Toplumsal Değişimler Üzerine Sosyolojik Çözümlemeler 3: Kültür ve Uygarlık

Musa Kâzım GÜLÇÜR



14 / Kasım / 2023


İçindekiler

Giriş

Kültür Kavramı ve Gelişimi

Uygarlık

Sonuç


أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيطَانِ الرَّجِيمِ

بِـسْـــــــــــــــــــــــــــــــمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ

Nebi (sas) şöyle buyurdular:

(Buhari, 2493)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ ، والعاقبة للمتقين، اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلَاةً تُحَلُ بِهَا العَقْدُ وَتُفُرَّجُ بِهَا الكُرَبُ وَتُشْرَحُ بِهَا الصُّدُورُ، وَتُيسَّرُ بِهَا الأُمُورُ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ تَسْلِيمَاً كَثِيرَاً

(رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي يَفْقَهُوا قَوْلِي)

 (20/25-28 ، سُورَةُ طه)

Ezelden ebede kadar, bütün olmuş ve olacak hamd ve senalar, tam ve kemaliyle, âlemlerin yegâne Yaratıcısı, yöneteni ve kemale erdiricisi Yüce Allâh’ındır. Hüsn-ü âkıbet de müttakîler içindir. Allâhım, Efendimiz Muhammed’e, ailesine ve ashabına, kendisi ile düğümlerin çözüleceği, sıkıntıların yok olacağı, gönüllerin ferahlanacağı, dünyevî ve uhrevî işlerin kolaylaşacağı salâtlar ve selamlar ederiz.

Bu yazımızda, Yüce Allâh’ın izni ve inayeti ile, “kültür” ve “uygarlık” kavramlarını biraz aralamaya çalışacağız.

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre “kültür” (ekin) kavramının tanımı şu şekilde:

“Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütününe kültür denmektedir.”

Kültür” kelimesinin karşılığı olarak, Arapça’da “hars” kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelime, tıpkı kültür kelimesinde olduğu gibi aynı zamanda tarım faaliyetleri, çiftçilik, toprağı sürme, vb. anlamları da bünyesinde barındırır. Her iki anlam da toplumsalın, sosyolojik kuramlar ve açıklamalar ile incelenmesi ve anlaşılması çabalarını tanımlar. Kur’ân-ı Kerîm’de “hars” kelimesi, on üç yerde isim, bir yerde de fiil hali ile geçmektedir. Bakara, 2/205’te ve Şura, 42/20’de “kültür” anlamı öne çıkmaktadır.

Kültür” kelimesi, bilgi, inanç, sanat, ahlâk, hukuk, adet ve toplumun bir üyesi sıfatıyla insanın sahip olduğu tüm diğer davranışları içeren bir mefhumdur. Bu değerler, toplumların ve uygarlıkların kendilerine özgü olan, tarihi süreç içerisinde de sonraki kuşaklara iletilen bir anlamlar ve önemler dizisidir. Kültür, insanların sembolik temsil pratikleri yolu ile, anlam inşası faaliyetleri olarak da görülebilir. İnsanların bireysel ya da toplumsal olarak, birbirleri ile iletişim halinde hayatlarını nasıl biçimlendirdikleri, kültürün genel bir şekilde tanımlanmasıdır. Kültür, varoluşsal açıdan, anlam dünyasına dair önemli bir alanı ifade eder. Kültürel süreçler, bir anlam inşası vetiresidir. Kültürel faaliyetler, bireysel ya da kolektif hareketlere yön vermektedir.

Kültür kavramının gelişimi ve kullanımı, bilhassa toplumsal değişimlerde, dönüşümlerde ve ideal toplumların özellikleri, inançları ve değerleri ile ilgili alanlarda gerçekleşmiştir. Bu açıdan bakıldığında kültür, toplumun bir üyesi olarak insanların edinmekte oldukları bilgi, inanç, sanat, dinî ve ahlâkî değerler, örf, adet ve gelenekleri de kapsayan, iç içe katmanlardan oluşmuş girift bir bütündür. Kültür, öğrenilebilen bir fenomendir. Toplumlarda gruplar ya da bireyler yolu ile iletilir ve insan türüne hastır.

