Musa Kâzım GÜLÇÜR
9 Ekim/2019
“Vur Pençe-i Âlî’deki şemşîr aşkına, Gülbang-ı âsmânı tutan pîr aşkına,
Ey leşker-i müfettihü’l-ebvâb vur bugün, Feth-i mübîni zâmin o tebşîr aşkına,
Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-i hilâl içün, Gelmiş bu şehsüvâr-i cihângîr aşkına,
Düşsün çelengi Rûm’un, eğilsün ser-i Firenk, Vur Türk’ü gönderen yed-i takdîr aşkına,
Son savletinle vur ki açılsın bu surlar, Fecr-i hücûm içindeki tekbîr aşkına,
Yâ Settâr, yâ Cebbâr, yâ Ğaffâr, Yâ Allâh.”
Yahya Kemal BEYATLI
Giriş

Lügatte cihad, düşmanla yaka-paça olmak, söz ve fiili olarak güç ve kuvvetin tümünü ortaya koymaktır. Sabır ile meşakkatlere tahammül etmektir. Malı harcamaktır. Top, tüfek, tank, uçak vb. kendisiyle cihad edilebilecek her şeyle her zaman ve her yerde teröristleri kovalamaktır. Tüm bunlar Kur’an ve Sünnet’te en güzel şekliyle açıklanmıştır.
Cihad, Müslümanın Allâh’a kulluk ve O’nun rızasını temin için İslam esaslarını öğrenme, öğretme, ferdi ve içtimai planda yaşama, yaşanmasına çalışma, İslam’ı tebliğ ve bu hususlarda içte ve dışta karşılaşacağı engelleri aşma konusunda içinde bulunması gereken şuurlu ve sürekli gayret ve aksiyon halini ifade eder.
Cihadı konu edinen ayet-i kerimelerde “iman, hicret, Allâh yolunda mal ve canla cihad” unsurları zikredilmekte ve bu hasletlere sahip bulunanların Allâh ile olan dostluklarına sadık kaldıkları, ebedi mutluluğa ve her şeyin üstünde Allâh rızasına ulaşacakları beyan edilmektedir.
Yüce Allâh, şöyle buyuruyor:
وَجَاهِدُوا فِى اللّٰهِ حَقَّ جِهَادِهٖ
“Allâh yolunda hakkıyla cihad edin.” (Hac, 22/78)
Bu âyet-i kerîme, cihadın yukarıda vermeye çalıştığımız kapsamlı anlamını içermekte, Allâh (cc) kendisiyle cihad edilecek şeyleri müphem bırakmayıp, böylece tüm cihad araç ve gereçlerini bu ayetin kapsamına dahil etmektedir.
“Cihad” kelimesi, “savaş” demektir ve “sırf savunma” anlamına da gelmemektedir. Böyle bir anlam arayışı, İslam’ın evrenselliğine aykırıdır. İslam, Yüce Allâh’ın dinidir ve onun bayrağını dünyanın dört bir yanına -ki dünya Allâh’ın toprağıdır- yaymak Müslümanın temel bir hakkıdır. Bu yayma işlemi ya barışçı yollarla olur, her şeyden önce yapılması gereken budur. Veya anlamıyorlarsa teröristlerin tasfiye edilmesi ve teslim alınmalarıyla olur.
Müsteşriklerin ve daha genel anlamda batılıların cihadın anlamında hata etmelerinde ya da yanıltmalarında garipsenecek bir durum yoktur. Asıl garipsenen şey, onları taklit eden, İslam’ı onlar gibi algılayan, onların bakış açısıyla bakan bazı Müslüman araştırmacı ve yazarların yazarların tavırlarıdır. Bu kimseler, Yahudilere ve Hristiyanlara şirin görünmeye çalışarak, hatta onlara yaranmak için yerlerde sürünerek, adeta Batı’lı bir müsteşrik edasında, “cihad” kelimesinin “savaş” anlamına gelmediğini öne sürmekte, bu kelimedeki “savaş” anlamının asli olmadığını iddia etmektedirler.
