Musa Kâzım GÜLÇÜR
1 / Safer / 1445
17 / Ağustos / 2023
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيطَانِ الرَّجِيمِ
بِـسْـــــــــــــــــــــــــــــــمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ ، والعاقبة للمتقين، اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلَاةً تُحَلُ بِهَا العَقْدُ وَتُفُرَّجُ بِهَا الكُرَبُ وَتُشْرَحُ بِهَا الصُّدُورُ، وَتُيسَّرُ بِهَا الأُمُورُ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ تَسْلِيمَاً كَثِيرَاً
{اللَّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ}
[13/26 ، سُورَةُ الرعد ]
“Allâh, dilediklerinin rızıklarını genişletir ve daraltır.”
{قُلْ إِنَّ رَبِّى يَبْسُطُ ٱلرِّزْقَ لِمَن يَشَآءُ مِنْ عِبَادِهِۦ وَيَقْدِرُ لَهُ}
“De ki, Rabbim, kullarından dilediklerinin rızıklarını genişletir, dilediklerini de daraltır.”
[34/39 ، سُورَةُ سبأ ]
(رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي يَفْقَهُوا قَوْلِي)
(20/25-28 ، سُورَةُ طه)

“Bütün rızıkları veren O’dur.”
(Zariyat, 51/58)
Ezelden ebede kadar, bütün olmuş ve olacak hamd ve senalar, tam ve kemaliyle, âlemlerin yegâne Yaratıcısı, yöneteni ve kemale erdiricisi Allâh’ındır. Hüsn-ü âkıbet de müttakîler içindir. Allâhım, Efendimiz Muhammed’e, ailesine ve ashabına, kendisi ile düğümlerin çözüleceği, sıkıntıların yok olacağı, gönüllerin ferahlanacağı, dünyevî ve uhrevî işlerin kolaylaşacağı salât ve selamlar ederiz.
İslami konular içerisinde en az çalışılanı, “rızık” ve “iktisat” konularıdır. İnşâAllâh bu makalemizde, “Yüce Allâh’ın Rızıkları Genişletmesi ve Daraltması” konusuna odaklanmaya çalışacağız.
Kur’an-ı Kerîm’de, eş anlamlıları hariç, 80’i Mekkî, 43’ü Medenî 123 ayet-i kerimede “rızık” kelimesi 129 defa geçer. Bu ayet-i kerimelerin 117’sinde “rızık” kelimesinin faili, doğrudan ya da zamir ile Yüce Allâh’tır. Rızık kavramı, bütün insanların ve canlıların, bedeni ve ruhi hayatlarını idame ettirebilmeleri için, Yüce Yaratıcı Kudret’in kendilerine lütfettiği, doğrudan ya da dolaylı şekilde yararlanılan, hak ve imkanların tamamını kapsamaktadır. Rızık, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin, tüm yaratıklarına mutlak anlamda faydalanmaları için verdiği bütün unsurları ifade eder (Mülk, 67/15). Dolayısı ile rızık, canlıların kendisinden faydalandıkları her şeydir. Şurası oldukça nettir ki, büyüğü ve küçüğü ile, yeryüzündeki, denizlerdeki ve karalardaki bütün canlıların rızıkları, Allâh Teâlâ’nın kontrolündedir (Hud, 11/6; Hicr, 15/20; Ankebut, 29/60).
“Rızık” kelimesi, Allâh Teâlâ’nın, canlıların hayatiyetlerini devam ettirmeleri adına lütfettiği, bütün maddi unsurların yanı sıra (Nahl, 16/72), aynı zamanda kalp, ruh, zihin, sevme, sevilme (Tirmizi, 3490), takva, hidayet, istikamet, dalaletten ve kötülüklerden izn-i ilâhî ile korunmuş olma gibi, bütün manevi unsurları da ifade etmekte (Bakara, 2/3; Hud, 11/88), ahirette verilecek nimetler de rızık kapsamında bulunmaktadır (Bakara, 2/25; Ali İmran, 3/169). İnsanın maddi bedeninin ayakta kalması ve manevi varlığı olan ruhun bedende kaim olması rızık sayesindedir. “Rızık” kelimesinin, “nasip, kısmet, nimet, hayat” vb. kavramlarla da çok sıkı ve yakın ilgisi mevcuttur.
