi sahibi olmaya çalışırlar. Bu tutum, bilhassa çocuk yetiştirme ile ilgili pratiklerin, pozitif bir yönde gerçekleştirilmesini teşvik eder.

Ebeveynlerin, çocuklarının hem duygusal hem de zihinsel gelişimlerinde birinci derecede rol oynadıkları açıktır. Bu açıdan, ebeveynlerin katılımcı ve aydınlatılmış bir tutuma sahip olmaları, çocuklarının geniş düşünce perspektifine sahip bireyler haline gelmesini desteklemektedir. Ebeveynlerin, çocuklarının fikirlerini dinlemeleri, onların özgüvenlerini ve sorumluluk duygularını geliştirecek, kendilerini değerli hissetmelerini sağlayacaktır. Ayrıca, çocukların düşüncelerini ön yargısız bir şekilde dinlemek, ebeveyn-çocuk arasındaki güven bağını güçlendirecektir.

Çocuk yetiştirirken geleneksel kalıpların yanı sıra, bilimsel ve pedagojik bilgilere dayalı yaklaşımları benimsemek, modern pedagojik yöntemleri ve çocuk gelişimiyle ilgili güncel bilgileri dikkate almak önemlidir. Çünkü Resulullah’ın (sas) çağları aydınlatan beyanı ile, ‘İlim talebi, her Müslümana farzdır.[7]

Ebeveynlerin, inanç ve değerlerini çocuklarına aklî ve mantıkî perspektifte vermeleri, onların aydın fikirli bireyler olmasına katkı sağlayacaktır. Kendilerini sahih bilgilerle aydınlatmış ebeveynler, çocuklarına örnek davranışlarıyla yol gösterecek, adil ve empatik bir tutum sergileyerek çocuklarına rol model olacaklardır.

Konuya eğitimciler açısından baktığımızda, katılımcı ve aydınlatılmış tutum benimseyen eğitimciler, öğrencilerinin sadece bilgiyi değil, aynı zamanda insani değerleri ve maruf tutumları geliştirmelerinde de rehberlik edeceklerdir. Eğitimcilerin katılımcı ve aydınlatılmış tutumları, toplumun geleceği üzerinde doğrudan etkili olmaktadır.

Bu nedenle eğitimciler, öğrencilerin bireysel ihtiyaçlarını dikkate alarak, onların aktif katılımlarını teşvik etmeli ve öğrenci merkezli eğitim metodunu benimsemelidirler. Grup çalışmaları, tartışma ortamları ve proje temelli gibi öğretim yöntemleri, öğrencilerin katılımcı bir sürece dahil olmalarını sağlayacaktır.

Eğitimcilerin, okul ve sınıf kurallarına dair öğrencilerin görüşlerini almaları, okul ve sınıf içi karar süreçlerine katılımlarını sağlamaları gibi metotlar, çocuklarda demokratik sınıf yönetimi düşüncesini oluşturacak, onların özgüvenlerini artıracaktır. Bunun için velilerle de işbirliğine gidilmesi, ebeveynlerle düzenli iletişim kurularak, çocukların okul içindeki durumları hakkında geri bildirim verilmesi ve ortak hedefler belirlenmesi gerekmektedir.

Aydınlatılmış tutuma sahip bir eğitimci, mesleki gelişimini güçlü tutmayı ve güncel bilgileri sürekli takip etmeyi bir ilke haline getirecektir. Yeni eğitim yaklaşımlarından haberdar olunması ve mesleki gelişim programlarına katılma, elbette bu sürecin önemli bir parçası olacaktır.

Eğitimciler, aralarında ayrım yapmadan her öğrencinin eşit derecede değerli olduğunu onlara hissettirmelidirler. Bu tutum, öğrencilerde adalet duygusunu geliştirecektir. Katılımcı ve aydınlatılmış tutum, hem ebeveynler hem de eğitimciler için önemli bir hedef olmalıdır. Bu tutum, bireylerin kendilerini ifade edebilmelerini, potansiyellerini gerçekleştirmelerini ve topluma yararlı bireyler olarak gelişmelerini hedeflemektedir.

Ebeveynlerin ve eğitimcilerin, kültür köklerine ve başka kültürlere karşı duyarlı tutumları, çocukların kendi kültürel kimliklerini daha iyi tanımalarına ve benimsemelerine yardımcı olurken, diğer kültürlere karşı da açık ve saygılı bir tutum geliştirmelerini destekleyen bir yaklaşımdır. Bu tutum, çocukların şahsiyet ve kimlik bilincini kazanmalarını, kendi kültürlerine saygılı olmalarını ve farklı kültürlere karşı empati geliştirebilmelerini sağlamakta, hoşgörülü ve açık fikirli bireyler olarak yetişmelerine katkıda bulunmaktadır.

Böyle bir tutumun başarıya ulaşabilmesi için, çocuklara kendi kültürel gelenekleri ve değerleri mutlaka benimsetilmeli, kitaplar, paneller vb. etkinliklerle farklı kültürleri tanıyabilmeleri için imkanlar oluşturulmalıdır. Bunun için kültürel farklılıkların bir zenginlik olduğu vurgulanmalı, çocuğun eleştirel düşünce becerisi geliştirilebilmelidir. Mesela, çocuklar arkadaşlarının farklı bir dine ya da geleneğe sahip olduklarını öğrendiklerinde, bu konuda onlarla açık bir şekilde konuşulmalı, yanlış ve temelsiz önyargılarla hareket etmelerinin önüne geçilmelidir.

Böyle bir tutum, çocukların daha başka kültürel uygulamalara ve farklılıklara saygı duymalarını, ama aynı zamanda kendi kültür köklerinin kıymetini ve önemini anlamalarını, dinlerine sağlam bir şekilde bağlılıklarını desteklemeyi önemsemektedir. Bu tutuma sahip ebeveynler ve eğitimciler, çocukların kendi örf, adet ve kültür köklerini sağlıklı bir şekilde öğrenmelerine ve pratiğe aktarmalarına, dini ve kültürel kodlarını korumalarına yardımcı olacaktır.

Böyle bir tutum, çocuklar kendi kültür köklerine bağlı kalırlarken, farklı kültürler hakkında bilgi edinebilmelerini, başka kültürlerden insanlarla barış ve huzur içinde iletişim kurabilmelerini teşvik etmektedir. Bu tutuma sahip ebeveyn ve eğitimciler, çocukların açık görüşlü ve hoşgörülü bireyler olarak yetişmelerini önemsemektedirler.

Ebeveynlerin ve eğitimcilerin, yeni teknolojilere dayalı ürünler kullanılmasının hem yararlı hem de zararlı olabileceğini görerek, dengeli ve bilinçli bir tutum geliştirmeleri gereği açıktır. Çocuklar, hemen her gün yeni bir teknoloji ürününe maruz kaldıklarında, dijital beceriler kazanmaları muhtemel ise de söz konusu ürünlerin aşırı kullanımları nedeniyle olumsuz etkilere maruz kalmaları ihtimal dahilindedir. Dolayısı ile teknoloji ürünleri konusunda bilinçli bir tutum, sağlıklı teknoloji kullanımını desteklerken, onun aşırı ve gereksiz biçimlerine de karşı çıkmaktadır.

Teknoloji ürünleri konusunda bilinçli bir tutumun başarılı olabilmesi için, öncelikle çocukların söz konusu ürünleri kullanımları ile ilgili uygun bir yaş sınırına tabi tutulmaları faydalı olacaktır. Bunun için ekran süresi dışında ortak etkinlikler planlanarak denge sağlanabilmeli, çocukların teknoloji ürünlerini eğitici uygulamalar ve faydalı projeler için bir araç olarak kullanmaları teşvik edilmelidir. Mesela, internette bir bilgiye ulaşmak istediklerinde, çocuklarla birlikte bu bilgiye hangi vasıtalarla ve nasıl ulaşılabileceği beraberce araştırabilir ve kaynakların doğruluğu üzerinde müştereken fikir yürütülebilir.

Bu tutum, ebeveynlerin ve eğitimcilerin teknolojinin faydalarından yararlanmaları sureti ile çocuklarını eğitmelerini ve desteklemelerini vurgulamaktadır. Bu tutuma göre ebeveynler ve eğitimciler, çocukların teknoloji ürünlerini kullanmalarını desteklemekte, denetlemekte, onlara teknolojik ürünleri nasıl sorumlu bir şekilde kullanabileceklerini öğretmek için çaba sarf etmektedirler.

Bu tutuma sahip ebeveynler ve eğitimciler, çocukların teknoloji bağımlısı olmamaları için önlemler alır ve teknoloji ürünlerini kullanımlarını sınırlamayı önemserler. Çocukların, teknoloji ürünlerini kullanımlarını denetlemek ve diğer faaliyetlere zaman ayırmaya teşvik için çaba gösterirler.

Empati, çocukların duygularını ve ihtiyaçlarını anlamaya çalışarak onlara destek olmayı amaçlayan bir tutumdur. Çocuklar, ebeveynleri ve eğitimcileri tarafından anlaşıldıklarını hissettiklerinde, hem duygusal olarak güçlenir hem de başkalarına karşı empati geliştirmeyi öğrenirler. Bunun için, ebeveynlerin ve eğitimcilerin, çocukların duygularını adlandırmalarına ve ifade edebilmelerine yardımcı olmaları gerekmektedir. Bu tutum, çocukların duygusal durumlarını anlamaya ve onların duygularına empati göstermeye özen göstermektedir.

Çocukların bir durum karşısında kendilerini nasıl hissettikleri, duygu sözcüklerini kullanarak tasvir etmeleri istenebilir. Böylece çocuklar, duygularının paylaşılabilir ve ifade edilebilir olduğunu göreceklerdir. Mesela bir sınavdan düşük not aldıklarında, ‘bu seni hayal kırıklığına uğratmış olabilir ama, hep birlikte bu durumu nasıl düzeltebileceğimizi konuşabiliriz’ şeklinde, duygularını ifade için teşvik edilebilirler.

Çocukların kendilerine olan güvenlerini artırmayı ve potansiyellerinin keşfedilmesini destekleyen ebeveyn ve eğitimci yaklaşımına, ‘empatiyi, anlayışı ve özgüveni destekleyici tutum’ diyoruz. Özgüvenli çocuklar, kendilerini ifade etmekten sıkılmaz, geleceğe daha azimle ilerlerler. Bunun için yapılması gereken, çocukların başarılarının takdir edilmesi, kısa ve duygusuz cümleler ile sonuçlara odaklanılmamasıdır. Çocuklara önceleri küçük hedefler koyarak, onların hedeflerini gerçekleştirmelerine yardımcı olunmalı, başarma hissini deneyimlemeleri sağlanmalıdır. Bunun için, onların yanlışlıkları eleştirilirken yapıcı olunmalı, çocuklara yapmış oldukları hataların, yeni birer öğrenme fırsatı olduğu ifade edilmelidir.

Mesela, çocuk bir resim çizip gösterdiğinde, duygusuz ve donuk bir şekilde ‘güzel olmuş!’ demek yerine, ‘bu resmi çizerken kullandığın renkler çok ilginç, neyi anlatmak istemiştin?’ diyerek daha derin bir iletişim kurulabilir. Çocukların kendilerine olan güvenlerini artırmak için destek olmak, onları cesaretlendirecek ve başarılarının takdir edildiğini hissedeceklerdir.

Muâviye b. Hakem es-Sülemî, namazda konuştuğu ve ashabın tepkisini çektiği zaman olanları şöyle anlatmaktadır:

‘…Ne O’ndan (sas) önce ne de sonra daha güzel öğreten birini gördüm. Vallahi Resulullah (sas) beni ne azarladı, ne vurdu, ne de hakaret etti. Sadece,Bu namazda insan kelâmı konuşulmaz. Namaz ancak tesbih, tekbir ve Kur’an okumaktır’ dedi.[8]

Bu rivayetten de açıkça anlaşıldığı üzere, yanlış bir davranışta bulundukları düşünüldüğünde, bilhassa büyüklerin yanında ve dini dahi olsa önemli konularda, çocuklara empati ve anlayış ile davranılması büyük önem taşımaktadır.

