Toplumsal Değişimler Üzerine Sosyolojik Çözümlemeler 2: Küreselleşme

Musa Kâzım GÜLÇÜR



16 / Ekim / 2023


İçindekiler

Giriş

Küreselleşme

Küreselleşmenin Tezahürleri

Küreselleşme İle İlgili Tutumlar

Küreselleşmede İslami Açı

Sonuç


أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيطَانِ الرَّجِيمِ

O, doğunun da, batının da Rabbidir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde, kendine sadece O’nu vekil et. Dediklerine karşı sabırlı ol ve onları güzel bir şekilde terk edip ayrıl.

(Müzzemmil, 73/9-10)

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم

Resülullah (sas) şöyle buyurdular:

Sene ay gibi, ay hafta gibi, hafta gün gibi, gün saat gibi, saat de ateşte kuru otun yanması gibi zamanda kısalma olmadıkça kıyamet kopmayacaktır.

(Tirmizi, 2332)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ ، والعاقبة للمتقين، اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلَاةً تُحَلُ بِهَا العَقْدُ وَتُفُرَّجُ بِهَا الكُرَبُ وَتُشْرَحُ بِهَا الصُّدُورُ، وَتُيسَّرُ بِهَا الأُمُورُ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ تَسْلِيمَاً كَثِيرَاً

(رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي يَفْقَهُوا قَوْلِي)

 (20/25-28 ، سُورَةُ طه)

Ezelden ebede kadar, bütün olmuş ve olacak hamd ve senalar, tam ve kemaliyle, âlemlerin yegâne Yaratıcısı, yöneteni ve kemale erdiricisi Yüce Allâh’ındır. Hüsn-ü âkıbet de müttakîler içindir. Allâhım, Efendimiz Muhammed’e, ailesine ve ashabına, kendisi ile düğümlerin çözüleceği, sıkıntıların yok olacağı, gönüllerin ferahlanacağı, dünyevî ve uhrevî işlerin kolaylaşacağı salât ve selamlar ederiz.

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin yüksek izni ve inayeti ile, bu yazımızda “küreselleşme” konusunu ayrıntılandırmaya, “küreselleştiren süreçlerin” bireysel ve toplumsal kökenlerine inmeye, küreselleşmenin sonuçlarına “olması gereken” perspektifi ile değil, “olgular” itibarı ile bakmaya çalışacağız. Konuyu ele alışımızın sebebi, akıl, bilim ve sağduyu ile değerlendirilmesi gereken bu çağdaş fenomenin, bilhassa Marksist bakış açıları ile, karanlık ve kötümser şekillerde ele alınmaya çalışıldığını müşahede etmemizdir. Baştan söylemeliyiz ki bu yazı, mahut bakış açısının açık bir şekilde yanılmışlığını ve yanlışlığını kabul eder. Çünkü olguları inkar ya da ret, gündüz vakti güneşi yok saymak gibidir. Ancak diğer taraftan bu yazı, “aşırı küreselci” ya da “tam kapitalist” bakış açıları ile de yazılmamıştır. Yazımızın eksenini mutlaka isimlendirmemiz gerekirse, mütevazı bir şekilde “reel perspektif” diyebiliriz.

Son yarım yüzyılda, küreselleşme konusu oldukça popülerleşmiş ve akademik ilgiye muhatap olmuştur. Küreselleşme ile ilgili tartışmaların yoğunluğunun sebebi, bu kavramın anlamının ve sürecinin boyutları, çeşitliliğinin algılanmasında yaşanan zorluklardır.

TDK’ya (Türk Dil Kurumu) göre beş heceli “küreselleşme” kelimesi, “kültürlerin, fikirlerin ve ürünlerin uluslararası şekilde bütünleşmesini ve dünya geneline hızla yayılması sürecini ifade eder.” WB’nin (Dünya Bankası) küreselleşme tanımı, “bireylerin ve firmaların, diğer ülkelerde yaşayanlarla gönüllü ekonomik işbirliği yapma özgürlüğü ve becerisi” şeklindedir.

Küreselleşme kelimesi ilk defa 1961 yılında Webster Sözlük’te yer almış, kelime “nesneleri kapsam ve uygulama açısından dünya ölçeğine getirmek” şeklinde tanımlanmıştır. Solcu eleştirmenler ise küreselleşmeyi, “genişlemeci ve sömürücü kapitalizm” olarak tanımlamaktadırlar.

Küreselleşme (Globalization) kelimesinin resmi olarak kullanımı, ilk defa 1979 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (şimdiki Avrupa Birliği’nin önceki adı) idari bir belgesinde gerçekleşmiştir. Kelime ile ilgili makale sayısı 1981 yılında sadece 2, 1988 yılında 55 civarında, 2001 yılında ise 57,235’e baliğ olmuştur.

Neredeyse yarım yüzyıldır (günümüz itibarı ile tam olarak 44 yıl) sözcük haznemizde yer alan bu kelime tehlikeli midir? Yoksa, WB’ın iddia ettiği gibi, 1 milyara yakın insanın yoksulluktan kurtulmasına vesile mi olmuştur?

Küreselleşmenin doğası, nedenleri, sonuçları ve gelecekteki olası yönleri konusunda kaçınılmaz bir şekilde farklı teoriler ve perspektifler üretilmiş, konuya ilgi duyan teorisyenler genel olarak iki kampa ayrılmışlardır. Bunlar;

1. Çoğulcu perspektifi benimseyen, dünya toplumlarının küreselleşmeye evrildiğini kabul eden iyimserler,

2. Post modern bir perspektifi benimseyen, küreselleşmeyi tehdit olarak gören, kapitalizmin yerküreyi kontrol etmeye başladığını düşünen kötümserlerdir.

Şimdi, konuyu çeşitli açıları itibarı ile görmeye çalışacağız.

1. Küreselleşmeyi çoğulcu perspektiften bakarak tanımlamaya kalkarsanız, dünyanın fiilen tek bir sosyal sistem haline geldiğini, ülkeler arasında kesişen sosyal, politik ve ekonomik bağların söz konusu ülkelerdeki halkların kaderini kesin bir şekilde etkilediğini, dünyanın artan bir oranda karşılıklı bağımlılık sürecine girdiğini ve dönüştüğünü ifade etmiş olursunuz.

2. Küreselleşmeyi post modern bir perspektif ile tarif etmek isterseniz, akıllı telefonlarımızın, bilgisayarlarımızın, vb. algoritmalara dayalı bir şekilde şu anda dahi bizleri izlediğini, attığımız her bir adımı, nefeslerimizi ve kalp atışlarımızı kayıt altına aldığını, yapay zekalar ile bizleri adeta bizlerden daha iyi bilir hale geldiklerini, böylece bizleri kontrol edip rahatça yönlendirebildiklerini, dolayısı ile otoritenin de artık onlara geçtiğini, onların karar verdiğini, vb. öne sürerek bu duruma itiraz eder, kendi varoluşunuzun ve hayatınızın kontrolünün sizde olması gerektiğini öne sürersiniz.