Rızık, Allâh Teâlâ’nın varlığı ve birliğinin en önemli delillerinden birisidir. Yüce Allâh’ın mahlukatı rızıklandırması ilahî bir plan ve program iledir (Hicr, 15/21; Şura, 42/27; Kamer, 54/49). Göklerden ve yerden bütün canlıları rızıklandıran sadece Allâh Teâlâ’dır (Yunus, 10/31; Müminun, 23/18; Neml, 27/64; Sebe, 34/24; Fatır, 35/3; Zuhruf, 43/11; Zâriyât, 51/56-58). Allâh Teâlâ’nın güzel isimlerinden Er-Rezzâk, “mahlukatına maddi ve manevî her türlü rızkı bol bol ihsan eden” anlamındadır. Allâh’tan başka hiçbir varlık “Er-Rezzâk” değildir (Ankebut, 29/17). Bireylerin, helal ve tayyip rızıklardan faydalanmaları, kendileri için apaçık düşman olan şeytana uymamaları temel ilkelerdendir (Bakara, 2/168).

“Rızkı veren Allâh’tır.”
(Hud, 11/6)
Bir kısım insanların rızkının bol, bir kısmının dar olması, elbette Yüce Allâh’ın hikmetlerindendir. Maddî veya manevî, dünyevî ya da uhrevî her türlü rızkın genişletilmesi ve daraltılması, bütünü ile Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin takdirindedir (Bakara, 2/245; Ra’d, 13/26; İsra, 17/30; Kasas, 28/82; Ankebut, 29/62; Rum, 30/37; Sebe, 34/36, 39; Zümer, 39/52; Şura, 42/12). Rızkı daraltan ya da bollaştıran sadece O’dur. Dolayısı ile insanlar, rızıklarının bol ve dar oluşları açısından birbirlerinden farklılık göstermektedirler. Bunun sebebi, rızıkları bol kişilerin daha akıllı olmaları, rızıkları dar kimselerin de cehaletleri değildir. Çünkü, nice akıllı ve kudretli kimseler, geçim sıkıntısına düşebilmekte, nice cahil ve yetersiz kimseler de bolluk içerisinde bulunabilmektedirler. Allâh Teâlâ kimine bol rızık verir, kiminin de rızkını dar tutar.
İnsanlar, birinin fazlaca zengin olduğunu görünce, “bu kimselerde bir üstünlük olmasaydı, Yüce Allâh bunları zenginleştirmezdi!” demekte, aynı şekilde maddi açıdan fakir kimseleri gördüklerinde de “bu kişiler, Yüce Allâh nezdinde değersizdir!” şeklinde hüküm vermektedirler. Varılan her iki hüküm de yanlıştır. Rızkın bol verilmesinin veya dar tutulmasının, insanların değerleri ya da değersizlikleri ile ilgisi yoktur. Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, hem dünyada (Enam, 6/165) hem de ukbâda, insanların bir kısmını diğerlerinden üstün kılmıştır (İsra, 17/21).

“Biz, müminler için Kur’an’dan, şifa ve rahmet olacak hususlar indiriyoruz.”
(İsra, 17/82)
İnsanlar arasındaki ekonomik farklılıklar ilahî takdirin gereğidir ve dünyada mutlak eşitlik imkansızdır. Dolayısıyla bazen değersiz bir kâfir bol rızık üzere bulunurken, Kabe’den daha değerli bir mümin ise, rızık itibarı ile darlık içerisinde bulunabilmektedir. Bilhassa inançsız kimselerin rızıklarının ve ekonomik hayatlarının geniş ve bol olması, onların üstün ve değerli olduklarının delili değildir (Bakara, 2/212). Bazı müminlerin dünyevî rızıklarının dar tutulmuş olması da onların değersiz ve hakir olduklarına ya da küçüklüklerine delil değildir (TâHê, 20/131). Yüce Nebi (sas), dünyaya sevgi ile dalanların ahiretlerine, ahirete sevgi ile bağlananların da dünyalarına zarar verebileceklerine dikkat çekmiş, ancak yine de faniye karşı bâkî olanın seçilmesi gereğine tembih buyurmuşlardır (Ahmed b. Hanbel, 19934).
