Dr. Abdulkadir GÜLÇÜR
1 Muharrem 1446
7 Temmuz 2024
İçindekiler
1.2.1. Negatif Statü Hakları (Kişisel Haklar)
1.2.2. Pozitif Statü Hakları (Sosyal Haklar)
1.2.3. Aktif Statü Hakları (Siyasal Haklar)
2.1. Kişinin Topluma ve Ailesine Karşı Olan Sorumluluğu
2.2. Kişinin Cezai Sorumluluğu
2.3. Kamu İdaresinin Sorumluluğu
2.4. Özel Hukuktan Doğan Sorumluluk
2.4.1. Haksız Fiil Bağlamında Sorumluluk
2.4.2. Sözleşmeden Kaynaklanan Sorumluluk
Abstract

This article comprehensively analyzes the relationship between rights and responsibilities, discussing various legal aspects and categorizations. Efforts have been made to ensure that the explanations are clear and informative and that the subject can be fully understood. Additionally, endeavors were made to increase the apprehensibility of the content by including legal references.
Careful attention has been given to ensure the content is well-organized and informative, striving to offer a valuable resource for readers seeking to understand the legal framework of rights and responsibilities.
Giriş

Hak ve sorumluluk, bireysel ve toplumsal hayatımızı düzenleyen en temel iki kavramdır. Yasal düzenlemelere baktığımızda da bu düzenlemelerin ana temalarının kişilerin ve çıkar gruplarının karşılıklı hak ve sorumluluklarını belirlemek olduğunu görürüz. Bu sebeple hukuk düzeninin hak ve sorumluluklar üzerine kurulu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Konuya adalet mekanizmasının işleyişi açısından baktığımızda, bu mesele daha net biçimde açıklığa kavuşmaktadır. Adalet mekanizmasının, sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için, ortaya çıkan uyuşmazlıklarda, hak sahibi olan tarafın haklılığının, yargı mercilerince kabul görmesi, buna karşılık sorumluların da ilgili uyuşmazlığın niteliğine göre hukuki veya cezai yaptırımlara tabi tutulması gerekir. Bu hususun sağlanması oldukça önem arz etmektedir. Aksi halde bireylerin ve genel olarak toplumun adalete duyduğu güven ciddi biçimde zedelenecektir.
Bireyin ve toplumun birlikte adalete duydukları ihtiyacın yanı sıra, birbirlerine karşı da çeşitli hak ve sorumlulukları bulunmaktadır. İçinde yaşanılan toplum, her bir kişinin ödediği vergilerle, herkesin yararlanabileceği, eğitim, sağlık, ulaşım, vb. temel kamu hizmetlerini finanse etmektedir. Birey olarak bütün toplumun katkılarıyla oluşan bu hizmetlerden yararlanmak bir hak olmakla birlikte, aynı zamanda topluma karşı çeşitli sorumluluklarımız da bulunmaktadır.
Çoğu insan ailesinden ve okuduğu okullardan aldığı eğitimle doğru orantılı olarak az veya çok topluma ve ailesine karşı olan sorumluluklarının bilincindedir. Bir toplumdaki insanlara sorumluluk bilinci ne kadar yüksek miktarda kazandırılmışsa, orada yaşanan ihtilafların o kadar az olduğu görülecektir. Çünkü böyle bir toplumda, insanlar kendi haklarını kullanırken başkalarının haklarına saygı gösterecek ve sorumluluklarının bilincinde hareket edeceklerdir. Böylece toplumsal problemler büyük oranda azalacak ve insanlar daha huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşama fırsatına sahip olacaklardır.
1. Hak ve Hürriyet İlişkisi

Hak sahibi olmak, bir şey yapmaya yetkili olmak ya da bir şeyi talep edebilmek demektir.[1] Kişinin hak sahibi olması bizzat hukuk kuralları vasıtası ile olabileceği gibi sözleşme gibi kendi akdettiği hukuki işlemler vasıtasıyla da gerçekleşebilir.[2] Hukuk kuralları vasıtasıyla tanınan haklar genellikle kamu hakları başlığı altında
yer alırken, kişilerin yaptığı işlemler özel hakların oluşumu ile neticelenmektedir.