Daha da ileri gidip, büyük bir pişkinlikle “cihad” kelimesinin beşyüz kadar anlamından (!) sadece birinin “savaş” manasına geldiğini iddia etmekte, “cihad” kelimesindeki aslî “savaş” anlamını kaydırarak, kök manasından uzaklaştırmaktadırlar. Böylece kendilerini, Kur’ân-ı Kerîm’de ehl-i kitaba yönelik tarif ve tasvir ile özdeşleştirmiş olmaktadırlar. Ayrıca, hemen her fırsatta İslam’ın siyasetle herhangi bir ilgisi olmaması gerektiğini, dinin Yüce Allâh ile kul arasındaki bir muamele olduğunu, dinin dünyevi ve siyasal kanunlar üretmemesi gerektiğini öne sürmekten de hiç geri kalmamaktadırlar.
Ayrıca, düşüncelerinin sözde haklılığına işaret etmek için yine her fırsatta, “Siyasal İslam!” diyerek, İslam’ın bir siyaset vizyonu taşımaması gerektiğine vurgu yapmakta, daha sonra, güç ve şiddet ile ancak düzeltebilecek toplumsal fitne ve kargaşalar ile karşılaştıklarında ise bu defa, “fitne ve fesat odaklarının kökü niçin kurutulmuyor?!” diye yaygara yapmaktadırlar. Hem İslamın siyasal yönünü yok farzetmeleri, hem de siyaset ve güç gerektiren problemler konusunda çaresizce sızlanmaları, bunların ne kadar dar düşünceli olduklarını gösteren açık işaretlerdir. Konu ile ilgili olarak sitede, “İslam’da Siyasal Düşünce, Devlet ve Devlet Başkanının Önemi, Anarşizmin Reddi” başlıklı yazı incelenebilir.
Dinî anlamda savunma, düşmanların bizim ülkemize girmelerini beklememiz değildir. Onları önce barışa davet ederiz. Bunu kabul etmezlerse teslim olmaya davet ederiz. Bunu da kabul etmezlerse onları tasfiye ederiz. Çünkü onlar İslam’ı ve teslim olmayı da kabul etmezlerse, o zaman muharip konumundadırlar. Çoğu zaman bu durum, bizlere karşı silah kaldırıp terörü başlatmaları ile olur.
Cihad, İslam ülkesini ve Müslümanları her türlü tehlike ve saldırılara karşı savunma ve bu konuda, bütün unsurlarla mücadeleye kadar kadar kapsamlı bir anlam taşımakta olup, kalp, dil, el ve silah gibi beşerî aksiyonun ortaya konulduğu her vasıta ile yapılabilmektedir.
Cihad neredeyse İslâm’ın altıncı şartı gibidir. Cihad hükmü, mücadelenin büyüklüğüne göre değişkenlik gösterir. Düşman grubun gücüne bağlı olarak, bir taburumuzun ifa edebileceği durumlarda cihad farz-ı kifayedir. Yine düşman grubun gücüne bağlı olarak, bir taburumuzun gücünün kifayet etmeyeceği veya seferberlik durumlarında bu görev yaygınlık kazanır ve herkesin bu göreve katılması farz-ı ayn olur.
Terörü Elimine Etmenin Faydaları

Yüce Allâh, Kitab-ı Kerîm’inde şöyle buyuruyor:
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْ وَعَسٰى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسٰى اَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
“Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allâh bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 2/216)
Şu anda bir savaş gerçeği, hoş görünmüyor olabilir. Halbuki söz konusu savaş, gelecekte önemli birtakım faydalara sebep olabilecektir. Terörün tasfiyesini terk ederek mücadeleye katılmama, her ne kadar kişiyi öldürülme tehlikesinden veya malını savaş için harcamaktan korusa da, terörün tasfiyesinin terkinde çok daha fazla maddî/manevî zararlar söz konusudur.
