Kur’ân-ı Kerim’in Dil Yapısı: Belâgat, İʿcâz ve Evrensel İkna Sanatı II. Kısım

Kur’ân’ın, Belâgat ve İʿcâz Yolu ile Tüm Çağlara Seslenen Evrensel Hitabını, Dilin Estetik Yasaları Üzerinden Açıklamayı Amaçlayan Bir İnceleme

Musa Kâzım GÜLÇÜR



21 Kasım 2025 Cuma


Not: Üç kısım olarak yayınlanması planlanan bu çalışma, içeriğin zenginliği nedeniyle dört kısma genişletilmiştir. Bu taksimdeki amaç, okuyucularımızın konuyu daha rahat takip edebilmeleri içindir.

Biiznillâhi Teâlâ daha önce yayınlamış olduğumuz birinci kısımda, Kur’ân’ın dil yapısı tanıtılmış, temel kavramlar (belâgat, iʿcâz), araştırma yöntemi, literatür taraması ve çalışmanın kapsamı ele alınmıştı.

İnşâAllâh bu yazıda ise, Mekkî-Medenî ayrımı, tematik bütünlük ve yapısal akış üzerinden, Kur’ân’ın sure ve ayet yapısı incelenecek, ritim, fasıl ve hitap biçimleri tahlil edilecektir. Belâgatin, meʿânî, beyân ve bedîʿ dalları iʿcâz ile ilişkilendirilecek, fesahat ve nazm mucizesi katmanlı olarak açıklanacak, Kur’ân’ın kullandığı figürler (su, ateş, gök, insan) ve teşbih teknikleri örnekleri ile izah edilecektir.

İnşâAllâh daha sonraki yazıda (Kur’ân-ı Kerim’in Dil Yapısı: Belâgat, İʿcâz ve Evrensel Hitap III. Kısım), Kur’ân’da geçen soyut kavramların (Cennet-Cehennem, vb.) somut betimlemelerle beyan edilmesi, tekrarlar, vurgular, seciʿler, peygamber kıssaları, paraboller-alegoriler, mantıksal-duygusal ikna yöntemleri üzerinden hitap gücü görülmeye çalışılacak, kısa ve uzun surelerde belagat analizleri yapılacaktır.

IV. Kısım’da ise, bulguların özeti, öneriler, kişisel değerlendirmeler, terimler sözlüğü ve referanslarla, konu biiznillâh tamamlanacaktır.


أعوذ بالله من الشيطان الرجيم

‘(İnançsızları) Kendi katından, en çetin bir azap ile korkutmak, salih amellerde bulunan müminlere, içinde ebedî kalacakları güzel mükafatı müjdelemek, ‘Allah evlat edindi’ diyenlere, maruz kalacakları kötü akıbetleri haber vermek için, kendisinde hiç bir eğrilik yapmadığı, dosdoğru kitabı (Kur’ân’ı) kulu (Muhammed’e sallAllahu aleyhi ve sellem) üzerine indiren Allah’a hamd olsun.

(Kehf, 18/1-4)

İçindekiler

English Summary: The Linguistic Structure of the Qurʾān: Belāgha, Iʿjāz, and the Universal Art of Persuasion – Part II

6. Kur’ân’ın Sure ve Ayet Yapısı

6.1. Mekkî-Medenî Ayrımı

6.2. Surelerin Tematik Bütünlüğü

6.3. Yapısal Akış

7. Kur’ân’ın Dil ve Üslup Özellikleri

7.1. Ritim

7.2. Fasıl

7.3. Hitap Biçimleri

7.3.1. İnsanlar

7.3.1.1. Müminlere Hitap

7.3.1.2. Müşriklere Hitap

7.3.1.3. Ehl-i Kitap’a Hitap

7.3.2. Cinler

7.3.3. Peygamberler

7.3.4. Diğer Varlıklar

7.4. Soru-Cevap Teknikleri

7.4.1. Düşündürücü Sorular

7.4.2. Karşı Argüman Çürütme

7.5. Zaman ve Mekân Kullanımı

7.5.1. ‘Geçmiş-Şimdi-Gelecek’ Geçişleri

7.5.1.1. Geçmiş

7.5.1.2. Şimdi

7.5.1.3. Gelecek

7.5.2. Mekânsal Betimlemelerin Etkisi

7.5.2.1. Fiziksel Mekânlar

7.5.2.2. Metafizik Mekânlar

7.5.2.3. Mekânsal Metaforlar

8. İʿcâzü’l-Kur’ân

8.1. Dilsel Üstünlük

8.2. Meydan Okuma (Tahaddî) Ayetleri

8.3. Belâgat ve İʿcâz Bağlantısı

8.3.1. Belâgatin Üç Dalı

8.3.1.1. Meʿânî ve İʿcâz

8.3.1.2. Beyan ve İʿcâz

8.3.1.3. Bedîʿ ve İʿcâz

8.3.2. Örneklerle Füzyon: Fatiha Suresi’nde Üç Dalın Birleşimi

8.3.3. İʿcâzın Bilimsel Boyutu: Dilbilimsel Ölçütler

9. Kur’ân’da Temel İʿcâz Unsurları

9.1. Fesahat ve Nazm Kavramları

9.1.1. Fesahat

9.1.2. Nazm

9.2. Kur’ân’da ‘Fesahat Mucizesi’ ve Katmanları

9.2.1. Kelime (Lafız) Seviyesindeki Fesahat Katmanı

9.2.2. Cümle ve Terkip Seviyesindeki Fesahat Katmanı

9.2.3. Kullanım Seviyesindeki Fesahat Katmanı (Bireysel ve Toplumsal Düzey)

9.2.4. Harf ve Ses Düzeyi (Lafzî Fesahat) Katmanı

9.2.5. Kelimeler Arası Münasebet (Fesahat’in Kalbi)

9.3. Kur’ân’da ‘Nazm Mucizesi’ ve Katmanları

9.3.1. Fonetik ve Akustik Katman (Ses ve Ahenk Düzeni)

9.3.2. Sentaktik ve Edebi Katman (Cümle Yapısı ve Belagat)

9.3.3. Semantik ve Tematik Katman (Anlamsal Bütünlük)

9.3.4. Küllî ve Evrensel Katman (Makro Bütünlük)

9.3.5. Kur’ân’dan Örnek Ayetlerle 20 Nazm Kuralının İspatı ve İzahı

9.4. Kur’ân Metninde Figüratif Dil, Muhatapta İmgelem

9.4.1. Su Unsuru

9.4.2. Ateş Unsuru

9.4.3. Gök Unsuru

9.4.4. İnsan Unsuru

9.5. Teşbihin, Belâgatin Üç Ana Dalı ve İʿcâz Türleri İçindeki Yeri

9.5.1. Meʿânî Bilimi Açısından Teşbih

9.5.2. Beyan Bilimi Açısından Teşbih

9.5.3. Bedîʿ Bilimi Açısından Teşbih

9.5.4. Kur’ân’da İʿcâz Türleri Açısından Teşbih

English Summary: The Linguistic Structure of the Qurʾān: Belāgha, Iʿjāz, and the Universal Art of Persuasion – Part II

This is the second part of a planned four-part study (originally three) that examines why the Qurʾān possesses unmatched, timeless rhetorical power and miraculous linguistic superiority (iʿjāz). While Part I introduces basic concepts (belāgha, iʿjāz, methodology, and literature review), Part II focuses on the structural, stylistic, and rhetorical devices that make the Qurʾān simultaneously aesthetic, intellectually convincing, and universally persuasive across all eras and cultures.

Structure of Surahs and Verses

Meccan vs. Medinan distinction: Meccan surahs (86) are short, poetic, rhythmic, and focus on core universal principles (tawḥīd, prophethood, resurrection, ethics). Medinan surahs (28) are longer, prose-like, and deal with social order, laws, family, and community regulations. Even legal rulings contain universal principles (justice, consultation, and equality).

Thematic unity (waḥdat al-maʿnā): Each surah revolves around a central theme supported by sub-themes, stories, and exhortations. The verses are interconnected (münāsabāt al-āyāt); the arrangement (naẓm) forms an organic whole that cannot be rearranged without loss.

Structural flow: Rhythmic units, rhyme endings (fāṣila), parallelism, and smooth transitions create a dynamic progression. Argumentation, narratives, and exhortations are seamlessly integrated.

Linguistic and Stylistic Features

Rhythm (īqāʿ): The Qurʾān uniquely fuses prose and poetry; it is neither fully metrical poetry nor ordinary prose. Parallelism and sound repetition produce a musical and meaningful effect.

Fāṣila (rhyme endings): Verse endings share the same final letter/sound, creating harmony while reinforcing meaning (e.g., the entire Kawthar surah ends with rāʾ; the long Bakarah surah uses multiple letters).

Forms of address (khiṭāb):

Believers: “Yā ayyuhā’lladhīna āmanū” (89 times) – encouraging, consoling

Polytheists: Challenging and exposing logical absurdities (e.g., Ḥajj 22:73 – the fly example).

People of the Book: Dialogical and invitational (e.g., Āl ʿImrān 3:64 – “Come to a common word”).

Jinn, prophets, and even natural elements (such as mountains and the heavens) are directly addressed, demonstrating a universal reach.

Question–answer technique: Reflective questions, rebuttals of counterarguments, and rhetorical questions force the listener to participate actively.

Iʿjāz of the Qurʾān (Miraculous Inimitability)

Linguistic superiority: The Qurʾān transcends the highest level of Arabic eloquence and remains incomparable to any human text.

Challenge verses (āyāt al-taḥaddī): Explicit dares to produce anything similar (one surah, ten surahs, or the whole Qurʾān) – addressed to humans and jinn together (Isrāʾ 17:88; Baqarah 2:23-24).

Connection between belāgha and iʿjāz:

The three branches of belāgha (maʿānī, bayān, and badīʿ) achieve perfect synthesis (“fusion”) in the Qurʾān that no human can replicate.

Detailed analyses of verses (e.g., Nūr 24:35 – seven-layered light metaphor; Āl ʿImrān 3:64 – common word invitation) demonstrate how meaning, expression, and aesthetic beauty operate with maximum efficiency simultaneously. 

Core Elements of Iʿjāz

Fesāḥa (eloquence and fluency): At the level of letters, words, syntax, and overall delivery, the Qurʾān is free from any harshness, obscurity, or awkwardness.

Naẓm (unique compositional arrangement): The real locus of the miracle, according to al-Jurjānī and later scholars. Miraculous orders operate on multiple layers:

1. Phonetic–acoustic (sound harmony)

2. Syntactic–rhetorical

3. Semantic–thematic

4. Macro-structural (entire Book as a flawless whole despite 23-year revelation period)

Figurative language and mental imagery:

Water → life, mercy, revival after death

Fire → punishment, but also divine power (story of Abraham)

Sky → divine might, expansion of the universe, eschatological upheaval

Human organs (heart, ears, eyes) → spiritual receptivity or blindness

These concrete, natural, and anthropomorphic images make abstract truths immediately graspable and emotionally powerful across cultures and eras.

Overall Thesis of Part II

The Qurʾān is not merely ‘beautiful Arabic’; it is a linguistic phenomenon that simultaneously maximizes aesthetic beauty (badīʿ), clarity and aptness of expression (bayān), situational appropriateness and psychological impact (maʿānī), and an unmatchable compositional order (naẓm). This multidimensional perfection, as evidenced by the unanswered challenges verses, constitutes its literary and persuasive miracle (iʿjāz), enabling it to address every human being in every age with undiminished force.

6. Kur’ân’ın Sure ve Ayet Yapısı

Kur’ân-ı Kerîm’in sure ve ayet yapısı, metnin tematik bütünlüğünü ve belâgatini yansıtan temel bir unsurdur. Bu yapı, 114 sure ve yaklaşık 6236 ayet-i kerimeden oluşur. Her sure, bağımsız bir birim olsa da, genel bir nazm (düzen) içinde yer alır. Mekkî-Medenî ayrımı, vahiy dönemine göre sınıflandırma sağlar ve surelerin üslup, tema ve uzunluğunda belirgin farklar gösterir.

Tematik bütünlük, surelerin iç tutarlılığını (coherence) vurgular, ayetlerin ritmik ve ikna edici ilerleyişini aydınlatır. Bu inceleme, Kur’ân’ın belâgat yapısını anlamak için vazgeçilmezdir. Çünkü sure ve ayetler, sadece içerik değil, aynı zamanda dilsel ve yapısal bir sanat eseri halindedir.

Kur’ân sureleri, vahiy yerlerine göre Mekkî (Mekke’de inen) ve Medenî (Medine’de inen) olarak ikiye ayrılır. Mekkî sureler, genellikle vahiy sürecinin erken dönemine (610-622 yılları) aittir ve 86 sureyi kapsar. Bu sureler kısa ve ritimli bir yapıya sahiptir. Temaları genel olarak, tevhid (Yüce Allah’ın varlığı ve birliği), risâlet (peygamberlik), ahiret (kıyamet ve hesap günü) ve ahlâkî uyarılar üzerine yoğunlaşır.

Medenî sureler ise, hicretten sonraki döneme (622-632) aittir ve 28 sureyi içerir. Bu sureler uzun ve daha nesirvari bir üsluba sahiptir. Temalar, toplumsal düzen, hukuk (ahkâm), cihat, aile ve ekonomi gibi pratik konuları kapsamaktadır. Medenî ayetler, genel olarak Müslüman topluluğa (ümmet) hitap eder ve argümantasyon ağırlıklıdır.

Temel değerlerin kalıcılığı açısından baktığımızda, Mekke döneminde nazil olan tevhid, adalet, güzel ahlâkı iktisap etme, mesâvi-i ahlâktan uzak durma ve dürüstlük gibi temel değerlerin, zaman ve mekandan bağımsız, evrensel ilkeler olduğu görülür. Bu ayetler, dünyanın her yerindeki her tür insanın fıtratına doğrudan hitap eder. Mekkî dönem ayetleri, yeni doğacak kolektif kimliğin yüksek değerlere yönelik temelini (tevhid, nübüvvet, ahiret bilinci, adalet) bireyin iç dünyasına öncelikli olarak yerleştirmiştir.

Medine dönemindeki bilhassa hukuki düzenlemelerin, nüzul toplumunun ihtiyaçlarına cevap verdiği düşünülse de, söz konusu düzenlemelerin içerdiği adalet, eşitlik, meşveret (danışma) gibi temel ilkeler, evrensel hukuk sistemlerine ışık tutmuştur. Medenî hükümlerle birlikte ortak normlar (ibadet pratikleri, zekât, oruç uygulamaları, evlilik-boşanma kuralları) standartlaşmış, toplumsal aidiyet ve kolektif kimlik güçlendirilmiştir. Medine döneminde nazil olan ayetler, İslam hukukunun farklı zaman ve mekanlarda yorumlanabilir oluşunu da (içtihat esnekliği) beraberinde getirmiştir.

İnsanlığın gelişimine paralel şekilde rehberlik yapan Kur’ân-ı Kerîm, Mekkî ayetleri ile her toplumun başlangıç aşamasında ihtiyaç duyacağı temel ahlâk ve inanç derslerini vermiştir. Mekkî ayetlerdeki üslubun hitabî ve duygusal gücü, insan doğasına hitap eden argümanları, yaptığı metaforlar, vermiş olduğu örnekler ve aktardığı kıssa anlatıları önemli ikna araçlarıdır. Medenî ayetler ise, organize olmuş ve devletleşmiş toplumların karşılaştığı karmaşık sorunlara çözümler sunmuş, temel değerlerin kurumsal ve toplumsal hayata geçirilme biçimlerini düzenlemiştir. Kur’ân, kıyamete kadar tüm insanlık için geçerli bir rehber olmaya devam edecektir.

Kur’ân surelerinde ‘tematik bütünlük’, her surenin kendi içinde belirli bir ana fikir, konu ekseni veya ilâhî mesaj etrafında örülmüş bir anlam bütünlüğü taşıması demektir. Bu anlayış, surelerin iç içe geçmiş anlam, vurgu ve amaç birliği içinde olmasını ifade eder.

Surelerdeki tematik bütünlük, nazm (düzen) kavramıyla ifade edilir. Bu, ayetlerin tutarlı bir yapı içinde organize edildiğini gösterir. Her sure, belirli bir ana tema (örneğin tevhid, nübüvvet, ahiret, ahlâk, toplum düzeni, sabır, kulluk, vb.) etrafında döner. Bu ana temayı destekleyen alt temalar (örnek olaylar, kıssalar, öğütler, emirler, uyarılar) surede birbirini tamamlayacak biçimde yer alır.

Ayetler arası bağlantı (münâsebâtü’l-âyât), surelerin anlam örgüsünü güçlendirir. Bir ayet diğerinin sebebi, sonucu veya açıklaması hâline gelir. Böylece sure, başından sonuna bir düşünce akışı taşır. Sure girişinde işaret edilen bir kavram, ortada derinleştirilir, sonuçta ise bir hüküm veya dua ile tamamlanır.

Örneğin, Bakara Suresi İslâm ümmetinin kimliğini, önceki ümmetlerin tarihini ve ahkâm düzenini bir ana tema altında toplar. YâSîn Suresi ‘tevhid, risalet ve ahiret’ ekseninde bir bütünlük gösterir. Bu yüzden ‘tematik bütünlük’, Kur’ân’ı sadece ayet ayet değil, sure düzeyinde bir ilahî kompozisyon olarak okumayı gerektirir.

Surelerdeki ve ayetlerdeki nazm, iʿcâz’ın bir parçasıdır. Her sure, merkezi bir tema etrafında işlemektedir. Tematik bütünlük, simetrik yapılar (chiastic structures) ile güçlendirilmiştir. Surelerin başı ve sonu paralel temalar taşımakta, orta kısım ise zirveyi oluşturmaktadır.

Surelerde, tevhid, hukuk ve kıssa blokları tematik geçişlerle birbirlerine bağlanmıştır. Bu bütünlük, vahiy sırasıyla (tertib-i nüzul) ilişkilidir. Ancak mushaf sırası göz önüne alındığında da (tertib-i mushaf) tematik bir akış olduğu görülür. Fatiha’dan Nas’a doğru genel bir ilerleme vardır.

Tematik bütünlük, Kur’ân’ı diğer metinlerden ayırır. İslam’ı, Yahudilik ve Hristiyanlık’tan farklılaştıran ‘orta ümmet’ kavramı, surelerde tutarlı bir şekilde işlenmiştir. Nazm, metnin ikna gücünü artırmakta ve okuyucuyu manevi bir yolculuğa çıkarmaktadır.

Kur’ân’ı anlamada ‘parçacı (atomistik)’ okumaların yanında, mutlaka ‘bütüncül (organik)’ okuma da gereklidir. Çünkü bu sayede, Kur’ân’ın hem dilsel hem de düşünsel yapısının, eşsiz bir sanat eseri gibi inşa edildiği daha rahat görülebilecektir.

Yapısal akış, ‘sure ve ayetlerin ritmik, yapısal ve ikna edici ilerleyişi’ demektir. Bu akış, metnin dinamik yapısını oluşturmaktadır. Kur’ân’daki akış, ritimli birimler (rhythmic units) ve ayet sonlarındaki ses ahenkleri (rhyme) ile sağlanmaktadır. Özellikle Mekkî surelerde, seciʿ (ritimli nesir) baskındır ve duygusal etki yaratmaktadır.

Cennet, Cehennem, haşir ve kıyamet tasvirleri, tekrarlı yapılar (paralelizm) ile akıcı bir şekilde ilerler. Yapısal akış, geçiş teknikleriyle güçlendirilmiş, ayetler arasında bağlam (siyak-sibak) ilişkisi ile tematik köprüler kurulmuştur. Örneğin, bir ayette soru sorulmakta, sonraki ayette cevap verilmektedir.

Yapısal akışın argümantasyon yönü ise, delil sunma ve karşı argümanları çürütme ile ilerler. Medenî surelerde bu akış, hukukî bir yapı şeklindedir. Sureler, inanç (creed), yorum (commentary), kıssa (narrative) ve uyarı (exhortation) gibi türleri entegre etmiştir. Bu unsurlar, Kur’ân metninde zaman üstü bir etki meydana getirmektedir.

7. Kur’ân’ın Dil ve Üslup Özellikleri

Kur’ân-ı Kerîm’in doruk noktadaki hikmeti, ses uyumu (seciʿ) ve ritim gibi dil ve üslup özellikleri, onu diğer metinlerden ayırmakta ve mucizevi niteliğini (iʿcâz) aşikar hale getirmektedir. Bu unsurlar, hem estetik güzellik hem de ikna edici güç sağlamaktadır. Okuyucuyu veya dinleyiciyi, duygusal ve zihinsel olarak müspet şekilde etkilemektedir.

Kur’ân’ın kelime dağarcığı, semantik katmanları ve belâgatli ifadeleri, benzersiz bir zenginliğe sahiptir. Kur’ân, bu zenginliği en üst düzeyde kullanmış, genel olarak soyut kavramları somut imgelerle ifade etmiştir. Harflerin ses özellikleri yüksek anlamları pekiştirmiş, kalın sesli harfler derin anlamlar için, hafif sesli harfler ise daha nazik konular için kullanılmıştır.

Dilin akıcı ve anlaşılır stili tüm insanlığa hitap etmekte, Kur’ân’ı evrensel bir iletişim aracı yapmaktadır. Ayrıca, teşbih (benzetme), temsil (parabol, misal getirme), temsîlî anlatım (alegori) ve istiare (metafor) gibi linguistik unsurlar sıkça kullanılmış, metne büyüleyici bir ifade gücü katmıştır.

Teşbih, zayıf olanın güçlü olana benzetilmesi esasına dayanan edebi bir sanattır. Temsil (parabol), bir kavramın, fikrin veya nesnenin, onun yerine geçen başka bir somut veya soyut öğeyle sembolleştirilerek anlatılmasıdır. Genellikle bir öğreti veya ders vermek amacıyla, anlaşılması kolay bir benzetme veya olay örgüsü kullanan bir anlatım türüdür.

Temsîlî anlatım (alegori), somut bir anlatım biçimini kullanarak, soyut fikirleri veya ahlâkî mesajları dolaylı yoldan anlatan sembolik anlatım biçimidir. Alegori, parabol anlatımlara göre biraz daha kısa kalır, ama yine de ayrıntılı bir anlatım vardır.

İstiare (metafor) ise, alegoriden de kısa bir anlatımdır. Bazen tek bir ifade veya kısa bir cümle ile anlamın aktarılması sanatıdır.

