İslam’ın Parlak Rükünlerinden Hac İbadetinin Önemi (Menâsikü’l-Hac) ve Leyâli-i Aşere

Musa Kâzım GÜLÇÜR


1 / Zilhicce / 1444


19 / Haziran / 2023


İçindekiler

Abstract

Önsöz

Giriş

A. Haccın Hikmetleri

B. Leyâli-i Aşere (On Gece) ve Önemi

C. Haccın Farziyeti ve Faziletleri

D. Haccın Farz Kılınması

E. Haccın Farz Olmasının Şartları

F. Haccın Edasının Şartları

G. Haccın Edasının Sıhhat Şartları

H. Haccın Eda Ediliş Şekilleri

I. Haccın Farzları

J. Haccın Vacipleri

K. Haccın Sünnetleri

L. Haccın Eda Ediliş Sureti

1. Mîkât’a Ulaşma ve Mîkât Mevkileri

a. Zü’l-Huleyfe

b. Cuhfe

c. Zâtüırk

d. Karnü’l-Menâzil

e. Yelemlem

2. İhrama Girme ve Telbiye Getirme

3. Kabe ve Tavaf

4. Safâ ve Merve Arasında Sa’y Yapma

5. Mina’da Terviyede Bulunma

6. Arafat’ta Vakfe’ye Durma

7. Müzdelife Vakfesi

8. Cemerât (Şeytan Taşlama)

9. Tavâf-ı İfâza (Ziyaret Tavafı)

10. Kurban Kesmek ve İhramdan Çıkma

11. Veda Tavafı ve Haccın Tamamlanması

M. Hacc-ı Ekber

N. Mescid-i Nebevî’yi Ziyaret Etme

O. Veda Hutbesi

Sonuç

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيطَانِ الرَّجِيمِ

بِـسْـــــــــــــــــــــــــــــــمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ مِنْهُ انْشَقَّتِ الأَسْرَارُ وَانْفَلَقَتِ الأَنْوَارُ وَفِيْهِ ارْتَقَتِ الحَقَائِقُ وَتَنَزَّلَتْ عُلُومُ آدَمَ فَأعْجَزَ الخَلائِقِ، وَلَهُ تَضَآءَلَتِ الفُهُومُ فلَمْ يُدْرِكْهُ مِنَّا سَابِقٌ ولا لاحِقٌ، فرِيَاضُ المَلَكُوتِ بِزَهْرِ جَمَـالِهِ مُونِقَة، وَحِيَاضُ الجَبَروْتِ بِفَيْضِ أَنْوَارِه مُتَدَفِقَة، وَلا شَيءَ إلا وَهُوَ بِهِ مَنُوطٌ، إذْ لَوْلا الوَاسِطَةُ لَذَهَبَ المَوْسُوطُ، صَلَوةً تَلِيقُ بِكَ مِنْكَ إِلَيْهِ كَمَا هُوَ أَهْلُهُ،

اَللَّهُمَّ إنَّهُ سِرُّكَ الجامِعُ الدَّآلُّ عَلَيْكَ، وَحِجابُكَ الأَعْظَمُ القَآئِمُ لَكَ بَيْنَ يَدَيْكَ، اَلّلهُمَّ أَلحِقْني بِنَسَبِهِ، وَحَقِّقْني بِحَسَبِهِ وَعَرِّفني إيَّاهُ مَعْرِفَةً أَسْلَمُ بِهَا مِنْ مَوَارِدِ الجَهلِ وَأَكْرَعُ بَهَا مِنْ مَوَارِدِ الفَضْلِ، وَاحْمِلْني عَلَى سَبيلِهِ إلى حَضْرَتِكَ حَمْلاً مَحْفُوفَاً بنُصْرَتِكَ وَاقْذِفْ بي عَلَى البَاطِلِ فَأَدْمَغَهُ، وَزُجَّ بِي فيِ بِحارِ الأَحَدِيَّةِ وَانْشُلْني مِنْ أَوْحَالِ التَّوْحِيدِ وَأَغْرِقْني فيِ عَيْنِ بَحْرِ الوَحْدَةِ حَتَّى لاَ أرَى وَلا أسْمَعَ وَلا أَجِدَ وَلاَ أُحِسَّ إِلاَّ بِها

وَاجْعَلِ الحِجَابَ الأعْظَمَ حَيَاةَ رُوحِي ورُوحَهُ سِرَّ حَقِيقَتي وَحَقيقَتَهُ جَامِعَ عَوَالمي بِتَحقيقِ الحَقِّ الأوَّلِ يَاأَوَّلُ يَاآخِرُ يَاظَاهِرُ يَاباطِنُ، اِسْمَعْ نِدَآئي بِمَا سَمِعْتَ بِهِ نِدآءَ عَبْدِكَ زَكَرِيَّا، وَانْصُرْني بِكَ لَكَ، وَأَيِّدْني بِكَ لَكَ، وَاجْمَعْ بَيْنِي وَبَيْنَكَ وَحُلْ بَينيْ وَبَيْنَ غَيْرِكَ، { اَللَّه اَللَّه اَللَّه }

 وَإِذْ بَوَّأْنَا لِإِبْرَٰهِيمَ مَكَانَ ٱلْبَيْتِ أَن لَّا تُشْرِكْ بِى شَيْـًٔا وَطَهِّرْ بَيْتِىَ لِلطَّآئِفِينَ وَٱلْقَآئِمِينَ وَٱلرُّكَّعِ ٱلسُّجُودِ وَأَذِّن فِى ٱلنَّاسِ بِٱلْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلَىٰ كُلِّ ضَامِرٍۢ يَأْتِينَ مِن كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍۢ لِّيَشْهَدُواْ مَنَٰفِعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُواْ ٱسْمَ ٱللَّهِ فِىٓ أَيَّامٍۢ مَّعْلُومَٰتٍ عَلَىٰ مَا رَزَقَهُم مِّنۢ بَهِيمَةِ ٱلْأَنْعَٰمِ ۖ فَكُلُواْ مِنْهَا وَأَطْعِمُواْ ٱلْبَآئِسَ ٱلْفَقِيرَ ثُمَّ لْيَقْضُواْ تَفَثَهُمْ وَلْيُوفُواْ نُذُورَهُمْ وَلْيَطَّوَّفُواْ بِٱلْبَيْتِ ٱلْعَتِيقِ ذَٰلِكَ وَمَن يُعَظِّمْ حُرُمَٰتِ ٱللَّهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُۥ عِندَ رَبِّهِۦ ۗ وَأُحِلَّتْ لَكُمُ ٱلْأَنْعَٰمُ إِلَّا مَا يُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ ۖ فَٱجْتَنِبُواْ ٱلرِّجْسَ مِنَ ٱلْأَوْثَٰنِ وَٱجْتَنِبُواْ قَوْلَ ٱلزُّورِ حُنَفَآءَ لِلَّهِ غَيْرَ مُشْرِكِينَ بِهِۦ ۚ وَمَن يُشْرِكْ بِٱللَّهِ فَكَأَنَّمَا خَرَّ مِنَ ٱلسَّمَآءِ فَتَخْطَفُهُ ٱلطَّيْرُ أَوْ تَهْوِى بِهِ ٱلرِّيحُ فِى مَكَانٍۢ سَحِيقٍۢ ذَٰلِكَ وَمَن يُعَظِّمْ شَعَٰٓئِرَ ٱللَّهِ فَإِنَّهَا مِن تَقْوَى ٱلْقُلُوبِ لَكُمْ فِيهَا مَنَٰفِعُ إِلَىٰٓ أَجَلٍۢ مُّسَمًّى ثُمَّ مَحِلُّهَآ إِلَى ٱلْبَيْتِ ٱلْعَتِيقِ وَلِكُلِّ أُمَّةٍۢ جَعَلْنَا مَنسَكًا لِّيَذْكُرُواْ ٱسْمَ ٱللَّهِ عَلَىٰ مَا رَزَقَهُم مِّنۢ بَهِيمَةِ ٱلْأَنْعَٰمِ ۗ فَإِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَٰحِدٌ فَلَهُۥٓ أَسْلِمُواْ ۗ وَبَشِّرِ ٱلْمُخْبِتِينَ ٱلَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ ٱللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَٱلصَّٰبِرِينَ عَلَىٰ مَآ أَصَابَهُمْ وَٱلْمُقِيمِى ٱلصَّلَوٰةِ وَمِمَّا رَزَقْنَٰهُمْ يُنفِقُونَ وَٱلْبُدْنَ جَعَلْنَٰهَا لَكُم مِّن شَعَٰٓئِرِ ٱللَّهِ لَكُمْ فِيهَا خَيْرٌ ۖ فَٱذْكُرُواْ ٱسْمَ ٱللَّهِ عَلَيْهَا صَوَآفَّ ۖ فَإِذَا وَجَبَتْ جُنُوبُهَا فَكُلُواْ مِنْهَا وَأَطْعِمُواْ ٱلْقَانِعَ وَٱلْمُعْتَرَّ ۚ كَذَٰلِكَ سَخَّرْنَٰهَا لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ لَن يَنَالَ ٱللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَآؤُهَا وَلَٰكِن يَنَالُهُ ٱلتَّقْوَىٰ مِنكُمْ ۚ كَذَٰلِكَ سَخَّرَهَا لَكُمْ لِتُكَبِّرُواْ ٱللَّهَ عَلَىٰ مَا هَدَىٰكُمْ ۗ وَبَشِّرِ ٱلْمُحْسِنِينَ

(22/26-37، سُورَةُ الحج)

إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍۢ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِى بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَٰلَمِينَ وَلِلَّهِ عَلَى ٱلنَّاسِ حِجُّ ٱلْبَيْتِ مَنِ ٱسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلًا ۚ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ ٱللَّهَ غَنِىٌّ عَنِ ٱلْعَٰلَمِينَ

(3/96-97، سُورَةُ آل عمران)

رَبِّ يَسِّرْ وَلاَ تُعَسِّرْ، رَبِّ تَمِّمْ بِالْخَيْرِ، وَبِهِ الْعَوْنُ

(رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي يَفْقَهُوا قَوْلِي)

(20/25-28، سُورَةُ طه)

Ezelden ebede kadar, bütün olmuş ve olacak hamd ve senalar, tam ve kemaliyle, âlemlerin yegâne Yaratıcısı, yöneteni ve kemale erdiricisi Allâh’ındır. Ey Rabbim! Bütün sırların kendisinden zuhur ettiği, bütün nurların kendisinden saçıldığı ve bütün hakikatlerin kendisinde toplandığı, Âdemoğlunun tüm ilimlerinin kendisine indirildiği, mahlukatı âciz bırakıp idraklerin âciz kaldığı ne geçmişte ne de gelecekte kendisi hakkıyla idrak edilemeyecek Zât’a salât et. Melekût bahçeleri, O’nun cemâlinin aydınlığı ile şenlenmiş, Ceberût havuzları O’nun nurlarının feyzi ile taşmıştır. Hiçbir şey yoktur ki ona bağlı olmasın. Zira aracı olmasaydı, mevcudiyeti aracıya bağlı olan yok olurdu. Senin şanına lâyık, onun da ehli olduğu bir salât ile ona salât et.

Ey Rabbim! Muhakkak O, her şeyi içinde barındıran, sana delâlet eden sırrındır. Senin katında, senin için duran en büyük perdendir. Ey Rabbim bizi, O’nun nesebine dâhil eyle ve O’nun şerefinin hakikatine vâkıf eyle. Bize O’nu öyle bildir ki, cehalet yollarından selâmette olalım. Erdem kaynaklarından vasıtasız olarak o salavat ile susuzluğumuzu giderelim. Onun yolunda sana kulluk etmeyi bize ihsan et. Bizi üzerine göndererek bâtılı yok et, Ehadiyet denizlerinde yüzdür, tevhid konusunda bulanıklıklardan süratle çıkar ve vahdet denizinin hakikatine gark eyle. Böylece yalnız vahdeti görelim, duyalım, bulalım ve idrak edelim.

En büyük hicâbı (Resülullah’ı), ruhumuzun hayatı ve O’nun ruhunu, hakikatimizin sırrı ve Hakku’l-Evvel hakkı için O’nun hakikatini, âlemlerimizi kuşatıcı kıl. Ey Evvel! Ey Âhir! Ey Zâhir! Ey Bâtın! Kulun Zekeriya’nın duasını kabul ettiğin gibi bizlerin de dualarını kabul et. Rızanı kazanacağımız şekilde bizlere yardım et. Rızanı netice verecek şekilde bizleri destekle. Bizi seninle kıl ve senden gayrısı ile aramızı ayır. Allâh! Allâh! Allâh!

Hani bir zamanlar, Bana hiçbir şeyin ortak koşulmaması, tavaf edecek, kıyama duracak, rükû ve secde edecek olanlara temiz tutulması için, İbrahim’e Evin (Kâbe’nin) yerini hazırlamıştık. İnsanlara haccı duyur. Gerek yaya gerekse de yorgun develer üzerinde, her derin vadiden (uzak yollardan) sana gelsinler. Böylece, kendileri için bir takım yararlara tanık olsunlar. Allâh’ın kendilerine rızık olarak vermiş olduğu hayvanları belli günlerde (keserlerken) üzerlerine Allâh’ın adını ansınlar. Artık onlardan hem kendiniz hem de darlık içindeki yoksullara yedirin. Sonra kirlerini gidersin, adaklarını yerine getirsin ve Eski Evi (Kâbe’yi) tavaf etsinler. Bu böyledir. Her kim Allâh’ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse, Rabbinin katında kendisi için bu daha hayırlıdır. (Haram oldukları) Bildirilenler dışındaki hayvanlar, sizlere helal kılınmıştır. Artık putlara tapınma pisliğinden kaçının ve yalan sözlerden sakının. Şirk koşmaksızın, Allâh’ın bilirliğine inanmış kimseler olun. Her kim Allâh’a şirk koşarsa, sanki o yüksekten düşüp parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış, ya da rüzgâr onu uzak bir yere atmış (kimse) gibi olur. Bu böyledir. Her kim Allâh’ın (dininin) işaretlerine saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalplerin takvasındandır. Onlarda (kurbanlık hayvan veya hac ibadetinde) sizin için belli bir süreye kadar birtakım yararlar vardır. Sonra bunların varacakları yer Eski Evdir (Kâbe). Biz, her ümmete kurban ibadetini gerekli kıldık ki, Allâh’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanların üzerine O’nun adını ansınlar. Sizin ilâhınız tek ilâhtır. Öyleyse O’na teslim olun. Allâh’a itaat eden muhbitleri (alçakgönüllü kimseleri) müjdele. Onlar (muhbitler) öyle kimselerdir ki, Allâh anıldığı zaman kalpleri titrer. Başlarına gelene sabrederler. Namazlarını kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allâh için) harcarlar. Biz, büyük baş hayvanları da Allâh’ın (dininin) işaretlerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. O halde, (kurban edilirlerken) saf saf dizildiklerinde, üzerlerine Allâh’ın adını anın. Cansız olarak yere düştüklerinde, etlerinden yiyin. İhtiyacını gizleyenlere ve gizlemeyenlere de yedirin. Şükretmeniz için, onları size boyun eğdirdik. Elbette kurbanların ne etleri, ne kanları Allâh’a ulaşmaz. Fakat Allâh’a, sizden ancak takva (hâlis ve kâmil ibadetler) ulaşır. Kurbanlıkları sizin emrinize böyle bağladı ki, doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allâh’ı (tekbir getirerek) yüceltesiniz. (Ey Resulüm) Muhsinleri (ihlâsla güzel iş yapanlara Cennet’i) müjdele.” (Hac, 22/26-37)

Âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak, insanlar için kurulmuş olan ilk Ev, hiç şüphesiz Mekke’dekidir (Kâbe). Onda açık alâmetler ve İbrahim’in makamı vardır. Kim oraya girerse güvenlik içinde olur. Onun (Ka’be’nin) yoluna gücü yetenlerin, o Evi (Kâbe’yi) ziyaret etmeleri, Allâh’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. (Bu hakkı) Her kim inkâr ederse bilsin ki, Allâh’ın âlemlere ihtiyacı yoktur.” (Ali İmran, 3/96-97)

Abstract

The Qur’an delineates the various phases of the pilgrimage, detailing both its form and spiritual aspects, and proclaims its exceptional benefits. Hajj involves a sequence of rituals including donning the ihram with a specific intention, performing Tawaf around the Kaaba according to prescribed methods, and maintaining Waqfa punctually. For Muslims, Hajj provides an intensive spiritual education and fosters profound growth in their spiritual journey through its inclusive acts of worship and the profound meanings they evoke.

Hajj represents a crucial tenet among the five pillars of Islam. It is a sacred pilgrimage that every financially able Muslim is expected to perform at least once during their lifetime. The Hajj embodies one of the most revered periods when adherents gather to venerate Allah the Almighty. It serves as a cherished moment to commemorate the endeavors of the Great Prophet Muhammad (ﷺ) and his esteemed companions (r. anhum ajmain). Moreover, Hajj epitomizes the act of devotion that mirrors the tribulations faced by both the noble prophet Abraham (as) and his son Ismail (as), as well as those of the Great Prophet Muhammad (ﷺ).