3. Küreselleşme teriminin gerçek bir olguya işaret ettiğini düşünenler olmakla birlikte, bu terimin gerçeklikle herhangi bir ilgisi bulunmadığını kabul eden kuşkucular da bulunmaktadır. Onlara göre küreselleşme diye bir olgu bulunmamaktadır. Daha başka bazı kuşkuculara göre de tek bir küreselleşme sürecinden daha ziyade küreselleşmeler söz konusudur.

4. Küreselleşmenin son bulduğunu düşünen bazılarına göre ise, küresel kültür belirli seviyede etkili olmuş görünse de, ulusal ve bölgesel kültürlerin yeniden değer kazanmaları ile birlikte düşüşe geçmiştir. Mesela, internet dahi büyük ölçüde ulusallaşmış, bir Alman ya da Çin internetinden söz etmek mümkün hale gelmiştir.

Bilhassa Kuzey bağlantılı ülkeler ve ÇUŞ (Çok Uluslu Şirketler) tarafından, özellikle de Güney’de yer alan ulus devletlere dayatıldığı düşünülen küreselleşme, taraftarlarınca tepeden küreselleşme olarak adlandırılmaktadır. Küreselleşme karşıtları ise, söz konusu küreselleşme şekillerine karşıtmış gibi görünseler de neticede küresel bir görünüme bürünmektedirler. Mesela, küresel adalet hareketi, iklim bozulması karşıtları, büyük finans kuruluşları protestocuları gibi. Ancak bu tür hareketler, aşağıdan küreselleşme olarak adlandırılmaktadır.

Aslında, insanlık tarihi boyunca, bireylerin ve toplumların birbirlerine artan bağımlılıkları anlamında küreselleşme, oldukça eskilere dayanan bir süreçtir. Tarih boyunca görülen küresel hareketler ile günümüz küreselleşmesi arasında ise önemli farklılıklar mevcuttur. Günümüz küreselleşmesinin en dikkat çekici özelliği, sonuçlarının öngörülemezliğidir. Küreselleşme daha çok, zaman ve mekân ilişkilerindeki değişimlerle fark edilebilmektedir. Kültür, uygarlık, ekonomi ve politika gibi unsurların zamansal ve mekânsal boyutları, toplumların iç ve dış tüm ilişkileri üzerinde etki etmektedir. Küreselleşme ile zaman ve mekân daralmış, hayret edilecek derecede birbirlerine yaklaşmışlardır.

Bu durum, geleneksel coğrafya/mekân anlayışının sonu mudur? Doğal ve yapay sınırlar, iç ve dış kavramları eski önemlerini yitirmişler midir?

Günümüzde coğrafi sınırların, bir seviyede ortadan kalktığı açık gerçektir. Artık toplumlar, neredeyse bir bütün halinde kentleşmiştir. Köyler dahi değişime uğramış, sanayi ve onun ürünlerine entegre olmuştur. Mesafelerin, zamansal ve mekânsal açıdan artık pek bir önemi kalmamıştır. Ancak, zamansal ve mekânsal mesafelerin, bilhassa teknolojinin ürünleri aracılığı ile ortadan kalkmasının, beşeri koşulların benzeştirilmesi yerine kutuplaştırılmasına sebep olabildiği de görülmektedir. Mesafelerin önemini kaybetmesi, belli ölçüde yerelliği aşındırmaktadır. Diğer taraftan günümüz siber alan savunucuları ise, teknolojik anlamda küreselleşmeyi, fiziksel somutluğun sınırlarından azade olmakla eş tutmaktadırlar.

Küreselleşmenin etkili hale gelmesinin temel ve önemli bileşenlerinden birisi, bilhassa fiziksel hareketi gerektirmeyen kısmı yani iletişim türü olmuştur. İletişim teknolojisindeki yenilikler sonucunda zaman sorununun ortadan kalkması ile, uzay ve mekân, yakın ve uzak sınırları birer engel olmaktan çıkmışlardır. Bu anlamda bilginin hareketi, fiziksel hareketteki hız ile kıyaslanmayacak dereceye ulaşmıştır. İnternetin yaygınlaşması ile birçok durum, alan üstü bir yapı niteliğine bürünmüş, bu gelişmenin toplam sonuçları muazzam boyutlara ulaşmıştır.

Küreselleşme kavramı, bir şekilde “ilerleme” düşüncesini de beraberinde getirmiştir. Karşı karşıya olduğumuz teknolojik ilerlemeler, günlük hayatları kolaylaştıran yeni araçlar, ülkelerdeki eğitim seviyesinin yükselmesi gibi hususlar, küreselleşme sayesinde dünyanın daha iyi bir yer haline gelebileceği fikrini güçlendirmiştir. Bu açıdan baktığımızda, küreselleşmenin kendisini en yoğun olarak hissettirdiği alanlardan birisinin ekonomi olduğu görülür. Ekonomik alandaki küreselleşme, emtianın, finansın ve bağlı teknolojilerin, kıtalar arası, çok uluslu ya da uluslar üstü hale gelmesidir. Ulus devletler ve şirketler, bu yeni durum ile daha uzağa daha hızlı ulaşabilmekte, üretim ve iş gücünü daha ucuza mal edebilmektedirler.

Küreselleşme sürecinde İslam’ın rolü ne olmalıdır? Bu soruyu kısaca, İslam’ın felsefeden ahlâka, estetikten sanata, sosyal bilimlerden tasavvufa kadar bütün alanlarda sözünün ve rolünün olduğu şeklinde cevaplamaktayız. Bir başka deyişle İslam, hem zihinsel hem de pratik kategorilerin kendisi ile düzenlenebildiği yegane dindir, küreseldir ve evrenseldir. İslam’ın bu özelliklerini kabul etmek, aynı zamanda onun yüksek öneminin ve gücünün de farkında olmak demektir.

Küreselleşme, birbirleri ile ilişkili, farklı biçimler alabilen ekonomik, politik, kültürel ve dini süreçler ile ulus devletler ve ÇUŞ gibi yapılar demektir. Küreselleşme, pratiklerin, ilişkilerin, bilincin ve toplumsal yaşamın örgütlenişinin dünya çapında yaygınlaşmasıdır. Küreselleşmenin bariz olarak, insanlık tarihindeki en önemli değişimlerden biri olduğunu söylemek pek de abartı olmayacaktır. Bu açıdan içinde yaşadığımız çağı “küresel” olarak isimlendirsek yeridir.

Bilindiği üzere benzetmedeki temel saik, bir terimi daha iyi anlayabilmemiz için, işe yarayan başka bir terimi kullanmaktır. İşte bu amaçla yazının bundan sonraki bölümlerinde, küreselleşme kavramı ve sürecini daha iyi izah edebilmek için, “Kalbin Sıfatları ve Halleri 1” yazımızda kullandığımız metafora müracaat edecek, zaman zaman maddenin “katı, sıvı, gaz” hallerine benzetmeler yapacağız. Küreselleşme çağı öncesi için “katı”, küresel dünya için “akışkan”, post küresel çağ için de “gaz” metaforuna referansta bulunacağız.