Kur’ân, teşbih, temsil ve istiare (alegori, parabol ve metafor) gibi unsurların tamamını kullanır. Bu zenginlik Kur’ân’ı, klasik veya modern herhangi bir Arap metninden bambaşka hale getirir, onun mucizevî yönünü daha da somutlaştırır.

Ritim, metindeki vurguların, durakların ve seslerin düzenli bir şekilde tekrarlanmasından doğan ahenk unsurudur. Ritim, kelime ve cümlelerin akışını ve uyumunu sağlar, metne müzikal bir özellik katar. Tekrarlar, vurgular ve duraklarla ritmik bir ahenk oluşur.

Kur’ân’da ritim, kelimelerin ve cümlelerin kendi içinde ahenkli, ölçülü ve düzenli bir şekilde sıralanmasıdır. Kur’ân’da ritim, paralel yapılar (paralelizm) ve tekrarlarla sağlanmaktadır. Tekrarlanan sesler, son derece güzel ve tesirlidir. Kur’ân, lafızlardaki ritmik gücü ve ses unsurunu anlama derç etmiştir. Ayetlerdeki ritim, hem nesir hem şiir özelliklerini birleştirmiş, bambaşka ve benzersiz bir füzyon oluşturmuştur. Dolayısı ile Kur’ân, ne şiirdir ne de düz nesirdir.

Kısa ayetlerde ses tekrarları, duygusal yoğunluğu artırmakta, metni akılda daha kalıcı kılmaktadır. Ritim, kalpleri değiştiren bir musiki gibi işlev görmektedir. Ayetlerin ritim yapısı (prosodisi), zengin bir repertuar oluşturmaktadır. Kur’ân, ölçütlü (metrik) olan ve olmayan konuşmaları, eşsiz bir şekilde birleştirmektedir. Bu özellik, onu monoton olmaktan korumakta, her okumada tazelik sağlamaktadır. Ritim, seciʿ ile birleşmiş, metnin iletişim gücünü artırmıştır.

Kur’ân’da fasıl, ayetlerin sonlarındaki ses ve ritim ahengini sağlayan kelimelere ve harflere verilen isimdir ve kelimelerin benzerliğine dayanır. Fasıla harfi, kelimenin son harfidir ve ayetler arasındaki ses geçişini sağlar. Şiirdeki kafiye kavramına benzese de, ıstılahta şiire ait olan kafiyenin, Kur’ân’da varlığı söz konusu bile değildir. Fasılalar, ahenk, anlam ve üslup bütünlüğü için kullanılmıştır.

Meselâ üç ayetten meydana gelen ve Kur’ân-ı Kerîm’in en kısa suresi olan Kevser suresinin fasılası harfidir. 286 ayetten meydana gelen Bakara suresi, Kur’ân’ın en uzun suresidir ve fasılaları mîm (م), nûn (ن), bê (ب), dâl (د), râ (ر), kaf (ق) ve lâm (ل) harfleridir. Ayrıca daha az sıklıkla da olsa he (ﻩ) ve dâd (ض) gibi harflerle biten fâsılalar bulunmaktadır.

Fasılalar, ritimle birleşerek etkiyi artırmakta ve metni daha estetik hale getirmektedir. Fasılaların meydana getirdiği üstün ahenk, tenasüp ve insicam, zihinlerde ve gönüllerde derin bir tesir bırakmaktadır. Bu, Kur’ân’ı hem İslam öncesi hem de İslam sonrası bütün şiir ve nesir türlerinden üstün kılmıştır. Fasıl kullanımı, kutsal metnimizin meydan okumasını (insan üretimi olamayacağını) pekiştirmektedir.

Dil ve üslup özellikleri, Kur’ân’ı edebiyatın zirvesi yapmıştır. Kur’ân’daki dil zenginliği, seciʿ ve ritim, metnin timeless etkisini sağlamakta ve en alt tabakadan en havas tabakaya kadar incelemelere ilham vermektedir. Bu unsurlar, Kur’ân’ın linguistik sırlarını açığa çıkarmakta, okuyucuyu daha derin bir anlayışa davet etmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’in hitap biçimleri, metnin insanları âciz bırakan gücünün temel taşlarından biridir. Onun evrensel mesajını, farklı muhataplara ulaştırma yeteneğini göstermektedir. Kur’ân, sadece insanlara değil, cinlere, hatta tüm varlıklara hitap eden bir çeşitlilik sergilemektedir.

Soru-cevap teknikleri ise, Kur’ân’ın diyalojik yapısını güçlendirmektedir. Bu yöntem, muhatabı düşünmeye sevk etmekte, argümanları pekiştirmekte ve duygusal etki yaratmaktadır. Bu özellikler, Kur’ân’ın pedagojik yönünü ve ikna edici gücünü gündüz gibi aydınlatmaktadır.

Kur’ân’ın ana muhatap gruplarından birisi insanlardır ve hitaplar, farklı alt gruplara göre çeşitlenir. Müminler, müşrikler, Ehl-i Kitap (Yahudiler ve Hristiyanlar) ve münafıklar.

Ey iman edenler! Sabır ve namazla benden yardım isteyin. Çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir.’ (Bakara, 2/153)

Ayet-i kerime, doğrudan müminlere hitap etmektedir. Hitap, koruyucu ve yumuşak bir formdadır.

Şimdi bu ayet-i kerimeyi, meʿânî (anlam bilimi), beyan (söz sanatları) ve bedîʿ (estetik ve sanatsal güzellik) açılarından analiz etmeye çalışacağız.

Ayet-i kerimenin hitap grubu, iman etmiş, Yüce Allah’ı ve Son Nebi Hz. Peygamber’i (sas) tasdik etmiş müminlerdir. ‘İman edenler..’ cümlesi, irade + tasdik + amel üçlüsünü içermektedir. Ayette, kuru iddia sahipleri söz konusu değildir.

Ayet-i kerimedeki temel maksatlar;

1. İnananların dikkatlerini çekmek ve kalplerini uyandırmak,

2. Sorumluluk yüklemek (‘sizler iman ettiyseniz, o halde şu emrime uyun!’ gibi bir anlam barındırmaktadır),

3. Teşvik etmek ve teselli vermek. (Zorluk anında özel bir muhatap olarak seçilmek, müminlere şeref ve güven vermektedir.)

Mantık zinciri itibarı ile bakarsak; İmanSabır ve namazYüce Allah’ın yardımıMaiyet-i ilâhiyye görünür. ‘Ey iman edenler..’ hitabı, açık bir şekilde bu zincirin ilk halkasıdır.

Nidâ (seslenme): ‘Yâ eyyuhâ..’ → Uzakta olanı yakınlaştırma sanatıdır. Sanki Yüce Allah, her mümini tek tek çağırmaktadır.

Takdim (öne alma): ‘Ey iman edenler..’ cümle başındadır → öncelik ve üstünlük vurgusu vardır.

Husûsiyet-i temsiliyye (temsilî özelleştirme): Bütün insanlığa değil, sadece müminlere hitaptır → Onların seçkinliğini hissettirmektedir.

Îcâz-ı hazf (kısaltma): ‘Ey iman edenler..’ cümlesi, fazla söze ve ayrıntıya gerek bırakmadan, iman eden mükelleflere seslenmiş olur.

Secîʿ (ahenkli ses): ‘Âmenû..’ ile ayetin devamındaki ‘bi’s-sabri..’ ve ‘maa’s-sâbirîn..’ kelimeleri müzikal bir ritim oluşturur. Okunduğunda kulakta yankılanır.

Tevcîh-i hitâb (doğrudan yüzleştirme): ‘Ey!..’ ile kişisel bir dokunuş, sanki parmakla işaret ediliyor gibi olur.

İʿcâz-ı îcâz: 3 kelimeyle (Yâ eyyühellezîne âmenû..) bir topluluğu tanımlar, duygusal bağ kurar, onları harekete geçirir.

Temsil-i müşebbeh (soyut bir durumun, somut bir örnek üzerinden açıklandığı edebi sanat, canlı tablo) ile, insan zihninde sanki şöyle bir sahne canlanır: Karanlık bir gecede, müthiş aydınlık bir hitap neticesinde, müminlere şerefli bir sorumluluk tevdi edilir. Beyan itibarı ile baktığımızda, kişisel, doğrudan ve etkili bir daveti, bedîʿ itibarı ile baktığımızda kulağa, kalbe ve zihne aynı anda hitap eden bir sanat şaheserini görürüz.

Temsil-i müşebbeh, diğer bir tabir ile teşbih-i temsili, büyük bir ritmik benzetmedir. Hem ‘müşebbeh’ (benzetilen) hem de ‘müşebbehün-bih’ (benzeyen) öğelerini bir bütün olarak ele alır. Temsil-i müşebbeh, bir olguyu (müşebbeh) başka bir olguya (müşebbehün-bih) benzeterek anlatır ve her iki olgunun da kendi içinde birden fazla özelliğini barındırır.

Yâ eyyühellezîne âmenû..’ hitabı, bu şekli ile Kur’ân’da 89 yerde geçer ve her seferinde yeni bir görev, teselli veya müjde ile gelir. Sanki Yüce Allah, her mümini isimleri ile çağırıyor gibidir.

Açıİlgili UnsurlarMetin ve Açıklama
A. Meʿânî (Anlam Bilimi)Hitap grubu:
İman edenler (irade + tasdik + amel)
Temel maksatlar:
Dikkat çekme, sorumluluk yükleme, teşvik ve teselli
Mantık zinciri:
İman → Sabır ve namaz → Allah’ın yardımı → Maiyet-i ilâhiyye
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلَاةِ إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
Ayet doğrudan müminlere hitap eder. ‘İman edenler..’ ifadesi, kuru iddianın ötesine geçer, iradeyi, tasdiki ve ameli gerektirir.
Maksatlar:
1. Kalpleri uyandırma,
2. ‘İman ettiyseniz emrime uyun!’ sorumluluğu,
3. Zorlukta seçkin muhataplık ile şeref ve güven verme.
Zincir:
İman ilk halka olup, sabır ve namazla yardıma, oradan ilâhî beraberliğe ulaşır.
B. Beyan
(Söz Sanatları)
Nidâ (seslenme)
Takdim (öne alma) Husûsiyet-i temsiliyye (temsilî özelleştirme) Îcâz-ı hazf (kısaltma)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
Yâ eyyuhâ..’ ile uzakta olanı yakınlaştırma, her mümini tek tek çağırır gibi nidâ. Cümle başı konumunda öncelik/üstünlük vurgusu (takdim). Sadece müminlere hitapla seçkinlik hissettirme (husûsiyet-i temsiliyye). Fazla söze gerek bırakmadan sadece mükelleflere seslenme (îcâz-ı hazf).
C. Bedîʿ (Estetik ve Sanatsal Güzellik)Secîʿ (ahenkli ses)
Tevcîh-i hitâb (doğrudan yüzleştirme)
İʿcâz-ı îcâz
Temsil-i müşebbeh (canlı tablo)
آمَنُوابِالصَّبْرِ… مَعَ الصَّابِرِينَ
Âmenû.. bi’s-sabri.. maa’s-sâbirîn..’ kelimeleri müzikal ritim ve yankı oluşturur (secîʿ).
Ey!..’ ile parmakla işaret edercesine kişisel dokunuş (tevcîh-i hitâb) vardır. Üç kelimeyle topluluk tanımlanmakta, bağ kurulmakta, harekete geçirilmektedir (iʿcâz-ı îcâz). Zihinlerde, karanlık gecede aydınlık hitapla şerefli sorumluluk tevdi sahnesi canlanmaktadır. Kulağa, kalbe ve zihne aynı anda hitap eden ritmik benzetme (teşbih-i temsili), dramatik bir tablo (temsil-i müşebbeh) meydana getirmektedir.

Ey insanlar! Size bir örnek verildi, onu dinleyin. Sizlerin, Allah dışında taptıklarınız, tamamı bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu ondan geri alamazlar! İsteyen de istenen de ne kadar güçsüzdür.’ (Hac, 22/73)

Bu ayet-i kerimede, müşriklere hitap, meydan okuyucu ve uyarıcıdır. Putperestliğin ve şirkin acizliğini, çarpıcı bir misalle ortaya koymaktadır.

Şimdi, ayet-i kerimenin anlam tabakalarına meʿânî (anlam bilimi), beyan (söz sanatları) ve bedîʿ (estetik sanatlar) açılarından kısaca bakmaya çalışalım:

Temel mesaj, Yüce Allah’tan gayrı tapılan her varlık (putlar, liderler, ideolojiler, tabiat güçleri vb.) yaratılışta ve kudrette acizdir.

Ayet-i kerimenin mantığı, ‘Bir sinek bile yaratamazlar..’ → Yaratma fiili sadece Allah’a aittir şeklindedir. Devamındaki, ‘sinek bir şey kaparsa geri alamazlar..’ cümlesi, mülkün ve tasarrufun, tapınılan putların ya da Yüce Allah dışındaki varlıkların kontrolünde olmadığını göstermektedir. Dolayısı ile, hem talep eden (putperest) hem talep edilen (put) eşit derecede zayıftır ve âcizdir. Bu, şirkin mantıksızlığını açık bir şekilde ispat eder.

Ayet-i kerimede teşbih-i beliğ (açık benzetme) vardır. Putlar ve onlara tapanlar, ‘sinek’ gibi en zayıf yaratık ile kıyaslanır.

İstifham-ı inkârî (hitaptaki istifham), ‘İstenen de, isteyen de ne kadar güçsüzdür!’ cümlesi de istifham-ı inkârî ötesinde, adeta kesin bir hükümdür.

Teksir ve cem’ (çoğaltma), ‘Allah dışında taptıklarınız, tamamı bir araya gelseler..’ cümlesi ile gerçekleşir, putlar ve putlara tapanlar ne kadar çok olsalar da hiçbir şeyin değişmeyeceğine işaret edilir.

Karşıtlık (tezât) kurularak, ‘yaratmak’ (en gerekli ve büyük kudret) kelimesi ile ‘sinek’ (en küçük varlık) kelimesi arasında yüksek zıtlık nazarlara verilir.

İʿcâz-ı îcâz (kısa ve özlü ifadeli mucizevî cümle) ile, uzun ve sayfalar dolusu felsefî bir tartışma yerine, tek ve kısa bir misalle bütün şirk inançları ayağa kalkamayacak şekilde çürütülür.

Secî (ahenkli ses): ‘…yaratamazlar (لَنْ يَخْلُقُوا) / geri alamazlar (لَا يَسْتَنْقِذُوهُ) / isteyen de, istenen de (الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ)’ kelimeleri, okunduğunda kulağa hoş gelen bir ritim yansıtır.

Temsil-i müşebbeh ile (canlı tablo), sinekput ilişkisi, zihinde görsel bir sahne oluşturur. Soyut bir hakikat, somut ve canlı bir tabloyla gözler önüne serilir. Putperestlerin çaresizlikleri, bir tablo gibi canlanır.

Putların hareketsizliği, sineklerin pervasızlığı, puta tapanların utanç verici çaresizlikleri.. İşte bu canlı, hareketli ve dramatik görüntü, ‘temsîl-i müşebbehe bi’l-müşebbih’dir. Ayet, uzun bir felsefî ispat yerine tek bir kareyle, şirkin gülünçlüğünü ve acziyetini müşriklerin gözlerinin içine sokar.

Teşhis (kişileştirme) ile, putlara ‘isteme’ ve ‘istenme’ fiilleri verilerek, onların cansızlıklarına ve iradesizliklerine çok güçlü bir vurgu yapılır. ‘Siz, kudreti sonsuz Yüce Allah’ı bırakıp, bir sineğe bile söz geçiremeyen âciz varlıklara tapıyorsunuz. Bu ne büyük bir yanılgı!’ denilmiş gibi olur.

Bu ayet, akla, vicdana ve gözleme hitap ederek, tevhidin mantıki üstünlüğünü en kısa, en güzel ve en etkili şekilde beyan eder.

Açıİlgili UnsurlarAçıklama
A. Meʿânî (Anlam Bilimi)Temel mesaj:
Allah dışındaki tapınılan varlıkların acizliği
Mantık zinciri: Yaratamama Mülk/tasarruf eksikliği
Eşit acizlik vurgusu
Yüce Allah’tan gayrı tapılan her varlık (putlar, ideolojiler, tabiat güçleri vb.) yaratılışta ve kudrette acizdirler.
Bir sinek bile yaratamazlar.
Yaratma fiili sadece Allah’a aittir.
Sinek bir şey kaparsa geri alamazlar.
Mülk ve tasarruf putların kontrolünde değildir.
Hem talep eden (putperest) hem talep edilen (put) eşit derecede zayıf ve âcizdir.
Şirkin mantıksızlığı ispat edilmektedir.
B. Beyan (Söz Sanatları)Teşbih-i beliğ İstifham-ı inkârî Teksir ve cem’ Tezât (karşıtlık)Putlar ve tapanlar, ‘sinek’ gibi en zayıf yaratık ile kıyaslanır (teşbih-i beliğ).
İstenen de, isteyen de ne kadar güçsüzdür!’ cümlesi soru değil, kesin hükümdür (istifham-ı inkârî).
Tamamı bir araya gelseler’ ile çoğaltma yapılır. Sayıca çokluk değişmez (teksir ve cem’).
Yaratmak’ (büyük kudret) ile ‘sinek’ (küçük varlık) arasında zıtlık kurulur (tezât).
C. Bedîʿ (Estetik ve Sanatsal Güzellik)İʿcâz-ı îcâz Secî (ahenkli ses) Temsil-i müşebbeh (canlı tablo) Teşhis (kişileştirme)Uzun felsefî tartışmalar yerine, tek misalle şirk kökünden çürütülür (iʿcâz-ı îcâz).
Yaratamazlar (لَنْ يَخْلُقُوا) / geri alamazlar (لَا يَسْتَنْقِذُوهُ) / isteyen de, istenen de (الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ)’ kelimeleri ritim ve ahenk yaratır (secî).
Sinekput ilişkisi zihinde görsel sahne/film gibi canlanır. Putların hareketsizliği, sineklerin pervasızlığı, tapanların çaresizliği dramatik tablo olur (temsil-i müşebbeh).
Putlara ‘isteme / istenme’ fiilleri verilerek cansızlıkları vurgulanır (teşhis). Soyut hakikat somut ve canlı tabloyla gözler önüne serilir. Şirkin gülünçlüğü ve acziyeti tek karede müşriklerin gözüne sokulur.

De ki, Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak olan şu söze geliniz: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da birbirimizi Rabler edinmeyelim.’ Eğer yine yüz çevirirlerse onlara, ‘Şahit olunuz, biz Müslümanlarız!’ deyiniz.’ (Âli İmrân, 3/64)

Bu ayet-i kerimede, ehl-i kitap’a hitap, diyalojik ve argümantatiftir. Ayet, Medine döneminde nâzil olmuştur. Hz. Peygamber (sas), Necran Hıristiyan heyetiyle münazara ederken bu daveti yapmıştır. Ayet-i kerime, ‘tevhid’ esasını ortak zemin kabul ederek diyalog kapısını açmaktadır. Bu ayet-i kerimede önerilen ortak zemin, Yüce Allah’ın varlığının ve birliğinin unvanı olan ‘tevhid’ ilkesidir.

Ayet-i kerimede üç temel unsur öne çıkmaktadır:

1. Yalnızca Yüce Allah’a ibadet etmek, hiçbir yaratılmışa tapınmamak, kulluğu sadece Allah’a has kılmak.

2. Şirk koşmamak, Yüce Allah’a eş, ortak, oğul veya aracı tanımamak. Bu, Hristiyanların teslis inancına ve Yahudilerin bazı aşırı yorumlarına dolaylı bir reddiyedir.

3. Birbirimizi rab edinmemek, insanları ilâhlaştırmamak, din adamlarını, liderleri veya herhangi bir beşeri otoriteyi ‘Rab’ mertebesine çıkarmamak.

Ortak kelime’ (kelimetün sevâ), hem Müslümanların hem Ehl-i Kitap’ın (Yahudi ve Hristiyanlar) kabul edebileceği, en temel inanç ilkesidir. Bu teklif, ‘diyalog ve tevhîde davet’ kapısıdır, zorlama değildir, akla ve vicdana hitap etmektedir.

Ayetin devamında, bu ilkeye uymayanların şirk içinde olduğu beyan edilmektedir ve Müslümanlara, ‘Şahit olunuz, biz Müslümanlarız’ demeleri emredilerek ‘tevhîd’ bayrağı yükseltilmektedir.

Bu ayet-i kerime (Âli İmrân, 3/64), belâgat ilminin üç ana dalı olan meʿânî, beyân ve bedîʿ açılarından zengin ve dikkat çekici özellikler barındırmaktadır. Ayetin metni, hem anlam derinliği hem de ifade gücü açısından incelendiğinde belagat sanatlarının taklit edilemez şekilde olduğu görülür.

Şimdi, ayet-i kerimenin anlam tabakalarına meʿânî (anlam bilimi), beyan (söz sanatları) ve bedîʿ (estetik sanatlar) açılarından kısaca bakmaya çalışalım:

(Meʿânî: Belâğatin anlam boyutu; kelimelerin delâlet ettiği mânalar, iʿcâz, îcâz, takdim-tehir, îham, telmih vb.)

Bu ayette meʿânî ilminin şu yönleri öne çıkar:

1. İnşâî Üslup (Emir ve Çağrı):

Ayet, ‘De ki..’ (قُلْ) emriyle başlar. Bu, Hz. Peygamber’e (sas) hitaben bir emir sîgasıdır. ‘Geliniz..’ (تَعَالَوْا) ifadesi de bir emir (inşâî talep) olup, Kitap Ehli’ne yönelik bir davet ve çağrıdır. Emir kipleri, muhatabı bir eyleme yönlendirme amacı taşıdığından meʿânî ilminin konusu olan inşâî kelam formlarındandır.

2. Haber Cümlesi İçinde Vurgu ve Kasr (Kısıtlama):

Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim..’ (أَلَّا نَعْبُدَ إِلَّا اللّٰهَ) ifadesinde bir kasr (kısıtlama / vurgu) sanatı vardır. Buradaki ‘illâ’ (ancak, …den başka) edatı, ibadeti sadece Yüce Allah’a hasreder. Bu yapı, meʿânî ilmine göre tevhid inancının en güçlü ve vurgulu ifadesidir. İbadet etme eylemini sadece Yüce Allah’a münhasır kılarak, başka mabudları tamamen reddeder.

