Güzel Ahlâk Düşüncesi ve Pratiği & Ahlâk Teorileri 1

Musa Kâzım GÜLÇÜR

17 Aralık 2019

İçindekiler

Giriş

Ahlâk Teorileri

İslâm Ahlâk Düşüncesi

Ahlâk Teorileri ve İslam Ahlâk Düşüncesi: Karşılaştırmalı Bir Analiz

Güzel Ahlâk ile İlgili Efendimiz’in (sas) Yüksek Beyanları

Dindarlık ve Güzel Ahlâk

Güzel Ahlâk Giriş

أعوذ بالله من الشيطان الرجيم

بِـسْـــــــــــــــــــــــــــــــمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ اللَّهُمَّ صَلِّ وسلـم عَلَى الْأَوَّلِ فِي الْإِيجَـادِ وَالْـجُـودِ وَالْوُجُودِ، اَلْفَاتِـحِ لِكُلِّ شَــاهِدٍ وَمَشْـهُودٍ، حَضْرَةِ الْمُشَـاهَـدَةِ وَالشُّهُودِ، اَلـسِّــرِّ الْبَـاطِـنِ وَالنُّـورِ الظَّاهِرِ الَّذِي هُـوَ عَيْنُ الْمَقْصُودِ، مُمَيِّزِ قَصَبِ السَّـبْقِ فِي عَالَمِ الْخَلْقِ الْمَخْصُوصِ بِالْعُبُودِيَّةِ، اَلرُّوحِ الْأَقْدَسِ الْعَلِيِّ وَالنُّـورِ الْأَكْمَلِ الْبَهِيِّ، اَلْقَائِمِ بِكَمَالِ الْعُبُودِيَّةِ فِي حَضْرَةِ الْمَعْبُودِ، اَلَّـذِي أُفِيضَ عَلَى رُوحِي مِـنْ حَضْرَةِ رُوحَانِيَّتِهِ، وَاتَّصَلَتْ بِمِشْكَاةِ قَلْبِي أَشِـــعَّةُ نُـورَانِيَّتِهِ، فَهُوَ الرَّسُـــولُ الْأَعْظَمُ وَالنَّبِيُّ الْأَكْـرَمُ وَالْوَلِيُّ الْمُقَرَّبُ الْمَسْـعُودُ، وَعَلَى أٰلِـهِ وَأَصْحَابِهِ خَزَائِنِ أَسْـرَارِهِ، وَمَعَارِفِ أَنْوَارِهِ، وَمَطَالِـعِ أَقْمَارِهِ، كُنُوزِ الْحَقَائِقِ، وَهُدَاةِ الْخَلَائِقِ، نُجُومِ الْهُدَى لِمَنِ اقْتَدَى، وَسَلَّمَ تَسْلِيماً كَثِيراً كَثِيراً

Güzel ahlâk düşünce ve pratiği, günümüzde artan sosyal problemlere çözüm olma adına oldukça önemli bir tatlı su pınarıdır. Güzel ahlâk umdelerinin canlı tutulması adına çalışmalar devam etmekte ve bu vesile ile, kötü ahlâk seylapları önlenmeye çalışılmaktadır. Son çeyrek asırda bilhassa internet ve sosyal medyanın menfi yönde kullanılması sebebi ile yaygınlaşma eğilimi gösteren ruhsal ve zihinsel tıkanıklıklar, güçlü bir ahlâkî beslenmeyi zaruri hale getirmiştir.

Güzel ahlâkı”, en geniş manasıyla “müspet bireysel tutum ve davranışlar, olumlu davranış değişikliklerinin tezahür ettiği atmosfer, insan davranışlarını, karar verme süreçlerini değerlendirmeye yardımcı olan, insanlar arasındaki adaleti ve dürüstlüğü koruyan değerler ve ilkeler sistemi” şeklinde tanımlarsak, bireylerde ve kişiler arasında oluşacak fonksiyonel fıtri ve yüksek davranışlar ve güzel ahlâk düşüncesinin, ferde katkı veren önemli bir unsur olduğu rahatlıkla anlaşılacaktır.

Bilgiye her an kolaylıkla ulaşılabilen bu modern iletişim çağında, istikameti muhafaza etme, sağa sola savrulmadan iffetli ve nezih bir çizgide yürüme ayrı bir çaba gerektirmektedir. Güzel ahlâk nosyonu alamayan fertlerin, sosyal problemlerin devasa ağırlıklarını kaldıramamaları ve bu ağır yük altında manen ezilmeleri ihtimal dahilinde bulunmaktadır.

Ülkelerin hukuk sistemleri ferde bir noktaya kadar yardım edebilir. Fakat kişinin nefis ve vicdan kontrol mekanizmalarını, insan, tabiat ve çevre ile ilişkilerini sağlıklı bir şekilde düzenleyebilmesi için güçlü bir dayanak noktasına yani güzel ahlâk tasavvuruna ihtiyaç vardır. Güzel ahlâk düşünce ve pratiği, yasalara ve hukuka destekleyici bir rolü rahatlıkla ifa edebilir ve bireylere daha olumlu güçlü bir vizyon kazandırabilir.

Gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlarda, modern pedagojik ve didaktik metotlar uygulanmasına rağmen, ahlâkî zaaf ve istikametsizlik maalesef en büyük problemlerden biridir. Bilhassa yeni yetişen nesillerin psikolojilerinin sarsılmaması, kötü davranışların taklit yolu ile gençlerde bir huy ya da karakter haline gelmemesi için, güzel ahlâk düşüncesi, tasavvuru ve pratikleri ile istikamette kalabilmelerine yardımcı olunmalı, gençlikteki yüksek potansiyel güzel ahlâka yönlendirilebilmelidir. Çünkü güçlü bir ruh ve karakter iktisabı, ancak güzel ahlâkın sağlam ve huzur dolu zemininde mümkündür. Dolayısıyla güzel ahlâk düşünce ve tasavvuru, günümüz modern eğitim sürecini de müspet yönde destekleyebilecek ve etkileyebilecek dinamiğe sahiptir.

Küreselleşen dünyada, gençlerin sosyal, zihinsel, psikolojik ve ahlâkî problemlerinin müşterek çözümleri daha kolay ve etkili bir şekilde sunulabilir. Önemli olan bu güçlü motivasyonun gençlere hitap edebilir şekilde sunulmasıdır ki, bu aynı zamanda çok yönlü eğitimin temel felsefesidir.

Bu açıdan, Efendimiz’in (sas) güzel ahlâkı dolaysız bir şekilde tanımlayan beyanları, yeni yetişen neslimiz açısından önem taşımaktadır. Elbette herkes tarafından takdir edilecektir ki güzel ahlâkı bizlere en güzel şekilde tarif edecek büyük şahsiyet, mehâsin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhar Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellemin bizzat kendisidir. Hatemu’l-enbiya ve server-i asfiya Efendimizin (sas) güzel ahlâk ile ilgili tarifleri, takip edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır.

İşte Efendimiz (sas), en başta Kur’ân-ı Kerîm’in;

وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظٖيمٍ

“Muhakkak ki Sen pek yüksek bir ahlâk üzerindesin.” (Kalem suresi, 68/4)

ayet-i kerimesinin şahitliği, sonra da ahlak-ı hasenenin en yüksek derecelerine ulaşmış ehl-i tahkikin ittifakları ile güzel ahlâkın en büyük temsilcisidir.

Şimdi, zihnî mukayeseye imkan vermesi açısından, önemli ahlâk teorilerine kısaca yer vermemiz faydalı olacaktır.

Ahlâk Teorileri

Tarih boyunca ahlâk, dînî, felsefî ve kültürel temellerle şekillenmiş, bu asıllara bağlı olarak çeşitli teoriler ve tanımlar oluşmuştur. Ahlâk teorileri, normalde doğru fiil ve kararların neliğini ve esaslarını, övgüye mi yoksa yergiye mi değer olduklarını temellendiren prensiplerin aklî, ruhî ve vicdânî bir sunumudur.

Bu teorileri, kısaca şu şekilde görebiliriz:

1. İlâhî Emir (Divine Command):

Bu inanç itibarı ile ahlâk, Yüce Allâh’a (cc) sadakat ile bağlılıktan, ahlâkî yükümlülüklerin, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin emir ve yasaklarına şuurlu bir şekilde itaat etmekten ibaret olduğunu şeksiz bir şekilde kabuldür. İlâhî Emir, ahlâkî açıdan doğru eylemlerin, Allâh Teâlâ’nın ve O’nun (cc) kutlu Resullerinin (ase) emrettikleri veya yasakladıkları eylemler olduğunu kabul eder. İlâhî Emir, herhangi bir şey Yüce Allâh’ın emrettiklerine uygunsa iyi, değilse kötü olduğu düşüncesi, inancı ve felsefesidir. İlâhî Emir, insan yapımı yasaların aksine, Yüce Tanrı’nın yüksek iradesine dayalı olarak aşkın bir kaynaktan gelen yasalar manzumesidir.

2. Sonuççuluk (Consequentialism):

Sonuççuluk, sonuçlarının ne olduğuna göre bir şeyin doğru olup olmadığına karar veren ahlâk teorisidir. Sonuççuluk, bir eylemin ahlâkî olarak doğru olup olmadığının, yalnızca söz konusu eylemin sonuçlarına bağlı olduğunu savunur. Sonuççuluk, bir eylemin doğasında var olan nitelikler veya failin güdülerinden ziyade, eylemin nihai hedefi veya sonucuyla ilgilenilmesi anlamına gelen teleolojik (hayatı ve evreni amaçlarla temellendiren ve açıklayan düşünce) bir ahlâk biçimidir. Sonuççular, bir eylemin ahlâkîliğinin, bireyler ve toplum üzerindeki etkisine, bu etkinin genel refah ve mutluluk gibi ahlâkî değer ölçütleri açısından değerlendirilmesi gereğine inanırlar.