“Katı” dönemde insanlar, büyük ölçüde yerlerinde kalma eğiliminde olmuşlardır. Uzaklara gitmeyi tercih etmediklerinden ötürü bilgi de yaygınlık kazanmamıştır. Bu dönemde insanların yer değiştirmeleri karşısında, dağlar, nehirler ve okyanuslar gibi doğal engellerin yanı sıra, kaleler ve şatolar gibi insan eli ile üretilmiş engeller de bulunmaktaydı. İnsan eli ile üretilen katı engeller, uzak geçmiş itibarı ile Çin Seddi gibi yapılar iken, daha yakın geçmiş itibarı ile Berlin Duvarı, günümüzde ise İsrail ile Batı Şeria ve Amerika ile Meksika arasında örülen duvarlar ve ulus devletler arasında uygulanan sınır kontrolleridir. Bu durum, küreselleşme ile birlikte meydana gelen akışkanlığa karşı, çağdaş ulusların yeni katılık biçimlerini uygulamaya koymaları olarak da görülebilir.

Emtia, yeni teknolojiler ile global olarak daha akışkan hale gelmiştir. Bilgi ise, emtiadan çok daha hızlı ve neredeyse külfetsiz paylaşımı sebebi ile, nesnelere nazaran akışkanlık ötesine yani gaz haline geçmiştir. Nereye baksak, katılıkların yerlerini akışkanlıklara, onların da yerlerini gaz haline terk ettiklerini görmekteyiz. Akışkanlığın güzel örneklerinden birisi, uzun zamandır hem petrolün hem de doğal gazın kıtalar arası seyahatinin borular ve tanker gemiler vasıtası ile mümkün hale gelmesidir. Geçmiş dönemlerde etkin olan feodal yapıların kapitalizm tarafından eritilmişliği gözümüz önündeyken, günümüzde etkisi halen devam etmekte olan küreselleşmenin, hangi nesne ve durumları eritmekte olduğu, gerçekten de üzerine eğilinmesi gereken bir durumdur. Öyle görülüyor ki bu süreç, bazı yapıları yeniden üretirken, bazılarını sıvı ya da gaz haline getirecek, bu anlamda hem büyük fırsatlar üretebilecek hem de birtakım tehlikeleri beraberinde getirebilecektir.

İçinde bulunduğumuz 21’inci yüzyıl itibarı ile, önemli teknolojik, sınaî ve bilişsel bir değişim döneminden geçtiğimizi gösteren, yeterli ve nesnel nedenler bulunmaktadır. Küreselleşmenin, hız yönünden adeta sınır tanımadığı günümüzde, bilhassa finans alanı oldukça güçlü bir aktör haline dönüşmüştür.

Küreselleşme, pek çok alana, toplumsal ilişkilere ve yapılara yansımaktadır. Küreselleşme, nesnelerin, bilgilerin ve mekânların büyüyen çok yönlü akıntıları ile, bunların ürettiği değişimleri içeren gezegenimiz çapındaki bir süreçtir. Bu yapılar, yerine göre küreselleşmeyi ya hızlandırmakta ya da bazen yavaşlatmaktadır. Küreselleşme, bütünleşmenin kaçınılmaz bir sonuç olduğunu varsaymamaktadır. Küreselleşme ile birlikte oluşan yeni toplumsal kimlikler ve aidiyetler, “ulus aşırılık” ya da “ulus aşırı aidiyet” kavramları ile ifade edilmektedir.

Küreselleşme neticesinde, en az üç değişim birden gerçekleşmiştir:

1. İletişim kurma, 2. Yatırım yapma ve 3. Dünyadan haber alma yöntemlerimizdeki gelişmeler.

Bilhassa teknolojinin küreselleşmesi ile birlikte, hemen herkesin evinde finans kurumları, iş yerleri, devasa kütüphaneler, gazeteler, aracı kurumlar, yatırım şirketleri, üniversiteler, vb. yer almaktadır. Günümüzün küresel piyasası, ekranlarla ve iletişim ağları ile birbirlerine bağlı hale gelmiştir. Bu durumu, adları dahi bilinmeyen hisse senedi, döviz ve tahvil takasçıları ile ÇUŞ yatırımcılarından oluşan elektronik topluluk olarak da isimlendirebilirsiniz.

Küreselleşmedeki akışkanlık ve gaz halleri, tanımları gereği mekânsal ya da zamansal sabitliğe karşı koyar, mekânlara ya da zamanlara bağlı nesneleri ve yapıları değişime uğratırlar. Buna en iyi örnek, internet üzerindeki karşılıklı etkileşimlerdir. Burada gözden kaçırılmaması gereken önemli nokta, akışkanlıkların yolu üzerindeki neredeyse her şeyi eritme potansiyelleridir. Dünyanın büyük bölümü erime yönünde yol aldığından, insanlar, nesneler, bilgiler ve kararlar gibi olgular, giderek artan bir oranda akışkan hale gelmektedirler. Her çeşit gıda maddesinin ve finansal yapıların dünyadaki dolaşım hızları artmıştır. Bu akışkanlığın maddi ve farklı yönlerinden birisi ise yasadışı göçmen hareketleridir. Bu hareketler, çeşitli ülke politikacıları tarafından göçmen sorunları olarak öne çıkarılmaktadır. Maddi olmayan akışkanlıklar ise, düşünceler, bilgiler ve görüntülerin dünya çapında dolaşımda olmasıdır.

Küreselleşme, bazılarının sandığı gibi Batılılaşma değildir. Evet, dünyanın her yerine Batı’dan mal ve fikir akışı olmaktadır. Ancak aynı belki daha fazla bir şekilde mal ve düşünce akışı, Doğu’dan da gelmektedir. Doğu’dan olan akışkanlığın maddi görüntüsü, Çin, Hindistan, Japonya, Güney Kore, vb. ülkelerden Batı’ya giden mal ve fikir akışlarıdır. Bu çok yönlü ve birbirine karışan akıntılara karşı, bir de birbirleri ile çatışan akıntılar bulunmaktadır. Gezegenimiz üzerindeki savaşlar, bu çatışan akıntıların sadece görünen bir yüzüdür.

Çağdaş dünyada giderek önem kazanan şey, hem bilgi hem de mal akışıdır. Özellikle bilgi akışı, artık neredeyse tamamı ile maddi ağırlığı olmayan bir şekildedir. Küreselleşme, dünya ticareti ve insan hareketleri üzerinde derin örüntüler meydana getirmiştir. Ancak küreselleşme, dünyanın bütün coğrafyaları için aynı seviyede gerçekleşmemektedir. Bilgi gibi akışkan unsurlar dahi, Kuzey Kore vb. hükümetler tarafından, çeşitli kapalılık stratejileri ile sınırlandırılmış durumdadır. Akışkanlık ile maddi yapılar hareketliliğe uygun hale gelirken, kapalılığı tercih eden ülkeler, ticaret antlaşmaları, hudutlar, gümrükler ya da düzenleyici kuruluşlar ile bu hareketliliği sınırlandırabilmektedirler. Dolayısı ile küreselleşme, bir yandan artan akışkanlık çağını ifade ederken, eş zamanlı olarak aynı şiddette olmasa bile artan sınırlamalar dönemine de işaret etmektedir.

