Kur’ân’ın, Belâgat ve İʿcâz Yolu ile Tüm Çağlara Seslenen Evrensel Hitabını, Dilin Estetik Yasaları Üzerinden Açıklamayı Amaçlayan Bir İnceleme
Musa Kâzım GÜLÇÜR
1 Recep 1447
21 Aralık 2025 Pazar
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيطَانِ الرَّجِيمِ
بِـسْـــــــــــــــــــــــــــــــمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ
‘Kur’ân, belâgatli hikmettir.’
(Kamer, 54/5)
(Bu ayet-i kerimedeki بَالِغَةٌ kelimesi, Kur’an’ın hem ‘hikmette doruk noktada’ olduğu anlamını, hem de ‘belâgatli hikmet’ anlamını beraberce ifade etmektedir. بَالِغَةٌ kelimesi, ‘ihatası ve isabeti mükemmel ilahî söz, hücceti tamamlayan ve mazereti düşüren açıklama’ anlamına gelmektedir. Bu anlam, belâgat-i kübra kavramıyla tam uyumludur. Dolayısı ile meâlde, ayet-i kerimenin özellikle belâgate yönelik anlam boyutu öne çıkarılmıştır.)
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ
‘Ant olsun biz, düşünülmesi / öğüt alınması için Kur’an’ı kolaylaştırdık. Var mı düşünen / öğüt alan?’
(Kamer, 54/17, 22, 32, 40)
اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللّٰهِ لَوَجَدُوا فٖيهِ اخْتِلَافًا كَثٖيرًا
‘Onlar Kur’an’ı hiç düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının katından olsaydı, hiç kuşkusuz onda pek çok aykırılık bulacaklardı.’
(Nisa, 4/82)
اَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُ بَلْ لَا يُؤْمِنُونَ فَلْيَاْتُوا بِحَدٖيثٍ مِثْلِهٖ اِنْ كَانُوا صَادِقٖينَ
‘Yoksa, ‘Kur’ân kendi uydurmasıdır’ mı diyorlar? Bilakis, onlar iman etmiyorlar. Eğer doğru söylüyorlarsa, haydi onun gibi bir söz getirsinler!’
(Tur, 52/33-34)
İçindekiler
III. Kısma Ait Tafsilatlı Özet
9.6. Soyut Kavramların Betimlenmesi
9.7. Tekrar, Vurgu, Musikî, Ahenk, Emir ve Nehiy
9.7.2. Paralelizm / Koşutluk (Müvâzene veya Teşâbühü’l-Etrâf)
9.7.4. Fatiha Suresi’ndeki Musikî
9.7.5. İhlas Suresi’ndeki Ahenk
9.7.6. Emir Cümleleri, Bakara, 2/43 Örneği
9.7.7. Emir Cümleleri, Araf, 7/199 Örneği
9.7.7.1. İlmü’l-Meʿânî (عِلْمُ الْمَعَانِي) Açısından İnceleme (Sözün Amaca Uygunluğu ve Üslup)
9.7.7.2. İlmü’l-Beyân (عِلْمُ الْبَيَانِ) Açısından İnceleme (Açıklık, Teşbih)
9.7.7.3. İlmu’l-Bedîʿ (عِلْمُ الْبَدِيعِ) Açısından İnceleme (Sözü Güzelleştirme ve Süsleme)
9.7.8. Nehiy Cümlesi, Bakara, 2/83 Örneği
9.7.8.2. İlmü’l-Beyân (عِلْمُ الْبَيَانِ) Açık İfade Bilimi (Benzetme ve Netleştirme Araçları)
9.7.8.3. İlmu’l-Bedîʿ (عِلْمُ الْبَدِيعِ) Söz Güzelliği Bilimi (Estetik ve Ritmik Güzellik)
9.7.9. Şart Cümleleri, İbrahim, 14/7 Örneği
9.7.9.1. İlmü’l-Meʿânî (عِلْمُ الْمَعَانِي) Açısından İnceleme (Sözün Amaca Uygunluğu ve Üslup)
9.7.9.2. İlmü’l-Beyân (عِلْمُ الْبَيَانِ) Açısından İnceleme (Açıklık, Teşbih)
9.7.9.3. İlmu’l-Bedîʿ (عِلْمُ الْبَدِيعِ) Açısından İnceleme (Sözü Güzelleştirme ve Süsleme)
9.8.1. Kıssaların Yapılandırılması
9.8.2. Kıssalardaki Ahlâkî Mesajlar
9.9.1. Hz. Yusuf (as) Kıssası (Yusuf Suresi, 12/3-101)
9.9.2. Hz. Musa (as) Kıssası (TâHê, 20/9-99, Kasas, 28/3-46, Şuarâ, 26/10-68)
9.9.3. Hz. İbrahim Kıssası (Şuarâ, 26/69-104, İbrahim, 14/35-41)
9.10.1. Mağara Ashabı Parabolü
9.10.2. Bahçe Sahipleri Parabolü
9.10.3. Örümcek Yuvası Alegorisi
9.11. Mantıksal İkna ve Argümantasyon
9.11.2. Karşı Argümanları Çürütme
10. Ayetlerde ve Kısa Surelerde Belâgat
10.1.1. Meʿânî (Anlam Bilim) Analizi
10.1.2. Beyân (Anlam Açıklığı/ İfade Bilimi) Analizi
10.1.3. Bedîʿ (Söz Güzelliği) Analizi
10.1.4.10 Katmanlı Azamet Sistemi (Tablo)
10.2. (قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ) Arş’a Yapışan Ayet
10.2.1. Ayetin Meʿânî (Anlam Bilim) Analizi
10.2.1.2. ‘Allāhümme’ (اللّٰهُمَّ) Nidâsı
10.2.1.3. ‘Mâlikü’l-mülk’ (مَالِكَ الْمُلْكِ) Tamlaması
10.2.1.5. (مَنْ تَشَاءُ) ‘Dilediğine…’ İfadesindeki Tekrar
10.2.1.6. Cümlelerin Hep Müspet (olumlu) Sîkada Gelmesi
10.2.1.7. (بِيَدِكَ الْخَيْرُ) ‘Bütün hayır Senin elindedir…’ Îtiraz-ı Cümlesi
10.2.1.9. Tabiat ayetlerinde Karşıtlık ve Takdim
10.2.1.10. (وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ) ‘Sen dilediğini hesapsız rızıklandırırsın’
10.2.2. Ayetin Beyân (Anlam Açıklığı/ İfade Bilimi) Analizi
10.2.2.3. Mülk ve İzzet / Zilletin Dağıtılması
10.2.2.6. Mübalağa-i Hakikiyye
10.2.3. Ayetin Bedîʿ (Söz Güzelliği) Analizi
10.2.3.2. Tekrîr ve Reddü’l-Acüz Ale’s-Sadr
10.2.3.3. Tezâd-ı Lafzî ve Muvâzene
10.2.3.4. Hüsn-ü Terkîp ve Hüsn-ü Te’lîf
10.2.3.5. İktifâ’ ve Riyâzetü’l-Kelâm
10.2.3.6. Îham-ı Tenâsüp ve Lüzûm Mâ Lâ Yelzem
10.2.3.7. Cinas-ı Tâm ve Nâkıs
10.2.3.8. Hüsn-i Hitâm (Güzel Bitiş)
10.3.1. Surenin Meʿânî (Anlam Bilim) Analizi
10.3.1.1. İstifhâm-ı İnkârî ile Başlama – Ayet 1
10.3.1.2. Te’kid ve İlzam, Yüceltme ve Lütufkarlık – Ayetler 2-3
10.3.1.3. Takdim ve Tehir – Ayet 3
10.3.1.4. Tekrar (Reddü’l-acüz ale’s-sadr veya kısaca ‘tasdîr’) – Ayetler 5-6
10.3.1.5. Şart Cümlesi ve ‘Fe’ Harfinin Takdimi – Ayet 7
10.3.1.6. Kasr (Tahsis, Kısaltma) ve Takdim – Ayet 8
10.3.2. Surenin Beyân (Anlam Açıklığı/ İfade Bilimi) Analizi
10.3.2.1. İstiâre-i Teb’iyye (Tali / İkincil Açık İstiâre) – Ayet 1
10.3.2.2. Teşbîh-i Belîğ ve Kinâye – Ayetler 2-3
10.3.2.3. Kinaye ve İstiare – Ayet 4
10.3.2.4. Tekit ve Tekrarlı Tasvir – Ayetler 5-6
10.3.2.5. Kinâye ve İstiâre – Ayetler 7-8
10.3.3. Surenin Bedîʿ (Söz Güzelliği) Analizi 68
10.3.3.1. Hüsn-i Mübâlağa-i Mersale (Göndermeli Aşırı Güzellik) – Ayet 3
10.3.3.2. Tıbâk / Tezâd (Zıtlık Güzelliği) ve Tekrîr – Ayetler 5-6
10.3.3.3. Mukabele / Karîne (Karşılıklı Güzelleştirme) – Ayetler 7-8
10.4.2. Paralelizm / Koşutluk (Müvâzene veya Teşâbühü’l-Etrâf)
10.4.3. Rahman Suresine Ait 19 Nazm Başlığı ve Açıklaması
10.5. Ahzâb Suresi 4’üncü Ayet-i Kerîmesi
10.5.1. Meânî İlmi Açısından Nükteler (Anlam Derinliği ve Bağlam Etkisi)
10.5.2. Beyan (İfade Tarzı ve Üslup) ve Bedî İlmi (Söz Sanatları ve Güzellikler) Açısından Nükteler
10.6. Ahzâb Suresi 5’inci Ayet-i Kerîmesi
10.6.1. Meânî İlmi Açısından ‘Adalet’ Vurgusu
10.6.2. Beyan İlmi: İsimlendirme ve Kimlik
10.6.3. Bedîʿ İlmi ve Kalp Vurgusunun Dönüşü
10.6.4. Esmaü’l-Hüsna ile Hatime, Fâsıla-İçerik Uyumu (Münâsebet) ve Tam Bir Recâ
11.1.2.1. Münafıkların Çelişkilerini Gösterme
11.2.3.1. Belirlenmiş, Sabit Kesirler Sistemi (Farzlar)
11.2.3.2. Miras Dağılımında Bütünün Korunması ve ‘Havuz Problemi’ Hassasiyeti
11.2.3.3. Cinsiyet Eşitliği Değil, Cinsiyet Adaleti
11.2.3.4. Şeffaflık ve Belirsizliği Giderme
11.2.3.5. Öncelik Sıralaması ve Mantıksal Akış
11.3.1. Anne-Babaya Saygı ve İyilik
11.3.2. Çocuklara Karşı Sorumluluk
11.3.3. Ailevi Sorumlulukların Tevhid Bağlamında Ele Alınışı
12. Diğer Dini Metinler (Tevrat, İncil) ile Karşılaştırma
12.1. Tevrat’tan Karşılaştırma
12.3. Kur’ân-ı Kerîm ile Benzerlikler
12.4. Kur’ân-ı Kerîm ile Farklar
13. Kur’ân Dilini Çevirideki Sorunlar
14. Kur’an’ın Belâgat Üstünlüğünün Ana Noktaları
14.1. Tematik Üstünlük: Tevhid, Ahiret ve Ahlâk
14.2. Dilbilimsel Üstünlük: Nazm, Seciʿ ve Kelime Seçimi
14.3. Estetik Üstünlük: Teşbih, Diyalojik Üslup ve Hitap
14.4. Evrensel Hitap ve Dönüştürücü Etki
English Summary: The Linguistic Structure of the Qur’ān: Rhetoric (Balāgha), Inimitability (Iʿjāz), and the Art of Universal Persuasion – Part III

General Aim of the Work
This third part continues a comprehensive scholarly study that aims to explain how the Qur’ān addresses all eras and all humanity through its unparalleled rhetorical superiority, miraculous literary inimitability (iʿjāz), and universal persuasive power, primarily analyzed through the aesthetic and linguistic laws of Classical Arabic rhetoric (balāgha).
Main Sections and Key Content
9.6. Representation of Abstract Concepts
The Qur’ān transforms abstract and metaphysical concepts (afterlife, Paradise, Hell, reward, and punishment) into vivid, sensory, and emotionally powerful images.
Paradise descriptions feature rivers, gardens, pure drinks, luxurious clothing, gold bracelets, and ultimately, the vision of Allah (ru’yatullāh), creating an irresistible longing and motivation.
The descriptions of hell employ terrifying, concrete images (three-branched shadow that gives no shade, palace-sized sparks, the tree of Zaqqūm, boiling water poured over heads) → awakens intense fear and moral responsibility among listeners.
These contrasting images work together to confront readers with the choice between faith and disbelief.
9.7. Repetition, Emphasis, Musicality, Harmony, Commands, and Prohibitions
The Qur’ān uses numerous rhetorical devices that belong especially to the science of badīʿ (embellishment) and maʿānī (semantics).
Repetition (takrār lafẓī): The refrain in Sūrat al-Raḥmān (‘So which of the favours of your Lord would you deny?’) is repeated 31 times.
Parallelism: Sūrat al-Qāriʿa and Sūrat al-Shams with their perfectly symmetrical oath structures.
Anaphora: Repeated ‘You were not…’ addressing the Prophet to emphasize divine knowledge.
Musicality and syllable harmony: The detailed syllable counts in Sūrat al-Fātiḥa (9-11-6-6-13-9-23) and Sūrat al-Ikhlāṣ (7-5-7-10) create perfect symmetry, a gradual crescendo.
Imperative and prohibitive sentences: Direct, rhythmic commands (Establish prayer, give zakat, bow with those who bow) and prohibitions strengthen the pedagogical and motivational effect.
Special Analysis of Sūrah al-Baqara 2/83–84
A detailed three-branch balāgha analysis (maʿānī, bayān, badīʿ) of the covenant taken from the Children of Israel: seven positive commands and three prohibitions. The author shows how the arrangement, word choice, contrasts, and repetition create an extraordinarily dense and aesthetically perfect text.
9.8.–9.9. Stories (Qiṣaṣ) and Prophet Narratives
The Qur’ān employs thematic and cyclical narratives, rather than linear storytelling, which vary in emphasis across different sūrahs. The stories of Joseph, Moses, and Abraham are analyzed as masterpieces of character development, dialogue, logical argumentation, and emotional impact.
9.10. Parables and Allegories
A detailed examination of the People of the Cave (Aṣḥāb al-Kahf) as a profound allegorical parable about faith, patience, and divine protection.
11. Legal and Ethical Argumentation in Selected Sūrahs
Sūrah al-Baqara: Divorce, inheritance, criticism of hypocrites, and encouragement of patience and prayer.
Sūrah al-Nisā: The most detailed analysis in the document is devoted to the famous inheritance verses (4/11–12, 176). The author demonstrates the astonishing mathematical precision of the fixed fractional shares (farā’iḍ), the perfect functioning of the system in all possible combinations, the mechanisms of ʿawl (proportional reduction) and radd (return), and the principle of ‘gender justice’ (not absolute equality) that considers men’s financial responsibilities in the 7th-century society.
11.3. Sūrah al-Anʿām
Although a Meccan sūrah, it places parental kindness, the prohibition of infanticide, and family responsibilities within tawḥīd’s broader framework.
12. Comparison with the Torah and the Gospel
A rhetorical comparison centered on Sūrat al-Ikhlāṣ with the Shema Yisrael (Deuteronomy 6:4–9) and Mark 12:29–31. While all three texts proclaim the oneness of God, the Qur’ān’s extreme conciseness, perfect rhythm (sajʿ), multi-layered key terms (Aḥad, Ṣamad), and explicit rejection of anthropomorphism (‘He neither begets nor is begotten’) give it an unmatched degree of literary inimitability and a universal persuasive force.
13. Problems of Translation
Because the Qur’ān’s miraculous nature is inextricably linked to the phonetic, morphological, and cultural properties of Classical Arabic (sajʿ, multi-layered words, cultural imagery, etc.), no translation can fully convey its rhetorical beauty, emotional impact, and meaning.
The third part is an extremely rich, technically precise, and spiritually engaging work that combines classical Islamic rhetoric (balāgha) with modern linguistic, semiotic, mathematical, and psychological insights to demonstrate the enduring literary miracle of the Qur’ān.
Önceki Kısmın Kısa Bir Özeti
Önceki makalede, Kur’ân-ı Kerim’in evrensel dili, yüksek belâgati, iʿcâzî unsurları ve taklit edilemez hitap unsurları detaylandırılmıştı. Özellikle, Kur’ân’ın nazmındaki kelime seçimlerinin, cümle akışının ve teşbihli ifadelerinin, insan aklına, kalbine ve ruhuna yönelik ikna edici gücü incelenmişti. Belâgat açısından ahenk ve ritim, iʿcâz bağlamında ise taklit edilemez üslup ve mucizevî derinlik, zamana ve mekâna meydan okuyan hitabın evrensel ikna yönünün, psikolojik ve mantıksal katmanları ele alınmıştı.
III. Kısma Ait Tafsilatlı Özet
Çalışmanın bu kısmı, Kur’ân-ı Kerim’in eşsiz edebî ve belâgat üstünlüğünü (iʿcâz), belâgat biliminin üç temel disiplini (ilmü’l-meânî [anlam bilim], ilmü’l-beyân [açıklama bilimi], ilmü’l-bedîʿ [söz güzelliği / süsleme bilimi] ışığında ve modern dilbilimsel yaklaşımlarla harmanlayarak incelemektedir. Bu üçüncü kısım, Kur’ân-ı Kerim’in önceki bölümlerde incelenen evrensel dilini, üstün hitabını ve taklit edilemez üslup özelliklerini, somut ayet ve sure analizleriyle derinleştirmektedir.
9.6. Soyut Kavramların Betimlenmesi
Kur’ân, ahiret, cennet, cehennem gibi soyut ve metafizik kavramları, duyusal ve görsel detaylarla zenginleştirilmiş canlı imgelerle somutlaştırmaktadır.
Cennetlerle ilgili, ırmaklar, bahçeler, saf içecekler, değerli mücevherler ve nihayetinde ‘rü’yetullah’ (Yüce Allah’ı görme) gibi tasvirler, muhatapta derin bir arzu, umut ve motivasyon uyandırır.
Cehennemle ilgili, üç kollu karanlık gölge, saray büyüklüğünde kıvılcımlar, zakkum ağacı, başa dökülen kaynar su gibi çarpıcı imgeler, şiddetli korku, ibret ve ahlâkî sorumluluk hissi oluşturur. Bu zıt betimlemeler, muhataplarını iman ile küfür arasında bir seçim yapmaya zorlar.
9.7. Tekrar, Vurgu, Musikî, Ahenk, Emir ve Nehiy
Bu kısımda, Kur’ân’ın estetik ve ikna gücünü artıran belâgat unsurları detaylıca incelenmiştir. Şöyle ki:
Paralelizm (koşutluk) konusu, Kâria ve Şems surelerindeki yapısal ve anlamsal simetrilerin, metne estetik bir denge ve güçlü bir ahenk katması gibi hususlarla detaylandırılmıştır.
Anaphora (tekrîr), cümle başlarında ya da sonlarındaki tekrarlarla anlamın pekiştirilmesi ve duygusal yoğunluk yaratılmasının sağlandığı üzerinde durulmuştur.
Musikî ve ahenk konusuyla ilgili olarak, Fatiha ve İhlas surelerinin hece sayıları üzerinden, surelerin mükemmel bir fonetik simetri, ritim ve kademeli bir yükselişle inşa edildiği gösterilmiştir.
Emir ve nehiy cümlelerini örneklendiren ayetler, meânî, beyân ve bedîʿ açılarından üçlü şekilde belâgat analizine tabi tutulmuş, bu ifadelerin pedagojik, toplumsal ve ahlaki etkisi ortaya konmuştur.
9.8. & 9.9. Kıssalar ve Peygamber Kıssaları
Kur’ân kıssalarının doğrusal değil, tematik ve döngüsel bir anlatı yapısına sahip olduğu belirtilmiştir.
Hz. Yusuf Kıssası, Yusuf Suresi merkezinde bir ‘kahramanın yolculuğu’ olarak ele alınmıştır. Karakter gelişimi, diyaloglar, sabır, bağışlama ve ilahi plan gibi temaların işlenişiyle, kıssanın derin duygusal ve ahlaki etkisi vurgulanmıştır.
Hz. Musa (as) kıssasının, TâHê, Kasas ve Şuarâ surelerinde farklı vurgularla anlatıldığına dikkat çekilmiş, kıssa tevhid mücadelesi, Firavun ile mücadele, mucizeler ve sihirbazların imanı gibi sahneler üzerinden incelenmiştir.
Hz. İbrahim (as) kıssası, putperestliğe karşı mantıksal argümanları (Şuarâ), ateşe atılması fakat kurtulması mucizesi ve dualarındaki derinlik öne çıkarılmış, bu kıssa bir ‘tevhid anlatısı’ olarak değerlendirilmiştir.
9.10. Parabol ve Alegoriler
Soyut hakikatleri somut hikayelerle anlatan bu anlatım türünün ikna edici gücü analiz edilmiş, ‘mağara ashabı (ashâb-ı kehf)’ kıssasında yer alan ‘mağara’ unsuru ‘iman sığınağı’ ile, ‘uzun uyku’ hali ‘ölüm ve diriliş’, kıssada zikredilen ‘köpek’ ise ‘sadakat’ unsurlarıyla özdeşleştirilerek, kıssa, iman, sabır ve ilahi korumanın derin bir alegorisi olarak yorumlanmıştır.
‘Bahçe sahipleri’ kıssasındaki parabol, şükür-kibir, bolluk-yok oluş zıtlıkları üzerinden, insanları maddi refah ve nankörlük konusunda uyardığı hususuna temas edilmiştir.
Ankebut Suresi’ndeki ‘örümcek yuvası alegorisi’ ile, Yüce Allah’tan başkasını dost edinlerin mantıkî dayanaksızlıklarının, örümcek ağı yuvası metaforuyla çarpıcı bir şekilde resmedildiğine temas edilmiştir.
9.11. Mantıksal İkna ve Argümantasyon
Kur’ân’ın akla hitap eden yönü, delil sunma ve karşı argümanları çürütme teknikleriyle ele alınmıştır.
Evrendeki düzen (Zâriyât, 51/47-49), insanın yaratılış aşamaları (Müminun, 23/12-14) ve helak olmuş geçmiş kavimlerin kalıntılarını beyan eden (Hud, 11/100) âyetlerin, tevhid ve ahiretin varlığına dair mantıksal kanıtlar olduğuna temas edilmiştir.
Hz. İbrahim’in (as) putperestlere yönelttiği, (هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ) ‘Sizi duyuyorlar mı?’ (اَوْ يَنْفَعُونَكُمْ اَوْ يَضُرُّونَ) ‘Size fayda veya zarar verebiliyorlar mı?’ (Şuarâ, 26/72-73) gibi soruların, ahireti inkâr edenlerin (مَنْ يُحْيِ الْعِظَامَ وَهِىَ رَمٖيمٌ) ‘Çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ (YâSîn, 36/78) sorularına verilen (اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ) ‘Biz onu bir nutfeden yarattık’ (YâSîn, 36/77) örneklerinin, Kur’ân’ın polemik gücünü gösterdiğine ve karşı argümanları çürütme görevi gördüğüne temas edilmiştir.
9.12. Duygusal İkna
Kur’ân’ın, kalbe hitap eden ve müspet yönde davranış değişikliğini teşvik eden yönü incelenmiş, (يَا عِبَادِىَ الَّذٖينَ اَسْرَفُوا عَلٰى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ) ‘Ey haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin!’ (Zümer, 39/53) gibi ayetlerle, muhataplara motivasyon ve bağışlanma umudu aşılanması üzerinde durulmuştur.
Cehennem tasvirlerinin, Âd, Semûd gibi helak olmuş kavimlerin kıssalarının, ilahi azabın gerçekliği konusunda uyarılarda bulunması ve ahlaki bir uyanış sağlaması hususlarına temas edilmiştir.
Ölüm anında, (رَبِّ ارْجِعُونِ) ‘Beni geri gönder!..’ (Müminun, 23/99-100) diyen inkarcıların ve boğulma anında iman eden Firavun’un (Yunus, 10/90-91) pişmanlık sahnelerinin, insandaki ‘korku’ ve ‘pişmanlık’ duygularına hitap ile, ‘şimdi’ harekete geçmeye teşvik etmesi üzerinde durulmuştur.
10. Ayetlerde ve Kısa Surelerde Belâgat
Çalışmanın bu kısmında, belâgat kurallarının somut metinler üzerinde nasıl tezahür ettiğini göstermek için detaylı analizlere yer verilmiştir.
Yüce Allah’ın ondan fazla sıfatını içeren Âyet el-Kürsî (Bakara, 2/255), 10 katmanlı bir azamet sistemi olarak analiz edilmiştir. Tevhidden azamete yükselen bu yapının, meʿânî (anlam derinliği), beyân (açıklık sanatları) ve bedîʿ (ritim, seciʿ, tenasüp) açılarından bir zirve olduğuna dikkat çekilmiştir.
Mülkün gerçek sahibinin Yüce Allah olduğunu vurgulayan ayet (Ali İmrân, 3/26-27), hadîs-i şerîften hareketle ‘Arş’a yapışan ayet’ olarak adlandırılmıştır. Ayet-i kerimede ‘mülkü verme-alma, izzet-zillet, gece-gündüz’ şeklinde yer alan karşıtlıklar, tekrarlar (men teşâü) ve istiareler (biyedikel hayr), üçlü belâgat analiziyle değerlendirilmiştir.
Hz. Peygamber’e (sas) teselli ve ümit veren İnşirah Suresi, ‘göğsün genişletilmesi’ (istiare), ‘yükün kaldırılması’ (teşbih-i beliğ) ve ‘her zorlukla bir kolaylık’ vurgusu (tekrîr) gibi unsurlarıyla, hem meʿânî hem de beyân ilmi açısından incelenmiştir. Surenin son ayetindeki (وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ) ‘Yalnızca Rabbine yönel’ emrinin, cümle öğelerinin yerlerinin değiştirilmesi (takdim-tehir) yoluyla ‘sadece O’na’ anlamını vurgulayan bir ‘hasr / tahsis’ sanatı örneği olduğu üzerinde durulmuştur.
Rahman Suresi’ndeki (فَبِاَیِّ اٰلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ) ‘Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?’ tekrarının oluşturduğu güçlü ritim ve paralel yapının, mesajın pekiştirilmesine, ritim oluşturulmasına ve tefekküre sevk etmesine yönelik işlevi vurgulanmıştır.
11. Uzun Surelerde Belâgat
Bu kısımda, Medeni surelerdeki hukuki ve ahlaki düzenlemelerin belâgati konusu ele alınmıştır.
Bakara ve Nisa Surelerinde yer alan boşama, miras, mehir, yetim hakları gibi konuların, sadece hukuki metinler olarak değil, aynı zamanda derin bir belâgat, kesin bir üslup ve şaşırtıcı bir matematiksel düzenle (özellikle miras ayetlerindeki kesirler sistemi, ‘avl ve red’ mekanizmaları) sunulduğu üzerinde durulmuştur. Miras paylaşımında ‘cinsiyet eşitliği’ değil, o dönem toplumundaki sosyo-ekonomik sorumluluklar göz önünde bulundurularak ‘cinsiyet adaleti’nin gözetildiği vurgulanmıştır.
Mekkî olmasına rağmen, En’âm Suresi’ndeki anne-babaya iyilik, çocuklara karşı sorumluluk gibi ailevi görevlerinin, tevhid inancının merkezine yerleştirilerek ele alındığına temas edilmiştir.
12. Diğer Dini Metinlerle Karşılaştırma
Kur’ân’ın benzersizliğini göstermek için, diğer dini metinlerle kısa bir karşılaştırma yapılmıştır. İhlâs Suresi’nin tevhid anlayışı, Tevrat’taki ‘Şema Yisrael’ (Duy, ey İsrail / Tesniye) ve İncil’deki (Markos) ‘en büyük emir’ metinleri ile kıyaslanmıştır.
İhlâs Suresi’nin, Yüce Allah’ın birliğine (Ehadiyyet), ezelî ve ebedî muhtaçsızlığına (Samediyyet) güçlü vurgusunun yanı sıra, Zât-ı Bârî’ye (örnek olmaksızın varlıkları yaratan ve kusursuzca var eden Zât) ait (لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ) ‘Doğurmamıştır ve doğurulmamıştır’ (İhlas, 112/3) hakikatini edebî iʿcâz ve îcâz ile gösterdiğine, antropomorfizmden (insanbiçimcilik) kesin bir dille uzaklığını tespitinin ve evrensel ikna gücününün, onu diğer dini metinlerden ayıran temel unsur olduğuna dikkat çekilmiştir.
13. Çeviri Sorunları
Kur’ân’ın mucizevi yönünün, kelimelerdeki ve dildeki seslerin akustik özelliklerini yansıtan fonetik ile, kelimenin kökleri, ekleri ve bu öğelerin birleşerek oluşturduğu morfolojik yapı ile, ayrıca seciʿ ve çok katmanlı anlamlar ile yakından ilişkili olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle, hiçbir çevirinin orijinalindeki belâgat güzelliğini, duygusal etkiyi ve anlam derinliğini tam olarak aktaramayacağı ifade edilmiş, çevirilerdeki ritim kaybına, çok anlamlılığın yok olmasına, metaforların sığlaşması gibi temel sorunlara temas edilmiştir.
Bu üçüncü kısım, Kur’ân’ın dilsel mucizesini (iʿcâzü’l-Kur’ân) sadece teorik olarak değil, son derece titiz, teknik ve somut ayet analizleriyle ortaya koyan, zengin içerikli bir çalışmadır. Çalışmada, İslam belâgat geleneği, modern dilbilim, anlambilim, matematiksel ve psikolojik çıkarımlarla birleştirilmiş, Kur’ân’ın yalnızca bir inanç metni değil, aynı zamanda çağlara meydan okuyan edebî bir mucize olduğu gösterilmeye çalışılmıştır.
Şimdi biiznillâh, konumuza bir önceki yazımızda kaldığımız yerden devam etmekteyiz.

9.6. Soyut Kavramların Betimlenmesi
Kur’ân-ı Kerîm, soyut kavramları somut ve canlı imgelerle betimleyerek, muhatabın zihinsel ve duygusal katılımını artırır. Ahiret, Cennet, Cehennem, ödül ve ceza gibi soyut ve gaybî kavramları, duyusal ve görsel detaylarla somutlaştırır. Cennet tasvirleri umut ve arzu uyandırırken, Cehennem tasvirleri korku ve ibret yaratır. Böylece muhatap, pozitif ahlâkî dönüşüme yönelir.
9.6.1. Cennet Tasvirleri
Kur’ân, Cennetlerdeki bolluk, saflık, huzur ve mükafat gibi soyut ve gaybî kavramları, somut imgelerle ifade ve tasvir eder. Tasvirler, genellikle ırmaklar, bahçeler, kolayca devşirilen olgun meyveler, insanın aklını başından almayan bütünüyle saf içecekler, parlak ve göz alıcı ipekten giysiler, altın ve gümüş bilezikler gibi duyusal detaylarla zengin haldedir. Ancak Kur’ân, konuyu sadece duyusal figürlerin tasvirleri ile bırakmaz. Zaten bütünüyle canlı tasvirleri ‘rüyetullah’ gibi çok ileri seviyede bir mükafat ile birleştirir. Bu canlı ve bütünüyle hakikate dayalı tasvirler, muhataplarda yükselen ve adeta bitmeyecek bir arzu ve motivasyon meydana getirir.
Cennet tasvirleri, Kur’ân’ın muhataba umut aşılayan yaklaşımıdır. Tasvirler, mantık temelli bir argüman sunmakta, ‘…takva sahipleri için…’ şeklindeki vurgular ahlâkî motivasyon sağlamaktadır. Seçilen kelimelerdeki mükemmellik, aynı zamanda anlam ve fonetikle uyumludur.
9.6.2. Cehennem Tasvirleri
Cehennem tasvirleri, Kur’ân’da ‘azap, pişmanlık ve ilahi adaletin gerçekleşmesi gibi soyut kavramları somutlaştırmaktadır. Korku, uyarı ve ibret uyandırmak için, canlı ve duyusal imgeler kullanılmakta, bu tasvirler duyguları etkileyerek muhataplarını ahlâkî sorumluluğa çağırmaktadır.
اِنْطَلِقُوا اِلٰى ظِلٍّ ذٖى ثَلٰثِ شُعَبٍ لَا ظَلٖيلٍ وَلَا يُغْنٖى مِنَ اللَّهَبِ اِنَّهَا تَرْمٖى بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِ كَاَنَّهُ جِمَالَتٌ صُفْرٌ
‘Yürüyün (Cehennem’in kara dumanının oluşturduğu) üç kollu bir gölgenin altına. O ne gölgelendirir, ne de alevden korur. Şüphesiz Cehennem, her biri saray büyüklüğünde kıvılcımlar saçar. Her biri sanki kızıl erkek develerdir.’ (Mürselat, 77/30-33)
Bu ayet-i kerimeler, Cehennem’in büyük dehşetini gölgeler, alevler ve kıvılcımlar gibi oldukça canlı imgelerle betimlemektedir. ‘Saray büyüklüğünde kıvılcımlar…’ beyanındaki ayrıntılar, muhataplarında tarifsiz bir korku uyandırmakta ve ahlâkî sorumluluğa yürümeleri için teşvik etmektedir. Ritmik yapı ve seciʿ (ritimli bitişler), dramatik etkiyi artırmaktadır.
اِنَّ شَجَرَتَ الزَّقُّومِ طَعَامُ الْاَثٖيمِ كَالْمُهْلِ يَغْلٖى فِى الْبُطُونِ كَغَلْیِ الْحَمٖيمِ خُذُوهُ فَاعْتِلُوهُ اِلٰى سَوَاءِ الْجَحٖيمِ ثُمَّ صُبُّوا فَوْقَ رَاْسِهٖ مِنْ عَذَابِ الْحَمٖيمِ
‘Şüphesiz zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir. O, maden eriyiği gibidir. Karınlarda, kaynar su gibi kaynar. (Allah, zebanîlere): ‘Tutun onu. Cehennem’in ortasına sürükleyin. Sonra da başına, azap olarak kaynar su dökün’ der.’ (Duhan, 44/43-48)
Zakkum ağacı ve kaynar su gibi unsurlar, Cehennem’in fiziksel ve duygusal azabını somutlaştırmakta, özellikle inançsız muhataplarında hem fiziksel acı hem de psikolojik pişmanlık hisleri uyandırmaktadır. Gaybî olan bu ceza kavramları, insanları yapmış oldukları yanlışlıklardan vazgeçmeleri için korkutucu imgelerle aktarılmış olmaktadır.
Kur’ân’ın uyarıcı (inzar) işlevini güçlendiren tasvirler, zıtlık prensibiyle çalışmakta, Cennetlerin huzuru ve güvenliği ile kontrast oluşturulmaktadır. Böylece muhataplar, kendi cüzi iradeleri ile iman ya da küfür yolunu seçmek ile yüzleştirilmektedirler.
Bu tasvirler, muhataplarını hem duygusal hem de entelektüel bir yolculuğa çıkarmakta, Kur’ân’ın hitap üstünlüğünü ve iʿcâzını pekiştirmektedir.
9.7. Tekrar, Vurgu, Musikî, Ahenk, Emir ve Nehiy

(وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا) ‘Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilemez.’ (Lokman, 31/34)
Kur’ân-ı Kerîm’in hitap yapısında tekrar, vurgu, musikî ve ahenk, metnin hem estetik hem de ikna edici gücünü artıran temel unsurlardır. Tekrar-ı lafzi, paralelizm, anaphora, musiki ve ahenk Kur’ân’ın belâgat ilmiyle bağlantılıdır ve özellikle bedîʿ (süsleme sanatı) ve meʿânî (anlam bilimi) dallarında önemli bir yer tutar.
Bu teknikler Kur’ân’ın yüksek mesajlarını pekiştirmekte, muhatapların dikkatlerini çekmekte, duygusal ve zihinsel etkiyi derinleştirmektedir. Kur’ân’ın ritmik akışı, bu teknikleri özellikle etkili kılmakta, metin dinleyicileri üzerinde kalıcı bir iz bırakmaktadır.
9.7.1. Tekrar-ı Lafzî
Tekrar-ı lafzî, aynı kelime, ifade veya cümlenin tekrarlanması demektir. Kur’an-ı Kerim, belagatin zirvesindeki beyan mucizesidir ve tekrarlı üslubu çeşitli hikmetler barındırmaktadır. Bu açıdan, Kur’an’daki tekrarlar, basit bir yineleme değil, derin manalar içeren edebi sanatlardır. Tekrarlar, mesajın güçlü şekilde vurgulanması, ritim oluşturulması ve muhatapların tefekküre sevk edilmesi görevi görür. Bu teknik, monotonluk yaratmamakta, aksine anlamı derinleştirmekte ve duygusal etkiyi artırmaktadır.
Aynı kelime veya kıssa, Kur’an’ın farklı yerlerinde, o anki konunun gerektirdiği inceliği, hükmü veya ibreti vurgulamak için kullanılmıştır. Bu nedenle, aynı bağlamda olmadığı sürece bu vurgulamanın adı literal anlamda ‘tekrar’ değildir. Çünkü kullanılan lafız aynı olsa da, mana veya kastedilen sonuç farklılaşmaktadır. Tekrarlar, Kur’an sureleri ve ayetleri arasında anlam bütünlüğü ve güçlü ilişki kurulmasına hizmet etmektedir.
(فَبِاَیِّ اٰلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ) ‘Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?’ ayeti, Rahman Suresi’nde 31 kez tekrarlanarak, Yüce Allah’ın nimetlerini hatırlatılmakta ve muhataplar nankörlükten sakındırılmaktadır. Bu ifade, hem bir soru hem bir uyarı olarak işlev görmekte, ritmik yapısı metni müzikal hale getirmekte, muhatapların dikkatlerini canlı tutmakta, minnettarlık ve tefekkür duygularını uyandırmaktadır.
Modern dilbilimde bu teknik, ‘hitapta amplifikasyon’ olarak ifade edilmektedir. Her tekrar, anlamı farklı bir bağlamda pekiştirmekte, nimetlerin sıralanmasıyla birleşen bu tekrarlar, muhataplarını Yüce Allah’ın kudretine hayran bırakmaktadır.
9.7.2. Paralelizm / Koşutluk (Müvâzene veya Teşâbühü’l-Etrâf)
Paralelizm, benzer yapıda kelime, cümle veya ifadelerin ardışık kullanımıdır. Kur’an-ı Kerim’in üslubunda paralelizm, ayetlerin yapısal olarak benzer kalıplarda art arda gelmesiyle oluşan ahenk ve anlam dengesini ifade etmektedir. Paralelizm, Kur’ân’da tematik bir düzen oluşturmakta, mesajı güçlendirmekte, estetik bir simetri yaratmakta ve muhatapların dikkatini çekmektedir.
Kur’an’da iki ana paralelizm türü görülür:
1. Tam Paralelizm (Tam Müvâzene): Cümlelerin sadece yapısal olarak değil, kelime sayısı ve vezin (ritim) açısından da birbirine çok benzemesidir.
2. Anlamsal Paralelizm: Yapı benzer olmasa da, art arda gelen cümlelerin anlam bakımından birbirini tamamlaması veya zıtlık oluşturmasıdır.
بِسۡــــــــــــــمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
(5) ٱلۡقَارِعَةُ ﴿1﴾ مَا ٱلۡقَارِعَةُ ﴿2﴾ وَمَآ أَدۡرَىٰكَ مَا ٱلۡقَارِعَةُ ﴿3﴾ يَوۡمَ يَكُونُ ٱلنَّاسُ كَٱلۡفَرَاشِ ٱلۡمَبۡثُوثِ ﴿4﴾ وَتَكُونُ ٱلۡجِبَالُ كَٱلۡعِهۡنِ ٱلۡمَنفُوشِ
Bismillâhirrahmânirrahîm. 1. Kâria! (kalpleri güm güm hoplatan, şiddetli vuruş, kıyamet). 2. Nedir o Kâria? 3. Kâria’nın ne olduğunu sana bildiren nedir? 4. O gün insanlar, uçuşmuş kelebekler gibi olur. 5. Dağlar, atılmış renkli yünler gibi olur…’ (Kari’a, 101/1-5)
Surenin 4’üncü ve 5’inci ayetleri, klasik zıtlık temelli paralelizm (tıbâk ve müvâzene) örneğidir. Bu ayetler, kıyamet günündeki iki zıt varlığın (insanlar ve dağlar) durumunu, yapısal olarak birbirine çok benzeyen cümle kalıplarıyla anlatmaktadır.
İki Ayetteki (4 ve 5) Yapısal Benzerlikler (Paralelizm):
Fiil Yapısı: Her iki ayette de aynı fiil kalıbı kullanılmıştır: (تَكُونُ) ‘olur.’
Benzetme Edatı: Her iki ayet de benzetme edatı olan (كَ) ‘gibi’ harfi kullanılmıştır.
Sıfat Tamlaması: Her iki ayet de nesnelerin durumunu anlatan bir sıfat tamlamasıyla bitmektedir: (ٱلۡمَبۡثُوثِ / ٱلۡمَنفُوشِ) ‘Uçuşmuş / Atılmış.’
Vezin ve Ritim: Ayetlerin uzunlukları ve vurguları birbirine çok yakındır. Bu da güçlü bir ahenk (müvâzene) oluşturmaktadır.