Sonuççuluğun temel özelliklerinden birisi, tarafsızlık üzerindeki vurgusudur. Sonuççuluk, ahlâkî değerlendirmelerin tarafsız olması, kişisel önyargılardan ve duygulardan etkilenmemesi gereğini savunur. Sonuççular, sosyal statü, etnik köken veya başka herhangi bir faktörden bağımsız olarak, tüm bireylerin refahının eşit olarak değerlendirilmesinin önemini vurgularlar. Bu, sonuççuluğun bir tür ahlâkî tarafsızlık olduğu, ahlâkî kararlar alınırken tüm bireylerin çıkarlarının ve refahının eşit şekilde tartılması gerektiği anlamına gelir. Sonuççuluk, ahlâkı belirlemek için eylemlerin sonuçlarına odaklanan faydacılık gibi diğer teorileri de içeren geniş bir kategoridir.

Sonuççuluğun en bilinen biçimlerinden biri faydacılıktır.

3. Faydacılık (Utilitarianism):

Faydacılık, en iyi eylemin, genel refahı ve mutluluğu en üst düzeye çıkaran eylem olduğunu savunan bir ahlâk teorisidir. Bir eylem veya bir durum tarafından üretilen mutluluğun faydalılığı fikrine dayanır. Faydacılık, genel mutluluğu en üst düzeye çıkarma ve genel acı veya ıstırabı en aza indirme fikrine odaklanır. Faydacılık, bir eylemin genel refahı ve mutluluğu artırdığı ölçüde doğru olduğunu, genel refahı ve mutluluğu azalttığı ölçüde de yanlış olduğunu iddia eder. Faydacılık, eylemleri içsel ahlâkî niteliklerinden ziyade, sonuçlarına göre değerlendiren sonuççu bir teoridir. Bir eylemin ahlâkı, eylemin kendisine değil ürettiği sonuca bağlıdır.

Faydacılığın en ünlü versiyonlarından biri, İngiliz filozoflar Jeremy Bentham (ö. 1832) ve John Stuart Mill (ö. 1873) tarafından geliştirilen klasik faydacılıktır. Bentham’ın hedonik faydacılık olarak bilinen versiyonu, mutluluğun tek içsel iyi olduğunu, bir eylemin değerini belirlemede önemli olan şeyin zevk ve acı olduğunu savunur. Öte yandan, ideal faydacılık olarak bilinen Mill’in versiyonu, bilgi, adalet ve dostluk dahil olmak üzere bir dizi içsel iyi olduğunu, genel refahı en üst düzeye çıkarmak için, mutluluğun yanı sıra bu iyilerin de teşvik edilmesi gerektiğini savunur. Faydacılık ve sonuççuluk birbirleriyle ilişkili olsa da tam olarak aynı şey değildir. Genel olarak faydacılık, geniş çapta tartışılan, birçok farklı yorumu ve varyasyonu olan karmaşık bir ahlâk teorisidir.

4. Görev / Ödev Ahlâkı (Deontological Ethics):

Deontoloji, sonuçları ne olursa olsun, belirli eylemlerin doğası gereği doğru veya yanlış olduğunu savunan ahlâk teorisidir. Deontoloji, görev veya yükümlülük fikrine dayanır. Eylemlerin sonucu ne olursa olsun bireylerin uyması gereken belirli ahlâkî kurallar veya görevler olduğunu iddia eder. Deontolojinin temel özelliklerinden biri, etik düşüncenin temel unsuru olarak, bir eylemin sonuçlarından çok doğasına odaklanmasıdır. Deontologlar, eylemin sonucu veya failin niyeti ne olursa olsun, yalan söyleme, vaatleri yerine getirmeme veya masum insanlara işkence gibi belirli eylemlerin her zaman yanlış olduğunu savunur.

Deontoloji, bir eylemin ahlâkîliğinin sonuçlarına bağlı olduğunu savunan faydacılık gibi teorilere göre kısmen farklılık oluşturur. En ünlü deontologlardan biri, Kantçı deontoloji olarak bilinen ahlâk teorisini geliştiren Alman filozof Immanuel Kant’dır (ö. 1804). Kant, eylemlerinin sonucu ne olursa olsun, bireylerin ahlâkî yasalara saygı duyarak faaliyette bulunmaları konusunda görevli olduklarını savunmuştur. Ahlâkî kuralların ve görevlerin önemini vurgulayan deontolojinin, bireysel ve toplumsal ahlâk üzerindeki etkileri tartışma ve analiz konusu olmaya, ahlâkî düşünce ve akıl yürütmenin önemli ve etkili bir unsuru olmaya devam etmektedir.

5. Erdem Ahlâkı (Virtue Ethic):

Erdem Ahlâkı, “ahlâkî erdem” kavramını merkeze alan bir yaklaşımdır. Erdem ahlâkı, bir eylemin sonuçlarının iyiliğini (Sonuççuluk) ve ahlâkî görev kavramını (Deontoloji) merkez yapan yaklaşımlardan biraz daha farklı bir yerdedir. Erdem etiği, dürüstlük, cesaret, merhamet ve adalet gibi iyi karakter özelliklerinin geliştirilmesi, bu özelliklerin kurallar kaynaklı olması ya da sonuçlarından daha ziyade, iyi bir yaşama yol açtıkları fikri ile ilgilenir. Erdem etiğinin arkasındaki ana fikir, bireylerin iyi karakter özelliklerine sahip olmalarının tatmin edici ve mutlu bir yaşam sürmek için gerekli olduğu, bu özelliklerin de ancak uygulamalar ve alışkanlıklar yolu ile geliştirilebildiğidir. Erdemli bireyler, zor koşullarda bile bu alışkanlıklara uygun hareket edebilen kişiler olarak görülürler.

Erdem etiği, bireylerin iyi karakter özelliklerini geliştirmeye ve bu özelliklerle tutarlı şekillerde hareket etmeye çabalamaları gerektiğini, bunun tatmin edici ve anlamlı bir yaşam sürmenin anahtarı olduğunu savunur. Erdem ahlâkı, işlerin iyiliğinin önemini veya ahlâkî görevleri inkar etmese de, erdemi diğer ahlâk teorilerinin yapmadığı ölçüde vurgular. Mesela, “ihtiyacı olan birisine yardım edilmesi” gerektiğinin açık olduğunu varsayalım. Bir faydacı, “bunu yapmanın sonuçlarının, refahı en üst düzeye çıkaracağı” gerçeğine işaret edecek, bir deontolog, “sana nasıl davranılmasını bekliyorsan, başkalarına da aynı şekilde davranmalısın” kuralını öne çıkaracak, bir erdem ahlâkçısı ise, “muhtaç kişiye yardım etmenin, hayırseverlik veya iyilikseverlik olacağını” söyleyecektir.

6. Bencillik Ahlâkı (Egoism Ethics):

Bu teori, kişilerin kendi çıkarlarını geliştirmelerinin, tüm insanî faaliyetlerin altında yatan güdü olduğunu, ahlâkî kararların bütünüyle kişisel çıkarlar (bencillik/egoism) tarafından yönlendirilmesi gerektiğini savunur. Bu teori, bencilliğin bireysel ya da evrensel olduğunu iddia edenler itibarı ile ikiye ayrılır. Bireysel bencillik ahlâkına göre, her insanın nihai bir amacı vardır, o da kendi refahıdır. Bencillik ahlâkında, ahlâkî kararların tamamen kişisel çıkarlar tarafından yönlendirilmesi gerektiği düşüncesi yer alır.

Bireyselliğin, insanlarda evrensel bir olgu olduğu iddiasını kabul eden teoriye göre, “Bütün insanlar benim çıkarlarıma uygun olanı yapmalı” düşüncesi, yani evrensel olmayan bireysel bencilliğin imkansız olduğu kabul edilir. Evrensel olabileceği öne sürülen bencillik ahlâkı ise şu ilke ile ifade edilir: “Bütün insanlar, kendi çıkarlarına olanları yapmalıdır.” Bu teoriye göre, birçok çıkarcı insan, bu düşünceyi kabul etme eğilimindedir. Bu düşüncedekilere göre geleneksel ahlâk, kişinin tatmin olmasını engelleyebilmektedir.

Eleştirmenler, bencillik ahlâkının çeşitli açılardan kusurlu olduğunu, başkalarının mutluluğunu ve çıkarlarını dikkate almadığını, adaletsiz bir toplumu teşvik ettiğini savunurlar. Öte yandan, bencillik ahlâkının destekçileri, bu teorinin insanın çıkarcı doğasını kabul ettiği, bireylerin kendi refahlarını destekleyen ahlâkî kararlar alabilmeleri için bir çerçeve sağladığını, bunun gerçekçi ve pratik bir ahlâkî teorisi olduğunu iddia ederler. Genel olarak, egoizm, hem destekçileri hem de karşıtları olan, bireysel ve toplumsal ahlâk üzerindeki etkileri tartışmalı bir ahlâk teorisidir.

7. Doğal Hukuk (Natural Law):

Doğal hukuk, akıl yoluyla keşfedilebilen ve insan davranışını yöneten evrensel ve değişmeyen bir ahlâkî kod olduğunu savunan ahlâk teorisidir. Doğal hukuk teorisinin kökleri, varlığın doğasında bulunan, akıl ve gözlem yoluyla keşfedilebilen ahlâkî bir düzen olduğu fikrine dayanır. Doğal hukuk teorisine göre bu evrensel ahlâkî kod, insan davranışı için standartlar sağlar ve ahlâkî kararlar verebilmemizde bizlere rehberlik eder. Doğal hukuk, koşullar veya kültürel bağlam ne olursa olsun, belirli eylemlerin doğası gereği iyi veya kötü olduğunu, ahlâkî standartların varlığın doğal düzeninin bir parçası olduğunu kabul eder.

Doğal hukukun temel özelliklerinden birisi, insan yasalarından ve kurumlarından bağımsız olmasıdır. Doğal hukuk teorisyenleri, insan yasalarının doğal hukuka uyması gerektiğine ve uymadıklarında adaletsiz olduklarına ve sorgulanabileceklerine inanır.