Karşılaştıkları sorunlarla başa çıkabilmeleri için gerekli hünerleri öğretme ve sorunları birlikte çözme, çocukların problem çözme yeteneklerini ve duygusal dayanıklılıklarını artıracaktır. Çocuklar, problem çözme becerilerini kazanarak daha bağımsız, yaratıcı ve kararlı bireyler haline gelebilirler. Ebeveynlerin ve eğitimcilerin bu yönde atacakları adımlar, çocuklarda stresle başa çıkma kabiliyetlerini ve sorumluluk alma yeteneklerini geliştirecektir.

Bunun için yapılabileceklerden birisi, çocukların karşılaştıkları sorunlar hakkında çözüm düşüncelerinin ne olduğunun onlara sorulmasıdır. ‘Bu durumu nasıl çözebiliriz?’ diyerek, onlarda problem çözme becerileri geliştirilebilir. Sorunları çözmek için birden fazla yol olabileceği izah edilip, alternatifler üzerinde fikir alış verişi yapılabilir. Böylece kendi çözümlerini bulmalarına rehberlik edilir. Ancak sorunun çözüm yolunun dikte edilmemesine de özen gösterilir. Böyle bir tutum, çocuklara problem çözme becerilerini öğretir ve bağımsız olarak zorluklarla başa çıkabilmelerini teşvik eder.

Diğer taraftan, çocukların olumsuz duygularla başa çıkabilmelerini ve bu duyguların üstesinden gelerek daha güçlü bir bireyler haline gelmelerini sağlamak da önemli diğer bir husustur. Onları duygusal dayanıklılıkları yüksek bireylere dönüştürmek, zorlayıcı durumlarla karşılaştıklarında kendilerini toparlama hünerlerini göstermelerine imkan vermek, yine ebeveynlere ve eğitimcilere düşen bir görevdir.

Çocuklar, pek çok başarısızlıklarla veya hayal kırıklıkları ile karşılaşabilir. Ebeveynlerin ve eğitimcilerin çocukların duygusal dayanıklılıklarını geliştirmeye yönelik tutumları, onlara yalnızca başarılı olmalarını değil, başarısızlıklardan da ders almalarını öğretecektir. Bu tutumun başarılı olabilmesi için, çocukların duygularını ifade edebilmelerine izin vermek ve onlara onaylayıcı sözlerle destek olmak gerekmektedir. Ebeveynlerin ya da eğitimcilerin, sorunlarla karşılaşan çocuklara, çözüm yollarını birlikte üretmeyi teklif etmeleri, zor durumlarla karşılaştıklarında çözüm odaklı bir tutum sergilemeleri faydalı olacaktır.

Yaratıcılığı ve merakı teşvik eden ebeveyn ve eğitimci tutumu, çocukların yeni şeyler öğrenme ve keşfetme arzularını destekleyen bir yaklaşımıdır. Merak, ilmin hocasıdır ve yaratıcı düşünceyi geliştirmektedir. Merak duygusu desteklenen çocuklar daha fazla soru sorabilmekte, problem çözme becerilerini geliştirmekte ve yaratıcı bir bakış açısı kazanmaktadırlar.

Bu tutumun başarılı olabilmesi için, öncelikle çocukların sordukları sorulara sabırla cevap verilmesi ve onların daha fazla düşünmeye teşvik edilmesi gerekir. Çocukların ilgisini çeken konularda projeler yapmalarına destek olunmalı, özgün projeler çocuklarla paylaşılarak onlara ilham verilmelidir.

Sorumluluk geliştirici tutum ise, çocukların kendi kararlarını almalarını, sorunlarını kendi başlarına çözmelerini ve yaşlarına uygun sorumlulukları yerine getirmelerini teşvik eden bir ebeveyn ve eğitimci tutumudur. Bu tutum, çocukların özgüvenleri sağlam, karar alma becerileri yüksek ve sorumluluk düşünceleri gelişmiş bireyler olarak yetişmelerini sağlar. Bu tutum ile, aşırı bağımlılık ya da aşırı özgürlükten kaçınılmış ve dengeli bir büyüme hedeflenmiş olur.

Bunun için çocukların yaşlarına uygun görevler verilmesi, kendi kararlarını almalarına ve uygulayabilmelerine izin verilmesi gerekir. Küçük kararlardan başlayarak, daha önemli kararlara adım atabilmeleri ve almış oldukları kararların sonuçlarını kendilerinin görebilmeleri imkanı onlara sağlanmış olur. Bu tutumda, çocuklara rehberlik edilmekte ama sürekli müdahaleden kaçınılmaktadır. Çünkü yanlış kararlar da öğrenme süreçlerinin ayrılmaz bir parçasıdır.

Ebeveynlerin ve eğitimcilerin, çocukların yaşlarına, gelişim özelliklerine ve bireysel ihtiyaçlarına uygun şekilde davranmaları, gelişimsel ihtiyaçlarını doğru anlamaları, onların fiziksel, duygusal ve zihinsel sağlıklarını destekleyici bir tutum olacaktır. Aksi davranışlar ise, çocuklar ile ilgili ya çok düşük ya da çok yüksek beklentileri üretecek, bu tutum da çocukları olumsuz etkileyecektir. Nebi (sas), ‘Çocuğu olan, onunla çocuklaşsın[9] buyurarak, ebeveynlerin gelişimsel farkındalık sahibi olmalarını tavsiye etmiştir.

Bu açıdan, çocukların yaşlarına uygun hedeflerin ve sorumlulukların belirlenmesi, gelişimsel aşamalarının doğru anlaşılması, onların büyüme hızlarına saygı gösterilmesi gerekmektedir. Dolayısı ile çocukların ilgi alanlarının desteklenmesi ve gelişimlerine rehberlik edilmesi elzemdir. Mesela, anaokulu çağındaki bir çocuktan okumayı öğrenmesini beklemek yerine, arkadaşları ile uyum içerisinde oyunlar oynayarak öğrenmesine imkan vermek daha faydalı neticeler verecektir.

Esneklik sahibi tutum, olabilecek zorlukların daha hafif şekilde ele alınmasını öğreten, olaylara esnek yaklaşımı önemseyen bir ebeveyn ve eğitimci tutumudur. Böyle bir tutumda çocuk, olaylara olumlu bir bakış açısıyla yaklaşmayı ve zorluklarla daha kolay başa çıkmayı öğrenecektir. Bunun için, çözüm odaklı yaklaşımların geliştirilmesi, sorunların büyütülerek işin içinden çıkılmaz hale getirilmemesi, çocukların morallerini yüksek tutacak ve olaylara esnek yaklaşabilen bir düşünce yapısının teşvik edilmesi gerekmektedir. Mesela, çocuk ödevini yapmamışsa, ‘ödev her şey değildir!’ diyerek onu moral açıdan desteklemek ve rahatlatmak daha güzeldir.

Bu tutum, çocukların kendilerini değerli hissetmeleri için, fiziksel, duygusal ve zihinsel bağlar kurmayı amaçlayan yaklaşımdır. Bu yaklaşım, çocuklarda güçlü duygusal bağlar, artırılmış özgüven ve güvenli alanlar sunmayı hedeflemektedir. Bunun için, çocukların duygularının dikkatlice dinlenilmesi ve empati kurulması gerekmektedir.

Problem çözme odaklı tutum ise, çocukların karşılaştıkları sorunlara çözüm yolları bulmalarını öğretmek, bu yönde onlara rehberlik etmek, problem çözme becerileri geliştikçe, onların daha özgüvenli ve bağımsız bireyler haline gelmelerini teşvik etmektir. Bunun için, herhangi bir problemle karşılaşmış çocuğa hemen çözüm göstermek yerine, ‘sence bu durumda ne yapılabilir?’ diye sormak faydalı olacaktır.

Çocukların, küçük sorunları çözmelerine zemin hazırlayarak, daha büyük problemleri çözebilecek şahsiyetler haline gelmelerine yardımcı olmak gerekmektedir. Bu nedenle, hata yapmalarının, onlardaki öğrenme süreçlerinin bir parçası olduğunun vurgulanması, çeşitli problemlerle karşılaşan çocuklara, konulara doğrudan müdahale yerine, problemleri nasıl çözebilecekleri hakkında rehberlik edilmesi daha uygun olacaktır.

Demokrat ve destekleyici tutum dediğimizde, çocukların görüşlerini dikkate alan, onları mümkün olduğunca ortak karar alma süreçlerine dahil eden ebeveyn ve eğitimci yaklaşımlarını kast etmekteyiz. Bu tutumda, çocukların görüşlerine ve düşüncelerine değer verilir, sorumluluk duygularının ve bağımsız kişilik yapılarının gelişebilmesi için maddi ve manevi olarak desteklenirler.

Bu tutum neticesinde çocuklar, kendi fikirlerinin önemli olduğunu hisseder ve özgür düşünce tavrı geliştirebilirler. Bu tutumun başarılı olabilmesi, çocukların görüşlerinin dinlenmesi ve fikirlerinin tartışmaya değer bulunduğunu görebilmeleri ile ancak gerçekleşebilir.

Bunun için ebeveynler ve eğitimciler, önemsiz görünse dahi herhangi bir karar alırlarken, çocukları da karar süreçlerine dahil edebilmeli, seçimlerinin sorumluluklarını üstlenebilmelerine izin vermeli, fikirlerini sormalı ve isteklerini göz önünde bulundurarak planlar yapabilmelidirler.

Demokrat tutumda, uyulması gereken kurallar önceden belirlenmiş ve sınırlar belirgin hale getirilmiştir. Demokrat ebeveynler ve eğitimciler, çocuklara karşı açık, anlayışlı ve saygılı bir tavır benimserler. Çocukların düşüncelerini dinler, duygularına değer verir, görüşlerini özgür bir şekilde ifade etmelerine izin verirler.

Demokrat ebeveynler ve eğitimciler, çocukların davranışlarını akılcı, amaç odaklı bir tutumla yönlendirmeye çalışırlar. Bu tür bir yaklaşım, çocukların kendilerini güvende hissetmelerini sağlayacaktır.

Demokrat ebeveynler ve eğitimciler, çocukların bağımsız kişilikler haline gelmeleri için onları teşvik eder ve cesaretlendirirler. Böyle bir ortamda çocuklar, karşılıksız ve koşulsuz sevilirler. Ancak yine de çocukların davranışlarına yönelik kurallar ve sınırlar bulunmaktadır. Demokrat ve destekleyici bir ortamda yetişen çocuklar, sınırları dahilinde bağımsızdır, özgürdür, kendilerine güvenebilen ve sosyal ilişkilerinde başarılı bireylerdir.

Bu tutumla yetişen çocuklar, belirlenmiş kurallar çerçevesinde hareket etmeyi, öz yeterlik becerisine sahip olmayı öğrenirler. Böyle bir tutum, çocukların kendi değerlerini oluşturabilmelerine, yaratıcı fikirler üretebilmelerine ve sağlıklı bir kimlik geliştirebilmelerine katkı sağlamaktadır.

İslamî tevhîd anlayışı, kalben, zihnen ve ruhen şüphesiz bir şekilde Yüce Allâh’ın varlığını ve birliğini kabul etme, Hz. Muhammed’in (sas) O’nun kulu ve elçisi olduğuna inanmadır. Ebeveynlerin, bu çok temel inanca uygun bir tutum geliştirmeleri, çocuklarının da Yüce Allâh’a olan sevgilerini güçlendirecek, onlara her şeyin Yüce Allâh’ın izniyle gerçekleştiğini ve gönülden O’na yönelmek gerektiğini öğretecektir.

Bunun için ebeveynler, çocuklarına örnek bir tutum sergileyerek, her daim Yüce Allâh’a şükür, sabır ve teslimiyet tutumu içerisinde olmalı, böylece bu yüksek değerleri çocuklarına zengin bir seviyede yansıtmalıdırlar. Samimi dua ve ibadet alışkanlıklarını çocuklarına aktarırken, sevgi ve merhamet dilini kullanmalı, huzurun yegane adresinin Yüce Allâh’ı her daim anma ve dini yaşantının ihlas ile icrası olduğunu hissettirmelidirler.

Bu tutuma sahip ebeveynler, çocuklarına sevgi ve merhametle yaklaşacak, onları Yüce Allâh’ın bir emaneti olarak görüp şefkatle muamele edeceklerdir. Bu hususta, Resulullah’ın (sas) çocuklara olan şefkatini kendilerine rehber olarak yapacak, onları disipline ederken ceza ve korkutma yerine, eğitici ve sevgi dolu metotları tercih edeceklerdir.