Anlamsal Zıtlık (Tıbâk):
Bu yapısal paralelliğin içinde müthiş bir anlamsal zıtlık da yer almaktadır:
1. Dördüncü ayette, insanlar gibi zayıf, küçük, hareketli ve dağınık bir varlık tasvir edilmektedir.
2. Beşinci ayette, dağlar gibi büyük, sağlam, sabit ve heybetli unsurlar tasvir edilmektedir.
Kâri’a Suresi 1-5’inci ayetleri, hem giriş kısmındaki tekrar ve soru kalıplarıyla, hem de 4’üncü ve 5’inci ayetlerdeki zıt nesneleri anlatan, ancak yapısal olarak denk cümleleriyle, paralelizm sanatının çok açık ve güçlü bir örneğidir. Bu belâgat, kıyametin dehşetini zihinlerde canlandırmada son derece etkilidir. Suredeki bu paralelizm dramatik bir etki yaratmakta ve kıyametin kaotik doğasını vurgulamaktadır. Soru-cevap formuyla birleşen paralelizm, muhataplarını tefekküre sevk etmektedir.
Bu teknik, Mekkî surelerde özellikle yaygındır. Kısa ve çarpıcı yapılar, muhatapta yoğun bir duygusal tepki uyandırmakta, mantık temelli bir argümantasyon sunmaktadır.
بِسۡــــــــــــــمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَٱلشَّمۡسِ وَضُحَىٰهَا (1) وَٱلۡقَمَرِ إِذَا تَلَىٰهَا (2) وَٱلنَّهَارِ إِذَا جَلَّىٰهَا (3) وَٱلَّيۡلِ إِذَا يَغۡشَىٰهَا (4) وَٱلسَّمَآءِ وَمَا بَنَىٰهَا (5) وَٱلۡأَرۡضِ وَمَا طَحَىٰهَا (6) وَنَفۡسٖ وَمَا سَوَّىٰهَا (7) فَأَلۡهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقۡوَىٰهَا (8)
Bismillâhirrahmânirrahîm. 1. Yemin olsun güneşe ve onun parlaklığına. 2. Yemin olsun onu izlediğinde / aydınlandığında ay’a. 3. Yemin olsun güneşi açığa çıkaran gündüze. 4. Yemin olsun güneşi örttüğünde geceye. 5. Yemin olsun göğe ve onu bina edene. 6. Yemin olsun yere ve onu yayıp döşeyene. 7. Yemin olsun nefse ve onu düzenleyene. 8. Yemin olsun nefse kötülüğünü ve takvasını ilham edene…’ (Şems, 91/1-8)
Şems Suresi’nin bu sekiz ayeti, Kur’an’da ‘paralelizm’ (müvâzene veya teşâbühü’l-etrâf) sanatının çarpıcı ve mükemmel bir örneğidir.
Bu ayetler, hem yapısal (söz dizimi ve ses) hem de anlamsal (kavramlar arası ilişki) açılardan güçlü bir koşutluk (paralelizm) sergiler.
1. Yapısal paralelizm (söz dizimi ve ritim) açısından, ayetler baştan sona kadar aynı gramer kalıbını ve ritmi korumuştur. Her ayet, kasem (yemin) ‘vav’ harfi ile başlar, ardından yemin edilen nesne gelir ve cümleler aynı sonla (هَا / hâ) biter. Bu yapısal denklik, sureye güçlü bir müzikal ahenk ve akıcılık kazandırır. Bu durum, bedîʿ ilmi açısından ‘fasıla’ veya ‘seci’ sanatına da girer.
2. Anlamsal paralelizm (zıtlık ve uygunluk) açısından ise, yapısal paralelliğin içinde, anlamlar da birbirini tamamlar veya zıtlık oluşturur (tıbâk sanatı). ‘Güneş’ (aydınlatan) ve ‘ay’ (aydınlanan), ‘gündüz’ (açığa çıkaran) ile ‘gece’ (örten), ‘gök’ (bina eden) ile ‘yer’ (yayıp döşeyen), ‘fücur’ (kötülük) ile ‘takva’ (iyilik) zıt kavramlarının benzer yapılar içinde sunulması, meʿânî ve beyân ilimleri açısından, Yüce Allah’ın evrende ve insan nefsinde inşa ettiği muazzam dengeyi ve çarpıcı ahengi vurgulama amacı taşır.
Şems Suresi’nin bu ayetleri, hem lafız (söz) hem de mana (anlam) düzeyinde tam bir uyum ve denge (müvâzene) içerdiği için, Kur’an’daki en güzel paralelizm örneklerinden birisidir.
9.7.3. Anaphora / Tekrîr
Anaphora, bir cümlenin veya ayetin başında, aynı kelime veya ifadenin tekrarlanmasıdır. Kur’an-ı Kerim, anaphora / tekrîr sanatını anlamı pekiştirmek, duygusal yoğunluk yaratmak, ritim oluşturmak ve mesajı muhatabın zihnine güçlü bir şekilde yerleştirmek için kullanmıştır. Kur’ân’daki bu vurgu, ritim ve duygusal yoğunluk yaratmakta, muhataplarının dikkatlerini odaklamakta ve mesajı akılda daha kalıcı hale getirmektedir.
Mesela, (وَمَا اَنْتَ) ‘Sen değildin… Sen değildin… Sen değildin…’ (Bakara, 2/145; Neml, 27/81; Rum, 30/53; Zümer, 29/41; Şura, 42/6; Kaf, 50/45) beyanları, Yüce Nebi Hz. Muhammed’e (sas) yönelik olarak tekrarlanmıştır. Bu ayet-i kerimelerde beyan edilen olaylarda, onun (sas) bir dahlinin bulunmadığı vurgulanmaktadır. Bu anaphora, ilahi bilginin üstünlüğünü ve muhatabın Yüce Allah’a teslimiyetini pekiştirmektedir. Tekrarlayan yapı metne dramatik bir ritim katmakta ve muhataplarını tefekküre yönlendirmektedir.
Anaphora, Kur’ân’ın diyalojik yapısını güçlendiren bir olgudur. Bu yapı ile muhatap, metne bir konuşmacı gibi dahil olur. Anaphora, bedîʿ dalında estetik bir süsleme olup, Kur’ân’daki anlamın derinleşmesine hizmet etmektedir. Anaphora, modern dilbilimde ‘retorik yoğunlaşma’ olarak görülmektedir. Tekrarlar, muhatapların zihinsel odaklanmalarını sağlamaktadır.
(الَّذٖى) ‘O ki…’ ifadesi ile başlayan ve Yüce Allah’ın âlî sıfatlarını sıralayan ayet-i kerimelerdeki ism-i mevsul tekrarları ile, ilahi kudret vurgulanmaktadır. Bu tekrarlar, muhatapta hayranlık uyandırmakta ve tevhid mesajını estetik bir şekilde sunmuş olmaktadır.
9.7.4. Fatiha Suresi’ndeki Musikî

Arapçada heceleme, Türkçedeki gibi ünlü harf sayısına göre değil, harekelere (seslendirme işaretleri) ve sükûn (sessizlik) durumlarına göre belirlenmektedir. Heceler ses akışına ve harekelerin dizilişine göre oluşur. Türkçedeki ‘ünlü harf sayısı’ kuralından farklıdır, özellikle sükûn ve şedde işaretleri hece sınırlarını belirlemede kritik rol oynar.
Her hecenin bir sesli (ünlü) harfi veya harekesi vardır. Sükûn (cezm) alan harfler kendisinden önceki harekeyle birlikte tek hece oluşturur. Şeddeli harfin birinci kısmı sükûnlu gibi kendisinden önceki heceye bağlanır, ikinci kısmı ise yeni bir hecenin başlangıcını oluşturur.
Fatiha Suresi’nin ayetlerinin tecvid kurallarına göre hecelenmesinden çıkan hece sayıları, 9+11+6+6+13+9+23 şeklindedir. Bu oranlarda ses ve musikî açısından bir ‘hece ve vurgu’ dengesi yakalayabilmek mümkündür.
Surenin başı (Besmele, 9 hece) ile, sondan bir önceki kısmı (İhdina’s-sırata’l-müstakîm, 9 hece) arasında bir hece sayısı simetrisi göze çarpmaktadır. Dördüncü ve beşinci ayetlerin hece sayılarının aynı olması (6, 6) bir tekrar ve denge hissi yaratmaktadır. Bu ayetler, Yüce Allâh’ın Rahman ve Rahim isimlerini tekrar ederek mana ve ses bakımından paralel bir yapı oluşturmuştur.
Sure, kısa ayetlerle (üç ve dördüncü ayetler; 6, 6 hece) hız kazanmaktadır. Ortada dilek ve kulluk ifadesinin olduğu ayette (beşinci ayet, 13 hece) orta bir uzunluğa ulaşmakta ve son ayetteki (yedinci ayet, 23 hece) ayrıntılı nitelemelerle zirveye çıkarak sonlanmaktadır. Bu kademeli artış, dinleyicide bir tamamlanmışlık hissi uyandırmaktadır.
Bu hece sayıları ve arkalarındaki fonetik yapı, surenin sadece lafız olarak değil, ses ve müzikalite açısından da mükemmel bir denge ve ahenk taşıdığını göstermektedir. Bu denge, surenin okunuşundaki etkileyiciliği ve akılda kalıcılığını sağlayan önemli unsurlardandır.
9.7.5. İhlas Suresi’ndeki Ahenk
(قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ) ‘De ki, O Allah birdir’ (İhlas, 112/1) ayeti, Hz. Muhammed’e (sas) ‘tevhid ilkesini’ tebliğ etmesini emretmektedir. (قُلْ) ‘De ki…’ emri, vahyin aracılığını vurgulamakta ve muhataba kesin bir hitap sunmaktadır. Tevhiddeki kesinlik ve netlik, ilahi otorite ile adeta özdeşleşmiştir.
İhlas Suresi’ndeki ayetlerin tecvid kurallarına göre hece sayıları olan 7+5+7 ve 10 sayıları arasında açık bir ahenk ve irtibat görmek mümkündür. Bu dizilimde fark edilen ahenk unsurları şöyledir:
Birinci ayet (7 hece) ve üçüncü ayet (7 hece) ile tam bir hece simetrisi oluşturmaktadır. Bu durum, surenin orta kısmında (ikinci ayet, 5 hece) daha kısa, vurgulu ve merkezi bir ifadeye odaklanıldığını (اَللّٰهُ الصَّمَدُ) ‘Allah Samed’dir’ göstermektedir.
İlk üç ayet, nispeten kısa hece sayılarına sahipken (7, 5, 7), son ayet belirgin bir şekilde daha uzundur (10 hece). Bu yapı, tıpkı Fatiha Suresi’nde olduğu gibi sureye bir ‘kapanış’ ve ‘tamamlanma’ hissi kazandırmaktadır. Bu son ayet, Yüce Allah’ın benzersizliğini ve eşsizliğini pekiştiren detaylı ifadeler içerdiği için, fonetik olarak da uzamakta ve surenin mesajını nihayete erdirmektedir.
Arapça’da hece sayılarının yanı sıra, hecelerin yapısı da (uzun-kapalı veya kısa-açık) ritmi belirlemektedir. İhlas Suresi’nin kısa ve özlü yapısı, hızlı ve akıcı bir okuma ritmi sağlamaktadır. Bu ahenk, surenin kolay ezberlenmesini, zihinde kalıcı olmasını ve ibadet sırasında huşu içinde okunmasını sağlayan doğal bir müzikalite ve denge oluşturmaktadır.
Hece sayıları arasındaki bu simetri ve kademeli uzama, surenin edebi ve ses açısından mükemmel bir dengeye sahip olduğunu ve bu sayede manevi mesajının daha etkili bir şekilde iletildiğini göstermektedir.
9.7.6. Emir Cümleleri, Bakara, 2/43 Örneği
Emir cümleleri, Kur’ân’da muhatabı olumlu bir eyleme yönlendirmek için kullanılmakta ve genellikle farklı kalıplar (emr-i hâzır kipi, emir lâmı ile oluşturulan emr-i gâib kipi gibi) kullanılarak ifade edilmektedir. Bu yapılar, muhatabı doğrudan harekete geçirmekte, daha çok ahlâkî veya ibadet odaklı mesajlar vurgulanmaktadır.
وَاَقٖيمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِعٖينَ
‘Namazı kılınız, zekâtı veriniz, rükû edenlerle birlikte rükû ediniz.’ (Bakara, 2/43)
Bu ayet-i kerime, müminlere namazların doğru bir şekilde edasını, zekâtların verilmesini ve rüku edenlerle birlikte rüku edilmesi, yani namazların cemaatle birlikte edası emirlerini vermektedir. Bu emirler, oldukça kısa ve kesin bir üslupla sunulmaktadır. Fiillerin ritmik yapısı (ekîmû, âtû, irkaû), hitabın gücünü artırmaktadır. Emirler, muhatabı mantıksal bir sorumluluğa çağırırken, duygusal olarak da toplumu bir arada tutan ibadetleri teşvik etmektedir. Medenî surelerde sıkça görülen bu yapının, Müslüman toplumlarda içtimai düzeni güçlendirmeyi amaçladığı söylenebilir.
Ayrıca emir cümleleri, Kur’ân’ın pedagojik işlevini de yansıtmaktadır. Muhatap, pasif bir dinleyici değil, aktif bir katılımcı olmaktadır. Emirlerde, bağlama özgü kelime seçimi ise iʿcâzın bir parçasıdır. Örneğin, (اَقٖيمُوا الصَّلٰوةَ) ‘Namazı dosdoğru kılın…’ ayetlerindeki (اَقٖيمُوا) kelimesi, namaz ibadetindeki sürekliliğin ve düzenin gerekliliğini vurgulamaktadır. Modern dilbilimde, bu yapılar ‘direktif söylem’ olarak yorumlanır. Kur’ân’daki bu stil, muhatabın davranışını yönlendiren bir otorite oluşturmaktadır.
9.7.7. Emir Cümleleri, Araf, 7/199 Örneği
Konu ile ilgili bir diğer örnek Araf Suresi’ndeki şu ayet-i kerimedir:
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ
‘Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.’ (Araf, 7/199)
9.7.7.1. İlmü’l-Meʿânî (عِلْمُ الْمَعَانِي) Açısından İnceleme (Sözün Amaca Uygunluğu ve Üslup)
Meʿânî ilmi, sözün muhatabın durumuna ve amaca uygunluğunu incelemektedir. Bu ayetteki her bir emir kipi, Peygamberimiz’e (sas) ve dolayısıyla tüm Müslümanlara yönelik kesin ve bağlayıcı bir hitaptır.
Emir Kipleri (Haberî / İnşâî): Ayetteki üç fiil de emir kipindedir: (خُذِ) ‘tut’, (وَأْمُرْ) (emret), (وَأَعْرِضْ) ‘yüz çevir’. Meʿânî ilminde emir, ‘inşâî talep’ (bir şeyin yapılmasını isteme) ifade eder. Bu üslup, muhatabın hemen dikkatini çeker ve emredilen hususların farz veya vacip derecesinde önem taşıdığını hissettirir.
Îcâz (Özlülük): Ayet, çok derin anlamları üç kısa ve net cümleyle beyan etmiştir. Bu îcaz (özlülük), meʿânî ilminin en güçlü yönlerinden biridir. Kur’an’da güzel ahlâkın zirvesi bu ayette özetlenmiştir.
Takdim ve Tehir (Öne Alma / Sona Bırakma): Ayette bir sıra gözetilmiştir. Önce nefsi terbiye (affetme), sonra toplumu ıslah (iyiliği emretme), en son da olumsuzluktan korunma (cahillerden yüz çevirme). Bu sıralama, meʿânî açısından eylemlerin öncelik sırasını vurgulamaktadır.
9.7.7.2. İlmü’l-Beyân (عِلْمُ الْبَيَانِ) Açısından İnceleme (Açıklık, Teşbih)
Beyân ilmi, anlamın farklı yollarla (teşbih, istiare, kinaye) ifade edilme biçimlerini ele alır.
Teşbih (Af Yolunu Tut): (خُذِ الْعَفْوَ) ‘Af yolunu tut’ ifadesinde bir teşbih vardır. Normalde ‘affetme’ somut değil, soyut bir ahlâkî eylemdir. Buradaki ‘tut’ emri, af ve müsamahanın bir yöntem, prensip ve yaşam biçimi olarak benimsenmesi gerektiğini teşbih yoluyla anlatır.
Kinaye (Cahillerden Yüz Çevir): (وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ) ‘Cahillerden yüz çevir’ ifadesinde kinaye vardır. Gerçekten fiziksel olarak yüz çevirmek (somut eylem), kinâî olarak o kişinin seviyesine inmemek, tartışmaya girmemek ve muhatap olmamak (soyut davranış) anlamına gelir. Bu, muhatabı küçümsemek değil, enerjiyi faydasız çekişmelerde harcamamak gerektiğine dair bir hikmettir. Bu kullanım beyân ilminde kinaye sanatına örnektir.
İstiare (Örf Emri): Örf (العُرْفُ), toplumun genel sağduyusuyla iyi, güzel ve doğru kabul ettiği, akl-ı selimin benimsediği, şeriatın da reddetmediği tüm güzel davranışlar, görgü kuralları ve ahlâkî prensiplerdir. Bu kavramın kendisi soyuttur. Emretme (وَأْمُرْ) fiili ise aktif bir eylemdir, bir davranış talep etmektedir. Ayet, emir mekanizmasını kullanarak, soyut durumdaki ‘örf’ (iyi ve güzel olan) kelimesinin bireylerde pasif bir bilgi veya niyet olarak kalmamasını, ya tebliğ ile ya da bizzat yapılarak hayata geçirilmesini, yani somutlaştırılmasını istemektedir.
9.7.7.3. İlmu’l-Bedîʿ (عِلْمُ الْبَدِيعِ) Açısından İnceleme (Sözü Güzelleştirme ve Süsleme)
Bedîʿ ilmi, lafız (söz) ve mana (anlam) güzelliklerini inceler.
Seciʿ (Lafzî Uyum): Ayetin son kısımları arasında bir ses uyumu (seciʿ) vardır. Özellikle ayetin genel ahengi, kısa ve vurgulu cümle yapısı, kulağa hoş gelen bir ritim oluşturmaktadır.
Tenasüp (Anlamsal Uyum): Ayetteki üç eylem de (af, iyiliği emretme, yüz çevirme), bir liderin veya müminin insan ilişkilerinde takınması gereken tavırlar bütününü göstermektedir. Bu eylemler arasında mükemmel bir anlamsal bağ ve uyum (tenasüp) vardır. İyilikle (örf) emretmek, cahillik (cahilîn) kavramının zıddıdır. Af ise, sabırla ilişkilidir.
Tevafuk ve Karşıtlık: Cahillerden yüz çevirmek (menfi bir davranış), af yolunu tutmak ve iyiliği emretmek (müspet davranışlar) ile bir tezatlık oluşturur.
Araf Suresi’nin 199’uncu ayeti, meʿânî açısından îcaz (özlülük) ve emir üslubuyla kesinlik, beyân açısından kinaye ile anlam derinliği, bedîʿ açısından ise anlamsal uyum (tenasüp) ve ahenk içeren, belâgatin zirve örneklerinden biridir.
9.7.8. Nehiy Cümlesi, Bakara, 2/83 Örneği
Nehiy cümleleri, muhatabı negatif eylemlerden alıkoymak için kullanılır. Genellikle ‘lâ’ (yapma) veya benzer olumsuzluk edatlarıyla ifade edilir. Bu yapılar, ahlâkî ve toplumsal sınırları çizer, muhataplarda korku ve dikkat uyandırır.
Nehiy cümleleri, Kur’ân’ın uyarıcı (inzar) işlevini desteklemekte, muhataplarını günahların kötü sonuçlarıyla yüzleştirmektedir. Nehiy cümleleri, bağlama özgü kelime seçimleriyle oldukça etkilidir. Nehiy cümleleri, ‘negatif direktif’ olarak sınıflandırılmaktadır. Bu, muhatabın davranışlarını düzenleyen yüksek otoriteyi göstermektedir.
وَاِذْ اَخَذْنَا مٖيثَاقَ بَنٖى اِسْرَایٖٔلَ لَا تَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَذِى الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاكٖينِ وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا وَاَقٖيمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ اِلَّا قَلٖيلًا مِنْكُمْ وَاَنْتُمْ مُعْرِضُونَ وَاِذْ اَخَذْنَا مٖيثَاقَكُمْ لَا تَسْفِكُونَ دِمَاءَكُمْ وَلَا تُخْرِجُونَ اَنْفُسَكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ ثُمَّ اَقْرَرْتُمْ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ
‘Hani İsrail oğullarından şöyle söz almıştık: ‘Yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, anneye, babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilik edin. İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin.’ Sonra pek azınız dışında sözünüzden döndünüz. Hâlâ da yüz çeviriyorsunuz. Hani yine sizden, ‘birbirinizin kanlarını dökmeyeceksiniz ve birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız’ diye kesin söz almıştık. Sonra siz bunu kabul ettiniz ve ikrarınıza şahit de oldunuz.’ (Bakara, 2/83)
83 ve 84’üncü ayetlerde, Yahudilere yönelik üç yasak ve yedi emire yer verilmekte, Hz. Musa (as) aracılığı ile bu yasakları ve emirleri yerine getireceklerine dair, onlardan alınan kesin söz anlatılmaktadır. Bu ayetler, İsrailoğulları ile yapılan ahdi hatırlatarak, tevhid, ihsan esasları ve toplumsal barışı vurgulamaktadır. Bu her iki ayette yer alan yasaklar şu şekildedir.
Üç Yasak (Nehiy):
1. Yüce Allâh’a şirk koşmayacaksınız. 83’üncü ayetteki ilk cümlede, Yüce Allâh’a şirk koşulması yasaklanmaktadır. Bu nehiy, tevhid ilkesini korumakta ve muhataplarında Yüce Allah’a kullukta bulunulması bilinci oluşturmaktadır. Çok kesin ve otoriter bir üsluptur.
2. Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz.
3. Birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız.
Yedi emir ise şöyledir:
1. Anne-babaya, 2. Yakın akrabaya, 3. Yetimlere, 4. Ve yoksullara iyilik yapacaksınız (ihsan), 5. İnsanlara güzel söz söyleyecek, 6. Namazı ikame edecek, 7. Ve zekâtı vereceksiniz.
Bu unsurlar, tevhid (birlik), ihsan (iyilik) ve adalet (barış) temalarını zincirleme şekilde birbirine bağlamaktadır. Ayet-i kerimeleri belâgat açısından incelediğimizde ise, meʿânî, beyan ve bediʿ alanlarında şu hususlar müşahede edilecektir.
9.7.8.1. İlmü’l-Meʿânî (عِلْمُ الْمَعَانِي) Anlam Bilimi (Cümle Yapısı, Duruma Uygunluk ve Etkili İletişim)
İlmü’l-meʿânî, kelimelerin ve cümlelerin bağlama uygunluğunu, anlam katmanlarını ve yapısal derinliği incelemektedir. Bu ayetlerde yer alan yasaklar ve emirler, etkili iletişim için şu şekilde düzenlenmiştir:
Takdim-Tehir ve Tertip (Öne Alma-Geciktirme ve Sıralama)
Yasaklar (nehiyler), emirlere göre daha az sayıda (üç) ve kısadır. Çünkü yasaklar tehlike ve uyarı odaklıdır (tenbîh / ikaz). Emirler (yedi) ise detaylı şekilde sıralanmıştır. Çünkü bu emirler vesilesi ile olumlu eylemler teşvik edilmekte, bu da irşat ve terğîbde detayları gerektirmektedir. Şirk yasağı (ilk nehiy) en başta gelmektedir. Çünkü tüm emirlerin temeli tevhide dayalıdır. Daha sonra gelen emirler ise, bireyselden (anne-baba) toplumsala (yoksullar, insanlar) doğru artan bir tertiple dizilmiştir. Bu da anlamın tedrîcî (aşamalı) derinleşmesini sağlamaktadır.
Emir-Nehiy Dengesi ve Tekit (Pekiştirme)
Nehiyler olumsuz kipte (lâ + muzâri) formülü ile gelir, ki bu istimrâr (süreklilik) ve tehlike vurgusu yapar. Emirler ise olumlu emir sigasıyla (fiil kökü) gelir ki bu vücûb (zorunluluk) ve tesviye (eşitlik) hissi verir. Az sayıda istisnanın bu yasaklara ve emirlere riayet ettikleri, diğerlerinin ise ahde uymadıkları üzerinden yapılan vurgu (ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ اِلَّا قَلٖيلًا مِنْكُمْ وَاَنْتُمْ مُعْرِضُونَ) ‘Sonra pek azınız dışında, sözünüzden döndünüz’, meʿânîde ihtisâr (kısaltma) ve tekit ile kınamayı güçlendirmektedir. İsrailoğulları’nın tarihsel isyanları (ahde vefasızlıkları) hatırlatılarak, okuyucuların mevcut hali düşünmeleri ve değerlendirmeleri beklenmektedir.
Hitap ve İltifât (Adres Değişimi)
Ayetler, ‘benî İsrâîl’ olarak başlamakta (üçüncü şahıs), sonra ‘siz’ (مِنْكُمْ) hitabına dönmektedir ki bu meʿânîde teceddüd (yenilenme) ve istimrâr sağlamaktadır. Bu, geçmiş ahdi günümüze taşımakta, okuyucuyu doğrudan uyarmaktadır (tenbîh). Unsurlar, katmanlı anlamlar taşımakta, yasaklar ahlâkî sınırları çizmekte, emirler ise yeni mümin profilini inşa etmektedir.
Bu yapı, îcâz (kısalık) ile itnâb (açıklama) dengesi kurmakta, fazla kelime olmadan yoğun anlam iletilmekte, Kur’ân’ın îʿcâz yönünü göstermektedir.
9.7.8.2. İlmü’l-Beyân (عِلْمُ الْبَيَانِ) Açık İfade Bilimi (Benzetme ve Netleştirme Araçları)
Beyân, ifadeyi istiare, kinâye ve tasvîrlerle netleştirir, soyutu somutlaştırır. Ayetlerde unsurlar şöyle beyan edilmektedir:
Kinâye (Dolaylı Anlatım) ve İstiare
Yasaklar kinâye ile ifade edilir. Örneğin ‘dimâekum’ (kanlarınız) ve ‘enfüseküm’ (kendiniz) kelimeleri, kinâye ile ‘birbirleriniz’ anlamını ima eder. Bu, bireyi topluma bağlar, nehyi daha kapsayıcı kılar. Örneğin, kan dökme yasağı, helâki ima eder. ‘İhsân’ (iyilik) emirleri ise, yoksullar için sadakalar gibi hem fiziksel, anne-babaya saygı gibi hem de manevî yardımları kapsar. ‘Kûlû li’n-nâsi hüsnâ’ (insanlara güzel söz söyleyiniz) emri, kinâye ile irşâd (yol gösterme) ve terğîb (teşvik) içerir, tahyîl (hayal ettirme) ile okuyucuyu empatiye iter.
Teşbîh ve İstîâre (Benzetme ve Metafor)
Unsurlar teşbîh-i mürsel (dolaylı benzetme) ile bağlanır. Örneğin, emirler ‘zincir’ gibi birbirini tamamlar. Tevhid emri, (Allah’a yönelme) diğer emirler için de temel olur.
Mukâbele ve Tıbâk (Karşılık ve Zıtlık)
Nehiyler (zulüm, kan dökme) emirler ile (ihsan, barış) zıtlık yaratır. Tıbâk-ı selbî (olumsuz ve olumlu karşıtlık), beyanda netlik meydana getirir. Örneğin, insanların yurtlarından çıkarılmaları yasağı, ihsan emriyle mukâbele eder ve toplumsal adaleti vurgular.
Bu dallar, unsurları soyuttan (tevhid) somuta (sosyal iyilik) taşır, okuyucu kalben ve zihnen ikna olur.
9.7.8.3. İlmu’l-Bedîʿ (عِلْمُ الْبَدِيعِ) Söz Güzelliği Bilimi (Estetik ve Ritmik Güzellik)
Bedîʿ, ifadeyi cinâs, tekrâr ve nazm ile güzelleştirir. Bu ayetlerde şu şekilde görülebilir:
Tekrar ve Leff (Tekrar ve Dönüşüm)
‘Ve îz ehaznâ mîsâkaküm’ ifadesi her iki ayette tekrarlanmaktadır (tekrîr-i müfîd) ki, bu bedîʿde ritim yaratmakta ve ahdin önemini vurgulamaktadır. Unsurlar atıf harfleri (ve… ve…) ile bağlanmaktadır. Bu ise tertîb (sıralama) ve nazm (uyum) sağlamaktadır.
Cinâs ve İştikâk (Ses Uyumu ve Kök Türetme)
Kelimeler kök bağlarıyla süslüdür. Örneğin emirlerde, ‘ihsân’ ve ‘hüsnâ’ (güzel) kelimeleri iştikâk ile güzellik temasında cinâs yapılmıştır. Nehiylerde ise, ‘dimâeküm’ ve ‘diyâriküm’ kelimelerindeki ses benzerliğiyle (leff ve neşr) tehlike ritmi oluşturulmuştur.
İcmâl-Tafsîl ve Mukâbele (Özet-Ayrıntı ve Karşılık)
Yasaklar icmâlî (özet) halde, emirler ise tafsîlî (ayrıntılı) şekildedir. Bu bedîʿde tefennün (çeşitlilik) sağlar. Mukâbele ile unsurlar dengelenir. İyilik emri (ihsan) kan dökme yasağına karşılık gelir, estetik bütünlük yaratılır.
Bu iki ayet-i kerimede yer alan unsurlar, bedîʿde i’câz nazmı (mûcizevi düzen) ile akar, harf ve kelime uyumları (örneğin, ‘ve’ atıfları) ritimli bir akış verir.
Bu 10 emir ve yasak, belâgatte bütünleşik bir yapı oluşturur. Meʿânî ile anlam derinliği, beyân ile netlik, bedîʿ ile güzellik sağlanır. Unsurlar, ahlâkî / spiritüel hedeflere hizmet eder, okuyucuyu tevhid ve adalete davet eder. Ayetler, tarihsel (İsrailoğulları) bağlamı evrenselleştirerek, günümüz okuyucusunu uyarır.
9.7.9. Şart Cümleleri, İbrahim, 14/7 Örneği
Şart cümleleri, eylemin sonucunu bir koşula bağlar. Genellikle, ‘in’ (eğer) veya ‘izâ’ (ne zaman ki) gibi bağlaçlarla ifade edilir. Bu yapılar, nedensellik ve uyarı içerir. Muhatabı mantıksal bir sonuca yönlendirir ve duygusal tepki uyandırır.
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَزٖيدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَابٖى لَشَدٖيدٌ
‘Hatırlayınız ki Rabbiniz size şöyle bildirmişti: Eğer şükrederseniz, sizlere (nimetlerimi) elbette artırırım. Ancak nankörlük ederseniz, muhakkak ki azabım çok şiddetlidir.’ (İbrahim, 14/7)
Bu ayet-i kerime, şükranın ödülle, küfranın da azap ile sonuçlanacağını belirtmektedir. Şart edatı (in), nedensel bir ilişki kurmaktadır. Şükür, nimetlerde artışı, küfür ise azabın gerçekleşmesini netice vermektedir. Ayetteki bu yapı, muhataplarını şükre motive ederken, aynı zamanda nankörlükten uzaklaştırmakta ve ilahi adaletin mantığını göstermektedir.
Bu ayet-i kerime, Kur’an’ın hem dünya hem de ahiret hayatına dair temel bir prensibinin, son derece güçlü bir belâgatle ifade edildiği önemli bir örnektir.
9.7.9.1. İlmü’l-Meʿânî (عِلْمُ الْمَعَانِي) Açısından İnceleme (Sözün Amaca Uygunluğu ve Üslup)
Meânî ilmi, cümlenin yapısını, edatların kullanımını ve sözün muhatabın durumuna uygunluğunu inceler.
Kasem ve Şart Üslubu: Ayetin temel yapısı, bir yemin (kasem) ile güçlendirilmiş bir şart cümlesidir.
(لَئِنْ شَكَرْتُمْ) ‘Eğer şükrederseniz’: Baştaki ‘Lam’ (لَ) harfi, gizli bir yeminin cevabıdır (kasem lamı). ‘Vallahi şükrederseniz…’ gibi bir kesinlik ifadesi katar. Bu üslup, vaadin ve tehdidin ciddiyetini meʿânî açısından pekiştirir.
İnşaî ve Haberî Üslup Birlikteliği: Ayetin başı (وَاِذْ), geçmiş bir olayı anımsatma emri içerir. ‘Hatırlayınız ki Rabbiniz bildirdi…’ cümlesindeki üslup haberîdir. Devamındaki şart ve ceza cümleleri ise geleceğe dair bir vaat ve tehdittir, inşaî manada haberdir. Bu üslup geçişi, dinleyiciyi hem geçmiş derslerden ibret almaya, hem de gelecek planlaması yapmaya sevk etmektedir.
Vurgu ve Tekit Edatları: (لَاَزٖيدَنَّكُمْ) ‘Elbette artırırım’ ifadesindeki baştaki ‘Lam’ (لَ) ve sondaki şeddeli ‘Nûn’ (نَّ) harfleri, meʿânî ilminde tekit (pekiştirme) edatlarıdır. Artırmanın mutlaka gerçekleşeceğini vurgular. (اِنَّ عَذَابٖى لَشَدٖيدٌ) ‘Muhakkak ki azabım çok şiddetlidir’ ifadesindeki ‘İnne’ (اِنَّ) edatı da aynı şekilde pekiştirme sağlar.
Îcâz (Özlülük): Ayet, insanlık tarihi boyunca geçerli olan temel bir ahlâk ve hayat prensibini, birkaç kelimeyle (şükür / nankörlük, artış / azap) özetleyerek büyük bir îcaz örneği sergiler.
9.7.9.2. İlmü’l-Beyân (عِلْمُ الْبَيَانِ) Açısından İnceleme (Açıklık, Teşbih)
Beyân ilmi, anlamın farklı yollarla ifade edilerek açıklık veya kapalılık derecelerini inceler.
(لَاَزٖيدَنَّكُمْ) ‘Elbette artırırım’: Buradaki artırma, somut bir matematiksel artıştan ziyade, manevi bir artıştır. Nimetlerin bereketlenmesi, huzurun artması, dünyevi rızıkların çoğalması gibi geniş anlamlar içerir. Bu kullanım, kelimenin istiareye dayalı şekilde kullanılmasıdır.
(اِنَّ عَذَابٖى لَشَدٖيدٌ) ‘Muhakkak ki azabım şiddetlidir’: Azabın şiddetli olması, soyut bir ceza kavramının, somut bir sıfatla (şiddet) nitelendirilmesidir. Bu ise anlamı zihinde canlandırmaya yarayan bir beyan sanatıdır.
Kinaye (Nimet ve Azap): Şükrün karşılığı olan ‘artış’, Cennet ve Rü’yetullah gibi sonsuz lütuflara kinayedir. Nankörlüğün karşılığı olan ‘azap’ ise Cehennem’e ve ebedî sıkıntılara kinayedir.
9.7.9.3. İlmu’l-Bedîʿ (عِلْمُ الْبَدِيعِ) Açısından İnceleme (Sözü Güzelleştirme ve Süsleme)
Bedîʿ ilmi, söz ve anlam güzelliklerini (muhassinât) ele alır. Bu ayet, Bedîʿ ilminin en çarpıcı örneklerinden biridir.
Tıbâk (Zıtlık Sanatı / Tezat): Ayet-i kerime, birbirine zıt iki temel kavramı bir arada kullanarak anlamı güçlendirmiştir:
(شَكَرْتُمْ) ‘Şükrettiniz’ kelimesi ile (كَفَرْتُمْ) ‘Nankörlük ettiniz / Küfre girdiniz’ kelimeleri zıttır.
(لَاَزٖيدَنَّكُمْ) ‘Muhakkak artırırım’ ifadesi ile (عَذَابٖى لَشَدٖيدٌ) ‘Azabım çok şiddetlidir / eksiltirim’ ifadeleri zıtlık oluşturur.
Bu zıtlık (tıbâk), mesajın çarpıcılığını ve akılda kalıcılığını artırır.
Mürâât-ı Nezîr (Anlamsal Uyum / Tenasüp): Şükretme eylemi ‘artırma’ sonucu ile, nankörlük eylemi ise ‘şiddetli azap’ hali ile tam bir anlamsal uyum (tenasüp) içerisindedir. Bu uyum, ayetin hikmetini pekiştirmiştir.
Ahenk ve Seciʿ (Fasıla Uyumu): Ayetin genelindeki ses akışı ve özellikle son kelimelerin ahengi, dinleyene musiki zevki verir. Ayet sonları birbiriyle olmasa da (çünkü ikinci kısım bir iç cümlenin parçasıdır), genel cümle yapısı kulak tırmalamaz, aksine akıcıdır.
Bu ayet-i kerime, meʿânî açısından güçlü tekit edatları ve şart üslubuyla kesinlik, beyân açısından istiarelerle anlam genişliği, bedîʿ açısından ise ‘nankörlük’ ve ‘şükür’ halleri arasındaki çarpıcı zıtlık (tıbâk) sanatıyla muazzam bir edebî derinlik ve kalıcılık sunmaktadır. Böylece muhatap, eylemlerinin sonuçlarını bütün açıklığıyla öngörebilir.
Şart cümlelerinin bağlama özgü kelime seçimleri, Kur’ân iʿcâzının bir parçasıdır. Modern dilbilimde bu yapılar, ‘koşullu söylem’ olarak tanımlanır. Muhatapların zihinsel şemalarını harekete geçirir. Bu yapıların nazm içindeki uyumu, Kur’ân’ın taklit edilemezliğini kanıtlayan çok önemli bir unsurdur.
9.8. Kıssalar

Kıssalar, Kur’ân-ı Kerîm metnindeki en güçlü araçlardan biridir ve teolojik, ahlâkî ve manevi mesajları aktarmada önemli bir rol oynar. Kıssalar, geçmiş peygamberlerin ve kavimlerin hadiselerini anlatarak, rehberlik yapar ve tefekküre teşvik eder. Kıssalar, yapılandırılmış anlatılardır. Karakterlerin gelişimleri dinamiktir ve güçlü ahlâkî mesajlar içerir.
9.8.1. Kıssaların Yapılandırılması
Kur’ân’daki kıssalar, lineer bir anlatıdan ziyade tematik ve döngüsel yapı sergiler. Kıssalar, genellikle bir giriş (konu belirleme), gelişme (olaylar ve çatışma) ve sonuç (ahlâkî ders veya ilahi müdahale) bölümlerinden oluşur. Kur’ân, aynı hadiseyi, farklı surelerde farklı vurgularla anlatmaktadır. Bu, Kur’ân’ın nazm (düzen) anlayışının bir parçasıdır ve her anlatım bağlama özgü yeni anlamlar zinciri ile yüklüdür.
Kur’ân kıssaları, karakterleri derinlemesine işleyerek, muhatapların onlarla empati kurmasını sağlar. Yüksek karakterler, genellikle salih çizgideki başta peygamberler, sıddîklar ve iyi insanlardır (Nisa, 4/69). Asiler ve bâğîler ise, Firavunlar (Eski Mısır’ın tek buyurganı olan ve Tanrı gözüyle bakılan hükümdarlarına verilen san), şeddatlar (Yemen’deki Ad kavminin zalim hükümdarları, Fussilet, 41/15; Ahkâf, 46/21) ve diğer azgın topluluklardır.
9.8.2. Kıssalardaki Ahlâkî Mesajlar
Kur’ân kıssalarında, ahlâkî ve manevi dersler ile birlikte, özellikle tevhid, sabır, tevekkül, adalet ve ilahi müdahale gibi temalar ön plandadır. Bu mesajlar, muhataplarını hem bireysel hem toplumsal düzeyde dönüştürmeyi hedeflemektedir.
Örneğin, Fussilet, 41/13-18 ayet-i kerimelerinde, Hz. Peygamber’in (sas) davetine uymayan müşrikler, helâk edilen Âd ve Semûd kavimlerinin akıbetleri hatırlatılarak, kibirlerinin ve inkârlarının varacağı sonuçlar konusunda uyarılır. (فَاَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ) ‘Kazanageldikleri (şirk ve meaasî) sebebi ile, alçaltıcı azap yıldırımı onları çarptı’ (Fussilet, 41/17) ayeti, ilahi cezayı vurgular. Ahlâkî mesaj, tevhid ve itaattir. Muhataplar, geçmiş kavimlerin kötü akıbetlerinden ibret almaya çağrılmaktadır. Bu kıssalar, muhataplarında umut, korku ve tefekkür uyandırır.
Kıssalar, Kur’ân’ın pedagojik işlevini güçlendirmekte, muhataplarına ‘tarih tekerrür eder’ uyarısı yapmaktadır. Muhataplar, kıssalar aracılığıyla etik bir çerçeve edinmekte, her kıssa, muhatapların durumuna uygun bir ders sunmaktadır.
9.9. Peygamber Kıssaları
Kur’ân-ı Kerîm’deki peygamber kıssaları, özellikle Hz. Yusuf, Hz. Musa ve Hz. İbrahim’in (ase) kıssaları, Kur’ân’ın hitap gücünün çarpıcı örneklerindendir. Bu kıssalar, teolojik, ahlâkî ve manevi mesajları aktarmak için yapılandırılmış anlatılardır. Kıssalarda, karakter gelişimleri ve diyalojik unsurlar kullanılmıştır.
Belâgat ilminin beyan (açıklama sanatı) ve meʿânî (anlam bilimi) dallarıyla bağlantılı olan bu kıssalar, Kur’ân’ın mucizevi niteliğini (iʿcâz) desteklemekte, duygusal etki, mantıksal argüman ve güvenilirlik unsurlarını birleştirerek muhataplarını tefekküre ve müspet dönüşüme yönlendirmektedir.