Pilgrimage holds a vital place in reinforcing the beliefs of Muslims, comprehending the significance of Islam, rejuvenating the soul, and reestablishing spiritual connections with Almighty Allah. It also serves as a moment to reaffirm commitment to Islamic teachings. Hajj presents an invaluable chance to reflect on one’s relationship with Almighty Allah and to address any spiritual shortcomings.

The state of Ihram fosters a powerful impetus for a Muslim engulfed in persistent habits or addictions to initiate a new beginning and combat superfluous tendencies. During Ihram, a Muslim endeavors to eschew negative conduct, disrupt the pattern of dependency, and embrace novel behaviors in adherence to religious precepts. Engaged in Ihram, a Muslim attains awareness of advancement by contemplating deeply on their life, pledging to transformation, and embarking upon a journey with a clean slate.

The act of circumambulating the Kaaba serves as a reminder of the equality of all Muslims and their shared bond with Almighty Allah. Tawaf, the ritual of circling the Kaaba with prayers, involves walking around it seven times. This practice, which the esteemed Prophet Abraham (as) and his son Ismail (as) re-established, instills an awareness that all things move in an orderly fashion and that humans are part of this cosmic order.

The act of sa’y between Safa and Marwa allows Muslims to reflect on Hagar’s steadfast faith in Allah. During the sa’y, which involves moving between the hills of Safa and Marwa, the ‘hervele’—a brisk and spirited walk over a certain distance—symbolizes the Islamic ummah’s magnificence. This ritual, performed by traversing between Safa and Marwa seven times on the second day of Hajj, emulates Hagar’s earnest search for water for her son Ismail (pbuh). It serves to honor her endurance, devotion, and unwavering trust in Allah.

Standing in Arafat is one of the fundamental pillars of Hajj. It represents the Muslim’s inclination to repent for their sins and seek forgiveness from Allah. In Arafat, Muslims, irrespective of race, ethnicity, or social status, unite as a single and equal ummah before Allah. It is a time to contemplate the essence of life and death, implore Almighty Allah for pardon of transgressions, and resonate with the teachings and spiritual legacy of Prophet Muhammad (pbuh). Standing in Arafat calls for self-restraint and the pursuit of divine compassion. It is during these moments that earnest supplications are most likely to be granted.

The act of Stoning the Devil with seven pebbles, known as ramy al-jamarāt, serves as a potent impetus to combat inner evils and master self-discipline. During the days of Eid-al-Adha in Mina, pilgrims engage in the ramy al-jamarāt ritual near three pillars that represent the devil. The initial act of throwing stones is referred to as the small or first, followed by the medium, and finally, the large cemre or Aqaba cemre. The Stoning of the Devil symbolizes defiance and resistance against Satan and his attempts to hinder Abraham (pbuh) from executing Allah’s decree.

These acts of worship are significant symbols of unwavering and wholehearted devotion to Almighty Allah and faithful adherence to His will. Through engaging in these sacred practices, pilgrims strengthen their faith and establish a connection with pivotal moments in Islamic history.

Önsöz

Yazımızın başlığı, “İslam’ın Parlak Rükünlerinden Hac İbadeti (Menâsikü’l-Hac) ve Leyâli-i Aşere” olarak belirlendi. Evet, Hac gerçekten de çok parlak bir İslam rüknüdür. Onun parlaklığı, bilhassa kendisini göstermek zorunda olmasından ve Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin, bu görkemli ibadete lütfettiği çok önemli ayrıcalıklardan kaynaklanmaktadır. Bu muhteşem ibadet ile, bireylerdeki dindarlık kemale ermekte ve Yüce Allâh’a teslimiyet doruk noktasına ulaşmaktadır.

İslam’ın, kelime-i şehadet, namaz, oruç ve zekat ibadetlerinde görünür olma özelliği, kesinlikle hac ibadetinde olduğu kadar değildir. Bir mümin, İslam’ın hac ibadeti dışındaki diğer dört rüknünü, kimselere hissettirmeden yaşayabilir ve bu ibadetleri o halleri ile de geçerli olabilir. Ancak hac ibadeti böyle değildir. Çünkü hac ibadeti, müminlerin ancak topluca ve açıktan ifa ettikleri bir ibadettir. Bu açıdan hac ibadeti asla gizli yapılamaz. Dolayısıyla hac, kendisini bütün nazarlara çok parlak bir şekilde gösterir.

Hac ibadeti ile ilgili kesin kurallar ve yönergeler, bilhassa fıkıh müdevvenatımızda ayrıntılı olarak işlenmiştir. Ancak fıkıh kitaplarımızda, hac ibadetinin hikmet boyutu ile ilgili bilgi azlığı müşahede edilmektedir. Bu önemli ibadetle ilgili makâsıd-ı ilâhînin neler olabileceği hususuna, çok fazla yer verilmemiş gibidir.

Kur’ân-ı Kerîm’de, kendisi ile ilgili müstakil bir sure bulunan hac (Hac Suresi), öz olarak diğer İslamî rükünleri de mütekâmil ve kapsayıcı bir şekilde içinde barındıran bir ibadettir. Kur’ân-ı Kerîm’de, hac ibadetinin ifa edildiği kutsal mekanlar ve haram ayların keyfiyeti ile ilgili olarak, on yedi surede toplam altmış yedi ayet-i kerime yer alır. Konu ile ilgili hadis-i şerifler ise, hadis kitaplarımızın Kitabu’l-Hac ya da Kitabu’l-Menâsik başlıkları altında bulunmaktadır.

İnşâAllâh bu çalışmamızda, öncelikle hac ibadetindeki hikmetlere yönelik makâsıd-ı ilâhîyi anlamaya çalışacak, hac menâsikinin ayet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere dayalı şekilde daha kolay görülebilmesi için gayret edeceğiz. Diğer yazılarımızda olduğu gibi, bu yazımızda da asla yetkinlik iddiasında değiliz. Çalışmadaki temel amacımız, izn-i ilâhî ile insanlarımızın hac ibadetine ilgilerinin artması, bu önemli ibadetin ana yönleri ile daha bilinir hale gelmesidir.

Giriş

Hac ibadeti, İslam rükünlerinin beşincisidir. “Hac” kelimesi sözlükte, kast etmek, yönelmek ve günahlardan arınmak gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak ise, Müslümanların şart ve usullerine uygun olarak, belli dini görevleri yerine getirmek sureti ile, Kâbe’de, Arafat’ta, Müzdelife’de ve Mina’da ibadet etmeleridir. İslam’ın beş temel esasından biri olan hac, hicretin dokuzuncu yılında farz kılınmıştır. Allâh Resulü (ﷺ), hicretin onuncu yılında, hac ibadetlerini, emirleri, yasakları ve fiilleri ile açıklamış, muhterem sahabeler -Allâh onlardan razı olsun- hac ibadetine ait usulleri, Yüce Nebi’den (ﷺ) öğrendikleri gibi bizlere ulaştırmışlardır.

Aḫbâru Mekke adlı eseriyle meşhur tarihçimiz Ebü’l-Velîd el-Ezrakī (v. 250/864), Tâbiîn neslinin önde gelen müfessirlerinden Mücahid b. Cebr’e (v. 103/721) dayandırdığı rivayette şu bilgiyi nakletmektedir:

“Yüce Allâh, yeryüzüne ait hiçbir şeyi yaratmadan iki bin yıl önce, Kabe’nin olduğu yeri yaratmıştır. Kabe’nin temelleri, yerin altında yedinci kata kadar uzanır.”[1]

Ezrakī, Hz. Adem’in (as) yaratılışından önce, meleklerin Kabe’yi inşası ve tavafın başlangıcı keyfiyeti ile ilgili olarak, Hz. Hüseyin’in (ra) torunu Muhammed (el-Bâkır’dan) şu rivayeti aktarır:

“… Yüce Allâh, Arş’ın altına dört direkli, zebercetten yapılmış bir beyt koydu. Bu beytin dört direğini kırmızı yakutlarla süsledi ve ona ‘Ed-Durâh’ (Beytü’l-Ma’mûr) adını verdi. Sonra Yüce Allâh, meleklere ‘Arş’ı tavaf etmeyi bırakın, bu beytin çevresinde tavaf edin’ buyurdu. Beytü’l-Ma’mûr’u tavaf, meleklere Arş’ı tavaftan daha kolay gelmişti. Bu beyt, Yüce Allâh’ın, Kur’ân-ı Kerîm’de zikrettiği Beytü’l-Ma’mûr’dur (Tur, 52/4). Beytü’l-Ma’mûr’a her günde ve her gecede, 70 bin melek girip çıkar, tekrar dönmek için de ebediyen sıra gelmez. Bundan sonra Yüce Allâh, meleklerin bir kısmını yeryüzüne göndererek onlara, ‘Benim için orada Beytü’l-Ma’mûr gibi bir beyt yapın’ emrini verdi. Beytullah tamamlandıktan sonra, Yüce Allâh gök ehlinin Beytü’l-Ma’mûr’u tavaf etmeleri gibi, yeryüzü ahalisinin de bu beyti tavaf etmelerini emretmiştir.”[2]

Ezrakī, Hz. Ömer’e (ra) dayandırdığı bir rivayeti şu şekilde aktarmaktadır:

“Hz. Ömer (ra), Ka’b’e şöyle söyledi: ‘Ey Ka’b, bana Beytü’l-Haram’ı anlat

Ka’b şöyle cevapladı:

Allâh, Beytü’l-Haram’ı Adem (as) ile birlikte, gökten içi boş kırmızı bir yakut olarak indirdi ve ona şöyle söyledi:Ey Adem, bu benim beytimdir. Onu seninle birlikte indirdim. Arş’ımın etrafında tavaf yapıldığı gibi, onun etrafında da tavaf yapılacaktır. Arş’ımın etrafında namaz kılındığı gibi, onun etrafında da namaz kılınacaktır.Allâh, Beyt ile birlikte meleklerini de indirdi. Melekler, bu Beyt için taştan temelleri yükselttiler ve Beyt’i de üzerine oturttular. Melekler, Arş’ın etrafında tavaf ettikleri gibi, Adem’de (as) bu Beyt’in etrafında tavaf ederdi. Keza Meleklerin, Arş’ın etrafında namaz kılmaları gibi, Adem’de (as) bu Beyt’in etrafında namaz kılardı. Allâh, Nuh kavmini suda boğunca, Beyt’i göğe kaldırdı. Geride ise sadece temelleri kaldı.[3]

Ezrakī’nin, Ebu Süleym’den yaptığı rivayete göre, Hz. Âdem (as) yeryüzüne indirildiğinde, Beyt’i yedi defa tavaf etmiş, Kabe’nin kapısına doğru yönelerek iki rekat namaz kılmış, Mültezem’e gelmiş ve şöyle dua etmiştir:

اللَّهمَّ إنَّكَ تعلمُ سرِّي وعلانيَتي فاقبل معذِرَتي وتعلَمُ حاجتي فأعطِني سؤلي وتعلَمُ ما في نفسي فاغفِر لي ذَنبي اللَّهُمَّ إنِّي أسألُكَ إيمانًا يباشِرُ قلبي ويقينًا صادقًا حتَّى أعلمُ أنَّهُ لا يصيبُني إلَّا ما كتبتَ لي وأرضِني بما قسمتَ لي

Allâhım, gizlediğimi de açığa vurduğumu da bilirsin. Mazeretimi kabul buyur. İhtiyaçlarımı biliyorsun, isteğimi lütfet. Benliğimdekini biliyorsun. Günahımı af buyur. Allâhım Sen’den, kalbimde yerleşmiş bir iman, ayrıca sadece bana takdir ettiklerinin gerçekleşeceğini bildiğim ve bana ayırdığına razı olduğum sadık bir inanç istiyorum.

Allâh Teâlâ, Adem’e (as) şöyle vahyetti:

قد دعوتني دعاء استجبت لك به ، ولن يدعوني به أحد من ذريتك من بعدك إلا استجبت له ، وغفرت ذنوبه ، وفرجت همومه ، وتجرت له من وراء كل تاجر ، وأتته الدنيا وهي راغمة ، وإن كان لا يريدها

Bana bazı dualarda bulundun. Ben de bu dualarını kabul ettim. Senin evlatlarından kim Bana bu şekilde dua ederse, mutlaka icabet ederim. Günahlarını affeder, üzüntülerini yok ederim. Her tüccarın ticaretinin arkasında ona kazanç lütfederim. İstemese bile, dünya ona eğilerek gelir.

Ravi diyor ki, Hz. Adem’in (as) tavafından bu yana, bu şekilde dua etmek bir sünnet olmuştur.[4]

Ezrakī’nin Mücâhid’den rivayetine göre, Nuh Tufanı’ndan İbrahim (as) zamanına kadar Kabe’nin yeri, kırmızı topraklı, sel sularının yok edemeyeceği yükseklikte bir tepe durumundaydı ve belirsiz olarak kaldı. Kabe’nin yeri tam olarak bilinmemekle birlikte, insanlar bu tepe civarında olduğu bilgisine sahiptiler. Çeşitli bölgelerden mazlum ve dertli insanlar buraya gelip dua eder, sıkıntılı insanlar her ne talepte bulunsalar duaları kabul edilirdi. Yüce Allâh, beytini yeniden imar etmesi, dinini ve şeriatını izhar etmesi için, Kabe’nin yerini İbrahim’e gösterinceye kadar, insanlar bu alanı ziyarete devam ettiler. Böylece Yüce Allâh, Adem’i (as) yeryüzüne gönderdiğinden beri, ondan sonra gelen ümmetler ve milletler tarafından, Beyt’e hürmet gösterilmeye devam edilmiş oldu.[5]

Ezrakī’nin, muhaddis Muhammed b. İshak’tan (v. 151/768) rivayetine göre, İbrahim (as) oğlu İsmail (as) ile annesi Hacer’i Mekke’ye yerleştirdiği zaman, bir melek inerek, o zamanlar henüz kırmızı bir tepecik halinde olan Beyt’in bulunduğu yere işaret etmiş, ‘Bu, insanlar için yeryüzüne yerleştirilen ilk Beyt olan Beytü’l-Atîk’tir. Bilesin ki, İbrahim ve İsmail, insanlar için bu Beyt’i yeniden inşa edeceklerdir’ demiştir.[6]

el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ adlı eseri ile meşhur İmam Buhari’nin (v. 256/870) İbn Abbas’a (ra) dayandırdığı rivayete göre, Hz. İbrahim (as) ile oğlu İsmail (as), Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinden, Kabe’nin önceki temelleri üzerinde inşası görevini üstlendiler. Bu inşa görevi, şu şekilde cereyan etmiştir:

“Hz. İbrahim (as), Allâh Teâlâ’nın dilediği bir müddet İsmail ve ailesinden uzakta yaşadıktan sonra Mekke’ye geldi. O sırada İsmail, Zemzem kuyusunun civarında büyük bir ağacın altında okunu düzeltiyordu. İsmail, babasını görünce, hemen kalkıp karşıladı. Her ikisi de çoktan beri hasret çeken bir babanın oğluna, bir oğlun da babasına karşı ne yapmaları gerekiyorsa, en uygun şekilde sevgi ve saygıda bulundular. Sonra İbrahim oğluna:

Ey İsmail! Allâh Teâlâ bana (büyük) bir iş emretti” deyince, İsmail:

“(Babacığım) Rabbin ne emretti ise, onu yerine getir” diye cevap verdi. İbrahim:

Oğlum, bu işte sen de bana yardım edeceksin” deyince, İsmail:

Babacığım! Ben sana her türlü yardım ederim” dedi. Bunun üzerine Hazret-i İbrahim, etrafında bulunan yüksekçe bir tepeye işaret ederek:

Allâh Teâlâ, bana burada bir Beyt yapmamı emir buyurdu” dedi.

Orada baba-oğul, Kâbe’nin esas temelini bulup duvarlarını yükselttiler. İsmail taş getirir, İbrahim de inşa ederdi. Nihâyet Beyt-i şerîfin binası ilerleyip, duvarları epeyce yükselince, İsmail (şimdi Makâm-ı İbrahim namıyla ziyaretgâh olan) taşı getirdi. Hazret-i İbrahim de onu ayağının altına (iskele olarak) koydu, üzerinde inşaata devam etti. İsmail aleyhisselâm taş taşır, İbrahim aleyhisselâm binayı yapardı.