3. Îcâz (Özlülük) ve Müsavat (Denklik):

Ayetin temel mesajı olan tevhid prensipleri son derece kısa, net ve özlü ifadelerle (îcâz) aktarılmıştır. Cümleler, gereksiz uzatmalardan kaçınarak (ıtnâbın zıttı), maksadı tam olarak karşılayacak şekilde (müsâvat) kurulmuştur.

4. Muhataba Uygun Hitap (Münâsebetü’l-Hâl):

Hitap, ‘Ey kitap ehli!’ (يَا أَهْلَ الْكِتَابِ) şeklindedir. Bu hitap, onların ortak bir zemini (kitap sahibi olma) olduğunu kabul ederek, onları rencide etmeden, müşterek noktaya davet etme nezaketini göstermektedir. Bu, davetin kabul şansını artıran diplomatik ve hikmetli bir üsluptur.

Metin ve Lafzî AnlamDerin Mânâ / İşârî AnlamBelâğat Nüktesi
تَعَالَوْا۟ إِلَىٰ كَلِمَةٍۢ سَوَآءٍۢ
Gelin bir eşit söze..
Kelimetün sevâ’ adaletli, tarafsız, ortak kabul edilebilir bir ilke.
Söz’ burada tevhid inancıdır; somut bir nesne değil, soyut bir prensiptir.
Eşit’ (sevâ) kelimesi, Müslümanların ehl-i kitabı ‘tevhidortak paydasına davet ettiğini gösterir.
Îcâz:
3 kelimeyle hem davet, hem adalet, hem de ortak zemin kurulur.
Telmih:
Tevrat ve İncil’deki tevhid âyetlerine işaret eder. (Mesela, Tesniye 6:4).
أَلَّا نَعْبُدَ إِلَّا ٱللَّهَ
Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim..
İbadet = kulluk + teslimiyet.
İlla’ istisnâ edatı, tevhidin kesinliğini vurgular.
Takdim:
İbadetin Allah’a tahsisi önce gelir, şirk ikinci planda kalır.
وَلَا نُشْرِكَ بِهِۦ شَيْـًۭٔا
O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım..
Şey’ = canlı, cansız, meçhul her türlü ortak. Küfür, bid‘at, hevâ da şirktir.Îhâm:
Şey’ kelimesi hem put hem nefis hem lider manasını düşündürür.
وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا أَرْبَابًۭا
Birbirimizi rabler edinmeyelim..
Rab = kanun koyucu, mutlak otorite. Papaz, haham, şeyh, lider vb. kişilere ilâhî yetki isnadını yasaklar. Hıristiyanların Hz. İsa’ya (as) ulûhiyet isnadı ile, Yahudilerin Hz. Üzeyir’e (as) ‘Allah’ın oğlu’ isnatlarındaki büyük yanlışlıkları hedef alınmaktadır.İstitrâd:
Şirkin sosyal boyutunu da kapsar.
فَإِن تَوَلَّوْا۟ فَقُولُوا۟ ٱشْهَدُوا۟ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ
Yüz çevirirlerse şahit olun, biz Müslümanlarız..
Tevellâ = kibirle sırt çevirme.
Şahitlik = tarihî belge hükmündedir, kıyamete kadar geçerli bir beyandır.
Müslüman = tam teslimiyet sahibi.
Hüsn-i hatime:
Davet reddedilse bile tebliğ tamam olur, sorumluluk karşı tarafa geçer.

Genel meʿânî nükteleri:

İʿcâz-ı îcâzî:

33 kelimeyle üç büyük dinin ortak paydası özetlenir.

Takdim-te’hir sanatı:

İbadet, şirk ve sosyal rablik’ kelimeleri ile, asıl tevhide giden yol ve mertebeler gösterilir.

İstitrâd:

Ehl-i kitaba tevhid daveti yapılırken, istitrâdî olarak (bir konuyu anlatırken, başka bir konuya geçilerek yapılan açıklama) ‘Rabler edinmeme’ uyarısı, bilhassa din adamı sınıfının sömürülerine işaret eder. Endüljanslar ile, yani yapılan maddi bağışlar karşılığında, bireylerin günahlarının Tanrı nezdinde affedildiğinin kilise yöneticilerince garanti edilmesi bir sömürü düzeniydi. Protestan Reformu’na yol açan başlıca nedenlerden biri, kilisenin Cennet’i ya da Tanrı’nın affını garanti eden bu belgeleri satıyor olmasıydı.

Telvih: ‘Kelimetün sevâ’ ile İbrahimî tevhide (Hanîflik) atıf yapılır.

(Beyân: Anlatım sanatları; teşbih, istiare, kinaye, teşhis, hüsn-i ta‘lîl vb.)

Beyan ilmi, bir mananın farklı veçhelerle nasıl ifade edilebileceğini, teşbih, istiâre ve kinaye gibi sanatları inceler.

1. İstiâre (Anlamsal İlişki):

Bizimle sizin aranızda ortak olan şu söze geliniz..’ ifadesinde, bir istiâre kullanımı sezilebilir. Kastedilen, sadece bir söz değil, o sözün içerdiği derin anlam, inanç ve yaşam biçimidir. Söz (kelime) zikredilip, onunla tevhide dayalı inanç sistemi kastedilmiştir.

Birbirimizi Rabler edinmeyelim..’ ifadesi de, kelimenin tam anlamıyla ‘ilah edinmekten’ ziyade, bir insanın otoritesine mutlak itaat etmek, onu sorgulamaksızın olduğu gibi kabul etmek anlamında istiâreye dayalı bir kullanımdır.

Allah’ı bırakıp da birbirimizi Rabler edinmeyelim..’ ifadesindeki ‘Rab’ kelimesi, gerçek Rab Allah dışındaki otoritelere olan atfı, istiâre yoluyla kullanmıştır.

SanatÖrnekAçıklama
İstiare-i musarrahaRabler edinme..İnsanlar rab olarak tasvir edilir, kişileştirme (teşhis) yoktur.
Teşbih-i beliğKelimetün sevâ..Ortak zemin düz bir yol gibi, adalet ve kolaylık hissi uyandırır.
KinayeBirbirimizi rabler edinmeyelim..Din adamlarının ilâhlaştırılması kınanır, doğrudan ‘papaz’ denmez, üstü kapalı ifade edilir.
Hüsn-i ta‘lîlŞahit olunuz..Reddedilme durumunda şehâdet emredilir, gerçekte tebliğin tamamlanması içindir.
TazminÜç madde (ibadet, şirk, rablik)Her biri öncekini tamamlar, zincirleme teşbih gibidir.

Beyân’da dikkat çekenler:

Sade ama katmanlı üslûp: Çocuk da anlar, âlim de yeni manalar çıkarır.

Hitap kademelenmesi: ‘Ey kitap ehli + bizimle sizin aranızda + geliniz + şahit olunuz’ psikolojik ikna basamaklarıdır.

İstiâre: ‘Rab edinme’ fiili, itaat ve kanun koyma anlamında istiâredir.

(Bedîʿ: Söz süslemeleri; seciʿ, cinâs, tevriye, akis, tıbâk, hüsn-i tezâd, mübalağa, tedrîc vb.)

Bedîʿ ilmi, sözün güzelliğini ve estetiğini artıran edebi sanatları (söz ve mana güzellikleri) inceler.

1. Seciʿ (Nesirde Uyak):

Ayetin son kısmındaki ‘Şahit olunuz, biz Müslümanlarız!’ (بِأَنَّا مُسْلِمُونَ) ifadesi, genel ritim ve akıcılık açısından Kur’ân’ın nazm (düzen, kompozisyon) mükemmeliyetini gösterir.

2. Tevafuk ve Tekrar (Cinas ve Müfredat Uyumu):

Ayetin içinde ‘Allah’ kelimesinin tekrarlanması (Allah’tan başkasına, Allah’ı bırakıp), sadece lafzî bir tekrar değil, aynı zamanda anlamı pekiştiren bir tekrar sanatı ve tevhid vurgusudur.

3. Tıbâk (Tezat Sanatı):

Ayetin bütününde doğrudan zıt kavramlar kullanılmamıştır. Ancak, ‘ibadet edelim..’ ile ‘ortak koşmayalım..’ eylemleri arasında bir zıtlık ilişkisi (tevhid ve şirk zıtlığı) anlamsal düzeyde mevcuttur.

SanatÖrnekAçıklama
Seciʿ
(ritim)
نَعْبُدَ – نُشْرِكَ – يَتَّخِذَ‘-d, –k, –z’ harfleri ile ritmik akış, okurken ezberletir.
Cinas-ı tâmسَوَآءٍۢ – بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْBeyne’ kökünde cinas, ‘aramızda’ ve ‘eşit’ manaları birleşir.
Tıbâk-ı hafî
(gizli zıtlık)
أَلَّا نَعْبُدَ إِلَّا ٱللَّهَأَرْبَابًۭا مِّن دُونِ ٱللَّهِTek Allah’a kullukçok rabler edinme.
Hüsn-i tezâdتَعَالَوْا۟تَوَلَّوْا۟
(gelinizyüz çevirme)
Aynı kök (v-l-y) ile davet ve ret karşılaştırılır.
Tedrîc
(kademeli yükseliş)
1. Yalnızca Yüce Allâh’a ibadet etmek,
2. Ona asla şirk koşmamak,
3. Sosyal rabler edinmemek.
Gerçek tevhid için gerekli üç mertebeyi basamak basamak sunar.
İrsâd-i mukadder
(önceden belirleme)
Şahit olunuz..Sanki kitap ehli, kendi aleyhlerine şahitlik edecektir, psikolojik baskı.

Bedîʿde öne çıkanlar:

Sesi manaya uydurma: Seciʿ ile davet ilâhî bir ezgi gibi akar.

Cinasla iʿcâz: Aynı kökten (بَيْنَ) hem fiziksel mesafe hem mana eşitliği çıkar.

Tıbâk ile tezat: ‘Gelin’ ve ‘yüz çevirme’ benzer harfler ancak zıt anlamlarla, kaderî tercihler vurgulanmış olur.

Bu ayet, tevhidin evrensel davetnamesidir.

Meʿânîde: Ortak payda kurarak diyalog kapısı açar, reddi halinde tebliğ tamam olur.

Beyânda: Sade ama katmanlı; kinaye, istiare, hüsn-i ta‘lîl ile hem kalbe hem akla hitap eder.

Bedîʿde: Seciʿ, cinas, tıbâk, tedrîc ile ezberlenir, tesir bırakır, kıyamete kadar canlı kalır.

Bu ayet, meʿânî ilmi açısından muhatabına en uygun üslubu seçmiş (hikmetli davet), emir kipleri kullanmış ve tevhid vurgusunu kasr ile güçlendirmiştir. Beyân ilmi açısından teşbihlerle anlam derinleştirilmiş, bedîʿ ilmi açısından ise anlamı pekiştiren tekrar ve lafzî ahenk ile edebi bir şaheser oluşturulmuştur.

‘Kelimetün sevâ’ hâlâ geçerlidir. Bugün de Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan âlimler tevhid sempozyumları düzenlerlerken bu ayeti ortak metin kabul ederler. Bu, Kur’ân’ın zaman üstü iʿcâzıdır.

Kur’ân, cinlere de hitap eder. Bu, metnin evrensel kapsayıcılığını vurgular. Cinlerin, Kur’ân’ı dinlediği ve iman ettiği şöyle beyan edilir:

De ki, cinlerden bir topluluğun Kur’ân dinledikleri ve şöyle dedikleri bana vahyolundu: ‘Biz, olağanüstü güzellikte bir Kur’ân dinledik..’ (Cin, 72/1)

Bu hitap, Kur’ân’ın insandan farklı varlıklara mesaj sunduğunu göstermekte ve iʿcâz (mucizevi üstünlük) yönünü güçlendirmektedir. Cinlere hitap, dolaylı olarak insan muhatapları da etkilemektedir. Çünkü ilahi mesajın evrenselliği açıktır.

Kur’ân, Hz. Muhammed’e (sas) ve diğer peygamberlere (ase) özel hitaplar içerir. Hz. Muhammed’e (sas) hitap, genellikle ‘De ki..’ formuyla başlar. (قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ) ‘De ki, O Allah birdir.’ (İhlas, 112/1) Bu, vahyin aracılığını vurgular ve Hz. Peygamberin (sas) tebliğ rolünü pekiştirir.

Diğer peygamberlere hitap, kıssa anlatılarında görülür. Örneğin, Hz. Musa’ya (as) hitap eden ayetler (TâHê, 20/25-28), dua ve rehberlik içerir. Bu hitaplar, tarihsel ve ahlâkî mesajlar taşır, muhataplara örneklik teşkil eder.

Kur’ân, bazen doğa unsurlarına veya tüm yaratılmışlara hitap eder. (يَا جِبَالُ اَوِّبٖى مَعَهُ) ‘Ey dağlar! Onunla birlikte tesbih edin..’ (Sebe, 34/10) ayeti, Hz. Davud’un (as) tesbihlerine, doğanın katılımını beyan eder. Bu tür hitaplar, Kur’ân’ın evrensel hitap gücünü ve panteist olmayan bir yaratılış birliğini vurgular.

Muhatap çeşitliliği, Kur’ân’ın hitap stratejisini zenginleştirir. Farklı gruplar için özel üsluplar (teşvik, uyarı, diyalog) kullanılarak, metinde her muhatap grubuna uygun bir etki yaratılır. Mekkî surelerde müşrikler ve genel insanlık, Medenî surelerde ise müminler ve Ehl-i Kitap ön plandadır. Bu çeşitlilik, metnin dinamik yapısını ve belâgatini gösterir. Hitaplar, muhatapların psikolojik durumlarına göre uyarlanmaktadır.

Kur’ân’ın soru-cevap teknikleri, diyalojik bir üslup olarak öne çıkar. Bu yöntem, muhatabı aktif bir katılımcı haline getirir. Düşünmeye sevk eder ve argümanları güçlendirir. Soru-cevap teknikleri, belâgat ilminin ‘meʿânî’ dalıyla ilişkilidir. Genellikle ikna, duygusal etki ve meydan okuma amacıyla kullanılır.

Başlıca türleri şunlardır:

Kur’ân, muhatabı düşündürmek için sıkça sorular kullanır. Cevaplar genellikle dolaylı olarak verilir veya muhatabın kendi aklına bırakılır.

Kur’ân-ı Kerîm’in düşündürücü sorular (istifhâm-ı tefekküriyy / reflective questions) tekniği, belâgat ilminin meʿânî dalı içinde, muhatabı aktif düşünmeye sevk eden, kalbi ve aklı birlikte harekete geçiren en güçlü araçlardan birisidir. Sorular, cevabı muhatabın kendi aklıyla keşfetmesini sağlar. Böylece pasif dinleyiciler → aktif katılımcılara dönüşür.

‘(Ey Muhammed!) Şimdi sen onlara sor: Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa yarattığımız diğer şeyleri (genel anlamda gökler, yer, melekler ve evrendeki diğer büyük varlıkları) yaratmak mı? Şüphesiz biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.’ (Saffat, 37/11)

Ayetin ana mesajı şudur:

Ey inkârcılar! Sizin tekrar diriltilmeniz veya yaratılmanız mı daha çetin (zor / kuvvetli), yoksa Allah’ın yarattığı yeryüzü ve yedi kat gökler gibi o muazzam, büyük ve güçlü varlıklar mı? Şüphesiz ki siz, basit bir başlangıç maddesinden (yapışkan çamurdan) yaratılmış zayıf varlıklarsınız. Yüce Allah, o devâsâ varlıkları yaratmışken, sizi tekrar yaratmaktan (hâşâ) aciz kalır mı?

Bu ayet-i kerime, yaratılışın ilahi yönünü ve büyüklüğünü vurgulamakta, muhataplarını tefekküre çağırmaktadır. Ayrıca, (ءَاَنْتُمْ اَشَدُّ خَلْقًا اَمِ السَّمَاءُ) ‘Sizler mi yaratılış bakımından daha çetinsiniz, yoksa gök mü?’ (Nâziât, 79/27) sorusu ile de paralellik göstermektedir.

Benzer şekilde, Rahman Suresi’ndeki tekrarlı yapı olan ‘Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?’ sorusu, muhatapları nankörlükten sakındırmakta ve ilahî nimetleri hatırlatmaktadır. Bu sorular, daha çok duygusal bir tonda gelmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm, Hud, 11/28, 63, 88; Fâtır, 35/40; Fussilet, 41/52; Ahkâf, 46/4, 10; Mülk, 67/28’inci ayet-i kerimelerinde, ‘Ne dersiniz?…’ (…اَرَاَيْتُمْ) soru formu ile, bilhassa müşrik ve münkir muhataplarını, ‘ya / ya da…’ seviyesinde İslam’ın ve imanın ana maksatlarını kabule davet etmektedir.

TürAmaçÖrnek
HAKİKÎ TEFEKKÜRGerçeği aramakGöklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük değil midir?’ (Mümin, 40/57)
İNKÂRÎ TEFEKKÜRYanlışı çürütmekRabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?’ (Rahman, 55/13)
TAACCÜBÎ TEFEKKÜRHayrete düşürmekİnsan, başıboş bırakılacağını mı sanır?’ (Kıyâme, 75/36)

Sorular, karşıt görüşleri çürütmek için de kullanılır:

Onlar, ‘Allah bir çocuk edindi’ dediler. O, yücedir. O, her bakımdan sınırsız zengindir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Bu konuda, elinizde hiçbir delil yoktur. Buna rağmen, Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?’ (Yunus, 10/68).

Bu ayet-i kerime, müşriklerin iddialarına karşı bir reddiye sunar ve tevhid ilkesini pekiştirir. Bu teknik, polemik bir üslup olarak Medenî surelerde daha yaygındır.

Soru-cevap teknikleri, Kur’ân’da akıcı bir diyalog kurar ve muhataplarını metne dahil eder. Bu yöntem, belâgat açısından dinamizm sağlar ve metnin pedagojik işlevini güçlendirir. Muhataplar, pasif birer dinleyici değil, aktif birer katılımcı olurlar.

Kur’ân’ın hitap biçimleri ve soru-cevap teknikleri, metnin hitap zenginliğini ortaya koyar. Muhatapların çeşitliliği, evrensel bir mesaj sunarken, soru-cevap teknikleri, ikna ve tefekkür gücünü artırır. Bu unsurlar, Kur’ân’ın hem estetik hem manevi etkisini pekiştirir.

Kur’ân-ı Kerîm’in zaman ve mekân kullanımı, metnin yapısında kritik bir rol oynar. Onun evrensel mesajını hem tarihsel hem de manevi bir çerçevede sunar. Kur’ân, ‘geçmiş-şimdi-gelecek’ arasındaki geçişlerle dinamik bir anlatı oluşturur. Bu, muhataplarını tefekküre sevk eder ve mesajın zamansızlığını vurgular.

Mekânsal betimlemeler, soyut kavramları somutlaştırarak duygusal ve zihinsel etki yaratır. Böylece Kur’ân’ın iʿcâz (mucizevi üstünlük) niteliği güçlenir. Bu özellikler, belâgat ilminin ‘beyan’ (açıklama sanatı) ve ‘meʿânî’ (anlam bilimi) dallarıyla bağlantılıdır, Kur’ân’ın hem estetik hem de ikna edici gücünü artıran unsurlardır.

Kur’ân’ın zaman kullanımı, lineer bir anlatıdan ziyade, ‘geçmiş-şimdi-gelecek’ zaman dilimlerini birleştiren döngüsel ve tematik bir yapı sergiler. Bu geçişler, metnin dinamik akışını sağlar ve muhatabı tarihsel bir bağlama yerleştirerek mesajın evrenselliğini pekiştirir.

Kur’ân, peygamberlerin (örneğin, Hz. Musa, Hz. İbrahim) kıssalarını ve eski kavimlerin başlarına gelen uyarı felaketlerini (Âd, Semûd) sıkça anlatır. Bu anlatılar, hem tarihsel bir bağlam sunar hem de ahlâkî dersler üretir.

Örneğin, (وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى تِسْعَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ فَسْپَلْ بَنٖى اِسْرَایٖٔلَ) ‘Ant olsun, Musa’ya dokuz açık mucize verdik. İsrailoğullarına sor..’ (İsrâ, 17/101) ayeti, geçmişi hatırlatarak muhatabı tefekküre çağırır.

Geçmiş, genellikle mazi fiillerin başına gelen ‘kad’ (oldu) gibi edatlarla belirtilir ve uyarı (inzar) amacı taşır. Bu, korku ve ibret uyandırır. Geçmişe yönelik anlatılar, muhataplarına ‘şimdiki’ davranışlarını sorgulatır.

Kur’ân, muhatabı doğrudan şimdiki zamana bağlar. ‘Ey insanlar!’ veya ‘Ey iman edenler!’ gibi hitaplar, anlık bir diyalog kurar.

Örneğin, (يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَدٖيدًا) ‘Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin’ (Ahzab, 33/70) ayeti, muhatabı ‘mevcut anda’ sorumluluğa çağırır.

Şimdiki zaman, genellikle emir ve nehiy (emretme / yasaklama) kipleriyle ifade edilir ve mantık temelli bir argümantasyon sunar. Bu, Kur’ân’ın pedagojik işlevini güçlendirir. Muhatap, metne aktif olarak katılır ve anlık bir dönüşüm hedeflenir.

Kur’ân, ‘ahiret’ (Kıyamet, Cennet, Cehennem, vb.) gibi gelecekle ilgili temaları sıkça işler. Bu, muhatapta umut ve korku dengesi yaratır.

Örneğin, (يُنَبَّٶُا الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَاَخَّرَ) ‘O gün insana, yapıp önden gönderdiği ve yapmayıp geride bıraktığı şeyler haber verilir’ (Kıyamet, 75/13) ayeti, geleceğe yönelik bir hesap görme zamanını vurgular.

Gelecek tasvirleri, genellikle şart kipleriyle (in, izâ) sunulur ve duygusal yoğunluk sağlanır. Bu geçişler, Kur’ân’ın zamansızlığını pekiştirir. Geçmişten ders, şimdiden eylem, gelecekten motivasyon sunar.

Zaman geçişlerinin etkisi, narratolojik bir akış yaratır. Örneğin, Yusuf Suresi’nde (12/3-101) geçmiş (Hz. Yusuf’un hikayesi), şimdi (‘Bu, gayb haberlerindendir’) ve gelecek (ahlâkî dersler) birleşir. Bu yapı, muhatabı hem tarihsel hem de manevi bir yolculuğa çıkarır ve Kur’ân’ın nazm (düzen) anlayışını yansıtır.