Küresel akıntılar önünde en aşikar engeller, düşüncelerin ve malların dolaşım serbestliğine karşı çıkan, hatta bloke eden yapılardır. Mesela, bazı bilgisayar işletim sistemleri açık kodlu iken, bazıları kapalı kodlarla çalışmaktadırlar. Keza IMF ve WTO gibi finansal kuruluşlar, kendi avantajlarını mutlaka öne çekerken, başkalarının dezavantajlı duruma düşmesine sebep olmakta, dayattıkları ekonomik programları kabul etmedikleri sürece, fakir ve yoksul ülkelerin finansa ve zaruri ihtiyaçlara yönelik akışı sınırlandırabilmektedirler.

Özellikle dijital ağlar sayesinde yalnızca bireyler değil, aynı zamanda aileler ve din gibi toplumsal yapılar da birbirleriyle daha güçlü bir şekilde bağlantılı hale gelmişlerdir. Küreselleşmenin temel dinamikleri; 1. İnsanların daha iyi bir yaşam arayışı, 2. Ticaretin yüksek seviyelere ulaşması ve 3. Dini misyonların gerçekleştirilmesi olmak üzere üç ana unsur etrafında şekillenmektedir. Ayrıca dikkat çeken bir diğer husus, uluslararası ilişkilerdeki resmiyetin artması, düzenlemeler, sözleşmeler ve bu bağlamdaki ilgili kurumların sayısındaki belirgin yükseliştir.

Pek çok gözlemciye göre küreselleşme, özellikle ekonomik alanda yaşanmaktadır. Ancak yine de küreselleşmenin diğer tezahürleri bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi politik küreselleşmedir. Politik küreselleşme üzerine inceleme yapanlar, konuyu daha çok uluslararası ilişkiler itibarı ile ele almaktadırlar. Konunun bir de dini ve kültürel boyutu bulunmaktadır. İlmî faaliyetler de günümüzde artık küreseldir. Çağdaş bilginin temelinde, dünyanın dört bir tarafından gelen girdiler bulunmaktadır. İnternet bile tek başına, bilimin küresel karakterinin gelişmesinde ve kapsamının artmasında önemli bir unsurdur. Pek çok bilim adamı, kendi çalışmalarını çevrimiçi olarak yayınlayabilmekte ve bu çalışmalara dünyanın dört bir tarafından insanlar rahatlıkla ulaşabilmektedirler.

Küreselleşme, dünya düzenini yeniden şekillendirmekte, sosyal, siyasal ve ekonomik gelişmelerin motor gücü olmaya devam etmektedir. Finansal piyasalar küresel bir şekilde birbirleri ile bağlantılı haldedirler ve yirmi dört saat işlem yapmaktadırlar. Medya networkleri de bu ağın dışında değildir. Bu açıdan küreselleşme, paranın ve malların dolaşımından çok daha öte bir fenomendir. Zaman ve mekân kavramları eski anlamlarını yitirmiş, toplumların karşılıklı bağımlılıkları daha da artmıştır. Mesela mikroçipler, dünyanın farklı coğrafyalarında üretilmiş binlerce yıllık düşünce ve deneyimleri küresel hale getirmiştir. Bu mikroçipler tarafından işlenen girdiler, bilgiyi geçmişte etkin olan yavaşlık ve durağanlık bağımlılığından kurtararak bugünün küreselleşmesini inşa eden önemli etkenlerden birisi olmuştur.

Sürati yüksek yeni dünyada bilgi, artık onu taşıyan bireylerle ancak hareket edebildiği dönemlerdeki gibi değildir. Bilgi, ivme kazanan hızı, ayrıca zaman ve mekânın sıkışması neticesinde maddi sermaye ile daha farklı bir hale bürünmüştür. Bilginin artık sabit bir mekânı yoktur ve çoğu zaman da kontrol dışındadır. Küreselleşme, önümüze daha önce benzeri görülmemiş, karmaşık bağlantılara sahip dünyalara açılan çok boyutlu bir fenomene dönüşmüştür. Modern çağ, yerini küresel çağa kaptırmıştır. Halihazırda, küreselleşme sürecinin bir bitiş noktası görülememektedir. Küreselleşme, modern sonrası toplumun yerelliklerini ötedeki olaylarla biçimlendiren, dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin, zaman ve uzam üzerinde yoğunlaşması halidir.

Küreselleşme, bilhassa da teknolojinin ve onun ürünlerinin hemen her yere yerleşmesi ve bağlantılar kurmasıdır. Bu yönde, tüm Çin duvarları sanki ağır toplarla dövülmüş ve yıkılmıştır. Küreselleşme ile birlikte, dilsel ve kültürel çeşitliliğin öneminin daha fazla farkına varılmıştır. Dolayısı ile bazılarının, bir korku unsuru olarak öne sürdüğü, küreselleşmenin yerelleşmeyi yok edeceği düşüncesi, oldukça temelsiz ve asılsızdır. Çünkü, toplumlardaki dilsel ve kültürel çeşitlilik, tıpkı ekosistemlerde olduğu gibi, istikrarı ve barışı sağlamada önemli rol oynamaktadırlar. Kur’ân-ı Kerîm, bu hususa şöyle temas buyurur: “Biz, sizleri muarefeniz (barışı ve dostlukları temin etmeniz) için (dil ve kültür olarak) halklar ve topluluklar şeklinde yarattık.” (Hucurat, 49/13) Dolayısı ile küreselleşme, özellikle de tek bir dilin ya da kültürün hegemonik bir şekilde dünyayı istila etmesi anlamına gelmemektedir.

“Kültürel emperyalizm” iddiasının sorunu ise, bu tür bir nüfuzu sadece varsaymasıdır. Bu varsayım, küreselleşmiş bilhassa da kültürel ürünlerin sadece mevcudiyetinden yola çıkarak, derin kültürel ve ideolojik oluşumlara / etkilere yönelik bir sıçrama yapmak istemektedir. Bu varsayımı hayal ötesine götürüp gerçekmiş gibi algılamaya çalışmak, özellikle emperyalizm fikrinin eleştirisi için oldukça cezbedici gelebilir. Ancak bu varsayımın, güçlü bir şüphe ile karşılanması gerekir. Çünkü bu varsayımı gerçekmiş gibi kabul, kültürel hareketleri tek yönlü basit bir biçimde açıklamaya çalışmaktadır. Halbuki bütün kültürel hareketler daima yorum, tercüme, uyarlama ve yerelleştirme unsurlarını bünyelerinde barındırırlar. Alıcı kültür, diyalektik bir usul kullanarak bütün kültürel ithalleri kendi kaynakları ile bağlantılı hale getirir. Artık, bireylerin ve toplumların kültürel deneyimleri, pratikleri, kişisel ilişkileri, dini ya da siyasal eğilimleri, ulusal ya da etnik kimlik anlayışları yeni bir hale bürünmüş, bu da farklılıkların muhafaza edilmesini netice vermiştir / vermektedir. Dolayısı ile küreselleşmeye tek boyutlu olarak bakmak, kültürel çeşitliliği yok edeceğinden endişe etmek gereksizleşmektedir.