Kültür, hem dinî, ahlâkî tutumlar ve akrabalık bağları gibi manevi ve soyut, hem de toplumsal yapılar ve kurumlar gibi maddi ve somut olguları kapsar. Kültür, farklı unsurlardan oluşan, dinamik ve yapılandırılmış olan, bireylerin toplumsal yaşama uyum sağlamalarının ve kendilerini özgün şekilde ifade edebilmelerinin önemli bir aracıdır. Kültürler, tarihi süreçler içerisinde, anlam inşasının ve gelişiminin yegane tasarım mekanizmalarıdır. Kültürün normatif doğası, bireylerin gruplarla bütünleşebilmesindeki ayrılmaz işlevini vurgular.

Soyut bir ifade olarak “kültür” kavramı, belirli ahlâkî ve zihnî etkinliklerin, toplumun geri kalanından pratik olarak ayrılmasının onaylanması demektir. Bu, bir anlamda yeni kişisel ve toplumsal ilişki türleri arayışını da ifade eder. Eğer, çağın ruhunun en önemli ögelerinden birinin, insanın madden ve manen terakkisi düşüncesi olduğunu kabul edersek, çeşitli kültür kuramlarını da ilerlemeyi düzenlemek ve yönlendirmek için gösterilen çabalar bütünü olarak görmemiz gerekir. İnsanlığın kusursuzluğa ulaşması düşüncesi yeni değildir. Bu bağlamda “kültür” kavramı, “uygarlık” düşüncesi ile özdeş gibidir. Din, sanat, felsefe ve kültür dünyası için, “uygarlık” ve “gelişme” kavramları oldukça önemlidir.

Bireylerin, toplumsal kurumları oluşturan eylemleri, kültürel sistem içerisinde belirlenmiş değerleri ve normlara dayanan seçimleri içermektedir. Daha basit bir biçimde ifade etmek istersek, insanlar belirli şartlarda, kendilerinden beklendiği şekilde davranmaktadırlar. Çünkü, artık içinde bulundukları toplumların normlarını ve değerlerini, yani kültürlerini benimsemişlerdir. Buna bir açıdan ahlâk, entegrasyon ya da asimilasyon da diyebilirsiniz. Toplumsal entegrasyonlarda kültürel sistem mutlaka önceliklidir.

Şayet farklı kültür unsurlarının anlamlarında, birliğe ve aynı hedefe doğru ilerlemeye yönelik bir iradeden söz edilebiliyorsa, kesinlikle bir entegrasyon söz konusudur. Hristiyan bir kültür içerisinde yaşayan Müslümanların, birbirleri ile bağdaştırılamaz olan değerlere, ideolojilere ve tutumlara “evet” demeleri, bu tür bir entegrasyonu ifade eder. Ahenksizliklerin bağdaştırılmasına ve bir kültürün diğer kültüre entegrasyonuna intibak ettirici bütünleşmelere, yani yabancı kültürün gerçekleştirmek istediği hegemonik hakimiyete, “düzenleyici bütünleşme” denir ki bu durumun bir diğer adı yukarıda ifade ettiğimiz üzere “asimilasyon”dur. Asimilasyona maruz kalan kültürlerde bireyler, yabancı kültürlerin fikir, düşünce, hayat stillerinin ve sınâî-teknolojik ürünlerinin, kendi sahip olduklarından daha üstün olduğuna inanmışlardır. Buna kısaca, “akültürasyon” yani “başka bir kültüre benzeme, kültürel değişme veya yabancı kültüre duyulan hayranlık” da diyebiliriz.

Toplumsal düzen mekanizmaları geliştirebilmek için girişilen kuramsal arayışlar, insanın düşünsel ve kültürel kusursuzluğunun “uyumlu gelişmesi” fikri ile paralel bir şekilde yürümüştür. Bu anlamda kültürün gelişmesi, ahlâk, akıl ve yargı standartlarının eksikliği anlamına gelen anarşizmin, bütünüyle tek alternatifidir. Kültür, geniş anlamda bir değerler uzlaşısı sağlama aracıdır ve bu aracın entelektüeller zümresi tarafından korunması gerekmektedir. Düzen olmadan toplum olmayacağı, toplum olmadan da insanı kusursuzluğa götürecek kültürün gelişmeyeceği açıktır.