Düşman, rahatlık içinde yaşamaya bir temayülünüzün bulunduğunu bildiğinde, yurdunuza yönelir, sizi öldürmeye çalışır, mallarınızı yağmalar. Böyle bir durumda, herhangi bir silâh ve teçhizat hazırlığı yapmamış şekilde, terörle mücadele etmek zorunda kalırsınız. İşin neticesinde ise, meşakkatlerin kat kat fazlasını yüklenme durumu meydana gelir. Bu açıdan bakıldığında terörle mücadele etmek, emniyetin tahakkuk etmesi için önemli bir sebeptir.
Cihâd yapan kimse, Yüce Allâh’a yaklaşma ve ibâdet gayesiyle cihâd eder, doğruluk yoluna girer ve durumunu da bozmazsa, bu kimse için büyük mükâfatlar meydana gelir. Cihâd yapılmazsa, düşmanların, malları yağmalamasından korkulur. Allâh’ın rızasını elde etmek için terörle mücadeleye girişen kimse, Allâh’ın rızasını elde etmek sebebiyle, terör mücadelesinin acılarına katlanmış olur.
Cenab-ı Hakk’ın bu yöndeki emirleri şu şekildedir:
وَقَاتِلُوا فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّٰهَ سَمٖيعٌ عَلٖيمٌ
“Allâh yolunda savaşın ve bilin ki, şüphesiz Allâh işitendir, bilendir.” (Bakara, 2/244)
وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الْاَرْضُ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمٖينَ
“Eğer Allâh’ın insanların bir kısmı ile bir kısmını engellemesi olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allâh, alemlere karşı büyük fazl ve ihsan sahibidir.” (Bakara, 2/251)
فَاقْتُلُوا الْمُشْرِكٖينَ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُوا لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍ فَاِنْ تَابُوا وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ فَخَلُّوا سَبٖيلَهُمْ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
“Allâh’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allâh çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Tevbe, 9/5)
Bu âyet-i kerîmeler, Müslüman olmayanlarla harp etmeyi, herhangi bir tecavüze karşılık verme şartına bağlamaksızın mutlak şekilde emretmekte, harp sebebinin küfür olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber’in (sas), “İnsanlarla, ‘Allâh’tan başka ilah yoktur’ demelerine kadar mukatele ile emrolundum.” [1] mealindeki hadis-i şerifi de, gayri Müslimlerle mücadele sebebinin, onların küfrü olduğunu göstermektedir. Çünkü burada, ancak onların Müslüman olmaları ile sulha girileceği belirtilmiştir.
Şimdi nakledeceğimiz ayet-i kerîmeler de, bu hususu çok açık bir şekilde gözler önüne sermektedir:
قَاتِلُوا الَّذٖينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَلَا يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَلَا يَدٖينُونَ دٖينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ حَتّٰى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ
“Kendilerine kitap verilenlerden Allâh’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allâh’ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.” (Tevbe, 9/29)
وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ فٖيهَا اسْمُ اللّٰهِ كَثٖيرًا وَلَيَنْصُرَنَّ اللّٰهُ مَنْ يَنْصُرُهُ اِنَّ اللّٰهَ لَقَوِىٌّ عَزٖيزٌ
“Eğer Allâh’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allâh’ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allâh, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allâh, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Hac, 22/40)
لَا يَسْتَوِى الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ غَيْرُ اُولِى الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِدٖينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدٖينَ دَرَجَةً وَكُلًّا وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰى وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِدٖينَ عَلَى الْقَاعِدٖينَ اَجْرًا عَظٖيمًا دَرَجَاتٍ مِنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةً وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَحٖيمًا
“Müminlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allâh yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar. Allâh, mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, derece itibariyle, cihattan geri kalanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allâh (müminlerin) hepsine de en güzel olanı (Cenneti) vadetmiştir. Ama mücahitleri büyük bir mükâfat ile kendi katından dereceler, bağışlanma ve rahmet ile cihattan geri kalanlara üstün kılmıştır. Allâh, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Nisa, 4/95-96)