Haktan bahsedildiğinde akla ilk gelen kavramlardan birisi de hürriyettir. Gündelik konuşmalarımızda dahi bu kelimeleri birbirleri yerine kullandığımız olmaktadır. Hukuksal metinlere bakıldığında da bu iki kelimeye birlikte yer verildiği görülmektedir. Bu bakımdan sadece ulusal hukuk düzenlemelerinde değil, anı zamanda da uluslararası hukuk metinlerinde de bu iki sözcüğün birlikte kullanıldığı görülmektedir[3].
Örneğin hâlihazırda yürürlükte olan 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın[4] 12. maddesi ve devamı maddelerinde “hak” ve “hürriyet” kelimeleri birlikte kullanılmıştır. Anayasamızın “temel hak ve hürriyetlerin niteliği” başlıklı 12. Maddesinin ilk fıkrası şu şekildedir. “Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.”
Şimdi tekrar hak ve hürriyet arasındaki ilişkiye dönecek olursak, kişinin hak sahibi olmasından daha önce insani potansiyelinden kaynaklanan özgür olma özelliği vardır. O halde özgürlük, bireyin hukuksal varlık olarak tanınmasına ön gelen süreçte açığa çıkmaktadır. Bu niteliği bulunduğu içindir ki birey hak sahibi kılınmalı, özgürlük durumu hukuksal forma kavuşturulmalıdır. Bahsettiğimiz bu anlayış doğal hukuk, doğal haklar anlayışıdır[5].
Hak ve hürriyetler arasındaki ilişkiyi doğal hukuk felsefesi açısından değerlendirenlere göre, “hak ve hürriyet aslında bir tek gerçeğin iki yönüdür. Hürriyet bir haktır ve hak hürriyetle gerçekleşebilir. Bunlardan biri olmadan diğeri olmaz. Gerçekleştirilecek bir hak yoksa hürriyetin manası kalmayacağı gibi, hürriyet yoksa hakkın da bir mana ve değeri yoktur. Hak hürriyetin temeli ve konusu, hürriyet ise hakkın gerçekleştirilme vasıtasıdır[6].”
Doğal hukuk (haklar) öğretisi eksenli hak ve hürriyet anlayışına yönelen eleştiriler, hakkın ancak örgütlenmiş, düzenli bir toplum içerisinde ortaya çıkabileceği noktasında toplanmaktadır. Buna göre insanın sahip olduğu haklar doğuştan gelen değil, toplumca tanınan haklardır. Bu görüşe göre hak, hürriyetlerin yani özgürlüklerin yasalarla güvence altına alınmış biçimidir[7]. Kısacası haklar, hukuk düzeninin sağladığı yasal yetkilerdir. Dolayısıyla bu görüş uyarınca haklar, yasal düzenlemelerde yer buldukları sürece vardırlar. Bu yaklaşımın doğal hukuk öğretisinin karşısında yer alan pozitivist hukuk düşüncesinin yaklaşımı olduğunu ifade etmeliyiz.
Pozitivist veya doğal hukukçu yaklaşımdan bağımsız olarak, insan haklarının toplumun çıkarlarının korunması gibi kamusal gücü harekete geçiren mekanizmalara üstünlüğü, demokratik hukuk devleti olmanın temel ölçütlerinden birisi olarak kabul görmektedir. Bu nedenle, bir devletin veya toplumun insan haklarına ilişkin yaklaşımı, siyasal rejimin yapısını doğrudan etkileyen önemli faktörlerden birisidir.[8]
1.2. Kamu Hakları
Kamu hakları genel anlamda bireyle devlet arasındaki hukuki ilişkiyi düzenleyen ve devletin anayasa ve yasalarla kendi egemenlik alanında bulunan kişilere tanıdığı haklardır. Bu şekilde bir tanım yapmamızın sebebi devletin egemenlik alanında bulunan yabancıların, mültecilerin ve göçmenlerin de yaşam hakkı (AİHS md. 2, T.C. Anayasası md. 17/1), işkence ve onur kırıcı muameleye maruz bırakılmama hakkı (AİHS md.3, T.C. Anayasası md.17/3) gibi kişisel haklardan (negatif statü haklarından) yararlanabiliyor olmalarındandır.
Dolayısıyla kamu haklarından özellikle kişisel haklar, vatandaş-yabancı ayrımı gözetilmeden herkesin yararlanabileceği hak çeşitleridir. Buna karşılık siyasal haklar, devletin kural olarak sadece vatandaşlarına tanıdığı haklardır. Örneğin anayasamızda seçme ve seçilme hakkı (md. 67) ile kamu hizmetlerine girme hakkı (md. 70) sadece Türk vatandaşlarına tanınmış haklardır. Bu sebeple bu haklardan yabancıların, mültecilerin veya göçmenlerin yararlanması mümkün değildir.