Bu açıdan kültürün belirlenmesi, yaygınlaşması ve etkinliğinin artırılması, mutlaka belirli bir sınıfla bağdaştırılması gerekmektedir. Kültür, toplumsalı aşar, topluma etki eder ve toplumu yansıtır. Çünkü kültür, tavırların, eylemlerin ve örneklerin öğrenilmesi ve öğretilmesi yolu ile varlığını korumaktadır. Bu açıdan kültür, öğrenilmiş tavırların ve hareketlerin ve bunların sonuçlarının dışa vurmuş şeklidir. Nihayetinde kültür, toplumların taşıdıkları ve getirdikleri sosyal mirasın tamamıdır. Kültürün sürekliliği, insanların gruplardan öğrenebilme imkan ve yetenekleri ile doğru orantılıdır. Bir toplumun kültürü, o topluma mensup insanların kişiliklerine ve şahsiyetlerine biçim verir.

Kültür değişmeleri, sosyal ilişkilerde meydana gelen değişimleri ifade eder. Bu değişimler, bazen yeni bir teknolojik ürün sayesinde bile çok büyük hale gelebilir. Ayrıca her sosyokültürel sistem, iklim, yer altı ve yer üstü kaynakları ve diğer çevresel faktörlerden açık bir şekilde etkilenir. Kültür değişmelerinin önemli bir faktörü de, idari ya da askeri örgütlenmeler aracılığı ile, bir toplumun diğer toplumlardaki kültürel yapıları, kendi halk tabakalarına zorla kabul ettirmesidir. Bir kültürde değişikliği netice verecek unsurlar genel olarak üç başlık altında görülebilir: 1) Zorunlu göçler, 2) Farklı kültürler arasındaki yakın temaslar ve 3) Gelişim neticesinde gerçekleşen kültürel değişikler. Şayet bu değişiklikler, önceki kültür ile uyum içerisinde ise ahenk, uyumsuzluk içerisinde ise kültürel kaos yaşanır.

Kültür, dünyanın her yerinde makro düzeyler (devletler ve devlet sistemleri), orta düzeyler (okullar ve şirketler) ve mikro düzeyler (bireysel yurttaşlık ve kimlik) tarafından şekillenen, aynı zamanda bunları da şekillendiren bir fenomen olarak kabul edilmektedir. Etkileri açısından baktığımızda kültür, toplumların birbirlerinden ayırt edilebilmelerini sağlayan belirleyici özelliktir. Kültür, toplumların değerlerinin sistematik bir bütün halinde ifade edilmesidir. Kültür aynı zamanda dayanışmanın en önemli temellerinden birini oluşturur ve o sosyal yapının bir özetini gösterir. İnsanlar, kültürü inşa ederler. Ancak, toplumsal gerçeklikleri şeyleştirme yetenekleri nedeniyle, bireysel psişenin istekleri ve duyarlılıkları ile giderek daha az temas kurarlarken, kendi kendine yeten bir dünya ile ise daha fazla bağlantılı hale gelirler. Ayrıca, bu uyuşmazlığın artan bir şekilde büyüdüğü görülür.

Bir kültür, yazılı bir edebiyata, ilmi faaliyetlere, bilime ve felsefeye, uzmanlaşmış bir işbölümüne ve yüksek bir siyasal sisteme sahip ise “uygar kültür” olarak adlandırılır. Uygar kültüre sahip toplumlar, karakteristik stilleri ve biçimleri ile tezahür ederler. “İdeal kültür” ise, normların ve kuralların açıklığını ve netliğini, inançları, sanatı, ahlâkı, hukuku ve söz konusu toplumdaki bireylerin üye olarak elde ettikleri imkanları ve geliştirdikleri yetenekleri ifade eder. Kültürlerin, ihmale gelmeyecek hasımları olduğu bilinmelidir. Bu hasımlar, uzaklaştırıldıklarında ve zayıflatıldıklarında bile yeniden belirmekte, mevcudiyetlerini sürdürmekte inatçı olabilmektedirler. Bu hasımlar için gelecek, asla ebediyen kaybedilmiş ve yok olmuş bir fenomen değildir.