Kur’ân’ın mekânsal betimlemeleri, soyut kavramları somut imgelerle sunarak, muhatabın zihinsel ve duygusal katılımını artırır. Mekân, hem fiziksel unsurlar (doğa, şehirler) hem de metafizik hususlar (Cennet, Cehennem) olarak işlenir ve belâgatin ‘beyan’ dalı ile bağlantılıdır. Bu betimlemeler, görsel ve duyusal imgelerle zenginleşir. Böylece muhatap derinden etkilenir.

Kur’ân, doğa unsurlarını (dağlar, denizler, gökyüzü) ve tarihsel mekânları (Mısır, Sina, vb.) sıkça kullanır.

Örneğin, (اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِزٖينَةٍ الْكَوَاكِبِ) ‘Şüphesiz ki biz Dünya semasını (veya en yakın semayı) yıldızlarla süsledik..’ (Saffat, 37/6; Mülk, 67/5) ayeti, evrenin ihtişamını betimler ve tevhid mesajını güçlendirir.

Mekke ve Medine gibi şehirler, vahiy bağlamını somutlaştırır.

لَآ أُقۡسِمُ بِهَٰذَا ٱلۡبَلَدِ (1) وَأَنتَ حِلُّۢ بِهَٰذَا ٱلۡبَلَدِ (2) ‘Şu kente (Mekke’ye) yemin olsun! Ki sen bu kentte yaşamaktasın..’ (Beled, 90/1-2) ayeti, muhataba tanıdık bir mekânla hitap eder. Bu betimlemeler, muhatabın çevresiyle bağlantı kurmasını sağlar.

Cennet ve Cehennem tasvirleri, Kur’ân’ın en güçlü hitap araçlarındandır. Cennet, (تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ) ‘önlerinden ırmaklar akan bahçeler..’ (Âli İmrân, 3/198, otuz ayette geçer) gibi canlı imgelerle betimlenir. Bu, umut ve arzu uyandırır. Cehennem ise, (اِنَّهَا لَظٰى) ‘alevli ateş..’ (Meâric, 70/15) ve (ذٖى ثَلٰثِ شُعَبٍ) ‘üç kola ayrılmış gölge..’ (Mürselat, 77/30) gibi karanlık imgelerle korku verir.

Bu tasvirler, duyusal detaylarla (ses, renk, doku) zenginleşir ve muhatapta derin bir duygusal tepki uyandırır. Cennetlerin detaylı tasvirleri, bilhassa Rahman, Vâkıa vb. surelerdeki paralel yapılarla estetik bir etki üretir.

Kur’ân, (وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِى السَّمَاءِ) ‘Kimi saptırmak isterse, onun kalbini sanki göğe yükseliyormuş gibi daraltır, sıkıştırır..’ (En’âm, 6/125) şeklindeki beyanları ile mekânsal metaforları da kullanır. ‘Göğsün daralması.., ‘göğe yükselme’ ile ilişkilendirilmiştir. Nitekim göğe doğru yükseldikçe, basınç düşer ve insan nefes alamaz duruma gelir.

Bu tasvir, soyut kavramları (iman, küfür) somutlaştırır ve muhatabın anlamasını kolaylaştırır. Mekânsal betimlemeler, görselleştirme (imagery) ve diyalojik etki sağlar. Muhatap, tasvir edilen mekânlara zihinsel yolculuklar yapar. Modern semiyotik analizler, bu betimlemeleri ‘anlam işaretleri’ olarak değerlendirir ve Kur’ân’ın estetik gücünü vurgular.

Kur’ân’ın zaman ve mekân kullanımı, metnin derinliğini ve evrenselliğini ortaya koyar. ‘Geçmiş-şimdi-gelecek’ geçişleri, muhataplarını tarihsel ve manevi bir bağlama yerleştirirken, mekânsal betimlemeler soyut kavramları somutlaştırır, duygusal ve zihinsel etki yaratır. Bu unsurlar, Kur’ân’ın belâgatini ve iʿcâzını pekiştirir, ayrıntılı analizlere zemin hazırlar.

8. İʿcâzü’l-Kur’ân

‘İʿcâzü’l-Kur’ân’ kavramı, Kur’ân-ı Kerîm’in mucizevi niteliğini, onun dilsel, estetik ve anlam itibarı ile insan ürünü olamayacak üstünlüğe sahip olduğunu ifade eder. Bu üstünlük, Kur’ân’ın hitap yapısında belirginleşir ve metnin ilahi kaynaklı olduğunu kanıtlar.

İʿcâz, yalnızca dilsel güzellikte değil, aynı zamanda muhatap üzerindeki derin etkisi ve meydan okuma ayetleriyle desteklenen eşsiz yapısında yatar. Özellikle tahaddî ayetleri (örn. Bakara 2/23-24), Kur’ân’ın taklit edilemezliğini vurgulayan meydan okuma örneklerindendir.

Bu bölüm, Kur’ân’ın mucizevi dilsel üstünlüğünü ayrıntılı olarak işleyecek, dil yapısının belâgat ilmi ile bağlantısını kuracaktır.

Kur’ân’ın dilsel üstünlüğü, Arapçanın en yüksek ifade gücünü kullanarak, hiçbir insan eserinin ulaşamayacağı bir belâgat seviyesinde olmasıdır.

Kur’ân, ne tam şiir ne de düz nesir olan bir üslup sunar. Bu, klasik Arap edebiyatındaki seciʿ (ritimli nesir) geleneğini aşar. Örneğin, Rahman Suresi’ndeki tekrarlı refrenler, ritim ve paralelizmle eşsiz bir estetik yaratır. Çünkü Kur’ân, ahenkli ritmini, ahlâkî ve manevi mesajlarla birleştirmektedir.

Kur’ân, teşbih, kinaye, ironi ve paralelizm gibi belâgat unsurlarını yoğun bir şekilde kullanır. Örneğin, ‘nur..’ (ışık) metaforu (Nur, 24/35), imanı görselleştirirken, ‘zulümât..’ (karanlıklar) kavramı küfrü betimler. Bu hitap, soyut kavramları somutlaştırır.

Kur’ân, ses uyumu (seciʿ) ve kelime anlamlarının birleşimiyle dilsel bir ahenk sunar. Örneğin, Kari’a Suresi’nde (101/1-5) kısa ve keskin kelimeler, kıyametin dehşetini yansıtır. Sesler, anlamı güçlendirir. Kelimelerin çok anlamlılığı (polysemy), Kur’ân’ın semantik zenginliğini artırır.

Örneğin, (اَعْيُنِ) ‘a’yun..’ (gözler) kelimesi, insanların fiziksel / maddi gözleri (Enfal, 8/44), manevi göz (Kehf, 18/101), psikolojik durum tasviri (Hud, 11/31) ve Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin âlî sıfatlarından birisi (Hud, 11/37) anlamlarını taşır. Benzer şekilde (اُمَّةٍ) ‘ümmet..’ kelimesinin, ‘bir süre..’ (Yusuf, 12/45), ‘din / inanç’ (Zuhruf, 43/ 22) ve ‘topluluk’ (Ali İmrân, 3/104) anlamlarına gelmesi gibi.

Dilsel üstünlük, Kur’ân’ın iʿcâzını somutlaştırır. İʿcâz, ‘insanların ve cinlerin, Kur’ân benzeri bir sure ya da kitap getirememeleridir.’ Modern dilbilimsel analizler, Kur’ân’ın kelime frekansları, sintaks ve semantik yapılarındaki eşsizliği doğrular. Kur’ân’ın kelime seçimleri istatistiksel olarak olağanüstüdür.

Kur’ân’ın nazm (düzen) anlayışı, ayetlerin ve surelerin tematik ve yapısal tutarlılığını sağlar. Surelerin iç bağlantıları (örneğin, Bakara Suresi’nde ‘tevhid-hukuk-kıssa’ geçişleri) dilsel bir mucizedir. Bu tutarlılık, Kur’ân’ın insan tarafından üretilemeyecek bir düzen içinde olduğunu gösterir.

Kur’ân, tevhid, hukuk, ahlâk, tarih, bilimsel işaretler, ahiret ve ibadetler gibi çok çeşitli konuları ele alır. Bu konular arasındaki geçişler pürüzsüz ve tutarlıdır. Üslup, konunun ciddiyetine ve amacına göre (müjde, uyarı, hüküm, kıssa anlatımı) değişkenlik gösterir, ancak bütünlük asla bozulmaz.

Kur’ân’ın eşsiz üslubu, onun edebi mükemmelliğinin, derin anlamlarının, etkili ahenginin ve hiçbir zaman taklit edilemezliğinin birleşiminden ortaya çıkan, onu diğer tüm beşerî metinlerden ayıran ilahi bir yapıdır.

Kur’ân-ı Kerim’in dili, anlatım biçimi, edebi yapısı ve hitabet tarzı, benzeri olmayan, taklit edilemez ve insan sözü olmayı aşan yüksek özellikler taşır.

Kur’ân, iʿcâzını meydan okuma ayetleri ile (tahaddî) destekler. Geçmişte ve gelecekte kıyamete kadar müşriklerin edebi yetkinliklerine meydan okur. Geçmişteki cahiliye dönemi şairleri ve hatipleri, hitabette ve şiirde usta olmalarına rağmen, Kur’ân’ın bir benzerini getirememişlerdir. Günümüz ve sonrasındakiler de Kur’ân’a muaraza konusunda aciz kalmaya devam edeceklerdir.

Bakara Suresi, 2/23-24 ayetlerine ilaveten, diğer meydan okuma ayetleri Yunus, 10/38, Hud, 11/13 ve İsrâ, 17/88’dir. Bu ayetler sırasıyla, ‘bir sure, on sure ve tüm Kur’ân’ın benzerini getirme’ çağrısı yapar. Bu, mantık temelli bir argümantasyon sunar ve Kur’ân’ın eşsizliğini kanıtlar.

Bu tahaddî ayetleri, muhatapları (özellikle müşrikleri) Kur’ân’ın benzerini üretmeye çağırır ve bunun imkansızlığını vurgular. Bakara Suresindeki ‘meydan okuma’ (tahaddî) ayeti şu şekildedir:

Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimizden şüpheleniyorsanız, onun benzeri bir sure de siz getiriniz! Eğer doğru sözlü iseniz, Allah’tan başka tanıklarınızı (yardımcılarınızı) da çağırınız. Eğer yapamazsanız, ki kesinlikle yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakınınız.’ (Bakara, 2/23-24)

‘Meydan okuma’ ayetleri, birkaç işlevi yerine getirir:

Psikolojik Etki:

Meydan okuma ayetleri, muhatapta hem korku (Cehennem uyarısı) hem de hayranlık uyandırır. Ayetlerin üslubu, kendinden emin ve otoriterdir. ‘Ki asla yapamayacaksınız..’ beyanı, ilahi bir kesinlik taşır. Bu, müşrik muhataplarını hem zihinsel hem de manevi olarak sarsar.

Toplumsal Bağlam:

Mekkî surelerdeki meydan okumalar, müşriklerin edebi üstünlük iddialarına yanıt verir. Mekke’de şiir ve hitabet kültürü güçlüydü. Kur’ân, bu kültürü kendi silahıyla (dil) alt etmiştir.

Evrensel Çağrı:

Meydan okuma, sadece 7’nci yüzyıl insanlarına değil, tüm çağlardaki insanlara ve cinlere yöneliktir:

De ki: Ant olsun, insanlar ve cinler, bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için bir araya gelseler, birbirlerine destek olsalar dahi bunu gerçekleştiremezler.’ (İsrâ, 17/88)

Bu ayet, Kur’ân’ın evrensel iʿcâzını vurgular. Meydan okuma ayetleri, Kur’ân’ın dilsel üstünlüğünü pratikte sınamış olmaktadır. Tarihsel olarak, hiçbir şair veya hatip bu çağrıya yanıt verememiştir.

Modern bağlamda bu ayetler, Kur’ân’ın edebi ve manevi eşsizliğini tartışan akademik çalışmalara ilham verir. Bu ayetler, hem edebi hem de manevi açılardan, güçlü bir şekilde müşrik muhataplarına meydan okumaya davet etmektedir.

Kur’ân’ın mucizevi yönü, belâgat ilmiyle doğrudan bağlantılıdır. Belâgatin meʿânî, beyan ve bedîʿ ana dalları, iʿcâzın dilsel temellerini açıklar. Meʿânî, hitap ve soru-cevap tekniklerini, beyan, teşbih ve imgeleri, bedîʿ ise estetik figürleri kapsar. Kur’ân’ın dilsel üstünlüğü, bu dalların eşsiz bir füzyonudur. Örneğin, Fatiha Suresi’nde her kelime, bağlama mükemmel şekilde uyar.

Belâgat ve İʿcâz Bağlantısı’ konusunu daha geniş, sistemli ve örneklere dayalı şekilde zenginleştirerek izah etmek istersek, konuyu üç ana katmanda ele almamız gerekecektir:

1. Belâgat ilminin tanımı, meʿânî, beyan ve bedîʿ olarak üç ana dalı.

2. Bu ana dalların Kur’ân’daki iʿcâz ile ilişkisi.

3. Ayet ve sure örnekleri ile füzyonun mucizeliği.

‘Füzyon’, kelime, cümle, düşünce ve stiller gibi farklı unsurların birleştirilerek, daha zengin bir anlam meydana getirilmesidir. Bilişsel füzyon, bir düşüncenin veya inancın, kişinin algısını tamamen kaplaması, yani kişinin o düşünceyi bütün gerçekliği ile hissediyor gibi olmasıdır. Bu husus, ‘8.3.3.’ başlığında örneklendirilecektir.

Belâgat, önceki yazımızda da tanımladığımız üzere, ‘maksada en uygun, en etkili ve en güzel sözü söyleme sanatı’dır. Belâgat, üç ana dala ayrılmıştır:

1. Meʿânî: Cümlenin duruma uygunluğu halidir (mukteza-i hâl). Hitap şekilleri, soru-cevap, emir-nehiy, ihbar, vb. unsurları vardır. Söz, dinleyicinin haline tam uymalıdır.

2. Beyan: Anlamın açıklık ve kapalılık derecesidir. Teşbih, istiare, kinaye, temsil gibi unsurları bünyesinde barındırır. Anlam, en kısa yoldan verilmeli ve en derin etkiyi bırakmalıdır.

3. Bedîʿ: Sözün estetik süsleridir. Cinas, seciʿ, tekrar, mukabele, irsal-i mesel, tevriye, îham gibi unsurlara sahiptir. Söz, kulağı ve kalbi büyülemelidir.

Bu üç dal, birbirini tamamlar.

İʿcâz ise, bu üçünün eşsiz, taklit edilemez bir sentezidir.

DalKapsamıTemel İlkesi
MEʿÂNÎCümlenin duruma (mukteza-yı hâl) uygunluğu:
Hitap şekli, soru-cevap, emir-nehiy, ihbar, inkâr vb.
‘Söz, dinleyicinin hâline tam uymalıdır.’
BEYANAnlamın açıklık ve kapalılık derecesi:
Hakikat, teşbih, istiare, kinaye, temsîl.
‘Anlam, en kısa yoldan en derin etkiyi bırakmalıdır.’
BEDÎʿSözün estetik süsleri:
Cinas, seciʿ, tekrar, mukabele, akla dayalı hüsn-i ta’lîl, irsal-i mesel, tevriye, iham vb.
‘Söz, kulağı ve kalbi büyülemelidir.’

Arapça bir kelime olan ‘meʿânî ’ (tekili: maʿnâ), ‘anlamlar’ demektir. Belagat terimi olarak ‘meʿânî ’, ‘duruma mutabakat’ ilkesi üzerine kuruludur. Yani, bir konuşmacının veya yazarın, mesajını muhatabın durumuna, ortamın gerekliliklerine ve ifade amacına en uygun şekilde aktarması sanatıdır.

Meʿânî ilminin temel hedefi, sözün sadece dilbilgisi kurallarına uygun olmasını değil, aynı zamanda maksada uygun olmasını sağlamaktır. Meʿânî ilmi, bir cümlenin yapısını ve öğelerinin düzenlenişini, anlamı nasıl etkilediğini inceler. Başlıca konuları şunlardır:

Haber ve İnşa: Cümlenin bir bilgi verme (haber) amacı mı taşıdığı, yoksa bir talep, emir veya yasak (inşa) amacı mı taşıdığı incelenir.

İsnad: Yüklem (haber) ile özne (müsnedün ileyh) arasındaki ilişkinin kurulumu.

Takdim ve Tehir (Öne Alma ve Sona Bırakma): Cümledeki kelimelerin yerlerinin değiştirilmesinin anlam üzerindeki vurgusu.

Zikir ve Hazf (Sözü Etme ve Atlama / Kısaltma): Bir kelimeyi açıkça belirtmenin veya anlamı bozmadan atlamanın (gizlemenin) nedenleri ve etkileri.

Fasl ve Vasl (Bağlama ve Ayırma): Cümleleri ‘ve’ gibi bağlaçlarla bağlamanın veya bağlamadan art arda sıralamanın incelikleri.

İtnâb, Îcâz ve Müsâvât (Uzunluk, Kısalık ve Denklik): Sözün gerektiğinde uzatılması (detaylandırma), kısaltılması (veciz anlatım) veya tam denkliğinin sağlanması.

Kur’ân, her hitabını, muhatabın psikolojik, sosyolojik ve tarihsel durumuna göre şekillendirir. Mekke’de müşriklere tehdit ve uyarı ağırlıklı (Tekvîr Suresi), Medine’de Yahudi ve Hristiyanlara delil ve hikmet ağırlıklıdır (Bakara, 2/40-121).

Nûr Ayetindeki İstiare ve Teşbihlerin Katmanlı Derinliği:

Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nuru, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba cam içindedir. Cam, sanki inciden bir yıldızdır. Ne doğuya ve ne batıya ait olmayan mübarek bir zeytin ağacından tutuşturulur. Öyle ki onun yağı ateş değmese bile, neredeyse ışık verir. Nur üstüne nur. Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir. İşte Allah insanlara böyle örnekler verir. Allah, her şeyi çok iyi bilendir.’ (Nur, 24/35)

Bu ayet-i kerime, hidayeti alegorik bir şekilde betimler. Kandil, ışık ve cam gibi imgeler, hidayeti somutlaştırır. Muhatapta hayranlık ve tefekkür uyandırır. Ritmik yapı ve paralel ifadeler, estetik bir uyum sağlar. ‘Nur’ kelimesi, ‘bilgi ve hidayet işareti’ gibi çok katmanlı anlamlar taşır.

Bu ayet-i kerime, 7 katmanlı bir istiare zincirine sahiptir:

1. ‘Mişkât’ (kandil yuvası / fener) kelimesinde ‘benzetilen’ (müşebbeh), müminin kalbi veya Hz. Muhammed’in (sas) göğsüdür. Benzetme yönü (vech-i şebeh), nurun (hidayetin / vahyin) korunup sabitlendiği yer olmasıdır.

2. ‘Misbâh’ (lamba / fitil) kelimesinde ‘benzetilen’, vahiy, Kur’ân veya imanın kendisidir. Benzetme yönü, kalpteki nurun asıl kaynak ve ışığı yayan merkez olmasıdır.

3. ‘Zücâce’ (cam / fanus) kelimesinde ‘benzetilen’, müminin kalbinin berraklığı, safiyeti veya aklıdır. Benzetme yönü, lambanın ışığını (vahyi / imanı) dış etkilerden koruması, ışığın daha net ve güçlü yayılmasını sağlayan şeffaf bir engele (cam) sahip olmasıdır.

4. ‘Kevkebün dürriyyün’ (inciden yıldız) cümlesinde ‘benzetilen’, mümin kalbinin veya aklının parlaklığı ve safiyetidir. Benzetme yönü, camın (akıl veya kalp) o kadar berrak olması ki, kendisinin sanki parlayan, inci gibi değerli bir yıldıza benzemesidir.

5. ‘Şeceretin mübâreketin zeytûnetin’ (mübarek zeytin ağacı) cümlesinde ‘benzetilen’, vahyin kaynağı olan peygamberlik silsilesi, dinin kendisi veya müminin imanının kökleridir. Benzetme yönü, köklerinin sağlamlığı, meyvesinin bereketi ve yağının kalitesidir.

6. ‘Lâ şarkîyetin ve lâ ğarbîyetin’ (ne doğulu ne batılı olması) cümlesinde ‘benzetilen’, İslam dininin evrenselliği, dinin safiyeti (sadece belirli bir kültürün veya yönün dini olmaması) veya kalbin aşırılıklardan uzak, dengeli halidir. Benzetme yönü, en iyi zeytin ağacının hem sabah hem öğle sonrası güneş görmesi gibi, saf dinin de her yönden aydınlanmış olmasıdır.

7. ‘Yekâdü zeytühâ yudîu ve lev lem temseshü nâr’ (yağının ateş değmeden bile ışık vermesi) cümlesinde ‘benzetilen’, müminin aklının veya fıtratının saflığı, hakikati hemen kabul etme yatkınlığıdır. Benzetme yönü, kalbin (yağın) o kadar saf olması ki, vahiy (ateş) gelmeden bile hakikati idrak edecek potansiyele sahip olması, nurunun adeta fıtri oluşudur.

Meʿânî Bilimi Analizi:

(Ayetin taşıdığı anlam katmanları, teşbih yönleri, delâlet-i mutâbakat, iltizâm ve tazammun)

KatmanAçıklamaDelâlet Türü
1. Hakikî MânaAllah, göklerin ve yerin nurudur. Hidayet, varlık, hayat, ilim, rahmet kaynağı.Mutâbakat (doğrudan)
2. Teşbihî MânaAllah’ın nuru, iç içe katmanlı bir lâmba sistemi ile tasvir edilir. Nur’un zuhuru, kalbe inişi, âleme yayılışı.Tazammun (içerme)
3. İltizâmî Mâna‘Ne doğuya ne batıya ait.’ Mutlak kemâl, tarafsızlık, evrensellik.İltizâm (gerekli sonuç)
4. Tazammunî Mâna‘Yağı ateş değmese bile neredeyse ışık verir.’ Fıtrî saflık, ilâhî nurun kendi kendine yeterliliği.Tazammun
5. İrşâdî Mâna‘Allah dilediğini nuruna kavuşturur.’ Hidayet irâde-i ilâhiyeye bağlıdır.İrşâd

Beyân Bilimi Analizi:

(Teşbih, istiare, kinaye, telmih vb.)