Şimdi kamusal hakların tasnifine tekrar dönecek olursak, yukarıda karma teoride ismini zikrettiğimiz Alman hukukçu Jellinek tarafından yapılan ve anayasamızdaki temel hak ve hürriyetlerin sınıflandırılma düzenine de temel teşkil eden üçlü ayrım[9] bağlamında kamu haklarının alt başlıklarını inceleyelim.
1.2.1. Negatif Statü Hakları (Kişisel Haklar)
Negatif statü hakları, bireyin devlet tarafından aşılamayacak ve dokunulamayacak özel alanının sınırlarını çizen haklardır. Örneğin; konut dokunulmazlığı, kişi güvenliği, din hürriyeti, düşünce hürriyeti ve mülkiyet hakkı negatif statü hakkı niteliğindedir. Bu haklar devlete, karışmama, gölge etmeme ödevi yüklerler. Bireyi devlete ve topluma karşı koruyan haklar olduğu için bu haklara “koruyucu haklar” da denir[10]. Anayasamızda ise bu haklar, ikinci kısmın ikinci bölümünde “kişinin hakları ve ödevleri” başlığı altında yer almaktadır.
1.2.2. Pozitif Statü Hakları (Sosyal Haklar)
Pozitif statü hakları, bireylere devletten olumlu bir davranış, hizmet veya yardım isteme imkânını tanıyan haklardır. Örneğin; çalışma hakkı, sağlık hakkı, konut hakkı ve sosyal güvenlik hakkı bu hak grubuna girmektedir. Bu tür haklar, devlete sosyal alanda birtakım ödevler yüklerler. Pozitif statü haklarına, bireye devletten bir istemde bulunma hakkı verdiği için “isteme hakları” da denmektedir. Sosyal devlet anlayışının getirdiği haklardan oldukları için bu hakların diğer adı da “sosyal haklardır”[11]. Anayasamızda da bu gruba giren haklar, ikinci kısmın üçüncü bölümünde “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” başlığı altında yer almaktadır.
Ancak anayasamızın bu bölümünde yer alan “sosyal ve ekonomik hakların” bazıları pozitif statü hakkı niteliğinde değil, negatif statü hakkı niteliğindedir. Örneğin 48. maddedeki “çalışma ve sözleşme hürriyeti”, 51. maddedeki “sendika kurma hakkı”, 54. maddedeki “grev ve lokavt hakkı” pozitif statü hakkı niteliğinde değil, negatif statü hakkı niteliğindedir[12]. Kısacası anayasamızın “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” bölümünde yer alan hakların tamamı pozitif statü hakkı niteliğinde değildir.
1.2.3. Aktif Statü Hakları (Siyasal Haklar)
Aktif statü hakları bireyin, devlet yönetimine katılmasını sağlayan haklardır. Bu yüzden bunlara “katılma hakları” da denmektedir. Seçme ve seçilme hakkı, siyasi parti kurma hakkı, siyasi faaliyette bulunma hakkı, kamu hizmetine girme hakkı ve dilekçe hakkı, aktif statü haklarına örnek olarak verilebilir. Bu sebeple bu gruptaki hakların diğer adı da “siyasal haklardır”[13]. Anayasamızda da bu gruba giren haklar, ikinci kısmın dördüncü bölümünde “siyasi haklar ve ödevler” başlığı altında yer almaktadır.
1.2.4. Özel Haklar
Özel hukukun yani kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuk dalının temelini teşkil eden ayrımlardan birisi mutlak haklar ve nisbi haklar ayrımıdır. Bu ayrım, kendisini en çok ayni hak ile alacak hakkı sınıflandırmasında gösterir[14].
1.2.5. Mutlak Haklar
Mutlak haklar hak sahibi tarafından hakkını ihlal eden herkese karşı ileri sürülebilen haklardır. Mutlak haklar, maddi mallar (eşya), maddi olmayan mallar (fikri haklar gibi) ve kişiler üzerinde (velayet hakkı gibi), doğrudan doğruya sahip olunan, herkese karşı ileri sürülebilen, en geniş yetki ve hâkimiyet veren haklardır. Eşya üzerindeki mutlak haklara, ayni haklar denmektedir[15]. Ayni haklardan mal üzerinde kişiye en fazla yetki tanıyan ise şüphesiz mülkiyet hakkıdır.