Bu tutuma sahip ebeveynler, çocuklarını fıtrata uygun yetiştirecek, çocuklarının doğal yeteneklerini ve ilgilerini göz önünde bulundurarak, onların istikamet üzere gelişimlerini destekleyeceklerdir. Onların, dünyayı tevhîdî bir perspektifle tanımalarına yardımcı olurlarken, doğayı ve kainatı Yüce Allâh’ın ayetleri olarak görüp aklî sorgulamalarını teşvik edeceklerdir.

Tevhîde dayalı bir bakış açısına sahip eğitimci ise, öğrencilerine sadece akademik bilgi sunmakla kalmayacak, onlara aynı zamanda güzel ahlâka dayalı manevi değerleri de aktaracaktır. İlmin ve hikmetin kaynağının Yüce Allâh olduğuna vurgu yapacak, bilimin ürünlerini ve dinî öğretileri birbiri ile çelişmeyen bir bütün olarak sunacaklardır. Bilginin Yüce Allâh’tan bir lütuf olduğu hakikatini ve her ilim dalının O’na götüren bir araç olduğunu öğreteceklerdir.

Tevhîde dayalı bakış açısına sahip eğitimciler, öğrencilerine karşı merhamet ve anlayış sahibi olacak, Peygamberimiz’in (sas) ‘Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz[10] hadis-i şerifini rehber alarak, öğrencilerine sabırlı, merhametli, kolaylaştırıcı ve müjdeleyici davranacak, nefret ettirmeyeceklerdir. Her öğrencinin farklı bir öğrenme kapasitesi ve yeteneği olduğunu kabul edecek, eğitim sürecini bir ibadet olarak görüp, sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmeye çalışacak ve bireysel farklılıklara saygı göstereceklerdir.

Tevhîde dayalı bir bakış açısına sahip eğitimciler, İslamî değerlere uygun bir yaşam tarzı benimseyerek öğrencilerine örnek olur ve ahlâkî değerleri benimsetirlerken, söylediklerini yaşantılarıyla da destekleyeceklerdir. Bu eğitimciler, emanet bilinciyle hareket edecek, öğrencileri Yüce Allâh’ın bir emaneti olarak görüp, onların hem bu dünyadaki hem de ahiretteki mutluluklarına hizmet etmeyi hedefleyeceklerdir.

Tevhîdî bakış açısında dayalı bir tutum, ebeveynlerin ve eğitimcilerin hem dünyaya hem de çocuklara olan bakış açısını dengeli bir şekilde götürmelerini temin edecek, çocukların hem bireysel gelişimine hem de Yüce Allâh ile olan bağlarını güçlendirmelerine katkı sağlayacaktır. Bunun için ebeveynlerin çocuklarına karşı daha sabırlı, sevgi dolu ve adaletli bir yaklaşım sergilemeleri faydalı olacaktır. Eğitimcilerin ise, ilmî ve ahlâkî değerleri bir bütün olarak sunmaları, öğrencilerin zihinsel ve manevi gelişimine katkıda bulunacaktır.

Çocukların, tevhîdî bir bakış açısı ile yetiştirilmelerinin önemini gösteren ve İbn Abbas Hazretleri’nin Resulullah’tan (sas) aktardığı bir rivayet şu şekildedir:

Ey delikanlı! Sana birkaç kelime öğreteceğim: Allâh’ın emir ve yasaklarına iyi dikkat ederek yaşa ki Allâh da seni gözetip kollasın. Allâh’ı hiç hatırından çıkarma ki onu her an karşında bulasın. İsteyeceğinde Allâh’tan iste yardım isteyeceğinde Allâh’tan yardım iste, bilmiş ol ki tüm insanlar sana bir konuda fayda vermek için bir araya gelseler ancak Allâh’ın yazdığı kadarıyla sana faydalı olabilirler. Eğer tüm insanlar sana zarar vermek konusunda birleşip bir araya gelseler ancak Allâh’ın sana yazdığı kadarıyla zarar verebilirler. Kader kalemleri kalkmış ve yazılan sahifeler kurumuştur.[11]

Bu rivayette açıkça görüldüğü üzere Nebi (sas), yeni yetişen bir gence, her daim Yüce Allâh’ı gözetmesini, sadece O’ndan yardım istemesini, O (cc) dilemedikçe kendisine hiç kimsenin fayda ya da zarar veremeyeceğini en derin bir tevhîd umdesi olarak işlemektedir.

Güzel ahlâk, İslam’ın özünü oluşturan çok temel bir değerdir. Peygamberimiz’in (sas), ‘Ben (başka değil, sadece) güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim[12] buyruğu, ebeveynlerin çocuklarına karşı güzel ahlâk ilkelerine dayalı yaklaşım sergilemelerini teşvik etmektedir.

Güzel ahlâka dayalı tutum benimseyen ebeveynler, çocuklarına sevgi ve şefkatle yaklaşacak, onlara sevgi dolu bir ortam sağlayacak, bu da onların güven ve huzur içinde büyümesine imkan tanıyacaktır. Bu ebeveynler, çocuklarına şefkatli bir dil kullanarak, çocuklarının duygusal ihtiyaçlarına hassasiyetle yaklaşmakta, çocuklarının gelişim sürecinde hata yapabileceklerini kabul ederek sabırlı bir tutum sergilemektedirler. Olabilecek hataları ise, hoşgörüyü merkeze alarak, söz konusu hataların bir öğrenme fırsatı olarak görülmesi gereğini talim etmektedirler.

Güzel ahlâka dayalı tutum benimseyen ebeveynler, adalet ve dürüstlük ilkelerini önemser, çocuklarına karşı her zaman adil davranır, onlara dürüstlüğün önemini öğretirler. Kendileri de dürüstlük konusunda örnek olarak, çocuklarının bu temel ahlâkî değerleri içselleştirmelerini sağlarlar. Çocuklarının yaşadıkları zorlukları empati ve anlayışla karşılar, onların hislerini anlamaya çalışır, duygularını ifade etmeleri için teşvik ederler.

Güzel ahlâka dayalı tutum benimseyen ebeveynler, çocukların olumlu davranışlarını takdir ve teşvik eder, güzel ahlâkı yansıtan davranışlarını över ve teşvik ederler. Onların, küçük başarılarını bile değerli görür ve motive ederler.

Eğitimcilerin güzel ahlâka dayalı tutumları ise, çocukların sadece bilgi ile değil, aynı zamanda yüksek ahlâkî değerlerle donanabilmeleri için önemli bir role sahiptir. Güzel ahlâk ilkelerine dayalı bir tutum sergileyen eğitimciler, öğrencileri üzerinde derin ve kalıcı etki bırakırlar. Bu eğitimciler, davranışları ile öğrencilerine örnek olur, güzel ahlâkı sadece sözleri ile değil, aynı zamanda davranışları ile de desteklerler.

Eğitimcilerin güzel ahlâka dayalı tutumları, öğrencilerine saygı, nezaket ve anlayış çerçevesinde rehberlik etmelerini, sabırlı ve merhametli davranmalarını, öğrenme süreçlerinde öğrencilerin gelişim hızlarını ve bireysel farklılıklarını gözetmelerini netice verir. Bu eğitimciler, hata yapan öğrencilerine karşı anlayışlı tutum sergiler, doğru davranışların icrasına cesaretlendirir, sahip oldukları potansiyeli görebilmeleri ve geliştirebilmeleri için onlara destek olurlar.

Eğitimcilerin güzel ahlâka dayalı tutumları, her öğrenciyi eşit bir şekilde değerlendirmelerini, ayrımcılıktan kaçınmalarını, adaletli davranışları ile öğrencilerin eğitim sürecine güven duymalarını sağlar. Bu eğitimciler, öğrencilerinin sosyal becerilerini ve topluma katkı sunma bilinçlerini geliştirerek onları daha yüksek seviyelere taşırlar.

Güzel ahlâka dayalı tutum, hem ebeveynlerin hem de eğitimcilerin çocuklarla olan ilişkilerini olumlu yönde şekillendirir. Ebeveynler, çocuklarına güzel ahlâkı kazandırırken, onların hatalarını birer gelişim fırsatı olarak görüp şefkatle yaklaşırlar. Eğitimciler de öğrencilerine güzel ahlâkı bir yaşam biçimi olarak sunarlarken, kendileri de davranışlarıyla güzel ahlâkı örneklendirirler.

Ebeveynlerin ya da eğitimcilerin, çocukların aklî ve ruhî gelişim ihtiyaçlarına yeterince ilgi göstermemeleri ve destek sunmamaları, ilgisiz ve ihmalkar tutumu oluşturmaktadır. En olumsuz ve riskli ebeveyn ve eğitimci tutumudur. Böyle bir tutuma maruz kalan çocuklar, kendilerini değersiz hissetmekte ve özgüvenleri düşük hale gelmektedir. Yetişkinliklerinde ise sosyal davranışlarında güvensizlik ve bağımlılık gelişmekte, akademik ve ruhsal gelişimleri olumsuz etkilenmektedir.

Bu tutuma sahip ebeveyn ve eğitimciler, çocukların gelişim ihtiyaçlarını sürekli olarak göz ardı eder, bir başarı kazandıklarında hiçbir tepki vermez ya da sıkıntılı ve üzüntülü anlarında onları görmezden gelirler. Bu tutum, çocukların ihtiyaçlarıyla yeterince ilgilenmez, onların kendi başlarına karar vermelerine izin verseler de, gerekli rehberliği sağlamanın önemini idrak edemez. Böyle bir tutumu benimseyen ebeveyn ve eğitimciler, çocuklara yönelik uzun vadeli amaçları realize etmeyi tasarlamaz, onların eğitimlerine yönelik uğraş ve çaba gerektiren konularda ise oldukça yetersiz kalırlar.

İhmal edici ebeveyn ve eğitimci stilinde, disiplin ve denetim ya hiç yoktur ya da tutarsızdır. Böyle bir tutumla karşı karşıya kalan çocuklar, güven eksikliği hisseder, akademik başarıları düşük olur ve duygusal bağ kurmada güçlük çekerler. Ayrıca, dikkat çekme veya kabul edilme arzusu ile olumsuz davranışlara da yönelebilirler. Bu problemli tutum karşısında, çocukların özgüvenleri ve özsaygıları zayıflar, kişilik gelişimleri zarar görür, kendilerini yalnız ve değersiz hissederler. Yetişkinlik dönemlerinde ise, başkalarına karşı agresif ve saldırgan, kendilerine karşı ise saygıları ve özdenetimleri düşük seviyede bireyler olurlar.

Katı ve kontrolcü tutum, çocukların davranışlarını sert kurallarla ve cezalarla kontrol etmeye çalışan, emir-komuta anlayışına dayalı bir yaklaşımdır. Böyle bir tutumda çocuklar, korku ve baskı gibi nedenlerle duygularını ifade etmekte zorlanır, yetişkinliklerinde de otoriteye karşı pasif ya da isyankar tavır geliştirirler. Bu tutuma maruz kalan çocukların güven ve problem çözme becerileri zayıflar.

Katı kurallar ve cezalarla çocuğu disipline etmeye çalışmak, çocukların fikirlerini ya da hislerini dikkate almamak, sürekli eleştiri ya da yüksek beklentilerle onlarda manevi baskılar oluşturmak bu tutumun görünen en bariz özellikleridir. Böyle bir tutuma sahip ebeveyn ya da eğitimci, çocukların hata yapmasına tahammül edemez, her davranışını kontrol etmeye çalışır, ‘ben ne diyorsam onu yapacaksın!’ anlayışı ile tüm diyalog yollarını kapatır.

Katı ve kontrolcü ebeveynler ve eğitimciler, çocukların hayatlarını sıkı bir disiplin altında yönlendirmeye çalışır, koydukları katı ve anlamsız kurallara uymaları için, onlara maddi ve manevi baskı uygularlar. Bu tutumda, itaat ve disiplin ön plandadır, çocukların duygusal ihtiyaçlarına ise yeterince önem verilmemektedir.

Bu tür bir ortamda büyüyen ve eğitim alan çocuklar, genellikle özgüvenleri düşük, çekingen veya isyankâr olurlar. Aşırı kontrol altında büyüdüklerinden ve eğitildiklerinden, kendilerini ifade etmekte ve etkili karar almakta zorlanırlar. Bunun yanında, kuralların olduğu ortamlara uyum sağlayabilseler de, kendi sınırlarını belirleme becerileri yeterince gelişmez.