وَمَنْ يُقَاتِلْ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْتٖيهِ اَجْرًا عَظٖيمًا
“Kim Allâh yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisa, 4/74)
اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ اَعْظَمُ دَرَجَةً عِنْدَ اللّٰهِ وَاُولٰئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُمْ بِرَحْمَةٍ مِنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَهُمْ فٖيهَا نَعٖيمٌ مُقٖيمٌ خَالِدٖينَ فٖيهَا اَبَدًا اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ اَجْرٌ عَظٖيمٌ
“İman edip hicret eden ve Allâh yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebeleri, Allâh katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir. Rableri onlara, kendi katından bir rahmet, bir hoşnutluk ve kendilerine içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdelemektedir. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz, Allâh katında büyük bir mükâfat vardır.” (Tevbe, 9/20-22)
اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِى التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْجٖيلِ وَالْقُرْاٰنِ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِهٖ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذٖى بَايَعْتُمْ بِهٖ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُ
“Hiç şüphesiz Allâh müminlerden karşılığında onlara mutlaka Cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allâh yolunda savaşırlar. Öldürürler veya öldürülürler. Bu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allâh’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu hâlde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (Tevbe, 9/111)
Hadîs-i Şerîflerde Cihadın Önemi

Numan b. Beşir’den (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Resülullah’ın (sas) minberinin yanındaydım. Bir adam:
“Ben Müslüman olduktan sonra hiçbir amel işlememiş olmama aldırış etmem, yalnız hacıları sulamam müstesna.”
Bir başkası:
“Ben Müslüman olduktan sonra hiçbir amel işlememiş olmama aldırış etmem, yalnız Mescid-i Haram’ı tamir etmem müstesna.”
Başka biri;
“Hayır, Allâh yolunda cihad etmek sizin söylediğinizden daha efdaldir” dedi.
Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) kendilerini tartışmaktan men etti ve:
“Bugün cuma günüdür. Resülullah’ın (sas) minberi yanında seslerinizi yükseltmeyin. Lakin ben Cuma namazı kılındıktan sonra içeriye girer, sizin ihtilaf ettiğiniz hususu ona sorarım.” dedi.
Hemen arkasında Allâh azze ve celle şu ayeti indirdi:
اَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَجَاهَدَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ لَا يَسْتَوُنَ عِنْدَ اللّٰهِ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الظَّالِمٖينَ
“Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ı onarmayı Allâh’a ve Ahiret gününe iman eden ve Allâh yolunda cihad edenin yaptıkları gibi mi saydınız? Bunlar Allâh katında aynı seviyede işler değildirler. Allâh zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.” (Tevbe, 9/19)[2]
قال رجلٌ: يا رسولَ اللهِ، ما الإسلامُ؟ قال: (أن يُسلِمَ قَلبُكَ للهِ عزَّ وجلَّ، وأن يَسلَمَ المسلِمون مِن لِسانِك ويَدِك)، قال: فأيُّ الإسلامِ أفضَلُ؟ قال: (الإيمانُ)، قال: وما الإيمانُ؟ قال: (تُؤمِنُ باللهِ وملائكتِه وكُتبِه ورُسلِه والبعثِ بعدَ الموتِ)، قال: فأيُّ الإيمانِ أفضَلُ؟ قال: (الهجرةُ)، قال: فما الهِجْرةُ؟ قال: (تهجُرُ السُّوءَ)، قال: فأيُّ الهجرةِ أفضَلُ؟ قال: (الجهادُ)، قال: وما الجهادُ؟ قال: (أن تُقاتِلَ الكُفَّارَ إذا لَقِيتَهم)، قال: فأيُّ الجهادِ أفضلُ؟ قال: (مَن عقَرَ جَوادَه، وأُهْرِيقَ دَمُه)، قال رسولُ اللهِ صلَّى اللهُ عليه وسلَّمَ: (ثُمَّ عَمَلانِ هما أفضَلُ الأعمالِ إِلَّا مَن عَمِلَ بمِثْلِهما: حِجَّةٌ مَبرورةٌ، أو عُمْرةٌ
Amr b. Abese’den (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir adam;
“Ey Allâh’ın Resulü, İslam nedir?” diye sordu. Resülullah (sas) şöyle buyurdu:
“Kalbinin Allâh’a teslim olması, Müslümanların da dilinden ve elinden emin olmalarıdır.” Adam:
“Hangi İslam daha efdaldir?” deyince:
“İmandır” buyurdu.