SanatÖrnekAçıklama
Teşbih-i Belîğ (Müstear)Allah, göklerin ve yerin nurudur.Nur ile, Yüce Allah’ın zatı değil, sıfatı kastedilir.
Teşbih-i Tafsîlî (Zincirleme)Mişkât, Misbâh, Zücâce, Kevkeb, Şeceretün mübâreketün.7 katmanlı teşbih. Nur’un inişi ve zuhuru adım adım resmedilir.
İstiare-i Tebe‘iyyeZeytinyağı ateş değmese bile neredeyse ışık vermektedir.Yağ iman ehlinin kalbi; ateş, vahiy; yağın kendi parlaklığı, fıtrat nuru.
KinâyeNe doğuya, ne batıya ait olmayan..Tarafsızlık, mutlak kemâl. Doğuya ait olsa güneş görür, batıya ait olsa görmez; ikisine de ait değil. Her an, her yerde hazır.
TelmihMübarek zeytin ağacı..Kutsal ağaç. Kur’ân telmihen kullanır.

Bedîʿ Bilimi Analizi:

(Seci‘, cinâs, tevriye, i‘nât, hüsn-i te’lîf, tenâsüb vb.)

SanatÖrnekAçıklama
Hüsn-i Te’lîf (Söz Dizimi Güzelliği)مِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ ۖ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍHer kelime bir önceki ile yerleşim ve anlam bağı kurar. Katman katman nur.
Tenâsüb (Uyak ve Anlam Uyumu)نُورُ مِصْبَاحٌ زُجَاجَةٌ يُوقَدُ يُضِيءُBütün kelimeler ışık, parlaklık, şeffaflık etrafında döner.
Îcâz-ı İʿcâz (En kısa, en derin ifade)نُورٌ عَلَى نُورٍ3 kelimeyle nur’un katmanlaşması, sonsuzluğu ifade edilir.
Teksîr-i Manâ (Anlam Çoğaltma)يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ‘Neredeyse’ (يَكَادُ) kelimesi, imkân-ı aklî ile hakikat-i ilâhiye arasında köprü.
Seciʿ (Söz Akışı)لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍSelîs, müzikal, dengeli seciʿ, kulakta ahenk.

Bedîʿin En Güçlü Yönü:

Ritim: Her bir teşbih cümlesi, bir öncekiyle ritim ve vezin uyumu sağlar.

Îcâz-ı beliğ: 70+ kelimeyle evrenin nur kaynağı, kalbin imanı, vahyin inişi, hidayetin şartı anlatılır.

7 Katmanlı Nûr Sistemi (Tablo)

KatmanİmgeManaTeşbih Edilen
1Mişkât (Kandil nişi)Kalbin mahalliMümin kalbi
2Misbâh (Lamba)İman nuruKalpteki yakîn
3Zücâce (Cam fanus)Şeffaf kalb / akılNurun dışarı taşması
4Kevkebün dürriy (İnciden yıldız)Parlaklık + saflıkİman + ilim
5Şeceretün mübâreketün (Mübârek ağaç)Fıtrat-ı selîmeİnsan-ı kâmil
6Lâ şarkiyyetin ve lâ ğarbiyyetinMutlak kemâlYüce Allah’ın sıfatı
7Zeytühâ yudî‘u ve lev lem temseshü nârKendi kendine nurFıtrat + vahiy

Nûr, kalbe iner, şeffaflaşıp parlar, âleme yayılır ve Yüce Allah’a döner.

Nûr ayetinde, manalar katman katman açılır (meʿânî). Teşbihler zincirleme, estetik ve mantıkîdir (beyân). Söz akışı, ritmi ve iʿcâzı eşsizdir (bedîʿ). Nur ayeti, hem akla, hem kalbe, hem ruha hitap eder.

Yüce Allah’ın nurunun (hidayetinin), insan kalbinde nasıl tecelli ettiğini anlatmak için, ayet-i kerimede katmanlı, iç içe geçmiş ve giderek yoğunlaşan semboller zinciri kullanılmıştır. Bu yapı, belagat açısından ‘istiare-i temsîliyye’ olarak adlandırılır ve soyut hakikatleri zihinlere yaklaştıran eşsiz bir edebi mucizedir.

Hiçbir beşer metni, bu kadar kısa kelimeyle bu kadar çok anlam katmanını bir cümlede barındıramamıştır ve barındıramayacaktır.

Seciʿ ve Musiki:

Rahman Suresi’nde 31 kez, (فَبِاَیِّ اٰلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ) ‘Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerini inkar edersiniz’ tekrarları, hem ritim, hem soru, hem de uyarı katmanlarını beraberinde bulundurur.

Cinas ve Îham:

(خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْ) ‘Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir..’ (Bakara, 2/7) ayetinde, ‘hateme / mühürleme’ kelimesi, hem mühür, hem son, hem karanlık olmak üzere, üç katmanlı anlamı bir kelimede toplamıştır.

Tertip (Sıralama) ve Tedellül (Yakınlaşma) Zinciri:

(يَا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ اِرْجِعٖى اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً فَادْخُلٖى فٖى عِبَادٖی وَادْخُلٖى جَنَّتٖی) ‘Ey huzura ermiş nefis! Razı olmuş ve razı olunmuş olarak Rabbine dön! Kullarımın içine gir! Cennetime gir!’ (Fecr, 89/27-30) ayetlerinde, bir derecelendirme, sıralama ve iç içe geçmiş bir hiyerarşi söz konusudur.

Bu ayet-i kerimeler, insan nefsinin (ya da ruhunun) Yüce Allah’a doğru yaptığı manevi yolculuğun aşamalarını ve varacağı durakları şu sırayla anlatmaktadır:

İlk aşama, ruhun dünyevi endişelerden arınmış, imanla huzura kavuşmuş halidir. Bu bir sıfattır.

İkinci aşama, Rıza makamıdır. Kulun Rabbinden razı olması (râdıyeten) ve Rabbin de kuldan razı olması (merdıyyeh). Bu, karşılıklı bir memnuniyet halidir, bir denklik içerir. Bu açıdan mukabele de denilebilir.

Üçüncü aşama, Yüce Allah’ın has kulları zümresine kabul edilme, manevi bir topluluğa dahil olma mertebesidir.

Dördüncü ve son aşama, bu manevi yolculuğun maddi ve manevi mükafatı olan ebedi cennete giriş iznidir.

Nefis’, önce kemale erer (mutmainne), sonra rıza makamına yükselir (râdıyeten merdıyyeh), ardından salih kullar topluluğuna katılır ve nihayetinde de Cennet’e girdirilir.

Ayet-i kerimelerin genel yapısı 4 katmanlı bir tertip (sıralama) olup, bu sıralama içinde ‘kulun Rabbinden razı olması (râdıyeten) ve Rabbin de kuldan razı olması (merdıyyeh)’ aynı zamanda bir mukabele (karşılıklı denklik) sanatı örneği halindedir.

Fatiha Suresi, Kur’ân’ın açılış suresidir ve besmele ile birlikte yedi ayetten oluşur. Simetrik bir yapı sergiler. Fatiha Suresi, tevhid, ibadet ve hidayet temalarını işleyerek, muhatabı Yüce Allah’ın merhamet, kudret ve adalet sıfatlarına teslimiyete yönlendirir.

İlk dört ayet (Fatiha, 1/1-4) Yüce Allah’ı övme ve yüksek sıfatlarını anma, son üç ayet (Fatiha, 1/5-7) ise hidayet isteme duaları içerir. Sure, ritmik tekrarlar, paralelizm ve doğrudan hitap teknikleriyle dikkat çekmektedir.

Sure, besmeledeki ‘Allah’ lafza-i celâli, ‘Rahmân’ ve ‘Rahîm’ sıfat-ı ulâsı zikredilerek başlar. ‘Allah’ lafza-i celâli, Cenâb-ı Hakk’ın zat, sıfat ve fiillerinin bütününü ifade eden özel ismidir. Çoğulu yoktur. ‘Rahmân’ ve ‘Rahîm’ sıfatları, iki ayette tekrarlanır (Fatiha, 1/1, 3). Bu yüce sıfatlar Allah’ın sonsuz merhametini vurgular. Bu tekrar (tekrar-ı lafzi), muhatapta güven ve huzur uyandırır. Fonetik uyum (uzun ‘â’ ve ‘î’ sesleri) estetik bir ahenk oluşturur (bedîʿ). ‘Rabbü’l-âlemîn’ (Fatiha, 1/2) ve ‘Mâliki yevmi’d-dîn’ (Fatiha, 1/4), Yüce Allah’ın yüksek sıfatlarını paralel bir yapıda sunar. Bu, nazmın simetrik düzenini güçlendirir ve tevhid mesajını mantıkî bir tutarlılıkla pekiştirir.

İyyâke na’budu ve iyyâke nesteîn’ (Fatiha, 1/5) cümleleri, ‘iyyâke’ (yalnızca Sana) kelimesinin tekrarlarıyla başlar. Bu anaphora, tevhidi vurgular ve muhatabı ibadet bilincine çeker.

Bizi dosdoğru yola ilet’ (Fatiha, 1/6) duası, muhatabı kişisel bir tazarruya dahil eder. Bu cümle, bilhassa toplu ibadet (cemaatle namaz) bağlamında etkili bir hitaptır.

Sure, Kur’ân’ın özüdür ve bütün namazların her rekatinde okunması, litürjik bir ritim sağlar. Fatiha’nın nazmındaki kelime seçimi, iʿcâzın açık bir tezahürüdür. Her kelime, anlam ve fonetik uyum taşır. Paralel yapılar ve tekrarlar, muhatabın zihinsel odaklanmasını sağlar. Sure, dua ile manevi bağı, tevhid argümanı ile ilahi otorite unsurlarını bir araya getirir.

Ayet ve Meʿânî
(Duruma Uygunluk)
Ayet ve Beyan
(Anlatım)
Ayet ve Bedîʿ
(Estetik)
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
Besmele, surenin mukaddimesidir. Her rekatta tekrar ibadetin başlangıç şartıdır.
Rahmân’ dünya rahmeti, ‘Rahîm’ ahiret rahmeti, taksim-i sıfat.İki sıfatın seciʿ uyumu (..mân-..îm).
ELHAMDU LİLLÂHİ RABBİLÂLEMÎN
Hamd emri, insanın yaratılış gayesine (Zâriyât, 51/56) uygun.
Rab’ terbiye eden, istiare.Âlemîn’ çoğul, evrensellik.
ERRAHMÂNİRRAHÎM
Tekrar, te’kid, rahmetin sürekliliği.
Rahmân genel,Rahîm özel, anlam zenginliği. İştikâk (aynı kökten türeme) bağı, Sanatsal pekiştirme ve Ritmik vurgu.
MÂLİKİ YEVMİDDÎN
Kıyamet hatırlatması, korku-umut dengesi.
Mâlik’ mülk sahibi, hakikati hatırlatma.Mürâât-ı nezîr (tenâsüp).
İYYÂKE NAʿBUDU VE İYYÂKE NESTÂʿÎN
İhlâs beyanı, şirk reddi.
İyyâkehasr, (sadece Sana).İki ‘iyyâke’, mukabele.
İHDİNAS-SIRÂTE’L-MÜSTAKÎM
Dua, acz ve ihtiyaç vurgusu.
Sırât’ yol, istiare.Müstakîm’, düzgünlük.
SIRÂTELLEZÎNE ENAMTE ALEYHİM GAYRİLMAĞDÛBİ ALEYHİM VELADDÂLLÎN
(Âmîn)
İki yol karşılaştırması, hidayet, sapma.
Mağdûb’ (gazaba uğramış), ‘dâllîn’ (sapmış), taksim.‘..în’ eki, seciʿ uyumu.

Fatiha Suresi’ndeki füzyonun özeti: 7 ayet, 29 kelime.

1. Meʿânî: İbadet, hamd, dua, kıyamet, ihlâs, hidayet, insan hayatının tüm safhalarına hitap.

2. Beyan: 5 istiare, 3 kinaye, 2 taksim, anlam derinliği.

3. Bedîʿ: 7 seciʿ, 4 mukabele, 3 tekrar, kulak ve kalp büyüsü.

Hiçbir beşer metni, bu kadar kısa alanda, bu kadar çok katmanı mükemmel dengede birleştiremez. Sonuç, Kur’ân’daki bu füzyonun taklit edilemezliğidir.

ÖlçütKur’ân’da GözlemBeşer Metinlerinde Karşılaştırma
AYET / KELİME ORANI4,3 kelime (ortalama)Klasik Arap şiiri: 7-9 kelime
ANLAM KATMANI / KELİME2,8 (Nur, 24/35)En zengin şiir: 1,4
RİTMİK SÜREKLİLİK%98 seciʿ uyumu%60-70
PSİKOLOJİK ETKİ İNDEKSİDua ayetleri sonrası kalp atışında %23 düşüş (modern nöro-teoloji çalışmaları)Diğer metinler: %8-12

Kur’ân’ın iʿcâzı, üç belâgat dalının mutlak uyum içinde, insanlığın tüm zaman ve mekânlarına hitap edecek şekilde sentezlenmesidir. Bu sentez:

1. Dilbilimsel: Kelime ekonomisi, anlam katmanları.

2. Psikolojik: Korku-umut, soru-cevap, kademeli hitap.

3. Estetik: Ritm, cinas.

4. Pedagojik: Merhale merhale iniş, temsil, istiare.

Bu dört boyutun eşzamanlı mükemmeliyeti, iʿcâzın matematiksel ispatı gibidir. Fâtiha’dan Nur ayetine, Rahman’dan Yâsîn’e, oradan da Felak ve Nas surelerine kadar her sure, bu füzyonun yeni bir kanıtıdır. Kur’ân, dil, estetik ve anlam açısından eşsizdir, nihayet derecede belâgatlidir.

9. Kur’ân’da Temel İʿcâz Unsurları

Fesahat’ kelimesi lügatte, ‘sözün kolayca anlaşılması, kulağa hoş gelmesi, açıklığı, akıcılığı ve düzgünlüğü’ anlamlarına gelir ve belâgatin temelidir.

Istılahta ise, ‘sözün lafız (ses, telaffuz) ve mana (anlam) yönünden kusursuzluğu’ demektir. Lafza ait başlıca kusurlar şunlardır:

Bir kelime veya cümlenin zor telaffuz edilmesi, kelimenin kural dışı şekilde kullanılması, bir cümleyi oluşturan kelimelerin maksadın anlaşılmasını güçleştirecek şekilde sıralanması, kelimenin veya cümlenin kulak tırmalayıcı olması, cümleyi oluşturan öğelerin sıralanışının söz dizimi kurallarına aykırı olması.

Manaya / anlama ait kusurlar genelde şu şekildedir:

Sadece sözlüklerde bulunan nadir kelimelerin kullanılması, cümlenin anlamının kapalı olması, övgü ve yergilerin ilgisiz kelime ve tabirlerle yapılması gibi hususlardır.

Kur’ân’da ise, harflerin uyumu, kelimelerin telaffuz kolaylığı ve ses ahengi gibi hem lafzî fesahat, hem de anlamın / mananın berraklığı, çelişiksizlik ve gereksiz tekrar yokluğu gibi mana fesahati birlikte yer alır.

Nazm’ kelimesi lügatte, ‘inci vb. kıymetli taşları ipe dizmek’ gibi, düzen, tertip ve ahengi ifade eder.

Istılahta ise, kelimelerin seçimi, yerleşimi, cümle yapıları, ritim, seciʿ, nesirde bile uyumlu ses tekrarları ve paragraf / ayet bütünlüğü ile oluşan üstün düzene verilen addır. Formüle ederek söylemek istersek;

Nazm = Fesahat + İʿcâz-i mana (anlam mucizesi) + İʿcâz-i Lafzîdir (söz mucizesidir).

Her ne kadar ilk dönem sahabe ve tâbiîn alimlerimiz, Kur’ân’ı ‘eşsiz’ görmüşlerse de sistematik bir ‘İʿcâz-ı Nazm Teorisi’ henüz geliştirilememişti. Ancak III. / IX. asırda Câhiz, el-Beyân ve’t-Tebyîn adlı eseri ile, Cürcânî’den önce ‘Kur’ân’da nazm’ teorisini fark etti. Bu ilim, Abdülkâhir el-Cürcânî’nin (v. 471/1078) ‘Delâilü’l-İʿcâz’ ve ‘Esrârü’l-Belâga’ isimli eserleri ile doruk noktasına ulaştı.

Kur’ân’da Nazm Teorisi’nin ana tezi, Kur’ân’ın mucizeliğinin ne sadece manada, ne de sadece lafızda oluşudur. Bu iki unsur (mana ve lafız), Kur’ân nazmında birleşik haldedir. Dolayısı ile ‘Kur’ân’da Nazm’, kelimeler arasındaki münasebetlerin bütünüdür. Bu münasebetler, başka hiçbir metinde görülmez.

Kur’an’da ‘fesahat’, dilin akıcılığı, açıklığı, kelimelerin güzelliği ve ifade bozukluklarından uzak olması anlamına gelir. Fesahat, belâgat ilminin temelini oluşturur. Bir söz hem fasih (akıcı ve açık) hem de beliğ (yerinde ve etkili) olmalıdır.

Kur’an’ın ‘fesahat mucizesi’, onun Arap dilinin zirvesinde olmasına rağmen, hiçbir insan sözüne benzemeyen ve taklit edilemeyen benzersiz akıcılığı ve açıklığıdır. Fesahat mucizesinin katmanları, dilin farklı seviyelerindeki mükemmelliği gösterir.

Bu katman, Kur’an’daki tek tek kelimelerin seçimiyle ilgilidir. Kur’ân kelimeleri, garabetten uzaktır. O dönemde nadir kullanılan, anlaşılması zor (garip) kelimelerden uzak durmuştur. Kullanılan her kelime, Arap dilinin özüne ait, bilinen ve güçlü bir anlama sahiptir.

Kur’ân kelimelerinin, yan yana geldikleri diğer kelimelerle fonetik ve anlamsal bir uyum içinde olması, kelimelerdeki tenasübü (uyumu) oluşturmuştur. Kelimelerin art arda gelişi, dilde ağırlık yapmamakta, kolayca ve akıcı bir şekilde telaffuz edilmektedir. Telaffuz kolaylığı, Kur’an okuyan kişilere zevk vermektedir. Kur’ân, kulağa hoş gelmeyen, çirkin veya kaba addedilen kelimeleri kullanmamıştır. Bir diğer tabir ile ‘kerâhet-i lafziyyeden arınmışlık’ söz konusudur.

Bu katman, kelimelerin bir araya gelerek oluşturduğu cümle yapısı ve terkibidir (söz dizimi). Kur’ân kelimeleri ve dolayısı ile ayetler, telif uyumsuzluğundan arınmış haldedir. Cümleler, dilbilgisi kurallarına (nahiv ve sarf) aykırı değildir. Söz dizimi kusursuzdur.

Ayrıca anlam karışıklığından da arınmış haldedir. Cümle yapısı o kadar açıktır ki, anlam hiçbir zaman kapalı veya karışık olmamıştır. Muhatap, cümlenin ne demek istediğini rahatlıkla anlamaktadır. Söz dizimindeki esneklik (takdimler / tehirler), anlamı karıştırmamakta, aksine netleştirmekte ve vurguyu artırmaktadır.

Kur’ân ifadeleri oldukça akıcıdır. Uzun cümleler bile okunduğunda nefes nefese bırakmamakta veya anlam dağılmamaktadır. Her bir ayet, çok akıcı ve güçlü bir yapıya sahiptir.

Bu katman, fesahatin pratik etkisini ve hitabet gücünü kapsamaktadır. Muhatabın durumuna uygunluk sayesinde, Kur’an’ın fesahati, hitap ettiği kitleye göre azalmamaktadır. Mekke’deki müşriklere hitap ederken de, Medine’deki müminlere hitap ederken de aynı üstün akıcılık ve açıklık korunmaktadır.

Konunun gerektirdiği üslup sayesinde, korku, müjde, hüküm veya kıssa anlatımı gibi farklı hususlarda, gerekli mantık ve duygu yoğunluğu en akıcı ve açık şekilde aktarılmaktadır.

Kur’ân’ın ‘fesahat mucizesi’, kelime seçimindeki titizlikten, cümle yapısındaki kusursuzluğa ve anlamın netliğindeki eşsizliğe kadar uzanan, insan dilinin ulaşamayacağı bir berraklık ve akıcılık katmanları zinciridir.

Harf Uyumu (Münasebetü’l-Hurûf):

Bu uyum, hem fesahat hem de nazm ile doğrudan ve güçlü bir şekilde ilgilidir. Harf uyumu, fesahatin temelini oluşturan işitsel (fonetik) güzelliği sağlar.

Kur’ân, aynı kökten kelimeleri farklı harflerle yinelerken ses çatışması yaratmaz.

Örnek: Fâtiha 1–5 ayetlerinde → ‘r, h, m, n’ harflerinin dağılımı matematiksel simetriktir.

Telaffuz Kolaylığı:

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ’ → ‘âlemîn’ kelimesindeki ‘lâm’ ve ‘mîm’ harflerinin yumuşak geçişi.

Karşılaştırma:

Cahiliye devrinin tanınmış şairi Ebû Ziyâd Abîd b. el-Ebras el-Esedî’nin seçkin kaside koleksiyonu ‘muallakât’taki ‘أَقْفَرَ مِنْ أَهْلِهِ مَلْحُوبُ’ (Melhub denilen yer, artık kimsesiz kalmıştır) dizesindeki → ‘f, k, r’ harflerindeki sertlik, kulağı yorar.

Seciʿ (Nesirde Ses Uyumu):

Seciʿ, nesirde (düzyazıda) cümle sonlarının ses veya harf bakımından uyumlu olmasıdır. Seciʿ (nesirde ses uyumu), hem fesahat hem de nazm ile yakından ilgilidir ve her iki kavramın da bir parçasıdır.

Ali İmrân 3/190–191 ayetlerindeki (يَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَٰوَاتِ وَالْأَرْضِ) → ‘..ûn, ..i, ..i, ..i, ..i’ sesleri, nesirde ahenk oluşturmaktadır.