9.9.1. Hz. Yusuf (as) Kıssası (Yusuf Suresi, 12/3-101)
Yusuf Suresi, Kur’ân’ın en uzun ve bütünlüklü kıssalarından biri olup, Hz. Yusuf’un (as) hayatını baştan sona anlatmaktadır. Sure, giriş (rüya ve aile, 12/4-6), gelişme (kardeşlerin kıskançlığı, kölelik, saray, hapishane, 12/7-49) ve sonuç (yükseliş ve aile ile bir araya geliş, 12/50-100) olarak yapılandırılmıştır.
(ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَاءِ الْغَيْبِ) ‘Bu, gayb haberlerindendir…’ (12/102) ifadesiyle, ilahi bilginin üstünlüğü vurgulanmakta, sure dramatik bir akış sunmaktadır. Diyaloglar ve paralel yapılar (örneğin, farklı rüyaların tekrarlanması), muhatabı meraklı bir şekilde kıssaya çekmektedir.
Kıssada, Hz. Yusuf (as), gençken gördüğü bir rüyadan (12/4) Mısır yöneticisine (12/54-56) dönüşür. Kardeşlerinin kıskançlığı (12/8), Züleyha’nın baştan çıkarma teşebbüsü (12/23-34) ve hapishane deneyimi (12/35-42), onun sabırlı ve ahlâkî duruşunu betimler. Hz. Yusuf’un (as) hapishane arkadaşlarıyla diyalogu (12/37-41), bilgeliğini ve tevhid inancını yansıtır. Kıssadaki bu gelişim güvenilirlik sağlar, muhatap Hz. Yusuf’u (as) bir rol model olarak görür.
Kıssa ayrıca, sabır, bağışlama ve tevekkül gibi ahlâkî mesajlar da içerir (12/90-101). Hz. Yusuf’un (as), (لَا تَثْرٖيبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ) ‘Bugün sizlere kınama yoktur’ (12/92) diyerek kardeşlerini affetmesi, muhataba ahlâkî erdem olarak yön verir.
Kıssanın sonunda ise, Hz. Yusuf (as), (اِنَّ رَبّٖى لَطٖيفٌ لِمَا يَشَاءُ اِنَّهُ هُوَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ) ‘Şüphesiz Rabbim, dilediğine çok lütfedicidir. Çünkü O, çok iyi bilen, tam hikmet sahibidir’ (12/100) diyerek ilahi adaleti vurgular. Bu mesajlar, ilahi planın mükemmelliğini gösteren mantığa dayalı bir argüman sunar ve muhatapta umut uyandırır.
Hz. Yusuf’un (as) kıssası, adeta bir ‘kahramanın yolculuğu’dur. Muhatap, Hz. Yusuf’un (as) yaşadığı sınavlarla empati kurar. Kıssanın nazmındaki kelime seçimleri, hem duygusal (sabır ve zafer) hem mantıksal (ilahi plan) yönü, her diyalogun bağlama özgü anlamlar taşıması, Kur’ân’ın iʿcâzının açık ispatlarıdır.
9.9.2. Hz. Musa (as) Kıssası (TâHê, 20/9-99, Kasas, 28/3-46, Şuarâ, 26/10-68)
Hz. Musa’nın (as) kıssası, Kur’ân’da birden fazla surede ve farklı vurgularla anlatılmaktadır.
TâHê Suresi’ndeki yapı, giriş (kıssanın başlangıcı, vahyin gelişi ve kendisine mucizelerin verilmesi 20/9-23), gelişme (Firavun ile mücadele, 20/24-76) ve sonuç (İsrailoğullarının kurtuluşu, 20/77-99) şeklindedir. Diyalojik üslup ve dramatik imgeler (denizin yarılması, 20/77) muhatabı etkilemektedir.
Kasas Suresi’nde, önce Hz. Musa’nın (as) çocukluğuna odaklanılmakta (28/3-14), daha sonra Hz. Musa’nın (as), şehirden korku dolu ayrılışına yer verilmekte (28/10-18), daha sonra da ulü’l-azm bir peygambere (20/24) evrilmesine temas edilmektedir. Firavun, kibirli bir antagonist olarak kalmıştır ve (اَنَا رَبُّكُمُ الْاَعْلٰى) ‘Ben sizin en yüce rabbinizim!’ (Nâziât, 79/24) demektedir.
Sihirbazlar ise müspet ve dinamik bir gelişim göstermiştir. Sihirbazların küfürden imana geçişleri (20/70-73), ilahi mucizenin etkisini vurgulamakta, Hz. Musa’nın (as) cesareti ve sihirbazların dönüşümü, güvenilirlik ve duygusal etki sağlamaktadır.
Kıssada, tevhid, cesaret, sabır ve ilahi yardım temaları baskındır. Firavun’un boğulması (28/40), kibrin sonunu vurgular. Muhatap, ilahi adaletten ibret almaya çağrılır. Hak-batıl mücadelesi, muhatabı tevhid bilincine yönlendirir.
Şuarâ Suresi’ndeki kıssada ise, daha çok mucizelere vurgu yapılmaktadır (26/30-51).
9.9.3. Hz. İbrahim Kıssası (Şuarâ, 26/69-104, İbrahim, 14/35-41)
Hz. İbrahim’in (as) kıssası, tevhid mücadelesine odaklanır. Şuarâ Suresinde Hz. İbrahim’in (as), putların acizliklerini ortaya koyması ve bütün faaliyetlerin Yüce Allâh’a aitliği üzerinden tevhide güçlü bir vurgu yapması (26/69-89), Enbiya Suresi’nde putlara meydan okuması, ateşe atılması, fakat ateşin ‘berd-ü selam’ emri alması ile büyük bir mucizenin yaşanması (21/51-70), İbrahim Suresi’nde ise duaları ve aile temasına verdiği önem görülür (14/35-41).
Hz. İbrahim (as), tevhidin yılmaz bir savunucusu olarak, cesur ve bilge bir karakterdir. Babası ve kavmiyle tartışması (26/70-89), onun mantıksal yetkinliğini göstermektedir. Kavmi, kibir ve inkârla tevhid karşıtlığında statik bir şekilde kalmıştır. Hz. İbrahim’in (as) argümanları güvenilirlik sağlamakta, muhatap onun doğruluğuna gönülden inanmaktadır.
Hz. İbrahim’in (as), (اَفَرَاَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ) ‘Hiç düşündünüz mü, neye tapıyorsunuz?’ (Şuara, 26/75) sorusu, diyalojik üslup ve polemik ile bir meydan okuma sunmaktadır. Mantıksal argümanlar (putların etkisizliği, Şuara, 26/77-82), tevhidi ispat etmekte, (قُلْنَا يَا نَارُ كُونٖى بَرْدًا وَسَلَامًا عَلٰى اِبْرٰهٖيمَ) ‘Ey ateş! İbrahim için serin ve esen ol dedik’ (Enbiya, 21/69) cümlesi, ilahi müdahaleyi görselleştirmektedir. Bu hakikat, muhatapta hayranlık uyandırmakta, Hz. İbrahim’in (as) soruları (Enbiya, 21/66-67; Şuara, 26/70-82) ise, muhatabı tefekküre sevk etmektedir. Bu, belâgatin meʿânî dalıyla bağlantılıdır.
Hz. İbrahim’in (as) kıssalarında, tevhid, cesaret ve teslimiyet temaları öne çıkmaktadır. Hz. İbrahim’in (as), (رَبِّ اجْعَلْنٖى مُقٖيمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّتٖى رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ) ‘Ey Rabbim, beni dosdoğru namaz kılmakta berdevam et. Neslimden de (böyle namaz kılanlar yarat). Ey Rabbimiz, duamı kabul et’ (İbrahim, 14/40) yakarışı, muhataba ibadet bilinci aşılar. (وَقٖيلَ لَهُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ) ‘Onlara, ‘taptıklarınız nerede? Allah’tan başka taptıklarınız size yardım ediyorlar mı yahut kendilerine yardımları dokunuyor mu?’ denilir. Onlar ve azgınlar, tepetaklak Cehennem’e atılırlar’ (Şuara, 26/92-94) ayeti, kibrin sonunun, ibretlik bir ceza gerektirdiği mesajını verir.
Hz. İbrahim (as) kıssası, tam bir ‘tevhid anlatısı’ şeklindedir. Putperestliğe karşı mantıksal argümanlarla, evrensel bir hitap sunar. Hz. İbrahim’in (as) diyaloglarındaki kelime seçimi, Kur’ân iʿcâzının açık bir kanıtıdır.
9.10. Parabol ve Alegoriler
Paraboller, bir kıssanın veya olayın izlendiği, zamanla ve yavaş gelişen anlatım biçimidir. Bu teknik, okuyucularını olayların veya karakterlerin gelişimlerini, bir parabolün şeklini anımsatırcasına, yavaş ve dolaylı bir şekilde takip etmeye davet eder.
Alegoriler, anlatılmak istenen soyut bir fikrin veya kavramın, semboller ve imgeler aracılığıyla daha derin anlamlar taşıyarak, fakat parabole göre daha kısa bir şekilde aktarılmasıdır. Alegoriler, bir olayın arkasında gizlenmiş daha derin bir ders, ahlâkî veya teolojik değerler gibi mesajların, orta uzunlukta verildiği bir anlatım tekniğidir.
Kur’ân-ı Kerîm’de paraboller ve alegoriler, soyut kavramları somut vakalara aktararak muhatapların tefekkür yetilerini derinleştiren güçlü araçlardır. Bu anlatılar, belâgat ilminin beyan (açıklama sanatı) ve meʿânî (anlam bilimi) dallarıyla bağlantılıdır ve Kur’ân’ın mucizevi niteliğini (iʿcâz) destekler ve evrensel mesajlar taşır.
Mağara Ashabı (Ashâb-ı Kehf) kıssası, Kur’ân’daki en belirgin alegorik anlatılardan biridir. Bu kıssada ‘iman, sabır ve ilahi koruma’ gibi temalar ön plana çıkar. Bu bölüm, alegorilerin etkilerini, yapılarını ve ahlâkî mesajlarını örneklerle ele alarak, Kur’ân’ın hitabet geleneğindeki yerini analiz edecektir.
9.10.1. Mağara Ashabı Parabolü
Mağara Ashabı kıssası, Kehf Suresi’nde (Kehf, 18/9-26) anlatılır ve imanlarını korumak için bir mağaraya sığınan gençlerin başlarına gelen olayları içerir. Kıssa, şu şekilde yapılandırılmıştır:
Giriş (Kehf, 18/9-12), (اَمْ حَسِبْتَ اَنَّ اَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقٖيمِ كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَبًا) ‘Yoksa sen, Bizim mucizelerimizden, Ashâb-ı Kehf ve Ashâb-ı Rakîm’in durumlarını mı şaşırtıcı buldun?’ ayetiyle başlar. Bu, kıssanın ilahi bir işaret olduğunu vurgular. Gençlerin zulümden kaçışı ve mağaraya sığınışı tanıtılır.
Gelişme (Kehf, 18/13-20), gençlerin kulaklarının dış dünyaya kapatılarak uyutuldukları (Kehf, 18/11) ve ilahi koruma altında oldukları beyan edilir (Kehf, 18/16). Gençlerin yeniden diriltilişleri (uyandırılışları) ve diyalojik unsurlar (Kehf, 18/19) hikayeyi canlı kılar. Mağarada geçirdikleri 300 yıl artı 9 yıllık uzun süre (Kehf, 18/25) ve uyandırılışları ‘ba’s’ kelimesi ile anlatılır (Kehf, 18/19).
Sonuç (Kehf, 18/21-26), kıssada halkın gençleri keşfetmesi ve hikayenin ibret olarak yayılmasıyla biter. (قُلْ رَبّٖى اَعْلَمُ بِعِدَّتِهِمْ مَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا قَلٖيلٌ) ‘De ki, Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir. Onları bilen azdır.’ (Kehf, 18/22) cümlesi, ilahi bilginin üstünlüğünü vurgular.
Alegorik unsurlar açısından baktığımızda, mağaranın iman ve sığınma ile eşleştirilebileceği, gençlerin mağaraya çekilmesinin ise, dünyevi zulümden ilahi korumaya geçişi temsil ettiği söylenebilir. Mağara, manevi bir sığınak olarak muhatapta güven hissi uyandırır.
Kıssada yer alan ‘uyku’ hadisesi, ölümün ve yeniden diriltilişin alegorisidir. Gençlerin uzun uykusu, ahiret inancını ve ilahi kudreti simgeler. Bu, mantık temelli bir argüman sunar. Yüce Allah’ın zaman üzerindeki egemenliği açık bir şekilde vurgulanır.
Kıssadaki ‘köpek’ unsuru, sadakati ve korumayı sembolize eder (Kehf, 18/18). Bu, kıssaya insani bir boyut katar ve muhatapta empati uyandırır.
Kıssa, gençlerin mağarada üç yüz küsur yıllık uykuları esnasında, güneşin ne doğarken ne de batarken onları rahatsız etmemesine dikkat çeker. Güneş, onları makaslayıp geçmektedir (Kehf, 18/17). Uyudukları yerde yanları üstüne kalıp bedenlerinin zarar görmemesi için, Yüce Allah’ın kudreti ile sürekli sağa sola döndürülmektedirler (Kehf, 18/18). Dışardan biri görse, onları uyanık sanacak ve korkacaktır (Kehf, 18/18). Bu unsurlar, muhatabı kıssanın esrarengizliğine çeker.
‘Rabbiniz…’ ifadesi gibi ritmik tekrarlar ve paralel yapılar, metni estetik hale getirir. Kıssa, Mekkî bir suredir ve müşriklerin baskısına karşı imanı koruma mesajı vermektedir. Modern semiyotik analizler, mağarayı ‘manevi sığınak’ olarak değerlendirir. Uyku, evrensel bir diriliş sembolüdür.
Gençlerin, (رَبُّنَا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَنْ نَدْعُوَا مِنْ دُونِهٖ اِلٰهًا لَقَدْ قُلْنَا اِذًا شَطَطًا) ‘Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O’ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa hiç kuşkusuz asılsız bir söz söylemiş oluruz’ (Kehf, 18/14) ifadeleri, sırf tevhid inancını vurgular, iman, sabır ve ilahi korumaya teslimiyet temaları öne çıkar. Kıssa, muhataba zorluklar karşısında direnç ve Yüce Allah’a güven mesajı verir. Kıssanın nazmındaki kelime seçimi, iʿcâzın açık bir kanıtıdır.
9.10.2. Bahçe Sahipleri Parabolü
Kur’ân’da iki bahçe sahibinin anlatıldığı kıssa konu ile ilgili bir başka örnektir (Kehf, 18/32-44). Bu parabol, iki bahçe sahibinin kıssasını anlatmaktadır. Bu bahçe sahiplerinden biri nimetlere şükrederken, diğeri kibirlenir. Nefsine karşı zalimdir, kıyamet inancını reddetmektedir. Agnostik ve müşriktir. Yanlış inancının neticesi olarak cezalandırılır (Kehf, 18/42).
Bahçeler, maddi refahı betimlerken, yıkım ise nankörlüğün sonucunu beyan eder. Bu parabol, muhataba şükür ve tevazu dersi verir, kibrin ve inançsızlığın neticesini göstererek korku uyandırır. Her iki bahçe sahibinin tasviri ile paralel yapılar oluşturulur, şükür ve kibir zıtlıkları metni estetik kılar.
9.10.3. Örümcek Yuvası Alegorisi
مَثَلُ الَّذٖينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِ اِتَّخَذَتْ بَيْتًا وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
‘Allah’tan başka birtakım dostlar edinenlerin durumu, kendisine bir yuva yapan örümceğin durumuna benzer. Oysa en dayanıksız yuva, kuşkusuz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi.’ (Ankebut, 29/41)
Allah’tan başkasını dost edinen kimse, çok zayıf bir dayanağa tutunmuş olur. Ayetteki ‘örümcek’ örneğinde bir incelik vardır. ‘Ankebut’ dişi örümcek demektir. Erkeğine ‘ankeb’ denmektedir. Çiftleşmeden sonra eşini öldüren dişi örümceğin evi, en yakın dosta bile felâket yeridir. Oraya giren sinekler ve böcekler için de ölüm ağıdır.
İşte, Allah’tan başka dost edinilen unsurlar da tıpkı dişi örümcek gibi, sığınanları felâkete götürür. Bu alegori, şirkin anlamsızlığını ve kırılganlığını örümcek ağıyla sembolize eder. Kısa ve çarpıcı bir imgeyle (teşbih), muhatabı tefekküre sevk eder. Şirkin temelsiz hali için, mantık temelli bir argüman sunar.
9.11. Mantıksal İkna ve Argümantasyon
Kur’ân-ı Kerîm’in mantıksal argümantasyon teknikleri, özellikle kıyamet ve yaratılış delilleri, tevhid, ahiret inancı ve ilahi adalet gibi temel mesajları desteklemek için güçlü bir ikna temeli sunar. Bu argümanlar, belâgat ilminin meʿânî (anlam bilimi) ve beyan (açıklama sanatı) dallarıyla bağlantılıdır ve Kur’ân’ın mucizevi niteliğini (iʿcâz) pekiştirir.
Kıyamet ve yaratılış delilleri, muhataplarını evrendeki düzen, insanın varoluşu ve tarihsel olaylar üzerinden tefekküre çağırır. Mantıksal sorgulamalar, soru-cevap teknikleri ve doğal imgeler ile desteklenir. Bu deliller, özellikle müşriklerin ahiret inkârına yanıt olarak geliştirilmiş olup, hem Mekkî hem Medenî surelerde yoğun bir şekilde yer alır.
Bu bölüm, Kur’ân’ın ikna ve argümantasyon tekniklerini, özellikle müşriklere yönelik ayetler üzerinden örneklerle ele alarak, etkilerini ve belâgatle ilişkisini analiz edecektir.
9.11.1. Delil Sunma
Kur’ân, tevhid, ahiret ve ilahi adalet gibi temel mesajlarını desteklemek için çeşitli deliller sunar. Doğal olaylar (âyât), tarihsel kıssalar, mantıksal argümanlar ve mucizeler gibi. Bu deliller, muhataplarını tefekküre sevk eder ve mantık temelli bir ikna sağlar.
سَنُرٖيهِمْ اٰيَاتِنَا فِى الْاٰفَاقِ وَفٖى اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ شَهٖيدٌ
‘Biz onlara hem ufuklarda hem de kendi içlerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki Kur’ân’ın gerçek olduğu kendilerine iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahid olması yetmez mi?’ (Fussilet, 41/53)
Bu ayet, evrendeki (gökler / yerler) ve insanlardaki (enfüs) işaretleri delil olarak sunmaktadır. Bu hitapta, doğa ve insan, tevhidin evrensel kanıtlarıdır. Muhataplar, çevrelerindeki düzeni gözlemlemeye çağrılmıştır. Doğal imgeler, örneğin ‘yağmur’ (Nahl, 16/65), muhataplarda hayranlık uyandırır.
ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَاءِ الْقُرٰى نَقُصُّهُ عَلَيْكَ مِنْهَا قَائِمٌ وَحَصٖيدٌ
‘Bu sana anlattıklarımız (helâk olmuş) kentlerin haberlerindendir. Bu kentlerden bir kısmı hâlâ ayakta dururken, bir kısmı biçilmiş ekin gibi yok olup gitmiştir.’ (Hud, 11/100)
Kur’ân, Âd, Semûd ve diğer kavimlerin kıssalarını delil olarak sunar. Ayet-i kerimede anlatılan kentlerden kiminin kalıntıları halen gözler önünde bulunmaktadır. Bunlar arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılabilmektedir. Kimi kentler ise tamamen yok olmuş, izleri silinmiş, üzerleri toprakla örtülmüştür. Tarihsel anlatılar, muhatapta korku ve tefekkür uyandırır, Yüce Allah’ın cezalandırma gücünü vurgular.
Delil sunma, Kur’ân’ın evrensel hitabını güçlendirir. Doğa ve tarih, her kültürde anlaşılır kanıtlardır. Bilhassa yaratılış delilleri, evrenin, doğanın ve insanın yaratılışını tevhid inancının kanıtı olarak gelir. Bu deliller, muhatabı evrendeki düzen ve tasarım üzerine düşünmeye çağırır. Genellikle soru-cevap, teşbih ve doğal imgelerle desteklenir.
وَالسَّمَاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ وَمِنْ كُلِّ شَیْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
‘Göğü ellerimizle biz inşa ettik ve şüphesiz biz onu genişletmekteyiz. Biz yeri genişçe yaydık ve onu pek güzel düzenledik. Biz, her şeyden iki çift yarattık. Umulur ki, düşünürsünüz.’ (Zâriyât, 51/47-49)
Bu ayetler, evrenin yaratılışını ve genişlemesini tevhid delili olarak sunmaktadır. Çiftlerin yaratılması, evrendeki düzeni gösterir. Bu delil, mantık temelli bir argüman sunar ve muhataplarını tefekküre sevk eder. ‘Umulur ki, düşünürsünüz…’ ifadesi, zihinsel katılımı teşvik eder.
Evren ve insan, her kültürde anlaşılır kanıtlardır. Yaratılış ile ilgili ayetlerin nazmındaki kelime seçimi iʿcâzın bir parçasıdır. Modern bilimsel bağlamda, ‘genişletmekteyiz…’ (mûsi’ûn) ifadesi, evrenin genişlemesiyle ilişkilendirilir, dinamik bir yaratılışı ve ilahi kudreti vurgular. Bu da Kur’ân’ın iʿcâzına çağdaş bir yorum katar.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ طٖينٍ ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فٖى قَرَارٍ مَكٖينٍ ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ اَنْشَاْنَاهُ خَلْقًا اٰخَرَ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِقٖينَ
‘Ant olsun biz, insanı çamurdan süzülmüş bir özden yarattık. Sonra onu bir nutfe olarak sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi ‘alaka’ haline getirdik. Alakayı ‘mudga’ yaptık. ‘Mudga’yı kemiklere dönüştürdük. Kemiklere et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şanı ne yücedir!’ (Müminun, 23/12-14)
Bu ayet, insanın yaratılış aşamalarını detaylı bir şekilde sıralar. Biyolojik süreçler, ilahi kudretin kanıtıdır. Sıralama (tertîb) ve somut imgeler (nutfe, alaka), muhatabı hayranlığa yönlendirir. Yüce Allah’ın yaratma gücü, mantıksal olarak kanıtlanır.
Yaratılış delilleri, Kur’ân’ın mantıksal argümantasyon gücünü ortaya koyar. Doğal ve tarihsel kanıtlarla tevhid ve ahiret inancını pekiştirilir. Bu deliller, iʿcâzın bir parçasını oluşturur ve sonraki analizlere temel sunar.
9.11.2. Karşı Argümanları Çürütme
Kur’ân, özellikle müşriklerin iddialarına (putperestlik, ahireti inkâr, vb.) karşı polemik bir üslup kullanır ve argümanlarını çürütür. Bu, diyalojik yapı ve mantıksal sorgulamalarla gerçekleştirilir. Müşriklerin tutarsızlıkları açık bir şekilde ortaya konur.
Hz. İbrahim’in (as), (مَا تَعْبُدُونَ) ‘Siz neye tapıyorsunuz?’ (Şuarâ, 26/70) karşı argümanı, putların işlevsizliğini şu mantıksal sorularla çürütür:
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ اِذْ تَدْعُونَ اَوْ يَنْفَعُونَكُمْ اَوْ يَضُرُّونَ
‘Dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut size bir yarar ya da zarar verebiliyorlar mı?’ (Şuarâ, 26/72-73).
Bu diyalog, mantık temelli bir polemik sunar. Müşriklerin inançlarındaki büyük çelişkileri açığa çıkarır. Hz. İbrahim’in (as) otoriter üslubu güvenilirlik sağlar ve muhataplarda tefekkür uyandırır.
اَوَلَمْ يَرَ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَصٖيمٌ مُبٖينٌ وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِىَ خَلْقَهُ قَالَ مَنْ يُحْيِ الْعِظَامَ وَهِىَ رَمٖيمٌ
‘İnsan, bizim onu bir meni damlasından (nutfe) yarattığımızı görmedi mi ki şimdi apaçık bir hasım kesildi? Kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi. ‘Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ dedi.’ (YâSîn, 36/77-78)
Bu ayet, ahiretin varlığını inkar edenlere karşı açık bir yanıttır ve müşrik münkirlerin ‘kemikleri kim diriltecek?’ (YâSîn, 36/78) sorusunu çürütür. İnsanın küçük bir zerreden (nutfeden) yaratılışı, düşünen, konuşan, aklıyla çeşitli tabiat olaylarına hâkim olabilen bir varlık haline getirilmesi az bir mucize midir? Elbette insanı ve evreni yüce kudreti ile yaratan ve yöneten Allah, öldükten sonra insanı yeniden diriltecektir. Hitaptaki bu soru-cevap tekniği ve nutfeden yaratılışın nazarlara verilmesi, muhataplarını mantıksal bir çıkmaza sürükler ve ahiret hayatını inkârlarındaki tutarsızlığı gösterir.
Karşı argümanların çürütülmesi, Kur’ân’ın polemik gücünü açığa çıkarır. Bilhassa Mekkî surelerde, müşriklerin putperestlik ve ahireti inkârları gibi iddialarına yanıtlar yoğundur. Modern narratolojik analizler, bu diyalogları ‘sorgulama’ olarak sınıflandırır. Muhatap, kendi inançlarını sorgulamaya yönelir. Polemiklerin kelime seçimleri, Kur’ân’daki iʿcâzın açık kanıtıdır. Her soru, bağlama özgü bir etki yaratmaktadır.
Kur’ân’ın ikna ve argümantasyon teknikleri, delil sunma ve karşı argümanları çürütme yoluyla, muhataplarını tevhid inancına ve ahiret rüknüne imana yönlendirir. Müşriklere yönelik ayetler, polemik üslup yapısı ve mantıksal argümanları ile iʿcâzın önemli bir yönünü oluşturur.
9.12. Duygusal İkna
Kur’ân-ı Kerîm’in hitap gücü, mantıksal argümanların yanı sıra duygusal ikna tekniklerine de dayanır. Kur’ân, muhatapların duygularını harekete geçirerek, müspet yöndeki ahlâkî ve manevi dönüşümlerini gerçekleştirir. Korku, umut ve pişmanlık gibi duygular, Kur’ân’ın mesajını derinleştirir ve muhatabı tefekküre yönlendirir.
Bu teknikler, Kur’ân’ın mucizevi niteliğini (iʿcâz) pekiştirir. Özellikle müminlere ve müşriklere hitap eden ayetler, umut (Cennet ve rüyetullah vaadi), korku (Cehennem tasvirleri) ve pişmanlık (geçmiş kavimlerin akıbeti) duyguları kanalı ile bağ kurar.
Bu bölüm, Kur’ân’daki duygusal ikna tekniklerini, umut, korku ve pişmanlık uyandırma örneklerini ele alarak, bu tekniklerin yüksek etkilerini ve belâgatle olan ilişkisini analiz edecektir.
9.12.1. Umut
Umut, Kur’ân’ın müjdeleyici (tebşir) işlevinin temelidir. Cennet tasvirleri, ilahi rahmet ve bağışlanma vaadi, muhatapta motivasyon ve teslimiyet hissi uyandırır. Bu, duyguların harekete geçirilmesi ile, bireylerdeki imânî duyuş güçlendirilir.
وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهٖ جَنَّتَانِ إلى آخره
‘Rabbinin huzurunda durmaktan korkanlar için iki Cennet vardır. Her iki Cennet çeşit çeşit güzelliklerle bezenmiştir. İçlerinde akan iki pınar vardır. Onlarda her meyveden iki çeşit vardır. Onlar, örtüleri kalın ipekten olan yataklar üzerinde yaslanacaklardır. Bu iki Cennetin meyveleri, devşirebilecekleri şekilde onlara yakın olacaktır…’ (Rahman, 55/46, ilâ âhir)
Bu ayet-i kerimeler, Cennetleri bolluk (pınarlar), güzellik (bahçeler) ve huzur (yastıklar) imgeleriyle betimlemektedir. Duyusal detaylar, muhatapta arzu ve umut uyandırmakta, (فَبِاَیِّ اٰلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ) ‘Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?’ (Rahman, 55/47) tekrarları, ritmik bir etki yaratmakta ve şükran duygusunu pekiştirmektedir.
قُلْ يَا عِبَادِىَ الَّذٖينَ اَسْرَفُوا عَلٰى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمٖيعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحٖيمُ
‘De ki: Ey kendileri aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Şüphesiz ki Allah, bütün günahları bağışlayandır. O, gerçekten çok bağışlayandır, çok merhametlidir.’ (Zümer, 39/53)
Bu ayet-i kerime, Kur’ân’da bağışlanma konusunda, insanlara en çok umut veren ayet olup, Medine’de inmiştir. İbn Abbas’tan (ra) rivayet edildiğine göre, müşriklerden bir grup Hz. Muhammed’e (sas) gelerek, çok yanlışlıklar ve hatalar yaptıklarını, kendileri için çıkış yolu olup olmadığını sormaları üzerine, önce Furkan, 25/68 ve devamı ayetler, sonra da yukarıdaki ayet inmiştir (Buhârî, Tefsir, 39/1).
Bu ayet, ilahi bağışlamayı vurgulayarak umut aşılar. ‘De ki…’ emri ve ‘Ey kullarım…’ şeklindeki doğrudan hitap, muhatabı kişisel bağa çeker. Ayet, günahkârlara umut vererek, onlardaki müspet ahlâkî dönüşümü teşvik eder.
Umut uyandırma, Kur’ân’ın hem Mekkî hem Medenî surelerinde yaygındır. Müminlere motivasyon, müşriklere ise tevbe çağrısı sunar. Belâgat açısından, Cennet tasvirlerindeki imgeler (pınarlar, yastıklar) estetik bir uyum sağlar ve iʿcâzın bir parçasıdır. Modern semiyotik analizler, Cennet imgelerini ‘bolluk ve huzur işaretleri’ olarak değerlendirir. Bu, evrensel bir umut sembolüdür.
9.12.2. Korku
Korku, Kur’ân’ın uyarıcı (inzar) işlevinin temel bir unsurudur. Cehennem tasvirleri, ilahi ceza ve geçmiş kavimlerin yok oluşu gibi imgeler, muhatabı günahlarının sonuçlarıyla yüzleştirir. Korku duygusunun uyarılması, muhatapta ahlâkî uyanışı sağlar.
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍ إلى آخره
‘Rabbinin, (Hûd’un kavmi) Âd’e, beldeler içerisinde benzeri kurulmamış o sütunlar sahibi şehir İrem’e, vadide kayaları oyan (Salih’in kavmi) Semûd’a, kazıklar sahibi Firavun’a ne yaptığını görmedin mi? Bunlar ülkelerinde azgınlık etmişlerdi. Oralarda çok kötülük yapmışlardı. Bu yüzden Rabbin, onların üstüne azap kırbacını indiriverdi.’ (Fecr, 89/6-13)
Âd ve Semûd gibi kavimlerin yok edilişleri, ilahi cezayı somutlaştırır. Bu tarihsel anlatılar, muhatapta korku ve ibret uyandırır. ‘Görmedin mi?…’ sorusu, muhatabı doğrudan tefekküre ve tezekküre çeker.
Korku uyandırma, Kur’ân’ın Mekkî surelerinde yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Bu surelerde, müşriklerin inkârına karşı yüksek bir uyarı tonu hâkimdir. Modern psikolojik analizler, korku imgelerinin davranış değişikliğini teşvik ettiğini belirtmektedir. Böylece muhatap, cezadan kaçınma motivasyonu edinir.
9.12.3. Pişmanlık
Pişmanlık, muhatabı geçmiş hatalarıyla yüzleştirerek ahlâkî bir dönüşüm hedefler. Geçmiş kavimlerin akıbeti ve ahiretteki pişmanlık sahneleri, bu duyguyu etkili bir şekilde harekete geçirir.
حَتّٰى اِذَا جَاءَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ لَعَلّٖى اَعْمَلُ صَالِحًا فٖيمَا تَرَكْتُ كَلَّا اِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا وَمِنْ وَرَائِهِمْ بَرْزَخٌ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
‘Nihayet onlardan birine ölüm geldiğinde şöyle der: ‘Rabbim, beni geri gönder. Belki geride bıraktığım dünyada salih amel işlerim.’ Hayır! Bu, onun söylediği boş bir sözdür. Artık önlerinde, yeniden diriltilecekleri güne kadar (dünyaya dönmelerine engel) bir perde vardır.’ (Müminun, 23/99-100)
Bu ayet, İslâm’ın aydınlık yolundan yüz çeviren kimsenin, ölüm anı gelip de cehennemdeki yerini ve iman etseydi gireceği Cenneti görünce, iyi işler yapıp durumunu düzeltmek üzere yeniden dünyaya dönmeyi temenni etmesini ve ahiretteki pişmanlığını, dramatik bir şekilde betimler. Artık, dünyaya dönüşe engel olan ve ölüm anı ile bu dünyanın sonu arasında yer alan sırlı bir kabir hayatı vardır. Buna, ‘berzah âlemi’ denir.
Ayetteki, ‘Bu, onun söylediği boş bir sözdür…’ cümlesi, irsâl-i mesel niteliğinde bir terkiptir ve Kur’ân’ın özgün örneklerindendir. Manası, müşriğin ‘Rabbim, beni geri gönder…’ sözünün değersizliği ve anlamsızlığıdır. İmkânsızlık hallerinde söylenenlerin anlamsızlığına ve fayda vermeyişine örnek teşkil eden bu özlü söz, Kur’ân’a özgüdür. Son pişmanlık fayda vermemekte, zaman geriye döndürülememektedir. Bu diyalojik üslup, muhatabı ‘mümkün’ halde iken pişmanlık sahnesine dahil eder. Muhatapta aciliyet ve tefekkür uyandırır, ahlâkî bir ders sunar.
حَتّٰى اِذَا اَدْرَكَهُ الْغَرَقُ قَالَ اٰمَنْتُ اَنَّهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا الَّذٖى اٰمَنَتْ بِهٖ بَنُوا اِسْرَایٖٔلَ وَاَنَا مِنَ الْمُسْلِمٖينَ اٰلْپٰنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ وَكُنْتَ مِنَ الْمُفْسِدٖينَ
‘(Firavun) Boğulacağı anda, ‘İsrailoğullarının inandığından başka bir ilah olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım!’ dedi. Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş ve müfsitlerden olmuştun.’ (Yunus, 10/90-91)
Firavun’un son andaki pişmanlığı, geç kalmış bir tövbeyi vurgulamaktadır. Firavun’un, yeis halinde iken açığa vurduğu imanı kabul edilmemiştir. Bu diyalog, muhatapta korku ve pişmanlık hissi uyandırır. ‘Şimdi mi?’ sorusu, ironik bir vurguyla, inkârın sonuçlarını açığa çıkarır.
Pişmanlık uyandırma, Kur’ân’ın uyarıcı (inzar) işlevini destekleyen bir unsurdur. Muhatap, kendi eylemlerini sorgulamaya yönelmektedir. Modern psikolojik analizler, pişmanlık sahnelerinin ‘duygusal pekiştirme’ sağladığını belirtmektedir. Pişmanlık duygusu sayesinde muhatap, hatalardan dönme motivasyonu edinmektedir.
Cennet tasvirleri umut, Cehennem tasvirleri korku, pişmanlık sahneleri ise tefekkür ve dönüşüm hissi uyandırmaktadır. Duygusal imgeler, mantıksal argümanlarla (örneğin, ilahi adalet) desteklenmektedir. Bu, muhatabı hem duygusal hem entelektüel düzeyde etkilemekte, İlahi hitabın ‘De ki…’ cümlesinde beliren otoritesi, doğrudan Kur’ân’ın güvenilirliğini yansıtmaktadır.
Ritmik yapılar, belâgatin beyan ve bedîʿ dallarıyla bağlantılıdır (estetik), teşbihler ve diyaloglar, metni estetik bir şahesere dönüştürmüştür. Her imge ve diyalog, bağlama özgü bir anlam taşımaktadır.
Sonuç olarak, umut, korku ve pişmanlık duygularını uyandırma, Kur’ân’ın ikna gücünü ortaya koyar. Muhataplarını, müspet ahlâkî ve manevi dönüşümlere yönlendirir. Bu teknikler, iʿcâzın bir parçasını oluşturur.
9.13. İroni ve Kinaye
İroni ve kinaye, müşriklerin, münafıkların ve inkârcıların tutarsızlıklarını açığa çıkarmak için Kur’ân-ı Kerîm’de kullanılan güçlü araçlardır. Bu teknikler, belâgat ilminin bedîʿ (sözü güzelleştirme sanatı) ve meʿânî (anlam bilimi) dallarıyla bağlantılıdır ve Kur’ân’ın mucizevi niteliğini (iʿcâz) destekler.
İroni, yanlış inançlarını veya davranışlarını, dolaylı bir şekilde alaya alarak muhataplarını tefekküre sevk eder. Kinaye ise doğrudan değil, üstü örtülü bir şekilde eleştiri yapar. Her iki teknik, duygusal etki, mantıksal argüman ve güvenilirlik unsurlarını birleştirerek muhataplarını ahlâkî ve manevi bir yüzleşmeye yönlendirir.
Bu bölümde, Kur’ân’daki ironi ve kinaye teknikleri, özellikle müşriklere ve münafıklara yönelik ayetler üzerinden örneklerle incelenecek, bu unsurların belâgatle ilişkisi analiz edilecektir.
10. Ayetlerde ve Kısa Surelerde Belâgat
Kur’ân-ı Kerîm’in belâgat özelliklerini anlamak için belirli sure ve ayetlerin detaylı analizi, metnin dil, üslup ve anlam derinliğini gösterebilecektir. Bu bölüm, Kur’ân’daki kısa sure ve ayetleri, özellikle belâgat unsurları (beyan, meʿânî , bedîʿ) yönünden ve tematik mesajları açısından inceleyerek, Kur’ân’ın mucizevi niteliğini (iʿcâz) ve ikna gücünü analiz edecektir.
Analizler, belâgat ile modern dilbilimsel yaklaşımları birleştirecektir. Fatiha Suresi, Ayet el-Kürsî, Nur ayeti ve Rahman Suresi üzerinden örnek analizler sunulacaktır. Bu sureler, Kur’ân’ın hem yapısal hem tematik zenginliğini temsil etmektedir.
10.1. Ayet el-Kürsî

اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ ۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ ۚ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۗ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ ۖ وَلَا يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلَّا بِمَا شَاءَ ۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ ۖ وَلَا يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا ۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
‘Allah, O’ndan başka ilâh yoktur. Diridir, Kayyûm’dur. O’nu ne uyuklama ne uyku tutar. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaat edecek kimdir? Onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir. O’nun ilminden, dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. Kürsîsi, gökleri ve yeri kaplamıştır. Onların korunması O’na ağır gelmez. O, çok yüce, çok büyüktür.’ (Bakara, 2/255)
Ayet el-Kürsî, tamamen Yüce Allah’ın varlığını ve birliğini (tevhid), O’nun mutlak kudretini, sonsuz ilmini ve yüceliğini konu aldığı, tek bir ayette Yüce Allah’ın on beşten fazla yüksek sıfatı zikredildiği için müstesna bir öneme sahiptir.
Bu ayet-i kerime, Yüce Allah’ın yüksek sıfatlarını göstermekte ve tevhidi vurgulamaktadır. Ritmik cümle yapısında, ‘O’nu ne uyku tutar ne de uyuklama’ gibi olumsuzlama (nefy) tekniğine dayalı paralel ifadeler kullanılmıştır. Seciʿ ve fonetik uyum, estetik bir etki yaratmaktadır (bedîʿ).
Ayet-i kerime, Yüce Allah’ın kudretini ve eşsizliğini vurgulamakta, ‘O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplar’ beyanı, muhatapta hayranlık uyandırmakta ve İlahi otoriteye referansta bulunmaktadır. Ayetin nazmı, iʿcâzın çok açık ispatıdır. ‘Hayy’ ve ‘Kayyûm’ gibi yüksek sıfatlar, derin teolojik anlamlar taşımakta, ayet-i kerime ‘teolojik bir özet’ halinde evrensel tevhid mesajı sunmaktadır.
10.1.1. Meʿânî (Anlam Bilim) Analizi
(Delâlet-i mutâbakat, delâlet-i iltizâm, delâlet-i tazammun, irşâd)
| Katman | İfade | Mânâ | Delâlet Türü |
| 1. Tevhîd-i Ulûhiyyet | لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ | Allah’tan başka ilâh yoktur Mutlak vahdâniyet | Mutâbakat |
| 2. Hayy ve Kayyûm | الْحَيُّ الْقَيُّومُ | Ezelî hayat + Kendi kendine kâim Her şey O’nun kudretiyle ayakta | Tazammun Mutâbakat |
| 3. Uyuklama/Uyku Yokluğu | لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ | Kusursuz uyanıklık İdâre-i mutlak | İltizâm |
| 4. Mülk-i Mutlak | لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ | Gökler ve yer O’nundur Mâlikiyet-i külliye | Mutâbakat |
| 5. Şefaat İzni | مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ | Şefaat ancak O’nun izniyle Rubûbiyet-i kâmile | İrşâd |
| 6. İlm-i Muhît | يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ | Geçmiş-gelecek her şeyi bilir İlm-i ezelî | Tazammun |
| 7. İlimde Kısıtlılık | وَلَا يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلَّا بِمَا شَاءَ | Kullar O’nun ilminden ancak dilediğini bilir | İltizâm |
| 8. Kürsî | وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ | Kürsî gökleri ve yeri kaplar Azamet-i ilâhiye | İstiâre |
| 9. Hıfzda Kolaylık | وَلَا يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا | Onları korumak O’na ağır gelmez Kudret-i mutlak | İltizâm |
| 10. Ulüvv ve Azamet | وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ | En yüce, en büyüktür Kemâl-i mutlak | Mutâbakat |
Ana Mana Zinciri:
Tevhîd Hayat Kayyûmluk Mülk İlim Kudret Azamet.