İnsanların eşit gelir düzeyine sahip olmaları, bireylerin daha fazla çaba sarf etme, yenilik yapma veya daha iyi sonuçlar elde etme motivasyonlarını yok edecek, ekonomik eşitlik durumunda, sınaî ve zirâî büyüme ve verimlilik ortadan kalkacaktır. Meslekler açısından baktığımızda da daha yüksek risk veya yoğun emek gerektiren işlerin bütün cazibesi berhava olacaktır. Rızkın eşit dağılımı, çeşitli alanlarda bireylerin yeteneklerinin ve potansiyellerinin sıfıra indirgenmesi demektir.
Varlık, bütünüyle Yüce Allâh’a aittir. Kötülükler, musibetler, açlıklar, kıtlıklar, zulümler, afetler birer sınama olduğu gibi, varlık, refah, mal, evlatlar, beden, sıhhat ve tüm iyilikler de birer imtihan vesilesidir. Kur’ân-ı Kerîm, insanlardaki çeşitli üstünlük vesilelerine bakarak, haset ve kıskançlık ile başkalarının elinde bulunan maddi unsurlara göz dikmenin yanlış olduğunu beyan etmektedir (Nisa, 4/32). İnsanlar, rızıklandırılmalarındaki farklılıklar ile imtihana tabi tutulmaktadırlar (Enam, 6/135). Bu hususu anlayamayan kimseler, kendilerine Rab tarafından ikramlar ve ihsanlar lütfedildiğinde, bol nimetlere ve zenginliklere ulaştırıldıklarında, “bu zenginlikler Rabbimden” derken, rızıkları daraltıldığında, psikolojik çöküntü yaşadıklarında, Rabbin haşa kendilerine ihanet ettiğini öne sürmektedirler (Fecr, 89/15-16).

“Ey mülkün sahibi..”
(Ali İmran, 3/26)
Cenâb-ı Hakk’ın, bazılarının rızıklarını dar tutması, hâşâ cimriliği sebebiyle değildir. Tam aksine, kullarının menfaatlerini görüp gözettiği içindir. Çünkü Allâh Teâlâ, dar rızık ya da bol rızıktan hangisinin kullarına daha faydalı olduğunu en iyi bilendir. Müslüman birey, Yüce Allah’ın rızıkları belirlediğine inanarak, zaman zaman bolluklarla ya da darlıklarla sınanabileceğini görmelidir. Bu durum makam ve mevkiler için de geçerlidir. Gerek rızık genişliği, gerekse de rızık darlığı hallerinde, Yüce Allah’ın buyruklarına uymada, nezih ve dürüst yaşantıyı sürdürmede kararlı olunmalıdır. (Fecr, 89/15-20).
Ayrıca, insanların bir kısmının rızık yönü ile diğerlerinden daha üstün tutulması, birbirlerine iş gördürmeleri içindir (Zuhruf, 43/32). Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri böylece, insanlardan kimini işveren, kimini işçi, kimini yönetici, kimini yönetilen yapmak sureti ile, toplumlarda iş bölümlerinin ve sosyal dengelerin meydana gelmesini irade etmiştir. Allâh Teala, rızık bakımından herkesi eşit tutmuş olsaydı, insanların bir kısmının bir kısmına hizmet etmesi imkansız hale gelirdi. Teoride ekonomik eşitlik iddia edilse bile, kesinlikle gerçekleşmeyecektir. Çünkü, Yüce Allâh’ın rızıkları itibarı ile üstün kıldığı kimseler, sahip oldukları ekonomik imkanlarını, kendileri ile eşit hale getirmek için, sorumluluklarını üstlendikleri çalışanlarına bütünüyle vermeyi kesinlikle düşünmeyeceklerdir (Nahl, 16/71).