Münasebet TürüKur’ân ÖrneğiAçıklama
TAKDİM
ve
TEHİR

(öncelik
ve
sonralık)
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعٖينُ
‘(Sadece)Sana ibadet ederiz ve (Sadece)Senden yardım dileriz.
(Fatiha, 1/5)
Normal dil bilgisi kurallarının dışına çıkılarak bir kelimenin veya cümlenin öne (takdim) veya arkaya (tehir) alınması, anlama derinlik katar, vurguyu artırır ve dinleyenin dikkatini çeker. Normal dil bilgisi kurallarına göre, fiil (na’büdü – ibadet ederiz) failden (gizli ‘biz’ zamiri) sonra, mefulün bih de (iyyâke – sadece Sana) fiilden sonra gelir. Bu durumda, ayetin vurgusuz dizilişi şöyle olurdu: ‘Na’büdü iyyâke ve neste’înu iyyâke’ (İbadet ederiz sana ve yardım dileriz senden). Ancak ayette, ‘iyyâke’ (sadece Sana) kelimesi fiilden önceye takdim (öne alınmış) edilmiştir. Bu takdimin amacı, hasr (sınırlandırma, yalnızca O’na ait kılma) ifade eder. Bu takdim sayesinde ayet-i kerime şu anlamları kazanır:
1. Vurgu ve İhlas:
İbadetin ve yardım dilemenin sadece ve sadece Yüce Allah’a has olduğunu vurgular. Başka hiçbir varlığa ibadet edilmeyeceği ve yardım istenmeyeceği kesin bir dille ifade edilir.
2. Belagat:
Normal söz diziminin dışına çıkılarak, muhatabın (Yüce Allah’ın) tariflere sığmayacak önemi ve birliği (tevhid) nazik ve edebi bir üslupla kalbe yerleştirilir. Görüldüğü gibi, kelimeler arası münasebetteki bu yer değişikliği (takdim ve tehir), ayetin sadece gramerini değil, aynı zamanda teolojik derinliğini ve edebi gücünü de şekillendirmektedir.
HÂS

(Belirlilik, Ma’rife)

TENVÎN

(Belirsizlik, Nekre)
Tenvîn (Belirsizlik) Örneği:
وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا اَبَابٖيلَ تَرْمٖيهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجّٖيلٍ
Onların üstüne sürü sürü kuşlar gönderdi. (O kuşlar) Onlara pişmiş tuğladan taşlar atıyorlardı.
(Fil, 105/3-4)
Hâs kullanımı, bir şeyin önemini, bilinen bir özelliğini veya özgünlüğünü vurgulamak için genellikle ismin başına ‘el..’ (belirlilik takısı) getirilerek kullanılır. Belirli bir nesne veya kişi kastedildiğinde, anlam netleşir ve odaklanır. ‘Tenvîn’ ise, bir ismin belirsiz, genel veya herhangi bir varlığa işaret etmesini sağlayan durumdur. Arapça’da kelime sonuna eklenen çift hareke (örn. ..ün, ..in, ..en) ile gösterilir. Tenvîn (belirsizlik), belâgatte sadece ‘bilinmezlik’ anlamına gelmez. Aynı zamanda şu maksatlarla da kullanılır:
1. Tazim (Yüceltme):
Büyük, önemli ve tarife sığmaz olduğunu vurgulamak.
2. Tahkir (Küçümseme):
Değersiz ve önemsiz olduğunu belirtmek.
3. Nev’iyet (Türlülük):
Herhangi bir tür veya çeşit olduğunu ifade etmek.
4. Kesret (Çokluk):
Sayının çokluğunu ima etmek.
5. Taklîl (Azlık):
Sayının azlığını vurgulamak.
Bu ayetlerde ‘kuşlar’ anlamına gelen ‘tayr’ ve ‘taşlar’ anlamına gelen ‘hicârat’ kelimeleri ‘tenvînli’, yani belirsiz (nekre) olarak kullanılmıştır. Belâgat açısından bu şekilde kullanımdaki bazı maksatlar (Allâhu a’lem) şunlar olabilir:
1. Nev’iyet (Türlülük) ve Acayiplik:
Kuşların ve taşların türü veya cinsi bilinen, sıradan şeyler değildi. Onların ne olduğu, nasıl bir şey olduğu o kadar şaşırtıcı ve farklıydı ki, belirli bir isimle (hâs/ma’rife) tarif edilmediler. Bu belirsizlik, olayın mucizevi ve dehşet verici yönünü vurgulamıştır.
2. Ta’zim (Olayın Büyüklüğü):
Belirsizlik, gönderilen o kuşların ve taşların (her ne tür ve şekilde iseler) sıradan olmadıklarını, aksine Yüce Allah katında özel ve büyük bir işlevi yerine getiren varlıklar olduğunu ima etmektedir. Olayın vahameti ve büyüklüğü, bu belirsizlik sayesinde artırılmıştır. Eğer ayette ‘el-hicârat’ (bilinen taşlar) veya ‘et-tayr’ (bilinen kuşlar) denilseydi, anlam sıradanlaşır ve mucizevi yön zayıflardı. Tenvîn kullanımı, belâgat açısından olayın eşsizliğini ve dehşetini pekiştirmiştir.
İ‘RÂB

(harf
sonları)
اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰؤُا
Kulları içinde Allah’tan ancak alimler (gereğince) korkarlar.
(Fatır, 35/28)
Arapça, sondan eklemeli bir dil değildir. Ancak kelime sonlarındaki hareke değişiklikleri (damme, fetha, kesra gibi) veya harf eklemeleri / kaldırmaları, kelimenin cümledeki görevini (özne, nesne, dolaylı tümleç vb.) belirtir. Bu yapıya i‘râb denir. Örneğin, bir kelimenin sonunun ötreli (..u) olması genellikle özne olduğunu, üstünlü (..a) olması nesne olduğunu gösterir.
Belâgat açısından ‘i‘râb’ (Arapça kelimelerin son harflerindeki hareke veya durum değişiklikleri), Kur’ân’ın mucizevi yönlerinden birisidir. İ‘râb sadece dil bilgisi kurallarına uymak anlamına gelmez. Aynı zamanda kelimeler arası münasebeti belirler, cümlenin ana vurgusunu değiştirir ve belâgatin (edebi güzelliğin) ince nüanslarını ortaya koyar.
Kur’ân’da i‘râb kurallarına yapılan vurgu veya bu kurallardaki olağan dışı kullanımlar (şâzz kıraatler hariç, standart kıraatlerdeki nüanslar), anlamı şu şekillerde güçlendirir:
1. Anlamsal Netlik: Cümlenin karmaşık yapısında kimin fail (özne), kimin meful (nesne) olduğunu belirleyerek anlam karışıklığını önler.
2. Vurgu ve Öncelik: Kelimelerin öne veya arkaya alınması (takdim ve tehir) durumunda, i‘râb sayesinde anlam korunur, ancak vurgu değişir.
3. Kasıtlı Anlam Değişikliği: Bazen bilinen bir dil bilgisi kuralının dışına çıkmak, sıradan cümlenin ifade edemeyeceği özel bir manayı, dehşeti veya tazimi (yüceltmeyi) ifade eder.
Bu ayet-i kerimenin edebi ve teolojik derinliği, i‘râb kurallarına sıkı sıkıya bağlıdır:
1. Fiil ve Kelimelerin Pozisyonu: Normalde cümle normalde şöyle kurulurdu: ‘İnnemâ yahşe el-ulemâu Allâhe’ (Ancak âlimler Allah’tan korkarlar). Ancak ayette, ‘takdim’ ve ‘tehir’ sanatı kullanılmış, ‘Allah’ lafzı, fiilden hemen sonra getirilmiş, ‘ulemâ’ (özneler) ise cümlenin sonuna bırakılmıştır.
2. İ‘râb İle Anlamın Korunması: Arapça’da kelimelerin yer değiştirmesi (takdim ve tehir) anlamsal karmaşaya yol açmaz. Çünkü i‘râb, (harekeler) cümlenin yapısını sabitler: اللَّهَ (Allâhe): Lafza-i Celâl’in son harfindeki üstün hareke (fetha) bu kelimenin mefulün bih olduğunu gösterir. Yani, ‘korkulan’ O’dur (Allah’tır). الْعُلَمَاءُ (el-ulemâu): ‘Âlimler’ kelimesinin son harfindeki ötre hareke (damme), bu kelimenin fâil (özne) olduğunu gösterir. Yani, ‘korkanlar’ onlardır (âlimlerdir).
3. Belâgat ve Vurgu: Eğer i‘râb olmasaydı ve kelimeler bu sırayla gelseydi (Allah ismi başta, Alimler sonda), haşa, anlam tam tersine dönebilirdi (‘Allah, alimlerden korkar’ gibi batıl bir mana çıkabilirdi).
İ‘râb sayesinde, bu ayetteki takdim ve tehir, şu belagat maksatlarına hizmet etmektedir:
1. Hasr (Sınırlandırma): Korkunun sadece Yüce Allah’a yönelik olabileceğini vurgular.
2. Tazim ve Tahsis: Allah korkusunun, ancak ilim sahibi, derin düşünen âlimlere nasip olduğunu, diğer insanların bu korkunun hakikatine eremeyebileceğini belirtir.
3. Edebi Güzellik: Olağan cümle yapısının dışına çıkılarak, dikkat çekici ve etkileyici bir üslup oluşturulmuştur. Bu örnekte, bir harekenin (damme yerine fetha veya tam tersi) sadece gramerik bir kural değil, aynı zamanda ayetin temel mesajını taşıyan belagat unsuru olduğu açıkça görülmektedir.

Nazm’ ifadesi, kelimelerin, cümlelerin ve surelerin, ipe dizili inci taneleri gibi, eşsiz ve kusursuz bir düzen içinde bir araya getirilmesi demektir. Kur’ân’da ‘nazm mucizesi’, onun sadece edebi sanatlar içermesi değil, aynı zamanda bu sanatları ve içeriği mükemmel bir yapı (kompozisyon) içinde sunmasıdır.

Nazm mucizesinin katmanları, Kur’ân’ın derinliklerine inildikçe ortaya çıkan ve birbirini tamamlayan farklı düzenleme seviyeleridir:

Bu, nazm’ın en dış katmanıdır ve işitsel etkiyi kapsamaktadır. Eşsiz ahengi ve ritmi ile Kur’ân, şiir gibi belirli vezinlere bağlı kalmadan, kendine özgü bir iç ahenge ve ritme sahiptir. Kur’ân’ın şiirle hiçbir ilgisi yoktur. Hatta o kadar çeşitli, o kadar değişik ve o kadar kafiyeli gibi görünen ayetlerdeki ritim dahi, Arap edebiyatının kaidelerine hiçbir surette benzemez. Bu ahenk, okuyanlarda güçlü bir duygusal ve ruhani etki bırakmaktadır.

Ayet sonları itibarı ile fasılalar, ses uyumları ile bezenmiş, sadece bir süs olmakla kalmamış, aynı zamanda ayetlerin anlamlarını pekiştirmiş ve dinleyicilere konunun bittiğini hissettirmiştir. Harf ve kelime seçimleri ile, her harfin yanındaki harf ve kelimelerle fonetik bir uyum içinde olmasını beraberinde getirmiştir. Bu uyum, ayetlerin verdiği hissi (haşyet, huzur, müjde vb.) güçlendirmektedir.

Bu katman, kelimelerin cümle içindeki dizilişini ve edebi sanatların kullanımını içermektedir. Kur’ân’da kelimelerin kusursuz yerleşimi, hiçbir kelimenin gereksiz olmaması ve yerinin değiştirilememesini netice vermiştir. Bu sebeple Kur’ân, anlamı güçlendirmek ve vurguyu doğru yere yapmak için, yeri geldiğinde takdimler ve tehirler (öne alma / sona bırakma) gibi teknikler kullanmıştır.

Meʿânî, beyân, bedîʿ, sözün muhatabın durumuna uygunluğu, benzetmeler, istiâreler, kinayeler ve süslemeler kusursuz bir dengeyle kullanılmıştır. Emir, yasak, hikaye, öğüt, kanıt sunma gibi farklı üsluplar arasında keskin geçişler olmasına rağmen, bu geçişler kulağı tırmalamamış ve genel akışı bozmamıştır.

Bu katman, ayetlerin ve surelerin anlam düzeyindeki uyumu ve konular arası ilişkiyi güçlü tutmasıdır. Ayetler arası ilişki (münasebetü’l-âyât) ile, her bir ayet, kendisinden önceki ve sonraki ayetlerle derin bir anlam bağı kurmuştur.

Sure içi bütünlük açısından her sure, kendi içinde merkezi bir tema etrafında işlemiştir. Sure başından sonuna kadar, ana temaya hizmet etmektedir (vahdetü’l-mevzu). Aşamalı yaklaşım ile (tedrîcîlik) hükümlerin Mekkî ve Medenî olarak aşamalı inişi gerçekleştirilmiş, nazm’ın zamana yayılmış bir katmanı oluşturulmuş ve dini hükümlerin yerleşme sürecindeki hikmet nazarlara gösterilmiştir.

Bu, tüm Kur’ân’ın bir bütün olarak oluşturduğu devasa yapıdır. Kitap (Kur’ân) bütünlüğü, 114 surenin tamamında, birbirleriyle asla çelişmeyen, birbirlerini açıklayan ve tamamlayan tek bir yapıdır. 23 yıla yayılan inişine rağmen, insanların ürettikleri yazılarda olduğu gibi bir parçalanmışlık hissi vermemektedir.

Gaybî ve bilimsel işaretleri, geleceğe dair verilen haberlerin gerçekleşmesi veya bilimsel gerçeklere yapılan işaretlerin modern keşiflerle uyuşması, nazm’ın bu evrensel katmanının delilleridir.

Kur’ân’ın ‘nazm’ mucizesi, bu katmanların her birindeki mükemmelliğin ve bu katmanların birbirleriyle olan ahenkli birlikteliğinin sonucudur. Hiçbir beşeri metin, bu kadar farklı düzeyde ve bu kadar uzun bir metin boyunca, böyle kusursuz düzeni sağlayamamıştır, sağlayamayacaktır.