Kültürün, sanat, dil, edebiyat, dini inanç, ahlâkî kodlar, yasal sistemler ve idealler gibi bileşenleri, farklı şekillerde büyümekte ve yayılmaktadır. Bu durum, bilhassa bilişim ve iletişim alanlarında bariz bir biçimde görülmektedir. Kültürel dünyanın bu farklı bileşenleri, her zamankinden daha fazla olarak iç içedir. Çağdaş dünyada bireyin etrafını saran ve onu durmadan etkisi altına alan, şaşırtıcı sayıda ve çeşitlilikteki ürünler, onu derinden etkilemektedir. Bu dünyada, sahici insan ilişkileri azalmış, toplumsal ilişkiler bıkkın ve mesafeli bir tutumun egemenliğine girme eğilimi göstermiştir. Daha yakın zamanlara kadar, küçük şehirleri ve kasabaları yüksek seviyede duyarlılıklar ve duygusallıklar karakterize etmekteyken, şimdilerin kasabalarını ve kentlerini, bilhassa maddi kültürün gereksinim duyduğu hesaplanabilirlikle eşleşen, sığ bir entelektüellik karakterize etmektedir. Nesnel kültürün büyümesi karşısında, bireyselliği sürdürmek gittikçe daha zor hale gelmektedir.

Kültürel dünya, çeşitli bileşenlerini üretmeye yönelik, geliştirilmiş yetenekleri ortaya çıkarırken, aynı zamanda bu son derece uzmanlaşmış bireylerin, kültürün bütünü hakkındaki anlayışları zayıflamış ve onu denetleme yetenekleri neredeyse yok olmuştur. Kısaca söylememiz gerekirse, nesnel kültür büyüdükçe, bireysel kültür o oranda körelmiştir. Kültürden yoksun mekanik bir dünya, bireylere egemen hale gelmiştir. İnsanlar arası ilişkiler kişisellikten uzaklaşmış, tüketim kültürü yaşam üzerinde çarpıcı etkiler oluşturmuştur. Popüler kültür, hegemonik fikirlerin toplumsal denetim mekanizmaları olarak işlediği, onlara rıza gösterildiği, daha alt sınıfların ise zayıf bir şekilde direnmeye çalıştığı arenaya dönüşmüştür. Entelektüellerin görevi, seçkinlerin çıkarlarına hizmet eden ideolojiler ile dolu metinlerin maskesini düşürmek ve gizemleri aydınlatmak iken, tam aksine kendilerini günlük goy goylara kaptırmışlardır. İnsanlar nazarında, sözüm ona değerli addedilen popülist mevkilere, ağızları sulanarak baka kalmışlardır. Böylece temel üst yapı ve belirlenimcilik bakış açısından uzaklaşmış, kültüre ilişkin pozitif tavırlar yerine, negatif tutumlar geliştirmişlerdir.

“Kültür” kelimesi, “uygarlık” kelimesi ile oldukça yakın bağlantıya sahiptir. Bir kültür, henüz olgunluğuna ve optimum noktasına ulaşamamışsa, gelişmesini garantiye almış bir “uygarlık” haline gelemez. Dolayısı ile şimdi de uygarlık konusu üzerine biraz yoğunlaşmaya çalışacağız.