“O zaman iman nedir?” dedi. Resülullah (sas):
“Allâh’a, meleklere, kitaplara, resullere ve ölümden sonra dirilmeye iman etmendir.” buyurdu. Adam:
“Hangi iman daha efdaldir?” diye sorunca:
“Hicrettir.” dedi. Adam:
“Hicret nedir?” diye sorunca:
“Kötülüklerden uzaklaşmandır.” dedi.
“Peki hangi hicret daha efdaldir?” diye sorunca:
“Cihaddır.” buyurdu. Adam:
“Cihad nedir?” diye sordu.
“Karşılaştığında kafirlerle savaşmandır.” buyurdu. Adam:
“Hangi cihad daha efdaldir?” diye sorunca:
“Atı boğazlanan ve kanı akıtılan kişinin cihadıdır.” buyurdu ve sonra şöyle devam etti:
“Ayrıca iki amel vardır ki diğer ameller içinde kişinin yapabileceği en üstün amellerdir. Bunlar, kabul görmüş hac ile umredir.”[3]
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ قِيلَ للنبيِّ صَلَّى اللَّهُ عليه وَسَلَّمَ: ما يَعْدِلُ الجِهَادَ في سَبيلِ اللهِ عَزَّ وَجَلَّ؟ قالَ: لا تَسْتَطِيعُونَهُ، قالَ: فأعَادُوا عليه مَرَّتَيْنِ، أَوْ ثَلَاثًا كُلُّ ذلكَ يقولُ: لا تَسْتَطِيعُونَهُ، وَقالَ في الثَّالِثَةِ: مَثَلُ المُجَاهِدِ في سَبيلِ اللهِ كَمَثَلِ الصَّائِمِ القَائِمِ القَانِتِ بآيَاتِ اللهِ، لا يَفْتُرُ مِن صِيَامٍ، وَلَا صَلَاةٍ، حتَّى يَرْجِعَ المُجَاهِدُ في سَبيلِ اللهِ تَعَالَى.
Ebu Hüreyre’den (ra) gelen rivayete göre, Şanlı Nebi’ye (sas):
“Allâh yolunda cihad etmeye denk ne vardır?” diye soruldu.
“Sizin buna gücünüz yetmez.” buyurdu.
Bu sözü kendisine iki veya üç defa tekrarladılar. Hepsinde:
“Sizin buna gücünüz yetmez.” buyurdu.
Daha sonra:
“Yüce Allâh yolunda cihad eden kimsenin bir benzeri, Allâh Teâlâ’nın yolundaki mücahid evine dönünceye kadar, kesintisiz şekilde ve gevşemeden, oruç tutan, namaz kılan, Yüce Allâh’ın ayetlerine bağlı kişi gibidir.” [4]
Bu hadîs-i şerîfte, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e, ecir ve sevap bakımından cihada denk gelecek amel sorulmuştur. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de “Sizin buna gücünüz yetmez” diyerek karşılık vermiştir. Yani, Yüce Allâh yolunda cihat etmeye sevap ve ecir bakımından denk bir ibadete güç yetirilemeyeceğini beyan buyurmuştur. Sahabeler bu soruyu iki yahut üç defa tekrarlayınca, aldıkları cevap hep aynı olmuştur. Ardından Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, sahabelere güç yetiremeyecekleri bu ameli şöyle izah etmiştir: “Allâh Teâlâ’nın yolundaki mücahid evine dönünceye kadar, bir kimsenin kesintisiz şekilde ve gevşemeden, oruç tutmaksı, namaz kılması ve Yüce Allâh’ın ayetlerine bağlı kalması.” Bu ibadetleri eda etmeye, hiç kimsenin güç yetirmesi söz konusu bile değildir. Bundan dolayı Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, önce “Sizin buna gücünüz yetmez” demiştir.