1.2.6. Nisbi Haklar
Nisbi haklar sadece hak sahibi ile hukuki ilişki içerisinde bulunan kişi veya kişilere karşı ileri sürülebilen haklardır. Bu haklar sadece belirli kişi veya kişilere karşı ileri sürülebildiği için, şahsi haklar olarak da isimlendirilmektedir. Alacak hakları nisbi hakların en sık görülen türüdür. Bunun dışında aile hukukundan da doğan bazı nisbi haklar mevcuttur. Eşlerin birbirine destek olma ve sadakat gösterme yükümlülüğü buna örnek olarak verilebilir[16].
2. Sorumluluk Kavramı

Latince ifade: Non est potestas Super Terram quae Comparetur ei. (Iob. 41. 23) İngilizcesi: There is no power on earth to be compared to him. (Job 41. 23) Çevirisi: “Karada onun (timsahın) benzeri yoktur.” (Eski Ahit, Eyup, 41/33). Parisli Abraham Bosse, Leviathan kitabının (1651) müellifi Thomas Hobbes ile uzun bir tartışmadan sonra, kendisinin geometrik tarzda işlediği kitap kapağı için burada yer alan ünlü gravürü oluşturdu. Kitabın adı, Tevrat’ta geçen Leviathan isimli bir yaratıktan esinlenerek konulmuştur. Eser, toplumun ve meşru hükümetin yapısıyla ilgilidir ve toplumsal sözleşme teorisinin en eski ve en etkili örneklerinden biri olarak görülür. Resimdeki insansı figürün (kralın) gövdesi ve kolları, Giuseppe Arcimboldo (İtalyan ressam, mimar, sahne tasarımcısı, mühendis ve sanat danışmanı; resimlerinde meyve, sebze, kitap gibi birçok nesneyi insan portrelerini andıracak şekilde düzenlemesi ile ünlü) tarzında 300 kadar insan yüzünden oluşmaktadır. Bu yüzlerin hepsi içeriye doğru bakarken, sadece devin kafası belirgin özelliklere sahiptir. İngiliz Kralı II. Charles için yazılan Leviathan kitabının el yazması başka bir nüshasında, resimle ilgili dikkate değer farklılıklar bulunmaktadır. Burada büyük kafa daha farklı, küçük kafalar ise farklı yüz ifadeleri ile gövdeden dışarı bakmaktadırlar.
Sorumluluk kavramı, günlük konuşma dilinde çoğu defa, üstlenilen işin veya görevin gereklerini bilme, hissetme, bu gereklere uygun hareket etme zorunluluğunu ifade eder. Yine bu bağlamda, “sorumluluk bilincine sahip olmak, sorumluluk duygusuyla hareket etmek” gibi deyimlerin kullanıldığı görülür[17]. Sorumluluk kavramı, hukuk alanında ise daha farklı şekillerde gündeme gelmektedir. Buna göre haksız bir fiil nedeniyle veya sözleşmenin ihlali sebebiyle ilgili kişinin sorumluluğuna gidilerek, tazminat ödemeye zorlanması söz konusu olabileceği gibi, işlenen filin ceza kanunlarına göre ayrıca suç teşkil ettiği durumlarda o kişi bakımından cezai sorumluluk da gündeme gelecektir.
İlk zamanlarda hukuka aykırı hareket eden kimsenin cezalandırılması ve tazminat ödemesi birlikte gerçekleştirilmiştir. Daha sonraları cezalandırmanın cezai sorumluluk olarak, hukuki sorumluluğun ise bir kimsenin diğer kimseye verdiği zararı gidermesi şeklinde anlaşıldığı ve uygulandığı görülmüştür[18].
Şimdi hakları sınıflandırırken yaptığımız gibi sorumluluk kavramını da kamu hukukundan doğan ve özel hukuktan doğan sorumluluk olmak üzere iki başlık altında inceleyeceğiz. Bu şekilde bir tasnif yapmamızın sebebi, konunun daha derli toplu incelenmesini sağlamaktır. Zira sorumluluk kavramı, oldukça geniştir ve sadece kişilerin hukuki ve cezai sorumluluğunu değil aynı zamanda ailelerine ve topluma karşı olan sorumluluklarını da ihtiva eder. Ayrıca kişilerin haricinde kamu idaresinin de eylem ve işlemlerinden kaynaklanan zararlardan ötürü sorumluluğu söz konusudur.