Rızkın daraltıldığı ya da bollaştırıldığı dönemlerde, inanan insanların üzerine düşen görevler, takva, infak ve şükür mekanizmalarını çalıştırmalarıdır (Bakara, 2/172; Ankebut, 29/17). Yüce Allâh, müttaki kullarına mükâfat olarak onların rızıklarını hiç ummadıkları bir tarzda artırmaktadır (Talak, 65/2-3). Yüce Allâh’ın rızası için infak yapılması (Sebe, 34/39), verdiği nimetlere şükredilmesi rızık bolluğunun sebeplerindendir (İbrahim, 14/7). Şükürsüzlük ve küfran-ı nimet ise, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin gazabına sebep olacak unsurlardır (İbrahim, 14/7; Nahl, 16/112). İnsana düşen vazife, kendi yaratılışındaki hikmetleri anlamaya çalışması, Allâhu Teâlâ’nın verdiği her türlü nimetin farkına vararak, Yüce Yaratıcı’ya şükretmesidir (Nahl, 16/114; Sebe, 34/15; Duhâ, 93/11).

Kevser Suresi
Rızıklandırma faaliyetini derinlemesine düşünen kimselerin, bu incelikli tefekkürleri neticesinde, rızkı verene doğru yönelmeleri gerekir. Rızkı veren ve dağıtan ise, hiç şüphesiz Allâh Teâlâ’dır. Bu düşünce seviyesine ulaşan kimsede, Rezzâk-ı hakikîye inançta bir sarsıntı görülmez, Yüce Allâh’a imanında sabit kadem olur. Dünyevî rızkın genişliği zorunlu şekilde imanı, darlığı da zorunlu şekilde imansızlığı netice vermez. Çünkü, nice bedbaht ve günahkar kimseler vardır ki alabildiğine zengindirler. Yine nice müttakî dindar kimseler vardır ki, alabildiğine sıkıntı içerisindedirler. Hatta peygamberler (ase) dahi bu durumdan istisna edilmemişlerdir. Mesela, Hz. Süleyman (as) ve Hz. Davud (as) saltanat sahipleri iken, Hz. İsa (as) fakirdi. Yüce Nebi (sas), rızkının sadece yeterli miktarda olması için dua etmekteydi (Buhari, 6460). Yüce Nebi’nin (sas) maişet durumu, her daim elindeki mâlî imkanlarını muhtaçlara dağıtması sebebi ile, yemek yemeksizin peş peşe birkaç gün gecelemesi, ailesinin bazen yiyecek akşam yemeği bile bulamaması, ekmeklerinin de çoğu zaman arpa ekmeği olmasıydı (Tirmizi, 2360).
Dünya, insanların hem hayır hem de şer ile denendiği bir imtihan yurdudur (Enbiya, 21/35). İnsanların hoş görmedikleri şeylerde hayır, hoş görüp sevdiği şeylerde ise şer olabilmektedir (Bakara, 2/216). İnsanların pek çoğu, bu gerçeklere rağmen, rızkın azlığının ve geçim darlığının ya da mal çokluğunun ve geçim bolluğunun, kişilerin fasık ya da salih olma durumları ile ilgili olmadığını, bu durumun meşîet-i ilâhiyeye bağlı olduğunu derk edememektedirler.
Rızkın genişliği, kimi zaman da bir tuzak ve bir istidraçtır (Kalem, 68/44). İstidraç, Yüce Allâh’ın, azgınlık yaparak sapıtan kullarına, nimetlerini artırmak sureti ile onları ebedi helake yaklaştırmasıdır. Yüce Allâh, Karun’u, hazinesinin anahtarlarını kalabalık bir grubun taşıyabileceği kadar zenginleştirmiş, fakat o, bu zenginliğe kendi bilgisi ile ulaştığını iddia etmiştir. Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri de onu ve malını yerin dibine geçirmiştir (Kasas, 28 / 76-81).

“Rızkı veren Allâh’tır.”