Ebu Hüreyre’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ مَرَّ رَجُلٌ مِنْ أَصْحَابِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِشِعْبٍ فِيهِ عُيَيْنَةٌ مِنْ مَاءٍ عَذْبَةٌ فَأَعْجَبَتْهُ لِطِيبِهَا فَقَالَ لَوِ اعْتَزَلْتُ النَّاسَ فَأَقَمْتُ فِي هَذَا الشِّعْبِ وَلَنْ أَفْعَلَ حَتَّى أَسْتَأْذِنَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . فَذَكَرَ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ :
لاَ تَفْعَلْ فَإِنَّ مَقَامَ أَحَدِكُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَفْضَلُ مِنْ صَلاَتِهِ فِي بَيْتِهِ سَبْعِينَ عَامًا أَلاَ تُحِبُّونَ أَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ وَيُدْخِلَكُمُ الْجَنَّةَ اغْزُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ مَنْ قَاتَلَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فُوَاقَ نَاقَةٍ وَجَبَتْ لَهُ الْجَنَّةُ .
Resülullah’ın (sas) ashabından biri, içinde tatlı su bulunan bir ovadan geçti. Oranın güzelliği hoşuna gitti ve “İnsanlardan el etek çekip, buraya gelip, bu ovada ikamet etsem? Ancak Resülullah’tan (sas) izin almadan bunu yapmam” dedi. Bunu Resülullah’a (sas) anlatınca Resülullah (sas) şöyle buyurdu:
“Bunu yapma. Şüphesiz birinizin Allâh yolundaki cihad dönemindeki ikameti, evinde kılacağı yetmiş yıllık namazdan daha efdaldir. Allâh’ın sizi bağışlamasını ve Cennete koymasını sevmez misiniz? Allâh yolunda cihad ediniz. Kim iki süt sağma arası kadar dahi Allâh yolunda cihad ederse, Cennet ona zorunlu olur.” [5]
Ebû Ümâme’den (ra) rivayet edildiğine göre bir adam, “Ey Allâh’ın Rasûlü, bana seyahat etmek için izin ver” demiş, Hz. Peygamber (sas) ise şöyle buyurmuştur:
إِنَّ سِيَاحَةَ أُمَّتِي الْجِهَادُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ تَعَالَى .
“Ümmetimin seyahati, yüce Allâh yolunda cihad etmektir.”[6]
Hadîs-i şerîfte geçen “siyâhat” kelimesi, “nefsin arzularını terk ve ibadet maksadı ile yerleşim merkezlerinden uzaklaşma” anlamına gelmektedir. Ulü’l-azim peygamberlerden Hz. İsa (as), yeryüzünde sıkça dolaştığı için kendisine “mesih” denilmiştir. Hristiyanlıkta, büyük şehirlerden kaçarak, dağ başlarındaki manastırlarda ibadet etmek çok sevaplı kabul edilmekteydi. Fakat bu hareket, cihadın terk edilmesine sebep olacağından İslam’da yasaklanmış, “ibadet maksadı ile yeryüzünde yapılacak seyahat ameliyesi” yerine, “cihad” meşru kılınmıştır. Fahr-i Kâinat Efendimiz (sas), ibadet maksadı ile “seyyah” olmak için izin isteyen sahabeleri bundan menetmiş, bu şekilde Yüce Allah’ın rızasına ulaşılamayacağını, ancak içinde yaşanılan toplumun esenliği için cihad etmek ve Yüce Allah’ın hükümlerini hakim kılmak amacı ile yaşanması gereğini veciz bir şekilde ifade etmişlerdir.