Binanın yapımı bittikten sonra, Allâh Teâlâ’ya (رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ) “Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur. Şüphesiz sen işitensin, bilensin” (Bakara, 2/127) şeklinde dua ve niyazlarda bulundular.[7]

Kur’ân-ı Kerîm, Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsmail’in (as) Kabe’yi eski temelleri üzerinde yeniden yükseltmelerini şu şekilde beyan buyurur:

وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَا إِنَّكَ أَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile Beytullah’ın temellerini yükseltiyor (şöyle diyorlardı): “Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur. Şüphesiz sen işitensin, bilensin. Ey Rabbimiz! Bizi (sana boyun eğenlerden) Müslümanlardan kıl, neslimizden de (yalnız Sana boyun eğen) Müslüman bir ümmet oluştur. Bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et. Zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli ancak sensin. (Bakara, 2/127-128)

Kur’ân-ı Kerîm’de, (قُلْ صَدَقَ ٱللَّهُ ۗ فَٱتَّبِعُواْ مِلَّةَ إِبْرَٰهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ ٱلْمُشْرِكِينَ) “De ki: “Allâh doğruyu söylemiştir. Öyleyse, Allâh’ı birleyenler olarak İbrahim’in dinine uyun. Çünkü O, Allâh’a ortak koşanlardan değildi” (Ali İmran, 3/95; Nahl, 16/123) buyurularak, bütün Müslümanlara, Hz. İbrahim’in (as) tevhid ilkesi ışığında bulunmaları emredilmektedir.

A. Haccın Hikmetleri

Kur’ân-ı Kerîm, hac ibadetinin muhtelif safhalarını şeklî, manevî ve ruhî yönlerden tasvir ederek, çok büyük faydalarının bulunduğunu beyan etmektedir. Hac, niyet ederek ihrama girmek, Kabe-i Muazzama’yı usulü dairesinde tavaf etmek, vakt-i mahsusunda vakfe yapmak gibi bir dizi fiilden oluşmaktadır. Hac, içerdiği ibadetler ve hatırlattığı anlamlar itibarı ile, Müslümanlara yüksek bir manevi eğitim ve ruhi yönde derinleşme imkanı sunar.

Anlamlı ve amaçlı bir hac yapılabilmesi için, İslâm’daki haccın öneminin ve hikmetlerinin yorumlanması gerekir. Hacı adayı, “Acaba bu yolculukta murad-ı ilâhî nedir? Rabbimiz, haccı niçin farz kılmıştır? Haccın ne gibi hikmetleri bulunmaktadır? Kabe’yi tavafın, Safa ve Merve tepeleri arasındaki sa’yin, Arafat’ta vakfeye durmanın, Cemerat’ta şeytan taşlamanın anlamları nelerdir?” gibi sorular üzerinde düşünmeli ve haccın hikmetlerini mümkün mertebe kavramaya çalışmalıdır.

Şimdi, haccın hikmetleri ile ilgili olduğunu tasavvur ettiğimiz bazı hususlara kısaca temas etmeye çalışacağız.

Hac, İslam’ın beş şartından muhkem bir farzdır. Farziyeti kati delillerle sabittir. Gücü yeten her Müslümanın, ömründe en az bir kez gerçekleştirmesi gereken kutsal bir yolculuktur.

Kamerî ayların 12’ncisi olan Zilhicce ayı, İslâm’ın beş esasından biri olan hac ibadetinin yerine getirildiği umumi af ve bağışlanma ayıdır. Hac, Zilhicce ayının 8 ila 12’nci günleri arasında gerçekleşir ve bu süre içerisinde yüz binlerce Müslüman Mekke’ye akın eder. Bu içtima, Müslümanlar arasında tarihsel ve kültürel birlik hissini doruğa çıkarır.

Mekke’de hac vesilesi ile yapılan ibadetler, farklı coğrafyalardan ve kültürlerden gelen diğer insanlar, Müslümanlarda mekân boyutunda birlik duygusunu yaşatır. Hac, Müslümanların tüm dünyadan kardeşleri ile bir araya gelmesi pratiğinin gerçekleşmesi, sınırları aşan bir dayanışma ve birlik duygusunun oluşmasıdır. Hacca gidenler, geri döndüklerinde artık toplumdaki konumları da yükselmiş olur, kendilerine “hacı” diye hitap edilir ve etraflarından saygı görürler.

Hac, müminlerin bir araya gelip, Yüce Allâh’a ibadet ettikleri en kıymetli zamanlardan birisidir. Hac, Yüce Nebi Muhammed (ﷺ) ve onun seçkin ashabının (r. anhum ecmain) mücadelelerini hatırlamalarının çok kıymetli bir yoludur. Hac, hem büyük peygamber İbrahim (as) ve oğlu İsmail’in (as), hem de Alemlere Rahmet Seçkin Nebi Hz. Muhammed’in (ﷺ), tevhid mücadelelerini yansıtan ibadetlerin icrasıdır.

Hac ibadetinin, Müslüman bireyler ve toplumlar için büyük faydaları bulunmaktadır. Haccın en önemli hikmetlerinden birisi, Müslümanların tevhid sancağı altında tek ümmet şuuruna ulaşmaları, farklı coğrafyalardan din kardeşleri ile görüşüp tanışmaları, dini kardeşlik duygularını daha da sağlamlaştırmalarıdır.

Müslüman birey için hac, Yüce Allâh’a ve İslam’a olan bağlılığın yenilenmesi, Yüce Allâh’a kalbî inancın daha da güçlendirilmesi, bin dört yüz küsur yıllık tarihi miras ile güçlü bir ilişki kurmanın adıdır. Elbette haccın, zaman içerisinde bireysel ahlâka ve kişisel ruhsal gelişime daha başka önemli katkıları ve kuvvetli yansımaları olacaktır.

Hac yolculuğu, Müslüman bireylerin imanlarının güçlenmesinde, İslam’ın öneminin kavranmasında, Yüce Allâh ile olan kalbî ve ruhî bağların onarılmasında ve İslami çizgiye bağlılığın yenilenmesinde çok önemli bir rol oynar. Hac, Yüce Allâh ile ilişkilerin güçlendirilmesi için gözden geçirilmesinde ve var olan manevi eksikliklerin tamamlanması konusunda büyük bir vesiledir.

Hac esnasında, erkeklerin giymesi gereken ve iki parçadan oluşan, dikişsiz, beyaz elbise yani ihram ile, alışkanlıkların ya da bağımlılıkların cenderesindeki birey, yeni bir başlangıç yapar. Gereksiz alışkanlıkları ile mücadele için güçlü bir motivasyon elde eder. İhram sayesinde kişi, negatif davranışlarından kaçınarak bağımlılık döngüsünü kırar ve dinin talimatlarına uygun yeni davranışlar edinir. İhrama giren birey, hayatını derinlemesine düşünerek değişim taahhüdünde bulunur, temiz bir sayfa açarak kendisini yenileme şuuruna ulaşır.

İhram, derin etkisi olan güçlü bir ruhsal tecrübedir. İhram, kişinin alışkanlıklarını, bağımlılıklarını ve dünyevi arzularını bir süreliğine terk etmesi demektir. Bu durum, kişinin kendisini yeniden değerlendirmesi, içsel bir muhasebe yapması ve manevi dönüşüm geçirmesi için önemli bir fırsat sunar. İhramlı kişi, maddi dünyanın cazibelerinden uzaklaşır. Gönülden Allâh’a yönelme ve O’na ibadet neticesinde, tarifi imkansız ruhsal bir lezzete ulaşır.

İhrama giren birey, sadece dışsal olarak değil, içsel olarak da bir dönüşüm yaşar. Hac boyunca yapılan ibadetler, kişinin kendisini sorgulamasını, günahlarından arınmayı talebi, Yüce Allâh’ın affına ve bağışlamasına yönelik bir tutum geliştirmeyi teşvik eder. Bu süreçte, negatif alışkanlıklar, kötü huylar ve dünyevi tutkular gözden geçirilir. Yüce Allâh’ın rızasına ulaşma en temel hedef haline gelir.

İhrama girme, kişinin dünyevi alışkanlıklarından ve bağımlılıklarından kurtulması için önemli bir fırsattır. İhram, hacının ibadetine başlarken büründüğü saflık halini sembolize eder. İhrama girmiş kimse, normal zamanlarda kendisine mübah olan bazı davranışlardan uzak kalmak zorundadır. Bu kısıtlamalar, bireylerin manevi yolculuklarına odaklanmalarına yardım eder. İhrama girme, bireyin daha önceki hayatı üzerinde derinlemesine düşünmesi, davranışlarını daha iyiye doğru değiştirme taahhüdünde bulunması demektir.

Nihayetinde kişi, maddi dünyanın sınırlamalarından uzaklaşarak içsel bir huzura ulaşır. Ruhsal bir temizlik gerçekleştirerek Yüce Allâh’ın rızasını kazanma yolunda ilerlemeye başlar. Bu süreç, kişinin kötü alışkanlıklarından kurtulmasına, sabır dinamiğini geliştirmesine, özdenetim sağlamasına ve manevi erdemlerini daha da güçlendirmesine yardımcı olur.

Kâbe’nin etrafında, usulüne uygun biçimde dönme anlamına gelen tavaf, tüm Müslümanların eşit olduğunu ve Yüce Allâh’a yönelik müşterek bağlantıları bulunduğunu hatırlatır. Tavaf, Kabe’nin etrafında dualarla örülü bir dönüş ibadetidir. Büyük muvahhid Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsmail (as) tarafından inşa edilen Kabe’nin etrafında yedi kez yürümedir. Tavaf, her şeyin belirli bir düzen içinde hareket ettiği, insanın da bu kozmik düzenin bir parçası olduğu bilincini verir.

Tavaf hali, müminin hayat yolculuğuna yönelik bir metafor olarak görülebilir. Hacılar Kabe’nin etrafında dairesel bir şekilde dönerlerken, bizler de aslında güneşin etrafında dönmekteyiz. Bu açıdan Kabe, nasıl İslam dünyasının merkezi ise, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri de bütün bir varlığın kendisine yöneldiği, dönüşün kendisine olduğu mabud-u mutlak ve Şems-i Ezelî’dir.

Tavaf ibadeti, Yüce Yaratıcımız ile kalbi ve ruhi bağlantı kurmamıza, huzur ve sükuna ulaşmamıza yardım eder. Tavaf, döngüsel bir harekettir. Evrensel bir dönüşün ve dengenin sembolüdür. Tavaf, evrenin Yüce Allâh’ın iradesiyle bir düzen içinde döndüğünü, her şeyin bir sebep-sonuç ilişkisi ile birbirlerine bağlantılı olduğunu öğretir. Tavaf ibadeti, kozmik düzenin ruh ve bedende etkili bir yansıması, kainata yerleştirilmiş dengenin ve ahengin, insanda yüksek seviyede idrak halidir.

Tavaf sırasında, farklı kültürlerden ve uluslardan gelen insanlar arasında birlik ve dayanışma duygusu oluşur. Tavaf, insanın Yüce Yaratıcıya olan bağlılığını ve teslimiyetini hatırlatırken, insanın her işinde Allâh’a yönelmesi gerektiğini, tüm fiillerinin bu temel üzerine inşa edilmesi gerektiğini tahkim eder. Tavaf ibadeti ile, insanın yaratılış gayesine uygun olarak Yüce Allâh’a, kendisine ve çevresine karşı denge içinde davranması gerektiği vurgulanmış olur.

Safa ile Merve tepeleri arasında, Safâ tepesinden başlayarak, dördü gidiş, üçü dönüş olmak üzere toplam yedi defa gidip gelmeyi ifade eden sa’y ibadeti, Hz. İsmail’in (as) annesi Hz. Hacer’in, Allâh’a olan sarsılmaz güvenini hatırlatır. Safa ile Merve tepeleri arasındaki sa’y esnasında ‘hervele’ (belli bir mesafenin süratli ve canlı bir yürüyüşle geçilmesi), güçlenmiş İslam ümmetinin azametini yansıtır. Hervele, hac ziyaretinin ikinci gününde, Safa ve Merve tepeleri arasında yedi kez yürüme sureti ile icra edilen bir ibadettir.

Safâ ile Merve arasında sa’y yaparken, belli bir mesafenin süratli ve canlı bir yürüyüşle geçilmesini ifade eden hervele, yorucu ve hızlı bir yürüyüştür. Hervele, oğlu İsmail’e (as) su bulmak için, tepeler arasında heyecanla yedi kez koşan Hz. Hacer’in izini sürme, onun sabrını, teslimiyetini ve Allâh’a olan güvenini anmadır. Hervele, bir anlamda ruhsal dayanıklılığın test edilmesidir. Hz. Hacer validemizin yorucu koşuşturmacasının sonunda, zemzem’e diğer bir tabir ile âb-ı hayata ulaştırılması gibi, hacılar da Safa ve Merve tepeleri arasında yorucu ve hızlı bir şekilde yürürlerken, dünyevi hayatın zorluklarını ve engellerini izn-i ilâhî ile ve azimle aşarak, ebedi Cennet hayatı umutlarına, soğuğun / sıcağın olmayacağı ve en küçük bir hüznün bulunmayacağı kurtuluşlarına ulaşırlar.

Dünyanın her yerinden gelen hacılar, hervele için bir araya geldiklerinde, enerjik bir şekilde ilerlerken, niyet ve duygu bütünlüğüyle hareket eder, ortak inançlarını hatırlamış olur, zorluklar karşısında birlik ve beraberliğin önemini kavrarlar. Hervele, dönüştürücü bir deneyimdir. Hacıların İslam tarihi ile bağlantı kurmalarına, bu yolla huzur ve sükunet bulmalarına yardımcı olur. Bu çalımlı ve hızlı yürüyüş, umutları yeşertecek ilhamlara vesile olur.

Hervele, sa’y esnasında, tüm farklılıkların ve sınırların aşılarak bir araya gelindiği andır. Herkesin aynı ritimde, aynı hedefe doğru yürüdüğü bu süreç, amaç birliğini ve ortak değerleri vurgular. Bu yürüyüş, İslam ümmetinin büyüklüğünü ve toplumsal dayanışmasının gerekliliğini ifade eder.

Ayakta durmak, bir yerde beklemek anlamındaki Arafat’ta yapılan vakfe, haccın en temel rükünlerinden biridir. Günahlardan tövbe ve Allâh’tan af dileme zamanıdır. Müslümanların, dilleri, etnik kökenleri, sosyal statüleri ne olursa olsun, Allâh katında eşit ve tek ümmet olarak bir araya gelmeleridir. Arafat’ta vakfe, hayatın ve ölümün anlamı üzerine düşünme, Yüce Allâh’tan günahların bağışlanmasını dileme, Yüce Nebi’nin (ﷺ) öğretileri ve manevi varlığıyla bağlantı kurma zamanıdır. Arafat’ta vakfe, bir iç muhasebesi yapma ve ilahi merhameti arama zamanıdır. Yapılan samimi duaların, kabul olma ihtimalinin en yüksek olduğu zamanlardır.

Arafat’ta vakfe, Yüce Nebi Hz. Muhammed’in (ﷺ) veda haccında yaptığı, çok kıymetli öğretilerini ve evrensel seviyedeki hitabetini hatırlama anıdır. Arafat’ta vakfe, kıyamet gününde insanlığın nihai buluşmasının provasıdır. Arafat’ta vakfe, tevazuun önemine, tövbenin kıymetine, duaların ve zikirlerin yüksek değerine ve Allâh’ın rahmetine sığınmanın iç huzuru için gereğine kuvvetle vurgu yapar.

Hacıların, kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günleri, Mina bölgesinde yedişer taş atmaları ile gerçekleşen şeytan taşlama ibadeti, insanın içindeki kötülüklerle mücadele etmeye ve benliğini kontrol etmeye yönelik güçlü bir motivasyon sağlar. Hacılar, Kurban bayramı günlerinde Mina’da, Şeytanı temsil eden üç sütun etrafında cemre ibadetini ifa ederler. Bu taş atışların ilkine küçük veya birinci, ikincisine orta, üçüncüsüne de büyük cemre veya Akabe cemresi denilmektedir. Bu taş atışlar, Hz. İbrâhim’i (as) Yüce Allâh’ın emrini yerine getirmekten alıkoymak isteyen şeytana ve onun düzenine karşı açık bir karşı koyuşu ve direnmeyi temsil eder.

Bu ibadetler, Yüce Allâh’a sarsılmaz ve gönülden inancın, O’na (cc) sadakatle itaatin çok değerli remizleridirler. Hacılar, bu ibadetleri gerçekleştirerek, imanlarını perçinlemekte ve İslam tarihinin dönüm noktaları ile bağlantı kurabilmektedirler.

Toplumlar için hac, farklı kültürlerden ve bölgelerden gelen Müslümanlar arasında, barışın, dayanışmanın ve birlik anlayışının geliştirilmesine, Müslüman toplumlar arasında kardeşlik duygularının güçlenmesine ve gelişmesine yardımcı olur.

Hac, Müslüman toplumların, kutsal bölgeleri ziyaret etmeleri, bu yolla İslam tarihinin önemli vakalarını öğrenmeleri ve yeniden hatırlamaları, çok değerli İslam mirası ile yeniden bağlantı kurmalarının adıdır.

Hac, farklı kültürlerden ve coğrafyalardan gelen Müslüman toplumlar arasında, barışın ve hoşgörünün artmasına yardımcı olur. Dünyanın her yerinden Müslümanlar, Mekke’de ve Medine’de bir araya gelerek, birbirlerinin kültürlerini ve geleneklerini öğrenir. Yeni dostluklar kurulur, karşılıklı anlayışlar gelişir ve hoşgörü iklimi güçlendirilmiş olur.