Doğal hukuk, bilhassa Batı’nın ahlâkî ve politik düşüncesinin gelişmesinde etkili olmuştur. Genel olarak doğal hukuk, insan davranışlarını şekillendirmede, ahlâkî kararlara rehberlik etmede aklın, evrensel ilkelerin ve evrenin içsel düzeninin önemini vurguladığından, ahlâk ile ilgili güçlü bir çerçeve sağlar.

8. Sözleşmecilik Ahlâkı (Contractualism Ethics):

Sözleşmecilik, hem siyasi otoritenin meşruluğuna ilişkin teoriyi hem de ahlâkî normların kökeni veya meşru içeriği hakkındaki ahlâk teorisine verilen addır. Sözleşmecilik, sosyal kurumları şekillendirmede ve neyin adil olduğunu belirlemede anlaşmaların, sözleşmelerin ve rızanın rolünü vurgulayan ahlâkî ve politik bir felsefi düşüncedir. Sözleşmecilik, toplumun ve kurumların, bireyler arasındaki varsayımsal bir sözleşme veya anlaşmanın sonucu olduğu fikrine dayanır. Sözleşmecilikte, bireyler rasyonel ve çıkarcı olarak kabul edilir. Bireyler, ortak amaçlarına ulaşmak ve çıkarlarını korumak için bir araya gelerek toplumsal sözleşme oluştururlar. Bu sözleşme, işbirliğinin avantajlarını güvence altına almanın ve sosyal hayatın risklerini ve belirsizliklerini azaltmanın bir aracı olarak görülür.

Sözleşmeciliğin en ünlü versiyonlarından biri, İngiliz filozof Thomas Hobbes’un (ö. 1679) toplum sözleşmesi teorisidir. Hobbes’a göre toplum sözleşmesi, devlet tarafından sağlanan koruma ve güvenlik karşılığında, bireylerin özgürlüklerinin bir kısmından vazgeçilmesi için yapılan bir anlaşmadır. Bir diğer önemli sözleşmeci filozof, sözleşmeciliğin “bilinmezlik perdesi” versiyonunu geliştiren, şimdi kısaca değineceğimiz Amerikalı John Rawls’tur (ö. 2002). Genel olarak sözleşmecilik, toplumun kurumlarını ve normlarını şekillendirmede anlaşma, rıza ve işbirliğinin önemini vurguladığından, adalet ve ahlâk hakkında güçlü bir çerçeve oluşturur.

9. Rawlsçu Adalet (Rawlsian Justice):

John Rawls (ö. 2002), “A Theory of Justice / Bir Adalet Teorisi” adlı eseriyle tanınan Amerikalı siyaset filozofudur. Rawls’un adalet teorisi, adaletin toplumun tüm bireyleri için adil bir şekilde yapılandırılması gerektiği düşüncesini öne çıkarır. Rawls, adil bir toplumun iki temel adalet ilkesine dayanması gerektiğine inanır:

1. Eşit temel özgürlükler ilkesi ve 2. Adil fırsat eşitliği ilkesi.

Eşit temel özgürlükler ilkesi, her insanın bireyselliğinin ve benlik duygusunun gelişimi için gerekli olan ifade, dini inanç ve toplantı özgürlüğü gibi bir dizi temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu prensibidir.

Adil fırsat eşitliği ilkesi, tüm insanların eşit derecede yetenekli olmasa da, başarı ve refah elde etmek için eşit şansa sahip olmaları gerektiğini belirtir.

Rawls ayrıca, “orijinal konum” kavramını da önerir. Bu önermede, insanlar kendi sosyal statülerini, yeteneklerini veya kişisel özelliklerini bilmedikleri bir “bilinmezlik perdesi” arkasında hayal edilirler. Rawls bu benzetmeden yola çıkarak, insanların toplumun en az avantajlı üyelerine faydalar sağlayan adalet ilkelerini onaylayacaklarını, çünkü aynı konumda olsalardı kendilerinin de dezavantajlı durumda olmayacaklarından ancak bu şekilde emin olmak isteyeceklerini savunur.

Rawls’un adalet teorisi, modern siyaset felsefesinin, hakkaniyetin ve eşitliğin doğası hakkındaki tartışmaların üzerinde önemli bir etki oluşturmuştur.

10. Görecelik Ahlâkı (Relativism Ethics):

Ahlâkî ilkelerin ve değerlerin, kültürel bağlamlara dayalı şekilde göreceli olduğunu savunan ahlâk teorisidir. Bu teori iki kısımda mütalaa edilmektedir:

1. Herhangi bir kültürde doğru ya da yanlış olarak kabul edilen bir davranışın, başka bir kültürde aynı değeri taşımayabileceğini savunan kültürel görecelik.

2. Ahlâkın bireye göre olduğunu, her insanın kendine özgü ahlâkî ilkeleri bulunduğunu kabul eden bireysel görecelik.

Rölativizm, yüzyıllardır felsefi bir tartışma konusu olmuştur, hem savunucuları hem de karşıtları vardır. Taraftarları, rölativizmin kültürel ve bireysel çeşitliliğe ve hoşgörüye izin verdiğini, farklı toplumlara ve bireylere tek tip ahlâkî ilkeler dizisinin empoze edilmesinden kaçındığını iddia ederler.

Muhalifleri ise, göreceliğin ahlâkî şüpheciliğe yol açtığını, ahlâkî karar verme yeteneği ve eylemini temelinden bozduğunu, kültürler arası ahlâkî meseleleri ele almayı ve insan haklarını savunmayı zorlaştırdığını kabul eder. Genel olarak, ahlâkî görecelik teorisi ve uygulaması üzerindeki tartışmalar ile karmaşık bir kavram olmaya devam etmektedir.

11. Sorumluluk Etiği (Moral Responsibility):

Kişinin ahlâk ilke ve kurallarına uygun hareket etmesi ve davranışlarının sonuçlarını dikkate alması yükümlülüğünü ifade eder. Kişinin eylemlerinin başkaları ve dünya üzerinde bir etkisinin ve bu eylemlerin etkilerinden sorumlu olduğunun kabul edilmesini içerir. Sorumluluk ahlâkı, bir fiili yapmanın ya da yapmamanın yasal sonucu olmasa bile, kişinin ahlâkî ilkelere ve değerlere uygun hareket etme yükümlülüğüdür.

Genel olarak, sorumluluk ahlâkı, bireylerin eylemlerinin başkaları üzerindeki etkisini düşünmelerini, ortak iyiyi teşvik edecek şekilde hareket etmelerini, kişinin eylemlerinin sonuçlarını kabul etmesini ve gerektiğinde düzeltmeler yapma istekliliğini içerir.

12. Nesnelcilik Ahlâkı (Objectivism Ethics):

Nesnelcilik, ahlâkî değerleri belirlemede, aklın ve bireysel hakların önemini vurgulayan bir yaklaşımdır. İlk olarak Rus filozof Ayn Rand (ö. 1982) tarafından geliştirilniştir. Bu teoriye göre ahlâkî ilkeler, insan doğası hakkındaki gerçeklere dayanır, tarafsız akıl ve gözlem yoluyla keşfedilebilirler.

Objektivistler, ahlâkî değerlerin rasyonel bir varlık olan insanın doğasında kök saldığına, ahlâkın amacının bu değerleri tanımlamak ve teşvik etmek olduğuna inanırlar. Temel ahlâkî değerlerin, yaşam, özgürlük, akıl ve mutluluk arayışı gibi konuları içerdiğini öne sürerler.

Objektivistler, ahlâkın amacının, insan hayatı ve mutluluğu için neyin iyi olduğunu belirlemek ve teşvik etmek olduğuna, insan davranışını yöneten ahlâkî ilkelerin, bu amaca dayanması gerektiğine inanırlar. Dürüstlük, adalet ve bireysel haklar gibi ahlâkî ilkelerin, nesnel olarak geçerli ve insanın gelişmesi için gerekli olduğunu savunurlar.

Objektivistler, ahlâkî değerlerin kültürel olarak göreceli olduğunu, hiçbir nesnel ahlâkî standart olmadığını savunan ahlâkî görecelik fikrini reddederler. Nesnelciliği eleştirenler, onun çok katı olduğunu, ahlâk konusundaki bakış açılarının karmaşıklığını ve bu teorinin insan davranışının nüanslarını dikkate almadığını savunurlar.

Eleştirmenlere göre, ahlâkî karar verme, genellikle sübjektif yargıyı, birbiriyle yarışan ve çatışan değerleri dengelemeyi içerdiğinden, nesnel ahlâkî standartları pratik anlamda uygulama zordur. Nesnelcilik, özellikle bireysel hakların ve serbest piyasa ekonomisinin savunucuları arasında popülerliğini korumakta, tartışılan bir ahlâk teorisi olmaya devam etmektedir.

13. Pragmatizm Ahlâkı (Pragmatism Ethics):

Pragmatizm, bir eylemin ahlâkî değerini pratik sonuçlarına dayalı olarak değerlendiren felsefi bir yaklaşımdır. Bu teoriye göre, bir eylem, olumlu sonuçlara, insan ihtiyaç ve çıkarlarının tatminine yol açıyorsa iyi veya doğru, olumsuz sonuçlara, insan ihtiyaç ve çıkarlarının engellenmesine yol açıyorsa kötü veya yanlış olarak kabul edilir.

Pragmatistler, ahlâkın bir dizi soyut ilke veya emirden ziyade, pratik sonuçlara ulaşmak için bir araç olarak görülmesi gerektiğine inanırlar. Ahlâkî kural ve ilkelerin esnek olmasını, yeni bilgiler ve değişen koşullar ışığında revizyona tabi olması gerektiğini savunurlar.

Pragmatizm, ahlâkî kararların verildiği bağlamları ve durumları göz önünde bulundurmanın, farklı seçeneklerin pratik sonuçlarını dikkate almanın önemini vurgular. Ahlâka yönelik bu yaklaşım, genellikle sabit ahlâkî kurallara veya ilkelere dayanan deontolojiye bir yanıt olarak görülür.