Enes b. Mâlik’ten (ra) rivayete göre, Nebi (sas) şöyle buyurmaktadır:
إِنَّ لِكُلِّ نبي رهبانية ، ورهبانية هذه الأمة الجهاد في سبيل الله عز و جل
“Her Nebî’nin bir ruhbanlığı vardır. Bu ümmetin ruhbanlığı da şüphesiz Allâh azze ve celle yolunda cihaddır.” [7]
Ebu Hüreyre’nin (ra) naklettiğine göre Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:
وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْلاَ أَنَّ رِجَالاً يَكْرَهُونَ أَنْ يَتَخَلَّفُوا بَعْدِي وَلاَ أَجِدُ مَا أَحْمِلُهُمْ مَا تَخَلَّفْتُ، لَوَدِدْتُ أَنِّي أُقْتَلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ، ثُمَّ أُحْيَا ثُمَّ أُقْتَلُ، ثُمَّ أُحْيَا ثُمَّ أُقْتَلُ، ثُمَّ أُحْيَا ثُمَّ أُقْتَلُ .
“Nefsim elinde bulunan Allâh’a yemîn ederim ki, arkamda kalmaktan hoşlanmayan ve kendilerine binit bulamadığım birtakım kimseler olmasaydı, (Allâh yolunda cihâda giden hiçbir seferden) geri kalmazdım. Ben, Allâh yolunda cihad edip öldürülmemi, sonra diriltilip tekrar öldürülmemi, sonra diriltilip tekrar öldürülmemi, sonra diriltilip tekrar öldürülmemi ne kadar isterdim!” [8]
Kab b. Mâlik’in rivayetine göre Nebi (sas) şöyle buyurmuştur:
إِنَّ الْمُؤْمِنَ يُجَاهِدُ بِسَيْفِهِ وَلِسَانِهِ
“Mümin, kılıcı ve dili ile cihad eder.” [9]
Enes b. Mâlik’ten rivayete göre Nebi (sas) şöyle buyurmuştur:
جَاهِدُوا الْمُشْرِكِينَ بِأَمْوَالِكُمْ ، وَأَنْفُسِكُمْ ، وَأَلْسِنَتِكُمْ
“Müşriklere karşı mallarınız, nefisleriniz ve dilleriniz ile cihad ediniz.” [10]
Hz. Aişe (r.anha);
“Ey Allâh’ın Resulü! Görüyoruz ki cihad amellerin en faziletlisidir. Öyleyse biz de cihad etmeli değil miyiz?” diye sorması üzerine, Resülullah’ın (sas):
“Sizin için cihadın en faziletlisi, makbul hacdır.” şeklinde cevap vermesi [11], cihadın Hac’dan daha faziletli olduğunu ortaya koymaktadır.
İmran b. Husayn (ra) rivayeti ile Efendimiz (sas); “(Her asırda) Ümmetimden bir topluluk, kendilerine düşmanlık edenlere karşı üstünlük sağlayarak, hak uğrunda savaşmaya devam edeceklerdir. Nihayet onların en sonuncusu (olan topluluk) da Mesih deccali öldürecektir” buyurmakla, Hak ve batıl arasındaki savaşın, kıyamete kadar süreceğini beyan etmiş olmaktadır.[12]
أَيُّهَا النَّاسُ، لاَ تَتَمَنَّوْا لِقَاءَ الْعَدُوِّ، وَسَلُوا اللَّهَ الْعَافِيَةَ، فَإِذَا لَقِيتُمُوهُمْ فَاصْبِرُوا، وَاعْلَمُوا أَنَّ الْجَنَّةَ تَحْتَ ظِلاَلِ السُّيُوفِ
“Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Allâh’tan afiyet (esenlik ve barış) dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz. Biliniz ki Cennet, kılıçların gölgesi altındadır.” [13]
mealindeki hadis-i şerîfi ile de hem sulh ve sükunun değerini, hem de gerektiğinde batıla karşı fiili mücadelede sabır ve sebatın gerekliliğine işaret etmiştir.
Sonuç

Yeryüzünde kıyamete kadar cihad devam edecektir. Bir yerde başlatılan bir cihad sona erince başka bir yerde yeni bir cihad başlayacaktır. Kendilerine düşmanlık eden kimselerin güç ve kuvvetinden çekinmeden bu cihadı yürüten mücâhidler, cihadlarına devam ettikleri sürece Yüce Allah’ın lütuflarına ve yardımına mazhar olarak, İslam düşmanlarına karşı her zaman zaferden zafere koşacaklardır. Günümüz itibarı ile de ehl-i küfre karşı mücadele devam etmekte, cihad ameliyesi sürekliliğini korumaktadır.