2.1. Kişinin Topluma ve Ailesine Karşı Olan Sorumluluğu
Kişinin topluma karşı olan sorumlulukları bağlamında anayasaya baktığımızda, anayasamızın ikinci kısmının başlığı “temel hak ve ödevler” şeklindedir. İkinci kısmın ilk maddesi ise daha önce ilk fıkrasından bahsettiğimiz 12. maddedir[19]. Bilindiği üzere ilk fıkrada herkesin temel hak ve hürriyetlere sahip olduğu belirtilmişti. Aynı maddenin ikinci ve son fıkrasında ise şu şekilde bir hüküm bulunmaktadır. “Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.”
Temel hak ve hürriyetlerin, kişinin başkalarına karşı olan sorumluluklarını ve ödevlerini ortadan kaldırmadığı eskiden beri ifade edilmektedir. Doğal hukuk anlayışında da hürriyet “başkalarına zararlı olmayan davranışlarda bulunabilmek” şeklinde tanımlanmıştır. Kişi kendi haklarını kullanırken başkalarının haklarına da saygı göstermek zorundadır. Anayasamızın yukarıda ifade ettiğimiz hükmü de bu düşünceye vurgu yapmaktadır[20].
Şu ana kadar bahsettiğimiz husus, kişinin temek hak ve hürriyetlerini kullanmasının yanı sıra bunlardan doğan sorumluluğunun varlığının belirtilmesinden ibaretti. Bunun haricinde kişisel cezai sorumluluğa da değinmeliyiz.
2.2. Kişinin Cezai Sorumluluğu
Cezai sorumluluktan bahsedilebilmesi için öncelikle işlenen fiilin hukuk düzenince yasaklanmış olması ve buna aykırılığın yaptırımının kanunla suç olarak belirlenmiş olması gerekmektedir. Bu durum anayasamızın 38. maddesinin yanı sıra, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun[21] 2. maddesinin ilk fıkrasında şu şekilde hüküm altına alınmıştır. “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz.” Buna suçta ve cezada kanunilik ilkesi adı verilmektedir.
Kişinin ceza sorumluluğunun esası, irade hürriyetine dayanan kusurdur. Ancak suç işleyen kişinin iradesinin serbest olması, temyiz kudretine sahip bulunması gerekir. Eğer kişide temyiz kudreti yoksa veya iradesi serbest değilse, kural olarak sorumluluğu da söz konusu olamaz[22]. Bununla birlikte kişi temyiz kudretinden geçici bir şekilde yoksun olmasına kendi davranışlarıyla sebep olmuşsa, örneğin; alkol veya uyuşturucu alarak suç işlemişse, bu durumda da cezai sorumluluğu söz konusu olacaktır. Sonuç olarak kişinin cezai sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için suç teşkil eden eylemin failin hareketleri neticesinde gerçekleşmiş olması ve eylemle netice arasında nedensellik bağı bulunmalı ve nedensellik bağının dışında ayrıca gerçekleşen olumsuz neticenin faile objektif olarak isnat edilebilir nitelikte olması gerekmektedir[23]. Ayrıca suç teşkil eden eylemi hukuka uygun hale getirebilecek kanun hükmünün uygulanması, meşru savunma gibi hukuka uygunluk nedenlerinin bulunmaması gerekmektedir[24]. Failin kusurlu olması da şarttır. Yaptığı hareketle doğan sonuç arasında maddi nedensellik ilişkisi bulunan kişiye bir kusurun isnat olunabilmesi gerekir. Kusur, failin suçtan çekinebilmesi veya sakınabilmesi mümkün olduğu halde suç teşkil eden fiili işlemesini gösterir[25].
Sonuç olarak kişinin cezai sorumluluğunun doğabilmesi için iradesinin serbest olması ve temyiz kudretine (ayırt etme gücüne) sahip olması, nedensellik bağı bulunması ve eylemin kendisine objektif olarak isnat edilebilir olması, hukuka uygunluk nedenlerinin bulunmaması ve kişinin kusurlu olması şartları birlikte aranmaktadır.