Hac, Müslüman toplumlar arasında birlik ve dayanışma duygusunun gelişmesine yardımcı olur. Dünyanın her yerinden Mekke’de bir araya gelen Müslümanlar, ortak bir amaç ve kimlik duygusu ile hareket ederler.

Hac, geniş topluluklar halinde, Yüce Allâh’a ibadet etmenin, İslam’ın bilhassa da ruhsal yönü ile bağlantı kurmanın ve varsa önceki olumsuz özelliklerin düzeltilmesi üzerinde yeniden düşünülmesi zamanıdır.

Hac, derin etkilere sahip, çok güçlü manevi bir tecrübedir. Hac, Yüce Allâh’a olan imanın güçlenmesine, İslam’a olan bağlılığın yenilenmesine, milletler ve kültürler arası barışın ve anlayışın, birlik ve dayanışma duygusunun geliştirilmesine yardımcı olur.

Hac ibadeti, Müslüman bireylerde ve toplumlarda, Yüce Allâh’ın varlığı ve birliğine olan imanın perçinlenmesi, tevhid bilincinin güçlenmesi, İslam’ın evrenselliğinin kalp ve bilinç seviyesinde derinleşmesinin adıdır.

Hac, Yüce Allâh’a yönelik ibadetlerin en kıymetlilerinden birisidir. Hac sırasında yapılan dualar, zikirler ve Kur’an tilavetleri, ibadetlerde derinleşmeyi ve yoğunlaşmayı netice verir. Bu durum, ulvî alemler ile bağlantı duygusunun güçlenmesine vesile olur.

Hac, bir Müslümanın geçmiş günahlarından arınması, manen temizlenmesi için çok önemli bir fırsatı, adeta altın tepsi içerisinde sunar. Hac, bireylerin manen arınmaları ve yeniden doğuşlarının adıdır. Hac ibadeti tamamlandığında, kişi ihram giysisini çıkarır, annesinden yeni doğmuş gibi, tertemiz bir hâlde Yüce Allâh’ın huzuruna varır.

Hac ibadeti, fiziksel zorluklara dayanma, uzun süreli seyahat, yoğun kalabalıklar arasında olma ve belirli ibadetleri takip etme gibi birçok merhaleyi içermektedir. Bu deneyimler, bireylerde sabır, tahammül ve fedakârlık gibi erdemlerin gelişmesine katkıda bulunur. Hacıların yol boyunca karşılaştıkları zorluklar ve engeller, aynı zamanda inançlarının ve kararlılıklarının da önemli bir sınavıdır. Hacılar, bu zorlukların üstesinden gelerek, Yüce Allâh’ın izni ve inayeti ile daha derin ruhsal bir anlayışa ulaşırlar.

Hac, farklı ülkelerden ve kültürlerden gelen Müslümanların, kardeşlik bağlarını güçlendirme zamanıdır. Hac, küresel Müslüman topluluğun varlığını güçlü bir şekilde hissetme, toplumsal birlik ve kardeşlik duygusunu daha da güçlendirmedir.

Hac, İslam’ın Kabe dışındaki diğer kutsal mekanlarını ziyaret etme fırsatı da sunar. Bu ziyaretler vesilesi ile, ulü’l-azm peygamberler Hz. İbrahim’in (as) ve Şanlı Nebi’nin (ﷺ) muhteşem hayatları, Kabe’nin inşası ile ilgili önemli tarihi olayları, hac ibadetinin hikmetlerini ve hac menasiki ile ilgili bilgileri edinme imkanları oluşur. Bu ise, Müslümanların hikmet ve bilgelik kazanmalarına, dini bilgileri anlamlı bir şekilde kavramalarına, ibadetlerle ilgili pratiklerini artırmalarına ve İslam’ı daha iyi anlamalarına yardımcı olur.

Hac, görünüş itibariyle sembollere benzeyen, ancak gerçekte çeşitli manevi eğitimler veren bir ibadet şeklidir. Hac, kutsal bir yolculuktur. Hac, alem-i lâhut ile bağlantı kurmanın, ruhsal aydınlanma elde etmenin ve günahlara kefaretin muhteşem bir yoludur. Hac, kişinin maneviyat eksenli eğitimidir ve diğer inananlarla ruhsal bağlantısı için çok önemli bir vesiledir.

Hac, aynı zamanda ruhsal yolculuktur. Hacı adayı, İblis’in Yüce Allâh’a karşı zıtlaşmasına karşılık, hem Adem’in (as) hem İbrahim’in (as) hem de Hacer validemizin rolüne bürünür. Hacıların gidecekleri yere ulaşmaları için seyahat etmeleri nasıl bir gereklilik ise, manevi tecrübelerini artırmak isteyenlerin de, kendilerini keşfetme yolunda benzer bir seyahat gerçekleştirmeleri gereği açıktır.

Hac, derinlemesine düşünme ve ruhsal gelişim için bir fırsattır. Hacılar, seyahatleri esnasında, hem kendi hayatları hem de başkaları ile sosyal ilişkileri hakkında düşünme fırsatı bulurlar. Yaptıkları zikirler ve dualar ile, Yüce Allâh ile ruhsal bağlantılarını yeniden kurma ve güçlendirme fırsatını elde ederler.

Hac ibadeti vesilesi ile Müslümanlar, manevi yüksek bir amaca, somut ve güçlü bir topluluk duygusuna, İslami ve imânî rükünlerle ilgili daha derin bir anlayışa ulaşırlar. Ayrıca hacılar, ziyaret ettikleri kutsal beldelerin tarihi ve kültürü hakkında da yeni bilgilere ulaşırlar. Hac, bireylerin hayatlarını pozitif ve olumlu bir şekilde değiştiren fiziksel ve ruhsal bir yolculuktur.

Çünkü hac, fiziksel olarak belirli ibadetleri yerine getirmeyi içerirken, bu temel ibadetlerin arkasında bulunan derin anlamların ve ruhsal öğretilerin fark edilmesini sağlar. Hac esnasındaki ibadetler, manevi açıdan gelişmeye yardımcı olur.

Hac ibadeti, sabır, fedakârlık, dayanıklılık, hoşgörü, affetme, yardımseverlik gibi erdemlerin gelişmesine, güçlendirilmesine ve daha derin bir şekilde içselleştirilmesine katkı sağlar. Bu süreçte Müslümanlar, kişisel gelişimlerine katkıda bulunmuş, önemli ölçüde ruhani eğitimlerini almış ve ibadetlerin maddi ve manevi yönlerinden büyük şekilde faydalanmış olurlar.

Hac, Müslümanların soyut tarih bilinçlerini somut hale getirmelerinin önemli bir vesilesidir. Hac, paylaşılan ortak kutsal bağların sarsılmaz bir temsilcisidir. Hac, inancı kalibrasyondan geçirme, imandaki sadakati derinleştirme, yanlış tutum ve davranışları tetikleyen faktörleri belirleme ve temizleme zamanıdır. Hac, yekpare bir ümmet şuuru ile, karşılaşılan zorluklar ve engeller için çözüm önerileri geliştirme, İslam’a, imana ve Kur’ân’a olan bağlılığın yeniden teyit edilmesi zamanıdır.

Hac, çok güçlü bir tecrübe, manevi hayatları olumlu yönde değiştirebilecek kutsal bir yolculuktur. Hac, imanı artırma ve güçlendirme, yeryüzündeki diğer din kardeşleri ile manevi bağlantıyı yeniden kurma ve hatırlama zamanıdır.

Hac ibadeti, Mekke fethi günü gerçekleşen, Kabe’nin putlardan temizlenmesi ve tüm putların kaldırılması hadisesinin hatırlanması, mümin bireyde, tevekkül ve tevhid ruhunun, Yüce Allâh’ın izni ve inayeti dairesinde yeniden yeşertilmesi ve diriltilmesidir.

Hac ibadeti, Yüce Nebi’nin (ﷺ) ve güzide ashabının (r. anhüm ecmain), İslam’ın başlangıç dönemlerindeki göz kamaştırıcı fedakarlıklarının ve İslam’a derinden bağlılıklarının, kalp ve ruh dünyasında somut bir şekilde kavranması demektir. Hac sırasında gerçekleştirilen ibadetler, İslam’ın temel prensiplerinin ve değerlerinin yeniden hatırlanmasıdır.

Hac ibadeti, mücerret tarih bilincini, müşahhas ve görünür hale getirir. İslam’ın parlak geçmişini, Şanlı Nebi Hz. Muhammed (ﷺ) ve ashabının, İslam’ın yayılmasında gösterdikleri insan üstü çabaları somutlaştırır. Hac sırasında müminler, kendilerini bu büyük ve asil dine bağlı hissetmekle, ruhi bir metamorfoz yaşarlar.

Hac, müminlerin hayatlarını pozitif yönde değiştiren, zaman ve mekan açısından manevi birlik anlayışına ulaşmalarına yardımcı olan ruhani bir yolculuktur. Hac, dünyanın her yerinden Müslümanların bir araya gelmeleri ve inançlarını pratiğe aktarmaları zamanıdır. Hac, ümmet olarak karşılaşılan zorluklar üzerinde yeniden düşünme, İslam’a olan bağlılığı kuvvetle perçinleme zamanıdır.

Hac ibadeti, çok güçlü ve dönüştürücü bir tecrübedir. Hac, müminlerin zamana ve mekana yayılmış, daha büyük bir topluluğun parçası olduklarını anlamalarına yardımcı olur. Bu durum, bireylerin İslam’a aidiyet duygusunu derinden hissetmelerini, inançlarında yalnız olmadıklarını anlamalarını sağlar.

Hac ibadeti esnasında, dil, ırk, etnik köken veya sosyal statü gibi farklılıkların tümü bir tarafa atılır. Bu durum, manevi bir bağ oluşturur. İslam’ın temel prensipleri olan birlik, dayanışma ve kardeşlik duyguları daha da pekişir.

Mutasavvıflar, haccı kendi enfüslerinde bir yolculuk olarak görürler. Bazıları, haccı alem-i lâhut ile bağlantı kurmanın biricik yolu olarak görürken, daha başkaları ise haccı marifetullahta yükselmenin bir koridoru kabul eder.

Hac, manevi aydınlanma ve ruhsal yolculuk için önemli bir fırsattır. Hacıların gidecekleri yere ulaşmaları için fiziksel anlamda seyahat etmeleri gerektiği gibi, maneviyat derecelerinde yükselişi ve manen aydınlanmayı hedefleyenler, hac yolculuğunu kendilerini keşfetme seyahati olarak telakki ederler. Bu bir nevi, kişinin kendi iç dünyasını anlama çabası, kendi ruhuyla sağlam bağlantı kurma gayreti ve ruhsal aydınlanmanın zirvesine ulaşma yolculuğudur.

Hacıların yol boyunca karşılaştıkları çeşitli zorluklar ve engeller, inançlarının ve kararlılıklarının bir sınavı gibidir. Hacılar bu zorlukların üstesinden gelirlerken, kendileri ve inançları hususunda da derin bir anlayışa ulaşırlar. Bu açıdan hac, derinlemesine düşünme, dış dünya ile ilişkiyi kesip iç âleme dalarak, özünde hissettiği Yüce Allâh’a yönelme, O’nun huzurunda olduğunun şuuruna erme, kendini denetleyebilmedir. Hac, güçlü bir ruhsal meditasyon, dönüştürücü bir tecrübe, imanda ve ihsanda derinleşmedir.

Bazı mutasavvıflar için hac, ibadetlerin görünür veçhesinin ötesine geçerek, içsel bir yolculuğa çıkmadır. Bu anlamda hac, fiziksel olarak Mekke’ye gitmekten ve belirli ibadetleri yerine getirmekten daha ötedir. Bu bir kalp yolculuğudur. Bu yolculuk, bireyin Allâh’a yaklaşmasını, manevi gelişimini, Allâh’a olan yüksek sevgisini, billur teslimiyetini ve marifetullah basamaklarında yükselmesini ifade eder.

Böylece hac ibadeti, bireyin nefis terbiyesi, içsel dönüşümü ve manevi aydınlanması için önemli bir fırsat haline gelir. Dolayısı ile hac, dünyevi arzuların ve egonun etkilerini aşma, bireysel ve toplumsal kusurlardan arınma, kendini Yüce Allâh’a adama ve O’nun rızasını kazanma yolculuğudur.

Vakfe esnasında mutasavvıf, kendisini Yüce Allâh’a tamamen teslim ettiğini, günahlarının affını ve manevi yükselişi hedefler. Bu anlamda Hac, Yüce Allâh’a yakınlaşarak mukarreblerden olma, Yüce Allâh’ın sevgisini kazanma, muhabbetullah basamaklarında yükselme ve ruhani bir dönüşüm sürecidir.

Hac ibadeti esnasında, hiçbir şeye zarar vermemek esas olduğundan, insanın çevresiyle ilişkisinde son derece dikkatli davranması gerektiği ortaya çıkar. Bu yönü ile Hac, Müslümanlara çevre bilincini aşılayan, çevrenin korunmasını ve önemini öğreten bir ibadettir. Hac ibadetinin çevreye zarar vermeme ile ilgili getirdiği yönergeler, çevrenin Yüce Allâh tarafından insanların hizmetine sunulmuş çok kıymetli bir lütuf olduğunu, korunması gerektiğini hatırlatır.

Hac ibadeti ile, müminlerde çevre için daha derin bir takdir duygusu gelişir. Bu duygular, Müslüman bireyin çevreyi koruma hassasiyeti, eşyayı yeniden kullanmaya önem vermesi, tüketimi azaltma sureti ile üretilen atık miktarını azaltması, enerji ve su tasarrufu yapması, gönüllü olarak çevre aktivizmine dahil olması gibi çeşitli şekillerde tezahür edebilir.

Hac ibadeti, kutsal bir deneyimdir ve birçok insanın bir araya geldiği yoğun bir ortamda gerçekleşmektedir. Bu süreçte, insanların hem birbirleri hem de çevreleri ile olan ilişkileri büyük önem taşımaktadır. Hac ibadeti esnasında, bireylerin karşılıklı hürmet duygusu içerisinde olmaları, başkalarına zarar vermemeleri ve çevrenin korunmasına dikkat etmeleri elzemdir.

Temizlik ve çevre bilinci gibi kavramlar, hac ibadetinin temel parçalarıdır. Hac ibadetlerini ifa eden insanların, çevrelerine zarar vermeden, doğal kaynakları koruyarak ve atıkları düzenli bir şekilde imha ederek hareket etmeleri beklenir.

İslam, insanların çevrelerine ve diğer insanlara karşı saygılı ve özenli olmalarını ister. Hac ibadeti bu prensibi pekiştiren bir fırsattır. Hac, hoşgörü, sabır, affedicilik ve yardımlaşma gibi ahlâkî değerlerin, pratiğe aktarılması için önemli bir platformdur.

B. Leyâli-i Aşere (On Gece) ve Önemi

Kur’ân-ı Kerîm’de, Fecr Suresi’nin 2’nci ayetinde yer alan, (وَلَيَالٍ عَشْرٍۢ) “On geceye yemin olsun ki..” (Fecr, 89/2) ayeti ile ilgili genel görüş ve kabul, Zilhicce ayının 1’i ila 10’uncu günleri arası olduğudur. Zilhicce ayının ilk on günü, İslâm’ın beş esasından biri olan hac ibadetinin yerine getirildiği umumi af ve bağışlanma günleridir.

Bu on gün, Allâh’ın (cc) yüce isminin anılmasının teşri kılındığı malum ve maruf günlerdir. (وَيَذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ فٖى اَيَّامٍ مَعْلُومَاتٍ) “Belli günlerde Allâh’ı zikretsinler..” (Hac, 22/28) ayet-i kerimesindeki malum ve maruf günler, cumhur-u ulemaya göre, Zilhicce’nin ilk on günüdür.

Zilhicce ayının ilk on günü, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin kendisine yemin ettiği günlerdir. Şayet Cenâb-ı Allâh bir şey üzerine yemin etmekteyse, bu onun azametine ve önemine işaret eder. Ayrıca, Allâh Teâlâ’nın bu surede kendisine yemin ettiği diğer unsurlar arasında, sadece (لَيَالٍ) “geceler” kelimesi, belirlilik takısı almadan (nekire olarak) gelmiştir. Çünkü bu on gecede, başka gecelerde olmayan özel faziletler mevcuttur. Dolayısıyla kelimenin belirlilik takısı ile gelmemesi, bu gecelerde çok büyük faziletlerin bulunduğuna delalet etmektedir.

Alimlerimiz, (وَاذْكُرُوا اللّٰهَ فٖى اَيَّامٍ مَعْدُودَاتٍ) “Sayılı günlerde Allâh’ı zikredin..” (Bakara, 2/203) ayet-i kerimesi ile de, “teşrik günleri” olan, Arefe Günü ile Kurban Bayramı’nın dört gününün kastedildiği görüşündedirler. Bu görüş, Mücâhid, Atâ, Katâde ve Hasan el-Basrî’ye ait olup Said b. Cübeyr’in İbn Abbas’tan (ra) yaptığı bir rivayettir. Aynı zamanda İmam Şafiî ile İmam Ebu Hanîfe’nin de tercihleridir.