Küreselleşmenin sebep olduğu hızlı değişim karşısında bazı kesimler de ulus devlet anlayışının zayıflayacağı yönünde bir endişeye kapılmaktadırlar. Bu endişenin tam aksine küreselleşme, her biri diğeri ile örtüşen ve birbirlerini olumlu şekilde etkileyen üç denge üzerinde yol almaktadır. Birincisi, ulus devletler arasındaki geleneksel dengenin daha da güçlenmesi, ikincisi ulus devletler ile küresel piyasalar arasındaki dengenin kilit küresel finans merkezleri ile yüksek seviyedeki uyumu, üçüncüsü de ulus devletler ve bireyler arasındaki dengenin, insanların serbest dolaşımları ve mallara engelsiz erişimleri itibarı ile daha da gelişmişliği beraberinde getirmesi. Daha yarım yüzyıl öncesine kadar, makroekonomi dendiğinde yerel pazarlar, yerel finans sistemleri ve bunlar arasındaki ilişkiler anlaşılırken, günümüzde ise küresel pazarlar ile gerçekleştirilen ithalat-ihracat faaliyetleri anlaşılmaktadır.

Ancak, madalyonun diğer tarafındaki gerçekliği de atlamamamız gerekmektedir. Evet, küreselleşme dediğimiz toplumların birbirlerine çeşitli yönlerden bağımlılığı durumu, Afrika, Balkanlar, Kafkaslar, Güney Batı ve Güney Doğu Asya’daki bazı geniş kesimleri atlamış gibi görünmektedir. Yoksul ülkelerin dünya ticaretindeki payı, son yirmi yılda daha da azalmıştır. Bir milyardan fazla insan, hala günde 1 dolardan daha az gelire sahiptir. Çoğunun muhtemelen telefonu yoktur ya da doğdukları bölgenin dışına hiç çıkmamışlardır. İçme suyu, temel eğitim, sağlık hizmeti, yol ve elektrik gibi altyapı unsurlarından mahrum yaklaşık iki milyar insan, adeta dünyanın unutulmuş ve görünmeyen vatandaşlarıdırlar. Zengin ülkelerin politika belirleyicileri için bu fakir ve mahrum kesimler, sadece yasadışı göç vb. vektörler açısından anılmaya değer halde kalmaktadırlar. Sosyoekonomik eşitsizliğin ürettiği tehlikeler, henüz tam anlamı ile görülememektedir. Kadim tarihlerden itibaren küreselleşmenin aktörleri olan göçmenler, artık günümüzde ironik bir şekilde, dünya barışı ve istikrarı açısından önemli bir problem olarak addedilmektedirler. Artan göçmen dalgalarına karşı ülkeler, daha sert tedbirlere başvurmaktan kaçınmamaktadırlar.

Küreselleşme sistemini tanımlayan yeni pazarlara ve teknolojilere erişme gücü, kişiden kişiye, toplumdan topluma değişse, insanlar küreselleşmenin getirdiği ürünlerden son derecede eşitsiz biçimde yararlanıyor olsalar da, bu durum çağımızın ekonomik araçlarının artık bunlar olduğunu, hemen herkesin bu ürünlerden dolaylı ya da dolaysız bir şekilde etkilendiklerinin kaçınılmazlığı ile ilgili gerçeği değiştirmemektedir.

Daha önce belirttiğimiz gibi, küreselleşme konusunda taraftar olanlar (globafili) ile karşıtlar (globafobi) arasında derin bir ayrılık varmış gibi görünmektedir. Küreselleşmeyi destekleyenler, bilhassa Kuzey’in küreselleşme sayesinde zenginleştiğini, buna mukabil küreselleşmeye yeterince ayak uyduramayan Güney’in ise fakir kaldığını öne sürmektedirler. Ancak bu küreselleşme taraftarlarına göre, bir müddet sonra Güney de küreselleşmeye ayak uydurarak zenginleşecektir. Taraftarların taşıdığı bir başka görüş, ekonomik gelişmelerin demokrasiye ya da demokrasinin ekonomik gelişmeye yol açtığı varsayımlarıdır. Yine bu taraftarlara göre, küreselleşme sayesinde sivil toplumlara ait inisiyatifler artmış, ayrıca hükümet dışı uluslararası örgütler de küresel toplumun bir parçası olmuşlardır.

Diğer taraftan, küreselleşme ile ilgili korku yaşayanlar da az değildir. Çoğu sağ / sol tandanslı ve liberal görüşlü akademisyenler, küreselleşme ile ilgili eleştirel ve negatif bir tutum takınmaktadırlar. Eleştirel tarafta yer alanlar, bilhassa ÇUŞ’ların kârlarını, yatırımlarını ve ekonomik refahlarını en üst seviyeye taşımak için, seçkinlerin ve elit sınıfın yararına olacak bir doğrultuda ticaret yaptıklarını, yoksul kitlelerin ve geniş halk tabakalarının yararına çalışmadıklarını düşünmektedirler. Bu teze göre küreselleşme, başta ekonomi olmak üzere daha başka diğer hususlarda da denetim mekanizması oluşturan ÇUŞ kurucularının iktidarlarını genişletme projesidir. Büyük kârlar peşinde koşan mega işletmeler, adeta totaliter kurumlar tiranlığına dönüşmüştür. Bu eleştiriler çerçevesinden bakıldığında küreselleşmenin sonuçları olumsuz görünmekte, söz konusu parametrelere göre küreselleşme, bilhassa yoksul kesimlerde negatif sonuçlar üretmiş olmaktadır. Zengin Kuzey ile fakir Güney arasındaki açıklık daha da büyümektedir. Küreselleşme konusunda hem taraftarlar hem de karşıtlar, birbirlerini saçmalıkla ve mesnetsizlikle itham etmektedirler.

Küreselleşme önlenemez bir süreç midir? Bu konuda da tıpkı taraftarlar ve karşıtlar gibi, hepçi ve hiçci görüşler bulunmaktadır. Hiçci görüşlere göre, küreselleşme konusunda yapılabilecek hiçbir şey yoktur. Küreselleşme, önlenemez bir fenomendir. Küreselleşen dünyada yerel kalmak toplumsal bir yoksunluk ve itibarsızlık işaretidir. Küreselleşme sürecinin arkasında çok büyük ekonomik ve politik güçler bulunmaktadır. Eleştirel açıdan bakarsak, küreselleşmeyi kaçınılmaz ve kontrol dışı olarak gören hiçci görüşler, süreci şeyleştirmeye meyilli olan ya da yabancılaşma yanılgısına düşenlerdir. Bu tutumlarını değiştirmedikleri sürece de küreselleşme, kesinlikle onların kontrolü dışında olacaktır. Şeyleştirme, insanların toplumsal süreçleri kendileri ürettikleri halde, olan-biten karşısında yapacakları hiçbir şey olmadığı hissine kapılmaları yani yabancılaşmalarıdır.