Hz. Enes (ra), Hz. Peygamber’e (sas) barış ve savaş zamanlarında on yıl hizmet ettiğini, yapmadığı bir şey için ‘onu niçin öyle yapmadın!’, yaptığı bir şey için de ‘bunu niçin böyle yaptın!’ diye sorgulamadığını[13], kesinlikle bir defa bile ‘öf’ demediğini belirtmektedir.[14]

Katı ve kontrolcü tutuma sahip ebeveynler ya da eğitimciler, çocukların hayatlarını aşırı şekilde yönlendirmeye çalışır, onların hiçbir şekilde kendi kararlarını vermelerine müsaade etmezler. Böyle bir tutuma maruz kalan çocuklarda, bağımsızlık duyguları gelişmez, ya sürekli otorite figürlerinin onayını beklerler ya da kendi kararlarından emin olamayan özgüvensiz bireyler haline gelirler.

Bu tür ebeveyn ve eğitimciler, çocukların her hareketini yakından kontrol eder, yönlendirmek ister, düşüncelerini önemsemez ve hatalar neticesinde öğrenme becerilerini geliştirmelerini engellerler. Çocukları sürekli kendi düşüncelerini onaylamaya çağırır veya onların bireysel kararla aldıkları faaliyetlerini önemli ölçüde engellerler. Dolayısı ile bu durumdaki çocuklar, kendi kararlarını verme fırsatını bulamaz, sorumluluk alma deneyimini kazanamazlar.

Neticede hep başkalarına bağımlı, özgüven eksikliği yaşayan ve risk almaktan kaçınan bireylere dönüşür, problemlerle başa çıkma becerileri gelişmez, sürekli otorite figürlerine ihtiyaç duymaya alışırlar.

‘Aşırı hoşgörülü’ tutum, ebeveynlerin ya da eğitimcilerin, çocukların davranışlarını neredeyse hiç sınırlamayan ve tüm taleplerini koşulsuz yerine getiren yaklaşımın adıdır. Bu tutuma sahip ebeveynler ve eğitimciler, çocukları hiçbir şekilde kontrol etmez ve bazen de ihmale varan bir hoşgörü ile davranırlar. Bu tutuma maruz kalan çocuklar, sınırların ve kuralların önemini göremez, yetişkinliklerinde disiplin sorunları yaşar ve sosyal ortamlarda kurallara uyum sağlamakta zorlanırlar.

Bu tutuma sahip ebeveyn ya da eğitimciler çocuklara ‘hayır’ demekte zorlanır, onların bütün isteklerini yerine getirmeyi, yanlış davranışlarına müdahale etmemeyi, kurallar koysalar bile bunları tutarlı şekilde uygulamamayı alışkanlık haline getirirler. Aşırı hoşgörülü tutum, çocukların doğru ya da yanlış bütün isteklerinin yerine getirildiği, sınırların belirsiz olduğu bir ortam üretir. Bu tür eğitimciler ya da ebeveynler, çocukların tüm isteklerine olumlu yanıt verir, hatalarına karşı tamamıyla toleranslı bir tutum takınır.

Aşırı hoşgörülü ebeveynler, çocuklarının kendilerini geliştirmelerini önemsemez, ‘şımarık çocuk’ tavrının ortaya çıkmasına sebep olurlar. Aşırı serbest ortamda yetişen çocuklar, sınır koyma ve kurallara uyma konusunda güçlük çeker, disiplin ve sorumluluk alma becerileri yeterince gelişmez, yetişkin yaşlarında sorunlarla başa çıkmada zorluk çekerler. Bu şekilde muamele gören çocuklar, dürtü kontrolleri zayıf, akademik başarıları düşük, hemen her isteklerinin yerine getirilmesi sonucu, gerçekleşmeyen isteklerinin sonuçlarına tahammülsüzlük gösteren bireyler haline gelirler.

‘Aşırı kısıtlayıcı’ tutumda ise, çocukların tüm hareketleri kontrol altındadır, aşırı derecede koruma tavrı vardır, meşru özgürlükler neredeyse büyük ölçüde yok edilmiştir. Bu tutuma sahip ebeveynler ve eğitimciler, çocuklara hemen her konuda müdahale etmekte, onların gelişimlerine fırsat vermemekte, duygusal ve girişimci özerklik kazanmalarını örtük bir şekilde engellemektedirler. Bu tutuma maruz kalan çocuklar, bağımsızlık duygusu ve özgüven geliştirmekte zorlanacak, hata yaparak öğrenme fırsatları kısıtlanmış olacak, sosyal ilişkileri ve risk alma becerileri zayıflayacaktır.

Bu tutuma sahip ebeveyn ve eğitimciler, çocukları sürekli tehlikelerden korumaya çalıştıklarını öne sürmekte, onların özgürlüklerini sınırlandırmakta, kendi kararlarını almalarına izin vermemektedirler. Aşırı kısıtlayıcı ebeveyn ve eğitimci tutumları, çocuklarda ‘obsesif kompulsif bozukluğun’[15] gelişiminde rol oynayabilmekte ve uyum bozucu şemaların gelişmesine neden olabilmektedir. Bu tür tutuma sahip kimseler, çocukların önüne sürekli mania duvarları örerler. Böylece çocuklar, deneyim kazanamaz, aşırı koruyuculuk tavrı sebebi ile, farkına varmadan silik bir şahsiyet geliştirirler.

Duygusal manipülasyon, ebeveynlerin ya da eğitimcilerin, çocukları sırf kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak için manipülasyon yaptıkları tarzdır. Bu tutuma maruz kalan çocuklar, sosyal ilişkilerinde güvensizlik ve bağımlılık geliştirir, özsaygı ve duygusal denge sorunları yaşar, aşırı suçluluk ya da değersizlik hislerine kapılırlar.

Bu tür ebeveyn ya da eğitimciler, çocukları sırf kendi isteklerine göre yönlendirir, bunun için korkutma ya da ödül sistemleri kullanırlar. Mesela, ‘şunu işlersen gözüme girersin’ gibi manipülatif ifadelerle duygusal baskı uygularlar. Böylece, çocukların duygusal durumlarını kontrol altında tutar, manipüle etmeye çalışır, neticede çocuklarda sağlıklı duygusal gelişimi engellemiş olurlar.

Kararsız tutumlarda ise, davranışların belirli bir standardı yoktur. Çocuklara karşı sürekli değişken tepkiler verilmekte, bu tutuma maruz kalan çocuklar hangi davranışlarının doğru ya da yanlış olduğunu anlamakta güçlük çekmekte, bu belirsizlik nedeniyle stres, kaygı ve güvensizlik duyguları geliştirmektedirler.

Bu tutuma sahip ebeveyn ya da eğitimciler, çocuklardan sadır olan birbirine benzeyen davranışlarda bile bazen olumlu bazen olumsuz tepki vermekte, kural koyduklarında dahi bunları tutarlı şekilde uygulamamaktadırlar. Neticede, çocuklara karşı bazen aşırı sevgi, bazen de tam aksine ilgisizlik göstermekte, böylece çocuklar bazen azar işitmekte, bazen de aynı davranışına hiçbir tepki verilmemektedir. Tutumlardaki bu sürekli değişkenlik, çocukların ne beklemesi gerektiğini bilememesine ve güven duygularının hırpalanmasına sebep olmaktadır.

‘Duygusal ihmal’ ise konunun başka bir boyutudur. Duygusal ihmal, çocukların duygusal ihtiyaçlarının ebeveynler veya eğitimciler tarafından yeterince karşılanmaması durumudur. Çocukların fiziksel ihtiyaçları karşılanıyor olsa bile, duygusal ihmal uzun vadeli olumsuz etkiler meydana getirebilmektedir. Bu durum genellikle bilinçli bir kötü niyetten daha ziyade, farkında olmamadan veya duygusal gereksinimlerin öneminin yeterince anlaşılamamasından kaynaklanmaktadır.

Duygusal ihmal, çocuklar ne hissettiklerini ifade ettiklerinde, ebeveyn veya eğitimcilerin bunları önemsememesi veya küçümseyip duygulara kayıtsız kalmaları durumudur. Böyle bir tutum, destek, empati ve bağlantı eksikliğini oluşturacak, çocuklara karşı aşırı eleştiri ya da soğukluğu da beraberinde getirecektir. Böyle bir tutumda, çocukların yaşadıkları zorluklar konusunda gerekli rehberlik faaliyetleri yapılmamakta, çocukların bakış açıları görülmemekte ve duyguları dikkate alınmamaktadır. Neticede, çocukların manevi bütünlüklerine ilgi gösterilmemekte, onlarla anlamlı diyaloglar kurulamamakta, duygusal ifadelere karşı sürekli eleştirel veya mesafeli ağır bir tavır sergilenmektedir.

Bu tutumun nedenleri arasında, ebeveyn ya da eğitimcilerin çocukluklarında kendi duygusal ihtiyaçlarının karşılanmamış olması, ebeveynlerin veya öğretmenlerin yetişkinlik dönemlerinde yaşadıkları duygusal sorunlarla baş edememiş olmaları, hayatın hızlı temposunun ve diğer sorumlulukların baskın gelmesi gibi sebepler olabilir. Çocukların manevi ihtiyaçlarını karşılama konusunda bilinç eksikliği veya kendi sorumluluklarını yeter miktarda yerine getirmenin doğru olduğunu kabul eden bir anlayış da böyle bir tutum geliştirilmesine sebep olabilir.

Söz konusu tutumlar, çocuklarda düşük özsaygı ya da kendilerini değerli hissetmeme gibi sonuçlara yol açacaktır. Bu tür tutumlara maruz kalan çocuklar, başkalarına güvenme konusunda zorluk yaşayabilir, duygusal farkındalık eksikliği geliştirebilir, kendi duygularını anlamakta ve ifade etmekte güçlük çekebilirler. Duygusal destekten yoksun büyüyen bu çocuklar, ileriki yaşlarında ruhsal depresyon ve anksiyete gibi daha başka psikolojik sorunlarla da karşı karşıya kalabilirler.

Bu negatif tutumlar, şayet fark edilebiliyorsa düzeltilebilecek yanlışlıklardır. Ebeveynler ve eğitimciler, çocukların duygusal dünyalarına daha çok yöneldiklerinde, onların sağlıklı bireyler olarak büyümeleri daha olasıdır.

Yüksek beklentiler ve mükemmeliyetçilik, çocukların gelişimleri açısından bir başka negatif yaklaşımdır. Ebeveynler ve eğitimciler, çocuklara karşı yüksek beklentiler ve mükemmeliyetçilik tutumu sergilediklerinde, aslında çocukların gelişimini olumsuz etkilemektedirler. Bu tutum, çocukların özgüvenlerini ve özsaygılarını zedelemekte, kaygı ve depresyon risklerini artırmakta ve onların sağlıklı sosyal ilişkiler kurmalarını engellemektedir.

Ebeveynlerin çocuklarına yönelik ‘yüksek beklentileri’, çocuklarının akademik, sosyal, veya sportif başarılarını belirli bir seviyeye getirmeleri konusunda yoğun baskı yapmalarını netice vermektedir. Ebeveynler, çocuklarının ‘en iyi, en başarılı, en mükemmel’ vb. performans göstermelerini bekleyebilmektedirler. Bu beklentiler, çocukların kendilerini gerçekçi olmayan bir baskı altında hissetmelerine ve sürekli başarısızlık duygularıyla boğuşmalarına yol açmaktadır. Ebeveynlerin çocuklarına yönelik mükemmeliyetçilik tutumları, onların herhangi bir alanda ‘en iyi’ olmaları gerektiği düşüncesiyle hareket etmelerini, hatalara veya başarısızlıklara tahammülsüzlüklerini netice vermektedir.

Böyle bir tutumun baskın gelmesi sonucunda çocuklar, kendi ilgi alanlarını ve tutkularını unutur, yalnızca ebeveynlerinin beklentilerini karşılamak için çabalarlar. Bu durum onlarda, mutsuzluk, anksiyete ve depresyon gibi duygusal sorunlara yol açar. Çocuklar, beklentileri karşılayamama korkusuyla, kendilerini sürekli stres altında hissederler. Başarılarının, ebeveyn sevgisinin bir koşulu olduğunu düşünen çocuklarda, özdeğer sorunları da gelişir. Hata yapmaktan korkan çocuklar, risk gerektiren yeni deneyimlerden uzak durur, beklentilerin altında ezilerek isyankar davranışlar gösterir veya tamamen pasifleşirler.