10.1.2. Beyân (Anlam Açıklığı/ İfade Bilimi) Analizi
(Teşbih, istiare, kinaye, istifham, takdim-te’hir vb.)
| Sanat | Örnek | Açıklama |
| İstifhâm-ı İnkârî | مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ | ‘Kim şefaat edebilir?’ Cevap yok. İmkânsızlık vurgusu |
| Takdîm-i Mukaddem | لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ | Mâlikiyet önce Rubûbiyetin esası |
| İstitrâd (Ara Cümle) | لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ | Ana fikre ara vurgu Kusursuz uyanıklık |
| İstiare | كُرْسِيُّهُ | Hâkimiyet, saltanat, ilim Arş’tan önce kürsî |
| Kinâye | وَلَا يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا | ‘Ağır gelmez’ Kudretin sonsuzluğu |
| Teşbih-i Mükemmel | وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ | Kürsî + gökler + yer Kapsayıcılık |
| Îcâz-i Hazf | وَلَا يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلَّا بِمَا شَاءَ | ‘Hiçbir şey…’ Beşerin ilminde mutlak sınırlılık |
Beyânın Zirvesi:
İstifham + İnkâr + Takdim Ritm ve vurgu.
Cümleler birbirini tamamlar Tedrîc-i belâğî (yavaş yavaş azamet yükselir).
10.1.3. Bedîʿ (Söz Güzelliği) Analizi
(Seciʿ, cinâs, tenâsüb, iʿcâz, hüsn-i te’lîf)
| Sanat | Örnek | Açıklama |
| Hüsn-ü Te’lîf | الْحَيُّ الْقَيُّومُ | İki sıfat birleşir Hayat + Ayakta tutma |
| Teksîr-i Manâ | لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ | İki kelimeyle uyku-uyuklama yokluğu |
| Tenâsüp | السَّمَاوَاتِ – الْأَرْضَ – أَيْدِيهِمْ – خَلْفَهُمْ – حِفْظُهُمَا | Çiftler halinde uyum |
| Seciʿ | وَلَا يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلَّا بِمَا شَاءَ | Selîs, müzikal akış |
| İ’câz-ı Belîğ | وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ | Üç kelimeyle kemâl-i mutlak |
| İʿcâz-ı Îcâz | Tüm ayet 50 kelime | Tevhîd, sıfat, rubûbiyet, ilim, kudret |
Bedîʿin En Güçlü Yönü:
Ritm: Her cümle bir öncekiyle kafiye ve vezin uyumu.
Îcâz: 50 kelimeyle evrenin Rabbi’ni tanıtma.
10.1.4.10 Katmanlı Azamet Sistemi (Tablo)
| Katman | İfade | Sembol | Mana |
| 1 | Lâ ilâhe illâ Hüve | Tevhîd | Vahdâniyet |
| 2 | el-Hayyu’l-Kayyûm | Hayat + Kayyûmluk | Ezelî varlık |
| 3 | Lâ te’huzühü sinetün ve lâ nevm | Uyanıklık | Kusursuz idâre |
| 4 | Lehû mâ fi’s-semâvâti… | Mülk | Mâlikiyet-i külliye |
| 5 | Men ẕe’l-leẕî yeşfe‘u indehü illa biiznih | Şefaat izni | Rubûbiyet-i kâmile |
| 6 | Ya‘lemu mâ beyne eydîhim vema halfehüm | İlim | İlm-i muhît |
| 7 | Ve lâ yuhîtûne bişey’in min ilmihi illa bima şâe | Beşer için kısıtlılık | Beşerin ilminde acziyet |
| 8 | Vesi‘a kürsiyyühü’s-semâvâti ve’l-arz | Kürsî | Azamet-i ilâhiye |
| 9 | Ve lâ yeûdühü hıfẓuhümâ | Kolaylık | Kudret-i mutlak |
| 10 | Ve Hüve’l-‘Aliyyu’l-‘Azîm | Ulüvv + Azamet | Kemâl-i mutlak |
Tevhîd’den Azamet’e yükselen bir merdiven. Ayet el-Kürsî en büyük ayettir, çünkü:
1. Manalar katman katman yükselir (meʿânî).
2. İstifham, takdim, i’câz ile belâgat zirvededir (beyân).
3. Ritm, kafiye, i’câz eşsizdir (bedîʿ).
Tevhîd, sıfat, rubûbiyet, ilim, kudret, azamet Yüce Allah’ı tam tanıtır. Bu ayet-i kerime, ‘Lâ ilâhe illallah’ tevhîd cümlesinin Kur’ân’daki en câmi‘ ifadesidir.
10.1.5. Mikro-Analiz
Katmanlar:
1. Ses katmanı:
‘لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ’ ‘lâ’ tekrarları, negasyonun (bir şeyin reddi) kesinliğini pekiştirir.
‘سِنَةٌ … نَوْمٌ’ ‘s–n–t’ ve ‘n–v–m’ sesleri, uyku hallerinin geçişini taklit eder.
2. Nazm katmanı:
‘لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ’ ‘mâ’ve ‘fī’ harflerinde hem tekrar, hem de kapsayıcılık hissi yer alır.
‘مَنْ ذَا الَّذِي’ Hitapta soru, tevhid vurgusu.
3. Makro katman:
Ayet-i kerime; Allah kâinat insan ilim kudret halkasını tamamlar.
10.2. (قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ) Arş’a Yapışan Ayet
قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ بِيَدِكَ الْخَيْرُ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ قَدٖيرٌ تُولِجُ الَّيْلَ فِى النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِى الَّيْلِ وَتُخْرِجُ الْحَیَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَیِّ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
‘De ki: ‘Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden mülkü çeker alırsın. Dilediğini yüceltirsin. Dilediğini alçaltırsın. Bütün hayır Senin elindedir. Sen her şeye gücü yetensin. Geceyi gündüzün içine girdirirsin. Gündüzü gecenin içine girdirirsin. Ölüden diriyi çıkarırsın. Diriden ölüyü çıkarırsın. Sen dilediğini hesapsız rızıklandırırsın.’ (Ali İmran, 3/26-27)
Ayet-i kerime, insanın mülkiyetinin asılsız bir hal ve durum olduğunu açık bir şekilde beyan etmektedir. Çünkü mülkün gerçek ve hakiki Mâlik’i Allâh’tır (cc). İnsanlara atfedilen mülkiyet ise, kişilerin herhangi bir malda veya menfaatte, sadece dünya hayatında kendisine izafe edilen geçici bir yararlanmadır ve gerektiğinde onu ilgili kişilere tazmin edebilme halidir. Kişilerdeki mülkiyet hali, satın alma, hediye, miras, kira veya başka şekillerde kendisine devredilen mal ya da menfaate sureta malik olması durumudur. Herhangi bir şekilde mala ulaşmış kimseye, tasarruf etme kabiliyetini belirtme maksadı ile cüzî ve geçici bir mâlikiyet sıfatı atfedilmektedir. Ancak bu mâlikiyetin hakikî olmadığı, bütünü ile izafîliği ve asılsızlığı çok açıktır. Çünkü hiç kimse diğer tarafa değil basit bir mülk, çakıl taşı bile götürememektedir.
Bedîüzzaman Hazretleri, Sözler adlı eserinde, ‘parlak ve ulvî geniş üslûbu, az dikkat ile göründüğü için şimdilik o hazineyi açmayacağız’ diyerek, ayet-i kerimeyi yorumlamamıştır. Ancak biz, Yüce Allâh’ın yüksek izinleri ve büyük inayetleri ile, ayet-i kerimeyi ilm-i meʿânî, ilm-i beyân ve ilm-i bediʿ açılarından analiz etmeye çalışacağız.
10.2.1. Ayetin Meʿânî (Anlam Bilim) Analizi
İlm-i meʿânî, kelâmın (ifadenin) mukteza-yı hâle (duruma, muhataba ve maksada) en uygun şekilde söylenmesi ilmidir. Şimdi ayet-i kerimeyi bu ilme dayalı bir şekilde analiz etmeye çalışacağız.
10.2.1.1. Hitap Şekli
Ayet, doğrudan Resulullah’a (sas) (قُل) ‘De ki…’ emriyle başlar. Bu, muktezay-ı hâle son derece uygundur. Çünkü bu dua ve tevhid dersi, Hz. Peygamber’in (sas) lisanıyla öğretilmekte, ümmet de aynı şekilde öğrenmektedir. Aynı zamanda müşriklere karşı bir meydan okumadır. ‘Böyle bir cümleyi siz de kurabilir misiniz?’ anlamı taşır. (قُل) ‘De ki…’ emriyle başlamak, haberi sade bir cümle olarak değil, bir emir ve davet şeklinde sunar, muhatabı hemen harekete geçirir.
10.2.1.2. ‘Allāhümme’ (اللّٰهُمَّ) Nidâsı
‘Yā Allah’ yerine ‘Allāhümme’ nidası kullanılmıştır. Bu, nidâ-yı tevkîrdir (saygı nidâsı) ve ‘Ey Rabbimiz, ey yardım edenimiz’ anlamı taşır. Aynı zamanda îcâz (kısaltma) vardır. Normalde ‘Yā Allah’ denilebilirdi. Fakat ‘…ümme’ ekiyle hem tesir artırılmış hem de ‘mübalağa-yı medh’ (övgüyü en üst seviyeye çıkarma) sağlanmıştır.
10.2.1.3. ‘Mâlikü’l-mülk’ (مَالِكَ الْمُلْكِ) Tamlaması
Yüce Allah, kendisini önce ‘Mâlikü’l-mülk, mülkün gerçek sahibi’ olarak tanıtmaktadır. Bu, takdim (öne alma) sanatıdır. Çünkü ayetin devamında, mülkü verme ve alma, izzet ve zillet verme gibi tasarruflar beyan edilmekte, bunların hepsinin meşru ve hak sahibi olduğunu baştan vurgulamak için ‘mâlikü’l-mülk’ tamlaması takdîm edilmektedir.
‘el-Mülk’ (الْمُلْكِ) kelimesi nekre (belirsiz) değil, marife (belirli) olarak gelmiştir. Bu da mülkün tamamının Yüce Allah’a ait olduğunu ifade eder.
10.2.1.4. Hüsn-ü Tertîb
Ayetin en dikkat çekici meʿânî özelliği, karşıtların sürekli birbiri ardına getirilmesidir:
تُؤْتِي الْمُلْكَ … وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ
وَتُعِزُّ … وَتُذِلُّ
تُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ … وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ
وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ … وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ
Bu sıralama, muktezay-ı hâle tam uygundur. Çünkü beşer aklına gelebilecek, ‘acaba mülkü veren başkası, alan başkası mı?’ şüphesini silmekte, yok etmektedir. Aynı irade ve kudretin, hem yaratan hem yok eden olduğunu peş peşe göstermekte ve tevhid inancını kökleştirmektedir. Karşıtları bir arada zikretmek, Yüce Allah’ın mutlak kudretini en çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır (teşdid-i hüküm).
10.2.1.5. (مَنْ تَشَاءُ) ‘Dilediğine…’ İfadesindeki Tekrar
Her cümlede, (مَنْ تَشَاءُ) ‘dilediğine…’ ifadesi tekrar edilmektedir (5 defa). Bu, tekrîr (tekrar) sanatıdır. Her tasarrufun Yüce Allah’ın özel dilemesine bağlı olduğunu vurgulamakta, fiillerin hiçbir sebep, şefaat, aracı olmadan, sırf Yüce Allah’ın dilemesiyle olduğu anlatılmaktadır. Böylece muhatapta, ‘acaba izzet / mülk, başka bir sebebe de bağlı olabilir mi?’ şeklinde gelebilecek bütün şüpheleri kesin bir şekilde ortadan kaldırılmaktadır.
10.2.1.6. Cümlelerin Hep Müspet (olumlu) Sîkada Gelmesi
‘Vermediğini vermezsin, alçaltmadığını alçaltmazsın’ gibi menfî cümleler yerine, hep müspet sîga kullanılmıştır. Bu, îcâz ve kuvvet-i beyan sağlamaktadır. Menfî ifade, zayıflık hissi verebilirdi. Müspet ifade ise, mutlak tasarrufu daha güçlü göstermiştir.
10.2.1.7. (بِيَدِكَ الْخَيْرُ) ‘Bütün hayır Senin elindedir…’ Îtiraz-ı Cümlesi
Normal akışta, ‘Muhakkak ki Sen her şeye kadirsin…’ dendikten sonra, tabiat ayetlerine geçilecekti. Ama araya (بِيَدِكَ الْخَيْرُ) ‘Bütün hayır Senin elindedir…’ cümlesi sıkıştırılmıştır. Bu, îtirâzî cümledir (parantez cümle) ve çok büyük bir belâgat inceliğidir. ‘Evet, hem izzet verirsin, hem zillet verirsin. Ama her hayır ve her iyilik bütünüyle Senin elindedir. Zillet versen de aslında bir hayırdır’ mesajını vermektedir. Muhatabın, ‘zillet de mi hayırdır?’ sorusunu önceden cevaplamakta, itirazları kesmektedir.
10.2.1.8. (اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ قَدٖيرٌ) ‘Sen her şeye gücü yetensin’ Cümlesi ile Delil Getirme
Bütün bu tasarruflardan sonra, ‘Sen her şeye gücü yetensin’ denmesi, takrir-i hükümdür. Bu cümle, önceki bütün fiillerin delili ve özetidir. Mantıkî olarak ‘hasr’ (sadece Sen) anlamı taşır.
10.2.1.9. Tabiat ayetlerinde Karşıtlık ve Takdim
Gece-gündüz, ölü-diri karşıtlığı, yine aynı üslûpla devam etmektedir. (تُولِجُ) ‘Girdirirsin’ fiili, gece ile gündüzün birbirine yavaş yavaş dahil olmasını en güzel şekilde tasvir eder. (تُخْرِجُ) ‘Çıkarırsın’ fiili ise, ani yaratmayı ifade eder.
10.2.1.10. (وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ) ‘Sen dilediğini hesapsız rızıklandırırsın’
Ayetin sonunun, ‘hesapsız rızık’ vurgusuyla bitmesi çok manidardır. Bütün mülk, izzet, hayat, vb. büyük nimetler, ‘dilediğine’ bağlı iken, rızıkta ‘hesapsız’ vurgusu yapılmakta, Yüce Allah’ın lütfunun ve kereminin sonsuzluğu gösterilmektedir. Böylece insanların en çok merak ettiği konu (rızık), en sonda zikredilerek ayete muhteşem bir kapanış yapılmıştır.
Bu iki ayet, ilm-i meʿânî açısından adeta bir ders kitabı gibidir. Yüce Allah’ın kelâmının her harfi, her sırası, her tekrarı bir hikmet ve belâgat incisi taşımaktadır.
Şimdi aynı iki büyük ayet-i kerimeyi (Âli İmrân 26-27), bu defa İslami belâgatin ikinci ana dalı olan ilm-i beyân açısından ayrıntılı olarak tahlil etmeye çalışacağız.
10.2.2. Ayetin Beyân (Anlam Açıklığı/ İfade Bilimi) Analizi
İlm-i beyân, hakikatin ve mananın en güzel, en açık ve en etkili şekilde ifade edilebilmesi için, istiare, teşbih, kinaye vb. sanatları kullanır. Bu ayetlerde, beyân sanatları adeta bir inci dizisi gibi sıralanmıştır.
10.2.2.1. İstiare-i Mekniyye
Ayette açık bir teşbih edatı (gibi, benzer kelimeleri) yoktur. Bunun yerine Yüce Allah’ın tasarrufları doğrudan O’na isnat edilmektedir. Bu, teşbih-i beliğden de öte, istiare-i asliyyedir. Mülkün verilmesi, alınması, izzet ve zillet, tamamen bir mülk sahibinin elinde olan şeyler gibi beyan edilmiştir.
En çarpıcı istiare, (بِيَدِكَ الْخَيْرُ) ‘Hayır Sen’in elindedir’ cümlesidir. Burada ‘el’ kelimesinde, istiare-i mekniyye bulunmaktadır. Kudsî kudretin, sonsuz tasarruf ve temlik gücü, ‘el’ kelimesi ile beyan edilmiştir. ‘Bütün hayırlar’ anlamı kast edilmekte ve ayet sadece hayrı vurgulayarak olumlu tonu korumaktadır. Yüce Allah’ın mutlak kudretine kinayedir. Hayırların zıddı olan ‘şer’ mefhumu zikredilmemiştir. Bu, en üstün beyân sanatlarındandır.
10.2.2.2. Hüsn-ü Tezât
Beyân ilminde tezât sanatı çok makbuldür. Bu ayetlerde tezât sanatı o kadar yoğundur ki neredeyse her kelime bir karşıtıyla beraber zikredilmiştir:
تُؤْتِي ↔ تَنْزِعُ
تُعِزُّ ↔ تُذِلُّ
اللَّيْلَ ↔ النَّهَارَ
الْحَيَّ ↔ الْمَيِّتِ
Bu karşıtlıkların peş peşe getirilmesi hüsn-ü tezât sanatıdır. Kudret-i ilâhiyyenin hem icad hem imâte (yok etme) yönünü aynı anda gösterir. İnsan zihninde, ‘acaba zıddını yapamaz mı?’ sorusuna yer bırakmaz. Kalpte hem haşyet hem muhabbet uyandırır.
10.2.2.3. Mülk ve İzzet / Zilletin Dağıtılması
(تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ) ‘Mülkü dilediğine verirsin, mülkü dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın.’
Ayet-i kerimenin bu kısmında mülk (egemenlik), izzet (şeref / güç) ve zillet (aşağılanma) elle tutulur, taşınır veya giyilir bir nesne gibi tasvir edilmiştir. Yüce Allah bu nesneleri dilediğine vermekte (تُؤْتِي) ve dilediğinden çekip almaktadır (تَنْزِعُ). Bu bir istiare-i mekniyye (gizli istiare) örneğidir. Soyut durumlar, somut nesnelerin eylemleriyle ifade edilmiştir. Bu, kudretin mutlaklığını zihinlerde canlandırmaktadır.
10.2.2.4. Tecessüm
(تُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ) ‘Geceyi gündüzün içine girdirirsin. Gündüzü gecenin içine girdirirsin’ ifadesi, soyut bir olayı (zamanın geçişini) ‘girdirirsin’ gibi somut bir fiil ile tasvir etmektedir. Bu ‘tecessüm’ sanatıdır. Gece ve gündüz adeta iki cisim gibidir. Biri diğerinin içine yavaşça girdirilmektedir. Bu tasvir o kadar canlıdır ki, adeta göz önünde canlanmaktadır. (تُخْرِجُ) ‘Çıkarırsın…’ fiili için de aynı durum söz konusudur. Bütün bu tasvirler insan gözünün önünde belirir.
10.2.2.5. Kinaye
(وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ) ‘Dilediğini alçaltırsın…’ cümlesinde, doğrudan (حَقَّرَ) ‘değersizleştirirsin…’ denilmemiş, ‘dilediğine zillet verirsin’ denilerek mübalağalı kinâye yapılmıştır. Çünkü zillet vermek, değersizleştirmekten daha ağır bir ifadedir. İnsanın izzet-i nefsini tamamen elinden almak anlamı taşır. (بِغَيْرِ حِسَابٍ) ‘Hesapsız…’ ifadesi de kinayedir. Sadece ‘çokça…’ denilmiş olmuyor, hesapsız-kayıtsız ilahi lütuftan kinaye olarak ‘hesapsız…’ (hesaba gelmeyecek kadar çok) deniliyor.
10.2.2.6. Mübalağa-i Hakikiyye
(إِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ) ‘Sen her şeye gücü yetensin’ cümlesi, bütün fiillerin sonunda gelerek mübalağa-i hakiki yapılmaktadır. ‘Külle şey’ kelimesi cins ismidir, nekre değil marifedir. ‘Her şeyin tamamı’ anlamına gelir. ‘Kadîr’ kelimesi de mübalağalı sıfat-ı müşebbehedir. Dâimî ve sonsuz kudreti gösterir.
10.2.2.7. Îcâz-ı Beyânî
Ayetler çok kısa kelimelerle, sadece 4-5 fiille çok geniş anlamlar ifade edilmekte, kâinatta cârî ilâhî bütün tasarruflar anlatılmaktadır. Her fiil, hem dünya hem ahiret, hem bireysel, hem de toplumsal olayları kapsamaktadır.
Bu ayetler beyân ilminde de bir zirvedir. İnsan, bu kadar kısa ve çok edebî sanatı, başka hiçbir metinde bir arada göremez.
Şimdi de aynı iki büyük ayet-i kerimeyi (Âl-i İmrân 26-27), İslami belâgatin üçüncü ana dalı olan ilm-i bedîʿ açısından tahlil edelim.
10.2.3. Ayetin Bedîʿ (Söz Güzelliği) Analizi
İlm-i bedîʿ, kelâmın ziynet ve güzelliğini artıran, kalpte ma’kes bulmasını sağlayan, kulağa hoş gelen ve hafızaya kolay yerleşen bütün lafzî ve manevî sanatların ilmidir. Bu ayetlerde bedîʿ sanatları o kadar yoğundur ki, adeta Kur’ân’ın i’câz-ı lafzîsinin en parlak numunelerinden biridir.
10.2.3.1. Husnü’t-Tertîb
İfade edişin / biçimlendirmenin güzelliği, mütenasip olması ve dengeli seciʿ (السجع المتوازن)
Ali İmran Suresi 3/26 ve 27’nci ayetlerindeki fiillerin tekrarlı şekilde ve (muzari + مَنْ تَشَاءُ) olarak gelmesi, belagate özel bir üslup güzelliğidir. Buna ‘husnü’s-siyâk’ (حُسْنُ السِّيَاق) veya daha yaygın tabirle ‘husnü’t-terkîb ve’s-siyâk’ denir. Bazıları da bunu ‘takrîr-i muhassen bi’l-îcâz’ veya ‘cem’-i muhassen’ gibi terimlerle ifade etmişlerdir.
Her iki ayet-i kerime bilhassa şu özellikleriyle husnü’s-siyâk özelliği gösterir:
Her biri ayrı bir rubûbiyet tecellisini ifade etmektedir.
Cümleler arasında hem lâfzî hem manevî bir tenâsüp ve ahenk vardır.
Tekrar olmasına rağmen asla usanç vermemekte, bilakis her tekrar yeni bir azamet tablosu çizmektedir.
Ayetin bütün fiilleri aynı kalıpla gelmektedir:
تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ
تَنْزِعُ الْمُلْكَ مِنْ مَنْ تَشَاءُ
تُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ
تُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ
Bu, teşkîl-i mütesâviy-i azâ (cümle uzuvlarının eşitliği) sanatıdır ve secâvend doğurur. Okunduğunda kulak adeta o cümleyi bir musiki gibi işitir. Her cümle aynı ritim ve seciʿ ile biter (teşâü, teşâü, teşâü).
Ayetin ikinci kısımda yine aynı ritim devam eder: …تُولِجُ… تُولِجُ… تُخْرِجُ… تُخْرِجُ Bu, müsâvât-ı erkândır (rükünlerin eşitliği) ve Kur’ân’ın en güzel seciʿ örneklerindendir.
10.2.3.2. Tekrîr ve Reddü’l-Acüz Ale’s-Sadr
(مَنْ تَشَاءُ) ‘Dilediğini…’ ifadesi tam 5 defa tekrar edilir. Bu, bedîʿde tekrîr sanatıdır. Hem kulağa hoş gelir, hem hafızaya yerleşir, hem de manayı pekiştirir.
Ayetin, başıyla sonu arasında, ‘reddü’l-acüz ale’s-sadr’ (veya kısaca ‘tasdîr’) vardır. ‘Reddü’l-acüz ale’s-sadr’, bir cümlenin son kelimesinin, ondan sonraki cümlenin ilk kelimesi olarak tekrarlanmasıdır. Bu sanatta, anlamın akışını güçlendirmek ve bir cümlenin sonundaki kelimeyle, yeni bir cümleye başlanarak uyum sağlamak amaçlanır.
Başta, (مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ) cümlesi, sonda ise (تَرْزُقُ مَنْ تَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ) cümlesi ile, ‘mülk’ ve ‘rızık’ kelimeleri arasında çok ince bir bağ kurulmuştur. Mülk geçicidir, rızık ise hesapsız ve kalıcıdır. Böylece ayet, bir halka gibi kendi üzerine kapanmıştır.
10.2.3.3. Tezâd-ı Lafzî ve Muvâzene
Karşıt kelimeler, hem mana hem de lafız bakımından mükemmel şekilde dengelidir.
تُؤْتِي ↔ تَنْزِعُ (harf sayısı eşit, ses benzer).
تُعِزُّ ↔ تُذِلُّ (aynı vezin, aynı harf sayısı).
اللَّيْلَ ↔ النَّهَارَ (ikisi de 5 harf, her iki kelimede lâm ve nûn harfleri ortak).
الْحَيَّ ↔ الْمَيِّتَ (ikisi de 5 harf).
Bu, muvâzene-i lafziyye (lafzî denge) ve tevzin sanatıdır. Hem göz, hem kulak bu simetriyi hemen yakalar.
10.2.3.4. Hüsn-ü Terkîp ve Hüsn-ü Te’lîf
Kelimelerin birbiriyle kaynaşması o kadar güzeldir ki, bir tek harf bile değiştirilemez.
Mesela, ‘تُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ’ yerine ‘تعز من تشاء و تذل من تشاء’ denseydi seciʿ bozulur, ritim kaybolurdu. ‘تُولِجُ’ fiili yerine, ‘تدخل’ denseydi hem tecessüm zayıflardı, hem de ‘ج’ harfinin çıkardığı ses ile, gece-gündüzün birbirine karışması hissedilmezdi.
10.2.3.5. İktifâ’ ve Riyâzetü’l-Kelâm
Ayette gereksiz hiçbir kelime yoktur (riyâzetü’l-kelâm). Mesela ‘إِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ’ cümlesi, bütün fiillerin özeti olduğu için tam yerindedir. Ne öncedir ne sonra, tam ortadadır.
‘بِيَدِكَ الْخَيْرُ’ cümlesi kısa, ama o kadar etkilidir ki, bu tek cümle bütün felsefî şüpheleri kesmektedir.
10.2.3.6. Îham-ı Tenâsüp ve Lüzûm Mâ Lâ Yelzem
Edebi bir metinde veya sanatlı bir nesirde, kelimelerin veya harflerin aynen tekrar edilmesi.
Bütün fiiller arasında çok ince bir tenâsüb (uyum) vardır.
Mülk, gece-gündüz (zaman mülkü),
İzzet-zillet, hayat-ölüm (şerefin ve zilletin en büyüğü),
Hesapsız rızık (mülk ve izzet geçici, rızık kalıcı ve hesapsız).
Bu, tenâsübün en üstünüdür. Her kelime bir sonrakine kapı açmaktadır.
Âl-i İmrân Suresi, 26-27’nci ayetlerinin ilm-i bedîʿ yönünden en çarpıcı güzelliklerinden biri, ‘lüzûm mâ lâ yelzem’ sanatıdır. Bu sanat, ifadede aslında şart olmayan (lâzım olmayan) bir kaydın veya kelime benzerliğinin getirilmesiyle ortaya çıkan ekstra ahenk ve belâgat inceliğidir. Zorunlu olmadığı halde getirilen bu uyum, dinleyende hayret ve hayranlık uyandırır. Bu, Kur’ân’ın bedîʿî mucizelerinden biridir.
(تَشَاءُ) kelimesi, 5 defa tekrarlanmaktadır. Normalde her defasında (مَنْ) zamirinden sonra (تَشَاءُ) kelimesini getirmek şart değildir. Ama her defasında (تَشَاءُ) kelimesi getirilerek müthiş bir seciʿ ve ritim oluşturulmuştur. Bu 5’li tekrarda zorlama bulunmamakta, tam tersine olağanüstü bir ahenk oluşturulmaktadır.
Ayrıca, sekiz fiil üst üste (ت) harfi ile başlamaktadır. Bu (ت) harfleri, normalde mana için zorunlu değildir. Bazıları (يُفْعِلُ) babından da gelebilirdi. Ama getirilen bu (ت) harfleri, hem secâvend-i mutarraf (baş kafiye) oluşturmuş, hem de Yüce Allah’ın fiillerinin seri ve hızlı icra edildiğini hissettirmiştir. Zorunlu olmayan bu (ت) harfleri, ‘lüzûm mâ lâ yelzem’ sanatının doruk noktasıdır.
10.2.3.7. Cinas-ı Tâm ve Nâkıs
(تُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ) cümlesinde, aynı kelime (تُولِجُ) kullanıldığı için, cinas-ı tâm vardır. (الْحَيَّ) ve (الْمَيِّتَ) kelimelerinin kökleri farklıdır, ama ses benzerliği olduğu için cinas-ı nâkıs vardır.
10.2.3.8. Hüsn-i Hitâm (Güzel Bitiş)
Ayet, (بِغَيْرِ حِسَابٍ) ile biter. Bu, en güzel kapanıştır. Hem secâvendi tamamlar, ‘hisâb’ kelimesi ağır bir sesle biter, kulakta kalıcı olur. Hem de insanın en çok merak ettiği rızık konusunu en sonda zikrederek kalbe tesir eder.
Bu iki ayet, üç belâgat ilminin (meʿânî, beyân, bedîʿ) her birinde ayrı bir zirvedir. Bir ayette bu kadar sanatın bir araya gelmesi, Kur’ân’ın insan üstü bir kelâm olduğunun en parlak delillerindendir.
10.3. İnşirah Suresi

بِسْــــــــــــــــــــــــــــمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ (1) وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَ (2) الَّذِي أَنْقَضَ ظَهْرَكَ (3) وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ (4) فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا (5) إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا (6) فَإِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ (7) وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ (8)
1. ‘Biz, göğsünü açıp genişletmedik mi? 2. Ve üzerinden yükünü atmadık mı? 3. Ki o yük, belini bükmüştü. 4. Şanını yüceltmedik mi? 5. Hiç kuşkusuz, her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır. 6. Gerçekten her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır. 7. Öyleyse, boş kaldığında, yeni bir işe koyul. 8. Ve sadece Rabbine yönel.’ (İnşirah, 94/1-8)
10.3.1. Surenin Meʿânî (Anlam Bilim) Analizi
Surenin genel yapısı, hale ve makama uygundur. Sure, teselli, teşvik ve ümit verme makamındadır. Hz. Peygamberin (sas) ilk vahiy yıllarında yaşadığı ağır baskı, alay ve yalnızlık döneminde inmiştir. Bu yüzden hitap doğrudandır ve şefkat yörüngelidir. Cenâb-ı Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, kendisiyle ‘biz’ zamirini kullanarak azamet ve yakınlık hissi vermektedir.
İlm-i Meʿânî açısından baktığımızda, ‘muhatabın haline en uygun üslûp’ kuralına tam uyduğu görülür. Çünkü, sert emir veya uzak üslûp yerine, zorluk içerisindeki bir kalbe yumuşak, hatırlatıcı ve müjdeleyici bir üslûp tercih edilmiştir.
10.3.1.1. İstifhâm-ı İnkârî ile Başlama – Ayet 1
أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ (1)
1. ‘Biz, göğsünü açıp genişletmedik mi?’
İlm-i meʿânî’de istifhâm-ı inkârî, karşı tarafın itirazını imkânsız hale getirmek ve kalbi kesin olarak ikna etmek için kullanılır. Burada soru şekli, aslında kesin bir ispat ve hatırlatmadır. Anlam, ‘Evet, kesinlikle göğsünü açıp genişlettik’ şeklindedir. İlk ayette, peygamberlik görevinin getirdiği sıkıntıların, daralmaların ve zorlukların Yüce Allah tarafından giderilmesi, manevi huzur, peygamberî cesaret ve ilahi bilgelikle donatılma hali, göğsün fiziksel olarak genişlemesi ya da açılması metaforuyla beyan edilmiştir ki oldukça güçlü bir istiaredir.
Ayet-i kerimelerdeki bu istifhâmî soru türü, Hz. Peygamber’in (sas) yaşadığı zorlukların itibara alınarak, ‘Bu nimetleri unuttun mu?’ gibi doğrudan sorulara nazaran, kalbe daha derin tesir etmekte ve şefkat hissi uyandırmaktadır. Dolayısı ile sorulardaki bu tarz ve üslup, ‘en üstün teselli tarzı’ olarak nitelendirilebilir. Muhatap, ‘Evet Rabbim, öyle yaptın!’ ikrarını en içten şekilde hisseder.
Bu ayetlerde fiiller geçmiş zaman (mazi) kipiyle kullanılmıştır. ‘Neşrah’ (açma) kelimesi, her ne kadar muzari fiil olsa da, başına gelen ‘lem’ edatı onu maziye çevirmiştir. ‘Veda’nâ’ (atma) ile ‘refa’nâ’ (yüceltme) kelimelerinde de aynı kaide bulunmaktadır.
Dolayısı ile ayetin anlamı, bahsedilen lütufların gelecekte olacak şeyler değil, çoktan gerçekleşmiş, sabit ve kesinleşmiş ilahi birer hakikat olduğu belirtmektedir. Bu durum, Peygamberimiz’e (sas) güven ve teselli aşılamaktadır.
10.3.1.2. Te’kid ve İlzam, Yüceltme ve Lütufkarlık – Ayetler 2-3
وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَ (2) الَّذِي أَنْقَضَ ظَهْرَكَ (3)
2. ‘Ve üzerinden yükünü atmadık mı?
3. Ki o yük, belini bükmüştü.’
İlm-i Meʿânî açısından, peş peşe gelen ifadelerle, ayetlerdeki anlamın pekiştirilmiş olduğu görülür. Çünkü (وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَ) ‘Ve üzerinden yükünü atmadık mı?’ cümlesi ile önce yükün kaldırıldığı belirtilmiş, hemen ardından (الَّذِي أَنْقَضَ ظَهْرَكَ) ‘Ki o yük, belini bükmüştü…’ sıfat cümlesiyle bu yükün ne kadar ağır olduğu açıklanmıştır.
‘Ve üzerinden yükünü atmadık mı?’ cümlesinin hemen ardından gelen ‘Ki o yük, belini bükmüştü…’ sıfat cümlesi, yükün niteliğini açıklığa kavuşturmaktadır. Bu açıklama, basit bir niteleme değil, bir vurgudur (te’kid). Sıradan bir yükün kaldırılması, büyük bir lütuf olarak algılanmayabilir. Ancak, ağırlığından dolayı neredeyse kişinin fiziksel varlığını tehdit eden bir yükün kaldırılması, Yüce Allah’ın lütfunun ne kadar büyük ve söz konusu yükten kurtuluşun ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır.
‘Ki o yük, belini bükmüştü…’ ifadesi, aynı zamanda yükün neden kaldırıldığına dair zımni bir sebep de içermektedir. O yük o kadar ağırdır ki, artık taşınamaz hale gelmiştir. Bu yüzden Yüce Allah, onu Resul’ünden (sas) kaldırmıştır. Bu, okuyucunun veya dinleyicinin zihninde bir sebep-sonuç ilişkisi kurmasına yol açar (ilzam).
‘Ki o yük, belini bükmüştü…’ nitelemesi, olayın büyüklüğünü artırmaktadır. Hz. Peygamberin (sas) makamı yüceltilmekte, bu kadar ağır bir yükü (peygamberlik görevinin zorlukları, tebliğ stresi, Mekke müşriklerinin baskısı) taşıyabilen ulü’l-azm peygamberin (sas) yüksek metaneti vurgulanmış olmaktadır. Ayrıca, ilahi lütfun büyüklüğü hissettirilmekte, Yüce Allah’ın, kuluna yüksek merhameti ve büyük yardımı, kaldırılan yükün ağırlığı oranında artmaktadır.
Bu ayetler, sadece bilgi vermenin ötesindedir. İlâhî lütfun büyüklüğünü idrak etmemizi sağlayan güçlü ve i’cazlı bir beyandır.
10.3.1.3. Takdim ve Tehir – Ayet 3
وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ (4)
4. ‘Ve senin şanını yücelttik.’
Meʿânî (anlam bilimi) ana bilim dalı açısından incelendiğinde, bu cümlenin kuruluşundaki özel bir düzenlemenin (söz diziminin) anlama kattığı vurgu ve kesinliğin öne çıktığı görülür.
Bu ayetteki temel belâğî sanat, ‘takdim ve tehir’dir (öne alma ve sonraya bırakma). Normal bir fiil cümlesinde, fiil, fail, mef’ul (nesne) ve harf-i cerli ifadeler belirli bir sıra ile gelmektedir. Bu ayet-i kerimedeki söz dizimi şöyle olabilirdi: (وَرَفَعْنَا ذِكْرَكَ لَكَ) ‘Ve şanını senin için yücelttik.’ Ancak Kur’an’daki söz diziliminde (belâğî düzenleme) ve nazm kurgusunda bir öne alma durumu söz konusudur: (وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ) ‘Ve senin şanını yücelttik.’
Bu takdim (öne alma) sanatının, anlam açısından katkıları ve incelikler şunlardır:
Tahsis (Özelleştirme/Vurgu):
Öne alınan (لَكَ) ‘yalnızca sana mahsus olmak üzere…’ ifadesi, bu yüceltme eyleminin sadece Hz. Muhammed’e (sas) ait olduğunu vurgulamaktadır. Bu, sıradan bir şan yüceltmesi değildir. Doğrudan ve yalnızca Resulullah’a (sas) bahşedilmiş müstesna bir lütuftur. Bu sayede, Yüce Allah’ın Hz. Peygamber’e (sas) verdiği değerin benzersizliği hissettirilmektedir.
Kudret ve İhsan Vurgusu:
Cümlenin yapısı, Yüce Allah’ın bu eylemi bizzat ve güçlü bir şekilde gerçekleştirdiğini (رَفَعْنَا) ‘Biz yücelttik’ ve bunun muhatap olan Hz. Peygamber (sas) için ne kadar büyük bir ihsan ve nimet olduğunu pekiştirmektedir.
Anlamın Güçlendirilmesi:
Söz dizimindeki bu değişiklik, ayetin kulağa gelişini daha etkili ve çarpıcı kılmaktadır. Normal dizilimdeki bir ifadeye göre, bu özel dizilimdeki mana daha kesin, daha iddialı ve daha güçlüdür.
Meʿânî ilmi açısından bu ayet-i kerime, kelimelerin yerini değiştirerek anlamı tahsis etmeyi ve vurguyu (kasrı) Hz. Peygamber’in (sas) müstesna şahsına yöneltme amacı taşımıştır. Bu da Kur’an’ın iʿcaz (edebi mucizeliği) yönlerinden birini göstermektedir. Zira Hz. Peygamber’in (sas) adı, ezanlarda, kelime-i şehadette ve diğer tüm İslami sembollerde Yüce Allah’ın adı ile birlikte anılarak, şanı eşsiz bir konuma yükseltilmiştir.
10.3.1.4. Tekrar (Reddü’l-acüz ale’s-sadr veya kısaca ‘tasdîr’) – Ayetler 5-6

فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا (5) إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا (6)
5. ‘Hiç kuşkusuz, her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır.
6. Gerçekten her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır.’
Bu iki ayet, hem lafız (sözcükler) hem de mana (anlam) bakımından birbirinin tekrarıdır. İkinci ayet, birinci ayetin aynısıdır. Ancak ikinci seferde, ‘fâ’ bağlacı düşürülmüş, doğrudan ‘inne’ ile başlanmıştır.
İlm-i meânî, cümlenin yapısındaki her değişikliğin bir maksadı olduğunu kabul eder. İki ayetin de ‘inne’ (gerçekten, muhakkak ki) edatıyla başlaması, her iki cümlenin de müstakil birer vurgu taşıdığını göstermektedir. Fakat ikinci ayetin ‘fâ’ edatı almadan gelmesi, önceki ayetin bir sonucu veya devamı olmaktan çıkması, kendi başına bağımsız bir müjde ve pekiştirme ifadesi olmasını sağlamaktadır. Dilin estetiği açısından, tekrar edilen bir ifadede küçük bir varyasyon (değişiklik), monotonluğu kırmakta ve dinleyenin dikkatini taze tutmaktadır.
İkinci ayetin bağımsız bir anlam halinde gelmesi, güçlüklere lütfedilen kolaylıkların sadece Hz. Peygamber’in (sas) o anda yaşadığı sıkıntılara mahsus olmadığını, genel, evrensel ve her zaman geçerli bir ilahi kanun olduğunu vurgulamış olmaktadır. Yani yaşanan her zorluk, kendi içinde bir kolaylık barındırmaktadır. Bu durum, mesajın kuvvetini katbekat artırmaktadır.
Her iki ayette, ‘maʿa’ (beraber) harf-i cerri ile, ‘el-usr’ (güçlük) ve ‘yüsr’ (kolaylık) kelimelerindeki ‘beraberlik’ vurgusu, ‘kolaylığın zorluktan tamamen ayrı değil, onunla iç içe olduğunu’ göstermektedir. Bu ‘en beliğ îcâz’ çeşididir. Ayrıca ayetteki ‘el-usr’ (güçlük) kelimesi belirlilik (marife) takısı alırken, ‘yüsr’ (kolaylık) kelimesi belirsizlik (nekra) takısı almıştır. Bu durum, tek bir zorluğa karşılık olarak, ‘iki kolaylık’ va’dedilmesi anlamına gelmektedir.
10.3.1.5. Şart Cümlesi ve ‘Fe’ Harfinin Takdimi – Ayet 7
فَإِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ (7)
7. ‘Öyleyse, boş kaldığında, yeni bir işe koyul.’