Uygarlık” kelimesi, insan türünün, düşünce, sanat, bilim, teknoloji gibi maddi ve manevi bütün alanlarda ortaya koymuş olduğu ilerlemeleri ve ürünleri ifade eder. “Uygarlık”, insanların yeryüzündeki devamlılıkları, dini hayatları, yerleşim şekilleri, hükümet tarzları, sosyal sınıfları, ekonomik sistemleri, okuryazarlıkları ve kültürel diğer özelliklerini tanımlar. “Uygarlık” bazen basitçe, şehir hayatı, kentleşme ya da medeni olma durumudur. Uygarlıklar, siyaset tabanlı karar mekanizmaları, profesyonel dini kurumları, ileri seviyedeki sanatları ve mimarileri, girift eğitim yapıları, vb. ile çevrelerini etkileyen kültürler geliştirirler. “Uygarlık” kelimesinin bir diğer eş anlamlısı “medeniyet” kelimesidir. “Medeniyet” kelimesi, bilhassa kent hayatındaki sosyal, siyasal, entelektüel ve kurumsal alanlardaki birikimleri ve düzeyleri ifade ederken, “kültür” kelimesi de bu uygarlığın maddi ve manevi tezahürlerini ifade etmektedir.

Uygarlıkların yayılışlarının önündeki doğal engeller, daha yakın yüzyıllara kadar engin denizler, okyanuslar ve muazzam çöller olmuştu. Ancak günümüzde, içine girilememiş ormanlar, aşılamamış okyanuslar ve çöller kalmamıştır. Dünya tarihi açısından uygarlıklar esastır. Uygarlıklar, çok bileşenli fenomenler olup, bazen basit bir mutfak kültürü, çocuk yetiştirme şekilleri ve sofra adabı dahi, bir uygarlığın tümüne ait işaretler taşıyabilir.

Uygarlıklar yükselişe geçtiklerinde, karşısındaki mağluplar, hemen her zaman “medeniyetten nasibini alamamış barbar ve cahil kitleler” olarak etiketlenmişlerdir. Boyun eğdirilen bu kitleler, yükselen uygarlık tarafından, hızlı bir şekilde medenileştirme sürecine alınmışlardır. Galip uygarlıkların, kendileri için bir tehlike olarak gördükleri “gayr-ı medenî dünya”, genelde kurak iklime sahip talihsiz ülkeler olmuştur. Söz konusu uygarlığın giriş kapısını tutan görevliler, şayet dikkatsiz davranırlarsa geniş göçmen hareketleri tarafından alaşağı edileceklerine inanırlar. Uygarlıkların yükselmesindeki olağan kural, ilerleme, cehalet ve kötülüğe karşı başarılı olma itkileridir.

Uygarlıklar, birbirleri ile çatışma içerisine girdiklerinde, elbette büyük dramlar meydana gelmektedir. Günümüz dünyası da bu tehlikeli ihtimalden kurtulmuş değildir. Bir uygarlık, diğerini mağlup edebilir. Ancak bu mağlubiyet, genelde fazla uzun sürmez. İkinci dünya savaşında birbirlerini parçalayan Batı uygarlığı, zincirleme tasfiyelerle yeniden önceki haline dönebilmek için epey çaba harcamıştır. Ancak, bu sükunet halinin ne kadar devam edeceği belirsizdir.

Uygarlıkların başarısı, büyük ölçüde kentleşmeye bağlıdır. Kent olmaksızın, dünyaya açılma ve uzaklarla mübadele yoktur. Uygarlık sürecindeki toplumların, çalışma usulleri, ekonomileri, siyaset tarzları, kültürleri, sanat, düşünce ve bilim üretme tarzları ve önemli parçaları gözlenebiliyor ve incelenebiliyorsa bir değer taşıyor demektir. Bu parçaların her biri, elbette daha alt parçalara ayrılacak, sıkı bağlarla birbirlerine bağlanacaklardır.

İslam uygarlığı, gerçekliklerin oluşturduğu devasa bir okyanustur ve aynı zamanda görkemli bir mirastır. İslam, dünyamızın sahip olduğu en sahih ve en büyük dindir ve etkisi muhteşemdir. İnsanlık sahnesinde, çatlakların ve çukurların oluşmaya başladığı hemen her dönemde, İslam uygarlığı bu çukurları ya kapatmış ya da onları etkisiz hale getirmiştir. İslam uygarlığı, ilke olarak yenilenmeyi, ruhsal yükselişle birlikte maddi terakkiyi önemsemeyi kabul eder. İslam uygarlığı, hem bir hareketlilik hem de bir sürekliliktir. İslam uygarlığı, komşu ya da uzak uygarlıkların sunduğu maruf yönleri almakta mahzur görmemekte, kendi ürünlerini ise hem yakına hem de uzaklara yaymaktadır. Bu açıdan İslam uygarlığı, maddi ve manevi bir uygarlıktır.