Pragmatizm eleştirmenleri, bu teorinin çok öznel olduğunu, sağlam temellerden yoksun bulunduğunu, ahlâkî göreliliği teşvik ettiğini, evrensel ahlâkî ilkelerin terkine yol açabileceğini kabul etmektedirler. Genel olarak pragmatizm, felsefe, psikoloji ve politika dahil olmak üzere çeşitli alanlarda etkili olmuş, ahlâka esnek ve pratik bir yaklaşımı seçmiş bir teoridir.

Günümüzde, ahlâk konusundaki farklı bakış açıları, teoriler ve yaklaşımlar var olmaya, yeni fikirler bu yöndeki literatürü şekillendirmeye devam etmektedir.

İslâm Ahlâk Düşüncesi

Sizlerden, insanları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtulanlardır.

(Ali İmran, 3/104)

Şu ana kadar belli başlı ve önemli ahlâk teorilerine yer vermiş olduk. Şimdi, bu teorilerden -ilk sırada yer alan İlâhî Emir (Divine Command) hariç- her biri, aslında meşhur “fil tarifi” örneğinde olduğu gibi, hakikatin sadece bir ya da iki yönüne temas edebilmişlerdir. İslam ahlâk düşüncesinin insan ve varlık anlayışı, bütün bu teorileri çok daha üst seviyede kapsamaktadır.

İnsandaki üç temel gücü, Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Sahîha ışığında görmeye çalışan; “İnsanda Akıl Gücü ile Denge, Aşırılık ve Eksiklik Durumları I; İnsanda Öfke Gücü ile Denge, Aşırılık ve Eksiklik Durumları II ve İnsanda Şehvet Gücü ile Denge (İffet), Aşırılık (Fücûr) ve Eksiklik (Humûd) Durumları III” başlıklı yazılarımızla, İslam ahlâk düşüncesini kısmen de olsa detaylandırmıştık. Şimdi ise, konuyu biraz daha mahrûtî şekilde görmeye çalışacağız.

İslam ahlâk düşüncesinin, genel olarak güzel ahlâkı, “müspet bireysel tutum ve davranışlar, olumlu davranış değişikliklerinin tezahür ettiği atmosfer, insan davranışlarını, karar verme süreçlerini değerlendirmeye yardımcı olan, insanlar arasındaki adaleti ve dürüstlüğü koruyan değerler ve ilkeler sistemi”, kötü ahlâkı ise, “dürüstlük, adalet, empati ve sorumluluk gibi yaygın olarak kabul edilen etik ilkeleri ve değerleri ihlal eden eylemler, kararlar ve davranışlar” şeklinde tanımladığını söyleyebiliriz.

İslam’ın, şiddet, hile, vb. olumsuz davranışlardan kaçılması yönündeki emir, tavsiye ve yasakları, güzel ahlâk konusundaki yönergelerinden daha önemlidir. Çünkü, tahliye ([التَّخْلِيَةُ] yani yok etme ve temizleme), mutlaka tahliyeye ([التَّحْلِيَةُ] süsleme ve güzelleştirme) başlamadan önce yapılması gereken bir faaliyettir. Kötü ahlâk unsurlarının temizlenmesi, bilahare güzel ahlâkın tesis edilmesi, birbirlerini tamamlayan iki süreçtir. Bu yazının konusu bu hususu işlemeye yöneliktir.

İslam ahlâk düşüncesi, İslam’ın merkezi metinleri Kur’ân-ı Kerîm ayetleri ile, Şanlı Nebi’nin (sas) söz ve eylemlerinin ifadeleri olan hadis-i şeriflere dayalı bir şekilde, erdemli bir hayat yaşanması için kapsamlı bir çerçeve sunar. Bu kutsal kaynaklar, Müslümanların başkalarıyla ahlâkî açıdan doğru bir şekilde nasıl etkileşimde bulunmaları gerektiği konusunda çok güçlü bir rehberlik sağlar.

Yüce Allâh’ın (cc) Zat’ı, Yüksek Sıfatları, Güzel İsimleri ve Hikmetli Fiilleri dahil, her yönüyle birliğini ifade eden “tevhid” umdesi, İslam ahlâk düşüncesinin özü ve en önemli temelidir. “Tevhid”, İslam ahlâk düşüncesinin olmazsa olmazıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de, Yüce Allâh (cc) tarafından gönderilen tüm peygamberlerin (ase) ana mesajı tevhiddir. “Tevhid”, ibadete, itaate ve nihai teslimiyete layık yalnızca O’dur (cc) demektir.

“Tevhid” inancının, bütün Müslümanların hayatında pratik etkileri vardır. “Tevhid”, Yüce Allâh’ın (cc) varlığına ve birliğine, kalbin derununda inanmak, hayatın her alanında O’nun (cc) mutlak otoritesini ve hakimiyetini tanımak, O’nun (cc) rızası ve hoşnutluğu için çalışmak demektir. Buna, adalet, merhamet ve alçakgönüllülük ilkelerine bağlı kalmak, tüm varlığa şefkat ile muamele etmek dahildir. “Tevhid”, İslam ahlâk düşüncesinin en merkezi bir ilkesidir. Müslümanların manevi ve ahlâkî gelişimleri için çok parlak bir yol göstericidir.

İslam ahlâk düşüncesi, “adalet” kavramını önemle vurgular. Müslümanların, hem kendilerine, hem başkalarına karşı adil davranmaları, hayatın her alanında adaleti güçlü bir şekilde ayakta tutmaları üzerlerine tam bir ödevdir. İslam ahlâk düşüncesi, Müslümanların, ortak iyiyi desteklemeleri, ihtiyacı olanlara yardım etmeleri, adil bir toplumu inşa etmek için birlikte çalışmalarını önemser.

İslam ahlâk düşüncesi, “ihsan” kavramı ile, kişinin fiillerindeki mükemmelliğin önemine işaret eder ve İslam ahlâkının en yüksek derecesidir. “İhsan”, Rab Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerini görüyormuşçasına ibadet etme, her şeyi olabilecek en iyi şekilde, samimiyetle ve Allâh’a (cc) içten bağlılıkla ifa etme anlamlarına gelir.

İslam ahlâk düşüncesinin temel ilkelerinden biri, “takva” dediğimiz “Yüce Allâh’a yönelik sorumluluklarımızın bilincine sahip olmak ve uygulamaktır.” “Takva”, Merhameti ve Şefkati sonsuz Rabbimizin (cc) emir ve yasakları hususunda, tam anlamıyla dikkatli olma, O’nu (cc) razı ve hoşnut edecek şekilde yaşamaya çabalama demektir. Takva, İslâm ahlâk düşüncesinin temelidir.

İslam ahlâk düşüncesi, “tevekkül” kavramı ile, hayatın her alanında Allâh’ın (cc) her zaman doğruya ileten rehberliğine güvenmeyi tavsiye eder. Alçakgönüllülük ve Allâh’a (cc) teslimiyet duygusu geliştirmeye yardımcı olan “tevekkül”, İslam ahlâkının önemli bir yönüdür.

İslam ahlâk düşüncesi, özellikle sıkıntı veya zorluk karşısında tahammül anlamına gelen “sabır” kavramı ile, zor zamanlarda sebat etmeyi, Yüce Allâh’ın (cc), bireylerin hayatları için gelecekte gerçekleştireceği güzel planına güvenmelerini tavsiye eder.

İslam ahlâk düşüncesinde, “şükür” kavramı da olmazsa olmazlardandır. İslam, bireylerin hayatlarındaki tüm nimetler için şükretmelerini, Yüce Allâh’a (cc), dua ve diğer bağlılık eylemleri ile şükranlarını ifade etmelerini ister.

İslam ahlâk düşüncesi, “tevbe” kavramı ile, bireylerin hata ya da günah işledikten sonra, Yüce Allâh’a (cc) dönüp af dilemelerini, neden oldukları maddi ve manevi zararları telafi etmelerini ister.

İslam ahlâk düşüncesi, Kantçı deontolojinin önerdiği ödev ahlâkına, “güzel ahlâk” kavramı ile çok kıymetli bir boyut katar. Bu ödev boyutu, “iyi karakter” veya “ahlâkî mükemmellik” anlamlarına gelir. Müslümanları, nezaket, cömertlik, merhamet, dürüstlük ve alçakgönüllülük gibi iyi özelliklere ait ödevlerini geliştirmeye, öfke, kıskançlık ve kibir gibi kaçınılması gereken olumsuz özelliklerden de kaçınma ödevlerine teşvik eder.

Müslümanların, hem kendilerine, hem başkalarına karşı adil davranmaları, hayatın her alanında adaleti güçlü bir şekilde ayakta tutmaları üzerlerine tam bir ödevdir. İslam ahlâk düşüncesi, Müslümanların, ortak iyiyi desteklemelerini, ihtiyacı olanlara yardım etmelerini, adil bir toplumu inşa etmek için birlikte çalışmalarını önemli bir ödev olarak görür.

Evet, İslam ahlâk düşüncesi, Sonuççuluğun önerdiği bireylerin refahı ve mutluluğu konusunu, onların eksik bıraktığı “bireylerin ahiret mutluluğu” konusunu da ilave ederek, “din” kelimesini geniş bir şekilde tarif eder: “Din, akıl sahiplerini kendi iradeleriyle şimdiki halde (dünyada) mutluluğa, gelecekte de (ahirette) kurtuluşa sevk eden, Allâh tarafından konulmuş kanunlardır.” (Muhammed Ali et-Tehânevi, Muhammed b. Ali, Keşşâfu Istılâhâti’l-Funûn, Mektebetu Lübnan, Beyrut-1996, I/814.)