Önceki ayetlerde, Yüce Allah’ın Hz. Peygamber’e (sas) lütufları (göğsünün açılması, yükünün kaldırılması, adının yüceltilmesi ve her zorluk için iki kolaylık müjdesi) anlatılmıştı. Bu lütufların doğal bir sonucu olarak, ‘Öyleyse…’ veya ‘bu durumda…’ anlamına gelen ‘fe’ harfi ile yeni bir eyleme geçiş emredilmektedir. Şart edatı ‘izâ’ + ‘fe’ ile takdim edilmiş, cevap da ‘fe’ ile bağlanmıştır. İlm-i Meʿânî’de bu yapı, cevabın şartla çok sıkı bağlı olduğunu ve hemen gerçekleşeceğini ifade eder. Yani ‘bir işten ayrılır ayrılmaz, derhal yeni bir ibadete yönel’ anlamında kesinlik ve hız vurgulanmaktadır.
Ayetin ikinci kısmındaki ‘fe’ (فَانصَبْ), şartın cevabını (yeni bir işe koyulma emrini) ana şarta (boş kalma durumuna) bağlamaktadır. İlm-i meâʿnî’de bu kullanımın önemi büyüktür. Cevap fiilinin başındaki bu ‘fe’ harfi, eylemin hemen ve derhal gerçekleşmesi gerektiğini ifade eder. Yani, ‘boş kaldığın an, beklemeden, vakit kaybetmeden hemen yeni bir işe koyul’ anlamı verir. Bu beyan ile, ‘boşluk’ ve ‘çalışma’ arasındaki ilişkinin ne kadar sıkı ve zorunlu olduğu gösterilmektedir. İslam ahlâkında tembelliğe yer olmadığı, bir ibadet bitince diğerine, bir görev bitince, yeni bir göreve geçilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Ayetteki bu yapı, eyleme çağrının aciliyetini, gerekliliğini ve önceki ilahi lütuflarla olan mantıksal bağını güçlü bir şekilde ortaya koymaktadır.
10.3.1.6. Kasr (Tahsis, Kısaltma) ve Takdim – Ayet 8
وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ (8)
8. ‘Ve sadece Rabbine yönel.’
Ayetin en önemli edebi inceliği, kasr (tahsis veya sınırlama) sanatıdır. Normal Arapça cümle yapısında fiil, fail, sonra mef’ul (nesne / tümleç) gelir. Bu yapıya göre cümlenin asli dizilişi şöyle olmalıydı: فَارْغَبْ إِلَى رَبِّكَ (Rabbine yönel).
Ancak ayette tümleç (car – mecrur: إِلَىٰ رَبِّكَ) öne alınmış, ayetin dizilişi (وَإِلَىٰ رَبِّكَ فَارْغَبْ) ‘Ve sadece Rabbine yönel’ şeklinde olmuştur. Bu takdim ve te’hir (öne alma – sonraya bırakma), cümlenin anlamını sınırlama (kasr ya da hasr) ve tahsis yoluyla değiştirmektedir. Verilen mesaj, ‘birçok şeye yönelebilirsin, ama Rabbine de yönel’ değildir. Tam aksine, ‘yönelmen gereken tek merci sadece Rabbindir, başkası değil’ şeklindedir. Bütün işlerini bitirdikten sonra (önceki ayetteki emir gereği), yönelişin sadece Yüce Allah’a hasredilmesi emredilmektedir.
(فَارْغَبْ) ‘yönel…’ kelimesindeki ‘fe’ harfi, önceki ayetlerdeki emrin (boş kalınca yeniden çalış) bir sonucu veya tamamlayıcısıdır. ‘Mademki bir işi bitirince diğerine koyuluyorsun, o halde tüm bu çabanın nihai hedefi ve yönelişi, sadece Yüce Allah’a olmalıdır’ anlamı verir, eylemlerin Yüce Allah’ın rızası için yapılması gerektiğini vurgular.
Sekizinci ayet, ilm-i meâʿnî’nin zirve yaptığı bir örnektir. Takdim ve te’hir yoluyla sağlanan kasr (tahsis, kısaltma, sınırlama) sanatı sayesinde, müminin hayatındaki tüm çaba ve yönelişin sadece Cenâb-ı Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine has olması gerektiği emredilmiştir. Bu sayede mana, ‘başka hiçbir şeye değil, yalnızca Rabbine yönel’ şeklinde kesinleşmektedir. Bu, ihlasın zirvesini ifade eden bir meanî ilmi inceliğidir.
Bu sure, çok kısa olmasına rağmen her bir kelimesi hale ve makama en uygun şekilde yerleştirilmiştir. Hz. Peygamber’in (sas) zorluk içindeki kalbine şefkatle dokunmakta, umut vermekte, sonra da sadece Rabbine yönelmeyi emretmektedir. Bu üslûp, insan gücünün çok üstündedir. İlm-i Meʿânî açısından en büyük i’câz örneklerinden biridir.
10.3.2. Surenin Beyân (Anlam Açıklığı / İfade Bilimi) Analizi
Sure, zorluk içindeki bir kalbe hitap ettiği için en beliğ tasvirlerle doludur. Her kelime, ruhî bir yükü somut bir nesne gibi resmeder; böylece muhatap (Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve onun şahsında her mü’min) acıyı ve ferahlığı gözünde canlandırır.
10.3.2.1. İstiâre-i Teb’iyye (Tali / İkincil Açık İstiâre) – Ayet 1
(1) أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
1. ‘Biz, göğsünü açıp genişletmedik mi?’
‘Şerh-i sadr’ (göğsünü açmak) aslında cerrahî bir işlemdir → burada kalbin ruhî genişlemesi için istiâre yapılmıştır.
Bu ‘en üstün istiâre’ çeşididir. Göğsün fizikî açılması (şakk-ı sadr) → ruhî aydınlanma ve ferahlık anlamına transfer edilmiştir. Çünkü göğüs darlığı ‘sıkıntıları’, genişlemesi ise ‘huzur ve hidayeti’ resmetmektedir. Bu tasvir, Hz. Peygamber’in (sas) yaşadığı baskılar karşısında, ruhunu, kalbini ve zihnini destekleyen en güçlü görüntüdür.
Bu ayette, hem Hz. Peygamber’in (sas) çocukluk döneminde yaşadığı ‘şerh-i sadr’ (göğsün yarılıp kalbinin yıkanıp temizlenmesi) hadisesine hakiki anlamda, kalbinin ve ruhunun manevi olarak aydınlanmasına, sıkıntılarının yok edilip ferahlamasına, metafizik ilme ve hikmete açık hale gelmesine ve vahyi kabul etme kapasitesinin artırılmasına ‘istiâre-i teb’iyye’ olarak işaret edilmektedir.
Benzetme (istiare), kalpte / göğüste değil, ‘şerh’ (açma / genişletme) fiilinde gerçekleştiği için istiare-i teb’iyye (tali istiare) meydana gelmiştir. Benzetme, şayet isimde (zatta) yapılmış olsaydı o zaman istiare-i asliyye (asli istiare) oluşacaktı.
10.3.2.2. Teşbîh-i Belîğ ve Kinâye – Ayetler 2-3
(3) وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَ (2) الَّذِي أَنْقَضَ ظَهْرَكَ
2. ‘Ve üzerinden yükünü atmadık mı?
3. Ki o yük, belini bükmüştü.’
İkinci ayette ‘vizr’ (yük / ağır sorumluluk) kelimesinin kullanılması, teşbih-i belîğdir (güçlü benzetme) ve davet yükünün ağırlığına bir kinâyedir (dolaylı ifade).
Benzeyen (müşebbeh), Hz. Peygamberin (sas) tebliğ görevinin ve sorumluluğunun ağırlığı ve zorluğudur. Bu zorluğun / sorumluluğun kendisine benzetildiği unsur (müşebbehün-bih), fiziksel ve maddi ‘yük’ ya da ‘ağır eşya’dır.
Burada benzetme edatı ‘gibi, misal’ kelimeleri kullanılmamıştır. Manevi yük, doğrudan maddi bir ‘yük’ şeklinde nitelendirilmiştir. Edatın ve benzetme yönünün kaldırıldığı bu tür benzetmeler ‘teşbih-i belîğ’ sınıfına girer. Bu benzetme, manevi ağırlığın ciddiyetini vurgular.
Üçüncü ayetteki (أَنْقَضَ ظَهْرَكَ) ‘belini bükmüştü’ ifadesi, kinâye sanatının açık bir örneğidir. Lafzın anlamı, yükün fiziki olarak bir insanın belini bükmesidir. Ancak kastedilen anlam (kinaye), bu yükün yol açtığı ‘aşırı yorgunluk, endişe, üzüntü ve zorluk’tur.
Burada, ‘belin bükülmesi’ ifadesi, lafız olarak psikosomatik rahatsızlıklarda olduğu gibi hakiki anlamda da mümkündür. Bununla beraber lafızdaki maksatlardan birisi de ‘takatsiz kalma, zorlanma ve sıkıntı’ durumudur. Belagat ilminde, hem hakiki hem de kinâî anlamlar beraber kastedilebilmekte, fakat kinâî anlam daha baskın ise bu tür ifadelere ‘kinâye’ denmektedir. Durum somutlaştırılarak, çekilen manevi sıkıntıların derece ve boyutları hissettirilmektedir.
10.3.2.3. Kinaye ve İstiare – Ayet 4
وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ (4)
4. ‘Ve senin şanını yücelttik.’
Ayet-i kerime, beyân (anlam açıklığı / ifade bilimi) ana bilim dalı açısından incelendiğinde, mananın muhatabın zihninde somutlaştırılması ve netleştirilmesi için kullanılan edebi sanatların öne çıktığı görülür.
Beyân ilmi, bir manayı, durumun gereğine göre farklı yollarla (benzetme, istiare, kinaye gibi) ifade etme yöntemlerini ve bu yolların açıklıktaki derecelerini incelemektedir. Bu ayetteki temel beyânî sanat, kinaye ve istiâre olarak değerlendirilebilecek kullanımlardır.
Ayet, Hz. Peygamber’e (sas) verilen yüksek manevi değeri ve şerefi ifade etmek için, soyut bir kavramı (رَفَع) ‘yükseltme’ gibi somut bir eylemle açıklamaktadır. (رَفَع) kelimesi, normalde maddî bir nesneyi fiziksel olarak yukarı kaldırmak anlamına gelmektedir. Ayette ise (ذِكر) ‘zikir’ (şan, anılma, itibar) gibi soyut bir kavramla birlikte kullanılmıştır. ‘Şan’ ve ‘itibar’ durumları, normalde fiziksel olarak kaldırılıp indirilen nesneler değildir.
Dolayısı ile ayetteki kullanım, istiareye dayalı bir kullanımdır. ‘Yükseltme’ eylemi, manevi mertebenin artırılması, itibarın yükseltilmesi anlamına gelmektedir. Bu istiare, soyut olan manevi rütbenin büyüklüğünü, sanki elle tutulur, gözle görülür bir nesne gibi zihinlerde canlandırarak manayı açık ve güçlü kılmıştır.
Ayet, (ذِكْرَك) ‘senin anılmanı’ ifadesi ile neyin kastedildiğini son derece net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu ‘anılma’nın kapsamı çok geniştir ve enginlik arz etmektedir. Ezanlar, kametler, kelime-i şehadet, namazlardaki tahiyyeler, salavatlar, hutbeler ve tüm Müslümanların günlük hayatındaki anmalar.. Bu durum, beyan ilminin ‘kinaye’ başlığı altında da incelenebilir. Yüce Allah ‘şanını yücelttik’ beyanı ile, bu şanın somut göstergeleri olan yukarıda saydığımız eylemlere kinaye (ima) edilmiştir.
Soyut bir manevi lütfun (şan ve itibarın artırılması) somut bir fiille (yükseltmek) beyan edilmesi, manayı muhatabın zihninde netleştirmekte, açıklığa kavuşturmakta ve böylece vaadin büyüklüğü edebi bir şekilde gözler önüne serilmektedir. İstiareli kullanım, anlatımı sıradanlıktan çıkarmakta, etkileyici ve çarpıcı bir boyuta taşımaktadır.
10.3.2.4. Tekit ve Tekrarlı Tasvir – Ayetler 5-6

(6) فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا (5) إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
5. ‘Hiç kuşkusuz, her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır.
6. Gerçekten her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır.’
5’inci ve 6’ncı ayetlerdeki tekrar, ‘tekrir’ sanatının en güçlü örneklerindendir. Bu şekildeki beyanda maksat, Allahu a’lem sadece bir tasvir değil, aynı zamanda tekit (pekiştirme, sağlamlaştırma) ve tesellidir. Müminlere, zorluk anında Yüce Allah’ın yardımının muhakkak geleceği konusunda güven vermek için, bu hakikat iki kez ve kesinlik ifade eden ‘inne’ edatı ile vurgulanmıştır.
(عُسْر) ‘Zorluk’ ve (يُسْر) ‘kolaylık’ kavramlarının kendisi soyuttur. Ancak her iki ayette bu unsurlar, ‘birlikte bulunan fiziksel nesnelermiş’ gibi tasvir edilmektedir. Bu durum, genellikle bir teşhis (kişileştirme) olarak değerlendirilebilir. Çünkü soyut kavramlar somutlaştırılmıştır. Ancak lafızların dizilişindeki ahenk ve anlam derinliği ön plandadır.
(مَعَ) ‘Ma’a’ harf-i ceriyle (عُسْر) ‘zorluk’ ve (يُسْر) ‘kolaylık’ kavramları yan yana getirilerek, bilinemeyen ve çok sayıda kolaylığın zorluğun içinde, onunla beraber doğduğu, ayrı değil, iç içe olduğu gösterilmiştir. Ayrıca iki ayrı kolaylık, biri dünyevî diğeri uhrevî olan saadet ve kurtuluş olarak görülebilir.
Bir zorluğun iki kolaylıkla kuşatılması ile ilgili bu tasvir, bir teşbih-i mürekkep kadar güçlü zihinsel imaj yaratır. Bu yorum, ayetlerin anlam derinliğini ve müjdeleyici gücünü artıran belâgatli bir yaklaşımdır.
10.3.2.5. Kinâye ve İstiâre – Ayetler 7-8
(8) فَإِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ (7) وَإِلَىٰ رَبِّكَ فَارْغَبْ
7. ‘Öyleyse, boş kaldığında, yeni bir işe koyul.
8. Ve sadece Rabbine yönel.’
Yedinci ayet-i kerimede, belagat açısından güçlü bir kinâye (üstü kapalı anlatım) sanatı vardır. ‘Feragat’ (boşluk hali) ve ‘nasb’ (yeni bir iş) kelimelerindeki lafzi anlam, ‘bir işi bitirdiğinde, hemen yeni bir işe başla’ şeklindedir. Burada kastedilen, boş durmamak, tembellik etmemek ve sürekli ‘hayırlı bir eylem içinde’ olmaktır. Hayırlı eylemin en başta geleni de Yüce Allâh’a ibadet ve taattir. Doğrudan ‘ibadet et’ denmemekte, fakat ‘yeni bir işe koyul’ (fensab) kelimesi ile aynı zamanda ibadet teşvik edilmektedir.
Sekizinci ayet-i kerime, yukarıdaki yorumu teyit ve tekit etmektedir. Ayetin lafzî anlamı, ‘sadece Rabbine rağbet et (ona istekli ol, yönel)’ şeklindedir. Kinaye yoluyla, Yüce Allâh’a rağbet etmenin, yönelmenin en somut ve kâmil halinin, namaz kılmak, dua etmek, zikretmek vb. ibadetler olduğuna işaret edilmektedir. Bu durum, belagat ilminde ‘kinâye an sıfatin (bir sıfattan kinaye, yani sürekli eylem halinde ve ihlaslı olma sıfatlarından kinaye) olarak değerlendirilmektedir.
Bu her iki ayet, müminin yaşam tarzının pasiflikten uzak, sürekli bir gayret ve Yüce Allah’a yönelik bir şuur hali olması gerektiğini, zarif ve üstü kısmen örtük bir üslupla ifade etmektedir. İnsanların dağınık hevesleri ve yönelimleri yerine, tek bir odak noktası, tek bir merkez gösterilmekte ve bütün enerjinin oraya kanalize edilmesi istenmektedir. Ayetlerdeki bu yapı, ‘en beliğ ihlâs tasviridir.’
10.3.3. Surenin Bedîʿ (Söz Güzelliği) Analizi
Bedîʿ, sözün hem lafzen hem mânen en güzel hâle getirilmesidir. Sure o kadar kısadır ki her harf, her ses, her tekrar bir güzellik taşır. Bedîʿ sanatları iki kısma ayrılır: Ma‘nevî (anlamı güzelleştiren) ve lafzî (ses ve kelimeyi güzelleştiren). Bu surede her ikisi de zirvededir.
10.3.3.1. Hüsn-i Mübâlağa-i Mersale (Göndermeli Aşırı Güzellik) – Ayet 3
(3) الَّذِي أَنْقَضَ ظَهْرَكَ
3. ‘Ki o yük, belini bükmüştü.’
‘Ki o yük, belini bükmüştü’ ayetinin lafzî anlamı, Hz. Peygamber’in (sas) sırtına fiziksel olarak ağır bir yükün konulduğu ve belinin büküldüğü anlamında değildir. İnsanın belini çatırdatacak kadar ‘ağır’ ifadesi, peygamberlik görevinin getirdiği sorumlulukların, tebliğ zorluklarının, müşriklerin baskılarının ve ümmetinin durumu karşısındaki derin üzüntü ve endişenin verdiği manevi ağırlığın büyüklüğünü gerçekçi bir şekilde resmetmektedir. Bu manevi ağırlığın, psikosomatik etkilerde olduğu gibi, fiziksel olarak insanın ‘belini bükebilecek’ derecede şiddetli olduğu ifade edilmektedir.
Ayetteki ‘hüsn-i mübâlağa-i mersale’ sanatı, ‘kinâye’ ile birleşmiş bir haldedir. Dolayısı ile bu beyan aynı zamanda bir tür üstü kapalı istiaredir (istiare-i mekniyye). Ayet, ‘belin bükülmesi’ şeklinde somut bir ifadeyle, kinayeli olarak tebliğin ağırlığını en güzel şekilde beyan etmektedir. Ayet, Peygamberimizin (sas) çektiği sıkıntının büyüklüğünü ve Yüce Allah’ın lütfuyla bu sıkıntının giderilmesinin ne kadar büyük bir nimet olduğunu etkili bir biçimde ortaya koymak için bu edebi sanatı kullanmıştır.
10.3.3.2. Tıbâk / Tezâd (Zıtlık Güzelliği) ve Tekrîr – Ayetler 5-6
(6) فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا (5) إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
5. ‘Hiç kuşkusuz, her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır.
6. Gerçekten her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır.’
Tıbâk (Tezad), anlamları birbirine zıt olan iki kelimenin bir cümle veya beyitte bir arada bulunması sanatıdır. Bu ayetlerde, ‘zorluk’ kelimesi ile tam zıddı olan ‘kolaylık’ kelimesi aynı ayette art arda kullanılmıştır. Bu sanatın kullanımı, ayetlerin vermek istediği mesajı güçlendirmektedir. Burada ‘maʿa’ (beraber) kelimesi ile yan yana getirilmeleri, zıtlığın en beliğ şeklidir. Zorlukla kolaylık iç içedir, biri diğerini güzelleştirmektedir.
Zıt kavramların yan yana kullanılması, mesajın etkisini artırmakta ve okuyucunun / dinleyicinin dikkatini çekmekte, zorluğun olduğu yerde mutlaka bir kolaylığın bulunacağına dair inancı pekiştirmektedir. Ayrıca, ‘zorluk’ ve ‘kolaylık’ kelimeleri arasındaki karşıtlık, anlamın daha da derinleşmesini temin etmekte, Yüce Allah’ın kudretini ve rahmetinin büyüklüğünü çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır.
Ayrıca bu iki ayetin tekrarlanmasıyla ‘tekrîr’ (tekrarlama) sanatı da yer almakta, bu durum mesajın önemini ve kesinliğini vurgulamaktadır.
10.3.3.3. Mukabele / Karîne (Karşılıklı Güzelleştirme) – Ayetler 7-8
(8) فَإِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ (7) وَإِلَىٰ رَبِّكَ فَارْغَبْ
7. ‘Öyleyse, boş kaldığında, yeni bir işe koyul.
8. Ve sadece Rabbine yönel.’
İnşirah Suresi’nin bu iki kapanış ayetinde (7 ve 8’inci ayetler) Bedîʿ ilmi açısından çok güçlü ve çarpıcı sanatlar vardır. Bu iki ayet, Bedîʿin en zirve örneklerindendir.
1. Hüsn-i Teâlîl ya da Ta’lîl (Güzel Sebep Gösterme)
Yedinci ayette Allah Resul’üne (sas) ve onun muallâ şahsında müminlere, ‘Öyleyse, boş kaldığında, yeni bir işe koyul’ buyuruluyor. Normalde insan, ‘nihayet boş kaldım, artık dinleneyim’ der. Kur’an ise tam tersini emretmekte ve bunu o kadar güzel bir üslupla yapmaktadır ki, insana ‘dinlenmek, ancak yeni bir işe koyulmakla’ mümkündür düşüncesini aşılamaktadır.
Bu, Bedîʿde ‘hüsn-i teâlîl’ sanatının en mükemmel örneklerinden biridir. Çünkü emredilen şey (yeni bir işe yönelmek) aslında zor bir iştir, ama Kur’an bunu ‘asıl dinlenmenin ve rahatlamanın ta kendisi’ şeklinde sunarak çok güzel bir gerekçe (ta’lîl) ortaya koyuyor.
‘Boş kaldığında yeni bir işe koyul’ cümlesi akla ilk anda ters gibi görünür. İnsan tabiatına aykırı gibi durur. İşte bu ‘akla ters gelen, ama hakikatte en doğru olan’ ifade, Bedîʿde ‘tezâd’ sanatının en üst seviyede kullanıldığı bir örnektir.
2. Tıbâk-ı Selbî (Negatif Karşılık / Zıtlık Sanatı)
فَإِذَا فَرَغْتَ → ‘boşaldığında, serbest kaldığında’ (ferâğat, boşluk, genişlik)
فَانْصَبْ → ‘yorul, işe koyul’ (nasab, yorgunluk, meşakkat)
Arapça’da ‘ferâğ’ ve ‘nasab’ kelimeleri tam zıt anlamlıdır. ‘Boşluk-genişlik’ ile ‘yorgunluk-meşakkat’ anlamları arasında çok keskin bir zıtlık vardır. Kur’an bu zıtlığı bilinçli olarak bir arada kullanarak ‘tıbâk-ı selbî’ sanatını icra etmektedir. Bu, dinleyende çok güçlü bir etki bırakmaktadır.
3. Îcâz-ı Hazf (Çok Kısa İfadeyle Çok Anlam Katmanı Verme)
İki kısa cümlede, dünya işlerinden boşalınca yeniden bir işe koyulma, hemen ibadete geçme emri, namazın (kıyamın) teşvik edilmesi, sürekli kulluk şuuru ve ‘asıl dinlenme ibadettedir’ şuurunun yerleştirilmesi hakikati… Bütün bunlar iki kelimeyle (ferağte fensab) verilmektedir. Bu kadar kısa ifadede bu kadar çok mana ve edebî güzellik, Bedîʿde îcâzın zirvesidir.
4. Hüsn-i Maktâ (Güzel Sonuçlandırma)
İnşirah Suresi, (أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ) ‘Biz senin göğsünü genişletmedik mi?’ sorusu ile başlar. Burada bir lütuf, bir ferahlama ve Yüce Allah’ın Peygamberimize (sas) yönelik bir yardımı söz konusudur. Sure, yükün kaldırılması gibi müjdelerle devam eder.
Sure, en sonda ise, (وَإِلَىٰ رَبِّكَ فَارْغَبْ) ‘Ve sadece Rabbine yönel’ emri ile tamamlanır. Sure başından itibaren anlatılan tüm lütuflara (göğsün genişletilmesi, yükün hafifletilmesi, zorlukla birlikte kolaylık verilmesi) karşılık, kuldan beklenen bir yönelişi, şükrü ve kulluğu ifade eden bir emirle son bulmaktadır. Bu, surenin bütün havasını toparlayan, insanı sonsuz bir kulluk şevkiyle baş başa bırakan muhteşem bir kapanıştır. Bedîʿde ‘hüsn-i maktâ’ (en güzel bitiş) olarak anılır.
Bu iki ayet Bedîʿ ilmi açısından adeta bir şaheserdir. Özellikle, ‘hüsn-i teâlîl, tıbâk-ı selbî ve tezâd, îcâz ve hüsn-i maktâ sanatları bir arada ve en zirve seviyede kullanılmıştır.
5. Reddü’l-Acüz Ale’s-Sadr (Söz Başı İle Söz Sonunun Uyumu)
Sure, (أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ) ‘Biz senin göğsünü genişletmedik mi?’ ile başlar, (وَإِلَىٰ رَبِّكَ فَارْغَبْ) ‘Ve sadece Rabbine yönel’ ile biter. Sure, Yüce Allah’ın kulu Hz. Peygamber’e (sas) verdiği lütuflarla başlamış, bu yüksek lütuflara karşılık kulunun (sas) Yüce Allah’a yönelmesi emriyle tamamlanmıştır.
Konu bütünlüğü mükemmeldir. Başlangıçtaki ihsanlar ve karşılıksız verilen nimetler, sondaki kulluk talebiyle, Rab Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine yönelme ile birleşerek surenin mesajını pekiştirmiştir.
Bu yapı, surenin başı ile sonu arasında anlamsal bir daire oluşturmakta, ‘reddü’l-acüz ale’s-sadr’ sanatının amaçladığı ahengi ve bütünlüğü sağlamaktadır. Tam bir halka ve ses uyumu söz konusudur. Sure hem manen hem lafzen, dairesel bir güzellik kazanmıştır.
İnşirah Suresi’nde, soyut ruh hallerini somut nesneler haline getiren teşbihler ve istiâreler o kadar yoğundur ki, nazmın iʿcâzı zirvededir. Her kelime akla ve ruha bir görüntü taşımakta, kalbe doğrudan tesir etmektedir. Sure, zorluk içerisindeki müminleri önce ağır yük resmiyle yüzleştirmekte, sonra o yükün Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri tarafından kaldırılacağını ve kolaylığın onları kuşatacağını göstererek teselli etmektedir.
10.4. Rahman Suresi
Rahman Suresi, (55’inci sure), Kur’ân-ı Kerîm’in en çarpıcı orta uzunluktaki (mütevassıt) surelerinden biri olup, özellikle tekrar ve ritim unsurlarıyla dikkat çeker. Mekke’de nazil olmuştur ve ismini ilk ayetindeki Yüce Allah’ın esmâ-i hüsnâsından ‘er-Rahman’ isminden almaktadır. 78 ayetten oluşur ve Yüce Allah’ın nimetlerini, ilahi kudreti ve ahiret hesabını vurgulayan bir üslupla muhataplarını tefekküre çağırır.
Sure, diğer sure ve ayet-i kerimelerde olduğu gibi, belâgat ilminin bedîʿ (sözü güzelleştirme sanatı) ve meʿânî (anlam bilimi) dallarıyla doğrudan bağlantılıdır. Tekrarlar (tekrar-ı lafzi ve anaphora) ve ritmik yapılar, surenin mucizevi yönlerinden (iʿcâz) birisidir.
Rahman Suresi özellikle, (فَبِاَیِّ اٰلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ) ‘Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?’ tekrarları ile, hem estetik ahenk hem de güçlü bir hitap etkisi yaratmaktadır.
Bu bölüm, Rahman Suresi’ndeki tekrar ve ritim unsurlarını, bunların hitaptaki etkilerini, tematik işlevlerini ve belâgatle ilişkisini analiz edecektir.
10.4.1. Tekrar ve Ritim
Rahman Suresi, tekrar tekniklerini yoğun bir şekilde kullanmıştır. (فَبِاَیِّ اٰلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ) ‘Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?’ cümlesi, sure boyunca 31 kez tekrarlanarak benzersiz bir ritmik yapı oluşturmuştur. Bu tekrarlar, muhatapları (insanlar ve cinler) Yüce Allah’ın nimetlerini fark etmeye ve şükretmeye çağırmaktadır.
Tekrar ayetleri, her nimetin (yaratılış, doğa, Cennet, vb.) zikredilmesinden sonra gelmektedir. Soru formunda olan bu tekrar (anaphora), ritmik bir etki meydana getirmektedir. Fonetik olarak, (رَبِّكُمَا) ‘hem insanların hem de cinlerin Rabbi’ ve (تُكَذِّبَانِ) ‘yalanlarsınız’ kelimelerindeki (ân) şeklindeki uzun sesler (ritimli bitişler, seciʿ), sözlü performansı güçlendirmiştir.
‘Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?’ sorusu, bir taraftan inkârcıların tutarsızlığını ironik bir şekilde sorgularken, diğer taraftan mümin muhataplarda tefekkür ve şükran duyguları uyandırmaktadır. Çift hitap (كُمَا) ‘insanlar ve cinler’, evrensel bir çağrıyı vurgulamakta, tekrar mesajın zihinde yerleşmesini sağlamaktadır. Modern dilbilimde bu, ‘kognitif pekiştirme’ olarak tanımlanmaktadır.
Yüce Allah’ın nimetlerini sıralayan tekrarlar, ayetler arasında tematik işlev, bir bağ oluşturmuştur. Sayılan her nimet (güneş, ay, bitkiler, vb.) ile, inkârın imkânsızlığı vurgulanmış, tevhid ve ilahi adalet mesajı güçlendirilmiştir.
(فَبِاَیِّ اٰلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ) ‘Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?’ ayetinin tekrarındaki ‘yoğunluk / sıklık oranı’, yaratılış / dünya konularında (1 ilâ 25 ayetler) her 4 ayette bir hatırlatma, ahiret (ceza / ödül) bahislerinin olduğu ayet-i kerimeler grubunda (26 ila 78 ayetler), her 2 ayette bir hatırlatma şeklindedir.
Bu tekrar oranlarının, psikolojik ve teolojik karşılıkları Allâhu a’lem şu şekilde yorumlanabilir:
1. Görünürlük karşısında Gayb: Yaratılış (güneş, ay, denizler) zaten gözümüzün önündedir. İnsan bunları inkar etmeye daha az meyillidir. Bu yüzden uyarı ‘daha seyrek’ (her dört ayette bir) gelmektedir.
2. Şiddetli Uyarı: Konu, ‘Ceza’ ve ‘Cehennem’ olduğunda, nefsin inkarı ve kaçışı daha güçlüdür. Bu yüzden uyarı sıklaşmıştır (2’ye 1 oran).
3. Coşkulu Müjde: Konu, ‘Cennet’ olduğunda, nimetlerin bolluğunu ve sürekliliğini hissettirmek için ayet-i kerimenin tekrarı yine sıklaşır (2’ye 1 oran).
Surenin 46’ncı ayetinden sonuna kadar olan bölüm, adeta bir ayna görüntüsü gibi iki ana bloğa ayrılmaktadır. Bu iki ana blog, kendi içinde muazzam bir 8 + 8 dengesine sahiptir.
Burada, ‘İlk İki Cennet’ (46-61’inci ayetler) ve ‘Diğer (aşağıdaki) İki Cennet’ (62-76’ncı ayetler) arasında konu başlıkları birebir aynıdır. Fakat Cennetlerin nitelikleri farklılaşmaktadır.
1. Grup (Üstün) Cennetler: ‘Rabbinin makamından korkan kimse için iki Cennet vardır.’ (46. ayet)
2. Grup (Diğer) Cennetler: ‘Bu ikisinden başka / aşağıda iki Cennet daha vardır.’ (62. ayet)
Her iki Cennet (üstün ve diğer Cennet), türlü türlü ağaçlara sahiptir. Ancak üstün Cennetlerin ağaçları ile ilgili olarak, (اَفْنَانٍ) kelimesi kullanılmış, ağaçların kendisine, sıklığına ve dallarının bolluğuna odaklanılmıştır (48’inci ayet). Diğer Cennetler için ise, ağaçlardan ziyade, (مُدْهَامَّتَانِ) kelimesi ile, renge ve görüntüye odaklanılmıştır (64’üncü ayet). Bu kelime, yeşilin koyuluğundan siyaha çalan bir yoğunluğu ifade etmektedir.
Her iki Cennet grubu (üstün Cennetler ile diğer Cennetler) su kaynakları açısından da farklılaşmaktadır. Üstün Cennetlerin su kaynakları için (تَجْرِيَانِ) ‘akıp giden’ (50’nci ayet) nitelemesi yapılmakta, su özgürce, şırıl şırıl akmaktadır. Diğer Cennetlerin pınarları için ise (نَضَّاخَتَانِ) ‘fışkıran / püsküren’ (66’ncı ayet) nitelemesi yapılmaktadır. Su daha kontrollüdür. Görsellik barındırmaktadır ama ilki kadar ‘doğal akışlı’ değildir.
Her iki Cennet grubu (üstün Cennetler ile diğer Cennetler) meyveler açısından farklılaşmaktadır. Üstün iki Cennetteki meyveler ile ilgili olarak ‘İkisinde de her türlü meyveden çift çift vardır’ (52’nci ayet) denilerek, taze-kuru, bildiğimiz-bilmediğimiz sınırsız çeşitlilik vurgusu yapılmaktadır. Diğer iki Cennet meyveleri için, ‘İkisinde de meyve, hurma ve nar vardır’ (68’inci ayet) tasviri yapılmakta, ancak (مِنْ كُلِّ) ‘her türlü’ denilmemekte, spesifik isimler (hurma, nar) sayılmaktadır. İsim saymak bazen sınırlılığı ifade etmektedir.
Her iki Cennet grubu (üstün Cennetler ile diğer Cennetler), döşekler ve konfor itibarı ile de farklıdır. Üstün iki Cennetteki döşeklerle ilgili olarak, ‘Astarları atlastan döşeklere yaslanırlar’ (54’üncü ayet) tasviri yapılmaktadır. Kur’ân burada döşeklerin astarını (iç yüzünü) dahi övmektedir. Astarı bile atlastan / ipekten ise, dış yüzündeki ihtişam o kadar fazladır ki tarif edilemezdir. Diğer iki Cennet döşekleri için, ‘Yeşil yastıklara ve harikulade işlemeli döşeklere yaslanırlar’ (76’ncı ayet) tasviri yapılmaktadır. Burada ise dış görünüş, renk ve işlemeler vurgulanmaktadır. Bu döşekler de göz alıcıdır, fakat üstün iki Cennetteki ‘iç kalite’ vurgusu kadar derin değildir.
Her iki Cennet grubundaki (üstün Cennetler ile diğer Cennetler) eşler ile ilgili tasvirler de farklılaşmaktadır. Üstün iki Cennetteki eşler ile ilgili olarak, ‘Oralarda bakışlarını yalnız eşlerine çevirmiş güzeller vardır’ (56’ncı ayet) vurgusunda, ruhsal bir bağ ve derinlik ön plandadır. Diğer iki Cennet eşleri için, ‘O cennetlerde iyi huylu güzel kadınlar vardır’ (70’inci ayet) ve ‘Çadırlara kapanmış huriler vardır’ (72’nci ayet) tasvirlerindeki vurgu, ‘fiziksel güzellik’ ve ‘mekânsal durum’ (çadırlar) üzerinedir.
46 ila 61’inci ayetler arasında (فَبِاَیِّ اٰلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ) ‘Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?’ ayetinin 8 defa tekrarı, manevi hazzın, sınırsızlığın, akışkanlığın ve derinliğin olduğu üstün Cennetler ile ilgili olarak gelmiştir.
62 ila 78’inci ayetler arasındaki 8 tekrar ise, görselliğin, somut nimetlerin (hurma, nar, yeşil yastıklar) ve coşkunun olduğu diğer Cennetler için gelmiştir.
Her iki Cennet grubu için 8 tekrarın gelmesi, Cennetin sekiz kapısı ile ya da sekiz Cennet çeşidi ile ilişkili olabilir. Bu matematiksel simetri rastgele değil, adeta bir mimarın binayı inşa ederken sağa ve sola eşit sütunlar koyması gibi, kelimelerle inşa edilmiş muazzam bir saray yapısıdır.
10.4.2. Paralelizm / Koşutluk (Müvâzene veya Teşâbühü’l-Etrâf)
Rahman Suresi’nin ritmik yapısı, seciʿ, paralelizm ve kelime seçimleri ile şekillenmiştir. Bu, sureyi sözlü performans için ideal bir metin haline getirmekte, ritimli hitabeti muhatabı güçlü bir şekilde etkilemektedir.
(اَلشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍ) ‘Güneş ve ay bir hesaba göre hareket eder’ (Rahman, 55/5) ve (وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ) ‘Bitkiler ve ağaçlar secde eder’ (Rahman, 55/6) ayetleri, kısa ve ritmik cümlelerle varlıktaki düzeni tasvir etmektedir. Seciʿ, muhatabın dikkatini çekmekte ve estetik bir deneyim sunmaktadır.
Sure, paralel cümlelerle simetrik bir düzen oluşturmuştur. (رَبُّ الْمَشْرِقَيْنِ وَرَبُّ الْمَغْرِبَيْنِ) ‘İki doğunun ve iki batının Rabbi’ (Rahman, 55/17), evrendeki ikilikleri vurgulamaktadır. Bu paralelizm, ilahi kudretin kapsamını göstermekte ve mantık temelli bir argüman sunmaktadır. Bu ise, muhatapta huzur ve umut uyandırmaktadır.
(زَوْجَانِ) ‘İki çift’ (Rahman, 55/52) ve (جَنَّتَانِ) ‘iki Cennet’ (Rahman, 55/46, 62) kelimeleri, paralelizm yoluyla simetrik bir yapı oluşturmakta ve ilahi kudreti yansıtmaktadır.
Sure, doğa (güneş, ay, bitkiler, Rahman, 55/5-12) ve Cennet (pınarlar, yastıklar, Rahman, 55/50-76) tasvirlerinde duyusal imgeler kullanmaktadır. Bu imgeler, ritmik yapıyla birleştiğinde, muhatabı görsel ve işitsel bir deneyime çekmekte, estetik bir ritim oluşturmaktadır.
Rahman Suresi’ndeki tekrarlar ve seciʿ, iʿcâzın açık bir ispatıdır. Her tekrar, bağlama özgü bir anlam meydana getirmekte ve muhatabı mesajla bütünleştirmektedir. Tekrarlar, muhatabın dikkatini sürekli canlı tutmakta ve Kur’ân’ın hitabına uygun bir ritim sağlamaktadır.
Modern dilbilimsel ve semiyotik analizler, tekrarı ‘retorik amplifikasyon’ olarak değerlendirmektedir. Suredeki tekrarlar, mesajın zihinde yerleşmesini sağlamakta, Cennet ve doğa imgeleri, evrensel ‘bolluk ve düzen işaretleri’ olarak muhatabın duygusal ve entelektüel katılımını artırmaktadır.
Rahman Suresi, Yüce Allah’ın nimetlerini (yaratılış, doğa, cennet) sıralayarak, tevhid, şükür ve ahiret bilincini vurgulamaktadır. Tekrarlar, muhataplarını nimetleri inkârın imkânsızlığına ikna etmektedir. Cehennem tasvirleri (Rahman, 55/43-44), ilahi adaleti hatırlatmaktadır. Sure, insanlara ve cinlere hitap ile evrensel bir mesaj sunmaktadır.
Rahman Suresi’nin tekrar ve ritim unsurları, estetik bir şaheser oluşturmuştur. Tekrarlar, paralelizm ve seciʿ, muhataplarını tevhid, şükür ve tefekküre yönlendirmiş, iʿcâzın önemli bir rüknü olmuş ve Kur’ân’ın hitabet gücünü ortaya koymuştur.