Ebeveynlerdeki yüksek beklentiler ve mükemmeliyetçilik tutumu, çocuklarda düşük özsaygı ve özgüvene sebep olacak, çocuklar kendilerini yetersiz hissedeceklerdir. Başarısızlık korkusu ve sürekli baskı, onlarda kaygı ve stres yaratacak, depresyon riskini artıracaktır. Başarıya ulaşamama korkusu, onların motivasyonunu düşürecek ve öğrenme isteklerini azaltacaktır. Mükemmeliyetçilik tutumu, çocukların özgürce düşünmelerini ve yaratıcı fikirler üretmelerini engelleyecektir.

Konuya eğitimciler açısından baktığımızda, öğrencilerden akademik açıdan devamlı bir şekilde ‘mükemmel’ performans beklenmesi, çocukların kendilerini sürekli bir baskı altında hissetmelerine, başarısızlık duygusu ile tedirgin olmalarına ve öğrenmede motivasyon kaybı yaşamalarına sebep olmaktadır. Diğer taraftan, bilhassa sınıf ortamlarında en ufak bir öğrenme hatasının veya eksikliğin gereksiz bir şekilde büyütülmesi, öğrencileri strese itmekte, başarısızlıkları durumunda öğretmenlerinden gelebilecek tepki nedeniyle özgüven kaybı yaşayabilmektedirler. Böylece hata yapmaktan çekinen, yaratıcı düşünme yerine pasif seçeneklere yönelen öğrencilere dönüşmektedirler.

Eğitimcilerin kendi kariyer başarılarını veya okullarının itibarını, öğrencilerin akademik performansı ile ilişkilendirmeleri, öğrenciler arasında sağlıksız bir rekabet ortamı meydana getirmektedir. Yanlış yapma korkusu, öğrencilerin derse aktif katılımlarını engellemekte, yüksek beklentilere ve mükemmeliyetçiliğe dayalı bir ortamda öğrenciler, bilgiyi anlamaktan çok ezberlemeye yönelmektedirler.

Hem ebeveynlerin hem de eğitimcilerin yüksek beklentileri ve mükemmeliyetçi tutumları, çocukların gelişiminde ciddi psikolojik, duygusal ve sosyal sorunlara yol açabilmektedir.

Ayırımcı tutum, çocuklar arasındaki ayrımcı davranış tarzıdır. Böyle bir davranış tarzına maruz kalan çocuklar, adaletsizlik ve güvensizlik hisleri yaşarlar. Nebi (sas) şöyle buyurur: ‘Allâh’tan korkunuz ve çocuklarınız arasında adaletli davranınız.[16]

Ayırımcı tutumlar, çocukların kendilerini ve çevrelerini algılamalarında derin olumsuz etkiler bırakır. Bu tutumlar, çocukların hem bireysel gelişimlerini hem de toplumsal ilişkilerini olumsuz etkiler. Bu tarz bir tutumun, bilhassa aile içerisinde yer alan kardeşler arasında rekabeti ve kırgınlıkları artırdığı görülür. Ebeveynlerin bir çocuğa diğerlerinden daha fazla ilgi göstermeleri veya bir çocuğu diğerlerine nazaran daha çok takdir etmeleri, hem kardeşler arası hem de aile içi bağların zayıflamasına, uzun vadede ise akrabalık ilişkilerinin koparmaya kadar götürebilir. İbn Abbâs’tan (ra) yapılan bir rivayete göre Resulullah (sas) şöyle buyurmuştur:

Atiye (ihsan, armağan) hususunda, çocuklarınız arasında eşit davranınız. Şayet ben birisini üstün tutacak olsaydım, kızları daha üstün tutardım.[17]

Ebeveynlerin, çocuklarından birisini diğerlerine karşı üstün tutmaları, diğerlerinin yeteneklerini küçümsemeleri veya sürekli şekilde başarısızlıklarını ön plana çıkarmaları, dışlanan ve ayrımcılığa uğrayan çocukların özgüvenlerini zedeleyecek, kendilerini değersiz hissetmelerini ve potansiyellerini ortaya koymaktan uzak kalmalarını netice verecektir. Bu tarz ayırımcı tutumlar, çocukların kimlik gelişimlerinde sorunlar ortaya çıkaracak, özellikle akademik başarı gibi kriterlere dayalı tutumlar, diğer çocukların kendilerini kabullerinde güçlük yaşamalarına sebep olacaktır.

Konuya eğitimcilerin ayırımcı tutumları itibarı ile baktığımızda, eğitimcilerin bazı öğrencileri daha zeki, çalışkan, başarılı görmeleri, fakat diğerlerini dışlamaları, ayrımcılığa maruz kalan öğrencilerin motivasyonlarını düşürecektir. Bu çocuklar, kendilerinin değersiz olduğu algısına kapılarak akademik çabalarını azaltacaklardır. Sınıfta ayırımcılık yapan bir öğretmen, öğrenciler arasında gruplaşmalara ve kutuplaşmalara neden olacak, bu durum öğrencilerin birbirlerini dışlamalarını ve hatta akran zorbalığını netice verecektir.

Ayırımcı tutumlar, çocukların adalet duygusunu zedeler. Çocuk, hayatta başarının veya takdirin sadece yetenek veya çabaya değil, bireyler arası önyargılara bağlı olduğu inancını geliştirir. Öğretmenleri tarafından dışlanan çocuklar, kendi yeteneklerini sorgulamaya ve potansiyellerinden şüphe etmeye başlarlar. Bu ise zamanla düşük beklenti sendromunu meydana getirir ve çocukların hayatta daha düşük hedefler belirlemelerine neden olur. Eğitimcilerin önyargılı bir şekilde sınıflarda belirli grupları veya bireyleri ön plana çıkarmaları, çocukların ileride yaşadıkları toplumda da ayrımcılığı normalleştirmelerine, o toplumla ilgili uyum sorunları yaşamalarına yol açar.

Resulullah (sas), çocuklar arasında ayrımcılığın yanlışlığına şu şekilde temas buyururlar:

Çocuklarının sana iyi davranmaları, onlar üzerinde sana ait bir hak iken, onların senin üzerindeki haklarından birisi ise, onlara eşit davranmandır.[18]

Ayırımcı ve önyargılı tutumlar, çocuklarda depresyon, anksiyete ve yalnızlık gibi psikolojik sorunların oluşmasına yol açar. Ayırımcılıkla büyüyen çocuklar, empati yeteneklerini geliştirmekte zorlanır, başkalarıyla sağlıklı sosyal ilişkiler kurmakta zorlanırlar. Çocuklar, ebeveynleri veya öğretmenleri tarafından ayrımcılıkla karşılaştıklarında, bu davranışları öğrenebilir, içselleştirebilir ve ileride kendileri de başkalarına karşı önyargılı davranarak toplumsal önyargıların devamı gibi sorunların kaynağı olurlar. Sürekli ayrımcılığa uğrayan çocuklar, otoriteye karşı isyankâr tutum geliştirir veya içlerine kapanırlar. Her iki durumun da sağlıklı bir kişilik gelişimini engelleyeceği açıktır.

Pasif-agresif tutum, sorunları doğrudan konuşmak yerine, duyulan rahatsızlıkları dolaylı yollarla ifade etme halidir. Pasif-agresif tutum, çocukların duygusal olarak kendilerini suçlu ve çaresiz hissetmelerine yol açmakta, açık bir şekilde ‘bunu beklemiyordum, üzüldüm’ vb. ifadeler kullanma yerine, onları sessizlik veya suskun tavırlarla cezalandırılmaları halidir. Pasif-agresif tutumlar, açık bir düşmanlık veya saldırganlık göstermeden, dolaylı yollarla sergilenen negatif davranışlardır. Bu tutumlar, hem ebeveynler hem de eğitimciler açısından çocukların psikolojik ve sosyal gelişimlerini derinden etkilemektedir.

Ebeveynler açısından baktığımızda, pasif-agresif tutumların çocuklarda güven kaybına sebep olabildiği, çocuklar ile doğrudan iletişim kurmak yerine, duyulan rahatsızlıkların onlara dolaylı yollardan ifade edildiği, sessiz kalınarak ya da alaycı konuşmalarla çocukların aşağılandığı görülür. Bu durum, ebeveynlere olan güveni zedelemekte ve sağlıklı iletişim kurulmasını engellemektedir.

Bu tutuma sahip ebeveynler, çocuklarında duygusal yük ve suçluluk hissi oluştururlar. Söz konusu tutuma sahip ebeveynler, sorunlarını açıkça ifade etmeyip, imalı sözlerle veya davranışlarla çocuklarını suçlu hissettirirler. Çocuklarının negatif duygusal yükler taşımalarına ve kendi duygularını anlamakta zorlanmalarına sebep olurlar. Sürekli olarak dolaylı eleştirilere maruz kalan çocuklar, kendilerini değersiz hisseder, özgüven ve kendilik algısı sorunları yaşarlar. Özellikle, ebeveynlerin imalı eleştirileri veya takdir etmeme tavırları, çocukların kendi yeteneklerinden şüphe duymalarına neden olur.

Pasif-agresif davranışlar, çocukların duygusal çıkmazlara girmelerine, öfke ve isyankârlık halleri yaşamalarına yol açar. Açık bir çözüm yolu bulamayan çocuklar, bir süre sonra öfke patlamaları yaşar veya ebeveyne karşı isyankâr tavır geliştirirler. Bu tutuma maruz kalan çocuklar, kendi duygularını ifade etmekte güçlük çeker ve duygusal açıdan kendilerini ifade zorlukları yaşarlar. Özellikle, neyin kabul edilebilir olduğunu anlamakta zorlanır ve duygularını dolaylı yollarla ifade etmeye yönelirler.

Eğitimciler açısından baktığımızda, pasif-agresif öğretmenlerin, öğrencilerini dolaylı olarak eleştirdikleri, onlara karşı küçümseyici tavırlar sergiledikleri, çocukların öğrenme motivasyonlarını düşürdükleri görülür. Bu tutum, öğrencilerde öğrenme isteklerini kırar ve derslere karşı bir ilgisizlik oluşturur. Öğretmenin pasif-agresif davranışları, sınıf ortamında bir güvensizlik atmosferi meydana getirir. Bu durum, öğrencilerin akran ilişkilerinde sorunlar yaşamalarına, birbirlerine karşı daha saldırgan veya mesafeli olmalarına sebep olur.

Pasif-agresif bir öğretmen, öğrenciler arasında ayrım yaparak veya belirli öğrencileri imalı şekilde aşağılayarak adalet algısını bozar. Bu tutum, öğrencilerin birbirlerine karşı güvensizlik duyguları geliştirmelerine, adalet algılarının zedelenmesine, kendilerini ifade etme sorunları yaşamalarında sebep olur. Pasif-agresif bir öğretmen ile karşılaşan çocuklar, düşüncelerini ifade etmekten çekinir, sürekli olarak öğretmenin ne düşündüğünü anlamaya çalışırlar. Bu şekilde özsaygısı zedelenen çocuklar, akademik ve sosyal yaşamlarında karmaşa yaşarlar.

Bu tutuma maruz kalan çocuklar, ebeveynlerinin veya öğretmenlerinin açık şekilde ifade etmedikleri duyguları dolaylı yollarla anlamaya çalışırlarken içsel çatışma yaşarlar. Bu durum, onların streslerini ve anksiyete seviyelerini artırır. Pasif-agresif tutumlar, çocukların kendi sosyal ilişkilerinde sağlıksız iletişim yöntemleri ve kalıpları geliştirmelerine neden olur. Bu tutuma maruz kalan çocuklar, rahatsızlıklarını dolaylı yollarla ifade etmeyi öğrenir ve açık iletişimden kaçınan bir tutum geliştirirler.