İslam ahlâk düşüncesi, Faydacılık’ta (Utilitarianism) olduğundan daha geniş bir seviyede faydacılığı savunur. Faydacılık’ta, insanın kendini zararlardan koruması, kendi faydasını gözetmesi gerektiğine dair faydacı düstur, konuyu bireysel ve tek boyutlu olarak görmekteyken, İslâm’da ise, Yüce Allâh’ın lütfettiği dinî ya da dünyevî nimetlerden başkalarının da faydalandırılması, konunun bireysel yanına ek olarak toplumsal boyutunu işaretler.

Şanlı Nebi (sas), İbn Ömer (ra) rivayeti ile bu hususu şöyle aydınlatır:

“Bir adam Resülullah’a (sas) gelerek: “Ey Allâh’ın Resulü, kimler ve hangi fiiller Allâh’a (cc) en sevimlidir?” şeklinde bir soru sordu. Nebi (sas) şöyle cevap buyurdular:

أحبُّ الناسِ إلى اللهِ أنْفَعُهُمْ لِلنَّاسِ ، و أحبُّ الأعمالِ إلى اللهِ عزَّ وجلَّ سُرُورٌ يدْخِلُهُ على مسلمٍ ، أوْ يكْشِفُ عنهُ كُرْبَةً ، أوْ يقْضِي عنهُ دَيْنًا، أوْ تَطْرُدُ عنهُ جُوعًا ، و لأنْ أَمْشِي مع أَخٍ لي في حاجَةٍ أحبُّ إِلَيَّ من أنْ اعْتَكِفَ في هذا المسجدِ ، يعني مسجدَ المدينةِ شهرًا ، و مَنْ كَفَّ غضبَهُ سترَ اللهُ عَوْرَتَهُ ، و مَنْ كَظَمَ غَيْظَهُ ، و لَوْ شاءَ أنْ يُمْضِيَهُ أَمْضَاهُ مَلأَ اللهُ قلبَهُ رَجَاءً يومَ القيامةِ ، و مَنْ مَشَى مع أَخِيهِ في حاجَةٍ حتى تتَهَيَّأَ لهُ أَثْبَتَ اللهُ قَدَمَهُ يومَ تَزُولُ الأَقْدَامِ ‏.‏

Allâh katında insanların en sevimlisi, insanlara en çok faydası olandır. Amellerin Allâh katında en sevimlisi ise, bir Müslüman’ı mutlu etmen ya da bir sıkıntısını yok etmen veya onu borçtan kurtarman veya açlığını gidermendir. Bir kardeşimin ihtiyacı için çabalamak, bu mescidde (Mescid-i Nebevî) bir ay kadar itikâfa girmemden bana daha sevimlidir. Kim öfkesini dizginlerse, Allâh onun ayıplarını örter. Kim, aslında icra edebileceği öfkesini yenerse, Cenâb-ı Hak kıyamet gününde onun kalbini ümitle doldurur. Kim, yerine getirene kadar, kardeşinin ihtiyacı için koşturursa, Allâh azze ve celle, ayakların kaydığı sırat üzerinde, onun ayaklarını kaymaktan korur.” (Taberânî, Kebîr, 12/13646; Evsat, 6/6026; Sağîr (Er-Ravdu’d-Dânî), 2/861)

İslam ahlâk düşüncesi, Deontoloji’nin kabul ettiği “görev” tanımını, çok daha ayrıntılı bir şekilde ele alır. İslam, fiilleri; 1. Mübah (övgü ya da yergiyi gerektirmeyen, terk edilebilen fiiller), 2. Mendup (yapıldığında övülen, fakat yapılmadığında yerilmeyen fiiller), 3. Vacip (farz ile eş anlamlı, Şâriin mükelleften yapmasını kesin ve bağlayıcı biçimde istediği, terkediliğinde cezayı hak eden fiiller) olmak üzere üç grupta ele alır.

İslam ahlâk düşüncesi, Doğal Hukuk’un savunduğu fıtrat’a çok merkezi bir önem atfeder. Fıtrat konusu, hem ayet-i kerimelerde hem de hadîs-i şerîflerde oldukça ayrıntılı bir şekilde işlenir. Bu konuyu, “Fıtrat ve Tabiat-ı Sâniye Düşüncesi” başlıklı yazımızda ayrıntılandırmaya çalışmıştık.

İslam ahlâk düşüncesi, Erdem Ahlâkını “Güzel Ahlâk / Mehâsinü’l-Ahlâk” şeklinde formüle eder ve gerçekten de muhteşem bir şekilde temellendirir. İslam ahlâk düşüncesi, ilk geldiği andan itibaren hem Rab Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin emir ve yasaklarına itaate (Fetih, 48/10; Fetih, 48/18) hem de sosyo-politik bir akid olarak devlet başkanına itaat sözleşmesine (Mümtehine, 60/12), “bey’at / biat” adını vererek Sözleşmecilik Ahlâkı’nı üst bir seviyeye taşır.

İslam ahlâk düşüncesi, Rawlsçu Adalet’in ifade ve inanç hürriyeti ögelerini, (اِعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصٖيرٌ) “Dilediğinizi yapın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.” (Fussilet, 41/40) ve (لَكُمْ دٖينُكُمْ وَلِىَ دٖينِ) “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.” (Kâfirun, 109/6) ayet-i kerimeleri ile öğretisinin adeta temeline yerleştirmiştir. Rawls’un teorisindeki “dağıtıcı adalet” düşüncesi ise, zenginlerin fakirlere zekât ve sadakalar ile yardım etmesini vacip kategorisinde gören İslam’ın temel bir rüknü olarak, yüzyıllardır zaten ifa edilmektedir.

İslam ahlâk düşüncesi, Sorumluluk Ahlâkı’na, Abdullah b. Ömer’in (r. anhümâ) Şanlı Nebî’den (sas) rivayeti ile şöyle rehberlik eder:

Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır, o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.” (Buhari, 2554; Müslim, 1829)

İslam ahlâk düşüncesi, Nesnelciliğin önerdiği “akıl, hayat, mutluluk ve özgürlük” gibi temel insan hakları konusunu, toplumun varlığı, dirlik ve düzeni için vazgeçilmez en üst düzeydeki temel hak ve değerler olarak görmüş; “hayat (can), nesil (nesep, ırz), akıl, mal ve dinin korunması” şeklinde formülleştirmiştir. Bu husus literatürde, “zarûriyyât-ı hamse, makâsıd-ı hamse, külliyyât-ı hams” gibi adlarla anılmıştır. Hatta bazı İslam alimleri bu unsurlara; “adalet, erdem, eşitlik, özgürlük ve sosyal düzenin korunması” konularını da ilave etmişlerdir.

Ahlâk Teorileri ve İslam Ahlâk Düşüncesi: Karşılaştırmalı Bir Analiz

Ahlâk TeorisiTemel Özelliklerİslam Ahlâk Düşüncesiyle Karşılaştırma
İlâhî EmirAhlâk, Allah’ın emir ve yasaklarına itaate dayanır. Doğru eylemler, Allah’ın iradesine uygun olanlardır.İslam ahlâk düşüncesinin temelini oluşturur. Tevhid inancı, Allah’ın birliğine ve emirlerine teslimiyeti merkeze alır.
SonuççulukEylemin ahlâkîliği, sonuçlarına bağlıdır. Refah ve mutluluğu artırmak esastır.İslam, dünyevi refahı önemser ancak ahiret mutluluğunu da ekler. Toplumsal fayda, bireysel çıkardan üstün tutulur.
FaydacılıkGenel mutluluğu maksimize eden eylemler doğrudur. Bentham ve Mill’in hedonik ve ideal versiyonları vardır.İslam, bireysel ve toplumsal faydayı savunur. Ancak, fayda sadece dünyevi değil, ahiret boyutunu da kapsar (örn. zekât, sadaka).
Görev Ahlâkı (Deontoloji)Eylemler, sonuçlardan bağımsız olarak görev veya kurallara uygunluğuyla değerlendirilir (örn. Kant).İslam, fiilleri mübah, mendup ve vacip olarak sınıflandırır. Görev, Allah’ın emirlerine ve güzel ahlâka bağlılıktır.
Erdem Ahlâkıİyi karakter özellikleri (dürüstlük, merhamet) geliştirmek, tatmin edici bir yaşam için esastır.İslam, “güzel ahlâk” (mehâsinü’l-ahlâk) ile erdemleri vurgular. Nezaket, cömertlik gibi özellikler teşvik edilir.
Bencillik AhlâkıEylemler, bireysel çıkarları maksimize etmeye dayanır. Evrensel veya bireysel bencillik ayrımı vardır.İslam, bireysel çıkardan ziyade toplumsal faydayı ve Allah’ın rızasını önceler. Bencillik, adaletsizliğe yol açan bir unsurdur.
Doğal HukukEvrensel ahlâkî kod, akıl ve gözlemle keşfedilir. İnsan yasalarından bağımsızdır.İslam, fıtratı (insanın doğasını) merkeze alır. Ahlâk, Allah’ın yarattığı doğal düzene uygun olmalıdır.
SözleşmecilikAhlâk, bireyler arası rasyonel anlaşmalara dayanır (örn. Hobbes, Rawls).İslam, bey’at (itaat sözleşmesi) ile sosyo-politik bir akdi vurgular. Toplumsal işbirliği Allah’ın rızasına dayalıdır.
Rawlsçu AdaletEşit özgürlükler ve fırsat eşitliği ilkelerine dayanır. Bilinmezlik perdesi, adil kararları teşvik eder.İslam, adaleti temel bir ödev sayar. Zekât ve sadaka, dağıtıcı adaleti destekler. İnanç ve ifade özgürlüğü ayetlerle temellendirilir.
Görecelik AhlâkıAhlâk, kültürel veya bireysel bağlama göre değişir. Evrensel standartları reddeder.İslam, evrensel ahlâkî ilkeleri (tevhid, adalet) savunur ve göreceliği, ahlâkî şüpheciliğe yol açtığı için eleştirir.
Sorumluluk EtiğiBirey, eylemlerinin sonuçlarından sorumludur. Ortak iyiyi teşvik eder.İslam, “herkes çobandır ve sürüsünden sorumludur” hadisiyle sorumluluğu vurgular. Toplumsal iyilik esastır.
NesnelcilikAhlâk, akıl ve insan doğasına dayanır. Bireysel haklar (hayat, özgürlük) vurgulanır (Ayn Rand).İslam, hayat, nesil, akıl, mal ve dinin korunmasını (zarûriyyât-ı hamse) temel haklar olarak görür.
PragmatizmEylemin ahlâkîliği, pratik sonuçlarına bağlıdır. Esnek ahlâkî ilkeler savunulur.İslam, pratik sonuçları önemser ancak Allah’ın emirlerine dayalı evrensel ilkeleri korur. Göreceliği reddeder.