10.4.3. Rahman Suresine Ait 19 Nazm Başlığı ve Açıklaması
| NAZM UNSURU | ÂYET NO | AÇIKLAMA & FİGÜRATİF İMGELEM (Okuyucu, beyan edilen hususları zihninde bir sahne gibi canlandırabilmektedir.) |
| 1. ÎCÂZ HÂS VE ÂMM DELALETÜ’L-İKTİZA TENASÜP (UYGUNLUK) | 1 İlâ 3 | (اَلرَّحْمٰنُ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ خَلَقَ الْاِنْسَانَ) ‘Rahmân. Kur’ân’ı öğretti. İnsanı yarattı.’ 1. İsimden Fiile Geçilmesi ve En Büyük Nimetten Başlanması Sure, doğrudan Yüce Allah’ın en kapsamlı rahmetini beyan eden ‘er-Rahmân’ güzel ismi ile başlamaktadır. Bu, belagatte bir îcâz (özlülük) örneğidir. Sanki şöyle denmek istenir: ‘Her şeyi yaratan, rahmet ve merhameti sonsuz o Yüce Zat…’ Ardından gelen sıralama, Yüce Allah’ın rahmetinin somut tezahürlerini önem sırasına göre verir: Birinci Derece Nimet (Ayet 2): Kur’an’ı Öğretmek Belagate göre, bu surenin nazmındaki en çarpıcı nokta, manevi ve aklî nimetin (vahiy / rehberlik) maddi ve bedensel nimetten (yaratılış / varlık) önce gelmesidir. Kur’an, bedenin yaratılmasından daha önemli ve büyük bir nimet olarak sunulmaktadır. Zira beden fanidir. Ancak Kur’an’ın rehberliği ebedidir ve ebedi kurtuluşu sağlar. İkinci Derece Nimet (Ayet 3): İnsanın Yaratılması İnsanın varlığı, bir nimet olarak ikinci sırada zikredilmektedir. 2. Hâss ve Âmm Sanatı (Özelden Genele veya Aksi) Burada bir hâss ve âmm (özel ve genel) geçişi bulunmaktadır. ‘er-Rahmân’ güzel ismi geneldir. Tüm kâinatı kapsayan bir rahmeti ifade etmektedir. ‘Kur’an’ı öğretti’, insanlık için daha özel bir rahmettir. ‘İnsanı yarattı’ ise bu rahmete muhatap olan varlığın kendisidir. Bu geçiş, okuyucunun genel ile özel, manevi ile maddi, kaynak ile muhatap arasında doğru ve mantıksal bir ilişki kurabilmesinin yolunu açar, ana fikre odaklanmasına yardımcı olur. 3. Delaletü’l-İktiza (Zımni Anlam ve Zorunluluk) 1 ilâ 3’üncü ayetlerde yer alan bu sıralama, zımni (gizli) anlamlar da içerir (delaletü’l-iktiza). ‘Er-Rahmân’ güzel isminin gelişi: Mademki Yüce Allah bu kadar merhametlidir, o halde O’nun rahmetinin gereği olan nimetleri de vardır ve bunları inkâr etmemek gerekir. Ayrıca surenin, Yüce Allâh’ın esma-i hüsnasından ‘er-Rahmân’ ismi ile başlaması ve fiilin (alleme / öğretti) daha sonra gelmesi, (‘merhamet’ önce, ‘öğretme’ sonra) merhametin, öğretimin kaynağı olduğunu gösterir. Kur’an’ın öğretilmesi: Mademki rehberlik gelmiştir, o halde bu rehberliğe uymak zorunludur. İnsanın yaratılması: Mademki insan yaratıldı, o halde bu yaratılışın bir amacı olmalıdır. 4. Tenasüp (Uygunluk) ve Ahenk (Fasıla) Ayetler arasındaki konu uygunluğu (tenasüp) kusursuzdur. Rahmet, vahiy ve insan birbirleriyle doğrudan bağlantılı kavramlardır. Ayrıca, ayet sonlarındaki ahenk (fasıla), surenin genelindeki müzikal ritmi başından itibaren hissettirir: (اَلرَّحْمٰنُ) uzatma ile bitiş, (الْقُرْاٰنَ) uzatma ile bitiş, (الْاِنْسَانَ) uzatma ile bitiş. İlk üç ayetin bu sırayla dizilmesi, belagat açısından vahyin (Kur’an) madde (insan) üzerindeki önceliğini vurgulayan, îcâz (özlülük) içeren, tenasüp ile ahenk sağlayan ve surenin temel temasını (Yüce Allah’ın tartışılmaz rahmeti ve nimetleri) en baştan ilan eden nazm harikasıdır. |
| 2. DELALETÜ’L-İKTİZA TENASÜP (UYGUNLUK) MÜTEKABİLİYET HÂS VE ÂMM İ’RAB | 4 | (عَلَّمَهُ الْبَيَانَ) ‘Ona (insana) açıklamayı (beyanı) öğretti.’ Yüce Allah, kendisini tanıttıktan ve en büyük nimeti olan vahyi (Kur’an’ı) zikrettikten hemen sonra, bu vahyi anlayıp başkalarına aktarabilecek unsuru, insanı ve onun beyan yeteneğini zikretmektedir. Yaratılışından (3. ayet) hemen sonra insanın ‘beyan’ yeteneğine işaret edilmesi, yaratılışın gayesinin bu yetenekle gerçekleştiğini, insanın bu yetenek olmadan eksik kalacağını vurgular. Bu ayette, insanın yaratılışından, insana has başka bir konuya geçiş vardır. 1. Delaletü’l-İktiza (Zımni Anlam) (عَلَّمَهُ الْبَيَانَ) ‘Beyanı öğretti’ ifadesi, zımnen (delaletü’l-iktiza) şunu gerektirir: Mademki Yüce Allah size açıklama yeteneği verdi, o halde bu yeteneği kullanarak hakkı açıklayın, batılı reddedin ve Kur’an’ın mesajını iletin. Ayetin lafzı emir değildir, ancak anlamı bunu zorunlu kılar. 2. Tenasüp (Uygunluk) ve Mütekabiliyet Beyan yeteneği, surenin ilerleyen kısımlarındaki muhakeme ve sorgulama üslubu ile (Hangi nimeti yalanlarsınız?) mükemmel bir tenasüp (uygunluk) içindedir. İnsanın bu soruları düşünüp cevaplayacak (beyan edecek) yeteneğe sahip olduğu hatırlatılır. 4’üncü ayet, îcâz sanatıyla insanlığın temel yeteneğini tanımlar, nazm açısından surenin temellerini atar ve delaletü’l-iktiza ile insanı bu yeteneğin sorumluluğunu almaya davet eder. 3. İ’rab Üçüncü ayette (خَلَقَ الْاِنْسَانَ) ‘İnsanı yarattı’ buyurularak, yaratılıştan bahsedilmektedir ve bu âmm / genel bir durumdur. Dördüncü ayette ise (عَلَّمَهُ الْبَيَانَ) ‘Ona (insana) beyanı öğretti’ denilerek, yaratılmış bu varlığın en önemli niteliğinden bahsedilir ki hâss / özel bir durumdur. Bu geçiş, insanın sadece fiziksel bir varlık olmadığını, aksine onu diğer canlılardan ayıran ve sorumlu kılan en temel özelliğin (beyan /konuşma / akıl yürütme) olduğunu vurgulamaktadır. İnsan, Kur’an’ın nazmında ‘konuşan varlık (hayvan-ı nâtık)’ olarak sunulmaktadır. |
| 3. TIBAK TENASÜB TEŞHİS İʿRAB | 6 | (وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ) ‘Yıldız ve ağaç (Allah’a) secde ederler.’ 1. Tıbak (Zıtlık) Sanatı Ayetin en belirgin belagat unsuru zıtlıktır. (النَّجْمُ) ‘Yıldız’, gökte (âlî / yüce mekanda) olanlardır. Buna karşılık (الشَّجَر) yerde (sâfil / aşağıda) olan, köklü ve köksüz sabit bitkilerdir. Göktekiler ile yerdekilerin bir arada zikredilmesi, Yüce Allah’ın kudretinin evrenselliğini gösteren mükemmel bir tıbak sanatıdır. 2. Tenasüp (Uygunluk) Sanatı Ayet, kendisinden önceki 5’inci ayetle ‘Güneş ve ay bir hesap iledir’ tam tenasüp (uygunluk) içindedir. Gök cisimlerinden (Güneş, Ay, Yıldız) yerdeki bitkilere (Ağaç) geçiş yapılarak, tüm kâinatın bir düzen içinde olduğu ve Yüce Allah’a itaat ettikleri (secde) vurgulanmaktadır. 3. Teşhis (Kişileştirme) (يَسْجُدَانِ) ‘Secde ederler’ ifadesi, cansız veya bitkisel varlıklar için kullanıldığında bir teşhis (kişileştirme) sanatıdır. Yüce Allah’ın koyduğu yasalara (fıtrat kanunlarına) mutlak itaat içinde oldukları kastedilir. Onların tam itaatlerine dair hakikat, insanın tanıdığı somut bir eylemle (secde) ifade edilmiştir. Ayet, i’rab (gramer) ve nazm (söz dizimi) açısından da çok önemli incelikler barındırmaktadır. 1. Fiilin Tesniye (İkil) Formda Gelmesi Arapça gramer kurallarına göre, cümlenin başında gelen bir fiil, fail (özne) ister ikil (tesniye) isterse de çoğul olsun, daima tekil (müfred) formda gelir. Örneğin: ‘Adamlar geldi’ demek için, ‘Câe er-ricâlu’ (tekil fiil + çoğul özne) denir. Ancak bu ayette özneler (Necm ve Şecer) ise (failler), iki ayrı tür olarak çoğuldur. ‘Yescüdân’ fiili de, ikil (tesniye) formda gelmiştir (ikisi de secde ederler). Bu, Arap dilinde caiz olan, fakat belagat için tercih edilen bir durumdur. Özneler fiilden önce zikredildiği için (النَّجْمُ وَالشَّجَرُ), fiil özneye uygun olarak ikil formda gelmiştir. 2. Belagat Açısından Önemi Bu ikil formun (يَسْجُدَانِ) ‘Secde ederler’ kullanılması, secde eyleminin her iki varlık türü tarafından ayrı ayrı ve kesinlikle yapıldığını vurgulamaktadır. Her birinin kendine has bir secde şekli ve itaat biçimi olduğu hissettirilmektedir. Gramer kuralının esnetilmesi, anlamı pekiştirmek ve sanatsal bir ahenk (nazm) yaratmak içindir. Yıldızların ve ağaçların (bitkilerin) secdelerine işaret edilerek, evrenin canlı şekilde ibadet halinde oldukları, yaratılış ilkeleri yönünde tam bir itaat üzere varlıklarını sürdürdükleri gösterilmiştir. Ayet, hem belagat sanatları (tıbak, tenasüp, teşhis) hem de i’rab (fiilin ikil gelmesi) açısından, Yüce Allah’ın evrensel kudretini ve her şeyin O’na boyun eğdiğini vurgulayan derin incelikler içermektedir. |
| 4. TAKDİM VE TEHİR ÖNCELİK VE SONRALIK | 7 | Normal Arapça cümle yapısında fiil önce, nesne sonra gelir. Beklenen dizilim şöyle olurdu: ‘Rafea’s-semâe.’ Ancak ayette dizilim şu şekildedir: (وَالسَّمَاءَ رَفَعَهَا) ‘Göğü yükseltti.’ Buradaki nazm (söz dizimi) unsurları, şu incelikleri sağlar: 1. Tahsis (Vurgu ve Özelleştirme) Nesne olan (السَّمَاءَ) ‘gök’ kelimesinin yüklemden (رَفَعَهَا) önce getirilmesi, vurgunun doğrudan gökyüzü üzerine yapılmasını sağlar. Sanki şöyle denilmektedir: ‘Yeryüzünü dengeye koymanın yanı sıra, özellikle gökyüzü, işte onu Allah yükseltti.’ Bu, muhatabın dikkatini özellikle bu muazzam yaratılışa çeker. 2. Haşmet ve Kudret Algısı Cümlenin bu yapısı, Yüce Allah’ın kudretinin büyüklüğünü ve sınırsızlığını pekiştirir. Gözle görülen o devasa ve direksiz göğün nasıl yükseltildiği sorusu zihinde belirir ve cevap hemen arkasından gelir: ‘Onu O (Allah) yükseltti.’ 3. Ahenk ve Edebi Akış Bu ayet, Rahman Suresi’nin genelindeki o muhteşem edebi ahenge (nazm-ı Kur’an) hizmet eder. Kendisinden önceki ve sonraki ayetlerle (Mizan, Arz, Feza) mükemmel bir ritim ve konu bütünlüğü oluşturur. Ayetteki nazm unsuru, kelimelerin yerini değiştirerek (takdim ve tehir) anlamı güçlendiren, vurguyu artıran ve ilahi kudreti zihinlerde sabitleyen bir edebi zirvedir. |
| 5. MÜNASEBÂTÜ’L-ÂYÂT AYETLERİN BİRBİRLERİ İLE UYGUNLUK İLİŞKİSİ | 10, 12 | Rahman Suresi’nde 10’uncu ayette geçen (الْأَرْضَ) ‘yeryüzü’ kelimesi ile 12’nci ayette geçen (الْحَبُّ) ‘tohum / taneler’ kelimeleri arasında, surenin genel ‘nazm’ (söz dizimi ve edebi ahenk) bütünlüğü içerisinde anlamlı ve güçlü bir irtibat (bağlantı) söz konusudur. 1. Konu Bütünlüğü ve Geçiş Ahengi (Nazm) Sure, Yüce Allah’ın evrendeki yaratma kudretini ve nimetlerini sayarken, göklerin yükseltilmesinden (ayet 7) sonra, hemen yeryüzünün dengesine (ayet 10) geçer. Bu bir geçiş ahengidir. Yeryüzünün, canlıların yaşaması için bir ‘mekan’ olarak hazırlanmasından sonra, bu mekanın işlevselliği, yani içindeki besin kaynakları ve bitkiler anlatılmaya başlanır. Ayet 10’da: (وَالْأَرْضَ وَضَعَهَا لِلْأَنَامِ) ‘Yeryüzünü de yaratıklar için (yaşamaya elverişli) kıldı’ buyurularak mekanı belirlenir. Ayet 11’de: (فٖيهَا فَاكِهَةٌ وَالنَّخْلُ ذَاتُ الْاَكْمَامِ) ‘Orada meyveler ve salkımlı hurma ağaçları vardır’ buyurularak bitkiler nazarlara verilir. Ayet 12’de: (وَالْحَبُّ ذُو الْعَصْفِ وَالرَّيْحَانُ) ‘Ayrıca yapraklı ve hoş kokulu ekinler (tohumlar) vardır’ buyurularak tohumlar ve besin döngüsüne işaret edilir. ‘Yeryüzü’ kelimesi, ‘tohumların’ yetiştiği yer, zemin ve ana kucağına işaret eder. Nazm yönünden bu iki kelime, ‘mekan-içerik / ürün ilişkisi’ içinde birbirini tamamlar. ‘Yeryüzü’ kelimesi genel bir nimetin çerçevesini çizerken, ‘tohum’ kelimesi bu çerçevenin içini dolduran spesifik bir nimeti belirtir. 2. İki Evrensel Nimetin Zincirlemesi Nazm, Kur’an’ın kelimeleri rastgele değil, belirli bir hikmet ve sıra ile dizmesidir. Burada bir nimet zincirlemesi söz konusudur: Allah göğü yükseltti ve mizanı (dengeyi) kurdu (7-8). Dengeyi kurduğu bu sistemde yeryüzünü (arz) hazırladı (10). Bu yeryüzünde hayatın devamı için temel besin kaynaklarını, yani tohumları (habb) var etti (12). Bu durum, belagat açısından ayetler arasında mükemmel bir ‘tertip’ (sıralama) ve ‘münasebet’ (uygunluk) olduğunu gösterir. Kelimeler, okuyucunun zihninde birbiriyle bağlantılı, mantıklı ve akıcı bir manzara oluşturur. |
| 6. REDDÜ’L- ACÜZ ALE’S- SADR VE RİTİM | 31 kez | (فَبِاَیِّ اٰلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ) ‘Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?’ Bu ayet-i kerimenin 31 kez tekrarı, surenin başından sonuna kadar akan, akılda kalıcı, kulak tırmalamayan ve dinleyiciyi hipnotize eden bir ritim ve müzikalite oluşturur. Bu ahenk, surenin sadece okunmasını değil, aynı zamanda ezberlenmesini ve hissedilmesini kolaylaştırır. Her nimet zikredildiğinde bu ayetin gelişi, o nimetin ağırlığını ve önemini artıran bir ahenk ve etki meydana getirir. Bu nazm özelliği, muhatapla (insanlar ve cinler) bir diyalog ve münazara (tartışma) üslubu kurar. Bu üslup, bir sorgulama ve ikna tekniğidir. Yüce Allah, sayısız nimetlerini (yaratılış, denge, gök, yer, bitkiler, denizler, Cennet) bir delil zinciri gibi sıralar. Her delilden sonra muhatabına, ‘Bu apaçık nimetleri / vahdaniyet delillerini nasıl inkâr edersiniz?’ diye sorar. Bu, muhatabın itiraz etme kapısını kapatan çok güçlü bir retorik sorudur. 31 kez tekrarlanması, muhatabın dikkatinin dağılmasını engeller ve sürekli olarak Yüce Allah’ın rahmetine ve kudretine odaklanmasını sağlar. Surenin nazmı (kompozisyonu), kainatın yaratılışı, Cehennem ve azap, Cennet ve nimetler, daha üstün Cennetler şeklinde kusursuz bir simetri üzerine kuruludur. |
| 7. TEMATİK BÜTÜNLÜK | 1-25 (Yaratılış) 26-45 (Ceza) 46-78 (Cennet) | Üçleme 1. Yaratılış ve Nimetler Bahsi (Ayetler, 1-25) Bu bölümde, Yüce Allah’ın güzel isimleri, Kur’an’ı öğretmesi, kainattaki denge (mîzan), gökler, yeryüzü, bitkiler, denizler ve okyanuslardaki nimetler anlatılır. Buradaki nazmın amacı, muhatabı Yüce Allah’ın mutlak kudreti ve rahmeti konusunda ikna etmektir. Bu sebeple, canlılar için gerekli olan tüm yaşam alanları ve kaynakları bir bütünlük içinde sunulur. 2. Ceza Bahsi (Ayetler, 26-45) Bu bölümde, dünya hayatının fani olduğu, ardından kıyametin kopması, hesap günü, suçluların tespiti ve Cehennem’in tasviri yapılır. İlk bölümdeki nimetlere nankörlük edenlerin karşılaşacağı akıbet, müstakil bir bölüm olarak ele alınır ve adalet teması işlenir. 3. Cennet Bahsi (Ayetler, 46-78) Bu bölümde ise Rablerinden korkanlara vaat edilen iki Cennet ve ardından daha aşağı mertebede olan diğer iki Cennet’in tasviri yapılır. Yüce Allah’ın rahmetine ve nimetlerine şükredenlerin mükâfatı, yine bir bütünlük içinde ve önceki bölümlerle tezat oluşturacak şekilde sunulur. Bu üç bölümün art arda gelmesi, surede şu nazm özelliklerini oluşturur: Kurgusal Akış: Sure, bir argüman zinciri gibi ilerler. Önce deliller sunulur (Yaratılış), sonra bu delillere karşı tavır alanların durumu (Ceza) ve itaat edenlerin durumu (Cennet) anlatılır. Denge ve Simetri: Nimetlere karşılık inkâr ve itaat edenlerin akıbetlerinin dengeli bir şekilde sunulması, nazmın temelini oluşturan simetriyi sağlar. |
| 8. MUKABELE | Sure boyunca | Rahman Suresi’nin genelinde, ayetler arasında mükemmel bir karşıtlık (mukabele) sanatı ve reddü’l-acüz ale’s-sadr (başlangıcı sona bağlama) tekniği bulunmaktadır. Sure boyunca Cennet ve Cehennem, müminler ve kâfirler, dünya ve ahiret gibi zıtlıklar işlenmiştir. Sure, soyut kavramları somut ve canlı imgelerle sunar. Muhatap, gözlerini kapattığında iki farklı kaderi aynı anda zihninde canlandırmak zorunda kalır: 1. Cehennem İmgelemi: Kaynar suyun fokurdaması, dumanlar, azap ve çaresizlik gibi dehşet verici, kasvetli ve acı dolu sahneler. 2. Cennet İmgelemi: Akan pınarlar, yeşil bahçeler, tahtlar üzerinde yaslanan eşler, taze meyveler (nar, hurma) ve huzur gibi parlak, davetkâr ve dingin sahneler. Bu yan yana getirme, bir film şeridi gibi zıt dünyaları peş peşe gösterir ve muhatabın bu iki akıbet arasındaki muazzam farkı idrak etmesini sağlar. |
| 9. DENGE (TEVAZÜN) VE KAPSAYICILIK | 33 | (يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ) ‘Ey cin ve insan toplulukları.’ Yüce Allah’ın hitabı, yeryüzünün irade sahibi iki temel sakinine, yani cinlere ve insanlara yöneliktir. Bu iki varlık türünün birlikte zikredilmesi, hitabın evrenselliğini ve kapsayıcılığını gösteren bir dengedir. İki farklı yaratılışı (cin ateşten, insan topraktan) bir araya getirerek bir bütünlük oluşturulmuştur. (الْجِنِّ) ‘Cin’ ve (الْإِنسِ) ‘ins’ kelimeleri arasındaki ses uyumu ve kısalık, kulağa hoş gelen bir ritim ve ahenk yaratmaktadır. Bu, ayetin akılda kalıcılığını ve etkileyiciliğini artırmıştır. Anlamsal sıralama simetrisi (takdim ve tehir) açısından baktığımızda, bu ayette cinlerin önce zikredilmesinin nedeninin, cinlerin gök kubbeden haber çalma konusunda daha yetenekli olduklarını düşündürür. Dolayısıyla meydan okuma, önce daha güçlü addedilen tarafa yapılmıştır. Fakat, daha başka ayetlerde, örneğin İsra Suresi, 88’inci ayette ise ‘insanlar’ önce zikredilmiştir: ‘De ki, eğer insanlar ve cinler…’. Bu durum, konunun bağlamına göre kelimelerin yer değiştirmesiyle oluşan çapraz simetri (karşılıklı denge) örneğidir. |
| 10. TENÂSÜB | 11 & 68 | (فٖيهَا فَاكِهَةٌ) ‘Orada (yeryüzünde) meyveler…’ (11) (فٖيهِمَا فَاكِهَةٌ) ‘Her iki (Cennet’te) meyveler…’ (68) 1. Nazm Açısından ‘Münasebet’ (Uygunluk) ve Karşılaştırma İki ayet arasındaki en temel incelik, dünya nimetleri ile ahiret nimetleri arasında kurulan münasebettir (ilişkidir). Dünya meyvesi (Ayet 11), insanların aşina olduğu, fani, sonlu ve kusurlu meyvelerdir. Cennet meyvesi (Ayet 68) ise, ebedi, kusursuz, hayal gücünü aşan ve sürekli erişilebilir meyvelerdir. Nazm, bu iki kelimeyi yan yana getirerek muhatabın zihninde bir karşılaştırma imgelemi oluşturur. Dünyadaki nimeti bir ‘misal’ olarak sunar ve ardından Cennetlerdeki nimetlerin ondan çok daha üstün olduğunu, ancak isminin aynı olduğunu ima eder. Bu, Cennetlerin cazibesini artırır. 2. Tenasüb-i Lafzî (Lafız Uygunluğu) ve Ahenk (فَاكِهَةٌ) ‘Fâkihe’ kelimesinin hem 11’inci hem de 68’inci ayette kullanılması, surenin başından sonuna kadar devam eden o eşsiz lafzî (sözlü) ahenge ve ritme destek verir. Surenin genel nazmı içinde bu kelimenin tekrarı, surenin akıcılığına ve bütünlüğüne hizmet eder. 3. Vurgu ve İkna Tekniği (فَبِاَیِّ اٰلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ) ‘Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?’ tekrarının hem öncesinde hem sonrasında (فَاكِهَةٌ) ‘fâkihe’ kelimesinin zikredilmesi, nimetin kendisine yapılan vurguyu artırır. Muhataba şöyle sorulmuş gibi olur: ‘Gördüğün şu dünya meyvesini inkâr edebilir misin? Hayır. O zaman vaat edilen Cennet meyvelerini nasıl inkâr edersin?’ 4. Edebi Sanat Olarak Tevriye (Çift Anlamlılık İması) Belagat açısından, ‘fâkihe’ kelimesinin her iki ayette de kullanılması, kelimenin temel anlamının aynı kalmakla birlikte, niteliklerinin tamamen farklı olduğunu hissettirir. Bu, bir nevi tevriye (bir kelimenin hem yakın hem uzak anlamını kastetme) sanatının izlerini taşır. Zira, Cennet meyvelerinin hakikati dünyadakinden bütünüyle farklıdır. |
| 11. TERTİB, CİNÂS VE AHENK | 56’ncı ve 72’nci ayetler | Surede iki katmanlı bir Cennet tasviri vardır. İlk zikredilen ‘iki Cennet’ (ayet 46 ve sonrası) daha üst mertebe, sonrakiler (ayet 62 ve sonrası) ise daha alt mertebedir. Her iki ayetteki (56 ve 72) ifadeler bu mertebelere uygun olarak seçilmiştir. Ayet 56 (Üst Cennetler): (قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ) ‘Gözlerini (eşlerinden başkasına) dikmeyenler / bakışlarını kısanlar.’ Bu beyan, kadının kendi iradesiyle yabancılara bakmadığını belirtir. Bu, iradi bir davranıştır ve daha üstün bir niteliktir. Ayet 72 (Alt Cennetler): (حُورٌ مَقْصُورَاتٌ فِى الْخِيَامِ) ‘Çadırlara kapanmış huriler).’ ‘Makṣūrāt’ (kapanmış, sınırlandırılmış) ifadesi, kadınların dışarıdan gelebilecek bakışlardan korunmuş olduğunu, çadırlarda tutulduğunu ifade eder. Nazmın inceliği buradadır. Üstün Cennetlerdeki kadınlar iradeleriyle bakışlarını kısarken, alt cennetlerdeki kadınlar ise koruma altındadırlar. Bu, Cennet ehlinin amellerine göre derecelendirilmesinin, dil yoluyla gösterilmesidir. Ayetler arasında doğrudan bir tıbak (zıtlık) yoktur, ancak kelimelerin kökleri arasında bir ahenk vardır: قَاصِرَاتُ (kısanlar) مَقْصُورَاتٌ (kapanmış olanlar) Aynı kökten (k-s-r) türeyen bu kelimeler, ‘nazm’ açısından kulağa hoş gelen bir lafzî münasebet (söz uyumu) yaratır. Ayet 72, hurileri ‘çadırlara kapanmış’ olarak tasvir ederek, onların mahremiyetini ve korunmuşluğunu vurgulayan güçlü bir teşbih (benzetme) sanatı içermektedir. |
| 12. DELALETÜ’L-İKTİZA | 31 kez tekrar | (فَبِاَیِّ اٰلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ) ‘O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?’ Bu cümlenin nazmı (söz dizimi), açıkça bir emir veya yasak içermez. Ancak zımni olarak (delaletü’l-iktiza yoluyla) şu anlamları gerektirir: 1. Gizli Emir Anlamı Ayetin tekrarı, doğrudan bir emir olmasa da, muhataba zımnen şu emri vermektedir: ‘O halde Rabbinizin nimetlerini inkâr etmeyin, şükredin ve Rabbinize itaat edin.’ Ayetin lafzı bu emri içermez ama anlamı bunu gerektirmektedir (iktiza). 2. Gizli Yasak Anlamı Aynı şekilde, bir yasak anlamı da barındırır: ‘O halde Rabbinizin nimetlerini yalanlamayı bırakın.’ Bu da nazmın gerektirdiği zımni bir yasaktır. 3. Hüküm ve Muhakeme Anlamı Surede peş peşe sıralanan delillerin (gök, yer, deniz vb.) ardından bu ayetin gelmesi, muhatabın bu deliller üzerine düşünmesini ve Yüce Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmesini zorunlu kılar. Aksi takdirde, sunulan deliller anlamsız kalır. Rahman Suresi, belagat açısından ‘delaletü’l-iktiza’ sanatını, soru kalıbındaki ayetleriyle en üst düzeyde kullanır. Ayetlerin lafzı bir soru sorar, ancak nazmı (söz dizimi ve bağlamı), muhatabın inkârı terk edip imana gelmesi ve şükretmesi gerektiği yönünde zımni bir hüküm ve zorunlu bir anlam içerir. |
| 13. ÎCÂZ VE İHTİSAR | 64 | (مُدْهَامَّتَانِ) ‘O iki Cennet koyu yeşil renktedir.’ 1. En Kısa Ayet ile Maksimum Anlam En kısa Kur’an ayetlerinden biridir ve tam bir hüküm cümlesi oluşturur. Bu, belagatte ‘îcâz’ (özlülük, kısa ve öz anlatım) sanatının mükemmel bir örneğidir. Tek kelimeyle, bir değil, iki Cennet’in de niteliğini (yemyeşil, siyaha yakın denecek kadar gür ve sulanmış) anlatır. Bu kelime, dilin imkanlarını sonuna kadar kullanarak, uzun cümlelerle ifade edilebilecek bir manzarayı, tek bir imajla zihne nakşetmektedir. 2. Vurgu ve Tahsis (Özelleştirme) Ayetteki vurgu, doğrudan bu Cennetlerin eşsiz rengine ve yeşil bitkilerdeki gür yapıyı gözler önüne serer. Eğer bu kelime daha uzun bir cümlenin parçası olsaydı, bu denli çarpıcı olmazdı. Tek başına bir ayet olarak gelmesi, muhatabın dikkatini o an sadece bu muhteşem niteliğe odaklar. 3. Ritim ve Ahenge Katkı (Nazm ve Fasıla) Rahman Suresi’nin tamamı, sonu ‘…ân’ (ritim) ile biten ayetlerle kurulu müzikal bir ahenge (fasıla) sahiptir. (مُدْهَامَّتَانِ) kelimesi de bu genel ritme mükemmel bir şekilde uyar. Tek kelimeden oluşan bir ayet, surenin akışında bir soluklanma noktası oluşturur. Ancak ritmi bozmaz, aksine pekiştirir. 4. Cennet Tasvirinde Görsel Güç (مُدْهَامَّتَانِ) kelimesi, ‘dehmet’ kökünden gelir ve aşırı sulamadan, gürlükten dolayı, rengi koyu yeşilden siyaha çalmış bahçeler anlamına gelir. Tek kelimelik bu ayet, muhatabın zihninde, birden o gür ve serin Cennet bahçelerinin canlı bir imajını oluşturur. Hem muazzam bir görsel imge sunar, hem de surenin genel nazm (edebi kompozisyon) ve ritmine kusursuz bir uyum sağlar. |
| 14. HÜSN-İ HİTÂM | 78 | (تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِى الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ) ‘Celâl ve ikram sahibi Rabbinin adı yücedir.’ 1. Surenin Özeti ve Kapanışı (Hüsn-i Hitâm) Bu ayet, ‘hüsn-i hitâm’ (güzel sonlandırma) sanatının zirvesidir. Sure başından sonuna kadar Yüce Allah’ın sayısız nimetlerini, kudretini ve adaletini anlattıktan sonra, tüm bu anlatılanların tek bir kaynağa, Celâl ve İkram sahibi Rab’be ait olduğuna vurgu yapar. Surenin tamamını tek bir cümleyle özetler. 2. Güzel İsimler ve Yüksek Sıfatlarla Zirve Ayet, Allah’ın en güzel isimlerini ve yüksek sıfatlarını zikrederek bir taçlandırma yapar: ‘Tebarek’ (Ne yücedir / ne mübarektir): Bütün nimetlerin kaynağı olan zatın büyüklüğünü ifade eder. ‘Zi’l-Celâli ve’l-İkram’ (Celal ve İkram sahibi). Celâl: Allah’ın azametini, büyüklüğünü, Cehennem azabını gerektiren haşmetini (surenin ceza bahsine atıf) beyan eder. İkram: Allah’ın lütfunu, cömertliğini, Cennet nimetlerini (surenin cennet ve nimet bahsine atıf) ifade eder. Bu iki ayrı sıfatın bir arada kullanılması, Allah’ın hem korkulan hem de sevilen, hem azap eden hem de lütfeden olduğunu gösteren bir tıbak (zıtlık sanatı) içerir. Bu, surenin başından beri işlenen zıt temaların (Cennet / Cehennem, Mümin / kafir) nihai bir özetidir. 3. Vurgu ve İtirazsız Teslimiyet Surenin başından beri 31 kez tekrarlanan ‘O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?’ sorgusunun ardından gelen bu son ayet, muhatabı susturur ve tam bir teslimiyete davet eder. Soru fasılları biter, tek ve mutlak bir cevap verilir. Her şey, O Celal ve İkram sahibi Rabbin eseridir. 4. Nazm Açısından Kapanış Ahengi Ayetin sonu, surenin genel nazmına (edebi ahengine) uygun olarak biter. Bu ses, surenin genelindeki ritmik yapıyı koruyarak kulağa hoş gelen, güçlü ve tatmin edici bir kapanış sağlar. |
| 15. İʿCÂZ, ÎCÂZ, VURGU, TENASÜP VE TAVZİH | 16 | (يَخْرُجُ مِنْهُمَا اللُّؤْلُؤُ وَالْمَرْجَانُ) ‘Her ikisinden de inci ve mercan çıkar.’ Ayetin en dikkat çekici nazm özelliği, 19’uncu ve 20’nci ayetlerle olan bağlantısıdır. 19’uncu ayette şöyle buyurulur: (مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ) ‘İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir.’ Bu iki denizden biri tatlı, diğeri tuzludur. 1. İʿcâz (Mucizevi Anlatım) Zımni Anlam (Delaletü’l-İktiza): Ayetteki (مِنْهُمَا) ‘her ikisinden de’ ifadesi, lafız (söz) olarak vehle-i ûlâda (ilk bakışta / o dönemin insanının anlayışında) ‘o iki denizin birleştiği bölgeden’ anlamındadır. Yani inci ve mercan, tatlı su ile tuzlu suyun karıştığı haliyle oluşan özel ekosistemden, haliçlerin, lagünlerin, mercan resiflerinin bulunduğu kıyı bölgelerinden çıkar. Bugün bile en kaliteli inciler ve mercanlar tam da böyle bölgelerde bulunur. Büyük nehirlerin (Amazon, Ganj, Nil vb.) denize döküldüğü, tatlı suyun tuzlu suyla karıştığı delta ve haliçlerde. Mesela, ‘Bahreyn’ adı bile “iki deniz” anlamına gelir. Basra Körfezi tam da böyle bir bölgedir. Orada hem tatlı su (Şattülarap’tan) hem tuzlu su vardır ve 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında dünya inci ticaretinin merkezidir. Ancak (مِنْهُمَا) ‘her ikisinden de’ ifadesi, ‘hem tatlı, hem de tuzlu sudan’ anlamını da bünyesinde barındırmaktadır. ‘Tatlı sudan inci mi çıkar?’ sorusu, biraz anlamsız kalmaktadır. Çünkü günümüzde tatlı su incileri (freshwater pearls) vardır ve küresel inci pazarının büyük çoğunluğunu oluşturur. Tatlı su incisi üretiminin ana merkezi açık ara farkla Çin’dir. Kalitesi deniz incisine göre biraz daha düşük olsa da tatlı su incisi kesinlikle vardır. Yani ayet-i kerime, 1400 yıl önce nazil olduğunda, insanlar sadece tuzlu su incisini biliyorlardı. Ama Kur’an, ‘her ikisinden de inci çıkar’ diyerek, tatlı su incisini de haber vermiş olmaktadır. Bugün bunu biliyoruz. Bu ifade, Yüce Allah’ın her iki farklı doğayı (tatlı ve tuzlu su) bir araya getirme kudretini gösterdikten hemen sonra, bu zıtlık içinden değerli mücevherleri (inci ve mercan) çıkarmasıyla, ilahi kudretin sınır tanımazlığına işaret eder. Ayrıca, ayetin lafzının dar bir anlama sıkıştırılmaması, Kur’an’ın kapsamlı üslubuna daha uygun görünmektedir. 2. Îcâz (Özlülük) Ayetin kendisi oldukça kısa ve özlüdür (îcâz). Uzun uzadıya inci ve mercanın nasıl oluştuğu anlatılmaz. Sadece ‘çıkar’ denilerek, muazzam bir biyolojik ve jeolojik süreç tek bir fiille ifade edilir. Bu, aynı zamanda Kur’an’ın edebi mucizesinin (iʿcâz) bir parçasıdır. 3. Vurgu ve Nimetlere Dikkat Çekme İnci ve mercan, günümüzde dahi bilinen en değerli süs eşyalarıdır ve zenginlik göstergesidir. Bu nimetlerin zikredilmesi, muhatapların dikkatini somut, değerli ve estetik nimetlere çekmektedir. 4. Tenasüp (Uygunluk) Denizlerin zikredildiği bağlamda, deniz ürünlerinden olan inci ve mercanın zikredilmesi, konu akışı içinde mükemmel bir tenasüp (uygunluk) sanatı örneğidir. Cümleler arası irtibat (nazm), bu uygunluk sayesinde kusursuzdur. |
| 16. TAHADDÎ, ÎCÂZ, TIBÂK | 33 | يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُوا لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍ ‘Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çaplarından çıkmaya gücünüz yeterse çıkınız. Büyük bir güç olmadıkça çıkamazsınız.’ Ayetteki (اَقْطَارِ) kelimesi günümüze kadar genelde ‘sınırlar, kenarlar’ gibi anlaşılmışsa da, modern bilimin ışığında, ‘evrenin genişlemesi’ ve ‘çapının büyümesi’ gibi kavramlarla birlikte düşünüldüğünde, ‘çap’ anlamı da doğrudur ve ayetin mucizevi (iʿcaz) yönüne bir delil teşkil eder. Genellikle ‘sınırlar’ veya ‘taraflar / bölgeler’ anlamı tercih edilse de, ‘çap’ anlamı da kelimenin bünyesinde barındırdığı geniş manalardan biridir. Ayet-i kerime, belagat açısından çok güçlü ve meydan okuyucu bir üsluba sahiptir. Şöyle ki: 1. Meydan Okuma Üslubu (Üslub-u İstifham-ı İnkarî) Ayet, bir soru ‘gücünüz yeterse?’ ile başlamakta, ancak cevap beklenmemektedir. Bu, belagatte ‘istifham-ı inkârî’dir. Yani, ‘gücünüz yetmez’ demektir. Bu konuda cinlerin ve insanların acizliğini vurgular. 2. Hitapta Kapsayıcılık (Nazm) (يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ) ‘Ey cin ve insan toplulukları!’ ifadesi, yeryüzünün akıl sahibi tüm varlıklarını kapsar. Nazm açısından bu sıralama, muhatap yelpazesinin genişliğini ve meydan okumanın evrenselliğini gösterir. 3. Îcaz (Özlülük) (لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍ) ‘Ancak büyük bir güç olmadıkça çıkamazsınız’ ifadesi, büyük bir gerçeği kısa ve öz bir şekilde ifade eder. O ‘sultân’ (güç), Yüce Allah’ın izni, emri ve insanlarla cinlere bahşettiği teknolojik ve manevi güçtür. 4. Tıbak (Zıtlık Sanatı) Ayetin içinde (السَّمٰوَاتِ) ‘gökler’ ve (الْاَرْضِ) ‘yer’ kelimeleri bir arada kullanılarak, kâinatın iki ana zıt kutbu (yukarı / aşağı) zikredilir ve bir denge oluşturulur. |
| 17. VURGU TAKDİM- TEHİR TIBAK MÜNASEBET | 46 | (وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهٖ جَنَّتَانِ) ‘Rabbinin makamından korkan kimse için iki cennet vardır.’ 1. Nazm Açısından ‘Vurgu’ ve ‘Takdim-Tehir’ Ayetin Arapça söz dizimindeki (nazm) en güçlü özellik, vurgudur. Normal cümle yapısının, (جَنَّتَانِ لِمَنْ) ‘İki cennet vardır o kimse için ki…’ şeklinde başlaması beklenirken, ayet (وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهٖ) ‘Rabbinin makamından korkan kimse için…’ cümlesini önceye almakta, (جَنَّتَانِ) ‘İki cennet vardır’ cümlesini sona bırakmaktadır. Bu ‘takdim ve tehir’ (öne alma ve sona bırakma) sanatı, belagat açısından şu incelikleri gösterir: Ödülün Değeri Ödül olan ‘iki Cennet’ kelimesinin sona bırakılması, muhatapta bir merak uyandırır ve ödül müjdesinin etkisini artırır. Amelin Önemi Asıl vurgu, Cennet’i kazandıran eyleme / amele, yani ‘Rabbinin makamından korkma’ hususuna yapılır. Amelin (korkunun) ne kadar önemli olduğu vurgulanır. 2. Tıbak (Zıtlık Sanatı) ve Psikolojik Denge Ayet, psikolojik ve anlamsal bir zıtlık (tıbak) içerir. ‘Korku’ (hâfe) hissi, genellikle olumsuz, kaçınılması gereken bir duygu olarak algılanır. ‘Cennet’ (cennetân) ise arzulanan, olumlu, mükafat dolu bir mekandır. Ayet, bu iki zıt kavramı birleştirerek şu inceliği sunar: Yüce Allah’a karşı duyulan saygı dolu korku (haşyet) ceza getirmez. Aksine, en büyük lütfu ve güvenliği (Cennet’i) getirir. Bu, muhatapta psikolojik bir denge ve derin bir anlam oluşturur. 3. Cennet ve Cehennem Temalarının Dengesi (Münasebet) Ayet, surenin genel nazmı içinde mükemmel bir ‘münasebet’ (uygunluk) sağlar. Önceki ayetlerde Cehennem ve azap (Celâl sıfatı) anlatıldıktan sonra, bu ayetle birlikte rahmet ve Cennet (İkram sıfatı) bahsine geçilir. Bu geçiş, surenin tematik bütünlüğünü sağlayan keskin ve etkileyici bir dönüm noktasıdır. |
| 18. İLTİFÂT | 33 & 34 | (يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ) ‘Ey cin ve insan toplulukları!’ cümlesinden, (رَبِّكُمَا) ‘Her ikinizin Rabbi’ cümlesine geçiş. ‘İltifat’, Yüce Allah’ın sözün akışı içinde gaib / 3’üncü şahıstan, muhatap / 2’nci şahsa veya aksine üslubu aniden değiştirmesidir. 1. Dikkati Canlı Tutma (Zihinleri Uyandırma) 33’üncü ayette, cinler ve insanlar topluluğuna genel bir hitap ve meydan okuma vardır. 34’üncü ayetteki ani dönüşüm, genel dinleyici kitlesini birebir muhatap almıştır. (Siz ikiniz – insan ve cin türleri). Bu ani geçiş dinleyicinin, ‘Evet, bu doğrudan bana söyleniyor’ hissini uyandırır, dikkatinin dağılmasını engeller ve ayetin etkisini artırır. 2. Meydan Okumaktan Sorgulamaya Geçiş 33’üncü ayet, bir eylem (göklerin ve yerin sınırlarından geçme) hakkında konuşur (3. şahıs kipinde bir eylemi tarif eder). Hemen ardından gelen 34’üncü ayet ise, bu eylemin sonuçlarına ve bu kudretin kaynağına dikkat çekerek, doğrudan bir vicdan muhasebesi başlatır. 3. Samimiyet ve Yakınlık Hissi Genel bir hitaptan (3’üncü şahıs), doğrudan muhatap alınan bir forma (2’nci şahıs) geçmek, bir samimiyet ve yakınlık hissi doğurur. Yüce Allah’ın kudretini anlatan ayetlerden sonra, bu kudretin sahibi olan Rabbin onlara ne kadar yakın olduğu hissettirilir. 4. Psikolojik Etki ve İkna Gücü Bu iltifat, Sure’nin genel ikna stratejisine hizmet eder. Önce dışarıdan bir gözlemci gibi kainat anlatılır, sonra aniden muhataba dönülerek, ‘Tüm bu nimetleri sana veren Rabbinin nimetlerini nasıl inkâr edersin?’ diye sorulur. Bu, psikolojik olarak daha etkileyici ve ikna edicidir. Bu kip değişikliği, belagatteki ‘iltifat’ sanatının mükemmel bir örneğidir. Muhatabın zihnini sürekli uyanık tutan, anlatıma dinamizm katan ve ayetlerin ikna ediciliğini maksimize eden edebi bir hitaptır. |
| 19. MÜNASEBET MUKABELE TIBAK İLTİFAT DEVAMLILIK ÎCÂZ MÜBÂLÂĞA-İ MÂNİ‘A | 35 | (يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَنُحَاسٌ فَلَا تَنْتَصِرَانِ) ‘Üzerlerinize ateşten yalın bir alevle kıpkızıl bir bakır / duman gönderilir de kendinizi koruyamazsınız.’ 1. Karşılaştırma ve Tezat (Münasebet ve Tıbak) Bu ayet, 33’üncü ayetteki meydan okumayla doğrudan bir tezat oluşturur. ‘Göklerin ve yerin sınırlarından çıkmaya gücünüz yeterse çıkın.’ (Ayet 33) Yani, yapamazsınız, acizsiniz. ‘Üzerinize ateşten alev gönderilir de kendinizi koruyamazsınız.’ (Ayet 35) Acizliğinizin ispatı budur. Belagat açısından bu, bir ‘münasebet’ (konu uygunluğu) ve ‘mukabele’ (karşılama / karşılaştırma) sanatıdır. Önceki ayetteki uyarı, sonraki ayette somut bir tehdit ile desteklenir. 2. Somut İmgelem ve Dehşet Verici Tasvir Ayet, muhatabın zihninde güçlü ve dehşet verici bir imgelem oluşturur. Kullanılan kelimeler çok çarpıcıdır: (شُوَاظٌ): Yalın alev, dumansız ateş. (نُحَاسٌ): Kıpkızıl bakır, erimiş maden, duman. Bu iki unsurun birleşimi, Cehennem’in sadece ateşten ibaret olmadığını, aynı zamanda boğucu, yakıcı ve metalik bir dumanla kaplı olduğunu gösteren somut bir tasvirdir. Bu tasvir, muhatapta korku (tahvîf) hissini artırır. 3. Vurgu ve Îcâz (Özlülük) (فَلَا تَنْتَصِرَانِ) ‘Kendinizi koruyamazsınız’ ifadesi, tam bir acizlik vurgusu yapar. ‘İntisar’ kelimesi, sadece korunmak değil, aynı zamanda başkasından yardım alarak galip gelmeye çalışmak anlamına da gelir. Ayet, ne kendi güçleriyle ne de başkalarının yardımıyla kurtulamayacaklarını, hem insanlara hem de cinlere kısa ve öz (îcâz) bir şekilde belirtir. 4. Hitapta Devamlılık (İltifat Sonrası Geri Dönüş) 33 ve 34’üncü ayetlerdeki ‘iltifat’ sanatından sonra (3’üncü gaip şahıstan 2’nci muhatap şahsa dönüş), 35’inci ayette de (عَلَيْكُمَا) ‘üzerlerinize’ ve (فَلَا تَنْتَصِرَانِ) ‘her ikiniz de yardım alamazsınız’ denilerek 2’nci şahıs kipiyle devam edilmiştir. Bu, muhatabı doğrudan tehdit etmeye devam ederek, psikolojik baskıyı sürdürmüştür. |
10.5. Ahzâb Suresi 4’üncü Ayet-i Kerîmesi
مَا جَعَلَ اللّٰهُ لِرَجُلٍ مِنْ قَلْبَيْنِ فٖى جَوْفِهٖ ۚ وَمَا جَعَلَ أَزْوَاجَكُمُ الَّات۪ي تُظَاهِرُونَ مِنْهُنَّ أُمَّهَاتِكُمْ ۚ وَمَا جَعَلَ أَدْعِيَاءَكُمْ أَبْنَاءَكُمْ ۚ ذَٰلِكُمْ قَوْلُكُمْ بِأَفْوَاهِكُمْ ۖ وَاللّٰهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّب۪يلَ
‘Allah, hiçbir erkek için, hiçbir şekilde iki kalp yaratmamıştır. Kendilerine zıhâr yaptığınız eşlerinizi anneleriniz yapmamıştır. Evlatlıklarınızı da öz çocuklarınız yapmamıştır. Bu, sizin ağızlarınızla söylediğiniz (gerçeği olmayan) sözlerinizdir. Sadece Allah, gerçeği söyleyendir ve sadece Allah doğru yola iletendir.’ (Ahzab, 33/4)
Bu ayet, Cahiliye döneminde yerleşik hale gelmiş iki kalp iddiasını, eşi anneye benzeterek boşama davranışını (zıhâr) ve evlat edinilmiş bireylerin öz çocuklar sayılması gibi üç kadar yerleşik batıl adeti reddetmektedir.