(Hud, 11/6)
Rızkın dar tutulması, genel olarak yüceliğe ve mükafatın büyütülmesine sebep olmaktadır. Ancak diğer taraftan, mümin ve müttaki bireylere ahiret nimetlerinin lütfedilecek olması, onlara daha bu dünyada iken çeşitli nimetlerin lütfedilmesine de mani olmamaktadır. Rızıkların bol ya da dar tutulması tamamen bir hikmet üzeredir. Şayet bütün insanlar bol şekilde rızıklandırılsalardı, yeryüzündeki sosyal denge bozulur ve insanlar azgınlaşırlardı (Şura, 42/27).
İnsanlar, rızık genişliği itibarı ile farklı farklıdırlar (Nahl, 16/71). İlahî vaade binaen, salih kimselere kesin bir şekilde ahiret nimetlerinin verilmesinin yanı sıra, dünyevi nimetler de lütfedilmektedir. İnançsız kimselerin maddi açıdan sonları kesiktir. Malları ve saltanatları son bulacaktır. Gelecekleri yani ahiretteki durumları ise, korkunç bir son olarak onları beklemektedir.
Fakat inançlı bireylerin, Yüce Allâh’ın rızasını gözeterek infak edip harcadıkları mallara karşılık, Yüce Allâh’ın verecekleri ise hem daha hayırlı hem de sonsuzdur. İnsanın sahip olduğu maddi varlıklar, devamlı bir şekilde yok olma ile yüz yüzedir. Böyle bir yokluk, Yüce Allâh indinde bulunan (Ankebut, 29/17), kendisine gönülden inanmış kullarına lütfedeceği rızıklara ve güzelliklere ise arız olup yol bulamayacaktır. Cenâb-ı Hak, dilediği kimseleri hesapsız olarak rızıklandırmaktadır (Ali İmran, 3/27).
Rızık, Yüce Allâh’ın canlılara olan sayısız, görünen ve görünmeyen nimetleri ile boyaması (Lokman, 31/20), yeri bir döşek, göğü bina yapması, gökten su indirip onunla çeşitli ürünler çıkarmasıdır (Bakara, 2/22). Rızık, Yüce Allâh’ın lütufları, ihsanları, maddi ve manevi ikramlarıdır. Daraltan ve genişleten Cenâb-ı Allâh’tır. İnançlı bir insan, rızkı daraltanın ve genişletenin Yüce Allâh olduğunu bildiğinde, sa’ye sarılır, hikmete râm olur. Diğer taraftan da hali vakti yerinde olanların, darlıkla karşılık görmemeleri için, Yüce Allâh’ın geniş tuttuğu rızkı, cimrilikle saklamamaları, mallarından gönül hoşnutluğu ile Yüce Allâh’ın rızasını gözeterek infakta bulunmaları gerekir.
اللَّهُمَّ رَبَّ السَّمَوَاتِ السَّبْعِ وَرَبَّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ رَبَّنَا وَرَبَّ كُلِّ شَىْءٍ مُنْزِلَ التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ وَالْقُرْآنِ الْعَظِيمِ أَنْتَ الأَوَّلُ فَلَيْسَ قَبْلَكَ شَىْءٌ وَأَنْتَ الآخِرُ فَلَيْسَ بَعْدَكَ شَىْءٌ وَأَنْتَ الظَّاهِرُ فَلَيْسَ فَوْقَكَ شَىْءٌ وَأَنْتَ الْبَاطِنُ فَلَيْسَ دُونَكَ شَىْءٌ اقْضِ عَنَّا الدَّيْنَ وَأَغْنِنَا مِنَ الْفَقْرِ .
“Allâhım, Ey yedi göğün Rabbi, Azametli Arş’ın Rabbi, Rabbimiz ve her şeyin Rabbi, Tevrat, İncil ve Kur’ân-ı Azim’i indiren. Evvel Sensin, Senden önce hiç bir şey yoktur. Âhir Sensin, senden sonra hiç bir şey yoktur. Zâhir Sensin, Senden daha aşikâr hiç bir şey yoktur. Bâtın Sensin, Senden daha gizli hiçbir şey yoktur. Borcumuzu ödettir ve bizi fakirlikten kurtar.”
(Şanlı Nebi’nin {sas} Cennet’in Seyyidelerinden kerîmesi Hz. Fâtıma’ya {r. anhâ} öğrettiği dua)
(İbn Mâce, 3831)
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.