Fecr Suresi’nin üçüncü ayet-i kerimesinde Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, (وَٱلشَّفْعِ وَٱلْوَتْرِ) “Çift ve teke yemin olsun..” buyurmaktadır. Bu ayetteki “çift” ve “tek” kelimeleri ile kastın ne olduğunu, Cabir’den (ra) rivayetle Yüce Nebi (ﷺ), şu şekilde açıklamaktadır:

. والوتر: يوم عرفة والشفع: يوم النحر

Tek’ten kasıt Arefe günü, Çift’ten kasıt ise kurban günüdür.[8]

Yüce Nebi’nin (ﷺ) bu izahına göre, Fecr Suresi, 89/3’üncü ayet-i kerimesindeki (ٱلْوَتْرِ) “tek” kelimesi, Zilhicce’nin tek haneli olan 9’uncu gününü (Arefe günü), (ٱلشَّفْعِ) “çift” kelimesi de yine Zilhicce’nin çift haneli olan 10’uncu gününü (Kurban Bayramının ilk günü) beyan etmiş olmaktadır.

Zilhicce’nin ilk on günü içinde yer alan Arefe Günü (Zilhicce’nin 9’uncu günü), “en büyük hac günü” ve günahların bağışlandığı gündür. Yüce Nebi (ﷺ), (الْحَجُّ عَرَفَةُ) “Hac Arafat’tır[9] buyurmuştur. Zilhicce’nin ilk on gününün imtiyazının sebebi, namaz, oruç, zekat ve hac gibi İslam’ın temel rükünleri olan ibadetlerin bir araya geldiği günler olmasıdır. Arefe Günü’nün faziletlerine, yazımızın ilgili kısmında değinilecektir.

İbn Abbas’tan (ra) rivayetle, Zilhicce’nin ilk on gününün önemi ve kıymeti, Sevgili Peygamberimizin (ﷺ) yüksek beyanları ile şöyledir:

مَا مِنْ أَيَّامٍ الْعَمَلُ الصَّالِحُ فِيهِنَّ أَحَبُّ إِلَى اللَّهِ مِنْ هَذِهِ الأَيَّامِ الْعَشْرِ .

“(Zilhicce’nin ilk) On günde işlenen amel-i salih, diğer günlerde işlenen amellerden, Allâh’a daha sevimlidir.

Ashab, “Ya ResulAllâh! Allâh yolunda cihat etmekten daha mı hayırlıdır?” diye sorunca Resülullâh (ﷺ) şöyle buyurdular:

وَلاَ الْجِهَادُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ إِلاَّ رَجُلٌ خَرَجَ بِنَفْسِهِ وَمَالِهِ فَلَمْ يَرْجِعْ مِنْ ذَلِكَ بِشَيْءٍ‏ ‏.‏

Allâh yolunda cihat da (bu on günden) sevimli değildir. Ancak kişi, canı ve malı ile cihada çıkar ve hiçbiri ile geri dönmezse, o hariçtir.[10]

Resülullâh (ﷺ), bu günlerin önemi ile ilgili olarak, Ebu Hüreyre’den (ra) rivayetle de şöyle buyurmaktadır:

مَا مِنْ أَيَّامٍ أَحَبُّ إِلَى اللَّهِ أَنْ يُتَعَبَّدَ لَهُ فِيهَا مِنْ عَشْرِ ذِي الْحِجَّةِ يَعْدِلُ صِيَامُ كُلِّ يَوْمٍ مِنْهَا بِصِيَامِ سَنَةٍ وَقِيَامُ كُلِّ لَيْلَةٍ مِنْهَا بِقِيَامِ لَيْلَةِ الْقَدْرِ‏ ‏.‏

Zilhicce’nin on gününde yapılan ibadetler, diğer günlerde yapılan ibadetlerden Allâh’a daha sevimlidir. Bu on günün her birinde tutulacak oruç, bir senenin orucuna denktir. Her gecesini namazla değerlendirmek, Kadir gecesini namaz ile değerlendirmek gibidir.[11]

İbni Ömer’den (r. anhümâ) gelen diğer bir rivayette ise, Şanlı Nebi (ﷺ) Zilhicce’nin ilk on günü ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadırlar:

ما مِن أيَّام أعظَمُ عِندَ اللهِ، ولا أحَبُّ إليه مِن العَمَل فيهنَّ مِن هذه الأيَّامِ العَشرِ، فأكثِروا فيهنَّ مِن التَّهليلِ، والتَّكبيرِ، والتَّحميدِ ‏.‏

Yüce Allâh katında, (Zilhicce’nin) ilk on gününde yapılan amellerden daha büyüğü ve daha sevimlisi yoktur. Bugünlerde tehlîli (La ilahe illAllâh), tekbîri (Allâhu ekber) ve tahmîdi (Elhamdülillah) çokça söyleyiniz.[12]

C. Haccın Farziyeti ve Faziletleri

Haccın farziyetini beyan eden bir ayet-i kerimede, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri şöyle buyurmaktadır:

إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍۢ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِى بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَٰلَمِينَ فِيهِ ءَايَٰتٌۢ بَيِّنَٰتٌ مَّقَامُ إِبْرَٰهِيمَ ۖ وَمَن دَخَلَهُۥ كَانَ ءَامِنًا ۗ وَلِلَّهِ عَلَى ٱلنَّاسِ حِجُّ ٱلْبَيْتِ مَنِ ٱسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلًا ۚ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ ٱللَّهَ غَنِىٌّ عَنِ ٱلْعَٰلَمِينَ

Âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak, insanlar için kurulmuş olan ilk Ev, hiç şüphesiz Mekke’dekidir (Kâbe). Onda açık alâmetler ve İbrahim’in makamı vardır. Kim oraya girerse güvenlik içinde olur. Oraya gitmeye gücü yetenlerin, o Evi (Kâbe’yi) ziyaret etmesi Allâh’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. (Bu hakkı) Her kim inkâr ederse bilsin ki, Allâh’ın âlemlere ihtiyacı yoktur.” (Ali İmran, 3/96-97)

Yukarıdaki âyet-i kerime, haccın farz olduğunun delilidir. Bu âyet-i kerime inince, Cenâb-ı Peygamber (ﷺ): (أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ فَرَضَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ الْحَجَّ فَحُجُّوا) “Ey insanlar, Allâh size haccı farz kıldı, haccediniz” buyurdular. Ashaptan birisi, “Ya ResulAllâh, her yıl mı?” dedi. Allâh Resulü (ﷺ) sustu. Adam, sorusunu üç kez yineledi. Sonra Allâh Resulü (ﷺ) şöyle buyurdular:

 لَوْ قُلْتُ نَعَمْ لَوَجَبَتْ وَلَمَا اسْتَطَعْتُمْ ذَرُونِي مَا تَرَكْتُكُمْ فَإِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ بِكَثْرَةِ سُؤَالِهِمْ وَاخْتِلاَفِهِمْ عَلَى أَنْبِيَائِهِمْ فَإِذَا أَمَرْتُكُمْ بِشَىْءٍ فَأْتُوا مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَإِذَا نَهَيْتُكُمْ عَنْ شَىْءٍ فَدَعُوهُ‏ ‏.‏

Şayet evet deseydim, hac her yıl üzerinize farz olurdu. Siz de buna güç yetiremezdiniz. Sizi (bir hususta serbest ve geniş) bıraktığım sürece, siz de beni (serbest) bırakın (zorlamayın). Çünkü sizden öncekiler, çok soru sormaları ve peygamberlerine karşı gelmeleri yüzünden helak oldular. O halde size bir şey emrettiğimde, gücünüzün yettiği kadarını yapın. Bir şeyi yasakladığımda da onu terk edin.[13]

Ayrıca, (وَأَذِّن فِى ٱلنَّاسِ بِٱلْحَجِّ) “İnsanlara haccı duyur..” (Hac, 22/27) ayet-i kerimesi de “Allâh Teâlâ’nın insanlara haccetmelerini farz kıldığını duyur” anlamındadır.

Şanlı Nebi (ﷺ), Ebu Hüreyre (ra) rivayeti ile, Allâh’ın (cc) rızası gözetilerek ve yasaklarına riayet edilerek yapılacak bir haccın fazileti ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

مَنْ حَجَّ لِلَّهِ فَلَمْ يَرْفُثْ وَلَمْ يَفْسُقْ رَجَعَ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ .‏‏‏

Kim Allâh rızası için hacceder, ailevi ilişkiye girmez ve günah işlemezse, (hacdan sonra bütün günahlarından arınmış olarak) annesinden yeniden doğmuş gibi döner.[14]

Yüce Nebi (ﷺ) şöyle buyuruyor:

(مَنْ أَرَادَ الْحَجَّ فَلْيَتَعَجَّلْ) “Hac yapmak isteyen kimse acele etsin.[15]

Bu hadis-i şerif, üzerine hac farz olan bir kimsenin, hac mevsimi gelir gelmez hemen hacca gitmesi lâzım geldiğini, sonraki yıla bırakmanın caiz olmadığını, bir başka ifade ile, hac farizasının fevrî olduğunu, tehir etmenin caiz olmadığını göstermektedir. İmam-ı Ebû Hanife, İmam Mâlik, İmam Ebû Yusuf, İmam Ahmed b. Hanbel ve bazı Şafiî imamların da (r. anhum) fetvaları bu hadis-i şerif temellidir. Nitekim, İmam Ahmed b. Hanbel’in İbn Abbas’a (ra) dayandırdığı bir rivayette, Şanlı Nebi (ﷺ) yukardakine benzer şekilde şöyle buyurmuştur:

مَنْ أَرَادَ الْحَجَّ فَلْيَتَعَجَّلْ ‏.‏ فَإِنَّهُ قَدْ يَمْرَضُ الْمَرِيضُ، وَتَضِلُّ الضَّالَّةُ، وَتَعْرِضُ الْحَاجَةُ ‏.‏

Hac yapmak isteyen kimse acele etsin. Çünkü kişi hastalanabilir, biniti yok olabilir ve (hacca gitmeyi engelleyebilecek) bir iş meydana gelebilir.[16]

Bu hadis-i şerif, bir engelin çıkması ihtimali dolayısıyla hac işinde acele edilmesini emretmektedir. Bu açıdan, hacca gitmek isteyen bir mümin, ilk fırsatta bu ibadeti ifa etmelidir. Çünkü hastalıkların zuhuru, daha önceden var olan maddi imkanların zayii, yolculuğa engel olabilecek hususların ortaya çıkması, binek araçlarının elden çıkarılması zarureti gibi durumlar meydana gelebilir ve bu yüzden hacca gitme fırsatı yok olabilir. Dolayısı ile bu hadis-i şerif, kendisine hac farz olan bir kimsenin vakit geçirmeden bu çok önemli ibadeti yapmasının gerekliliğine ve güç yetirebildiği zamanlarda hac ibadetini lüzumsuz şekilde geciktirmesinin yanlış olduğuna delalet etmektedir.

Câbir b. Abdullah’tan (ra) rivayete göre, Yüce Nebi (ﷺ) veda haccında iken şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ خُذُوا مَنَاسِكَكُمْ فَإِنِّي لاَ أَدْرِي لَعَلِّي لاَ أَحُجُّ بَعْدَ عَامِي هَذَا‏ .

Ey İnsanlar! Hac ibadetlerinizi Benden alınız (iyice öğreniniz). Çünkü belli olmaz, bundan sonra bir daha hac yapamayabilirim.[17]

Bu hadis-i şerif, hac menâsikinin Şanlı Nebi’nin (ﷺ) uygulamalarından kaynaklanması gerektiği konusunda açık bir talimdir. “Hac ibadetlerini benden alınız..” sözünden maksat, Yüce Nebi (ﷺ) hac ibadetlerini, söz ve fiil olarak nasıl yapmışsa, bizlerin de bunları aynı şekilde yapmamızın meşru ve doğru olduğuna dikkat çekmek içindir. Hac ibadetlerinin, Yüce Nebi’den (ﷺ) görüldüğü gibi uygulanması, öğrenilmesi ve başkalarına da öğretilmesi demektir.

İbn Ebi Şeybe’nin aktardığına göre, İbn Abbas (ra) hazretleri şöyle hayıflanmaktadır:

Bu ihtiyar yaşıma gelene dek, yaya olarak hacca gitmediğime üzüldüğüm kadar, başka bir şeye üzülmüş değilim. Çünkü Yüce Allâh, (يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلَىٰ كُلِّ ضَامِرٍۢ) “Gerek yaya gerekse de yorgun develer üzerinde sana gelsinler..” (Hac, 22/27) buyurmuş ve yürümeyi, binitle gelmekten önce zikretmiştir.[18]

İbn Abbâs (ra) şöyle anlatıyor:

“Hz. İbrahim (as), Kâbe’nin inşasını bitirdikten sonra, “Rabbim! Bitirdim” dedi. Yüce Allâh, “O zaman hac için insanlara duyuruda bulun” buyurdu. Hz. İbrâhim (as), “Rabbim! Sesim insanlara ulaşmaz” deyince, Yüce Allâh, “Duyuruyu yap, sesini ulaştırmak bana aittir” buyurdu. Hz. İbrâhim (as), “Ey insanlar! Beytü’l-Atîk’i haccetmeniz sizlere farz kılındı” diye seslendi. Hz. İbrahim’in (as) bu çağrısını, gök ile yer arasında bulunan herkes işitti. Yeryüzünün en uzak diyarlarından, insanların telbiye ederek nasıl geldiklerini görmez misin?”[19]

Kabe’de ve Mescid-i Nebevî’de kılınan namazların fazileti ile ilgili olarak, Abdullah b. ez-Zübeyr’den (ra) rivayete göre Resülullah () şöyle buyurmuştur:

صلاة في مسجدي هذا خير من ألف صلاة في ما سواه إلا المسجد الحرام وصلاة في المسجد الحرام أفضل من مائة صلاة في مسجدي هذا ‏‏. ‏

Benim (Medine’deki) bu mescidimde kılınan bir namaz, (Mekke’deki) Mescidi Haram müstesna, diğer mescidlerde kılınan bin namazdan (sevap bakımından) daha hayırlıdır. (Mekke’deki) Mescidi Haram’da kılınan bir namaz ise, benim Mescidimde (Mescid-i Medine’de) kılınan yüz namazdan daha faziletlidir.[20]

D. Haccın Farz Kılınması

Kur’ân-ı Kerîm’de, gücü yetenlerin hac görevini ifa etmelerinin, Allâh’ın insanlar üzerinde bir hakkı olduğunu beyan edilmekte (Âl-i İmrân 3/97), Hz. Peygamber de (ﷺ) haccın İslâm’ın beş temel şartından birisi olduğunu haber vermektedir.[21]

Ebû Hüreyre’nin (ra) rivayet ettiği bir hadisi-i şerifte, Resûl-i Ekrem (ﷺ), Allâh rızâsı için hacceden ve haccın belirli günlerinde ailevî ilişkiden, ayrıca günah sayılan davranışlardan sakınan kimselerin, annelerinden doğdukları gün gibi günahlarından arınmış olarak memleketlerine döneceğini müjdelemiştir.[22]

Abdullah b. Mes’ûd (ra) rivayeti ile, Resülullah (ﷺ) şöyle buyurmuştur:

 تَابِعُوا بَيْنَ الْحَجِّ وَالْعُمْرَةِ فَإِنَّهُمَا يَنْفِيَانِ الْفَقْرَ وَالذُّنُوبَ كَمَا يَنْفِي الْكِيرُ خَبَثَ الْحَدِيدِ وَالذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَلَيْسَ لِلْحَجَّةِ الْمَبْرُورَةِ ثَوَابٌ إِلاَّ الْجَنَّةُ‏ ‏.‏

Hac ve Umreyi beraber yapınız. Çünkü Hac ve Umre, körüğün demir, altın ve gümüşün kirlerini ve paslarını gidermesi gibi, günahları ve fakirliği yok eder. Kabul edilmiş haccın (hacc-ı mebrur) sevabı da ancak Cennettir.[23]

Haccın, kadınlar için en güzel cihad olduğunu işaretleyen bir hadîs-i şerîf, annemiz Hz. Aişe’nin (r. anhâ) rivayeti ile şöyledir:

Ey Allâh’ın Resulü (ﷺ), sizlerle birlikte, cihada ve gazâlara katılmamız gerekmiyor mu?” diye sordum. Şöyle cevap buyurdular:

لَكُنَّ أَحْسَنُ الْجِهَادِ وَأَجْمَلُهُ الْحَجُّ، حَجٌّ مَبْرُورٌ ‏‏‏.‏

Sizler için cihadın en güzeli ve en üstünü, Allâh’ın kabul ettiği hacdır.