2.3. Kamu İdaresinin Sorumluluğu
Kamu idaresinin eylem ve işlemlerinden ötürü oluşan sorumluluğundan da bahsetmekte fayda görüyoruz. Günümüzde devlet, faaliyet alanının ve yaptığı hizmetlerin yaygınlaşması sebebiyle kişilerle daha çok ilişkide bulunmakta, toplum hayatında daha çok yer almaktadır. Bu durumun doğal sonucu olarak, ilişkide bulunduğu kişilere zarar verebilmekte veya kendisi zarara uğrayabilmektedir. “Herkes, neden olduğu zararları gidermek zorundadır” şeklindeki sorumluluk ilkesi kişiler için geçerli olduğu gibi, devlet için de söz konusudur[26]. Bu prensip hukuki dayanağını anayasamızın 125. maddesinin son fıkrasında bulmaktadır. Bu hükme göre “idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlüdür.”
İdarenin bir kamu hizmetinin yerine getirilmesi sırasında, kamu hizmetinin bizzat işleyiş ve teşkilatlanmasındaki aksaklık, bozukluk eksiklik ve sakatlıklardan ortaya çıkan kusura hizmet kusuru adı verilmektedir. Bu kusur idareye ait olması nedeniyle kamu hukuku alanında karşımıza çıkan idare hukukuna özgü bir kusurdur[27].
Hizmet kusuruna dayanarak idarenin işleyişinden doğan zararların karşılanabilmesi için idarenin kusurunun ispatlanması gerekmektedir. Buna karşılık idarenin bazı eylemlerinden doğan zararların, idarenin kusuruna bakılmaksızın tazmin edilmesi kararlaştırılabilir. İşte, idarenin bu tür sorumluluğuna, idarenin kusursuz sorumluluğu adı verilmektedir[28]. Kusursuz sorumluluk idarenin daha çok tehlike taşıyan işlemleri dolayısıyla ortaya çıkmaktadır. Bu sorumluluk tipinde idarenin eylemi ile uğranılan zarar arasındaki nedensellik bağının ispatlanması yeterli olup, idarenin kusurlu olması aranmaz. Ayrıca idarenin eyleminin hukuka aykırı olması da gerekmez[29]. Zira idarenin buradaki sorumluluğu genel itibariyle sanayi tesisi, karayolu veya demiryolu işletmek gibi tehlikeli faaliyetleri dolayısıyla gerçekleşmektedir.
2.4. Özel Hukuktan Doğan Sorumluluk
Özel hukuk bağlamında sorumluluk iki farklı anlama gelmektedir. Bunlar tazminat ödeme yükümlülüğü ve borçlunun alacaklıya karşı malvarlığıyla sorumlu olması şeklindedir[30]. Yalnız tazminat ödeme yükümlülüğü esas itibariyle iki farklı sebep olan haksız fiil ve sözleşme kaynaklı olarak meydana gelebileceği için özel hukuktan doğan sorumluluğu.
2.4.1. Haksız Fiil Bağlamında Sorumluluk
Sorumluluk çoğu defa bir zarardan doğan tazminat yükümlülüğünü anlatır. Tazminat yükümlülüğü, bir haksız fiilden kaynaklanacağı gibi, sözleşmeden kaynaklı bir borcun ödenmemesinden ötürü de gerçekleşebilir[31]. Haksız fiil dolayısıyla tazmin borcunun doğması için meydana gelen zararla netice arasında uygun bir nedensellik bağı bulunması, kişinin kusurlu olması ve fiilin hukuka aykırı olması gerekir. Burada da meşru savunma, zorunluluk hali ve kanunun verdiği yetkinin kullanılması fiili hukuka uygun hale getirir[32]. Haksız fiilden kaynaklanan tazmin yükümlülüğü 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun[33] 49. maddesinde “Sorumluluk” kenar başlığı altında düzenlenmiştir. Bu hükme göre “kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür”.
2.4.2. Sözleşmeden Kaynaklanan Sorumluluk
Sözleşme ile yükümlülük altına giren borçlu sözleşme hükümlerini hiç yerine getirmeyebilir, eksik olarak yerine getirebilir veya zamanında yerine getirmeyebilir. Örneğin; bir satım sözleşmesi sonucunda satıcı, malı teslim borcunu hiç yerine getirmeyebilir veya kısmen yerine getirebilir ya da malı gecikme ile teslim edebilir. Bu durumda satıcı karşı tarafın yani alıcının uğradığı zararı gidermekle yükümlüdür[34]. Sözleşmeden doğan borçtan kaynaklanan tazmin yükümlülüğü Türk Borçlar Kanunu’nun 112. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre “borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür”.