Ayet-i kerime, belâgatin (Kur’an’ın edebî üstünlüğü) ana bilim dalları olan meʿânî (anlam ilmi), beyan (ifade ilmi) ve bedîʿ (söz sanatları ilmi) yönlerinden zengin nüktelere sahiptir. Bu belâğî unsurlar, ayetin kısalığını (îcâz), vurgusunu (tekit) ve hikmetini artırarak muhatapları ikna ve irşat etmektedir.
Şimdi bu unsurlara dayalı bir şekilde, ayet-i kerimenin analizini yapmaya çalışacağız.
10.5.1. Meʿânî İlmi Açısından Nükteler (Anlam Derinliği ve Bağlam Etkisi)
Bu ayet-i kerime, batıl iddiaları genel ve kısa ifadelerle reddederken, Yüce Allah’ın hakikati beyan buyurduğunu vurgulamaktadır:
a) Îcâz / İhtisâr ve Itnâb (Kısalık ve Genişlik)
Îcâz ve ihtisar, bir düşünce veya maksadın anlamına zarar vermeden, açıklama ve ayrıntılarına girilmeden, kısa ve özlü bir biçimde ifade edilmesidir. Itnâb ise, anlatımı güçlendirmek için sözü detaylandırmak demektir.
Ayet-i kerime, (مَا جَعَلَ اللَّهُ) ‘Allah, kılmamıştır (yapmamıştır)’ ifadesini üç kez tekrarlayarak (ıtnâb yoluyla vurgu) batıl hükümleri iptal etmektedir. Ancak diğer taraftan, genel bir hükümle de îcâz / ihtisâr sağlamaktadır. Çünkü (رَجُلٍ) ‘adam’ kelimesinin nekre (belirsiz) kullanımı, hükmün tüm insanları kapsadığını işaret etmektedir. (مِنْ) ‘…den / dan’ ve (فِي جَوْفِهٖ) ‘göğsünde’ gibi ek harfler ve kelimeler, cahiliye insanlarının iddialarındaki imkânsızlığı genelleştirmekte, söz konusu kişilerin sözlerini ret hususunu pekiştirmektedir. Bu üslup, ayetin anlamını kıyamete kadar kapsamlı hale getirerek, Cahiliyenin batıl uygulamalarını tamamen yok etmektedir.
Burada, (قَلْبَ) ‘kalp’ ve (جَوْفِ) ‘göğüs / iç boşluğu’ kelimelerindeki şu nükteler de göz önüne alınmalıdır:
Mekan ve Muhteva İlişkisi:
(جَوْفِ) ‘Göğüs / iç boşluğu’, (قَلْبَ) ‘kalbin’ içinde bulunduğu ‘zarf’tır. Ayet-i kerime, fiziksel boşluğun (karın boşluğunun) sınırlı ve tek olduğunu, dolayısıyla içine yerleşecek olanın da ancak tek olabileceğini ihsas ettirmektedir.
Mantıksal Tutarlılık:
Bir insanın iki farklı babası veya iki farklı kişiliği olamayacağı gibi, iki kalbi de olamaz. Bu cümle, aslında ayetin devamındaki zıhâr ve evlatlık meselelerine bir ‘akli mukaddime’ oluşturmuştur. Yani, ‘fiziksel olarak imkansızı nasıl kabul etmiyorsanız, hukuki ve sosyal olarak ‘eşin anne olması’ veya ‘başkasının çocuğunun öz evlat olması’ durumunu da öyle imkansız görmeli ve reddetmelisiniz’ mantıksal sonucuna hazırlık yapılmıştır.
Dolayısı ile belagat açısından ayet-i kerimede, bir kadının bir adam için aynı anda hem ‘eş’ hem ‘anne’, bir çocuğun da hem ‘başkasının evladı’ hem ‘öz evlat’ hükmünde olamayacağını belirleyen hukuki birlik söz konusudur. Diğer yandan ise, bir insanın aynı anda hem mümin hem münafık, hem doğruyu söyleyen hem de yalanı hakikat kabul eden iki ayrı kişiliğe (kalbe) sahip olamayacağına yönelik inançta birlik hali vurgulanmış olmaktadır.
b) Kasr / Tahsis ve Anlamsal Mukabele (Kontrast)
Ayet-i kerimenin sonunda, (وَهُوَ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّب۪يلَ) ‘Sadece Allah, gerçeği söyleyendir ve sadece Allah doğru yola iletendir’ beyanında, Yüce Allah’a ait zamir (هُوَ) ‘O’ tahsisi ile, iki defa kasr yapılmaktadır. Bu iki tahsisin amacı, sadece O’nun (Yüce Allâh’ın) gerçeği söylediğini ve doğru yola ilettiğini, mutlak hakkın kaynağının yalnızca Yüce Allah olduğunu vurgulamaktır. Batıl ve boş sözler ile kontrast meydana getirilmekte, zımnî (üstü kapalı) anlam (batıllık / geçersizlik) ile, zıtlık oluşturulmaktadır.
Ayetteki fiil cümlesi yapısı, eylemin (söyleme işinin) faile (Yüce Allah’a) isnadını göstermekte, ayetin siyakı (bağlam), mutlak gerçeği söyleyenin ve doğru yolu beyan edenin yalnızca Yüce Allah olduğunu vurguladığı için, kasr anlamı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Buradaki kasr, mevsufun (Yüce Allah) sıfata (mevsufu niteleyen özellik, yüklem) hasredilmesidir. Anlam, ‘Sadece Allah, gerçeği söyleyendir’ şeklindedir.
Ayet-i kerime, gerçeği söyleme eylemini o kadar güçlü bir şekilde Yüce Allah’a tahsis etmektedir ki, bu sıfatın başka hiçbir varlıkta tam manasıyla bulunmadığı ortaya çıkmaktadır. İnsanlar doğrular ile birlikte yalanlar da söyleyebilmektedir. Fakat mutlak ve yanılmaz hakikat kaynağı, yalnızca Yüce Allah’tır.
‘Zıhâr’ ile ‘evlatlık’ konuları arasında da üslup farkı bulunmaktadır. Çünkü ayetin nazmında (söz diziliminde) şöyle dikkat çeken incelikler yer almaktadır:
Zıhâr meselesinde (الَّات۪ي تُظَاهِرُونَ مِنْهُنَّ) ‘Kendilerine zıhâr yaptığınız eşleriniz’ ifadesinde ‘fiil’ kullanılmışken (fiilî cümle), evlatlık meselesinde (أَدْعِيَاءَكُمْ) ‘evlatlıklarınız’ ifadesiyle isim (sıfat / isim tamlaması) kullanılmıştır. Ayet-i kerimedeki belâğat açısından bu farkın izahı şudur: ‘Zıhâr’, cahiliye döneminde anlık öfkeler saiki ile yapılabilen, genel anlamda süreklilik özelliği göstermeyen bir ‘eylem / söz’ olduğu için, fiil kalıbıyla gelmiştir. Ancak (ed’iyâ) ‘evlatlık’, toplumsal statü haline gelmiş sabit bir ‘isim / etiket’ olduğu için, isim kalıbıyla reddedilmiştir. Bu, Kur’an-ı Kerîm’in, batılın türüne göre seçtiği kelime kalıplarındaki hassasiyeti göstermektedir.
c) Mukteza-i Hâle Mutâbakat
Ayetin başında (رَجُلٍ) ‘erkek’ kelimesinin seçilmesi, o dönemdeki söz konusu batıl adetlerin (zıhâr ve evlatlık hukuku) muhataplarının ve faillerinin genellikle erkekler olmasıyla ilgilidir. Bu, hitabın tam hedefe (muhataba) yönelmesi yönünden ‘mukteza-i hale mutabakat’ (duruma tam uygunluk) ilkesine önemli bir örnektir.
10.5.2. Beyan (İfade Tarzı ve Üslup) ve Bedî İlmi (Söz Sanatları ve Güzellikler) Açısından Nükteler
Ayet, haber cümleleriyle (olumsuz fiillerle) kurulmuş, (مَا جَعَلَ اللَّهُ) ‘Allah, kılmamıştır (yapmamıştır)’ tekrarları ile, ıtnâba dayalı şekilde vurgu yapılmıştır. (قَلْبَيْنِ) ‘İki kalp’ ve (رَجُلٍ) ‘adam’ gibi nekre kelimeler genelliği artırmıştır.
Ayetin nazmında (söz diziminde), anlamı güçlendiren ve pekiştiren güçlü tekit unsurları da vardır. (ما) ‘mā’ nefiy harfi, cümlenin başına gelen bir olumsuzluk edatıdır ve batıl hükümleri kesin bir dille reddetmektedir.
(لِرَجُلٍ مِنْ قَلْبَيْنِ) cümlesindeki (مِنْ) ‘min’ ziyade harfi ise, nefiy (olumsuzluk) bağlamında kullanıldığında ‘hiçbir, katiyen’ anlamı katarak, mübalağalı bir tekit sağlamaktadır. Bu durumda ayet-i kerime, ‘Allâh, hiçbir erkek için, hiçbir şekilde iki kalp yaratmamıştır’ anlamına gelir.
Kalbin, zaten göğüste yer aldığı bilinen bir gerçek olmasına rağmen, (فٖى جَوْفِهٖ) ‘Onun göğsünde / içinde’ ifadesinin eklenmesi, durumu daha da somutlaştırmakta ve imkansızlığı vurgulayarak tekit işlevi görmektedir. Böylece, söylenen batıl sözlerin ne kadar temelsiz olduğu gösterilmiştir.
(ذَٰلِكُمْ قَوْلُكُمْ بِأَفْوَاهِكُمْ) ‘Bu, sizin ağızlarınızla söylediğiniz (gerçeği olmayan) sözlerinizdir’ ifadesi, batıl sözleri ‘ağızla söylenen’ diye nitelemekte ve gerçek dışı olduğunu beyan etmektedir. Ayetin amacı, sözün fiziksel olarak nerede üretildiğini belirtmek değil, söylenen o sözlerin değersizliğini, mesnetsizliğini ve içlerinin boş olduğunu vurgulamaktır. Bu, kinaî (dolaylı) bir anlatımdır.
Ayetin başında (قَلْبَ) ‘kalp’ (hakikatin ve imanın mahalli) kelimesi zikredilirken, batıl iddialar için (أَفْوَاهِ) ‘ağızlar’ (sadece sesin çıktığı yer) zikredilmiştir. Bu beyan ile, kalp-dil zıtlığına yönelik şu nükte ortaya çıkar: ‘Bu batıl sözler, kalpte yer alamayan, almaması gereken, ancak dudaklarda hapsolabilen ve kalplerde karşılığı olmayan boş seslerdir.’
Ayetin sonundaki (اللّٰهُ يَقُولُ الْحَقَّ) ‘Sadece Allah, gerçeği söyleyendir’ ifadesi ile ayetin başındaki (مَا جَعَلَ اللّٰهُ) ‘Allah, kılmamıştır (yapmamıştır)’ ifadeleri arasında, bir ‘iade’ veya ‘reddü’l-acüz ale’s-sadr’ (sonun başa dönmesi) ilişkisi kurulabilir. Çünkü ayet-i kerîmenin başında, Yüce Allah’ın yaratmadığı (yapmadığı) şeyler sayılırken, sonunda ise sadece O’nun gerçeği ‘söylediği’ zikredilmektedir. Yani, fiil (yaratma) ile söz (vahiy / hüküm) arasında mutlak bir uyum vardır.
10.6. Ahzâb Suresi 5’inci Ayet-i Kerîmesi
Ahzab Suresinin 4’üncü ayet-i kerîmesinde temelleri atılan muazzam mantık ve belâğat örgüsü, 5’inci ayet-i kerîmede sosyal bir adalet manifestosuna dönüşmektedir.
اُدْعُوهُمْ لِاٰبَائِهِمْ هُوَ اَقْسَطُ عِنْدَ اللّٰهِ فَاِنْ لَمْ تَعْلَمُوا اٰبَاءَهُمْ فَاِخْوَانُكُمْ فِى الدّٖينِ وَمَوَالٖيكُمْ وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فٖيمَا اَخْطَاْتُمْ بِهٖ وَلٰكِنْ مَا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَحٖيمًا
‘Onları (evlatlıkları) babalarına nispet ederek çağırın. Bu, Allah katında daha adaletlidir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Hata ederek yaptıklarınızda size bir vebal yoktur. Fakat kalplerinizin bile bile yöneldiği şeyler öyle değildir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.’ (Ahzab, 33/5)
Daha önce geçen 4’üncü ayette, ‘iki kalp’ imkansızlığı üzerinden ontolojik (varlıksal) bir hakikat vurgulanmıştı. Buradaki 5’inci ayet ise, bu hakikati hukukî ve ahlâkî bir zemine taşımaktadır.
4’üncü ayette geçen (فٖى جَوْفِهٖ) ‘göğüs boşluğu’ ve ‘kalp’ kelimeleri, 5’inci ayetteki ‘evlatlıkların babalarına nispet edilmesi’ emriyle tam bir bütünlük arz etmektedir. Nasıl ki bir bedende iki kalp olamazsa, bir insanın nesebi de iki farklı kaynağa (hem öz baba, hem evlat edinen baba) aynı anda ait olamaz. Kur’an-ı Kerîm burada, ‘doğa (fıtrat) ile hukuk’ arasında tam bir mutabakat kurmakta, kevnî ayetler ile şer‘î ayetler arasındaki sarsılmaz bütünlüğü çok açık bir şekilde göstermektedir.
10.6.1. Meʿânî İlmi Açısından ‘Adalet’ Vurgusu
Bu ayetteki ‘adalet’ kavramı, rastgele bir iyilik değil, nesnelerin yerli yerine konulması (vaz’u’ş-şey’i fî mekânihî) anlamındadır. Ayette ‘adaletlidir’ yerine (أَقْسَطُ) ‘daha adaletlidir’ şeklinde ism-i tafdil kalıbının kullanılması, meʿânî ilmi açısından çok mühimdir. Burada ‘daha adaletlidir’ denilmesi, cahiliye uygulamasında (evlatlığı kendi soyuna nispet etmede) bir nebze de olsa adalet payı olduğu anlamına gelmemektedir. Belâgatte bu, ‘karşı tarafın iddiasını çürütmek için kullanılan mukayese üslubudur.’ Yani, ‘siz bunun adalet olduğunu sanıyorsunuz, ama Allah’ın emri mutlak ve gerçek adalettir’ mesajı verilmektedir.
Ayette, cahiliye dönemindeki isimlendirmelerin ‘adaletsizlik’ olduğu vurgulanırken, Yüce Allah’ın hükmünün mutlak adalet olduğunu ‘en’ derecesinde (tafdil) tescil etmektedir. Ayette, (عِنْدَ اللّٰهِ) ‘Allah katında’ ifadesinin öne çıkarılması, adaletin ölçüsünün insanların örfüne veya ağızdan çıkan sözlere (4’üncü ayetteki bi-efvâhiküm) değil, ilahi mîzanlara bağlı olduğunu tahsis etmektedir.
10.6.2. Beyan İlmi: İsimlendirme ve Kimlik
Ayet, (ادْعُوهُمْ) ‘Onları çağırın’ emriyle başlamaktadır. Burada ‘çağırmak’ sadece bir seslenme değil, bir tanımlama ve kimlik inşasıdır. 4’üncü ayetteki ‘ağızla söylenen boş sözler’ yerine, burada ‘babaya nispet edilen hakiki söz’ getirilmiştir. Öz baba bilinmiyorsa, ‘dinde kardeş ve dost’ kabul edilmeleri, kan bağına dayalı dikey hiyerarşinin (babalık) kurulamadığı yerde, inanca dayalı yatay bir hiyerarşinin (kardeşlik) ikame edilmektedir. Bu, toplumdaki yabancılaşmayı önleyen harika bir beyan üslubudur.
10.6.3. Bedîʿ İlmi ve Kalp Vurgusunun Dönüşü
Ayetin sonuna doğru karşımıza çıkan (وَلٰكِنْ مَا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ) ‘fakat kalplerinizin kasten yöneldiği…’ ifadesi, 4’üncü ayetteki ‘kalp’ kelimesi ile, muazzam bir ‘tenasüb’ ya da daha geniş anlamda bir siyak-sibak uyumu göstermektedir. 4’üncü ayette, ‘Allah bir adamın göğsünde iki kalp yaratmadı’ diyerek, kalbin hem hakiki hem de manevi yapısından bahseden Yüce Allah, 5’inci ayette ‘vebal, kalbin kastındadır’ diyerek kalbin sorumluluğuna geçiş yapmıştır. Kalp, hakikati saklamak için değil, onu tasdik etmek için vardır. Evlatlığa ‘oğlum’ demek ağzın işidir ama, onun öz babasını bilerek gizlemek de kalbin taammüden işlediği bir cürümdür. Ayet bu iki eylemi birbirinden ayırarak ahlâkî adaleti tesis etmektedir.
10.6.4. Esmaü’l-Hüsna ile Hatime, Fâsıla-İçerik Uyumu (Münâsebet) ve Tam Bir Recâ
Ayet-i kerimenin (غَفُورًا رَحِيمًا) ‘Gafûr ve Rahîm’ şeklindeki güzel isimler ile bitmesi, cahiliye döneminden kalma bu hatayı işleyenlere bir tövbe kapısı açmaktadır. Bu, belâğatta ‘i’tizâr’ (özür kabulü) ve ‘mülâyemet’ (yumuşaklık) üslubudur. ‘Siz bugüne kadar yanlış çağırdınız (ağzınızla söylediniz), ama kalbinizle hakikate dönerseniz, Allah bağışlayıcıdır’ anlamı nazarlara verilerek, toplumun rehabilitasyonu hedeflenmiştir.
Ayetin başında ‘hata’ ve ‘kasıt’ ayrımı yapıldığı için, sonundaki ‘Gafûr’ güzel ismi ‘hata’ kısmına, ‘Rahîm’ güzel ismi ise, tövbe edenlerin bağışlanacağı ‘şefkat’ boyutuna işaret ederek tam bir uyum (münâsebet) yer almaktadır.
Sonuç olarak, 4’üncü ayet batılı (yalanı) yıkmış, 5’inci ayet ise hakkı (adaleti) inşa etmiştir. 4’üncü ayetteki ‘kalp’, 5’inci ayette ‘hukukî ve ahlâkî bilinç’ (taammüd / niyet ve kasıt) olarak karşımıza çıkmaktadır. Yüce Allah, ağızdan çıkan sözün değil, fıtrata ve biyolojik babaya dayanan nesebin adalet olduğunu, bu eşsiz belâğat zinciriyle beyan buyurmaktadır.
11. Uzun Surelerde Belâgat
11.1. Bakara Suresi
Bakara Suresi, Kur’ân-ı Kerîm’in ikinci ve en uzun suresi olup, 286 ayetten oluşur. Medine döneminde inmiştir. Toplumsal düzeni, hukukî kuralları ve ahlâkî ilkeleri düzenleyen bir rehber niteliğindedir. Tevhîd, nübüvvet, ahiret gibi iman esaslarını açıklar. İsrailoğulları’nın durumlarını ve Kur’ân’a karşı menfi tutumlarını ele alır. Ayrıca namaz, oruç, zekât gibi ibadetleri, adalet, ahde vefa gibi toplumsal esasları, sihir ve faiz gibi yasakları içerir.
Sure, belâgat ilminin meʿânî (anlam bilimi), beyan (açıklama sanatı) ve bedîʿ (sözü güzelleştirme sanatı) dallarıyla bağlantılıdır. Hukukî ve ahlâkî argümantasyonları, Kur’ân’ın mucizevi niteliğini (iʿcâz) destekler. Bakara Suresi, müminlere, müşriklere ve münafıklara hitap ederek, tevhid, adalet, ahlâk ve ibadet temalarını işler. Hukukî argümanlar, toplumsal kuralları düzenlerken, ahlâkî argümanlar bireysel ve kolektif bilinci güçlendirir.
Bu bölüm, Bakara Suresi’ndeki hukukî ve ahlâkî argümantasyonları örneklerle ele alarak, etkilerini, tematik işlevlerini ve belâgatle ilişkisini analiz edecektir.
11.1.1. Hukukî Argümantasyon
Bakara Suresi, Medine döneminde inen bir sure olarak, Müslüman toplumlar için hukukî kurallar (fıkıh) oluşturur. Evlilik, boşanma, miras, ticaret ve cezalar gibi konuları düzenler. Hukukî argümanlar, ilahi otoriteye dayalıdır ve mantıksal bir çerçeve sunar.
11.1.1.1. Boşama
… اَلطَّلَاقُ مَرَّتَانِ فَاِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ اَوْ تَسْرٖيحٌ بِاِحْسَانٍ
‘Boşamak iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle bırakmaktır…’ (2/229, 2/231)
… فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا تَحِلُّ لَهُ مِنْ بَعْدُ حَتّٰى تَنْكِحَ زَوْجًا غَيْرَهُ
‘Eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, bundan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe, onu alması kendisine helal olmaz…’ (2/230)
Bu ayetler, boşanma süreçlerini düzenler ve sınırlar koyar. Kurallar, mantıksal bir sıralama (tertîb) ile sunulur. ‘İki defa’ ve ‘(üçüncü kez) boşarsa’ gibi ifadeler, hukukî sürecin netliğini vurgular. Bu, toplumsal düzeni koruma amacı taşır.
‘İyilikle tutmak ya da güzellikle bırakmak…’ ifadesi, muhatapta adalet ve merhamet duygusu uyandırır. Bu, ahlâkî bir sorumluluk hissi yaratır.
(تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَعْتَدُوهَا) ‘Bunlar, Allah’ın belirlemiş olduğu sınırlardır. Sakın bunları aşmayın’ (2/229) hitabı, kuralların ilahi otoriteye dayandığını gösterir ve güvenilirlik sağlar.
Bu ayet-i kerimede (2/229), boşamanın iki defa olduğu, bundan sonra ya evliliğin iyi bilinen örfe (ma’rûf) göre sürdürülmesi ya da iyilikle ayrılık yoluna gidilmesi hususu beyan edilmektedir. Şayet kesin ayrılık kararı verilirse, ayet-i kerime gereğince, kocanın daha önce verdiği mehir, çeyiz eşyası, kadına ait mal, para vb. şeyleri bırakması gerekecektir.
Bu ayetler, hukukî çerçeveyi ahlâkî temelle birleştirmektedir. ‘Güzellikle bırakmak…’ gibi ifadeler, estetik bir üslup sunmakta (bedîʿ), ‘ma’rûf’ (iyilikle) kelimesi ahlâkî bir vurgu taşımaktadır. Modern analizler, bu kuralları ‘toplumsal sözleşme’ olarak değerlendirmektedir. Çünkü muhatap, adil bir toplum düzenine katılmaya çağrılmaktadır.
11.1.1.2. Miras Paylaşımı
كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْرًا اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَبٖينَ بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقٖينَ
‘Sizden birisine ölüm geldiğinde, bir hayır (mal) bırakacaksa, babası, annesi ve en yakın akrabası için örfe göre vasiyet etmesi, Allah’tan korkan kimselerin yerine getirmeleri gereken bir hak olarak farz kılındı…’ (2/180)
Bu ayet, miras paylaşımını düzenlemektedir. Nisâ, 4/11 ve 12’nci ayetlerdeki miras hükümleri ile bu ayetin hükmü birbirlerini teyit etmektedir. Ayet-i kerimede, miras kuralları, net ve sistematik bir şekilde sıralanmaktadır. ‘Uygun bir şekilde’ (ma’rûf) ifadesi, adaleti vurgulamaktadır. ‘Anne-babaya ve yakınlara…’ hitabı, aile bağlarını güçlendirmekte ve muhataplarda sorumluluk hissi uyandırmaktadır. ‘Yazıldı…’ (farz kılındı) ifadesi, ilahi bir emri belirtmekte ve otorite sağlamaktadır.
Miras ayetleri, toplumsal adaleti somut bir çerçeveye oturtmaktadır. ‘Ma’rûf’ kelimesinin bağlama özgü anlamı, iʿcâzın bir parçasıdır. Modern hukuk analizleri, bu kuralları ‘eşitlikçi paylaşım’ modeli olarak değerlendirmektedir.
11.1.2. Ahlâkî Argümantasyon
Bakara Suresi, ahlâkî ilkeleri, tevhid, adalet, sabır ve merhamet gibi temalar üzerinden işlemektedir. Bu argümanlar, bireysel ve toplumsal bilinci güçlendirmeyi hedeflemiştir. Ahlâkî argümanlar, duygusal ve mantıksal unsurları bir araya getirmiştir.
11.1.2.1. Münafıkların Çelişkilerini Gösterme
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِنٖينَ … اَلَا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلٰكِنْ لَا يَشْعُرُونَ
‘İnsanlardan bazıları, ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık’ derler, oysa inanmamışlardır… Onlar, ‘Biz sadece ıslah edicileriz’ derler. Hayır, onlar bozgunculardır…’ (2/8-12)
Bu ayetler, münafıkların ikiyüzlülüğünü kinaye ve ironiyle eleştirmektedir. Münafıkların çelişkileri, ‘söyledikleri’ ile ‘gerçekte oldukları’ arasındaki zıtlıkla açığa çıkarılmaktadır. Bu, mantıksal bir çürütme sunmaktadır.
‘Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler…’ (2/18) ve ‘karanlıklar…’ (2/19) gibi teşbihler, münafıkların manevi körlüğünü betimlemekte ve muhataplarda korku ile tefekkür uyandırmaktadır.
‘Allah onların kalplerini mühürledi…’ (2/7) cümlesi ilahi otoriteyi vurgulamakta ve Kur’ân’ın güvenilirliğini pekiştirmektedir.
Münafıkların ahlâkî çöküşü, ‘(Asıl) Allah onlarla istihza eder’ (2/15) cümlesi ile vurgulanmaktadır. Modern semiyotik analizler, ‘karanlıklar…’ (2/17) imgesini ‘manevi sapkınlık’ işareti olarak değerlendirmektedir.
11.1.2.2. Sabır ve Namaz
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اسْتَعٖينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِرٖينَ
‘Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.’ (2/153)
Bu ayet-i kerime, ahlâkî bir direktife yer vermektedir. Ayette, mantıksal nedensellik de vurgulanarak, sabrın ve namazın, zorluklara karşı pratik bir çözüm olduğu beyan edilmektedir.
‘Ey iman edenler…’ hitabı, muhatapları kişisel bağa çekmektedir. ‘Allah, sabredenlerle beraberdir…’ ifadesi, umut ve güven uyandırmakta, ilahi hitap Kur’ân’ın otoritesini güçlendirmektedir.
Ayet, ahlâkî bir öğütle bireysel direnci güçlendirmekte, ‘sabır’ ve ‘namaz’ kelimeleri, estetik bir ritim sağlamaktadır (bedîʿ). Modern psikolojik analizler, bu ayeti ‘manevi dayanıklılık’ çağrısı olarak değerlendirmektedir.
Bakara Suresi’nin hukukî ve ahlâkî argümantasyonları, toplumsal düzeni ve bireysel bilinci güçlendiren bir hitaptır. Bu argümanlar, iʿcâzın bir parçasını oluşturmakta ve Kur’ân’ın evrensel hitabını aydınlatmaktadır.
11.2. Nisa Suresi
Nisa Suresi (4. Sure), Kur’ân-ı Kerîm’in Medine döneminde inen surelerinden biri olup, 176 ayetten oluşur. Özellikle aile hukuku, toplumsal düzen ve ahlâkî ilkeler üzerine yoğunlaşır. Adını, kadınlara (nisa) yönelik hükümlerden alan sure, evlilik, boşanma, miras, yetimlerin hakları ve aile içi ilişkiler gibi aile hukukuna dair konuları ayrıntılı bir şekilde düzenler. Bu hükümler, belâgat ilminin meʿânî (anlam bilimi) ve beyan (açıklama sanatı) dallarıyla bağlantılıdır ve Kur’ân’ın mucizevi niteliğini (iʿcâz) destekler.
Nisa Suresi, hukukî argümanları mantıksal, duygusal ve otoriter unsurlarla sunarak, Müslüman toplumunun aile yapısını adalet ve merhamet temelinde düzenlemeyi hedeflemektedir.
Bu bölüm, Nisa Suresi’nde aile hukukuna dair hükümleri ayet-i kerimelerden örneklerle ele alacak, etkilerini, tematik işlevlerini ve belâgatle ilişkisini analiz edecektir.
11.2.1. Mehir Hükümleri
… وَاٰتُوا النِّسَاءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةً
‘Kadınlara mehirlerini gönül rızasıyla verin…’ (Nisa, 4/4)
Bu ayet, erkeklerin evlendikleri kadınlara mehirlerini (çeyizlerini) içtenlikle ve cömertçe vermeleri gerektiğini, eğer kadınlar bu mehrin bir kısmını gönül hoşluğuyla eşlerine bağışlarsa, onu rahatlıkla kullanabileceklerini belirtmektedir. Bu ayet, mehrin kadınlar için bir hak olduğunu ve bu hakkın yerine getirilirken, karşılıklı rıza ve hoşgörünün önemini vurgulamakta, evlilikte kadının maddi hakkını (mehir) güvence altına almaktadır.
‘Gönül rızasıyla…’ ifadesi, mehrin zorunlu bir hak olduğunu netleştirmekte ve hukukî bir yükümlülük getirmekte, muhatapta adalet ve cömertlik hissi uyandırmaktadır.
‘Verin…’ ilahi emri, otorite sağlamakta ve muhatabı ahlâkî bir sorumluluğa çağırmaktadır.
Mehir hükmü, kadının ekonomik güvenliğini sağlamaktadır. ‘Nıhle / gönül rızası’ kelimesinin ahlâkî tonu, iʿcâzın bir unsurudur. Modern feminist analizler, bu ayeti ‘kadınların maddi haklarını koruma’ adımı olarak değerlendirmişlerdir.
11.2.2. Boşanma Hükümleri
Nisa Suresi, boşanma süreçlerini de düzenler. Bu düzenlemede adalet, merhamet ve kadınların haklarını koruma ön plandadır.
… وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَمًا مِنْ اَهْلِهٖ وَحَكَمًا مِنْ اَهْلِهَا
‘Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ve kadının ailesinden (onlara) birer hakem gönderin…’ (4/35)
Bu ayet, boşanma öncesi arabuluculuğu önermektedir. Hakem sistemi, mantıksal bir çözüm sunmakta, ‘hakem’ ifadesi, eşitliği ve tarafsızlığı vurgulamaktadır.
‘Aralarının açılmasından korkarsanız…’ ifadesi, muhatapta uzlaşma ve aile birliğini koruma hissi uyandırmakta, ilahi direktif, hükmün otoritesini pekiştirmektedir.
Modern hukukta ‘arabuluculuk’, alternatif uyuşmazlık çözümü olarak yankı bulmaktadır. Ayet, aile birliğini korumayı önceliklendirmektedir. ‘Hakem’ kelimesi ile yapılan adalet vurgusu iʿcâzın bir parçasıdır. Modern analizler, bu hükmü ‘toplumsal uyum’ aracı olarak değerlendirir.
11.2.3. Miras Hükümleri
Nisa Suresi, miras paylaşımını ayrıntılı bir şekilde düzenler. Adalet ve aile bireylerinin haklarını koruma ön plandadır.
‘Allah, çocuklarınız konusunda, erkeğe, iki kızın payı kadar (miras) verilmesini tavsiye eder. Eğer çocuklar, ikiden fazla kız iseler, ölenin geriye bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer mirasçı tek kız ise, mirasın yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı mirastan, anne-babasının her biri için altıda bir pay vardır. Eğer ölenin çocuğu bulunmayıp da, mirasçı olarak anne ve babası kalmışsa, annesinin payı üçte birdir. Eğer ölenin sadece birden çok kardeşi varsa annesinin payı altıda birdir. Bu paylar, ölenin yapacağı vasiyetin yerine getirilmesinden ve borcunun ödenmesinden sonradır. Siz, babalarınızdan ve çocuklarınızdan hangilerinin, yararlılık bakımından size daha yakın olacaklarını bilemezsiniz. Bunlar, Allah tarafından belirlenmiş farzlardır. Kuşkusuz Allah, çok iyi bilen, tam hüküm ve hikmet sahibi olandır. Eğer çocukları yoksa hanımlarınızın bıraktıkları mirasın yarısı sizindir. Çocukları varsa, onların bıraktıkları mirasın dörtte biri sizindir. Bu paylar, yapacakları vasiyetin yerine getirilmesinden ve borcunun ödenmesinden sonradır. Eğer sizin çocuğunuz yoksa bıraktığınız mirasın dörtte biri hanımlarınızındır. Çocuğunuz varsa, bıraktığınız mirasın sekizde biri onlarındır. Bu paylar, yapacağınız vasiyetin yerine getirilmesinden ve borcun ödenmesinden sonradır. Eğer miras bırakan erkek veya kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olur ve onun (anne bir)bir erkek veya kız kardeşi bulunursa, bunlardan mirasçı olanın payı altıda birdir. Eğer (anne bir)erkek ve kız kardeşlerin sayısı birden fazla ise, onlar üçte bir hissede ortaktırlar. Bu paylar, zarar verici olmaksızın, yapılan vasiyetin yerine getirilmesinden ve aynı durumdaki borcun ödenmesinden sonradır. Bunlar, Allah’ın emridir. Allah, çok iyi bilen, çok yumuşak davranandır.’ (Nisa, 4/11-12)
‘Onlar senden kelâle hakkında hüküm istemektedirler. De ki: ‘Allah size, kelâlenin (babası ve çocuğu olmayan kimse) mirası konusundaki hükmü şöyle açıklamaktadır: Eğer bir kişi çocuksuz (ve babasız) olarak ölüp geride sadece (anne-baba bir veya baba bir) kız kardeşi kalırsa, bıraktığı mirasın yarısı onundur. Ve o kişi (erkek kardeş) çocuksuz (ve babasız) ölen kız kardeşinin tüm mirasını alır. Eğer (çocuksuz ve babasız olarak) ölen kişinin (anne-baba bir veya baba bir), iki kız kardeşi varsa, bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kardeşler erkek ve kız karışık iseler, bir erkeğin payı, iki kadının payı kadardır. İşte Allah, sapmamanız için (hükümlerini) açıklamaktadır. Allah, her şeyi çok iyi bilendir.’ (Nisa, 4/176)
Bu ayetler, mirasın paylaştırılmasını sistematik bir şekilde düzenlemektedir. Mirasçılar sekiz sınıf olup şunlardır:
1) 11-12 ve 176’ncı ayetlerde yer alan ‘belirli pay sahipleri’ sınıfına ‘ashâbu’l-ferâiz’ denir. Bunların sayıları da 12’dir. Miras bırakanın; kocası, karısı, babası, annesi, dedesi, kızı, oğul kızı, anne-baba bir kız kardeşi, baba bir kız kardeşi, sahih ninesi, anne bir erkek kardeşi ve anne bir kız kardeşi. Bunlar için belirlenen paylar Nisâ, 11, 12 ve 176’ncı ayetlerde belirtilmiş olup; 1/2, 1/3, 1/4, 2/3, 1/6 ve 1/8’den ibarettir.
2) Asabeler: Araya kadın girmeden, miras bırakana doğrudan bağlanan erkek hısımlardır. Oğul, oğlun oğlu, baba, babanın babası gibi. Bunlar belirli pay sahibi mirasçı yoksa bütün mirası, şayet mirasçılar varsa onlardan kalanı alanlardır. Aynı hizadaki kadınla bulunurlarsa, onun iki katı miras alırlar.
3) Red yoluyla, artan mirası alanlar: Belirli pay sahiplerinden artan mirası alacak bir erkek hısım (asabe) bulunmazsa, eş dışındaki belirli pay sahipleri, artan mirastan payları oranında alırlar.
4) Zevî’l-erhâm: Belirli pay sahipleri veya asabeden hiç mirasçı bulunmazsa, miras; kızın çocukları, dayı, hala, teyze ve çocukları gibi hısımlara belli ölçülerde paylaştırılır. Zevî’l-erhâm denilen bu hısımlar, 4/7 nci âyete göre mirasçı olurlar.
5) Velâ (sözleşmeli mirasçılık).
6) Nesebi ikrar yoluyla sabit olan kimseler.
7) Vasiyetle mal bırakılan kimseler.
8) Beytü’l-mâl: Yukarıda sayılan mirasçılardan hiçbirisi bulunmazsa, miras beytü’l-mâle intikal eder.
Bu ayetlerde, miras paylarının belirlenmesinde muazzam bir matematiksel hassasiyet, hakkaniyet ve sistematik bir yaklaşım göze çarpmaktadır.