Otoriter ya da yetkeci ebeveynler ve eğitimciler, çocukların kurallara koşulsuz uymalarını ve itaat etmelerini beklerler. Otoriter ve başarı odaklı tutum, çocukların sadece başarılarına değer veren, diğer çabalarını görmezden gelen, otoritenin sağlanmasına çok önem verip çocukların bunu değiştirme çabalarını hemen bastıran bir yaklaşımdır. Böyle bir tutumun sonucu ise, çocuklarda özgüven eksikliği, tükenmişlik hissi ve stres gibi olumsuz durumlardır. Bu tür yaklaşımlar, çocukların hem psikolojik hem de sosyal gelişimleri üzerinde ciddi olumsuz etkiler bırakacaktır.

Otoriter stilde, çocuklara karşı sıkı bir denetim vardır. Çocuklarla şakalaşma söz konusu bile değildir. Halbuki, Hz. Enes’in (ra) ifadesiyle Hz. Peygamber (sas), ‘çocuklarla şakalaşmada insanların en ileride olanıdır.[19] Otoriter tutuma sahip ebeveynler ve eğitimciler, çocuklarda stres ve anksiyete oluşması ihtimalini artırırlar. Çocuklar, otoriter stil karşısında, kendilerine yönelmiş yüksek başarı beklentileri sebebiyle üzerlerinde büyük baskılar hissederler. Bu durum, çocuklarda sınav kaygılarına, performans anksiyetelerine ve özgüven eksikliklerine yol açar.

Otoriter tutumda, çocuklara karşı duyarlı davranma, onları oldukları gibi kabul etme ve gerekli ilgiyi gösterme seviyesi düşük, talep ve kontrol seviyesi ise daha yüksektir. Bu durum, çocuklarda değersizlik ve yetersizlik hisleri meydana getirmekte ve kendilerine olan güvenlerini zedelemektedir. Bu tutuma maruz kalan çocuklar ya sinmiş, aşırı derecede duygusal ve itaatkâr bir karaktere sahip olmakta, ya da isyankâr, uyumsuz ve kural tanımaz halleri ile dikkat çekmektedirler.

Ebeveynlerin otoriter davranışları ya da aşırı başarı baskıları, çocukların kendi istek ve hedeflerinden daha çok, ebeveynlerinin beklentilerini karşılamaya odaklanmalarına ve içsel motivasyonlarının kaybolmasına sebep olur. Bu durum, başarının artık bir yük olarak algılanmasına yol açar. Ayrıca sürekli başarı vurgusu, çocukların ebeveynleri ile olan duygusal bağlarını zayıflatır, ebeveynlerinin kendilerini sadece başarıları sebebiyle sevdiklerini ve değer verdiklerini hissetmelerine sebep olur.

Aşırı başarı baskısı altında büyütülen çocuklar ise, hata yapma korkusuyla risk almaktan kaçınır, hayatın farklı alanlarında yaratıcı olmada ve yenilikler konusunda zayıf bakış açısı geliştirirler. Sağlık açısından baktığımızda ise, sürekli başarı baskısı altında olan çocuklarda, baş ağrısı, mide rahatsızlıkları gibi psikosomatik belirtiler görülür. Bu durum, onların fiziksel sağlığı açısından olumsuz etkiler oluşturur.

Konuya, eğitimcilerin otoriter ve başarı odaklı tutumlarının çocuklara olan etkileri açısından bakmak istersek, otoriter şekilde başarıya odaklanan öğretmenlerin, öğrencilerin öğrenme sürecini keyifli bir deneyim olarak görmelerini engelledikleri görülür. Dersler artık bir zorunluluk haline gelmiş, öğretmenlerin sürekli yüksek beklentileri, çocukların kendi yeterliliklerini sorgulamalarına neden olmaya başlamıştır. Özellikle başarısızlık durumlarında, söz konusu öğrenciler kendilerini değersiz hissetmeye başlamışlardır.

Diğer taraftan, aşırı başarı odaklı sınıf ortamları, öğrenciler arasında kıyasıya bir rekabet yaratacaktır. Bu durum, öğrenciler arasında arkadaşlık ilişkilerinin zarar görmesini, yaratıcılığın ve eleştirel düşüncenin bastırılmasını, çocukların sadece belirli kurallara ve beklentilere uygun şekilde hareket etmeye çalışmalarını netice verecektir. Baskıcı bir öğretmen, öğrencilerin hata yapmaktan korkmasına, çocukların özgürce öğrenmelerine ve kendilerini ifade etmelerine engel teşkil edecektir. Bu baskı altında büyüyen çocuklar, yetişkinlik dönemlerinde de aşırı otoriter veya özgüveni düşük bireyler haline geleceklerdir.

Neticede, hem ebeveynlerin hem de eğitimcilerin kendi doğrularını önemseyen, katı kuralları önceleyen, otoriter ve başarı odaklı tutumları, çocukların erken yaşta tükenmişlik sendromu yaşamalarına neden olabilmekte, çocuklar, kendi istek ve hedefleri ile dışarıdan gelen baskılar arasında sürekli bir çatışma yaşayabilmektedirler. Genel olarak bu olumsuz ebeveyn ve eğitimci yaklaşımının, çocuklarda suçluluk, sevgisizlik ve yetersizlik hisleri oluşturması olasıdır.

Otoriter tutumda, genelde çocuklara ‘dikte’ yani ‘isteklerini karşıdakine emir kipi ile bildirip, ona kabul ettirme, seri ve sert konuşma’ tavrı hakimdir. Halbuki Nebi’nin (sas) tutum ve davranışları bizlere bunun aksini söylemektedir. Mesela, Annemiz Hz. Aişe (r. anhâ) şu hususa dikkatlerimiz çekmektedir:

Resulullah (sas) sizin gibi böyle hızlı konuşmazdı. Aksine, dinleyenin ezberleyebileceği şekilde, tane tane ve yavaş konuşurdu.[20]

Çocuk gelişimini zedeleyen tutumlardan birisi de kıyaslamacılığı ve rekabetçiliği önceleme davranışıdır. Ebeveynler ve eğitimciler, çocukları diğerleri ile kıyaslayarak veya onları rekabete teşvik ederek, farkında olmadan büyük zararlar verebilirler. Bu tutum, çocukların özgüvenlerini ve özsaygılarını zedeleyebilir, kaygı ve depresyon riskini artırabilir ve sağlıklı sosyal ilişkiler kurmalarını engelleyebilir.

Kıyaslama yapma, çocuğun özdeğerini baltalayan bir davranış şeklidir. Kıyaslamalar, çocuklarda aşağılık duygusu meydana getirir ve kendilerini değersiz hissetmelerine yol açar. Çocuk, sürekli olarak başkalarıyla karşılaştırıldığında, kendi yeteneklerini ve başarılarını yetersiz görmeye başlar. Kıyaslama, çocuğun özgüvenini ve motivasyonunu aşındırır ve onun potansiyelini kamil manada ortaya çıkarmasını engeller.

Özgüveni düşük olan çocuklar, yeni şeyler denemekten çekinir ve başarısız olma korkusuyla motivasyonlarını kaybederler. Ayrıca, kıyaslama ve rekabet ortamı, çocukların sağlıklı sosyal ilişkiler kurmalarını zorlaştırır ve onları sürekli bir yarış içerisinde hissettirir. Bu durum, çocukların duygusal olarak zarar görmelerine neden olabilir. Ebeveynler ve eğitimciler, çocukları kıyaslamak yerine, onların bireysel yeteneklerini ve başarılarını takdir etmeli ve desteklemelidirler. Bu şekilde, çocuklar kendilerini değerli hisseder, özgüvenleri artar ve potansiyellerini en iyi şekilde kullanabilirler.

Ancak bir de rekabetin sağlıklı olabilecek kısmı da vardır. Sağlıklı rekabet, çocukların kendilerini geliştirmelerine ve çabalarını artırmalarına yardımcı olabilir. Ancak sağlıksız rekabette, çocukların birbirlerine karşı düşmanca duyguların ortaya çıkması ve normal sosyal ortamların engellenmesi söz konusudur. Sağlıksız rekabet temelli baskılar, çocuklarda aşırı rekabetçi ruh hali yaratır, onların sağlıklı arkadaşlıklar kurmalarını ve takım çalışmaları yapabilmelerini zorlaştırır.

Kıyaslama ve rekabetin olumsuz etkileri, en basitinden çocuklarda düşük özsaygı ve özgüvenin oluşmasıdır. Çocuklar, sürekli olarak rekabetçi biçimde başkalarıyla karşılaştırıldıklarında, kendilerini yetersiz hisseder ve özgüvenlerini kaybederler. Ayrıca, diğer çocuklarla rekabet etmek, sağlıklı sosyal ilişkilerin kurulmasını engeller ve çocuğu sosyal olarak izole eder. Başarıya ulaşamama korkusu, çocukların motivasyonunu düşürür ve öğrenme isteklerini azaltır. Kıyaslama ve rekabet, çocukların özgürce düşünmelerini ve yaratıcı fikirler üretmelerini engeller.

Bu konuda çocuklara karşı daha sağlıklı bir yaklaşım, bireysellik ve benzersizliğin öneminin vurgulanmasıdır. Çünkü her çocuk farklı yetenekleri, ilgi alanları ve öğrenme stilleri ile gelişmektedir. Çocuklarını başarılarının takdir edilmesi ve manen desteklenmeleri de bu konuda bir başka çözümdür. Bir başka çözüm ise, çocuklarda takım çalışmasının ve işbirliğinin teşvik edilmesi, her çocuğun eşsiz olduğunun ve kendi hızında geliştiğinin görülebilmesidir. Kıyaslama ve rekabetçi bir ortam yerine, sevgi, destek ve anlayış dolu bir ortam yaratılmalıdır. Çünkü sadece böyle bir ortamda, çocuklar özgüvenli, mutlu ve başarılı bireyler olarak yetişebilirler.

‘Dinsizliğe ya da şirke dayalı tutumlar’, çocukların manevi gelişimlerini olumsuz yönde etkiler, ahiret hayatları ve toplumsal değerler açısından da ciddi sonuçlar doğurur. Ebeveynlerin çocuklarıyla olan ilişkileri, onların dini ve ahlâkî değerleri nasıl algıladıklarını ve benimsediklerini belirleyen en önemli faktörlerden biridir. Ebeveynlerin, çocuklarına karşı dinsizliği ya da şirk düşüncesini teşvik eden tutumları, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinden bir inayet olmadıkça, onların iman ve inançsızlık konularında alacakaranlık kuşağında kalmalarına sebep olacaktır.

Kur’ân-ı Kerîm’de, Lukman’ın (as) evladına yaptığı nasihatlerden birincisi, onun Yüce Allâh’a şirk koşmaması olmuştur. Çünkü şirk, en büyük zulümdür (Lukman, 31/13).

Daha sonraki ayet-i kerimelerde ise (Lukman, 31/14-19), Lukman’ın (as) öğütleri şu hususları kapsamaktadır:

2) Yüce Allâh’a şükür hisleri ile dolu ol, ebeveynlerine iyilik et, çünkü unutulmaması gerekir ki bütün yollar sonunda Yüce Allâh’a ulaşmaktadır. 3) Ebeveynlerin, senden Yüce Allâh’a şirk koşmalarını isterlerse, onlara itaat etme. [2 ve 3 numaralı direktifler, Ankebut, 29/8’de yinelenmektedir]. 4) Ebeveynlerine dünya hayatlarında maruf şekilde sahip çık. 5) Yüce Allâh’a gönülden bağlanmış salih ve mümin kimselerin yolundan ayrılma. Çünkü sonunda herkesin dönüşü Yüce Allâh’a olacaktır. Yapılan her şeyin gerçek sonucu, ahiret gününde ortaya çıkarılacaktır. 6) Yerde ve gökte hardal tanesi kadar bir iyilik veya kötülük, Yüce Allâh’ın bilgisi dışında kalamaz. Yüce Allâh, en inceliklere ve gizliliklere dahi nüfuz etmektedir (Latîf) ve her şeyden bütünü ile haberdardır (Habîr). 7) Namazlarını kıl. 8) İyiliği emret, kötülükleri engellemeye çalış. 9) Başına gelen olumsuz hadiseler karşısında sabırlı ol. Bilhassa bu üç unsur (a. Namaz, b. İyiliği emredip kötülüklerden vazgeçirme, c. Sabır), azim ve kararlılık gösterilmesi gereken faaliyetlerdendir. 10) İnsanları küçümseme. 11) Böbürlenerek yürüme. Yüce Allâh, başkalarını küçümseyerek büyüklük taslayan ve böbürlenerek yürümekle övünen kimseleri sevmemektedir. 12) Kasıntılı bir şekilde yürüme, yürüyüşünde ölçülü ol. 13) Konuşurken sesin dengeli olsun, etrafına bağırarak konuşma. Çünkü, en çirkin ses, eşeklerin anırırken çıkardıkları sestir.