Bunun karşısındaki görüş ise, insanların küreselleşme dahil kendi toplumsal gerçekliklerini inşa ettikleri düşüncesini ciddiye alan, dolayısı ile küreselleşmenin de insanların farklı ve çeşitli eylemleri ile etkilenebileceğini kabul edenlerdir. Bu görüşe göre, küreselleşmeyi sadece yavaşlatmak değil, tamamen durdurmak bile mümkündür. Ancak şurası da bir gerçektir ki, küreselleşmeden en fazla faydayı temin eden bilhassa ÇUŞ’lar bu görüşe karşı çıkacak, küreselleşmeyi yavaşlatmak ya da durdurmak isteyen küreselleşme karşıtlarına daha güçlü bir şekilde karşılık vereceklerdir. Aynı zamanda bu küreselleşme karşıtları, daha başka küresel akımlarla da mücadele etmek zorunda kalacaklardır.

Küreselleşme, 21’inci yüzyılda da bütün hızı ile devam etmekte, kapsamı ve önemi daha da artmaktadır. Küreselleşme, çok sayıda değişik yöne hareket halinde olan akışkan süreçler nedeni ile yapısal olarak da çok yönlüdür. Küreselleşme, merkezsiz bir süreçtir. Zalim bir görünümü olmadığında küreselleşme daha az muhalefetle karşılaşmaktadır. Ancak yine de küreselleşme, kimileri için bir mutsuzluk sebebi olurken, kimileri için de dünyanın geri döndürülemez bir süreci olmaya devam etmektedir.

İçinde bulunduğumuz küreselleşme çağını benzersiz kılan husus, ulus devletlerin, şirketlerin ve bireylerin, bilhassa teknolojik ürünler vasıtası ile daha uzağa, daha hızlı, daha ucuz ve etkili bir şekilde ulaşabiliyor olmalarıdır. Aslında, küreselleşmeden nasıl daha iyi yararlanabileceğine, onun olası kötü yönlerinden nasıl korunulabileceğine, küreselleşmenin getirdiği etkileşimin, insanların huzuru ve barışı adına nasıl kullanılabileceğine odaklanılması, büyük faydalara vesile olabilir. Bugün küreselleşme, hemen her ülkenin iç siyasetini ve dış ilişkilerini biçimlendiren kapsayıcı bir uluslararası sistem olma yolundadır. Bu açıdan küreselleşme, süregiden dinamik bir vetiredir. Ticari pazarlar, ulus devletler ve teknolojiler, dünyanın daha önce hiç görmediği bir şekilde bütünleşme yolundadır.

Küreselleşmenin daha iyi anlaşılabilmesi için, dünyaya çok boyutlu ve çok mercekli bir perspektiften bakmak kaçınılmaz gibidir. Mesela, ulusal güvenlik ve dengeler konusu, küreselleşmeyi anlamada iki mercektir. Diğer üç mercek, finans, ticaret ve uluslararası ilişkilerdir. Ulusal politikalar ve yerel kültür, başka iki mercektir. Önemli bir mercek de internetten uydu telekomünikasyonuna kadar teknolojik son gelişmelerdir. Bu unsurlar, kendi akışlarına bırakıldıkları takdirde, potansiyel olarak yıkıcı güçler barındırırlar. Bir diğer mercek, çevrenin korunması faaliyetleridir. Ekosistemlerin, küreselleşmeden ne derecede etkilendikleri perspektifte tutulması gereken başka bir konudur. İçerisinde bulunulan coğrafya, ekonomik seviye ve nüfus gibi unsurların, bir devletin siyasasını nasıl etkilediğini görmeye çalışmak, jeopolitiğin devletlere sağladığı avantajlar ya da dezavantajlar ile ilgili mercekleri de yukarıdakilere ilave etmek gerekir.

Bütün bunlara dayanarak rahatlıkla söyleyebiliriz ki, küreselleşme dünya düzeninde köklü değişiklikler meydana getiren bir sistemdir. Bu yeni düzeni görme ve daha iyi anlamanın yolu, yukarıda saydığımız boyutların kullanılarak bir senteze varılmasıdır. Ancak ne yazık ki, bilhassa akademik dünyada, dar uzmanlık alanları içerisinde düşünce üretmek gibi bir tutum yaygınlaşmış bulunmaktadır. Bu tutum ve eğilim, ulusal ve uluslararası politik ve teknolojik gelişmeler arasındaki sınırların yavaş bir şekilde de olsa silinmekte olduğunu gözden kaçırmaktadır. Bugün için küreselleşmeden daha karmaşık bir sistem yoktur ve bu sistemi genel gerçekliği ile kavrayabilmek için de bütün bir sistemi ciddi ve profesyonel bir bakışla inceleme oldukça önemli hale gelmiştir. Bakışınız genel olmak zorundadır. Çünkü her parçayı ve bağlantıyı derinlemesine kavramanız artık adeta imkansız bir haldedir. Görünümün tamamına ilişkin düşüncelerin ve perspektiflerin, yeniden ve ciddi biçimde ele alınması gerekmektedir.

İslami açıdan küreselleşmeye bakmaya çalıştığımızda, modern seyahat, medya ve haberleşme imkanlarının, İslami vizyon ve misyonun gerçekleştirilmesine, İslami mesajların daha hızlı bir şekilde iletilmesine, dünyanın farklı köşelerindeki insanlara İslami tebliğin rahatlıkla ulaştırılmasına güçlü bir zemin hazırladığı görülür. İslami vizyona ait Yüce Allâh’ın rızasını gözeten halis faaliyetlerin net sonucu, zaten evrensel olan İslam’ın küresel bir ağa dahil edilmesi, Müslümanların zaman ve mekânı küçültüp daraltarak, bu ağ içinde birbirleri ile buluşturulmasıdır.

İslam, garip ve yerel olarak başladığı ortamlardan çoktan kurtulmuş, halihazırda tek Yüce Allâh akidesi ve inancı olan parlak tevhid rüknünden, temel insan hakları ve çevrenin korunmasına kadar çok çeşitli ve önemli konuları kapsayacak şekilde bilgilendirme ve buluşturma faaliyetlerini genişletmiştir. İslam, bünyesinde taşıdığı tek hakikat olma vasfını ve önceleri çok çeşitli zorluklarla karşılaşan tebliğ misyonunu, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin yüksek seviyede kolaylaştırması ile günümüzde küresel çapta gerçekleştirebilme gücüne ulaşmıştır. Muvahhid bir mümin, Yüce Allâh’ın çağlar üstü mesajını, insanlık ailesinin hemen tüm bireylerine ulaştırabilmek için, kendisine lütfedilen bütün imkanları kullanma ile vazifelidir.