Annemiz Hz. Aişe (r. anhâ) devamla şöyle söylemektedir:

Bunu Resülullah’tan (ﷺ) işittiğimden beri, haccı kaçırmamaya karar verdim.[24]

Ashap döneminden zamanımıza kadar geçen süre içinde, bütün âlimler gücü yeten kimsenin ömründe bir defa hac yapmasının farz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Buna göre hac ibadeti, kitap, sünnet ve icmâ ile sabit olan en kuvvetli farzlardan birisidir.

İmam Buhârî, (‏وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً)‏Onun (Ka’be’nin) yoluna gücü yetenlerin, o Evi (Kâbe’yi) ziyaret etmeleri, Allâh’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır..” (Âli İmrân, 3/97) ayet-i kerimesini, haccın farziyeti yönünde bir delil olarak görmektedir.[25]

Resülullah (ﷺ), Medine’de dokuz yıl haccetmeden beklemiş, hicretin onuncu yılında Yüce Allâh’ın elçisi (ﷺ), hacca gideceğini halka ilân ettirmiş ve veda haccı gerçekleşmiştir.[26]

E. Haccın Farz Olmasının Şartları

Haccın farz olmasının şartları yedidir. Bu şartların tamamı bir kimsede bulunuyorsa, ona hac farz hale gelmiş olur. Bu şartlar şunlardır:

1. Müslüman olmak, 2. Akıllı olmak, 3. Buluğa ermiş olmak, 4. Hür olmak, 5. Yabancı ülkelerde yeni Müslüman olmuş kimselerin Haccın farz olduğunu bilmeleri, 6. Hac için vaktin girmiş olması, 7. Ulaşım vasıtası giderleri ile ve hac masraflarını karşılayabiliyor olmak.

Bu şartların gerçekleşmesi hususunda bütün mezhep alimleri ittifak halindedir. Ali İmran suresi 97’nci ayet-i kerimesinde, haccın farz olması ile ilgili olarak, hacı adayının Ka’be’ye gidebilmeye “gücünün yetmesi” gerektiği hususunda, bütün alimler icma ve ittifak halindedirler. Hacı adayının hacca “güç yetirmesi”, ailesinin ve kendisinin nafakasını temin etmiş olması ile, ulaşım masrafları için maddi gücünün yeterli olmasıdır.

Abdullah bin Abbas’tan (ra) rivayet edildiğine göre Resulullah (ﷺ), Ali İmran suresi 97’nci ayet-i kerimesinde geçen, (مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً) “Onun (Ka’be’nin) yoluna gücü yetenler..” buyruğundaki güçten maksadın, (الزَّادُ وَالرَّاحِلةُ) “Azık ve binit[27] olduğunu açıklamışlardır.

Hz. Ali’den (ra) rivayet edildiğine göre, Resülullah (ﷺ) bu hususla ilgili olarak bir başka hadis-i şeriflerinde, haccın mazeretsiz olarak geriye bırakılması konusunda şu ikazı yapmaktadırlar:

مَنْ مَلَكَ زَادًا وَرَاحِلَةً تُبَلِّغُهُ إِلَى بَيْتِ اللَّهِ وَلَمْ يَحُجَّ فَلاَ عَلَيْهِ أَنْ يَمُوتَ يَهُودِيًّا أَوْ نَصْرَانِيًّا وَذَلِكَ أَنَّ اللَّهَ يَقُولُ فِي كِتَابِهِ ‏:‏ (‏وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً ‏)‏ ‏.‏

Beytullâh’a (Mekke’ye) gidebilecek kadar binit ve azık imkanı olup da haccetmeyen kimsenin, Yahudi veya Hıristiyan olarak ölmesinin bir önemi yoktur. Çünkü Allâh Kitabında, Onun (Ka’be’nin) yoluna gücü yetenlerin, o Evi (Kâbe’yi) ziyaret etmeleri, Allâh’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Bununla birlikte, her kim inkâr ederse bilsin ki, Allâh’ın âlemlere ihtiyacı yoktur’ (Âli İmran, 3/97) buyurmaktadır.[28]

F. Haccın Edasının Şartları

Haccın edasının şartları beştir. Bunlar: 1. Vücut sağlığı, 2. Yol emniyeti, 3. Hapsedilmemiş olmak, 4. Kadının mahreminin olması ve 5. Kocası ölmüş ya da boşanmış kadının iddet müddetini tamamlamış olmasıdır.

G. Haccın Edasının Sıhhat Şartları

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, hac ibadetinin gönül huzuru ile yapılması, dünyevi ilgilerden uzak durulması, insani ilişkilerde rutinin dışına çıkılarak, bütünüyle Allâh’a (cc) yönelinmesi için şöyle buyurur:

ٱلْحَجُّ أَشْهُرٌ مَّعْلُومَٰتٌ ۚ فَمَن فَرَضَ فِيهِنَّ ٱلْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِى ٱلْحَجِّ ۗ وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍۢ يَعْلَمْهُ ٱللَّهُ ۗ وَتَزَوَّدُواْ فَإِنَّ خَيْرَ ٱلزَّادِ ٱلتَّقْوَىٰ ۚ وَٱتَّقُونِ يَٰٓأُوْلِى ٱلْأَلْبَٰبِ

Hac, bilinen aylardadır. Kim, bu aylarda (ihrama girerek) haccı kendisine farz kılmışsa, artık hac sırasında kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız, Allâh onu bilir. Öyleyse, yanınıza azık alın. Hiç şüphe yok ki azığın en hayırlısı takvadır. Öyleyse bana karşı takvalı olun, ey akıl sahipleri.” (Bakara, 2/197)

Hac okulunun, “rafes, füsûk ve cidâl” olarak beyan buyurduğu yasaklar, kuvve-i şeheviyye, kuvve-i akliyye ve kuvve-i gadabiyyenin, ihrama girmek sureti ile, itidal çizgisine getirilmesi demektir. Hac için yola çıkanın, yanına yeterli miktarda para alması, gittiği yerde maddi sıkıntıya düşmesini önler. Huzurlu ibadet yapabilmesi için bu işlem gereklidir.

Ayet-i kerimeden açıkça anlaşılan, hacı adaylarının takva dairesi içerisine girmelerinin talep edildiğidir. Kur’ân-ı Kerîm, bilhassa hac ibadeti esnasında takva dairesinde kalabilmenin anahtarını, üç kelime ile ifade buyurmaktadır. Rafesten, füsuktan ve cidalden uzak durmak. Rafesten uzak durulması talimatı ile, kişinin hac boyunca kuvve-i şeheviyesini kontrol altında tutmasına, cidalden uzak durulması talimatı ile, hac yapacak kişinin hac boyunca öfke kontrolüne, füsuktan uzak durulması talimatı ile de hacı adayının aklını hikmet çerçevesinde kullanmasına, iman sahibine yakışmayan söz ve eylemlerden uzak durması gerektiğine işaret edilmektedir.

Bilhassa yukarıdaki yönergelere uyularak yapılacak haccın edasının sıhhat şartları ya da haccın sahih olmasının şartları ise dokuzdur:

1. Müslüman olmak, 2. İhrama girmek, 3. Haccın kendine mahsus zamanında yapılması, 4. Hac rükünlerinin eda edildiği mekanlarda bulunmak, 5. Temyiz gücüne sahip olmak, 6. Akıllı olmak, 7. Özür hali müstesna olmak üzere hac fiillerini kendisinin yapması, 8. Hac günlerinde ailevi münasebette bulunmaması, 9. Haccı, ihrama girdiği zaman ifa etmesi.

H. Haccın Eda Ediliş Şekilleri

Hac, eda ediliş şekilleri bakımından üç kısma ayrılır:

1. Hacc-ı İfrad: İfrad haccı, umre yapmaksızın, sadece hac menâsikini yerine getirmek demektir. Hacı, akabe cemresini yapıncaya kadar ihramda kalır. Akabe cemresinden sonra dilerse kurban keser. Sonra saçlarını kısaltır ve ihramdan çıkar.

2. Hacc-ı Temettu’: Aynı yılın hac aylarında, umre ve haccı ayrı niyet ve ayrı ihramlarla yerine getirmek demektir. Temettu’ haccında ilk yapılacak ibadet umredir. Umre yapıldıktan sonra ihramdan çıkılır. Arkasından aynı dönemde tekrar hac için ihrama girilir ve hac menâsiki eda edilir. Bu hac çeşidinde, umre ve haccın her biri ayrı ihramlarla ifa edilmektedir.

Temettu’ haccı yapacak kimse, mîkât yerinde umre niyeti ile ihrama girer. Mekke’ye ulaşınca tavafını ve sa’yini yapar. Tıraş olur. Umreyi tamamlayarak ihramdan çıkar. Sonra, Zilhicce’nin 8’inci günü yeniden ihrama girer. Kudüm tavafını yapar. Bayramın birinci günü Akabe cemresini yaptıktan sonra, kurbanını keser, tıraş olur ve ihramdan çıkar.

Bir haccın temettu’ haccı sayılabilmesi için, umre ile haccın aynı hac mevsiminde yapılmış olması gerekir. Hac ayları, hicrî takvimdeki Şevvâl ve Zilkade aylarının tamamı ile Zilhicce ayının ilk 10 günüdür.

3. Hacc-ı Kırân: Kırân haccında ise, ihrama girerken hem umreye hem de hacca niyet edilir ve aynı ihramla her iki ibadet yerine getirilir. Böylece aynı hac mevsimi içinde, umre yaptıktan sonra, ihramdan çıkmadan yapılan haccın adı hacc-ı kırân’dır. Bu hac şeklinde, kişi hem umre hem de hac için niyet ederek ihrama girer. Umreyi tamamladıktan sonra ihramdan çıkmaz. İhramın gereklerine riayet ederek hac ibadetlerine başlar. Kudüm tavafını yapar. Arafat’ta vakfeye durur. Bayramın birinci günü Akabe cemresini yaptıktan sonra, kurbanını keser, tıraş olur ve ihramdan çıkar.

Temettu’ ve Kıran haccı yapanlar için şükür kurbanı kesmek vaciptir. Ancak hacc-ı ifrad yapanlar için bu yükümlülük bulunmamaktadır. Dilerlerse nafile olarak kurban ibadetini eda edebilirler. Kıran haccı yapan kimse şayet şükür kurbanını kesemezse, bayramdan önce üç gün, evine döndükten sonra da yedi gün olmak üzere toplam on gün oruç tutar. Çünkü, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri şöyle buyurmaktadır:

فَمَن تَمَتَّعَ بِٱلْعُمْرَةِ إِلَى ٱلْحَجِّ فَمَا ٱسْتَيْسَرَ مِنَ ٱلْهَدْىِ ۚ فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلَٰثَةِ أَيَّامٍۢ فِى ٱلْحَجِّ وَسَبْعَةٍ إِذَا رَجَعْتُمْ ۗ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌ ۗ ذَٰلِكَ لِمَن لَّمْ يَكُنْ أَهْلُهُۥ حَاضِرِى ٱلْمَسْجِدِ ٱلْحَرَامِ

Her kim, umresini bitirip temettu’ haccı yaparsa, kolayına gelen bir kurban kesmesi vacip olur. Fakat kesecek kurban bulamazsa veya buna gücü yetmezse, ona hac günlerinde üç gün, vatanına döndüğü zaman yedi gün, tam on gün oruç tutmak vacip olur. Bu hüküm, Mescid-i Haram’da oturmayanlar içindir.” (Bakara, 2/196)

Bu hüküm, kıran haccı için de geçerlidir.

I. Haccın Farzları

Haccın farzları üçtür: 1. İhrama bürünmek, 2. Arafat’ta vakfe yapmak, 3. Ziyaret tavafında bulunmak.

Şayet bu farzlardan birisi bile eda edilmese, yapılan hac batıl olur ve ertesi yıl batıl olan haccın kazası gerekir. İhrama bürünmek, namazdaki iftitah tekbiri gibi şarttır. Diğer ikisi yani Arafat’ta vakfe yapma ve ziyaret tavafında bulunma hacca ait rükünler olarak kabul edilmiştir.

J. Haccın Vacipleri

1. İhrama mîkâtlardan girmek, ihramda geçici olarak haram kılınan şeyleri terk etmek.

2. Arafat’ta vakfeyi güneşin batışına kadar uzatmak.

3. Kurban Bayramı’nın birinci günü, fecirden sonra ve güneşin doğmasından evvel Müzdelife’de vakfe yapmak.

4. Cemreleri taşlamak.

5. Hacc-ı Temettü’ veya Hacc-ı Kıran’a niyet etmişse kurban kesmek.

6. Haccın sonunda saçlarını kesmek veya kısaltmak. Bu işlemi, Mekke’de ve Kurban Bayramı günlerinde, cemreleri taşladıktan sonra yapmak.

7. Hac kurbanını, cemreleri taşlama ile saç tıraşı arasında kesmek.

8. Tavafı, bayram günlerinde yapmak.

9. Hac zamanı içerisinde Safa ile Merve arasında sa’y etmek. Sa’ye, Safâ tepesinden başlayıp Merve tepesinde tamamlamak. Özürlü değilse sa’yi yaya olarak yapmak.

10. Yabancıların veda tavafı yapması.

11. Her tavafa Hacerü’l-Esved’den başlamak. Kabe’yi sola alarak ve özürlü değilse yürüyerek tavaf etmek.

12. Tavaf esnasında abdestli ve ihram giysileri ile örtülü olmak.

13. Tavafı, Hatîm’in (hazire-i İsmail) arkasından yapmak.

14. Tavafı tamamladıktan sonra iki rekat namaz kılmak.

15. Dört şavtı (dönüşü) farz olan tavaf-ı ifâza’yı (ziyaret tavafı), yedi şavt olarak tamamlamak.

K. Haccın Sünnetleri

Haccın sünnetleri şu şekildedir:

1. İhrama girerken boy abdesti almak veya abdest almak, iki rekat namaz kılmak.

2. İhram için beyaz bir üst ve alt örtüsü örtünmek.

3. Güzel koku sürünmek.

4. İhrama girdikten sonra, her seher vaktinde, her namaz kılışta her yokuşa çıkış ve inişte, her insan grubuna rast gelişte, orta bir sesle üç kere “Lebbeyk Allâhümme lebbeyk…” diye telbiyede bulunmak.

5. Resul-i Ekrem (ﷺ) efendimize çokça salat ve selâm etmek.

6. Allâh’a (cc) dua dua yalvarmak.

7. Mekke’ye girmek için yıkanmak, Mekke’ye gündüz vakti girmek, Kabe’yi görünce dua etmek, Kabe önünde tekbir ve tehlilde bulunmak.

8. Yabancıların tavaf-ı kudüm yapması.

9. Mekke’de bulundukça nafile tavaflarda bulunmak.

10. Tavaf esnasında erkeklerin sırt örtülerinin birer ucunu sağ koltuklarının altından alarak sol omuzları üzerine atmaları.

11. Tavaf-ı ziyaretin ilk üç şavtında, erkeklerin remel yapmaları (kısa adımlarla hızlı yürümeleri).

12. Safa ile Merve arasında sa’y ederken, iki yeşil direk arasında erkeklerin “hervele” yapmaları (koşmaları), sonra yine yavaş yürümeleri.

13. Zilhicce’nin 7’nci gününde, Mekke’de öğle namazından sonra haccın menâsikini anlatan hutbeyi dinlemek.

14. Zilhicce’nin 8’inci gününde, güneş-doğduktan sonra Mekke’den Mina’ya geçmek, o gece Mina’da kalmak.

15. Zilhicce’nin 9’uncu gününde, güneş doğduktan sonra Mina’dan Arafat’a çıkmak. Burada öğle namazı ile ikindi namazını öğle vaktinde beraberce cem ederek kılmak (cem’i takdîm). Sonra gidilen Müzdelife’de akşam ile yatsı namazlarını yatsı vaktinde beraberce cem ederek kılmak (cem’i te’hîr). Bu namazlarda, içten duygularla ve göz yaşları ile Yüce Allâh’a tazarru ve niyazda bulunmak.

16. Güneşin batmasından sonra, yavaşça Arafat’tan inmek ve Müzdelife’ye varıldığı vakit, gelen geçenleri engellememek için, “Kuzeh Tepesi” yakınında toplanmak.

17. Bayram gecesi, Müzdelife’de kalıp, Bayram sabahı Mina’ya inmek ve Bayram günlerini burada geçirmek.

18. Mina’da taş atılırken Mina’yı sağa, Mekke’yi sola almak, sırasıyla önce cemre-i ûla’yı, sonra cemre-i vusta’yı yaya olarak, sonra da cemre-i akabe’yi binekli olarak taşlamak. Bu son cemrede, taşları aşağıdan yukarıya doğru atmak.

19. Taşlamaya, ilk gün güneşin doğmasıyla zevali arasında, diğer günlerde ise, zevalden sonra ve gün batımı arasında yapmak.

20. Bayramın ilk günü, hutbede haccın diğer menâsikini dinlemek.

21. Mina’dan Mekke’ye erkenden gitmek isteyen kimselerin, Zilhicce’nin 12’nci gününde, güneş batmasından önce yola çıkmaları.