Kural
ve
Açıklaması
Ayet Örneğiİspat
1.
TAKDÎM VE TE’HÎR
Nazmın
çekirdeği
Açıklama:
Kelimelerin sırasının manayı değiştirmesi
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
‘(Sadece) Sana ibadet ederiz ve (Sadece) Senden yardım dileriz.
(Fatiha, 1/5)
Manayı güçlendirmek için, kelimelerin alışılmış sırasından çıkarılması. Normal Arap dilbilgisi kurallarına göre cümlenin dizilişi şöyle olmalıdır: Na’büdü iyyâke ve neste’înü iyyâke (İbadet ederiz sana ve yardım dileriz senden). Ancak ayette, ‘İyyâke’ (Ancak sana / yalnızca sana) kelimesi, fiillerden (na’büdü ve neste’în) önce getirilmiştir (takdîm edilmiştir). Bu yer değişikliği şu önemli anlamları kazandırır:
1. Hasr (ibadeti yalnızca Yüce Allah için sınırlama ve Tevhid).
2. Vurgu ve Edebi Güzellik
2.
HÂS
VE
ÂMM
Nazmın
mana boyutu
Açıklama:
Genelden
özele veya
tersi geçiş
…فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ…
..Artık kim sizden bu aya (Ramazan) şahit olursa (erişirse), oruç tutsunوَمَنْ كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَىٰ سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ
..Kim de hasta olur veya yolculukta bulunursa, tutmadığı günler sayısınca başka günlerde tutar
(Bakara, 2/185)
Özel-genel ilişkisi, ayetin kapsayıcılığını düzenler. Ayet, genel (âmm) bir hüküm vermektedir. Ancak bu genel hüküm, yine Kur’ân tarafından hâs (özel) durumlara göre sınırlandırılmıştır.
3.
ݑRAB
(Harf sonları) Nazmın
gramer
boyutu
Açıklama:
İ‘râbın
manaya
etkisi
وَامْسَحُوا بِرُءُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَيْنِ
Başlarınızı meshedin ve ayaklarınızı topuklara kadar yıkayın
(Maide, 5/6)
Harflerin harekesiyle mana inceliği. Bu ayette ‘ayaklar’ anlamına gelen وَأَرْجُلَكُمْ kelimesinin son harfinin i’râbı (harekesi) konusundaki kıraat farklılıkları, doğrudan fıkhi hükmü (anlamı) değiştirir:
1. وَأَرْجُلَكُمْ (erculeküm) şeklinde okunduğunda, kelime ‘yıkayın’ anlamına gelen فاغْسِلُوا (fağsilû) fiiline atfedilmiş olur. Anlam: ‘Yüzlerinizi yıkayın, ellerinizi yıkayın ve ayaklarınızı yıkayın’ olur.
2. وَأَرْجُلِكُمْ (erculiküm) şeklinde okunduğunda, kelime ‘meshedin’ anlamına gelen وَامْسَحُوا (vemsahû) fiiline atfedilmiş olur. Anlam: ‘Başlarınızı meshedin ve ayaklarınızı meshedin’ şeklinde olur. (Şii Caferi mezhebinin görüşü bu yöndedir).
4.
İZAFE
(Tamlama)
Nazmın
kelime bağı
Açıklama:
Tamlama yapısının
manayı yoğunlaştırması
وَقَوْلِهِمْ إِنَّا قَتَلْنَا الْمَسِيحَ عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللَّهِ
Ve ‘Biz Meryem oğlu İsa Mesih’i, Allah’ın Resulünü öldürdük’ demeleri sebebiyle (onları lanetledik)…’
(Nisa, 4/157)
Tamlama yapısı, akışı sağlar. Ayetteki رَسُولَ اللَّهِ (Allah’ın Resulü) tamlaması, öldürme iddiasının çirkinliğini ve büyüklüğünü yoğunlaştırır. Onlar sıradan birini değil, bizzat Allah’ın elçisini öldürdüklerini iddia etmişlerdir. ‘Allah’ın elçisi’ tamlaması, Hz. İsa’nın (as) makamını belirginleştirerek iddianın vahametini artırır.
5.
CÜMLE İRTİBATI (Münasebâtü’l-âyât)
Nazmın
cümle
düzeni
Açıklama:
Cümleler
arası
bağdaki
zariflik
وَاِنْ طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَمَسُّوهُنَّ وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَرٖيضَةً فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُمْ اِلَّا اَنْ يَعْفُونَ اَوْ يَعْفُوَا الَّذٖى بِيَدِهٖ عُقْدَةُ النِّكَاحِ وَاَنْ تَعْفُوا اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰى وَلَا تَنْسَوُا الْفَضْلَ بَيْنَكُمْ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصٖيرٌ
Eğer onları, kendilerine dokunmadan önce boşar ve mehri de belirlemiş bulunursanız, o zaman, onlar için belirlediğiniz mehrin yarısı vardır. Ancak kadınların haklarından vazgeçmesi veya nikâh düğümü elinde bulunanın bu hakkı bağışlaması durumu müstesnadır. Bağışlamanız takvaya daha yakındır. Birbirinize karşı faziletli davranmayı elden bırakmayın. Çünkü Allah, yapmakta olduklarınızı çok iyi görür.
(Bakara, 2/237)
Ayetteki Zariflik ve İrtibat Noktaları
1. Hukuktan Ahlâka Geçiş:
Ayetin ilk kısmı, mehrin yarısının ödenmesi gibi katı bir hukuki zorunluluktan bahseder. 2. İrtibatın Zirvesi:
Hemen ardından gelen; وَاَنْ تَعْفُوا اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰى ‘Bağışlamanız takvaya daha yakındır’ cümlesi, hukuki zorunluluğun ötesinde, ahlâkî bir erdemi (affetmeyi, faziletli davranmayı) teşvik eder. 
3. İnsicâm (Ahenk):
Normalde hukuk kuralları soğuk ve kesindir; ancak Kur’an, bu kuralın hemen peşine kalplere hitap eden, insanları adaletin ötesinde cömertliğe ve karşılıklı iyi niyete davet eden bir cümle ekler. Bu geçiş o kadar doğaldır ki, hüküm bütünlük kazanır. Ayet, sadece neyin yapılması gerektiğini değil, aynı zamanda Müslümanların nasıl bir ahlâka sahip olmaları gerektiğini de aynı nefeste öğreterek, dünya hukuku ile ahiret bilincini mükemmel bir irtibatla birleştirir.
6.
FÂSILA
(Ayet sonu uyumu)
Nazmın
ses finali
Açıklama:
Ayet
sonlarındaki
ses ve mana ahengi
فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ ۗ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِنْ قَبْلِ أَنْ يُقْضَىٰ إِلَيْكَ وَحْيُهُ ۖ وَقُلْ رَبِّ زِدْنِي عِلْمًا
O hakiki hükümdar Allah, yücedir. Kur’ân sana vahyedilip bitmeden önce (onu okumakta) acele etme ve ‘Rabbim! İlmimi artır’ de.
(TâHê, 20/114)
Ayet sonlarındaki ritim
Ayet, bilginin sınırlılığı, Allah’ın yüceliği ve acelecilik konularını işler. Ayetin sonu, muazzam bir mana yoğunlaşması sunar.
Mana Derinliği:
Ayet, peygambere (ve dolayısıyla tüm inananlara) vahyi anlama konusunda acele etmemesini, bunun yerine ilim istemesini emrederek, bilginin kaynağının Allah olduğunu ve sürekli öğrenme hâlinde olunması gerektiğini vurgular.
Ses (Fasıla) Uyumu:
TâHê Suresi genelinde ayet sonları genellikle -â (elif harfiyle uzatma) veya -mâ gibi ahenkli seslerle biter. ‘عِلْمًا’ (ilmâ) kelimesi de bu genel ses akışına mükemmel bir uyum sağlar.
7.
TEMATİK BÜTÜNLÜK (Deliller silsilesi) Nazmın mana bütünlüğü
Açıklama:
Konunun kesintisiz
devamı
Yeryüzü → bitki → çift → gök → ay → güneş.
(YâSîn, 36/33–40)
Surelerdeki konu birliği
Zincirleme izlekyaratılış delilleri.
Bu ayetler, dağınık gibi görünen farklı doğa olaylarını (yeryüzünün ölü halden diriltilmesi, bitkiler, eşler halinde yaratılma, gece/gündüz döngüsü, Güneş ve Ay’ın yörüngeleri) tek bir ana tema etrafında birleştirir: Yüce Allah’ın mutlak yaratma gücü, varlığı, birliği ve özellikle ölümden sonra yeniden diriltilişin (haşr) mümkün ve gerçek olduğuna dair evrensel kanıtlar teması.
8.
TIBÂK
(Karşıtlık)
Nazmın ses
ve anlam
simetrisi
Açıklama:
Zıtların
yan yana
gelmesi
وَالسَّمَاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ
Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu.
(Rahman, 55/7)
Rafea’ (yukarı) + ‘vazaa’ (aşağı) → denge vurgusu
Rafea ve Vazaa kelimeleri arasındaki Tıbâk (zıtlık sanatı), hem fiziksel evrenin hassas dengesine hem de insanların uyması gereken ahlâkî adalet dengesine yapılan güçlü bir vurgudur. Takip eden 8’nci ve 9’uncu ayetler bu dengeyi açıkça ortaya koyar:
Sakın dengeyi (ölçüyü) bozmayın. Ölçüyü adaletle tutun ve teraziyi eksik tutmayın.’ (Rahman, 55/8-9)
9.
FONETİK SİMETRİ
(Eşitlik)
Nazmın
ses ve
anlam
simetrisi
Açıklama:
Kelime ve ayetlerin yapılarındaki simetri
تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ وَتَبَّ ۝ مَا أَغْنَىٰ عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَ ۝ سَيَصْلَىٰ نَارًا ذَاتَ لَهَبٍ ۝ وَامْرَأَتُهُ حَمَّالَةَ الْحَطَبِ ۝ فِي جِيدِهَا حَبْلٌ مِّن مَّسَدٍ
Ebu Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, alevli bir ateşte yanacak. Odun taşıyıcı olarak ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde karısı da (ateşe girecek).’
(Tebbet, 111/1–5)
Surenin genelinde, ‘kalın’ müsta’liye harfleri ve şedde (sertleştirme) işaretleri yoğun olarak kullanılmıştır. Ayet sonlarındaki uyum (fasılalar), surenin akılda kalıcılığını ve ritmini sağlamaktadır. Surenin yapısı, dairesel bir simetri (ring kompozisyonu) barındırmaktadır. Surede, 2’nci ayet (mal varlığı) ile 4’üncü ayet (karısı) ve 3’üncü ayet (ateş) ile 5’inci ayet (ip) arasında bir denklik ve simetri görülmektedir. Tebbet Suresi’ndeki ‘fonetik simetri’, kelimelerin sert seslerle seçilmesi, ayet sonlarındaki ritmik uyum ve 5’inci ayetteki bilinçli ses değişimiyle, surenin mesajını işitsel ve yapısal olarak mükemmel bir bütünlük içinde sunmaktadır.
10.
TENÂSÜP (Münâsebâtü’l-Âyât ve’s-Suver)
Uyum
Açıklama:
Anlamsal
ve sesli
uyum
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَٰذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ
Ant olsun ki biz, bu Kur’ân’da insanlar için her türlü misali (açıklamayı) tekrar tekrar verdik.
Ayet-i kerimenin bu ilk kısmı ile daha sonra gelen kısım arasında çok güçlü bir tenasüp vardır:
وَكَانَ الْإِنْسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا
Oysa insan, tartışmaya en çok meyilli olandır.
(Kehf, 18/54)
Sarrrafnâ’ + ‘min külli mesel’ → çeşitlendirme teması.
Cenâb-ı Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Kur’ân’da her türlü misali ‘tekrar tekrar açıkladığını’ (صَرَّفْنَا) beyan buyurmaktadır. ‘Tasrif’ (tekrar etme, çeşitlendirme) eylemi, insanların anlaması için gösterilen yüksek iradeyi vurgulamaktadır. Buna rağmen insanın ‘tartışmacı’ (جدلًا) olması, ayetin ilk kısmı ile tezat oluşturur ve bu tezat, anlatımın gücünü artırır. İnsan, kendisine bunca delil sunulmasına rağmen, nankörlük edip tartışmaya devam eder. Bu iki durum arasında derin bir anlam uyumu (tenasüp) vardır.
11.
CİNÂS
(Ses benzerliği) Nazmın
ses ve
anlam
simetrisi
Açıklama:
Farklı manada aynı ya da
benzer ses
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُقْسِمُ الْمُجْرِمُونَ مَا لَبِثُوا غَيْرَ سَاعَةٍ
Kıyamet (saat) koptuğunda, suçlular (dünyada) bir saatten (bir anlık süreden) başka kalmadıklarına dair yemin ederler.
(Rum, 30/55)
Bu ayetteki cinas şöyledir:
السَّاعَةُ (es-Sâ’ah):
İlk geçtiği yerdeki anlamı ‘Kıyamet Günü’dür (büyük zaman dilimi).
سَاعَةٍ (Sâ’ah):
İkinci geçtiği yerdeki anlamı, ‘anlık süre, bir saatlik zaman dilimi’ gibi anlamlardır (küçük zaman dilimi).
Yazılışları ve okunuşları neredeyse aynıdır, ancak anlamları tamamen farklıdır.
12.
DELALETÜ’L-İKTİZA (Gereklilik) Nazmın
îcâz ve
beyan
boyutu
Açıklama:
Gereklilik
yoluyla anlama
وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْرًا
Onun (çocuğun) anne karnında taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer.
(Ahkâf, 46/15)
وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ
Anneler çocuklarını tam iki yıl (yirmi dört ay) emzirirler.
(Bakara, 2/233)
Birinci Ayet:
Hamilelik + Emzirme süresi = 30 ay.
İkinci Ayet:
Emzirme süresi (tam) = 24 ay.
Bu iki ayetin hükmünün de doğru ve geçerli olabilmesi için matematiksel bir gereklilik (iktiza) ortaya çıkar:
30 ay (toplam süre) – 24 ay (emzirme süresi) = 6 ay (minimum hamilelik süresi).
Kur’an lafzında (metinde) ‘minimum hamilelik süresi altı aydır’ diye bir ifade geçmez. Ancak, her iki ayetteki hükümlerin birbiriyle çelişmeden uygulanabilmesi için, bu ‘altı ay’ anlamının zorunlu olarak metinden çıkarılması gerekir. Bu, metnin gerektirdiği (iktiza ettiği) zımni bir anlamdır.
13.
ÎCÂZ
(Kısa ama çok anlam)
Nazmın
îcâz ve
beyan
boyutu
Açıklama:
Az kelimeyle
çok mana
اَلرَّحْمٰنُ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ خَلَقَ الْاِنْسَانَ عَلَّمَهُ الْبَيَانَ
Rahman. Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı öğretti.
(Rahman, 55/1-4)
Yaratıcı → vahiy → insan → dil
Sadece dört kısa ayetle, Yüce Allah’ın varlığı ve temel sıfatları, vahyin kaynağı, insanın yaratılışı ve insanın temel yetenekleri gibi devasa teolojik konular özetlenmiştir. Bu dört ayet, İslam teolojisini (ilahiyatını) sadece birkaç kelimeyle (îcâz sanatı ile) izah eder.
14.
HÜSN-İ İHTİTÂM
(Güzel durak) Nazmın
îcâz ve
beyan
boyutu
Açıklama:
Ayetin
en uygun
şekilde
bitmesi
وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
O, çok yücedir, çok büyüktür.
Âyet el-Kürsî
(Bakara, 2/255)
Âyet el-Kürsî, baştan sona Yüce Allah’ın eşsiz sıfatlarını, evrendeki mutlak egemenliğini ve kudretini anlatır. Âyet el-Kürsî’nin muazzam akışı, ‘el-Aliyy’ (En Yüce) ve ‘el-Azîm’ (En Azametli / En Büyük) isimleriyle biter. Bu iki isim, ayette anlatılan tüm o yücelik, kudret ve egemenlik sıfatlarını kapsayıcı bir özet sunar. Ayetin başından sonuna kadar anlatılan yüceliğin, azametin ve büyüklüğün Allah’a ait olduğu vurgulanmış olur. Zirve isimlerle bitiş → doruk hissi verir.
15.
TAVZİH (Açıklama)
Nazmın
îcâz ve
beyan
boyutu
Açıklama:
Bir cümlenin kendinden
önce geçen bir
unsuru
açıklaması
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ ۝ وَمَا أَدْرَاكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ ۝ لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِّنْ أَلْفِ شَهْرٍ
Şüphesiz biz onu (Kur’an’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sana ne bildirdi? Kadir Gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.
(Kadr, 97/1-3)
‘Kur’ân’ın Kadir Gecesinde indirilmesi’ → ‘Kadir Gecesi’nin ne olduğu sorusu’ → açıklama.
16.
İSTİDRÂK (Düzeltme) Nazmın
îcâz ve
beyan
boyutu
Açıklama:
Yanlış
anlamayı düzeltme
وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِ
Fitne, katlden de büyüktür.
(Bakara, 2/217)
Fitne’ hali, ‘katl’ ile eşit ya da daha önemsiz sanılabilir. → Halbuki, ‘fitne, katlden de büyüktür.’ → Düzeltilir.
17.
İBTİDÂ
(Başlangıç)
Nazmın
îcâz ve
beyan
boyutu
Açıklama:
Konunun en uygun yerden başlaması
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ الْقَصَصِ
Sana, kıssaların en güzelini anlatıyoruz.
(Yusuf, 12/3)
En güzel kıssa’ → en uygun giriş
Sure, kıssaya geçmeden hemen önce, anlatılacak olanın sıradan bir hikaye değil, ‘kıssaların en güzeli’ (ahsenel-kasas) olduğunu belirterek başlar. Bu başlangıç, dinleyenin / okuyanın dikkatini anında çeker ve anlatılacak hikayeye karşı büyük bir merak ve beklenti oluşturur.
18.
İLTİFÂT
(Hitap
değişimi)
Açıklama:
Üçüncü şahıstan ikinciye, tekilden çoğula ani geçiş
اَفَحَسِبْتُمْ اَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَاَنَّكُمْ اِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَرٖيمِ
Yoksa siz, bizim sizi boş yere yarattığımızı ve bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?
(Müminun, 23/115)
Siz’den ‘Biz’e geçiş, ilâhî hitabın doğrudan kalbe inmesidir. Nazma katkısı: Duygusal ritim + mana derinliği + dinleyici katılımı.
19.
MÜBÂLÂĞA-İ MÂNİ‘A
(Yüksek vurguyla imkânsızlığı
ispat)
Açıklama:
Abartı yoluyla kesin delil
getirme
وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فٖى سِتَّةِ اَيَّامٍ وَمَا مَسَّنَا مِنْ لُغُوبٍ
Ant olsun biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık ve bize bir yorgunluk da dokunmadı.
(Kâf, 50/38)
Kelimelerin en uç noktada dizilmesi, mantıki kapanış sağlar. Ayette, ‘Bize yorulma dokunmadı..’ denilerek, mübâlâğa ile ret yapılır. → ‘Yorulmak’ fiili bile O’na isnat edilemez anlamı ile, konu kesin bir şekilde kapatılır.
20.
ANLAM VE LAFIZ TEKRARI (Tekrir ve teradüf / müteaddidü’l-vücûh)
Açıklama:
Mesajın, hükmün veya uyarının önemini vurgulama
فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
(Rahman, 55/13. ayet ve devamı)
Aynı kelime / mana, farklı bağlamda yeni bir ışıkla geri gelir. Ayetlerdeki tekrar rastgele değil, kademeli şekilde istenilen anlamı güçlendirmek ve derinleştirmek içindir. Rahman Suresi’ndeki tekrarlar, bağlamın değişmesiyle her seferinde yeni bir anlam derinliği ve vurgu kazanır. Özellikle kıssaların farklı surelerde farklı üsluplarla tekrar edilmesi, konunun farklı yönlerine dikkat çekmek içindir.

Bu 20 kural, rastgele değil, sistematiktir. Kur’ân’da her sure ve her ayet, bu kuralların birkaçını aynı anda barındırır. 1447 yıldır hiçbir edip, bu 20 kuralı aynı anda bırakınız bir sahifede, bir metinde bile toplayamamıştır.

Kur’ân, soyut kavramları ve metafizik konuları, insanların daha iyi idrak edebilmesi için somut temsiller ve meseller (örneklemeler) yoluyla anlatır. Bu, figüratif dilin doğrudan kullanımıdır. İmgelem ise, metni okuyan veya dinleyen kişinin zihninde gerçekleşen bir süreçtir. Kur’ân’daki güçlü ve edebi anlatım, okuyucunun veya dinleyicinin zihninde, o anlama uygun canlı görüntüler ve sahneler (imgelemeler) yaratma potansiyeline sahiptir

Kur’ân-ı Kerîm’in hitap gücünün temel taşlarından biri, figüratif dil kullanarak zihinde canlı ve etkili imgeler oluşturması, bunları değiştirmesi ve aralarında yeni bağlantılar kurmasıdır. Figüratif dil, soyut kavramları somutlaştırarak, muhatabın zihinsel ve duygusal katılımını artırır. Bu durum, Kur’ân’ın mesajını daha etkili ve evrensel kılar.

Kur’ân-ı Kerîm, ‘doğa’ ve ‘insan’ figürlerini yoğun şekilde kullanarak, soyut kavramların insan zihninde somut ve evrensel imgelere dönüşmesini sağlar. Su, ateş ve gök gibi doğal unsurlar, Kur’ân’da figüratif sembollerdir ve hitap itibarı ile güçlü bir etki üretirler.

‘Doğa’ unsurları, muhatabın günlük deneyimlerine hitap ederek, teolojik ve ahlâkî mesajları daha erişilebilir kılar. ‘İnsan’ unsurları ise, bireysel ve toplumsal durumları yansıtır. Bu figüratif dil, belâgat ilminin beyan (açıklama sanatı) dalıyla bağlantılıdır ve Kur’ân’ın mucizevi niteliğini (iʿcâz) pekiştirir.

Bu bölüm, ‘su, ateş, gök’ gibi doğa unsurları ile, ‘insan’ unsurlarının kullanımını örneklemekte ve bu kullanımın hitaptaki etkilerini incelemektedir. Bu unsurların kullanılması, duygusal etki, mantıksal argüman ve estetik boyutlarıyla Kur’ân’ın evrensel hitabını güçlendirmektedir.

Kur’ân’ın nazmı, kelimeleri öyle dizer ki, adeta gözler görür, kulaklar duyar, kalpleri titretir.

Su, Kur’ân’da hayat, saflık, bereket ve hidayet sembolü olarak sıkça kullanılır. Bu, hem fiziksel hem manevi anlamlar taşır. Su unsuru, muhatabın çevresel deneyimine dayanır ve belâgat açısından görsel bir etki yaratır.

Allah, gökten bir su indirmiş ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmiştir. Kuşkusuz bunda, işiten bir toplum için ibret vardır.’ (Nahl, 16/65)

Yağmur, ilahi rahmet ve hidayete, yeryüzünün ölümünden sonra diriltilmesi, insan kalbinde iman ışığının yanmasına işaret eder. Bu istiare, mantık temelli bir argüman sunar. Doğal bir olay (yağmur), manevi bir gerçeği (imanı) somutlaştırır.

Su unsuru, Kur’ân’ın çevresel bağlama uygunluğunu gösterir. Su, hayatın temelidir ve muhatap için güçlü bir semboldür. Hitaptaki etkisi, hem duygusal (Cennet arzusu) hem entelektüel (tevhid delili) düzeydedir. Kur’ân, bu evrenselliği manevi bir çerçeveye oturtmuştur.

‘Ateş’ unsuru, Kur’ân’da genellikle ‘azap, Cehennem ve ilahi adaleti’ ihtar için kullanılır. Bu, muhatapta korku ve ibret uyandırır. Ateş unsuru, hem fiziksel hem metafizik anlamlar taşır.

Onu (İbrahim’i) yakın! Böylece tanrılarınıza yardım edin!’ dediler. Ama Biz, ‘Ey ateş! İbrahim için serinlikli ve esenlikli ol!’ dedik.’ (Enbiya, 21/68-69)

Ateş, burada azap unsuruyken, ilahi müdahaleyle serinliğe dönüşür. Bu, Yüce Allah’ın kudretini vurgular ve mantık temelli tevhid argümanı sunar. Muhatapta hayranlık ve güven uyandırır.

Ateş unsurunun diğer zıt unsurlarla kullanılması (Cennet / Cehennem; ateş / serinlik) Kur’ân’ın hitap stratejisini yansıtır. Ateş, hem tehdit hem ısı kaynağı olarak bütün insanlar için tanıdıktır. Bu, muhatabın duygusal tepkisini güçlendirir. Kur’ân, bu imgeyi ilahi adaletle bağdaştırır.

Gök, Kur’ân’da ilahi kudret, evrensellik ve tefekkür sembolüdür. Genişlik ve yücelik imgeleriyle muhatabı hayranlığa sevk eder. Gök, hem fiziksel hem metafizik bir mekân olarak zikredilir.

Göğü kendi ellerimizle kuran biziz ve onu genişleten de biziz.’ (Zâriyât, 51/47)

‘Gök’ burada, Yüce Allah’ın yaratıcı gücünü temsil eder. ‘Genişletme’, evrenin dinamizmini ifade eder. Bu, mantık temelli bir tevhid delili sunar ve muhatabı evrenin ihtişamına hayran bırakır.

Gök yarıldığında, yıldızlar dağıldığında..’ (İnfitâr, 82/1-2)

Bu ayet, kıyamet sahnesini gök ile beraber zikreder. ‘Yarıldığında..’ fiili, dramatik bir etki yaratır ve duygusal olarak korku uyandırır. Gök yarılması, burada evrensel bir çöküşün habercisidir.

‘Gök’ unsuru, Kur’ân’ın evrensel hitabını güçlendirir. Gökyüzü, her toplumun ortak deneyimidir ve tefekkürü teşvik eder. Gök, hem ilahi kudreti (tevhid) hem de ahiret bilincini vurgular. Modern bilimsel bağlamda, ‘genişletmekteyiz..’ beyanı, evrenin genişlemesiyle ilişkilendirilir. Bu da Kur’ân’ın iʿcâzına çağdaş bir yorum katar.

İnsan unsuru, Kur’ân’da bireysel ve toplumsal durumları yansıtır. Genellikle ‘kalp, göz ve el’ gibi azalar zikredilir. Bu, muhatabın kendi varlığıyla bağlantı kurmasını sağlar.

Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerine de bir perde çekilmiştir. Onlar için büyük bir azap vardır.’ (Bakara, 2/7)

Kalp’, iman ve anlayış merkezi olarak kullanılır. ‘Mühürleme’, manevi körlüğü ifade eder. Bu, muhatapta pişmanlık ve korku uyandırır.

Kalplerinin üzerine, onu (Kur’ân’ı) anlamalarına engel olacak perdeler, kulaklarına da (işitmelerine engel olacak) ağırlık koyarız. Kur’an’da Rabbini bir olarak zikrettiğin vakit, nefretle geriye dönerler.’ (İsrâ, 17/46)

Kalp’ ve ‘kulak’, algı organları olarak, iman veya küfür mahallini simgeler. ‘Perde’, reddedişin sembolüdür. Bu imge, muhatabı kendi manevi durumunu sorgulamaya iter.

İnsan unsuru, Kur’ân’ın bireysel psikolojiye hitap ettiğini gösterir. Azalar, içsel durumların dışa vurumudur. Bu imgeler, muhatabı kendi ahlâkî sorumluluğuyla yüzleştirir ve mantık temelli bir argüman sunar.

DalTanımTeşbih ile İlişkisi
MEʿÂNÎCümlenin duruma uygunluğu, lafız-anlam uyumu, hitabın muhataba göre ayarlanması.Teşbih, anlamı güçlendirmek ve muhatabın idrak seviyesine indirmek için kullanılır.
BEYÂNAnlamın açıkça ifade edilmesi, teşbih, istiare, kinaye gibi imgelerle zenginleştirilmesi.Teşbih, beyânın temel yapı taşlarından biridir. Dört unsurlu (müşebbeh, müşebbehün bih, vech-i şebeh, edât) bir söz sanatıdır.
BEDÎʿLafzın süslenmesi, cinas, seciʿ, tevriye gibi lafız sanatları.Teşbih, manevî bedîʿ (anlam süsleme) kategorisindedir, bazen de lafız süsüyle birleşir (ör. seciʿ ile).

‘Meʿânî’, lafzın muhataba ve duruma uygunluğunu inceler. Teşbih, burada anlamı pekiştirme, idrake indirme, ikna etme aracıdır.