Yazının başında naklettiğimiz Nebevî beyanda (Tirmizi, 2532) yer alan, zamanın, dolayısıyla da mekânların yakınlaşması ya da sıkışması hakikati, bilhassa günümüzde insanî koşulların parametrelerinin gösterdiği çok yönlü değişimi veciz bir şekilde özetlemiş olmaktadır. Artık insanların doğru yola hidayet edilmeleri ile ilgili samimi faaliyetler, her zamankinden daha hızlı, coğrafi erişimler de gerçek anlamı ile daha küreseldir. Ulaşım, artık aylarca yapılan yolculuklar halinde değil, hızlı vasıtalar ile sadece birkaç saattir. İslami vaaz ve nasihatlerdeki ulaşım, artık tahta kalıplarla basılan ve taşınan metinler ile değil, bireylerin yerlerinden bile ayrılmadan internet aracılığı ile yaptıkları tebliğ ve irşat faaliyetleri ile saniyeler içerisindedir.

İslam, küresel bir dindir. Yüce Nebi Hz Muhammed (sas), çeşitli beyanlarında küreselliğin gerçekleşeceğine vurgu yapmıştır. Onun (sas) mücadelesinin önemli yönlerinden birisi, küreselleşme felsefesi ile bağdaşmayan ırkçılığa geçit vermemesidir. İslam’ın, bilhassa diğer dinlerde bulunan teolojik karmaşıklıklardan uzak oluşu, hemen herkesin rahatlıkla anlayacağı çok açık ve net tevhid doktrini, hac ibadetindeki gibi yıllık toplantıları, onun küreselliğinin tartışılmaz görüntüleridir. İslam’ın, bütün coğrafi sınırları aşan misyonu ve vizyonu, Allâhu a’lem gerçekleşmeye her zamankinden çok daha yakındır. İslam dairesine giren ve Müslüman olanların sayısı her geçen gün artmakta, bu durum bazı devletlerin yaptıkları projeksiyonlarda kapalı kapılar ardında itiraf edilmektedir.

Pozitif çaba ve gayret İslam’ın özüdür. İslam’ın gerçek erdemlerinin, günümüz küreselleşen dünyasında başarı ve kuvvet ile birbirine bağlanması, ancak faaliyet düşüncesinin pratiği ve realizesi ile gerçekleşebilir. Küreselleşme, İslam kültüründe on dört asrı baliğ bir şekilde yerleşmiş entelektüel zenginliğin gerçek parlaklığı ile görünebilmesi için, aklın merkeziliğini kabul etme ve bu yönde çaba üretmeye dair önemli bir fırsat sunmaktadır. Çünkü bilhassa ilk üç asır İslam düşüncesi, zaten küresel, aktivist ve akılcıydı. Batı terakki edebilmek için, İslam’da yer alan temel kavramları tercüme etmiş, İbn Haldun’un (v. 1406) umran fikrini Eski Fransa Dışişleri Bakanı François Guizot (ö. 1874) uygarlığa, Mâlikî fıkıhçıların ve İbn Teymiyye’nin (v. 1328) maslahatını John Stuart Mill (ö. 1873) faydaya, İslam fıkhının icma düşüncesini de demokratik kuramın olmazsa olmazlarından kamuoyuna dönüştürmüştür.

İslami kimlik, bireyin tüm özelliklerini kapsayan, hem kişinin kendisini nasıl gördüğü, hem de toplum tarafından nasıl görüldüğü ile ilgili çok güçlü ve muhteşem bir niteliktir. Hz. Adem’in (as) oğulları Habil ve Kabil kıssasında yer alan kavganın sebebi de, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin Habil’in İslâmî kimliğini onaylaması, Kabil’deki sahte İslâmî kimliği onaylamamasıdır. Habil’deki onaylanmış İslâmî kimlik, Kabil’deki yıkıcı ve yok edici nefret ve kıskançlığı görünür hale getirmiştir. Dolayısı ile, onaylanmış derin ve aklî İslamî kimliğe sahip olma, en kadimde dahi, haset ve yanlış bakış açısı sebebiyle muhataplarının çatışmayı seçmeleri ile sonuçlanmıştır. Küreselleşmiş bugünün dünyasında da değişen bir şey yoktur. Onaylanmış İslâmî kimliğin müntesipleri yani Müslümanlar, aklîlikleri ve göz kamaştırıcılıkları ile, hala onaylanmamış dinlerin müntesiplerince, kıskançlıklara, hasetlere ve nefretlere, savaşılarak yok edilme emel ve kötülüklerine maruz kalmaya devam etmektedirler.

Küreselleşmeyi yönlendiren maddi faktörler midir, yoksa idealler, düşünceler ve fikirler midir? Yoksa hepsi midir? Günümüzde, küreselleşmeye yönelik itici güçlerle ilgili olarak en fazla dile getirilen, düşünüşteki, fikirlerdeki, bilişimdeki ve bilgideki değişimler olduğudur. Küreselleşme, dünyanın daha fazla alanını kapsadıkça, artık durdurulamaz bir vetireye girmiştir. Bu açıdan çağdaş küreselleşmenin, birey ve toplum ilişkileri açısından yeni bir çağın başlangıcı olduğu düşünülebilir. Küreselleşme, dünyamızı hızlandırmış, eşitlik, adalet ve özgürlüğe ilişkin düşüncelerimizi, dayanıklı ve tutarlı bir projeye dönüştürmemiz gereksinimi ortaya çıkmıştır. Küreselleşme, çağdaş siyaset alanını da yeniden tasarlamaktadır.

Küreselleşme, şayet insani ve yapıcı bir biçimde düzenlenebilirse iyi bir gelecek hayal edilebilir. Çünkü, insanın potansiyelinde eylemleri üzerinde düşünebilme ve bilinçli kontrolü gerçekleştirme yetenekleri bulunmaktadır. Bu açıdan küreselleşme, dünyada fakirliğin ve savaşların en aza indirgendiği bir döneme yürümede etkin bir faktör olabilir. İnsanların doğru yönde ilerleme, risk ve gerçeklikleri akılcı bir şekilde tartabilme, idealler ile ihtiraslar arasında dengeyi yakalayabilme gibi yetenekleri, küreselleşmenin geleceği ile ilgili umutları diri tutmaktadır. Daha önce de ifade etmeye çalıştığım gibi bunu “reel perspektif” olarak adlandırmaktayım. Bu düşüncemizin temelinde, insanlardaki çatışma ve yok etme eğilimlerinin varlığına rağmen, sonuçta aklın ve bilgeliğin hakim olacağına, barış ve uyum içerisinde yaşama iradesinin, çatışma ve kaos itkilerine galip geleceğine dair perspektif bulunmaktadır. Ancak yine de bu düşüncenin gerçekleşmesinin, iradelerin kolektivitesine, gücüne ve yeterince tutarlılığına bağlı olduğu açıktır.