22. Mina’dan Mekke’ye gelirken, Muhassib ve Ebtah denilen yerlerde bir müddet kalınması.

23. Veda tavafından ve iki rekat namazdan sonra, Zemzem suyundan Kabe’ye bakarak ayakta kana kana içilmesi ve üzerine dökmesi.

24. Hacerü’l-Esved ile Kabe’nin kapısı arasındaki “Mültezem” olarak adlandırılan yere göğsünü ve yüzünü sürmesi.

25. Kimseye zarar vermeden Kabe’nin örtüsüne sarılıp dua etmesi. Mümkün olursa, Hicr (Hicr-i Kabe, Hicr-i İsmail veya Hazıra olarak da adlandırılır) bölümüne girip iki rekat namaz kılınması.

L. Haccın Eda Ediliş Sureti

Hac, yolculuğa hazırlık, çeşitli bölgelere giriş, belirli şartları ve ibadetleri yerine getirme gibi bir dizi ibadetten oluşmaktadır.

Hac yolculuğuna çıkmadan önce, kişi varsa üzerindeki hakları ödemeli, öncelikle ebeveynleri, sonra sırası ile akrabaları ve mesai arkadaşları ile helalleşmelidir. Hac yolculuğu ile ilgili her türlü gösterişten sakınılmalı, ihlaslı olma konusunda titizlik gösterilmelidir. Başkaları görsün ve işitsin için hac yapılmamalıdır. Ailesinin nafakasını noksansız bir şekilde bırakmalı, işlerini vakar ve sükunet içerisinde tamamlamalıdır.

Hac için yola çıkanlar, Mekke ya da Medine’ye gitmektedirler. Mekke’ye gidenler, mîkāt olarak belirlenmiş yerlerde ihrama girerler. Önce Medine’ye gidenler ise, Mekke’ye gideceklerinde Zülhuleyfe (Ebyârıali) denilen yerde ihrama girerler.

İhrama girilmeden önce, genel vücut temizliği yapılır ve boy abdesti alınır. Bundan sonra erkekler, iki parçadan meydana gelen bir örtü ile örtünürler. Ayaklarına da ayağı büyük ölçüde dışarıda bırakan ve ön tarafı kapalı olmayan terlik giyerler. Kadınlar ise bütün vücudu örten normal elbise giyerler.

Şimdi, hac safahatını sırası dahilinde görmeye çalışacağız.

1. Mîkât’a Ulaşma ve Mîkât Mevkileri

Mîkāt (çoğulu mevâkīt) kelimesi, “vakit” anlamının yanı sıra, hacca niyet edilmek için durulan yerleri, “hac” ve “umre” ibadeti için ihram giyilecek günleri ifade etmektedir. “Hac” ibadeti için “mîkāt” günleri, Zilhicce ayının ilk on günüdür. “Umre” ibadeti için ise yılın tamamıdır. “Hac” ve “Umre” ibadeti için mîkāt mekânları ise, Mekke’ye gidenlerin ihrama girecekleri noktalardır.

Mekke ile belirli çevresine “Harem”, burayı kuşatan ikinci bölgeye “Hill”, bunların dışında kalan yerlere de “Âfâk” denilmiştir.

Harem bölgesinde oturanlar veya geçici olarak burada bulunanlar, umre yapmak istediklerinde, Harem sınırı dışına (Hill bölgesine) çıkıp orada ihrama girmek zorundadırlar. Bütün fakihler bu konuda görüş birliği içindedir. Bu bölgede oturanların hac ihramında ise, böyle bir zorunluluk söz konusu değildir. İkamet ettikleri yerlerden ihrama girerler.

Mekke ve Harem bölgesinde ikamet edenlerin (Mekkî, Haremî), umre için ihrama girdikleri yerlerden birisi Ten’îm ya da diğer adı ile Hz. Aişe Mescidi’dir. Harem-i Şerif’e 6 km. mesafededir. Hz. Âişe validemiz (r. anhâ), veda haccında peygamberimizle (ﷺ) beraber haccetmiş, ancak özrü sebebiyle umre yapamamıştı. Medine’ye dönecekleri zaman Peygamber Efendimiz’e (ﷺ); “Ya ResulAllâh! İnsanlar hac ve umre yapmış olarak dönüyor, ben ise umreden mahrum oldum” dedi. Peygamber Efendimiz (ﷺ), kardeşi Abdurrahman (ra) hazretleri ile beraber umre yapması için validemizi Ten’îm’e gönderdiler. Validemiz, orada ihramlanıp, iki rekat ihram namazı kıldılar.[29] Bunun için orada yapılan mescide, Mescid-i Âişe ismi verilmiştir.

Mekke ve Harem bölgesinde ikamet etmeyen “âfâkîler” ise, kendileri için belirlenen “mîkāt” yerlerinden ihrama girerler. Âfâkîlerin ihrama girecekleri yerler, Hz. Peygamber (ﷺ) tarafından beş nokta halinde belirlenmiştir.

عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ، – رضى الله عنهما – قَالَ وَقَّتَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لأَهْلِ الْمَدِينَةِ ذَا الْحُلَيْفَةِ وَلأَهْلِ الشَّامِ الْجُحْفَةَ وَلأَهْلِ نَجْدٍ قَرْنَ الْمَنَازِلِ وَلأَهْلِ الْيَمَنِ يَلَمْلَمَ ‏.‏ قَالَ فَهُنَّ لَهُنَّ وَلِمَنْ أَتَى عَلَيْهِنَّ مِنْ غَيْرِ أَهْلِهِنَّ مِمَّنْ أَرَادَ الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ فَمَنْ كَانَ دُونَهُنَّ فَمِنْ أَهْلِهِ وَكَذَا فَكَذَلِكَ حَتَّى أَهْلُ مَكَّةَ يُهِلُّونَ مِنْهَا‏ ‏.

Abdullah İbn Abbâs’tan (ra) rivayete göre, “Resulullah (ﷺ) Medineliler için Zü’l-Huleyfe’yi, Şamlılar için Cuhfe’yi, Necid’liler için Karn el-Menâzil’i ve Yemenliler için ise Yelemlem’i mîkât / ihrama girme yerleri olarak belirleyip şöyle buyurmuştur:

Bu ihrama girme yerleri, bu yerlerin halkı ile, hac ve umreye niyet edip buraların halkından olmayan ve buraya bu yönlerden gelen kimselerin mîkâtıdır. Bu yerlerden daha yakın olan kimseler ise, bulundukları yerlerden ihrama girerler. Daha yakın olanların hükmü de böyledir. Hatta Mekkeliler, Mekke’de ihrama girerler.[30]

Şimdi bu mîkât noktalarına biraz daha yakından bakmaya çalışalım:

a. Zü’l-Huleyfe

Medinelilerin mîkât yeridir. Bu yer, Medine’nin güneybatısında, Mekke ile Medine arasında olup, günümüzde “âbâr-ı Alî” (ebyâr-ı Alî) diye bilinen bu yerin Medine’ye ve Mescid-i Nebevî’ye uzaklığı yaklaşık 10 km’dir. Mekke’ye ise 450 km. mesafededir. Medine yönünden gelenlerin ihrama gireceği Zü’l-Huleyfe, aynı zamanda Mekke’ye en uzak mîkāttır. Resûl-i Ekrem (ﷺ) “Vedâ Haccı” için burada ihrama girmiştir.

b. Cuhfe

Mekke’nin kuzeybatısında ve Mekke’ye 187 km. uzaklıkta bir yerdir. “Cuhfe”, Mısır ve Suriye tarafından Mekke’ye gelenlerin ihrama girdikleri mîkāt yeridir. Asıl adı Mehyea’dır. Zamanla Cuhfe terkedilmiş ve mîkāt yeri olarak Kızıldeniz kıyısındaki Râbiğ daha çok kullanılır olmuştur. Mekke’ye 186 km. mesafedeki Râbiğ, Türkiye, Lübnan, Suriye, Ürdün, Filistin, Afrika ülkeleri ve Batı ülkeleriyle Suudi Arabistan’ın bazı kuzey bölgelerinden doğrudan Mekke’ye gelen hacıların mîkāt yeri durumundadır.

c. Zâtüırk

Zâtüırk ile Mekke ile arasında, 67 km’lik bir mesafe bulunmaktadır. Necid ile Tihame arasında sınır teşkil etmektedir. Karnü’l-Menâzil hizasında bulunan bu mevki, Irak yönünden gelenlerin mîkātı olup günümüzdeki adı Darîbe’dir.

Abdullah b. Ömer’den nakledilen rivayete göre, Hz. Ömer (ra) zamanında, Basra ve Kûfe şehirleri kurulunca, ahalisi halifeye gelerek, Resülullah’ın Necidliler için tayin ettiği Karnü’l-Menâzil’in kendilerine sapa düştüğünü, oraya kadar gitmelerinin çok meşakkatli olduğunu söyleyince, Hz. Ömer (ra), “Öyleyse siz Mekke’ye giden yolunuzun üzerinde Karnü’l-Menâzil hizasında bir nokta bulup, orayı mîkāt edinin” demiş ve Iraklılar için “Zâtüırk” mevkiini mîkāt tayin etmiştir.[31]

Hz. Ömer’in (ra), Zâtüırk’ı kendi içtihadı ile mîkât yeri olarak tayin ettiği bilinmektedir.

d. Karnü’l-Menâzil

Mekke’nin kuzeydoğusunda Arafat’ın kuzeyinde ve Arafat’a bir gün ve gecelik mesafede bulunan bir dağdır. Buraya, “Karnü’l-Menâzil” denmektedir. Mekke’ye yaklaşık 96 km. uzaklıktaki bu yer günümüzde, Seylü’l-Kebîr adıyla tanınan büyük bir köydür. Necid bölgesi başta olmak üzere, Körfez ülkeleri, Irak, İran ve diğer doğu ülkelerinden gelen hacılar burada ihrama girmektedirler.

e. Yelemlem

Mekke’ye 54 km. mesafede bulunan bu noktada, Yemen’den ve Suudi Arabistan’ın güneyinden gelen hacılar ihrama girerler. Ayrıca Malezya, Endonezya, Çin ve Hindistan’dan deniz yoluyla gelen hacılar için de bu noktanın hizası mîkāt kabul edilmiştir.

Hava yolu ile Cidde’ye giden âfâkî hacıların, ya evlerinde, ya havalimanlarında ya da uçağa binerlerken ihrama girmeleri gerekir. Çünkü mîkât mahallini uçak ile geçmiş olmaktadırlar.

2. İhrama Girme ve Telbiye Getirme

İhram” kelimesi, hac dışında yapılması mübah olan hususların, hac esnasında yapılmaması, söz konusu mübahları, kişinin kendisine “haram” kılması anlamında kullanılmaktadır.

İhramlı kimsenin, kendisine geçici olarak “haram” hale getirdiği yasaklar şunlardır:

1. Ailevî münasebette bulunamaz. 2. Ne kendisine ne de elbisesine ve yatağına güzel koku süremez. 3. Saçlarını kesemez, tıraş olamaz. 4. Etrafındaki insanlarla münakaşa edemez, kötü söz söyleyemez. 5. Tırnaklarını kesemez. 6. Dikişli elbiseler giyemez. 7. Kadınlar ve erkekler kına süremez. 8. Kokulu madde içeren yemekler yiyemez, kokulu meşrubat içemez. 9. Harem dahilindeki otları yolamaz, ağaçları kesemez. 10. Avlanamaz. 11. Hayvanlara zarar veremez. Ancak tavuk ve koyun gibi ehli hayvanların etlerini yiyebilir.

Bu yasaklardaki hikmet, hacı adayının dünyanın süslerinden, lezzetlerinden ve refah halinden uzaklaşması, bütün düşüncesini uhrevî maksatlara tahsis etmesidir. Böylece hacı adayı, Allâh’ı gönülden gelen bir şekilde anma ve ibadetle meşgul olacak, kendisini murakabe edecek ve ibadetlerini yanlış davranışlardan koruyacaktır. İhram elbisesi ile yeniden diriltilişini, kıyamet gününde insanların yalın ayak, başı açık şekilde huzuru ilahiye getirileceklerini görmüş gibi olacaktır.

İhramın rükünleri ikidir:

Bunlardan birincisi “niyettir”, ikincisi de biraz sonra metnini vereceğimiz “telbiye” cümleleridir. Niyet, yapılacak ibadetin hac mı umre mi yoksa her ikisi birden mi olduğuna kalben yönelmektir. Hacı adayı, “Allâhım, hacca niyet ediyorum. Onu bana kolaylaştır ve benden kabul buyur” diyerek dua eder. Böylece hacca veya umreye ya da her ikisine birden niyet eden kimse ihrama girer, Allâh için telbiye getirir ve hac ibadeti başlamış olur.

İhrama niyet edecek kimsenin iki rekat namaz kılması sünnettir. Çünkü Abdullah İbn Abbas’tan (ra) rivayete göre, Resulullah (ﷺ), namaz kıldıktan sonra telbiyeye başlamıştır.[32]

İhrama girecek kimsenin kılacağı namazın ilk rekatında “Kâfirûn”, ikinci rekatında “İhlâs” surelerini okunması, niyeti ve telbiyeyi de bu namazdan sonra yapması daha faziletli görülmüştür.

“Telbiye” kelimesi, üstten gelen bir emre ya da davete karşı, duraksamaksızın icabet anlamına gelmektedir.

Abdullah İbn Ömer’den (ra) rivayete göre, Resülullah’ın (ﷺ) telbiyesi şu şekildedir:

لَبَّيْكَ اللَّهُمَّ لَبَّيْكَ لَبَّيْكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ لَبَّيْكَ إِنَّ الْحَمْدَ وَالنِّعْمَةَ لَكَ وَالْمُلْكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ ‏.‏

Allâhım! Davetine icabet ettim, emrine boyun eğdim. Senin eşin ve ortağın yoktur. Bütün hamd senin, nimet senin, mülk senindir. Senin eşin ve ortağın yoktur.[33]

Bu telbiye şeklini, Cenâb-ı Peygamber’e (ﷺ), Cebrâîl (as) öğretmiştir. Müslümanların tamamı, bu telbiye üzerinde icma etmiştir. Telbiye cümlesindeki (لَبَّيْكَ) kelimesi, “tekrar tekrar Sana icabet ederim”, “Sana tekrar tekrar itaat ederim”, “Teveccühüm Sanadır”, “Muhabbetim Sanadır” ve “Samimiyetim Sanadır” şekillerinde anlaşılmıştır.

Telbiyeye, hac veya umreye niyet edilerek, mîkāt mahallinde iki rek’at ihram namazı kılındıktan sonra başlanır. Telbiye, ihrama büründükten sonra inişlerde, yokuşlarda, başkalarıyla konuşmalarda, gece veya gündüzde, oturmalarda, kalkmalarda, namazların ardından, bir şeye binerken, mescidlere gidiş gibi her değişiklikte tekrar edilir. Her tekrar, peş peşe üç kere yapılır. Telbiyeden sonra dua edilir. Telbiyeye başlanması ile, ihrama ilişkin hükümlerin yürürlüğe gireceği hususunda, bütün mezhepler görüş birliği içindedir.

Telbiyenin yüksek sesle söylenmesi müstehaptır. Çünkü Resülullah (ﷺ) şöyle buyurmaktadır:

أَتَانِي جِبْرِيلُ فَأَمَرَنِي أَنْ آمُرَ أَصْحَابِي أَنْ يَرْفَعُوا أَصْوَاتَهُمْ بِالإِهْلاَلِ وَالتَّلْبِيَةِ ‏‏. ‏

Cebrâîl bana geldi ve telbiyede ashabımın seslerini yükseltmelerini emretmemi emir buyurdu.[34]

İmam Buhari de Sahih’inde, “Kitabu’l-Hacc”ın bir babını “Telbiyede Sesleri Yükseltmek” şeklinde belirlemiş, Hz. Enes’e (ra) dayandırdığı bir rivayete şu şekilde yer vermiştir:

Nebi (ﷺ) Medine’de öğle namazını dört rekat, Zü’l-Huleyfe’de ise ikindi namazını iki rekat olarak kıldı. Ben onların (ashab hazeratının), hem hac hem de umre için bulunanlarının, yüksek sesle telbiye okuduklarını işittim.[35]

Enes bin Malik (ra), Resülullah’ın (ﷺ) Medine’de bulunduğu gün öğle namazını dört rekat, ikindi namazını da iki rekat kıldığını rivayet etmektedir. Resülullah’ın (ﷺ) veda haccıydı ve bu hicretin onuncu yılındaydı. Veda Haccı için, hicretin 10’uncu yılı (M. 632) Zilkade ayının 25’inci Cumartesi günü (22 Şubat), öğle ile ikindi arasında Medine’den Mekke’ye doğru yola çıkılmıştır. O gün öğle namazını Medine’de dört, ikindi namazını ise Zü’l-Huleyfe’de iki rekat olarak kıldırmış, Zilhicce’nin 4’üncü Pazar sabahı Mekke’ye varmıştır. Hac ibadeti yerine getirildikten sonra Zilhicce’nin 14’üncü Çarşamba günü sabahı Mekke’den çıkılıp Medine’ye dönülmüştü.