Ülkemize yönelik yıkıcı siyasi ya da terörist oluşumların, daima potansiyel bir saldırı ve tahrip riski taşımaları, ordumuzun her zaman teröristlerin saldırılarına karşı hazırlıklı bulunması zaruretini doğurmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, bugünü ve geleceği bakımından tarihi ve hayati bir mücadele içerisindedir. Tarih boyunca hep işgallere, zulümlere maruz kalmış bu coğrafyada, şayet mücadele ve mücahededen geri durulur, millet olarak birlik ve beraberlik içerisinde olunmazsa, çok daha büyük felaketlerle karşı karşıya kalma tehlikesi bulunmaktadır.
İlahi bir emanet olan vatanın korunması, vatandaşların hayatının arızasız bir şekilde sürdürülmesi, milletin huzur ve refahının korunması ve Yaratanın rızası amacıyla yapılan teröristleri tasfiye hareketi bir ibadettir. İslam’da ifadesini bulan, bütün yönleriyle ilahi mesajı insanlığa duyurma amacını güden ve bu sebeple de her devirde canlı tutulması zorunlu olan defi mefâsid prensibinin, günümüz şartlarında da devam ettirilmesi gereği açıktır.
Terörizmle mücadelesinde kapsamlı, etkin ve kararlı bir strateji izleyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, proaktif tedbirler almaya başlamıştır. Askerî harekâtlarımız, insanî krizlerin yaşandığı ve savaşların hayatı durma noktasına getirdiği Orta Doğu coğrafyasının yeniden istikrara kavuşması adına büyük önem taşımaktadır. Askerî harekâtlarımızın amacı, bilhassa güney sınırımızda oluşturulmaya çalışılan terör koridorunun yok edilmesi, bölgeye barışın ve huzurun getirilmesi, ülkemize yönelik terör ve vatan topraklarının hedef alınma tehditlerinin bertaraf edilmesidir. Askerî harekâtlarımız, Orta Doğu’daki devletlerin toprak bütünlüğünü yeniden tesis etmeye, tüm bölge halkını terörün pençesinden kurtarmaya matuftur.
Cenâb-ı Hak Teâlâ ve Tekaddes hazretlerinden; Devletimize, Milletimize, Hükümetimize ve erinden generaline kadar askerî harekâtlarımızda görev alan şanlı Silahlı Kuvvetlerimiz personeline açık zaferler lütfetmesini, komutan, er ve erbaşlarımıza sabırlar yağdırmasını, ayaklarını sabit tutmasını, kâfir topluluklarına karşı Ordumuza yardım etmesini, tüm Mehmetçiklerimizi korumasını ve muzaffer eylemesini dileriz.
Kalbimiz ve dualarımız Mehmetçiklerimizle.
Sefer bizden, zafer Yüce Allâh’tandır.
Cenâb-ı Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin izni ve inayeti ile tevafuklar oldu. Bütün minnetimiz Yüce Allâh’a ve Onun Şanlı Resülünedir (sas).
[1] Buhari, İman, 18; Ebu Davud, Cihad, 104.
[2] Müslim, İmaret, 29.
[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 17152.
[4] Müslim, İmare, 29.
[5] Tirmizi, Cihad, 17.
[6] Ebu Davud, 2486.
[7] Ahmed bin Hanbel, Müsned, 13844.
[8] Buhari, Temennî, 1.
[9] Ahmed bin Hanbel, Müsned, 15877.
[10] Ahmed bin Hanbel, Müsned, 12271; Ebu Davud, Cihad, 17.
[11] Buhari, Cihad, 1.
[12] Ebu Davud, 2484.
[13] Buhari, Cihad, 2965; Müslim, Cihad, 19, 20; Ebu Davud, Cihad, 89.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.