Bu öğütlerden sonra, Lokman’ın (as) oğlu, küfrü bırakıp tevhîd dinine girmiştir.

Ebeveynlerin, çocuklarına Yüce Allâh’a inanıp inanmamayı ya da dinî inançları kabul edip etmemeyi serbest bırakmaları, onlarda fıtrattan kaynaklanan iman temellerinin güdük kalmasına sebep olacaktır. Ebeveynler, dinî inançlar hakkında belirsiz veya çelişkili tutumlar sergilediklerinde, çocuklarının kendi inançlarını sağlam bir şekilde şekillendirmelerinin önüne geçmiş olurlar. Bu tür bir belirsizlik, çocukların dindarlık ve inanç umdelerini tam anlamıyla öğrenememelerine ve dini hayata uzak kalmalarına yol açacaktır. Ebeveynlerin, çocuklarına dinî değerleri öğretmeyip manevi ihtiyaçlarını göz ardı etmeleri, dini pratikleri ihmalleri veya retleri, ilâhî bir inayet olmazsa çocukların ahlâkî gelişimlerini olumsuz etkileyecektir.

Ebeveynlerin, çocuklarına Yüce Allâh’a takva dairesinde ibadet bilinci aşılamaları yerine, materyalist bir yaklaşımı benimseyip teşvik etmeleri, çocuklarının ruhsal boşluklar yaşamalarına neden olacaktır. Çocuklarda şirk düşüncesini, yani Yüce Allâh’a eş koşmayı öğreten ya da buna zemin hazırlayan ebeveyn tutumları, madden ve manen oldukça ciddi tehlikeler içerir. Çocuklara doğa, insan ya da başka varlıklar üzerinden Yüce Yaratıcı’yı anlamalarına yönelik yanlış telkinler yapmak, şirk düşüncesinin temellerini atar. Mesela, ‘her şey bir tesadüf eseri olmuştur!’ gibi ifadeler, çocuğun doğru bir yaratıcı kavramına ve din anlayışı geliştirmesine engel olabilecektir.

Eğitimciler de öğrencilerin hem zihinsel hem de ahlâkî gelişimlerinde önemli bir role sahiptirler. Eğitimcilerin, çocuklara karşı dinsizliği ya da şirk düşüncesini teşvik eden tutumları, eğitimin en temel amacına zarar vermek demektir. Eğitimcilerin dinî değerlere karşı ilgisiz kalmaları veya dini konuları tamamen müfredat dışı olarak görmeleri, öğrencilerin manevi değerlerle tanışmalarını geciktirebilmekte ya da engelleyebilmektedir.

Bilhassa dini öğretileri, hâşâ ‘eskilerin masalları’ veya ‘günümüzde geçerli olmayan bilgiler’ olarak göstermeye çalışmak, öğrencilerin dini yaşantıya olan ilgilerine sekte vurabilecektir. Öğrenciler, dinin sadece bir inanış değil, ama aynı zamanda doğru ve yanlış arasında şaşırtmayan bir rehber olduğunu kavrama çağına henüz tam olarak girmediklerinden, eğitimcilerin materyalist ve seküler bir yaklaşımı benimsemeleri, öğrencilerin manevi gelişimlerine zarar verecektir. Eğitimcilerin, ateizme dayalı felsefî görüşleri bilimsel gerçeklermiş gibi sunmaları, öğrencilerin dinsel değerleri sorgulamalarına neden olacaktır.

Eğitimcilerin, öğrencilerin manevi ihtiyaçlarını göz ardı etmeleri veya dini sorulara ilgisiz kalmaları, çocukların manevi boşluk yaşamalarını teşvik anlamına gelecek, öğrencilerin içsel huzursuzluklarına ve ruhsal dengesizliklerine sebep olacaktır. Ayrıca eğitimcilerin, dini inançları ve Yüce Allâh’a karşı olan sorumlulukları yetersiz şekilde ele almaları, öğrencilerin doğru inanç ve ibadet anlayışından sapmalarına, şirk düşüncesinin bilinçli veya bilinçsiz şekilde teşvik edilmesine neden olacaktır. Özellikle ateizme dayalı felsefî yaklaşımlar üzerinden gelerek, ‘Allâh’a inanmadan da bir hayat sürmenin mümkün olduğu!’ gibi yanlış fikirler vermek, öğrencileri şirk düşüncesine itecektir.

Hem ebeveynlerin hem de eğitimcilerin, dinsizliği ya da şirk düşüncesini teşvik eden tutumları, çocukların ve gençlerin dini kimliklerini ve değerlerini zayıflatmalarına neden olabilecektir. Bu tutumların, çocukların manevi gelişimlerinde ciddi olumsuz etkiler üretebileceği görülmelidir. Ebeveynler, çocuklarına sağlam bir dini eğitim vermek ve her türlü olumsuz düşünceden onları korumak için bilinçli bir çaba göstermelidirler. Eğitimciler de öğrencilerinin manevi gelişimlerine katkı sağlamak için dinî değerler hakkında doğru bilgiler sunmalı, onları sorgulama ve düşünme konusunda teşvik ederlerken, inançsızlık ve şirk düşüncesi gibi yanlış yollara sapmalarına müsaade etmemelidirler.

Ebeveynlerin ahlâkî değerler hakkında yanlış veya çelişkili mesajlar vermesi, çocuğun doğruyu ve yanlışı ayırt edebilme yeteneğini zayıflatacaktır. Bu tür tutumlar, çocukların karakter gelişimini olumsuz etkiler ve ahlâkî değerlerinin daha gelişmeden bozulmasına yol açar.

İslam dinînin güzel ahlâk kurallarını talim etmek yerine, insanları kendi hevalarına ve arzularına göre hareket etmeye teşvik etmek, çocukların manevi dünyalarında boşluklar yaratır. Ebeveynler, çocuklarının kişilik gelişimlerini en çok etkileyen kişiler olduklarından, onların çirkin ahlâkî tutumları, çocukların toplum içindeki davranışlarına ve dünya görüşlerine ciddi şekilde zarar verir.

Çirkin ahlâkî tutumlar, bazen ebeveynlerin şiddet ve zorbalıkları ile, bazen de çocuklarına fiziksel ya da psikolojik şiddet uygulamaları ile ortaya çıkar, onların ruhsal ve ahlaki gelişimlerini büyük ölçüde engeller. Ebeveynlerin, çocuklarına hakaret etmeleri, aşağılamaları veya zorbalık yapmaları, çocukların kendilerine olan güvenlerini ve saygılarını zedeleyecektir. Şiddet, bir çözüm yolu olarak görüldüğünde, çocuklar da şiddeti sosyal ilişkilerde bir yöntem olarak kullanacaklardır.

Diğer taraftan, ebeveynlerin çocuklarının duygusal ihtiyaçlarına duyarsız kalmaları, onların içsel dünyalarına gerekli özeni göstermemeleri de büyük bir ahlâkî eksikliktir. İlgisizlik, çocukların sevgi ve ilgiye olan ihtiyaçlarını görmezden gelme, onların duygusal boşluk yaşamalarına yol açacaktır. Bu durum, çocuğun ilerleyen yaşlarında empati eksikliğine, güven sorunlarına ve ilişkilerde zorluklar yaşamasına neden olacaktır.

Ebeveynlerin olumsuz rol modeli olmaları, kötü alışkanlıkları ve çirkin davranışları örnek göstermeleri, kötü ve çirkin alışkanlıkların çocuklarına da geçmesine neden olacaktır. Mesela, yalan söylemek, dürüst olmamak, başkalarına saygısızlık göstermek gibi davranışlar, çocuğun da benzer şekilde hareket etmesine yol açacaktır.

Ebeveynlerin, çirkin davranışlarını çocuklarına model olarak sunmaları, bu davranışların normal karşılanmasına sebep olmaktadır. Ebeveynlerin çocuklarına kötü söz söylemeleri ya da beddua etmeleri de bu kategori dahilindedir. Beddua ve çirkin / kötü sözlerin hiçbir terbiyevî değeri yoktur. Bu konuda Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurur:

Sizler, sakın kendi benlikleriniz aleyhine beddua etmeyiniz. Çocuklarınız aleyhine beddua etmeyiniz. Mallarınız aleyhine de beddua etmeyiniz. Bedduadan sakınınız ki, Allâh’tan istediğiniz şeyin kabul edildiği saate denk gelmeyesiniz.[21]

Eğitimcilerin, öğrencilerle olan ilişkileri, onların ahlâkî değerlerini ve toplumsal davranışlarını şekillendirir. Eğitimcilerin, öğrencilerini küçümsemeleri, hakaret etmeleri veya aşağılamaları gibi çirkin ahlâkî tutumlar, öğrencilerin özgüvenlerini ciddi şekilde zedeleyecek, kendilerini ifade etmelerini engelleyecek ve onları korkutacaktır. Hakaret edilen öğrenciler, özgür düşünme ve kendilerini ifade etme becerisini kaybedecek, bu da onların zihinsel gelişimlerini olumsuz etkileyecektir.

Ayrıca, eğitimcilerin adalet ve eşitlikten yoksun davranışları, öğrencilere eşit bir şekilde yaklaşmamaları, ayrımcılık yaparak onları eğitmeye çalışmaları, eğitimcilerin çirkin ahlâkî tutumlarının başka bir yanıdır. Bazı öğrencileri ya da grupları kayırmak, adaletin ihlali anlamına gelir ve bu durum öğrencilerdeki güven duygusunu yok eder. Adaletin olmadığı bir ortamda öğrenciler, başkalarına karşı da adaletsiz olmayı normal görmeye, işi akran zorbalığına kadar götürmeye başlar.

Eğitimcilerin, öğrencilerin düşünce ve fikirlerine saygısızlık göstermeleri, onları dinlememeleri veya küçümsemeleri gibi çirkin ahlâkî tutumlar, çocuklardaki özgür düşünme yetilerini olumsuz etkiler. Her öğrenciyi ‘aynı kalıba’ sokmaya çalışmak, onların bireysel farklılıklarını görmezden gelmek, eğitimdeki verimi düşürecektir. Diğer taraftan, eğitimcilerin, sınıfta şiddet, küfürlü dil veya zorbalık gibi kötü davranışlara göz yummaları, çocuklara yanlış mesajlar verecektir.

Çirkin ahlâkî tutumlar, çocukların psikolojik ve sosyal gelişimlerini tahrip eder. Bu tür davranışlar, çocukların gelecekteki davranışlarını, ahlâkî değerlerini ve topluma katkılarını doğrudan etkiler. Dolayısı ile ebeveynler, çocuklarına iyi örnek olmalı, onların sevgi, saygı ve sabır gibi yüksek değerleri içselleştirmeleri için bilinçli bir çaba göstermelidirler. Eğitimciler ise, öğrencilerine eşit, adil ve saygılı bir şekilde yaklaşmalı, onları sadece akademik açıdan değil, manevi açıdan da geliştirmelidirler.

Ebeveyn ve eğitimci tutumlarının şekline göre, çocuklarda sosyal kaygı artmakta, akademik başarısızlık oluşmakta ya da problem çözme becerileri üst seviyeler çıkmakta ve sosyal kaygı düzeylerinde düşüklük görülmektedir. Ebeveyn ve eğitimci tutumlarına dayalı bir şekilde, çocuklar ya depresyon halleri yaşamakta, kendilerini yalnız hissetmekte, olumsuz benlik algısı gelişmekte, ya da benlik saygıları daha yüksek olmakta, meknuz potansiyelleri açığa çıkmakta ve kendilerini daha olumlu şekilde algılamaktadırlar.

En sağlıklı yaklaşım, çocukların ihtiyaçlarına duyarlı, sevgi dolu, anlayışlı ve aynı zamanda rehberlik edici tutumların benimsenmesidir. Çocuklara belirli sınırlar koymak, kendi kararlarını almaları için alan tanımak, onların hem özgüvenli hem de sorumluluk sahibi bireyler olarak yetişmelerini destekleyecektir. Ebeveynlerin ve eğitimcilerin, çocuklarla sosyal ilişkilerinde dengeli davranışlar geliştirmeleri, onlara kendilerini güvende hissettirmeleri ve her durumda yanlarında olduklarını belirtmeleri oldukça önemlidir.