Güzel Ahlâk ile İlgili Efendimiz’in (sas) Yüksek Beyanları

“Şübhesiz ki Allah ve melekleri o peygambere çok salât (ve tekrîm) ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin, tam bir teslimiyetle de selâm verin.”
(Ahzab, 33/56)

Günümüzde insanların, toplumların ve devletlerin güçleri, ürettikleri kültür, medeniyet ve tutundukları emanete riayet, doğruluk, yalan söylememe, çirkin davranışlardan uzak olma, karşılıklı saygı ve hoşgörü gibi güzel ahlâk umdeleri ile ölçülmektedir. İlk insan Âdem (as) peygamberden son Nebi Muhammed’e (sas) kadar bütün peygamberler (ase) ilme, hikmete, irfana ve en önemlisi de güzel ahlâk unsurlarının önemine dikkatleri çekmişler, bu büyük ve kıymetli konsepte sahip çıkmayı çok önemli bir sorumluluk olarak görmüşlerdir. İnsanlık semasının manevi güneşleri olan bu yüksek şahsiyetler (ase), cahillik, dejenerasyon, düşük ve çirkin davranışlara karşı var güçleri ile mücadele etmişlerdir.

Güzel ahlâkın görünürlüğünün ve bilinirliğinin artması, kıymetinin ve öneminin kavranması, hemen her eşyada olduğu gibi güzel ahlâkın zıt yönlerini de bilmeyi gerektirmektedir. Böylece birey, güzel olanı bilir ve ona yönelir, kötü ve çirkin olanı tanır ondan da uzaklaşır. Bu açıdan Cenab-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin sevdiği ahlâki tutum ve davranışlar ile, sevmediği ve nefretini müncer tutum ve davranışları bilme, iyi olana değer verme, kötü olandan uzaklaşma mümkün hale gelir.

Hz. Ebu’d-Derdâ’nın (ra) rivayeti ile Resülullah (sas) şöyle buyurmaktadırlar:

مَا شَيْءٌ أَثْقَلُ فِي مِيزَانِ الْمُؤْمِنِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ خُلُقٍ حَسَنٍ وَإِنَّ اللَّهَ لَيَبْغَضُ الْفَاحِشَ الْبَذِيءَ ‏.‏

“Kıyâmet günü, müminin mizanında güzel ahlâktan daha ağır basan bir şey yoktur. Allah Teâlâ hazretlerinin buğz ettiği kimseler, düşük ve çirkin söz/davranış sahipleridir.”[1]

Bilhassa İslam açısından baktığımızda; üzüntülerden kurtulma, elemden uzaklaşma, iffet, şecaat, cömertlik, mutluluk, adalet, eşitlik, sevgi, dostluk ve ruh sağlığının korunması gibi güzel ahlâka ulaşma, kötülük, ciddiyetsizlik, öfke, iffetsizlik, açgözlülük, bayağılık, saldırganlık, cimrilik ve zulüm gibi kötü ahlâktan ve çirkin davranışlardan da uzak durma çok temel bir önem arz etmektedir.

Yine Ebu’d-Derdâ’dan (ra) gelen bir rivayetle Efendimiz (sas) şöyle buyurur:

إِنَّ الْفُحْشَ وَالتَّفَحُّشَ لَيْسَا مِنَ الْإِسْلَامِ فِي شَيْءٍ وَإِنَّ أَحْسَنَ النَّاسِ إِسْلَامًا أَحَاسِنُهُمْ أَخْلَاقًا ‏.‏

“İslam’ın, çirkin durumlar ve çirkin davranışlar ile asla bir yakınlığı yoktur. İnsanların İslâmiyetçe en güzel olanı da ahlâkı en güzel olan kimsedir.”[2]

Yetkin insan, yüce gayeli bir kimsedir. Böyle bir kimse sadece oruç ve namaz gibi amelî fazîletlerle yetinmez, kendisine, çevresine ve Rabbine karşı tutum ve davranışlarında ancak güzel ahlâktan haz alır bir hale gelir ve tüm rezîletlerden de arınır.

Hz. Âişe annemizden (r. anhâ) rivayetle Efendimiz (sas) şöyle buyurmaktadır:

إِنَّ الْمُؤْمِنَ لَيُدْرِكُ بِحُسْنِ خُلُقِهِ دَرَجَةَ الصَّائِمِ الْقَائِمِ ‏.‏

“Mümin, güzel ahlâkı ile, çokça namaz kılan ve oruç tutanların derecesine ulaşır.”[3]

Günümüzdeki problemlerden birisi de bilhassa sosyal medya aracılığı ile yapılan çal çenelik, lâfebeliği, boşboğazlık, rasgele yapılan konuşmalar ve yerli yersiz akla geleni anlatmalardır. Bir başka problem ise sır saklayamama, her şeyi söyleme, ağzında bakla ıslanmama durumudur. Bir diğer problem yapamayacağı şeyleri yapabilirmiş gibi söyleme, kendisini olduğundan büyük gösterip böbürlenmedir. İşte bu menfi durumlar, iyi ve güzel ahlâk önündeki tehlikeli engeller ve manialardır.

Câbir (ra)’den rivayetle Efendimiz (sas) şöyle buyurmuşlardır:

إِنَّ مِنْ أَحَبِّكُمْ إِلَىَّ وَأَقْرَبِكُمْ مِنِّي مَجْلِسًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَحَاسِنَكُمْ أَخْلاَقًا وَإِنَّ أَبْغَضَكُمْ إِلَىَّ وَأَبْعَدَكُمْ مِنِّي مَجْلِسًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ الثَّرْثَارُونَ وَالْمُتَشَدِّقُونَ وَالْمُتَفَيْهِقُونَ‏ ‏.

“Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de bana mevkice en yakın bulunacak olanınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır. Bana en menfur olanınız, kıyamet günü de mevkice benden en uzak bulunacak olanınız, gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır.”

Cemaatte bulunan bazıları: “Ey Allah’ın Resulü! Yüksekten atanlar kimlerdir?” diye sordular. Efendimiz (sas) şöyle cevapladılar:

الْمُتَكَبِّرُونَ ‏.‏

“Onlar büyüklük taslayanlardır!” cevabını verdi.”[4]

Her türlü iyi tutum ve davranışı iyilik kategorisinde görebiliriz. Herhangi bir şekilde gerek şahsımıza gerekse de çevremize güzellik, yetkinlik, itidal, güçlü bir dayanışma ruhu ve mutluluk gibi nitelikler kazandıran hallerin tamamı iyilik kategorisindedir.

İlahi emir ve yasaklara aykırı, dini, ahlaki ve vicdanî açıdan sorumluluk gerektiren her türlü fiil ve davranış neticesinde ortaya çıkan ve doğru yoldan ayrılmaya, ahitleri ihlal etmeye, ailevi ve içtimai bağları parçalamaya, dolayısıyla da manen kirlenmeye sebep olan her türlü tutum ve davranışa da günah denir.

Kişileri günaha sevk eden faktörler, insanın yapısında bulunan olumsuz meyil ve arzularla onu dışarıdan etkileyen negatif amillerdir. Günah, iradenin, doğru olan düşünce ve ideallere göre hareket etmemesidir.

Nevvâs İbnu Sem’an (ra) anlatıyor:

“Resülullah (sas)’a iyilik ve günah hakkında sordum. Bana şu cevabı verdi:

الْبِرُّ حُسْنُ الْخُلُقِ وَالإِثْمُ مَا حَاكَ فِي صَدْرِكَ وَكَرِهْتَ أَنْ يَطَّلِعَ عَلَيْهِ النَّاسُ‏ ‏.

“İyilik, güzel ahlaktır. Günah da içini rahatsız eden ve insanların haberi olmasından korktuğun şeydir.”[5]

Dildeki doğruluk, temeli itibarı ile insanın aynı zamanda aza ve cevherlerinin de doğruluğuna menşe olması açısından büyük ehemmiyete haizdir. Çünkü insanın malayani ya da diğer bir tabirle kendisini hiç de ilgilendirmeyen konularda konuşması o kişiyi günaha sevk edebilir.

Diğer taraftan haset, kalpte bulunan, insanı kötülüklere sürükleyebilen en önemli gayr-i ahlâkî özelliklerden ve psikolojik rahatsızlıklardan birisidir. Haset, insanın kendi hayatı ile ilgili yüksek perspektifler geliştirmesine ve sorumluluklarını bihakkın yerine getirmesine mâni olur. Haset eden, anlaşılmaz bir şekilde kendisinde bulunmayan nimetlerin yokluğundan dolayı rahatsızlık duymaktadır.

Mala, gösterişe, lükse, dünyevi lezzetlere ve maddi kazançlara karşı fazla ilgili olmama, bilakis ahiret endeksli yaşama, insanî kemâlâtı hedefleyerek Rabbin rızasına ulaşma çaba ve gayreti de önemli bir fazilettir. Burada soru, bütün bu faziletlere ve bilhassa son zikrettiğimiz mertebeye ne ile ulaşılacağıdır.

İbni Ömer (ra)’den rivayet edildiğine göre Efendimiz (sas) şöyle buyurur:

أفضل المؤمنين كل مؤمن مخموم القلب صدوق اللسان .

“Müminlerin en faziletlileri, kalbi mahmûm olan, dili de doğru konuşandır.”