Küreselleşmenin, fakirliğin azaltılmasında, refahın artırılmasında ve genel olarak kaynaklara erişim biçiminin daha adil hale getirilmesinde dolaylı da olsa pozitif bir etki ürettiği söylenebilir. Küreselleşme, değerler hakkında farkındalık oluşturmakta, bireylerin metalara ve bilgiye erişimlerini değiştirmekte, bireylerin ve toplumların hareketliliğini üreterek, zamanın kısalması ve mekânın daralmasını netice vermekte, karşılıklı diyaloglarla yerel ve küresel güçlerin dönüşümlerine sebep olmaktadır. Küreselleşme ile bireyler, dünya çapındaki iletişim ağları sayesinde artan yeterliliklerini sergileyebilmekte, yeni baş etme stratejileri geliştirebilmektedirler.

21’inci yüzyıl, ekonomik etkinliklerin küreselleştiği, bilginin öneminin gittikçe arttığı, siyasal sistemlerin daha da demokratikleştiği bir çağdır. Genelde eğitim, özelde ise yüksek öğretim, toplumların evrimlerinin temellerini atan önemli bir faktör olarak tezahür etmekte, küreselleşmenin gelişmesinde çarpıcı bir rol oynamaktadır. Küreselleşme, global sorunlara ilişkin daha bütüncül bakış açılarının oluşmasında başlangıç noktası hüviyetindedir. Bu kavram, bilhassa finansal piyasalara erişimin ve denetiminin, bilgiyi üretme ve kullanma imkanlarının, yeni teknolojilerin ve insan kaynaklarının geliştirilmesi kabiliyetlerinin oldukça önemli addedildiği yeni bir jeopolitik anlayışın ifadesidir.

Küreselleşme, döndürülemez bir süreç halinde devam etmektedir. Aynı hız ve yoğunlukta olmasa bile, dünya nüfusunun neredeyse tamamı bu süreç içerisinde aktif bir şekilde yer almaktadır. Küreselleşme, karşılıklı ilişkilerin güçlenmesi ve hızlanmış olmasıdır. Bu ilişki yoğunluğu, farklı kültürlerdeki bireylerin ve toplumların birbirleri ile muarefelerini ve diyaloglarını neredeyse zorunlu hale getirmektedir.

Küreselleşme olgusu, bilhassa teknolojiye dayalı finans hareketliliği ile, toplumlar arası bağımlılığı daha da güçlendirmiştir. Bilgi iletişim teknolojilerindeki baş döndürücü hız, akışkanlığı artırmış, buna mukabil risk ve maliyet unsurlarını en aza indirgemiştir. Bu durum, sınır ötesi faaliyetleri, ulaşım ve iletişimi daha kolay hale getirmiştir. Günümüzde küresellik, kuruluşları da aşmış, ürününü yetiştiren küçük ölçekli çiftçilerin dahi küresel pazarlara açılmasına olanak sağlamıştır. Ulusal ekonomiler, uluslararası ticarette etkin olabilmek için rekabet zorunluluğu ile karşı karşıya kalmışlardır. Özellikle bilgiye dayalı ekonomiler bu yarışta bir adım daha önde yer almışlardır. E-ticaret artık uluslararasıdır ve alabildiğine yaygınlaşmıştır. Teknolojik küreselleşme, ülkelerin büyümelerinde ve gelişmelerinde temel bir etken durumundadır. Mal, finans ve bilginin uluslararasılaşması, sermayenin sınır ötesi hareketlerinin yoğunluğu ve artan ekonomik entegrasyon, küreselleşmenin baş aktörleridir.

Son yarım yüzyılda, üretim ve ticaretin küreselleşmesi ile birlikte, gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasındaki fark azalma yönünde bir ivme göstermektedir. Bölgesel ticaret antlaşmaları, geçmiş yüzyıllar ile kıyas edilemeyecek derecede büyümüştür. Bu antlaşmalara taraf olan ülkeler, ülkeler arası ticaretteki engelleri kaldırarak zenginleşme yolunu seçmişlerdir. Dünya çapındaki mal ithalatı ve ihracatı, son çeyrek asırda dört kat birden artmış, dünya neredeyse tek bir ekonomik pazar haline gelmiştir. Teknolojik gelişmelerin ürettiği zaman ve mekân sıkıştırması ya da daralması, emtianın koordineli bir şekilde dağıtımına imkan sağlamıştır. Ticaretin küreselleşmesi ile birlikte, ülkelerin finans merkezleri diğer büyük finans merkezleri ile bütünleşik hale gelmiştir. Bu entegrasyon, uluslararası ticaret ve yatırımın artmasını temin etmekte, ticaret de küreselleşmeye bağlı bir şekilde daha bağımsız bir yapıya bürünmektedir.

Hükümetler arası kuruluşların artan etkileri ile birlikte, temel insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi kavramlar önem kazanmış, egemenlik ve bağımsızlık kavramları değişim ve dönüşüme uğramıştır. Böylece uluslar ve devletler, birbirleri ile örtüşen küresel bir ağa dahil olmuş, çıkarların yeniden tespiti ve sorunların makul bir şekilde çözümü için; OIC (İslam İşbirliği Teşkilatı), UN (Birleşmiş Milletler), ECHR (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi), WB (Dünya Bankası), OECD (İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı), NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı), TDT (Türk Devletleri Teşkilatı) ve SCO (Şanghay Paktı) gibi kuruluşların çatıları altında yer almışlardır. Söz konusu kuruluşlar, antlaşmaya taraf olan devletlere yaptırımlar uygulama hakkına sahip olmakta ve ulusal siyasetleri küresel açılarla buluşturabilmektedir. Dolayısı ile ulusal ve uluslararası siyasetler iç içe geçmiş durumdadır.

Küreselleşme sürecinde kimliklerin ilişkilendirildiği ortak normlar, kültürler arasında karşılıklı bağımlılığı netice vermektedir. Din, dil ve kültür, ulusların birbirleri ile etkileşimlerinde başat faktörler olmayı sürdürmekte, aktarımların hacmi ve kapsamı, önceki dönemlerle kıyas edilemeyecek derecede artmaktadır. Dini ve kültürel kimlikler hızlı ve kolay bir şekilde hareket edebilmekte ve taşınabilmektedir. Ancak, sosyokültürel küreselleşmenin, tek bir düzlem meydana getiren süreç olduğu iddiaları temelsizdir. Tam aksine bu süreç, yenilikçi ve üretkendir.

Küreselleşme sürecinin dışında kalmak imkansız görünmektedir. Teknoloji insan hayatını etkilemeye devam etmektedir. İletişim ve bilişim araçlarının getirdiği faydalar muazzam boyutlardadır. Küreselleşme, geçmişten tevarüs edilen faydalı birikimlerin, bilgilerin, düşüncelerin, hizmetlerin ve ürünlerin paylaşıma açılması, çevre hassasiyetinin artması, erdemli bireylerin toplumların inşasına katkı sağlamalarıdır. Küreselleşme, ülkeler arası dayanışmanın artması, sosyokültürel temel değerlerin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasıdır.

Yüce Allâh, doğrusunu en iyi bilendir.

(Ey Rabbimiz) Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Hiç şüphesiz, en iyi bilen Sensin, tam hüküm ve hikmet sahibisin.

(Bakara, 2/32)

İnşâAllâh, devam etmeye çalışacağız.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.