Sorumluluğun bir diğer anlamı olan borçlunun alacaklıya karşı malvarlığıyla sorumlu olması hali sorumluluğun günlük konuşma dilindeki anlamlarına oldukça yabancı düşmektedir. Buradaki sorumluluk deyimi ile bir yandan alacaklının hakkını alabilmesi için borçluya ait malvarlığına cebri icra yoluyla el koyabilme yetkisi, diğer taraftan da borçlunun bunlara katlanma zorunluluğu ifade edilmektedir[35].
Sonuç
Hak ve sorumluluk arasındaki ilişkiyi, rasyonel açıdan ardıl bir ilişki olarak nitelendirmek mümkündür. Hukuk kuralları veya sözleşmesel ilişki yoluyla kişinin elde ettiği hakları ve bu hakları kullanabilme amacıyla gerçekleştirdiği eylem ve işlemler, neden olduğu veya olacağı sonuçlar itibariyle kişinin sorumluluğuna yol açabilecektir. Aynı şey şüphesiz, tüzel kişiler ve özellikle en organize tüzel kişilik olan devlet için de geçerlidir. Haklar ve bu hakları harekete geçirmek için kullanılan hürriyetler belli sınırlara sahiptir. Ahlâkî veya sosyolojik açıdan toplumun koyduğu sınırlamaların yanı sıra hukuk kurallarının kişilere koyduğu sınırlamalar da mevcuttur. Ancak demokratik devletlerin anayasalarında da yer aldığı şekliyle yapılacak sınırlamalar hakkın özüne dokunmamalıdır. Aksi takdirde hakkın kullanımı bizzat devlet eliyle ortadan kaldırılmış olacaktır. Bu doğrultuda toplumsal refah ve huzur, devletin güvenliği ve kamu düzeni ile bireylerin hareket ve eylem serbestisi arasındaki çok yapılı hassas dengenin sağlam bir şekilde oturtulması özel öneme sahiptir.
[1] Oktay Uygun, Devlet Teorisi, On İki Levha Yayıncılık, 2017, s. 485.
[2] Ibid, s. 486.
[3] Mehmet Semih Gemalmaz, Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş, Legal Yayıncılık, 2010, s.1420.
[4] Resmî Gazete, Tarih, 9/11/1982, Sayı, 17863 (Mükerrer).
[5] Gemalmaz, s. 1419.
[6] Ibid, s. 1420.
[7] Ibid.
[8] Uygun, s. 487.
[9] Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Yayınları, 2011, s. 111.
[10] Ibid, s.112.
[11] Ibid.
[12] Ibid, s.114.
[13] Ibid, s.112.
[14] Hasan Erman, Medeni Hukuk Dersleri, Der Yayınları, 2012, s.89.
[15] Ibid, s. 91.
[16] Ibid, s. 96 vd.
[17] Selahattin Sulhi Tekinay/Sermet Akman/Haluk Burcuoğlu/Atilla Altop, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Filiz Kitabevi, 1993, s.18.
[18] Adnan Güriz, Hukuk Başlangıcı, Siyasal Yayınevi, 2012, s. 206.
[19] Bkz. yukarıda, s. 6.
[20] Gözler (Türk Anayasa Hukuku Dersleri), s.117.
[21] Resmî Gazete, Tarih, 12/10/2004, Sayı, 25611.
[22] Güriz, s. 212.
[23] Mahmut Koca/İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık, 2010, s.164 vd.
[24] Ibid, s. 263.
[25] Güriz, s. 213.
[26] Bahtiyar Akyılmaz/Murat Sezginer/Cemil Kaya, Türk İdare Hukuku, Seçkin Yayıncılık, 2013, s. 149
[27] Ibid, s. 151.
[28] Şeref Gözübüyük/ Turgut Tan, İdare Hukuku, Cilt 1, Turhan Kitabevi, 2013, s. 750.
[29] Ibid, s. 751.
[30] Tekinay/ Akman/ Burcuoğlu/ Altop, s. 18.
[31] Ibid, s. 19.
[32] Güriz, s. 207 vd.
[33] Resmî Gazete, Tarih, 04/02/2011, Sayı, 27836
[34] Güriz, s. 212.
[35] Tekinay/ Akman/ Burcuoğlu/ Altop, s. 20.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.