Bunun üzerine sahabe hazeratı sorar:

“Kalbi mahmûm olmak ne demek Ey Allah’ın Resulü?” Efendimiz (sas) cevap verir:

التقي النقي الذي لا إثم فيه ولا بغي ولا غل ولا حسد .

“Kalbin, günahsız, taşkınlık yapmayan, hiç kimseye hasedi olmayan, tertemiz ve takvalı oluşudur.”

Ashab yine sorar:

“Peki, daha sonra en faziletliler kimlerdir?” Efendimiz (sas) de:

. الذين نسوا الدنيا وأحبوا الآخرة

“Dünyayı unutup ahireti sevenler.” buyurur.

Ashab hazeratı yine sorar:

“Peki, bunlardan daha faziletli olarak kimler gelir Ey Allah’ın Resulü?” Efendimiz (sas) şöyle tamamlar:

. المؤمن في خلق حسن‏

“Bütün bunlardan daha faziletli kişi, güzel ahlâk üzere olan mümindir.”[6]

“Utanma, çekinme, tövbe, vazgeçiş” vb. anlamlara gelen “hayâ” kelimesi, “nefsin çirkin davranışlardan rahatsız olup onları terk etmesi, kötü bir işin yapılmasından veya iyi bir işin terkedilmesinden dolayı insanın duyduğu sıkıntı anlamlarına gelmektedir. Arapçada kınama, yergi, onur kırıcı tutum ve davranış manalarına gelen “ar” kelimesi de Türkçe’mizde genellikle hayânın eş anlamlısı olarak kullanılmaktadır.

Zeyd İbnu Talha İbnu Rükâne (ra) anlatıyor: Resülullah (sas) buyurdular ki:

إِنَّ لِكُلِّ دِينٍ خُلُقًا وَإِنَّ خُلُقَ الإِسْلاَمِ الْحَيَاءُ .

“Her bir dinin kendine has bir ahlâkı vardır. İslâm’ın ahlâkı hayâdır.”[7]

Benliği olumsuz arzulardan alıkoymak, bütün hazlarda aşırılıktan kaçmak, hayatını devam ettirecek kadarına kanaat etmek, bayağılıktan, çirkin söz söyleyenlerin arkadaşlığından, onların meclislerinde bulunmaktan uzak durmak ve ağırbaşlı bir şekilde utanma duygusunu muhafaza etme güzel ahlâkın ana umdelerindendir.

Hz. Enes (ra) anlatıyor: Resülullah (sas) buyurdular ki:

مَا كَانَ الْفُحْشُ فِي شَىْءٍ قَطُّ إِلاَّ شَانَهُ وَلاَ كَانَ الْحَيَاءُ فِي شَىْءٍ قَطُّ إِلاَّ زَانَهُ .

“Edepsizlik ve çirkin söz girdiği yeri çirkinleştirir. Hayâ ise girdiği yeri güzelleştirir.”[8]

Yüceltilmekten ve fazlaca itibar edilmekten hoşlanmama, başkalarına üstünlük taslamama, insanların kusurlarını aramaktan, kurnazlık ve hilekarlıktan kaçınma, savurganlık ve israfa düşmeden cömert olma, korkutucu durumlarda şecaatini kaybetmeme, başkalarında gördüğü faziletlere benzemeye çalışma, kıymetli işlerde himmetini âlî tutma gibi güzel ahlâk unsurları insanî kemâlâta giden yollardır. Diğer taraftan iffetsizlikten, açgözlülükten, saldırganlıktan, ciddiyetsizlikten, vefasızlıktan, hıyanetten, kibirden ve yalancılıktan fersah fersah uzak durmaya çalışma da rezîletlere geçit vermemedir ki güzel ahlâkın bir diğer yüzünü oluştururlar.

İşte Ebû Saîd’den gelen bir rivayetle Efendimiz (sas) bütün bu unsurları cami bir şekilde şöyle buyurmaktadır:

. الإسلام حُسْنُ الخُلُق

“İslâm, güzel ahlâktır.”[9]

İnsanlara karşı iyi ahlâklı davranmanın bir yolu insandaki üç temel gücün kuvve-i akliyye, ğadabiyye ve şeheviyyenin dengede olmasıdır. Bunun için ilim ve fazilet sahibi kimselerle oturup-kalkmayı, hasetçi, kinci ve kötü niyetli kimselerden de uzak durmayı, güzel huyları ve övgüye değer alışkanlıkları geliştirmeyi, benliğe ait kusurlar konusunda dikkatli olmayı ve töhmet alanlarından kaçınmayı ahlâkî ilkeler olarak benimseme neticesinde, kişide insanlara karşı iyi ahlâklı davranma tutumu güzel bir huy ve tabiat haline gelir.

Hz. Muâz İbnu Cebel (ra) anlatıyor: Resülullah’ın (sas) bana en son yaptığı tavsiyelerden birisi şu şekildedir:

أَحْسِنْ خُلُقَكَ لِلنَّاسِ يَا مُعَاذُ بْنَ جَبَلٍ‏ ‏.‏

“Ey Muâz, insanlara karşı iyi ahlâklı ol!”[10]

Dindarlık ve Güzel Ahlâk

“Dindar”, Arapça ve Farsça iki kelimenin yan yana gelmesi ile oluşan “dine sahip olma” anlamında bir kelimedir. Burada “dindar kimdir?” sorusuna cevap bulmamız gerekmektedir. Mesela, bir dinin gereğini kabul eden ve bir dine mensup olan herkes sadece bu kabulle dahi dindar mıdır? Güzel ahlâk ve Allah’ın rızası amaçlanmadan dindarlık söz konusu mudur? Güzel ahlâkın dindarlıkla ilişkisi nedir? Dindarlık, bir kişinin günlük hayatında sadece dinin önemini ifade eden, dine inanma ve bağlanma derecesini gösteren bir kavram mıdır? İşte bütün bu sorulara cevap niteliğindeki hadîs-i şerîfi burada aktarmak istiyoruz.

Hz. Muâz İbnu Cebel (ra) anlatıyor:

Resülullah (sas) beni Yemen’e göndereceği zaman:

“Yâ Resulallah, bana bir tavsiyede bulunur musunuz?” diye sorduğumda:

“Sana güzel ahlâklı olmanı tavsiye ederim. Çünkü insanların ahlâkça en güzel olanı, dinen de en güzel olandır” buyurdu.[11]

Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette “infak, isar, i’ta, it’am, ihsan, ikram, bezl” gibi mastarlarla beyan edilen ve insanın malını Allâh rızasını umarak ve gönül hoşluğu ile vermesi fiiline “cömertlik” namı verilmiş ve bu yüksek erdemin önemi üzerinde hassasiyetle durulmuştur. “Er-Rahmân, Er-Rahîm, El-Vehhâb, El-Latîf, Et-Tevvâb, El-Ğaffâr, El-Afüv, Er-Raûf, El-Hâdî” gibi esmâ-i hüsnâ, Allah’ın (cc) cömertliğini değişik yönleriyle ifade eden çok önemli kavramlardır.

Efendimiz (sas) insanların en cömerdi idi.[12] Ayrıca Resülullah (sas) kendisine ihtiyaç arz eden hiçbir kimseyi geri çevirmemişti.[13] Cömertlik mukabilinde herhangi bir hizmet, mükafat, övgü ve teşekkür beklememe (İnsan, 76/ 8-10), gösterişten ve yardım edilen kimseyi rencide edecek tutumlardan kaçınma (Bakara, 2/261-265), yardım olarak verilen malın gözden çıkarılan bir şey olmayıp, sahibi nezdinde değer taşıyor olması cömertliğin şartlarından kabul edilmektedir. (Bakara, 2/267; Al-i İmran, 3/92).

İmran b. Husayn’dan rivayetle Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

“Allâh (cc) bu dini kendi Zât-ı Bârî’si için seçmiştir. Bu açıdan dininiz için cömertlik ve güzel ahlâk çok önemli birer maslahattırlar. Öyleyse dininizi bu iki özellik ile süsleyiniz.”[14]

Aile, sosyal hayatın esası ve toplum hayatının temelidir. Aile kurumuyla toplum, ahlâken yükselir. Fertler toplumsal kokuşmadan, bozuntudan kurtulup güvene kavuşur. Bu şekildeki toplumlar adap, terbiye ve güzel ahlakın zirvesine ulaşırlar. Böylece görevlerini yerine getirmeye layık, sorumluluk alanlarını Allah’ın murat ettiği şekilde düzenlemeye müsait hale gelmiş olurlar. İşte böyle bir yuvada huzur ve emniyetin birinci şartı, eşler arasında duygu, düşünce, ahlâk ve inançta birbirlerini desteklemek ve yekdiğerine karşı hayırlı davranışlar sergilemektir. Eşlerin birbirine hayrının olmadığı bir yuvada huzur da bereket de olmayacaktır.

Hz. Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor: Resülullah (sas) buyurdular ki:

“Müminler arasında imanca en kâmil olan, ahlâkça en güzel olandır. En hayırlınız da ailesine ahlâkça en hayırlı davranandır.”[15]

İman” kelimesi; “emn-ü emân, emniyet ve güven” manasında olup, bir habere veya hükme, kesin olarak ve gönülden gelerek inanmak, bir şahsın sözünü doğru kabulle mutlak manada tasdik etmek demektir. Istılahi anlamda ise, tafsîlî delillerle Allah’ın (cc), meleklerin, kitapların, peygamberlerin, ahiret gününün, hayır ve şer yönü ile kaderin varlığını kalp ile tasdik, dil ile ikrar, azay-ı cevârihle amel etmedir. Efendimiz’in (sas) yüksek beyanları içerisinde;

“İman, kalben biliş, dil ile tasdik ediş ve beden azaları ile ameldir.”[16]

İmana ait bu temel rükünler ile, müminin kalbinde marifetullah ve muhabbetullaha aydınlık bir yol açılır. İmanda devam, sebat ve ziyadeleşme, taklit yoluyla ve mücmel istidlallerle oluşmuş imanın, istidlal ve tahkik yolları ile geliştirilmesi, güzel ahlâk, ibadetler ve salih amellerle zenginleştirilmesi oldukça ehemmiyetlidir. İyiyi, kötüyü, güzeli ve çirkini bu yolla tefrik edebilenler, güzel ahlâk ve davranış yönünden de yüksek bir şahsiyet kazanmış olurlar.