Bu matematiksel dağılımın ve hassasiyetin temel özellikleri şunlardır:
11.2.3.1. Belirlenmiş, Sabit Kesirler Sistemi (Farzlar)
Nisa Suresi miras ayetlerindeki en belirgin matematiksel özellik, keyfi dağıtım yerine, belirli mirasçılara belirli, sabit kesirlerin (farz payları) tayin edilmiş olmasıdır. Kullanılan kesirler son derece ölçülüdür ve birbirleriyle matematiksel uyum içindedir:
1/2 (Yarısı): Tek kız, çocuksuz eş (koca), çocuksuz (baba bir/anne-baba bir) kız kardeş.
1/4 (Dörtte biri): Çocuklu eş (kadın), çocuksuz eş (koca).
1/8 (Sekizde biri): Çocuklu eş (kadın).
2/3 (Üçte ikisi): İkiden fazla kız kardeş, ikiden fazla kız evlat.
1/3 (Üçte biri): Çocuksuz ve kardeşi olmayan anne, anne bir kardeşler topluluğu.
1/6 (Altıda biri): Çocuğu olan anne/baba, anne bir erkek/kız kardeş.
Bu kesirler, rasyonel sayılar dünyasında birbirleriyle uyumlu bir sistem oluşturur ve miras paylarının hesaplanmasını sistematik hale getirir.
11.2.3.2. Miras Dağılımında Bütünün Korunması ve ‘Havuz Problemi’ Hassasiyeti
Kur’an’ın getirdiği bu sistemde, tüm farz paylar toplandığında mirasın bütününü (1 tam) aşmaması veya çok az eksik kalması hedeflenmiştir. Bu, bir ‘havuz problemi’ çözümü hassasiyetindedir. Modern matematiksel hesaplamalarla ayetlerdeki tüm kombinasyonlar denendiğinde, sistemin mükemmel çalıştığı görülmüştür:
Ölenin geriye bir eş (kadın), bir anne ve iki tam kız kardeş bırakması örneği:
Eşin payı (çocuk yoksa): 1/4,
Annenin payı (kardeş varsa): 1/6,
İki kız kardeşin payı: 2/3.
Toplam: 1/4 + 1/6 + 2/3 = 3/12 + 2/12 + 8/12 = 13/12.
Bu toplam 1 tamı aşar. İşte burada İslami miras hukuku, ayetlerin ruhuna uygun olarak ‘avliye’ veya ‘reddiye’ gibi dengeleme mekanizmaları geliştirmiştir. Avliye durumunda, hisselerin toplam fazlalığı oranında tüm mirasçıların paylarından orantılı olarak kesinti yapılır (hisseler azaltılır). Reddiye durumunda ise, artan miktar Beytülmal’e (Devlet hazinesine) gitmek yerine, prensip olarak tekrar hisse sahiplerine orantılı olarak dağıtılır.
Matematiksel olarak hassas belirlenmiş bu kesirler, yine matematiksel yöntemlerle (paydaların eşitlenip, payların yeni paydayı oluşturması gibi) dengeye oturtulur.
11.2.3.3. Cinsiyet Eşitliği Değil, Cinsiyet Adaleti
Ayetteki, ‘Erkeğe iki kızın payı kadar…’ (li’z-zekeri mislü hazzi’l-ünseyeyn) ilkesi, mutlak bir cinsiyet eşitsizliği değil, dönemin sosyoekonomik yapısına ve erkeğin aile içindeki mali sorumluluklarına (mehir verme, ailenin geçimini sağlama yükümlülüğü) dayanan matematiksel bir dengeyi ifade eder. Bu, hakkaniyetli bir dağıtım modelidir.
11.2.3.4. Şeffaflık ve Belirsizliği Giderme
Cahiliye döneminde miras genellikle güce ve erkek egemenliğine göre dağıtılırken, Kur’an bu keyfiliği ortadan kaldırıp, herkese net, matematiksel olarak hesaplanabilir ve herkesin itiraz edemeyeceği şeffaf bir sistem getirmiştir.
11.2.3.5. Öncelik Sıralaması ve Mantıksal Akış
Ayetlerdeki matematiksel dağılım, bir mantık silsilesi takip eder:
Borç ve Vasiyet Önceliği: Tüm paylar hesaplanmadan önce, ölenin borçları ödenir ve yasal sınırlar içindeki vasiyeti yerine getirilir. Bu, matematiksel dağılımın temelini sağlamlaştırır.
Yakınlık Derecesi: Paylar, ölen kişiye kan bağı ve yakınlık derecesine göre kademeli olarak artar veya azalır (çocuk varsa anne/babaya 1/6 düşerken, çocuk yoksa anneye 1/3 düşmesi gibi).
Nisa Suresi’ndeki bu miras ayetleri, insan ilişkilerinin en hassas ve ihtilaflı konularından birini, duygusallıktan uzak, net, rasyonel ve matematiksel kesirlere dayalı bir sisteme oturtmuştur. Bu sistem, hem bütüncül bir hesaplama hassasiyeti sunmakta hem de adil bir gelir transferi mekanizması kurmaktadır.
Cahiliye döneminde kızlara miras yoktu. Kur’ân kızlara 1/2-2/3 verdi. Dolayısı ile bu ayetler, kadın-erkek, anne-baba-çocuk ve kardeşler arası adaletli paylaşımı getirmiştir. Amaç, aile bağlarını güçlendirmek, gelecek nesilleri güvenceye almak ve ‘Siz, babalarınızdan ve çocuklarınızdan hangilerinin, yararlılık bakımından size daha yakın olacaklarını bilemezsiniz’ (Nisâ, 4/11) diyerek ilâhî hikmeti vurgulamaktır.
Bu hükümler, matematiksel mükemmellik ve psikolojik-sosyal denge içerir. Payların matematiksel kesinlikte sıralanması, adil bir sistem sunmakta, aile bireylerinin haklarının korunması, muhatapta adalet ve sorumluluk hissi uyandırmaktadır. ‘Allah emreder’ ifadesi, ilahi otoriteyi vurgulamakta ve güvenilirlik sağlamaktadır.
Miras hükümleri, toplumsal adaleti güçlendirmektedir. Ayetlerin tertîb (sıralama) düzeni, iʿcâzın bir parçasıdır. Modern hukuk analizleri, bu sistemi ‘eşitlikçi paylaşım’ modeli olarak değerlendirmektedir.
11.2.4. Yetimlerin Hakları
Nisa Suresi, yetimlerin mallarını ve haklarını korumaya özel bir vurgu yapmaktadır.
وَاٰتُوا الْيَتَامٰى اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَبٖيثَ بِالطَّيِّبِ وَلَا تَاْكُلُوا اَمْوَالَهُمْ اِلٰى اَمْوَالِكُمْ اِنَّهُ كَانَ حُوبًا كَبٖيرًا
‘Yetimlere mallarını verin. Temiz olanı pis olanla değiştirmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, çok büyük bir günahtır.’ (4/2)
Bu ayet, yetimlerin haklarının korunmasını emretmektedir. Özellikle ataerkil nüzul toplumunda, çocuk ve kadın üzerinde kamu erkinin yetki devri yoluyla görevli saydığı velilerin veya vasilerin, temsil ettikleri yetimlere ve zayıf kişilere ait mallara, kendi mallarını karıştırarak veya başka şekilde zarar vermemeleri ve bu malları kendi yararları için harcamamaları gerektiği vurgulanmaktadır.
‘Temiz-pis’ zıtlığı, ahlâkî bir sınır çizer ve adaleti vurgulamakta, ‘yetimlere mallarını verin…’ emri, muhatapta merhamet ve sorumluluk hissi uyandırmaktadır. Ayrıca ‘verin…’ ilahi emri, otorite ve güvenilirlik sağlamaktadır.
Yetimlerin korunması, bilhassa her dönemde toplumsal bir ihtiyaçtır. Ayet, ahlâkî bir duyarlılık oluşturmaktadır. ‘Temiz-pis’ zıtlığı, belâgatin bedîʿ dalıyla ilişkilidir. Bu hüküm, aynı zamanda ‘sosyal adalet’ ilkesinin hatırlatılmasıdır.
Surede, zıt anlamlı kelimeler ve sistematik sıralamalar, metni estetik bir şahesere dönüştürür. Her kelime, ahlâkî ve hukukî bir anlam taşır. Yetim ve kadın hakları, ‘sosyal adalet temelleri’, miras ve boşanma kuralları ise, ‘toplumsal düzen şeması’ olarak değerlendirilmelidir. Bu husus, belâgatin beyan ve bedîʿ dallarıyla bağlantılıdır.
Nisa Suresi’nde aile hukuku, adalet, merhamet ve toplumsal düzeni merkeze alan hukukî ve ahlâkî bir çerçeve sunmaktadır. Bu hükümler, Kur’ân’ın iʿcâzını yansıtmakta ve hemen her dönemdeki Müslüman toplumların ihtiyaçlarına şifalı yanıtlar vermektedir.
11.3. En’âm Suresi
En’âm Suresi (6. Sure), Kur’ân-ı Kerîm’in Mekkî dönemde inen surelerinden biri olup, 165 ayetten oluşur. Temel olarak tevhid, ahiret inancı ve ahlâkî ilkeleri vurgular. Ailevi sorumluluklar, ahlâkî ve toplumsal bağlamda ele alınır. En’âm Suresi Mekkî olmasına rağmen, ailevi sorumlulukları tevhid ve ahlâk çerçevesinde işler, bireylerin aile, toplum ve Yüce Allah’a karşı görevlerini düzenler.
En’âm Suresi, Medenî surelerdeki gibi ayrıntılı hukukî düzenlemeler (örneğin, miras veya boşanma) içermese de, ailevi sorumlulukları ahlâkî ve manevi bir perspektiften işler. Sure, özellikle anne-babaya saygı, çocuklara karşı sorumluluk ve tevhid bilinciyle aile bağlarını güçlendirme gibi temaları vurgular. Bu sorumluluklar, bireyin Allah’a, kendine ve topluma karşı görevleriyle bütünleşik bir şekilde sunulur. Mekkî dönemde inen bir sure olarak, müşriklerin putperest inançlarına karşı tevhid mesajını merkeze alır ve ailevi sorumlulukları bu bağlamda işler.
Sure, duygusal etki, mantıksal argüman ve güvenilirlik unsurlarını birleştirerek muhatabı ailevi sorumluluklar konusunda tefekküre çağırır.
Bu bölüm, En’âm Suresi’nde ailevi sorumluluklara dair ayetleri örneklerle ele alacak, tematik işlevlerini ve belâgatle ilişkisini analiz edecektir.
11.3.1. Anne-Babaya Saygı ve İyilik
En’âm Suresi, anne-babaya karşı sorumluluğu ahlâkî bir ilke olarak vurgulamakta, aile bağlarının tevhid bilinciyle güçlendirilmesini hedeflemektedir.
قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِهٖ شَيْپًا وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَلَا تَقْتُلُوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍ نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْ وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّتٖى حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّ ذٰلِكُمْ وَصّٰیكُمْ بِهٖ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
‘De ki: ‘Gelin, size Rabbinizin neleri haram kıldığını haber vereyim: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne ve babanıza iyilik edin. Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Biz, onlara da size de rızık veririz. Hayasızlığın açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Allah’ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın. İşte, Allah’ın size emrettikleri bunlardır. Umulur ki aklınızı kullanırsınız.’ (6/151)
Bu ayet, anne-babaya iyilik etmeyi tevhid inancıyla yan yana koymaktadır. Anne-babaya iyilik, ilahi emirler arasında ilk sıralarda yer almakta, aile bağlarını ihmal eden tutumlara karşı bir düzeltme olarak sunulmaktadır. Tevhid (şirkten sakınma) ile ahlâkî sorumlulukların bağlantısı, mantıksal bir çerçeve sunmaktadır.
Ayetteki ‘ihsân’ (iyilik) kelimesinin derin ahlâkî anlamları, iʿcâzın bir parçasıdır. Modern semiyotik analizler, bu emri ‘ailevi sadakat’ işareti olarak değerlendirmektedir. Tevhid ile ahlâkî sorumlulukların birleşimi, evrensel bir değer olarak öne çıkmaktadır.
11.3.2. Çocuklara Karşı Sorumluluk
En’âm Suresi, çocukların korunmasını ve onların hayat hakkını ahlâkî bir sorumluluk olarak ele alır. Bu, özellikle çocukları yok sayan bakış açılarına etkili bir eleştiridir.
وَلَا تَقْتُلُوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍ نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْ
‘Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Biz, onlara da size de rızık veririz.’ (6/151)
Bu ayet, bilhassa günümüzde yaygın olan çocuk aldırma (kürtaj) pratiğini yasaklar.
‘Biz, onlara da size de rızık veririz’ ifadesi, Yüce Allah’ın rızık verme garantisi ile, çocukların öldürülmesini mantıksal olarak çürütür. Çocukların hayat hakkının vurgulanması, muhatapta merhamet ve koruma hissi uyandırır, yoksulluk korkusuna karşı umut aşılanır. ‘Biz rızık veririz’ İlahi hitabı, Allah’ın otoritesini ve güvenilirliği vurgular.
Bu ayet, eski ve modern cahiliye toplumlarının ahlâkî ve sosyal yanlışlarını düzeltmeyi hedeflemekte, tevhid inancıyla ahlâkî sorumluluğu birleştirmektedir. Modern etik analizler, bu hükmü ‘çocuk hakları’ bağlamında değerlendirmişlerdir. Hayat hakkı, evrensel bir değer olarak öne çıkmıştır.
11.3.3. Ailevi Sorumlulukların Tevhid Bağlamında Ele Alınışı
En’âm Suresi, ailevi sorumlulukları tevhid inancıyla ilişkilendirir. Aile bağları, Allah’a bağlılığın bir yansıması olarak sunulmaktadır.
… وَاِذْ قَالَ اِبْرٰهٖيمُ لِاَبٖيهِ اٰزَرَ اَتَتَّخِذُ اَصْنَامًا اٰلِهَةً اِنّٖى اَرٰيكَ وَقَوْمَكَ فٖى ضَلَالٍ مُبٖينٍ
‘İbrahim, babası Âzer’e, ‘putları ilah mı ediniyorsun? Seni ve kavmini apaçık bir sapkınlıkta görüyorum dedi…’ (6/74-83)
Bu ayetler, Hz. İbrahim’in (as) babasıyla tevhid merkezli tartışmasını anlatmaktadır. Ailevi sorumluluk, babasına tevhidi tebliğ etme çabasıyla ifade edilmiştir. Hz. İbrahim’in (as) putların etkisizliğini sorgulaması (6/74-81), mantıksal bir polemik sunmakta, tevhid, aile bağlarından üstün bir mevkiye yerleştirilmektedir.
Hz. İbrahim’in (as) babasına hitabı, sevgi ve rehberlik hissi uyandırır. Ancak tevhid vurgusu, muhatapta ahlâkî bir yüzleşme yaratmaktadır.
(وَتِلْكَ حُجَّتُنَا اٰتَيْنَاهَا اِبْرٰهٖيمَ عَلٰى قَوْمِهٖ) ‘İşte kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimiz…’ (6/83) ifadesi, Hz. İbrahim’in (as) ilahi rehberliğini vurgulamakta ve otorite sağlamaktadır.
Bu kıssa, ailevi sorumluluğu tevhid bilinciyle ilişkilendirmiştir. Hz. İbrahim’in (as) babasına tebliğ çabası, aile içinde hakikati savunma görevini yansıtmakta, ‘putları ilah mı ediniyorsun?’ şeklindeki diyalojik üslup iʿcâzın bir parçası olmaktadır. Modern narratolojik analizler, bu anlatıyı ‘tevhid anlatısı’ olarak sınıflandırmışlardır. Aile bağları, manevi bir sorumluluk çerçevesinde ele alınmaktadır.
Ayetlerdeki kelime seçimleri (örneğin, ‘ihsân’, ‘rızık’) iʿcâzın bir ispatıdır. Her kelime, bağlama özgü bir anlam taşımaktadır. Modern semiyotik analizler, anne-babaya iyilik ve çocukların korunmasını ‘ailevi sadakat’ ve ‘hayat hakkı’ işaretleri olarak değerlendirmektedir. Tevhid vurgusu, ahlâkî sorumlulukları evrensel bir çerçeveye oturtmakta, iʿcâzın bir parçası olmakta ve Kur’ân’ın evrensel hitabını göstermektedir.
12. Diğer Dini Metinler (Tevrat, İncil) ile Karşılaştırma
Bu bölüm, Kur’ân’daki İhlâs Suresi (112/1-4) üzerinden belâgat unsurlarını analiz ederek, Tevrat ve İncil’deki benzer temaları işleyen metinlerle karşılaştırmalı bir inceleme sunacaktır. İhlâs Suresi, tevhid temasını özlü bir şekilde beyanı sebebi ile, karşılaştırma için uygun bir örnek olarak görülmüştür.
Analiz, mantıksal argüman, duygusal etki ve güvenilirlik unsurlarını dikkate alacak, benzerlikleri ve farkları, tematik odak, dil yapısı ve hitap tekniği açısından ayrıntılandıracaktır.
İhlâs Suresi, dört ayetten oluşan kısa bir sure olup, net ve ritmik bir üslupla, tevhid inancının özü olan Yüce Allah’ın varlığını, birliğini ve eşsizliğini ifade eder. Mekkî bir sure olarak, müşriklerin çoktanrıcılığına karşı susturucu bir yanıt verir.
قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ اَللّٰهُ الصَّمَدُ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ
‘De ki: O Allah Ehad’dir (tektir). Allah Samed’dir (hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey kendisine muhtaçtır). Doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O’nun dengi değildir.’ (İhlas, 112/1-4)
İhlas Suresi, ‘De ki…’ emriyle başlar. Bu, Hz. Muhammed’e (sas) tebliğ görevini yükler ve emir, otoriter bir üslup sunar. ‘De ki…’ emri, ilahi otoriteyi vurgular ve mesajın güvenilirliğini pekiştirir.
‘O Allah Ehad’dir’ (112/1) cümlesindeki ‘Ehad’ kelimesi, hiçbir şekilde bölünmeye ve sayıya ihtimali olmayan ‘tek’ anlamını ifade eder. ‘O Allah Ehad’dir’ şeklindeki kısa, ritmik ve kesin ifadeler, muhatapta teslimiyet ve hayranlık uyandırır.
‘Allah Samed’dir’ (112/2) ayeti, Yüce Allah’ın yüksek sıfatını gösterir ve tevhidi mantıksal bir şekilde sunar. ‘Samed’ (her şey O’na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir) kelimesi, derin teolojik anlamlar taşır.
‘Doğurmamıştır ve doğurulmamıştır’ (112/3) şeklindeki olumsuzlama (nefy) tekniği, Yüce Allah’ın insani sıfatlardan münezzeh olduğunu mantıksal olarak açıklamaktadır. Ayetin asıl vurgusu, Yüce Allah’ın eşi ve benzeri bulunmayan tek yaratıcı olduğu gerçeğini tespit ile birlikte, dolaylı olarak Hz. İsa (as) ve Hz. Meryem’in (aleyhe’s-selam) insan oldukları gerçeğine işaret etmektedir. Çünkü onlar doğmuşlardır ve insanî özellikler taşımışlardır. Hz. İsa (as) dahil tüm insanlar yaratılmışlardır. İlahi sıfatlara sahip değillerdir. Bu ayet, hem Hristiyanlık inancındaki ‘teslis’ (üçleme) doktrinini, hem de müşriklerin putperestlikle örgülü inançlarını iki kelime ile çürütmektedir.
Sure, kısa kelimeler, keskin üslup ve seciʿ (ritimli bitişler) ile yoğun bir etki yaratmaktadır. Paralel cümle yapısı ve fonetik uyum, metni hem kitâbî hem de sözlü performans için ideal kılmıştır. Bu, Kur’ân hitabetinin özgünlüğünü ve yüksek gücünü göstermekte, Kur’ân’ın îcâzını ve iʿcâzını açık olarak yansıtmaktadır.
İhlâs Suresi’nin nazmı, iʿcâzın çok parlak bir örneğidir. Her kelime, çok katmanlı anlamlar taşımaktadır. Modern semiyotik analizler, sureyi ‘tevhid manifestosu’ olarak değerlendirmektedir. Kısa ama çok etkili yapısı, evrensel tevhîd mesajını yoğun şekilde aktarmaktadır. Tevhid inancındaki mantıksal netlik ve ilahi otorite unsurları, sureyi çok güçlü bir tebliğ unsuru haline getirmiştir.
12.1. Tevrat’tan Karşılaştırma
‘Dinle ey İsrail! Tanrımız Rab birdir. Tanrınız Rab’bi bütün yüreğinizle, bütün canınızla ve bütün gücünüzle seveceksiniz… Bu sözleri çocuklarınıza öğretin…’ (Tesniye, 6:4-9, Eski Ahit, Şema Duasının başlangıcı)
Şema Duasının başlangıcı, Yahudilikte tevhidin temel ifadesidir. Tanrı’nın birliği (monoteizm) ve O’na bağlılık vurgulanır. Ayrıca ailevi sorumluluklar (çocuklara öğretme) da işlenir.
‘Tanrımız Rab birdir’ ifadesi, tevhidi net bir şekilde ortaya koyar. Mantıksal olarak Tanrı’nın eşsizliği savunulur.
‘Bütün yüreğinizle, bütün canınızla’ ifadesi, muhatapta derin bir sevgi ve bağlılık hissi uyandırır.
‘Dinle ey İsrail’ hitabı, toplumu birleştirir ve ilahi otoriteyi yansıtır.
‘Bütün yüreğinizle… bütün canınızla…’ doğrudan hitapları, metni liturjik bir dua haline getirir. Ancak Kur’ân’daki seciʿ kadar ritmik değildir.
Şema Duası, tevhidi vurgularken toplumu ibadet ve eğitime çağırır. Klasik Yahudi yorumları, bu metni ‘inanç beyanı’ olarak görür. Modern semiyotik analizler, ‘bir’ kelimesini ‘monoteist sadakat’ işareti olarak değerlendirir.
12.2. İncil’den Karşılaştırma
‘İsa şöyle yanıt verdi: ‘En önemlisi şudur: Dinle, ey İsrail! Tanrımız Rab birdir. Tanrın Rab’bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle seveceksin. İkincisi de şudur: Komşunu kendin gibi seveceksin. Bunlardan daha büyük buyruk yoktur.’ (Markos, 12:29-31, Yeni Ahit).
Hz. İsa (as), Şema Duası’nı alıntılar ve tevhidi onaylar. Ancak komşu sevgisiyle ahlâkî bir boyut ekler. Hıristiyanlıkta tevhid, tematik odak olarak, teslis inancıyla farklı bir bağlama oturur.
‘Tanrımız Rab birdir’ ifadesi, tevhidi mantıksal olarak savunur. Komşu sevgisi, ahlâkî bir ilke olarak eklenir.
Hz. İsa’nın (as) otoritesi, hitabı güçlendirir. Ancak ilahi hitap yerine, Hz. İsa’nın (as) öğretisi merkezdedir.
‘Bütün yüreğinle…, bütün canınla…’ şeklindeki tekrarlar ve paralel yapılar, liturjik bir ton sağlar. sevgi ve bağlılık hissi uyandırır. Ancak Kur’ân’daki ritmik seciʿ yoktur.
Bu metin, tevhidi ahlâkî bir çağrıyla birleştirir. Hıristiyan yorumları, ‘komşu sevgisi’ni evrensel ve etik bir ilke olarak görür.
12.3. Kur’ân-ı Kerîm ile Benzerlikler
İhlâs Suresi, Şema Duası ve Markos’taki metin, Tanrı’nın birliğini (monoteizm) merkeze alır. Her üç metin, tevhidi logos temelli bir argümanla savunur. İhlâs Suresi’nde ‘O Allah Ehad’dir’ cümlesi, Şema’da ‘Rab birdir’ ifadesi bu ortaklığı yansıtır.
Üç metin de muhatabı Tanrı’ya bağlılığa çağırır. Sevgi, teslimiyet ve tefekkür uyandırılır.
İhlâs Suresi’nde ‘De ki…’, Şema’da ‘Dinle ey İsrail’ ve Markos’ta Hz. İsa’nın (as) hitabı, muhatabı doğrudan mesaja dahil eder.
Şema Duası ve Markos, tevhidi çocuklara öğretme ve ibadetle yaşama çağrısı yapar (Tesniye, 6:7; Markos, 12:30). İhlâs Suresi, Hz. Muhammed’e (sas) ‘De ki…’ emri tahtında, tebliğ yoluyla aynı hedefi paylaşır.
12.4. Kur’ân-ı Kerîm ile Farklar
İhlâs Suresi, kısa, özlü ve ritmik yapısıyla (seci, paralel cümleler) sözlü performansa uygundur. Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin ‘Samed’ gibi yüksek vasfı, çok katmanlı teolojik anlamlar taşır. Estetik açısından Kur’ân’ın îcâzını ve iʿcâzını parlak bir şekilde yansıtır.
Tevrat ve İncil’deki Şema Duası ve Markos’taki metin, liturjik bir tona sahip olsa da, Kur’ân’da yer alan ritmik seciʿ ve fonetik uyumdan yoksundur. Tevrat ve İncil’in İbranice ve Yunanca orijinalleri, şiirsel olsa da, Kur’ân’ın nazmındaki yoğun estetikle eşleşemez.
İhlâs Suresi, müşriklerin çoktanrıcılığını ve Hıristiyanların teslis inancını reddetmiştir. ‘Doğurmamıştır ve doğurulmamıştır’ beyanı, Hıristiyanlığın aslî teslis doktrinine doğrudan bir reddiyedir.
İhlâs Suresi, tevhidi en saf ve temiz bir şekilde sunar. Suredeki ahlâkî çağrılar, tebliğ yoluyla gerçekleştirmeye dayalıdır.
Tevrat ve İncil’deki Şema Duası, tevhidi ibadet ve eğitime bağlar. Markos, komşu sevgisiyle ahlâkî bir boyut ekler. Bu, İncil’in etik odaklı söylemini yansıtır.
İhlâs Suresi, dil ve üslup itibarı ile ritmik bir yapıdadır. ‘Doğurmamıştır ve doğurulmamıştır’ şeklindeki olumsuzlamalar ve kesin ifadeler, tevhidi netleştirmiştir. Hem en kültürsüz tabakaların anlayabileceği, hem de en kültürlü ve bilgili bireylerin saklı anlamları istinbat edebilecekleri şekle getirmiştir.
Tevrat ve İncil’in kullandığı İbranice ve Yunanca ifadeler, daha anlatısal ve liturjik bir üslup sunsalar da, Kur’ân’ın fonetik ve ritmik yoğunluğuyla eşleşemezler.
Modern semiyotik analizler, İhlâs Suresi’ni ‘tevhid manifestosu’ olarak sınıflandırmaktadır. Şema Duası ve Markos’taki metin ise, ‘inanç ve etik’ işaretleri olarak değerlendirilmektedir. Kur’ân’ın üslubu, diğer metinlere kıyasla, daha doğrudan ve meydan okuyucudur.
İhlâs Suresi, Tevrat’taki Şema Duası ve İncil’deki Markos metni ile, tevhid vurgusu açısından ve doğrudan hitapta bazı benzerlikler taşır. Ancak Kur’ân’ın ritmik ve özlü üslubu, onu estetik açıdan çok daha farklı kılar. Bu farklar, Kur’ân’ın iʿcâzını ve hitabet gücünü ortaya koymaktadır.
13. Kur’ân Dilini Çevirideki Sorunlar
Kur’ân-ı Kerîm’in dil yapısı, onun mucizevi niteliğini (iʿcâz) ortaya koyan temel unsurlardan biridir ve belâgat ilminin meʿânî (anlam bilimi), beyan (açıklama sanatı) ve bedîʿ (sözü güzelleştirme sanatı) dallarıyla şekillenir.
Kur’ân’ın mantıksal argüman, duygusal etki ve güvenilirlik unsurları, onun eşsiz nazmını (söz düzeni) ve fonetik ahengini oluşturur. Ancak Kur’ân’ın seciʿ, paralelizm, teşbih, diyalojik üslup ve kelimelerdeki çok anlamlılık gibi unsurları, diğer dillere çevirilerde ciddi zorluklarla karşılaşır.
Kur’ân’daki dil unsurları, Arapça’nın dilbilgisel, fonetik ve kültürel özellikleri ile derinden bağlıdır. Bu unsurlar, çeviri sırasında şu nedenlerle sorun meydana getirmektedir:
1. Fonetik ve Ritmik Ahenk (Seciʿ)
Kur’ân’ın seciʿ (ritimli bitişler) ve nazmı, Arapça’nın fonetik yapısına özgüdür. Diğer dillerde bu ahengi yakalamak zordur.
2. Kelimelerdeki Anlam Katmanları / Çok Anlamlılık
Arapça kelimeler (örneğin, ‘Samed’, ‘Nur’ veya ‘Dehr’) çok katmanlı anlamlar taşır. Bu, hedef dilde eşdeğer kelimeleri bulmayı zorlaştırır.
Çevirmenlerin bir kısmı, teolojik açıklamalar eklemektedir. Bu stil, anlamı derinleştirebilir ancak orijinalin sadeliğini yok etmektedir.
3. Kültürel ve Teolojik Bağlam
Kur’ân’ın teşbihlerinin ve imgelerinin, farklı kültürel bağlamlara aktarımı bir başka zorluk alanıdır.
Kur’ân’ın duygusal etkisi ve ilahi otoritesi, dilin ritmik ve hitabî yapısına bağlıdır. Çeviriler, bu etkileri tam olarak yansıtamamaktadır.
Bu bölüm, Kur’ân’ın dil unsurlarının çeviri sorunlarını, örnek ayetler üzerinden ele alarak, bu unsurların anlam, estetik ve duygusal etkilerinin, çeviriler yolu ile aktarımındaki zorluklar, belirli ayet-i kerimeler ve bazı popüler çeviriler üzerinden analiz edilecektir.
4. Kavramsal Derinlik ve Anlaşılırlık
Bir kısım çevirmenler, kelime kelime çeviriye odaklanmaktadır. Bu, anlamı korur ama ritim ve duygusallık kaybolmaktadır.
Bazı Kur’ânî kavramlar, ya olduğu gibi bırakılarak anlamsal bir boşluk oluşturulmakta, ya parantez içi açıklamalarla akış bozulmakta ya da daha sığ karşılıklarla manevi derinlik feda edilmektedir.
5. Şiirsel Çeviriler ve Ritim Kaybı
Bazı çevirmenler, Kur’ân’ın ritmik yapısını taklit etmeye çalışmıştır. Ancak Arapça’nın fonetik ahengi, diğer dillerde yeniden üretilememektedir.
Arapçanın kendine has fonetiği, seciʿleri ve ritmik yapısı, farklı dil melodileri ve sözcük yapıları içerisinde, neredeyse tamamen kaybolmaktadır.
6. Teşbih ve İmge Aktarımı
Yoğun metaforlar, çeviri sürecinde sadeleştirilmekte ve imgelerin çok katmanlı yapısı düzleştirilmektedir. Bu da ayetlerin semiyotik zenginliğini ve güçlü etkisini aktarmakta sorun oluşturmaktadır.
Mealler, ne kadar başarılı olursa olsun, orijinal Arapça metnin taşıdığı estetik ahengi, kavramsal derinliği ve duygusal etkiyi tam olarak aktarmakta yetersiz kalmaktadır. Kur’ân’ın belâğî unsurlarını diğer dillere aktarmak için çevirmenler, her biri sınırlı olan farklı stratejiler kullanmaktadırlar.
Kur’ân’ın belâğî unsurları, Arapça’nın fonetik, dilbilgisel ve kültürel özelliklerine derinden bağlıdır. Bu, çevirilerde seciʿ, teşbih ve parabol etkilerinin kaybolmasına yol açar. Teşbih gibi unsurlar, çevirilerde anlam, ritim veya teolojik derinlik açısından eksik kalmaktadır.
Çevirmenler, farklı stratejilerle bu zorlukları aşmaya çalışsa da, Kur’ân’ın iʿcâzı tam olarak aktarılamamaktadır. Kur’ân’ın özgün gücü, en yoğun haliyle ancak Arapça’da deneyimlenebilmektedir.
14. Kur’an’ın Belâgat Üstünlüğünün Ana Noktaları
Kur’an-ı Kerîm’in belâğî yapısı, onun mucizevi niteliğini (iʿcâz) ortaya koyan temel unsurlardan biri olup, belagat ilminin meʿânî (anlam bilimi), beyan (açıklama sanatı) ve bedîʿ (sözü güzelleştirme sanatı) dallarıyla şekillenmiştir.
Kur’an’ın belâğî üstünlüğü, mantıksal argüman, duygusal etki ve güvenilirlik unsurlarının eşsiz birleşimiyle kendini gösterir. Bu unsurlar, Kur’an’ın evrensel hitabını, estetik ahengini ve muhatap üzerindeki dönüştürücü etkisini oluşturur.
Bu bölüm, Kur’an’ın belâğî üstünlüğünün ana noktalarını, tematik, dilbilimsel ve estetik açılardan özetleyecek, önceki bölümlerde incelenen örneklerden (En’âm Suresi, İhlâs Suresi, Rahman Suresi, Nur Ayeti) yola çıkılarak, ulaşılan sonuçlar hülasa edilecektir.
14.1. Tematik Üstünlük: Tevhid, Ahiret ve Ahlâk
Kur’an’ın belâğî gücü, ana temaları olan tevhid, ahiret ve ahlâk etrafında şekillenmiştir. Bu temalar, muhatabı mantıksal, duygusal ve manevi bir yolculuğa çıkarmaktadır.
İhlâs Suresi’nde, (…قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ اَللّٰهُ الصَّمَدُ) ‘De ki, O Allah Ehad’dir. Allah Samed’dir…’ (İhlas, 112/1-2) cümleleri, tevhidi özlü ve kesin bir şekilde sunmaktadır. (…لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ) ‘Doğurmamıştır ve doğurulmamıştır…’ (İhlas, 112/3) şeklindeki olumsuzlama (nefy) tekniği, mantık temelli bir argümanla şirk inancını çürütürken, kısa ve ritmik yapı, verdiği duygusal etki ile muhatapta hayranlık uyandırmaktadır.
Şems Suresi’nde (91/1-8) Yüce Allah’ın yedi ayette 11 defa yemin ederek lütfettiği büyük nimetleri sıralaması ilahi kudretin mantıksal ispatları olurken, ayet sonlarındaki ritmik ahenk, tefekkür ve şükran hissi uyandırmaktadır. Cennet ve Cehennem tasvirleri, zıtlık ve duyusal imgelerle korku ve umut dengesi kurmuştur.
(…وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا) ‘Anneye ve babaya iyilik edin…’ ve (…وَلَا تَقْتُلُوا اَوْلَادَكُمْ) ‘Çocuklarınızı öldürmeyin…’ (En’âm, 6/151) emirleri, ahlâkî sorumlulukları tevhid çerçevesinde sunmaktadır. Ayetteki (…قُلْ) ‘De ki…’ şeklindeki doğrudan hitap, muhatabı kişisel bir bağa çekmekte ve müspet ahlâkî dönüşüm çağrısı yapmaktadır. Bu stil, Kur’an’ın ahlâkî direktiflerinin evrensel hitabını güçlendirmektedir.
Kur’an’ın tematik üstünlüğü, tevhid, ahiret ve ahlâk temalarını, mantık, duygu ve güvenilirlik unsurlarıyla birleştirerek, muhatabı hem aklen hem kalben ikna etmektedir. Modern semiyotik analizler, bu temaları ‘evrensel anlam işaretleri’ olarak değerlendirmektedir.
14.2. Dilbilimsel Üstünlük: Nazm, Seciʿ ve Kelime Seçimi
Kur’an-ı Kerîm, dilbilimsel yapısı, nazmı (söz düzeni), seciʿsi (ritimli bitişleri) ve kelime seçimleriyle eşsiz bir metindir. Kur’an’ın ayetler arası bağlantıları (münasebet), tematik bütünlük sağlamaktadır.
Konuyu örneklerle açmak istersek, En’âm Suresi’nde (6/151-152) tevhid, ailevi sorumluluklar ve ahlâkî ilkeler birbirleriyle uyumlu bir şekilde sıralandığını görürüz. Ayet-i kerimedeki nazm, mantık temelli bir düzen içerisindedir.
Rahman Suresi’ndeki (فَبِاَیِّ اٰلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ) ‘O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?’ tekrarları, fonetik ahenkle (bedîʿ) muhatapta ritmik bir etki meydana getirmektedir. İhlâs Suresi’nde (…لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ) ‘Doğurmamıştır ve doğurulmamıştır…’ ifadesi, seciʿ ile tevhidin kesinliğini vurgulamaktadır.
(…اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ) ‘Allah, göklerin ve yerin nurudur…’ ayetindeki ‘Nur’ (Nur, 24/35) gibi kelimeler, çok katmanlı anlamlarıyla teolojik derinlik sunmaktadır. (الصَّمَدُ) ‘Samed’ (İhlas, 112/2) kelimesi, ‘her şey O’na muhtaç’ anlamıyla tevhidi gösterirken, ‘Nur’ kelimesi, hidayet ve ilahi varlık imgesiyle manevi coşku yaratmaktadır. Bu kelimeler, ‘anlam yoğunluğu’ taşıyan kelimelerdir.
Kur’an’ın dilbilimsel üstünlüğü, nazmın tematik bütünlüğü, seciʿnin fonetik ahengi ve kelime seçiminin derinliğiyle ortaya çıkmaktadır. Bu unsurlar, Kur’an’ı Arapça’nın edebi normlarını bütünüyle aşan bir metin yapmakta, diğer dillere yapılan çevirilerin açıklayıcı cümleler olmadan tam olarak aktarılamamasını netice vermektedir.
14.3. Estetik Üstünlük: Teşbih, Diyalojik Üslup ve Hitap
Kur’an’ın estetik yapısı, teşbih, diyalojik üslup ve doğrudan hitap teknikleriyle muhatabı büyüler.
Rahman Suresi’nde, (…اللُّؤْلُؤُ وَالْمَرْجَانُ) ‘inciler ve mercanlar…’ (Rahman, 55/22) beyanı, ilahi nimetlerin estetik bir tasviridir. Hz. İbrahim (as), (…وَاِذْ قَالَ اِبْرٰهٖيمُ) ‘Hani bir zamanlar İbrahim şöyle söylemişti…’ şeklindeki diyalojik üslubu (Enam, 6/74-79), (…كَبِيرُهُمْ هَذَا فَسْأَلُوهُمْ إِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ) ‘Bu onların büyüğüdür, eğer konuşabiliyorsa onlara sorun!…’ (Enbiya, 21/63) şeklindeki ironisi ve (هٰذَا رَبّٖى) ‘Bu (mu) benim Rabbim?…’ şeklindeki soru-cevap tekniği tevhidi güneş gibi ispat eder. Bu üslup, muhatabı hadisenin içerisine dahil eder, okuyanda ya da dinleyende tefekkürü harekete geçirir. Modern narratolojik analizler, bu üslubu ‘retorik sorgulama’ olarak sınıflandırmaktadır.
(…قُلْ) ‘De ki…’ emirleri ve (…يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اسْتَعٖينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِرٖينَ) ‘Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım isteyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir…’ (Bakara, 2/153) şeklindeki hitap, muhataplarını doğrudan mesaja bağlar. İlahi otoriteyi hatırlatır ve kişisel sorumluluk hissi meydana getirir.
Kur’an’ın estetik üstünlüğü, teşbihlerin görsel ve manevi etkisi, diyalojik üslubun dramatik gücü ve doğrudan hitabın kişisel bağ kurma yeteneği, nazmındaki (söz dizimindeki) bedâet (güzellik), meânî (anlam katmanlarının zenginliği) ve fonetik seciʿ (ses uyumundaki harikuladelik), Kur’an’ı asla taklit edilemeyen sözlü bir hitap şaheseri yapmaktadır.
14.4. Evrensel Hitap ve Dönüştürücü Etki
Kur’an’ın belâgat üstünlüğü, onun evrensel hitabında ve muhatap üzerindeki dönüştürücü etkisinde açık bir şekilde belirgindir. Kur’an, farklı çağlar ve kültürler için geçerliliği daimî bir mesaj sunmaktadır.
Mesela İhlâs Suresi’nin kısa ve evrensel tevhid manifestosu, her çağ için değişmez bir normdur. Kıyamete kadar gelecek insanların manevi ihtiyaçlarına tam bir şifadır. Yine En’âm Suresi’nde (6/151) ailevi sorumlulukların tevhid çerçevesinde sunulması, bireyleri ve toplumları düzenlemektedir.
Kur’an’ın evrensel hitabı, belâgat unsurlarının çağlar ötesi geçerliliğiyle, dönüştürücü etkisi, mantığa dayalı olmanın, güvenilirliğin ve duygulara hitabın dengeli birleşimiyle, bütün insanlık için eşsiz bir rehberdir.
Kur’an’daki seciʿ, çok anlamlı kelimeler ve teşbihler, ilahi otoriteye dayalı hitabı ve fonetik ahengi, onu eşsiz kılmaktadır. Kur’an’ın belâgat üstünlüğü, tematik bütünlüğü (tevhid, ahiret, ahlâk), dilbilimsel yapısı (nazım, seciʿ, kelime seçimleri), estetik gücü (teşbih, diyalojik üslup, hitap) ve evrensel hitabıyla ortaya çıkmaktadır. Bu unsurlar, muhataplarını aklen, kalben ve manen pozitif anlamda dönüştürmektedir.
İnşâAllâh bir sonraki kısımda, kişisel değerlendirmelerle konuyu tamamlamış olacağız.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com sayfalarındaki yazı, resim, fotoğraf, grafik, çizim, vs. her türlü görüntü malzemesinin elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması kesinlikle yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.