Başarıyı tanımlama şeklini değiştirmek faydalı sonuçlar üretecektir. Bunun için başarı kavramının, sadece yüksek akademik sonuçları değil, çocukların kendilerini geliştirme çabalarını, bireyselliklerini gerçekleştirmelerini ve mutluluklarını da kapsadığı görülmelidir. Çocukların sadece başarılarıyla değil, kim olduklarıyla da değerli olduklarını hissetmeleri sağlanmalıdır.

Hem ebeveynler hem de öğretmenler, çocuklardan yüksek beklentilere sahip olabilir. Ancak bu beklentiler, çocukların kapasiteleri ile uygun ve dengeli olmalıdır. Bunun için öğrenci merkezli yaklaşımların benimsenmesi, her öğrencinin farklı bir öğrenme hızına ve yeteneğine sahip olduğunun kabul edilerek, bireyselleştirilmiş eğitim yöntemlerinin uygulanmasının faydalı olacağı görülmelidir. Öğrencileri destekleyici ve cesaretlendirici tutumların benimsenmesi, onlara hatalarından ders çıkarma fırsatlarının sunulması, sadece sonuçların değil, öğrenme süreçlerini de değerlendiren bir yaklaşımın benimsenmesi faydalı sonuçlar üretecektir.

Çocuklarda bağımsızlık ve özgüvenin teşvik edilmesi, onlara sorumluluk bilinci kazandıracaktır. Çocukların çabalarını takdir etmek, sadece sonuçlara odaklanmaktan daha önemlidir. Bu, onların içsel motivasyonunu artıracaktır. Bunun için çocuklarla açık ve dürüst iletişim içerisinde olmak, ebeveynlerin ve öğretmenlerin, açıkça ifade biçimini benimseyerek çocuklarla dürüst bir ilişki kurmaları faydalı olacaktır.

Çocuklarla ilgili eleştiri yaparken, dolaylı ifadeler ve imalı sözlerden kaçınılmalı, bunun yerine yapıcı ve doğrudan geri bildirim dili kullanılmalıdır. Çocukların duygularını anlamaya çalışarak ve onları destekleyerek, empati geliştirmelerine yardımcı olunabilir. Sorunları yapıcı şekilde çözmek de konunun bir başka veçhesidir. Ebeveynler ve öğretmenler, çocuklarla yaşanan sorunları açık bir şekilde konuşmalı ve birlikte çözüm yolları bulmalıdırlar.

Çocuklar, ebeveynlerinin ve öğretmenlerinin davranışlarını taklit ederler. Bu nedenle, açık ve şeffaf bir iletişim sergilemek, onlara olumlu rol model olmak, çocukların da aynı tutumları benimsemelerine yardımcı olacaktır. Duyarlı ebeveynlik ve eğitimcilik, ancak tüm çocuklara eşit ilgi göstermek ile gerçekleşecektir. Ebeveynler ve öğretmenler, tüm çocukların farklı yetenek ve ihtiyaçlara sahip olduğunu kabul ederek, onları eşit derecede önemsemelidir.

Çocukların bireysel farklılıklarını zenginlik olarak görmek, onların farklılıklarını kucaklamak, önyargıların yerini pozitif bir bakış açısına bırakacaktır. Ebeveynler ve öğretmenler, kendi negatif davranışlarını sorgulamalı ve çocukların duygularını empati yaparak anlamaya çalışmalıdırlar. Adil bir tutum sergilemek, çocukların adalet algılarını güçlendirecek, güvenlerini üst seviyelere çıkaracak, toplumsal adalet anlayışlarının gelişmesine katkı sağlayacaktır. Adil ve dengeli bir tutum sergilemek, çocuklarda olumlu davranışların gelişmesine sebep olacaktır.

Duygusal ihmalin önüne geçmek için, çocukların duygularını dinlemek ve kabul etmek, onların hissettiklerini yargılamadan dinlemek ve anlamaya çalışmak faydalı olacaktır. Bunun için onlarla bağ kurmaya zaman ayırmak, günlük yoğunluk içerisinde, çocuklarla birebir kaliteli zaman geçirmek iyi sonuçlar üretecektir. Ebeveynler, kendi duygusal sorunlarını çözerek, eğitimciler de çocukların duygusal ihtiyaçlarını fark etmek sureti ile kendilerini geliştirmelidirler. Böylece çocukların çabaları ve hisleri, pozitif geri bildirim ile takdir edilmiş olacaktır.

Ebeveynlerin ve eğitimcilerin kendi duygusal sağlıklarını dengede tutmaları, çocuklara daha iyi rehberlik edebilmelerini netice verecektir. Bunun için çocukların duygularını ifade edebilecekleri ev ve sınıf ortamları oluşturmak gerekmektedir. Çocuklara daha sağlıklı bir yaklaşım için, gerçekçi beklentiler belirleme, çocukların yaşlarına, gelişim seviyelerine ve bireysel özelliklerine uygun davranışlar geliştirme faydalı olacaktır. Bunun için, onların başarılarının takdir edilmesi, manen desteklenmeleri, motivasyonlarının yüksek tutulması, diğerleri ile kıyaslamaktan kaçınılması ve çabalarının takdir edilmesi gerekmektedir.

Çocuklara, hatalarını bir öğrenme fırsatı olarak görmelerinin öğretilmesi, hatalarından ders çıkarmalarını ve bu yolla kendilerini geliştirmelerinin sağlanması, onları daha yüksek seviyelere taşıyacak, onlara özgüven kazandıracaktır. Çocukların güçlü yönlerinin ve yeteneklerinin keşfedilmesine yardımcı olma, onların kendilerini güvende hissetmelerini ve desteklendiklerini görmelerini sağlayacaktır. Bunun için, çocukları eleştirmek veya yargılamak yerine, onları anlamaya çalışmak gerekmektedir.

Her çocuk eşsizdir ve kendi hızında gelişir. Şayet istenirse, çocukların bireyselliklerini ve potansiyellerini desteklemek, sevgi, destek ve anlayış dolu bir ortam meydana getirmek, özgüvenli, mutlu ve başarılı bireyler olarak yetiştirmek imkan dahilindedir.

اللَّهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى عَيْنِ الرَّحْمَةِ الرَّبَّانِيَةِ وَاليَاقُوتَةِ المُتَحَقِّقَةِ الحَائِطَةِ بِمَرْكَزِ الفُهُومِ والمَعَانِي وَنُورِ الأَكْوَانِ المُتَكَوِّنَةِ الآدَمِي صَاحِبِ الحَقِّ الرَّبَّانِي، البَرْقِ الأَسْطَعِ بِمُزُونِ الأَرْبَاحِ المَالِئَةِ لِكُلِّ مُتَعَرِّضٍ مِنَ البُحُورِ وَالأَوَانِي وَنُورِكَ اللاَّمِعِ الذِي مَلأْتَ بِهِ كَوْنَكَ الحَائِطِ بِأَمْكِنَةِ المَكَانِي

اللَّهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى عَيْنِ الحَقِّ التِي تَتَجَلَّى مِنْهَا عُرُوشُ الحَقَائِقِ عَيْنِ المَعَارِفِ الأَقْوَمِ صِرَاطِكَ التَّامِّ الأَسْقَمِ

اللَّهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى طَلْعَةِ الحَقِّ بَالحَقِّ الكَـنْزِ الأَعْظَمِ إِفَاضَتِكَ مِنْكَ إِلَيْكَ إِحَاطَةِ النُّورِ المُطَلْسَمِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَعَلَى آلِهِ صَلاَةً تُعَرِّفُنَا بِهَا إِيَّاهُ

Ey Allâh’ım! Nazargâhın olan rahmet pınarı, sonsuz kudretinle tahakkuk eden yakut ve inci tanesi, mana ilimlerinin mübarek Zat-ı Ahmediyyesi’nde neşet eden göz kamaştırıcı nur, Yüce Allâh’ın ayan beyan apaçık mucizesi, yağmur tanelerini taşıyan rahmet bulutları arasında çakan şimşekler misali, zamanın ve denizlerin engelleyemediği bütün mekanları kuşatan, kâinatı aydınlatan Muhammed Mustafa’ya salat ü selam et, mübarek eyle Allâh’ım!

Ey Allâhım! Marifetlerin tecelligâhı ve kaynağı, hakkın hakikatin görünen gözü, hakiki saltanatın onun marifetiyle ancak tecelli ettiği ve edeceği marifetlerin menbaı, Sırat-ı Müstakim’de sebat etme sonucu zirveye taht kuran, o en berrak, pak ve temiz ruh u pak-i Muhammed’e salat ü selam olsun.

Ey Allâhım! Hak ve hakikatin apaçık yüzü, senin sonsuz kudret ve celalinle en güzel ahlak-ı hamideye sahip olan, tükenmek bilmeyen hazinenin mümessili, gizli aşikâr nur timsali Muhammed Mustafa’ya, al ve ashabına salat ü selam eyle ki, bu selam ile o müstesna insanı tanıyabilelim, onun yolunda yaşayabilelim. Âmin…


[1] Diana Baumrind, Child-Care Practices Anteceding Three Patterns of Preschool Behavior, Genetic Psychology Monographs, 162-173, 1967.

[2] Maccoby ve Martin, ‘duyarlılık’ olarak çevirdiğimiz kelime yerine, ‘warmth/sıcaklık’ kelimesini kullanmaktadırlar.

[3] E. E. Maccoby & J. A. Martin, Socialization in the Context of the Family: Parent-child Interaction, Manual of Child Psychology, Vol. 4: Social development. ss. 1–101, John Wiley and Sons. New York-1983.

[4] Haluk Yavuzer, Ana-Baba ve Çocuk, ss. 28-33, Remzi Kitabevi, İstanbul-Şubat 2023.

[5] Buhari, Sahih, 1358; Müslim, Sahih, 2658b.

[6] Buhari, Sahih, 5971.

[7] Taberani, Evsat, 2008; İbn Mâce, Sünen, Mukaddime, 224.

[8] Müslim, Sahih, 537a.

[9] Şîrûye b. Şehredâr ed-Deylemî, el-Firdevs bi-Meʾs̱ûri’l-ḫiṭâb (Firdevsü’l-Aḫbâr), 5598.

[10] Buhari, Sahih, 69; Müslim, Sahih, 1732.

[11] Tirmizi, Sünen, 2516.

[12] Mâlik, Muvatta, Hüsnü’l Huluk, 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 8939.

[13] Buhari, Sahih, 2768.

[14] Tirmizî, Sünen, 2015.

[15] ‘Obsesif kompulsif bozukluk’, belirli rutinleri, sıkıntıya yol açacak veya genel işlevi bozacak ölçüde tekrar tekrar yapma ihtiyacının hissedilmesi ya da bireyin, kendisini rahatsız edici düşüncelere sahip olması anlamında zihinsel ve davranışsal bozukluğu tanımlamaktadır.

[16] Buhari, Sahih, 2587.

[17] Taberânî, Kebîr, 11997; İbn Hacer El-Askalânî, el-Meṭâlibü’l-ʿÂliye bi-Zevâʾidi’l-Mesânîdi’s̱-s̱emâniye, 1497. (el-Meṭâlibü’l-ʿÂliye; Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, Abdullah b. Zübeyr el-Humeydî, Müsedded b. Müserhed, Ebû Bekir b. Ebû Şeybe, İbn Ebû Ömer, Ahmed b. Menî‘, Abd b. Humeyd, Hâris b. Ebû Üsâme, İshak b. Râhûye ve Ebû Ya‘lâ el-Mevsılî’nin el-Müsned’lerinde bulunduğu halde, Kütüb-ü Sitte ile Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde yer almayan 4702 hadis-i şerîfin konularına göre düzenlendiği bir eserdir.)

[18] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 18568.

[19] Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağîr, 2/39.

[20] Tirmizî, Sünen, 3639.

[21] Müslim, Sahîh, 3009; Ebu Davud, Sünen, 1532.


© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com sayfalarındaki yazı, resim, fotoğraf, grafik, çizim, vs. her türlü görüntü malzemesinin elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması kesinlikle yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.