Mutarrif b. Abdullah b. Şüheyr’den şöyle rivayet edilmektedir: Adamın birisi gelerek Efendimiz (sas)’e şu soruyu sordu:

“Yâ Resulallah, hangi iman daha faziletlidir?” Efendimiz (sas):

“Güzel ahlâk”

diyerek cevap verdi. Adam aynı soruyu ikinci defa sordu. Efendimiz (sas) yine:

“Güzel ahlâk”

şeklinde cevap verdi. Adam üçüncü ya da dördüncü defa aynı soruyu sordu. Efendimiz (sas) yine aynı şekilde cevap verdi. Adam cevabını alıp oturduktan sonra Efendimiz (sas) şu şekilde devam buyurdular:

“Kardeşine tebessümle muamele etmendir.”

Resülullah (sas) güzel ahlâkı anlatmaya daha da devam etti. Arkasından şöyle buyurdular:

“Güzel ahlâk Allâh’tandır. Kötü ahlâkı ise çirkin kılmıştır. Kötü ahlâk şeytandandır. Gözlerin kızarmasına, avurtların şişmesine bakmaz mısınız?”[17]

Ebu Hüreyre’den yapılan bir rivayette Efendimiz (sas) şöyle buyurur:

“İmanın kemâli, ancak güzel ahlâk iledir.”[18]

Nefsin yıkıcı sıfatlarından olan öfke, kalbin intikam hissi ile harekete geçmesidir. Bazı insanlar olur olmaz her şeye hiddetlenir, kızar. Haşin, sert ve acımasızdırlar. Bazıları da hemen öfkelenmekle birlikte çabucak da öfkelerinden kurtulurlar. Öfke, kalpte kin ve haset meydana getirir ve çeşitli kötülüklere bir kaynak haline gelir. Öfkenin dildeki etkisi; aklı başında bir kimsenin söylemekten hayâ edeceği, öfkesi geçince pişman olacağı kötü, kaba ve çirkin sözlerin söylenmesidir. Davranışlardaki etkisi, kaba kuvvet ve cezai sonuçlar doğuran olaylardır. Öfke hislerinin kendisini kapladığı bir insan sıhhatli kararlar veremez.

İşte bütün bu olumsuzluklardan bir çırpıda kurtulmanın bir çaresi, Enes (ra)’den yapılan şu rivayette yer almaktadır:

“Kul, ahlâkını güzelleştirmedikçe imanda mükemmelliğe ulaşamaz. Kendisi için arzu ettiği şeyleri diğer insanlar için de istemedikçe nefsindeki öfkeden kurtulamaz. Hiçbir ameli olmadığı halde, sırf insanlara yapmış olduğu güzel nasihatleri sebebi ile pek çok insan Cennetlik olmuştur.”[19]

“Cimrilik ve tamahkârlık” kötü ahlâkın birer çekirdeğidir. Cenâb-ı Hakk;

“Onlar ki, harcadıkları vakit ne israf ederler ne de cimrilik yaparlar, ikisi arasında ortalama hareket ederler” (Furkan, 25/67)

ayet-i kerimesi ile Rahman’ın has kullarının itidal üzere olduklarını beyan buyurmuş, peygamberine de aynı tutumu şu şekilde emretmiştir:

“Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.” (İsra, 17/29)

İsraf, Allah’a isyanın söz konusu olduğu hususlarda harcamada bulunmaktır. Kısmak ise, Allah’ın hakkını menetmektir.

Ebu Said el-Hudrî’nin rivayetine göre Resülullah (sas) şöyle buyurmuşlardır:

“İki haslet vardır ki bir müminde asla beraber bulunmazlar: Cimrilik ve kötü ahlak.”[20]

Kişinin kendisini kemâle ve necata götürecek bir kasıt ve azim içerisinde olması, bir işe isteyerek, iradî ve şuurlu şekilde yönelmesi, onu ruh ve vicdanın derinliklerinde kökleştirme niyeti ve amacı taşıması önemlidir. Niyet kelimesini, bir eyleme geçmenin başlangıcında değişmeyen karar şeklinde tanımlayabiliriz. Değişmeyen bu karar, eylemle birlikte olduğu zaman o eylemle var olan bir şuurdur, ifa edilen davranışta aklın hazır bulunuşu ve uyanık oluşudur. Bu açıdan güzel ahlâkı gaye ve amaç edinebilmek için iradeyi harekete geçirecek bir niyete, saike ve motivasyona ihtiyaç bulunmaktadır. Böyle bir niyet ve saik en azından şu iki unsuru muhtevi olmalıdır: 1. Yapılacak şeyi tasarlamak, 2. Onu yapmayı istemek. Çünkü ahlâk bakımından ameller, ancak niyetlerle vardırlar. Niyet kalbî bir ameldir, güzel ahlâkın sıhhatli ve kâmil bir şekilde iktisabı için ön şarttır. Rivayetler, Efendimiz’in (sas) namaz için tekbir aldıktan sonra güzel ahlâka hidayet edilme, kötü ahlâktan da uzak tutulma hususunda şuur ve uyanıklıkla Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine önemli bir yakarışta bulunduğunu göstermektedir. Bu dua ve talebinin aynı zamanda bizler için talim, terbiye ve motive amacı taşıdığı şüphesizdir. Çünkü O (sas) zaten ahlâkın en yücesi üzerindeydi.

Ali b. Ebî Tâlib’in (ra) anlattığına göre Resülullah (sas) namaza başlarken tekbir getirir ve sonra (bazen) şu duayı okurdu:

وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَوَاتِ وَالأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ إِنَّ صَلاَتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَاىَ وَمَمَاتِي لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ لاَ شَرِيكَ لَهُ وَبِذَلِكَ أُمِرْتُ وَأَنَا مِنَ الْمُسْلِمِينَ اللَّهُمَّ أَنْتَ الْمَلِكُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ ‏.‏ أَنْتَ رَبِّي وَأَنَا عَبْدُكَ ظَلَمْتُ نَفْسِي وَاعْتَرَفْتُ بِذَنْبِي فَاغْفِرْ لِي ذُنُوبِي جَمِيعًا إِنَّهُ لاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ أَنْتَ وَاهْدِنِي لأَحْسَنِ الأَخْلاَقِ لاَ يَهْدِي لأَحْسَنِهَا إِلاَّ أَنْتَ وَاصْرِفْ عَنِّي سَيِّئَهَا لاَ يَصْرِفُ عَنِّي سَيِّئَهَا إِلاَّ أَنْتَ

“Yüzümü hanîf bir şekilde yeri ve gökleri Yaratan’a döndüm, ben asla müşriklerden değilim. Muhakkak ki namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin şeriksiz Rabbi Allah içindir. Ben bununla emrolundum. Ben bu emre teslim olanların ilkiyim. Allâhım! Yegâne Melik Sensin. Senden başka ilah yoktur. Sen benim Rabbimsin, ben ise Senin kulunum. Nefsime zulmettim. Günahımı itiraf ettim. Bütün günahlarımı bağışla. Çünkü günahları sadece Sen bağışlayabilirsin. Beni amellerin ve ahlâkın en iyisine sevk et. Ahlâkın en iyisine senden başka sevk edebilecek yoktur. Beni kötü ahlâktan koru. Kötü ahlâktan ancak sen koruyabilirsin.”[21]

İnşâAllâh “Güzel Ahlâk II” yazısı ile devam etmeye çalışacağız.


[1] Tirmizî, Birr, 62 (2002); Ebu Dâvud, Edeb, 8 (4799).

[2] Ahmed İbni Hanbel, Müsned, 5/89 (21120); 99 (21250).

[3] Ebu Davud, Edeb, 8 (4798); Tirmizî, Birr, 62 (2003).

[4] Tirmizî, Birr, 71 (2018).

[5] Müslim, Birr, 5 (2553); Tirmizî, Zühd, 52 (2389).

[6] Ali el-Müttakî, Kenzu’l-Ummâl, 1/157 (783), Müessesetü’r-Risâle, Beyrut-1985.

[7] İbnu Mâce, Zühd 17 (4182); Taberani, Evsat, C. 2, s. 210-211 (1758), Dâru’l-Harameyn, Kahire-1995.

[8] Tirmizî, Birr, 47 (1974); İbnu Mâce, Zühd, 17 (4185).

[9] Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, 3/17 (5225).

[10] Muvatta, Hüsnü’l-Huluk, 1 (3862).

[11] Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, 20/144 (295), Mektebetu İbni Teymiyye, Kahire, trsz.

[12] Buhari, Bedü’l vahy, 5 (6), Savm, 7 (1902); Müslim, Fezail, 11 (2307), 12 (2308).

[13] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI/130 (25499); Müslim, Fezail, 13 (2312).

[14] Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, 18/159 (347); Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, 3/18 (5235).

[15] Tirmizî, Radâ, 11 (1162); Ebu Dâvud, Sünnet, 16 (4682); Buharî, Edeb, 39 (6035).

[16] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 6/226 (6254), 8/262 (8580); İbn Mâce, Mukaddime, 9 (65); Beyhakî, Şuabü’l-İman, 1/47 (16), Dâru’l-Kütübi’l-İlmî-2000.

[17] Ali Süleyman b. Ebubekir el-Heysemî, Buğyetü’l-Bâhis an Zevâid-i Müsnedi’l-Hâris, 2/817 (851), Câmiatu’l-İslâmî, Medine-1992.

[18] Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, 3/18 (5236).

[19] Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, 3/19 (5244).

[20] Tirmizî, Birr, 41 (1962).

[21] Ebû Dâvud, Salât, 121 (760); Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîn, 26 (771); Tirmizî, Deâvât, 32 (3421).

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.