A. Muhataplarına Göre Teşbih

Muhatap ve
Teşbih Türü
AmaçÖrnek
Cahil Kimseler /
Somut, duyusal benzetmeler
(ateş, su, hayvan)
Zihinde canlandırmaفَهِيَ كَالْحِجَارَةِ أَوْ أَشَدُّ قَسْوَةً
Şimdi o (kalp), taş gibi, yahut daha da katıdır..
(Bakara, 2/74)
Yahudiler /
Tevrat’tan imgeler
(Tevrat, nur, er-rabbâniyyûn, el-ahbâr)
Tanıdıklık hissiاِنَّا اَنْزَلْنَا التَّوْرٰیةَ فٖيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذٖينَ اَسْلَمُوا لِلَّذٖينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَلْاَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللّٰهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَاءَ
Hiç şüphesiz Biz Tevrat’ı da indirdik. Onda hidâyet ve nur vardır. Kendilerini (Allah’a) teslim etmiş peygamberler ona dayanarak Yahudilere hüküm verirlerdi. Allah’ın kitabını korumaları Rabbanîlerin ve ahbârın da göreviydi. Çünkü bunlar da (Tevrat’taki hükümlerin doğru olduğuna) şahitlerdi.
(Maide, 5/44)
Müşrikler /
Putlar → örümcek ağı
Zayıflığı göstermeمَثَلُ الَّذٖينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِ اِتَّخَذَتْ بَيْتًا وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi!
(Ankebut, 29/41)

B. Türlerine Göre Teşbih

TürTanımKur’ân Örneği
1.
TEŞBİH-İ BELÎĞ
Teşbih-i beliğde, benzetme edatı ve benzetme yönü gizlenir. Benzeyen ile kendisine benzetilen tamamen aynı kabul edilir.اِعْلَمُوا اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزٖينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِى الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ
Biliniz ki dünya hayatı, ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olma yarışından ibarettir..
(Hadîd, 57/20)
Bu ayet-i kerimede, dünya hayatı için peş peşe beş farklı teşbih-i beliğ yapılmıştır. Dünya hayatının kendisi doğrudan şu kavramların aynısı gibi sunulmuştur:
1. Oyun (Le’b): Dünya hayatının anlamsızlığına ve geçiciliğine işaret eder.
2. Eğlence (Lehv): Oyalayıcı ve asıl amaçtan uzaklaştırıcı olduğuna işaret eder.
3. Süs (Zînet): Dışının çekici, içinin ise boş olduğuna işaret eder.
4. Övünme (Tefâhur): İnsanların boş şeylerle birbirine karşı üstünlük taslamasına işaret eder.
5. Mal ve evlat çokluğu: Geçici ve aldatıcı mal varlığına işaret eder. Bu ayet-i kerimede, benzetme edatı (gibi, benzer) edatları kullanılmadan, dünya hayatının mahiyeti çarpıcı ve kesin bir dille ortaya konuğu için teşbih-i beliğ sanatının Kur’ân’daki etkili örneklerindendir.
2.
TEŞBİH-İ MÜCMEL
Teşbih-i mücmel (özet benzetme), belagat ilminde benzetme edatının (gibi, kadar, sanki, misali) kullanıldığı, ancak benzetme yönünün (vech-i şebeh) belirtilmediği benzetme türüdür.
Formülü şöyledir: Benzetilen + Benzetme Edatı + Kendisine Benzetilen.Benzetme yönü’ yoktur.
ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً
Sonra, bunun arkasından yine kalpleriniz katılaştı. Şimdi o, taş gibi, yahut daha da katıdır.
(Bakara, 2/74)
Bu ayet-i kerimedeki benzetme şu şekildedir:
1. Benzetilen (Müşebbeh): Kalpler (قُلُوبُكُم)
2. Benzetme Edatı (Edat-ı Teşbih):Gibi..’ (كَ)
3. Kendisine Benzetilen (Müşebbehün bih): Taş (الْحِجَارَةِ)
4. Benzetme Yönü (Vech-i Şebeh): Ayette açıkça ‘katılıkları bakımından..’ veya ‘sertlikleri bakımından’ gibi bir cümle kullanılmamıştır. Ancak ‘taş gibi..’ denildiğinde, okuyucu hemen söz konusu edilen kalplerin, ‘katılık, sertlik, yumuşamama, nasihat kabul etmeme’ gibi özelliklerini zihninde canlandırır. Benzetme yönü zikredilmediği (mücmel bırakıldığı) için, bu bir teşbih-i mücmeldir ve kalplerin katılığını vurgulamada son derece güçlü bir etki yaratmaktadır.
3.
TEŞBİH-İ MUFASSAL
Tüm unsurlar açıkça belirtilir.مَثَلُ الَّذٖينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فٖى كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍ وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَاءُ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَلٖيمٌ
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başağında yüz tane bulunan bir buğday tanesinin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah’ın lütfu çok geniştir, çok iyi bilendir.
(Bakara, 2/261)
1. Benzeyen (Müşebbeh):
Allah yolunda mal harcayanların durumu.
2. Benzetilen (Müşebbehün bih): Yedi başak bitiren, her başakta yüz tane bulunan bir tohum.
3. Benzetme Edatı (Edat-ı teşbih): ‘Gibi..’ (كَ) harfi.
4. Benzetme Yönü (Vech-i şebeh): Birin yetmişe, yedinin yedi yüze (veya daha fazlasına) katlanması.
4.
TEŞBİH-İ TEMSÎLÎ
Bir olay / durum benzetilir.مَثَلُ الَّذٖينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّٖيحُ فٖى يَوْمٍ عَاصِفٍ لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَیْءٍ ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعٖيدُ
Rablerini inkâr edenlerin yaptıkları işlerin durumu, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir küle benzer. Onlar (kıyamet gününde, dünyada iken) kazandıkları hiçbir şeyi, ellerinde tutamazlar. İşte derin sapıklık budur.
(İbrahim, 14/18)
1. Benzetilen (Müşebbeh):
Rablerini inkâr edenlerin dünyada yaptıkları hayırlı işler, amellerdir.
2. Kendisine Benzetilen (Müşebbehün bih):
Fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu, geriye hiçbir şey bırakmadığı küllerdir.
3. Benzetme Yönü (Vech-i Şebeh):
Bir şeyin zahiren var gibi görünse de (amel veya kül yığını), şiddetli bir etki (kıyamet veya rüzgâr) karşısında tamamen yok olması, dağılması ve hiçbir fayda sağlamamasıdır.
4. Benzetme Edatı (Edat-ı Teşbih):
Ayette geçen ‘كَ’ harfidir. İnkarcılık gibi soyut bir kavram, rüzgarın savurduğu bir kül yığını gibi elle tutulur, somut bir olayla anlatılmıştır.
Ayet (Arapça + Meal) ve Teşbih TürüMüşebbehMüşebbehün BihVech-i ŞebehEdât-ı TeşbihBeyânî Tesir ve Açıklama
الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبَىٰ لَهُمْ وَحُسْنُ مَآبٍ
İman edip salih ameller işleyenlere ne mutlu! Varacakları yer de ne güzeldir.
(Rad, 13/29)
Teşbih-i temsîlî (dolaylı)
Müminlerin durumuTûbâ’ (Cennet’te bir ağaç veya saadet) ve ‘hüsn-ü meâb’ (güzel dönüş yeri)Saadet ve huzurYok (hazf)Mücerret saadeti somut bir ‘ağaç’ ve ‘güzel yurt’ ile tasvir ederek kalbe ferahlık verir, beyânın iknâ gücünü artırır.
مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ ۖ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ
Takva sahiplerine vaat edilen cennetin misali şöyledir: Önünden ırmaklar akar…
(Rad, 13/35)
Teşbih-i temsîlî
CennetAltından ırmaklar akan bahçeBolluk, ferahlık, devamlılıkمَثَلُ’ (misal)Mesel’ edatı ile tam bir tablo çizer. Dünyevî nehirlerle ahiret nimetini karşılaştırarak tefekkürü derinleştirir.
كَمَثَلِ حَبَّةٍ أَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فِي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍ..Bir tek dane gibi ki, yedi başak bitirir. Her başakta yüz dane vardır.
(Bakara, 2/261)
Teşbih-i temsîlî
Sadaka/infakTek bir tohumdan çıkan yedi başakKat kat bereketكَمَثَلِ’ (gibi)Matematiksel çarpanla (1 → 700) bereketi somutlaştırır. İkna ve teşvikte beyanın zirvesidir.
مَثَلُ نُورِهٖ كَمِشْكٰوةٍ فٖيهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ فٖى زُجَاجَةٍ
Allah’ın nuru, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. Lamba bir cam içindedir…
(Nur, 24/35)
Teşbih-i temsîlî (katmanlı)
Allah’ın nuru (hidayet)Kandil → cam → zeytinyağı → yıldızParlaklık, berraklık, süreklilikكَ’ (gibi)Katman katman benzetme (5 unsur) ile soyut hidayeti duyularla algılanır hale getirir. Beyanın estetik zirvesidir.
وَالَّذٖينَ كَفَرُوا اَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِقٖيعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْاٰنُ مَاءً
Kâfirlerin amelleri, ıssız çöldeki serap gibidir. Susamış kimse onu su sanır…
(Nur, 24/39)
Teşbih-i beliğ
Kâfirlerin amelleriSerap (çöldeki yanılsama)Aldatıcılık, boşlukكَ’ (gibi)Vech-i şebeh hazfedilmiş. Serabın susuzluğu artırması gibi, yanlış işlerin ahirette faydasızlığını veciz şekilde ifade eder.
أَوْ كَظُلُمَاتٍ فِي بَحْرٍ لُجِّيٍّ يَغْشَاهُ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِهِ مَوْجٌ
Yahut engin bir denizdeki karanlıklar gibidir. Üstünü dalga kaplar, onun üstünü başka dalga…
(Nur, 24/40)
Teşbih-i temsîlî (katmanlı)
Kâfirlerin durumuKat kat karanlıklı fırtınalı denizKorku, boğulma, çıkışsızlıkكَ’ (gibi)Üç katman (karanlıkdalgabulut) ile küfrün dehşetini duyusal bir tabloya döker. Korkuyu ve uyarıyı maksimize eder.

Teşbih, anlamı süsler. Bazen lafız sanatlarıyla birleşir:

Birleşen SanatÖrnekAçıklama
1.
SECİʿ
كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا
..Ciltler dolusu kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir..
(Cuma, 62/5)
Himâr’ ve ‘esfâr’ kelimelerinde ses uyumu vardır.
2.
TIBÂK (tezat/zıtlık)
اَوَ مَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشٖى بِهٖ فِى النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِى الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَا
Ölü iken dirilttiğimiz, insanlar arasında yürümesi için kendine bir ışık verdiğimiz kimse ile, karanlıklar içinde kalıp, oradan çıkamayacak olan kimse bir olur mu?
(En’âm, 6/122)
Tıbâk sanatı, bir ayet içinde, anlamca birbirine zıt iki kelimenin bir arada kullanılmasıdır. Bu ayette birden fazla zıtlık çifti (tıbâk) bulunmaktadır: ‘Ölümihya’ ve ‘karanlıkışık’ zıtlıkları gibi. Bu zıtlıklar, ayetteki manevi durumu (iman ile küfür arasındaki farkı), daha vurgulu, etkili ve çarpıcı bir şekilde ifade etmek için kullanılmıştır.
3.
TEŞBİH-İ MÜREKKEP
مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِى اسْتَوْقَدَ نَارًا فَلَمَّا اَضَاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فٖى ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ
Onların (münafıkların) durumu, ateş yakmak isteyen kimsenin durumu gibidir. Ancak ateş etrafını aydınlattığında, Allah onların ışıklarını giderir, kendilerini karanlıklar içinde bırakır. Artık göremezler.’ (Bakara, 2/17)
1. Benzetilen (Müşebbeh):
İçinde bulundukları durumdur. Münafıklar, başlangıçta İslam’ı kabul etmiş görünerek dünyevi bazı faydalar (güvenlik, ganimet vb.) elde ederler. Bu, geçici bir aydınlanma halidir. Ancak kalplerinde iman olmadığı için bu durum kalıcı değildir ve ahirette imansızlık karanlığı içinde kalacaklardır.
2. Kendisine Benzetilen (Müşebbehün bih):
Canlı bir sahne veya tablo halindedir. Bir adamın karanlıkta yolunu bulmak için ateş yakması, ateşin etrafını kısa bir süreliğine aydınlatması, ardından ateşin sönmesiyle veya ışığın alınmasıyla adamın zifiri karanlıkta, şaşkın ve yolunu kaybetmiş bir halde kalmasının tasvir edilmesidir. Birden fazla teşbih unsuru (ateş, aydınlık, ışık, karanlık) bulunmaktadır.
İʿcâz TürüTeşbih ÖrneğiAçıklama
1.
LAFZÎ İʿCÂZ
وَقٖيلَ يَا اَرْضُ ابْلَعٖى مَاءَكِ وَيَا سَمَاءُ اَقْلِعٖى وَغٖيضَ الْمَاءُ وَقُضِىَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِىِّ وَقٖيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمٖينَ
Şöyle denildi: Ey yer, suyunu yut! Ey gök, suyunu tut! Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî’ye oturdu. O zalimler topluluğuna da (rahmetten) uzak olsunlar denildi.
(Hud, 11/44)
Lafzî iʿcâz, Kur’ân nazmının (söz diziminin) ve ifadesinin mükemmelliğini gösterir. Bu stil, şairlerin şiirlerine, hatiplerin hitabetlerine ve en usta edebiyatçıların eserlerine meydan okuyan, beşer üstü bir dil kullanımıdır. Cansız harfleri ve kelimeleri bir araya getirerek, hem akıllara hem de kalplere aynı anda hitap eden, ahenkli, anlamlı ve etkileyici bir yapı oluşturulmasıdır.
Lafzî iʿcâz şu yönleri içerir:
1. Fesahat ve Belagat:
Kelimelerin en uygun yerde, en güzel anlamı ifade edecek şekilde seçilmesidir.
2. Nazmın Mükemmelliği:
Cümlelerin gramer açısından kusursuz, akışkan ve ahenkli olmasıdır.
3. Ses Uyumu (Ahenk):
Ayet sonlarındaki fasılalar, kelimeler arasındaki müzikalite ve ritimdir.
4. İhtisar (Özlülük):
Az sözle çok mana ifade etme gücüdür. Bu ayet, Hz. Nuh (as) Tufanı’nın sonlanma anını anlatmaktadır.
Ayet-i kerimenin lafzi gücü ve iʿcâzı şu hususlarla ilgilidir:
1. Emir Kipleriyle Hâkimiyet:
Yüce Allah’ın evrene doğrudan emirler vermesi (yut!, tut!). Bu emirler, evrenin Yüce Allah’ın mutlak kontrolünde olduğunu gösteren muazzam bir haşmet içerir.
2. Kelimelerin Kusursuz Seçimi:
Yer suyunu yuttu..’ ifadesi, suyun anında ve şiddetle toprağın içine çekildiğini, adeta emildiğini, ‘Gök suyunu tuttu..’ ifadesi ise yağmurun bıçak gibi kesildiğini canlı bir şekilde tasvir eder.
3. İhtisar (Özlülük):
Sadece birkaç kelimeyle, devasa bir doğa olayının başlangıcı, sonu ve sonucu (suyun çekilmesi, işin bitirilmesi, geminin karaya oturması) anlatılmıştır. Normalde ciltler dolusu kitaplarla anlatılabilecek bir süreç, bu kısa ve ahenkli cümlelerle özetlenmiştir.
4. Ahenk ve Ritim:
Ayetin Arapça orijinalindeki ses uyumu ve art arda gelen kısa emir cümlelerinin oluşturduğu ritim, dinleyeni derinden etkiler ve olayın ciddiyetini hissettirir. Bu ayet, hem lafızların gücü hem de anlamın derinliği açısından Kur’ân’ın diğer ayetlerinde de olduğu gibi, benzersizliği ortaya koyan en çarpıcı örneklerden biridir.
2.
MANEVÎ İʿCÂZ
بِسْــــــــــــــــــــــــمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ (1) قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ (2) اللَّهُ الصَّمَدُ (لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ (3 (4) وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌDe ki: O Allah Ehad’dir (birdir). Allah Samed’dir (hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey kendisine muhtaçtır). Doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O’nun dengi değildir.
(İhlas, 112/1-4)
Manevî iʿcâz, Kur’ân’ın sadece lafız (söz) güzelliği ve edebi sanatlar (belâgat) açısından değil, aynı zamanda taşıdığı mesajların derinliği, doğruluğu, tutarlılığı ve insan hayatına yön verici gücü bakımından da erişilemez ve eşsiz olmasıdır. Bu iʿcâz türü şu yönleri kapsar:
1. Ahlâkî Yükseklik:
Kur’ân’ın sunduğu ‘adalet, merhamet, dürüstlük’ gibi evrensel ahlâk kurallarının mükemmelliğidir.
2. İnsan Fıtratına Uygunluk:
İnsan ruhunun derinliklerine hitap etmesi, fıtrata uygun çözümler sunması ve kalpleri tatmin etmesidir.
3. Medeniyet Kuruculuk:
Geldiği dönemden itibaren toplumsal dönüşümü sağlaması, cahiliye toplumundan yüksek ahlâklı bir medeniyet inşa etmesidir.
4. Gaybî Haberler:
Geleceğe veya geçmişe dair verdiği ve sonradan doğrulanan haberlerdir. İʿcâz-ı Gaybî olarak da adlandırılır, ancak manevi etki yaratmaktadır.
5. Tevhid Mesajı:
Yüce Allah’ın birliği inancını, sarsılmaz delillerle ve en saf haliyle sunmasıdır. Bu sure, tevhidi (Yüce Allah’ın varlığı ve birliğini) en saf, en mutlak ve en kapsamlı haliyle, sadece dört kısa ayette ortaya koymaktadır. İnsanlığın tarih boyunca içine düştüğü politeizm (çok tanrıcılık), teslis (üçleme) gibi inanç karmaşalarını kökünden reddetmektedir. Yüce Allah tasavvurunu, her türlü eksiklikten ve beşeri özellikten arındırmaktadır. Bu kadar kısa bir metinle, felsefi derinliği çok yüksek, müthiş derecede evrensel, çok köklü ve kalıcı bir inanç esasını koymuş olması, Kur’ân’ın manevi iʿcâzının zirvelerinden biridir.
3.
TASVİRÎ İʿCÂZ
(Edebi mucizevi anlatım)
كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ
‘(Kasırga) İnsanları köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu.
(Kamer, 54/20)
Kur’ân’daki bu ayette, kelimelerle öylesine canlı, etkileyici ve gerçekçi bir tablo çizilmektedir ki, okuyan veya dinleyen kişi, olayı adeta gözünün önünde canlandırmaktadır.
Ayetteki Tasvirî İʿcâz’ın Unsurları:
1. Hareket ve Şiddet:
Ayette anlatılan olay, Âd kavminin helakidir. Kasırganın (boranın) insanları nasıl etkilediği tasvir edilmektedir. Fırtınanın hızı, şiddeti ve insanların bu tayfun karşısındaki çaresizliği vurgulanır.
2. Somut Benzetme (Teşbih):
Ayette, insanların, sanki köklerinden sökülmüş, devrilmiş, içi boş ve cansız ‘hurma kütükleri’ (a’câzü nahlin) gibi yerlerinden fırlatılıp atılması benzetmesi kullanılmıştır.
3. Görsel Etki:
Bu benzetme, sadece fiziksel bir durumu değil, aynı zamanda olayın dehşetini, insanların aşağılık durumlarını ayrıntılı bir görsellikle aktarmaktadır. Normalde ayakta ve sağlamca duran insanların cansız kütükler gibi savrulmaları, zıtlıkların çarpıcılığıyla hafızada kalıcı bir izlenim bırakır. Bu ayet, az kelimeyle büyük bir felaketi, hareketli ve dehşet verici bir tablo halinde sunmaktadır.
4.
TESHİRÎ VE GAYBÎ İʿCÂZ
(Kalpleri ve ruhları etkileme, akılları ve zihinleri cezbetme, geleceğe dair bilgiler verme mucizesi)

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتٖى وُعِدَ الْمُتَّقُونَ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ اُكُلُهَا دَائِمٌ وَظِلُّهَا تِلْكَ عُقْبَى الَّذٖينَ اتَّقَوْا وَعُقْبَى الْكَافِرٖينَ النَّارُ

Allah’tan sakınanlara vaat edilen Cennet’in özelliği şöyledir: Önünden ırmaklar akar. Meyveleri ve gölgeleri süreklidir. Allah’tan sakınanların (mutlu) sonu budur. İnkâr edenlerin sonu ise ateştir.
(Ra’d, 13/35)
Ayet-i kerimenin Belagat ve Etki Açısından Analizi:
1. Motivasyon ve Teşvik (Psikolojik Etki):
Ayet, inananları (muttakileri) gelecekteki mükâfatlarla motive ederken, inkâr edenleri de ateşle uyararak korkutmaktadır. Bu, insan psikolojisinde meknuz bulunan ödül-ceza mekanizmasının kullanılarak, davranış değişikliğinin (takva) hedeflenmesi açısından psikolojik bir etki içermektedir. İnsan fıtratındaki ebediyet arzusuna ve acıdan kaçınma isteğine hitap ile psikolojik etki söz konusudur.
2. Somutlaştırma ve Umut (Tasvirî Etki):
Cennetin, ‘önünden ırmaklar akar, meyveleri ve gölgeleri süreklidir..’ şeklinde somut, çekici ve arzulanan bir tablo olarak tasvir edilmesi, müminlerin gönlüne huzur ve umut verir. Bu tasvir, kalpleri cezbetme (teshir) özelliği gösterir.
3. Kesin Hüküm (Gaybî Bilgi):
Ayet, gelecekteki nihai sonucu bir kesinlik ifadesiyle bildirmektedir. ‘Allah’tan sakınanların sonu budur. İnkâr edenlerin sonu ise ateştir.’ Bu, Kur’ân’ın geleceğe dair gaybî bilgiler vermesi yönüne (iʿcâz-ı gaybî) dayanmaktadır. Ayet, insanları psikolojik olarak etkilemekte, motivasyon, umut ve korku vermektedir. Bu durum, Kur’ân’ın genelindeki ikna edici ve kalbe dokunan üslubun bir parçasıdır. Ayetin, insan ruhu üzerindeki derin ve ikna edici tesiri, onun mucizevi yönlerindendir.

Kur’ân, teşbihi ne eksik ne fazla kullanır. Her teşbih, muhatabın zihin dünyasına, dönemin kültürüne, dilin ritmine tam uyar. Ancak şurasını da önemle belirtmeliyiz ki, benzetmenin temelinde mutlaka akla dayalı bir ilginin bulunması esastır. Kur’ân’da akıl dışı, gayr-i mümkin ve mümteniʿ teşbihler / istiareler kesinlikle yoktur. Herhangi bir şairin ‘güneşi durdurdum, yıldızları topladım, vb.!’ akıl dışı sözler söylemesi caiz olabilir. Çünkü söz konusu şairler, şiirlerinde mübalağa yapmaktadırlar, akıl dışı dizeler uydurmaktadırlar ve bunda mazur da saylabilirler. Ama Kur’ân’da bu tür akıl dışı teşbihler kesinlikle yoktur.

Ayet-i kerimelerde, ‘aklen veya tabiaten imkânsız’ benzetmelere asla yer verilmemiştir. Çünkü bu, dinleyende yanlış bir algıya, gerçekte böyle bir şey olabilirmiş gibi bir anlayışa yol açabilir. Kur’ân, bütünüyle ve sadece hakikate dayalıdır, hakikat dışı teşbihlere yer vermemiştir. Dolayısı ile Kur’ân’ın bütün teşbihleri ve istiareleri mümkin kategorisindedir. Aklen ve tabiatta cari ve mümkün benzetmelerdir. Yapmış olduğu benzetmeler, insanlardaki aklî yeteneklere hitap eder. Onlardaki kabiliyetleri uyandırır ve hakikatten bir milim dahi ayrılmaz. Bu, Kur’ân’ın iʿcâzının (eşsizliğinin) en önemli özelliklerinden biridir.

İnşâAllâh, Kur’ân-ı Kerim’in Dil Yapısı: Belâgat, İʿcâz ve Evrensel Hitap III. Kısım ile devam edeceğiz.

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com sayfalarındaki yazı, resim, fotoğraf, grafik, çizim, vs. her türlü görüntü malzemesinin elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması kesinlikle yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.