Batı’nın, Müslüman toplumlara sözde insan hakları getirme girişimleri, öncelikle samimiyetsiz olduklarından, daha sonra da asıl amaçlarının İslam ülkelerinin yer altı ve yer üstü zenginliklerine çökme olduğundan, geçmişte olduğu gibi günümüzde de tabi bir şekilde tepki ile karşılanmaktadır. Bu sebeple, temelde çok kültürlülüğü ve muarefeyi yaygınlaştırmaya hazır İslam uygarlığı, bu meşru ve maruf hedeflerini mecburen rafa kaldırmak zorunda kalmaktadır. Savaşların ve fitne ateşlerinin baronları, bu kaotik zeminden alabildiğince istifade yollarının peşine düşmektedirler. Uygarlıkların ve kültürlerin farklılıkları, toplumların muarefeleri için önemli bir fırsat sunmaktayken, savaş ve çatışma tezleri ortalığı kaplamaktadır. Ancak lanetlenmişlerin, savaş başlatmak için tutuşturdukları her ateşi, Yüce Allâh söndürmekte, yok etmekte ve onları mağlup hale getirmektedir.

Şurası açıktır ki İslam uygarlığı ve siyaseti, Batı uygarlığına ve siyasetine ait onaylanmayacak tezleri ve bakış açılarını asla benimsemeyecek ve içselleştirmeyecektir. Bunun aksi de doğrudur. Sözde Batı uygarlığındaki idareciler, İslam uygarlığı ve siyaseti ile barışçıl bir iklime kesinlikle girmeyeceklerdir. Aksini düşünenler, çok büyük bir yanılgı ve gaflet içerisindedirler.

Yazımızın başında naklettiğimiz hadis-i şerîf çerçevesinde âkil Müslümanlar, kendi kıymetli medeniyetlerinin yüksek değerinin farkında olarak, içinde yetiştikleri kültür ve uygarlık iklimini daha ileri ve yükseğe taşıyacak fikirler üretecek, insanlığa çok değerli katkılarda bulunacaklardır. İslam uygarlığında yer alan toplumsal tabakalar arası iletişimi ve eytişimi güçlendirecek, var olan tabakalar arası hoşnutsuzlukları mümkün mertebe giderecek, İslam uygarlığının bütünlüklü yapısını muhafaza gibi ödevleri başarı ile ifa edeceklerdir. Bu ana hususlar, sözde Batı uygarlığına karşı, İslam’ın parlak, güçlü, yayılmacı ve nüfuz edici misyonu ve vizyonu açısından büyük önem taşımaktadırlar.

Cenâb-ı Erhamürrâhimîn’in, Ümmet-i Muhammed’i (sas) her daim Ruhu’l-Kudüs ile desteklemesi dilek ve temennilerimizle..

اللهمّ أحْسِنْ عَاقِبَتَنَا فِي الأُمُورِ كُلِّهَا، وَأجِرْنَا مِنْ خِزْيِ الدُّنْيَا وَعَذَابِ الآخِرَةِ وَصَلَّى اللهُ عَلَى رَسُولِهِ وَالأَئِمَّةِ المَيامِينَ مِنْ آلِهِ وَسَلَّمَ تَسْلِيْمَاً كَثِيْرَاً

Allâhım, bütün işlerde akıbetimizi güzel kıl. Bizleri dünyada aşağılanmaktan, âhirette de azaptan koru.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, [17778]; Taberani, Kebîr, [1198]) Allah’ın rahmeti ve sonsuz selamı, Şanlı Elçisine ve âlinden gelen uğurlu imamlara olsun.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.