Hadis, Resulullah’ın (ﷺ) yolculuğa çıkmadan önce farz namazlarını tam kıldığını, yola çıktıktan sonra ise dört rekatlı farz namazları ikişer rekat olarak kıldığını göstermektedir.

Zü’l-Huleyfe, Medine halkının mîkâtı olan, günümüzde Ali kuyusu olarak da anılan, Medine’den Mekke’ye giden yolun başlangıcındaki yerdir. Medine’ye yaklaşık 13 km. mesafededir.

Telbiyenin hükmü ile ilgili görüşler dört gurupta ele alınabilir:

Birinci görüşe göre, telbiye sünnettir. Yapmayana bir ceza yoktur. İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel bu görüştedir.

İkinci görüşe göre, telbiye farzdır. Yapmayana küçükbaş hayvan kurban kesme cezası vardır. Bu görüşü Maverdî, Ebu Hüreyre yoluyla Şafiî’den, İbn Kudame bazı Malikilerden, Hattabî de İmam Malik ve Ebû Hanife’den nakletmiştir.

Üçüncü görüşe göre ise, telbiye farz olmakla birlikte, hac ile ilgili başka bir amel de telbiye yerine geçebilir. Rey ekolüne mensup alimlere göre, ihrama niyet edilerek tekbir getirilir, telbiyede veya tesbihte bulunulduğunda ihrama girilmiş olur.

Dördüncü görüşe göre, telbiye ihramın bir rüknüdür. Telbiye getirmeksizin ihrama girilemez. Sevrî, Ebû Hanife, Malikilerden İbn Habib ve Şafiîlerden Zübeyrî bu görüştedirler. Zahirîler ise, “telbiye namazdaki iftitah tekbiri mesabesindedir” demişlerdir (yani zorunludur).

3. Kabe ve Tavaf

Kabe’nin bulunduğu Mekke şehri, Kur’ân-ı Kerîm’de (بَكَّة) “Bekke” (Ali İmran, 3/96), (الْبَلَد) “Beled” (Fecr, 90/1-2), (الْبَلَدِ الْاَمٖينِ) “Emin Belde” (Tîn, 95/3), (قَرْيَة) “Kent” (Nahl, 16/112), (حَرَمًا اٰمِنًا) “Güvenli Dokunulmaz (Bölge)” (Kasas, 28/57; Ankebut, 29/67), (مَعَاد) “Dönülecek Yer” (Kasas, 28/85) ve (اُمّ الْقُرٰى) “Anakent” (Enam, 6/92) şekillerinde isimlendirilmektedir.

Ebu Hüreyre (ra) rivayeti ile Yüce Nebi (ﷺ) şöyle buyurmaktadır:

لاَ تُشَدُّ الرِّحَالُ إِلاَّ إِلَى ثَلاَثَةِ مَسَاجِدَ مَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَسْجِدِي هَذَا وَالْمَسْجِدِ الأَقْصَى‏‏ .‏

“(Kâmil manada) Yolculuk, ancak şu üç Mescid içindir: 1. Mescid-i Haram, 2. Benim Mescidim (Mescid-i Nebevi) ve 3. Mescid-i Aksa.[36]

Hadis-i şerifte, bu mescitlerden birincisinin insanların kıblesi ve hacları için mukaddes bir mekan olması, ikincisinin peygamber mescidi ve takva üzerine kurulu olması, üçüncüsünün ise geçmiş ümmetlerin kıblesi olması nedeniyle bu mescitlerin diğerlerinden daha faziletli ve üstün oldukları zikredilmiştir.

Kabe’yi tavaf, hac ve umrenin rükünlerinden birisidir. Tavaf, kalp ve azalar ile Allâh’a yönelme, Allâh’a olan ihtiyacı ifade etmedir. Allâh’ın Kutsal Beyti’nin etrafında tavaf yaparak, beytin Rabbine ibadet etme ve yakınlaşma çabasıdır.

Hac veya Umre yapan kişi, tavafa niyet etmiş olarak, eli ile Hacerü-l-Esved’i selamlayıp, ardından Kâbe solunda kalacak şekilde (saat yönünün tersine) Hacerü-l-Esved’in olduğu köşeden tavafına başlar. Kâbe örtüsü üzerinde, Hacerü-l-Esved köşesini gösteren bir işaret bulunmaktadır. Bu işaret, Hacerü-l-Esved’in yukarısına yazılmış “Allâhu ekber” yazısıdır. Aynı zamanda, Hacerü-l-Esved’in hizasına gelindiğini gösteren yeşil bir ışık bulunmaktadır. Her bir dönüş “şavt” olarak adlandırılır.

Hac veya Umre yapan kişi, her şavtta, Hacerü-l-Esved’in hizasına geldiğinde tekbir getirir. Hacerü-l-Esved’i öpme, imkân bulanlar için sünnettir. Ancak hac mevsimlerinde kalabalıkların olduğu günlerde bu zordur. Allâh’a dua edip O’na yalvararak tavafına devam eder. Hacerü-l-Esved’den önceki köşeye (Yemen Köşesi) ulaştığı zaman, imkân bulursa dokunması müstehaptır, ancak hac mevsimi günlerinde bu da zordur. Sonra tavaf etmeye başladığı yer olan Hacerü-l-Esved’in köşesine gelir ve eliyle selamlayarak yine tekbir getirir. Böylece bir şavtı (dönüşü) tamamlamış olur. Yedi şavtı tamamlayana kadar bunu tekrarlar.

Kâbe’yi tavaf etmek, Allâh’a (cc) dua ve yakarmanın en büyük makamlarından birisidir. Resülullah (ﷺ) tavafının her anını dua ve zikirle geçirmiştir. Abdullah b. Es-Sâib’den yapılan rivayete göre, Resülullah (ﷺ) Rükn-ü Yemânî’yi geçtikten sonra, (Hacerü’l-Esved’den önceki köşe) şöyle dua ederdi:

رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ‏ ‏.‏

Allâhım! Bize dünyada da ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.” (Bakara, 2/201)[37]

Dua içerisinde geçen, “Dünyadaki iyilik” ile maksat, insanın selim tabiatına uygun düşen ve ahiret amellerini işlemesine vesile olan hayırlardır. “Ahiretteki iyilik” ile maksat ise, hesaba çekilmeden ve azaba uğramadan Cennet’e girmek ve Cemalullahı müşahede etmektir.

Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, Resul-i Ekrem (ﷺ) tavaf esnasında, Rükn-ü Yemanî ile Rükn-ü Hacerî arasında dua etmiştir. Bu bakımdan ümmetinin de Resul-i Ekrem’in (ﷺ) yaptığı gibi, dünya ve ahiret nimetleri ile ilgili dualarda bulunması müstehaptır.

İbn Abbâs’tan (ra) rivayete göre de, Resülullah (ﷺ) şöyle buyurmuştur:

مَنْ طَافَ بِالْبَيْتِ خَمْسِينَ مَرَّةً خَرَجَ مِنْ ذُنُوبِهِ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ ‏.‏

Her kim Ka’be’yi elli sefer tavaf ederse, annesinden doğduğu günkü gibi günahlarından temizlenmiş olur.[38]

Bir adam, İbn Ömer’e Hacerü’l-Esved’i istilâmı (el ile dokunup öpmeyi) sordu. İbn Ömer, “Resûlullah’ı (ﷺ) ona dokunurken ve onu öperken gördüm” dedi. Soru soran dedi ki: “Kâbe’nin etrafında çok kalabalık olduğunda ve insanlardan fırsat bulamadığımda ne yapmalıyım?” İbn Ömer, öfkeyle şöyle cevapladı: “Öyleyse git Yemen’de kal (o adam Yemenli idi). Resülullah’ı (ﷺ) ona dokunup öperken gördüm.[39]

Abdullah b. Abbas’tan (ra) nakledilen ve genel kabul gören rivayete göre, Hacerü’l-Esved ile Kâbe kapısı arasında bulunan mekânın adı Mültezem’dir.[40] Mültezem, “Allâh’tan günahların affedilmesini dilemek amacıyla, içten gelen bir duygu ile yapılan duaların kabul edildiği yer” anlamında “Med’â” olarak da anılmıştır. Rivayete göre, Abdullah b. Amr b. el-As, Hacerü’l-Esved’i istilâm etmiş, Rükn-ü Hacer ile Kabe kapısı arasında durarak, göğsünü, yüzünü, kollarını ve avuçlarını iyice açarak Mültezem üzerine koymuş, “Ben Resülullah’ı (ﷺ) böyle yaparken gördüm” demiştir.[41]

Bu açıdan, Mültezem’e varınca ağlayıp, yalvararak, kollarının birini kapı tarafına diğerini de Hacerü’l-Esved tarafına gererek, karnını ve göğsünü Kabe’nin duvarına yapıştırmak ve yüzünü duvara sürmek, dünya ve ahiret saadeti için şu şekilde duada bulunmak müstehaptır:

اللَّهُمَّ البَيْتُ بَيْتُك، وَالعَبْدُ عَبْدُكَ وَابْنُ عَبدِكَ وابْنُ أمَتِكَ، حَمَلْتَنِي علىٰ ما سَخَّرْتَ لي مِنْ خَلْقِكَ، حتَّىٰ سَيَّرْتَني فِي بِلادِكَ، وَبَلَّغْتَنِي بِنِعْمَتِكَ حتَّىٰ أعَنْتَنِي علىٰ قَضَاءِ مَناسِكِكَ، فإنْ كُنْتَ رَضِيتَ عَنِّي فازْدَدْ عني رِضًا، وَإِلاَّ فَمِنَ الآنَ قَبْلَ أنْ يَنأىٰ عَنْ بَيْتِكَ دَارِي، هَذَا أوَانُ انْصِرَافي، إنْ أذِنْتَ لي غَيْرَ مُسْتَبْدِلٍ بِكَ وَلا بِبَيْتِكَ، وَلا رَاغِبٍ عَنْكَ وَلا عَنْ بَيْتِكَ، اللَّهُمَّ فأصْحِبْنِي العافِيَةَ في بَدَنِي، وَالعِصْمَةَ في دِينِي، وأحْسِنْ مُنْقَلَبِي، وَارْزُقْنِي طاعَتَكَ ما أبْقَيْتَنِي ‏.‏

Allâhım bu ev senin evindir. Bu kul senin kulundur. Kulunun ve cariyenin oğludur. Beni, yarattıklarından verdiğin bir vasıta ile taşıyarak buralara kadar getirdin. Ülkelerinde gezdirdin. Nimetlerine kavuşturdun. Sana ibadetlerimde yardım ettin. Ya Rabb, eğer benden razı isen, rızanı artır. Eğer razı değilsen, şu mübarek evinden ayrılmadan, Seni ve senin evini başka bir şeyle değiştirmeden, Senden ve evinden hiç yüz çevirmeden, evime dönmeyi bana nasip etmişsen, buradan ayrılmadan önce bana rızanı lütfet. Allâhım vücuduma sağlık, dinime sağlamlık ver. Dönüşümü güzel yap. Yaşadığım sürece sana ibadet ve taatte bulunmayı nasip eyle.[42]

Hac tavafında meşru olmamakla birlikte, erkeklerin umre tavafında, Hz. Peygamber’in (ﷺ) örnekliğine tabi olarak, sağ omuzlarını çıkarmaları sünnettir. Hacı adayı burada, peygamberine uyarak rabbine yönelirken, gücünü ve aktifliğini gösterir. Remel (tavafta hızlı olmak), Peygamber Efendimiz’in (ﷺ) sünnetlerindendir. Umre tavafında ve kudûm tavafında, remel (hızlı yürümek) sünnet iken, Hac tavafı ve veda tavafında meşru değildir. Remel (tavafta hızlı olmak), erkeklere mahsus bir sünnettir.

Tavaf yapan kişinin, tavafını tamamladıktan sonra iki rekat namaz kılması sünnettir. Bunlar Hac, Umre ya da mutlak nafile Tavaf için Kâbe’yi tavaf eden herkes hakkında müekked sünnetlerdendir.

Birinci rekatta Kafirûn Suresi, ikinci rekatta da İhlas Suresi okunması sünnet kılınmıştır. Çünkü tavaf, tevhidin ve hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca Allâh’a ibadet etmenin simgesidir. Dolayısı ile, tavafını tamamladığında, bu sureleri okuması önemlidir.

Şayet imkân bulursa, iki rekat namazını İbrahim Makamı’nın arkasında, uzaktan da olsa makamı kendisi ile Kâbe arasına alarak kılması sünnettir.

4. Safâ ve Merve Arasında Sa’y Yapma

Safa ve Merve, anne Hacer’in, İsmail aleyhisselama su bulmak için tırmandığı iki küçük tepedir. Safâ, sa’yin başladığı, Merve ise sa’y şavtının (turunun) son bulduğu küçük tepeciklerdir. Bu tepeciklerin kayaları, sa’y yerinin zemin katında hala görülebilmektedir.

Safa ile Merve arasındaki sa’y, Hac ve Umre ibadetlerindendir. Yüce Allâh şöyle buyurur:

إِنَّ ٱلصَّفَا وَٱلْمَرْوَةَ مِن شَعَآئِرِ ٱللَّهِ ۖ فَمَنْ حَجَّ ٱلْبَيْتَ أَوِ ٱعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ أَن يَطَّوَّفَ بِهِمَا ۚ وَمَن تَطَوَّعَ خَيْرًا فَإِنَّ ٱللَّهَ شَاكِرٌ عَلِيمٌ

Hiç kuşkusuz Safâ ile Merve (tepeleri), Allâh’ın nişanlarındandır. Her kim hac veya umreye niyet ederek, Kâbe’yi ziyaret ederse, bunları tavaf etmesinde bir sakınca yoktur.” (Bakara, 2/158)

Hac ve Umre yapan kişi, Resulü Ekrem’in (ﷺ) yaptığı gibi, Safa ile Merve arasındaki mesafeyi yedi kez kat ederek Rabbine ibadet eder.

Sa’ye, Safa’dan Merve’ye doğru başlanır, Merve’ye ulaşıldığında bir şavt (tur) tamamlanmış olur. Safa’ya geri dönüldüğünde ise, ikinci şavt tamamlanmış olur ve yedi şavt Merve’de tamamlanana kadar devam edilir.

Her şavtın başlangıcında, Safa veya Merve’nin başlangıç noktasına ulaşıldığında, ellerin kıbleye doğru kaldırılması ve yeni şavta başlamadan önce dua edilmesi ve Allâh’ın (cc) yüceltilmesi sünnettir.

Allâh Resulü’nün (ﷺ) yaptığı gibi, gücü yeten erkeklerin iki yeşil bayrak arasında “hervele” yapmaları (koşar adım yürümeleri) müstehaptır.

Sa’y yapan kişi tüm sa’y zamanını Allâh’ı zikretmek, dua etmek veya Kur’an okumakla geçirmelidir.

Resülullah (ﷺ) tavaftan sonra, Safa’ya ilk vardığında, Yüce Allâh’ın yukarıdaki buyruğunu okur (Bakara, 2/158), kıbleye döner ve şöyle dua ederdi:

لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كَلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ أَنْجَزَ وَعْدَهُ وَنَصَرَ عَبْدَهُ وَهَزَمَ الأَحْزَابَ وَحْدَهُ‏ ‏.‏

Allâh’tan başka ilah yoktur. O tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur. Hamd O’nadır. Allâh her şeye kâdirdir. Allâh’tan başka ilah yoktur. Vaadini yerine getirdi. Kuluna yardım etti ve tek başına hizipleri bozguna uğrattı.[43]

Sonra dilediği duaları eder, ardından bu duayı tekrarlar, sonra yine dilediği duaları eder, ardından yine bu duayı tekrarlar ve daha sonra sa’ye devam ederdi.

Medineli meşhur yedi fakihten biri, hadis ve siyer âlimi Urve b. ez-Zübeyr’den rivayet edildiğine göre, kendisi teyzesi Hz. Âişe’ye (r. anhâ) şöyle söylemiştir:

Öyle zannediyorum ki bir adam, Safa ile Merve arasında sa’y yapmazsa zararı olmaz.

Hz. Aişe (r. anhâ): “Niçin böyle düşünüyorsun?” diye sordu. Ben de:

“Çünkü, Yüce Allâh, (فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَا) “Hiç kuşkusuz Safâ ile Merve (tepeleri), Allâh’ın nişanlarındandır. Her kim hac veya umreye niyet ederek, Kâbe’yi ziyaret ederse, bunları tavaf etmesinde bir sakınca yoktur” (Bakara, 2/158) buyurmaktadır” dedim.

Bunun üzerine Hz. Aişe (r. anhâ) şöyle izah etti:

Allâh, Safa ile Merve tepeleri arasında sa’y yapmayan bir kimsenin, haccını ve umresini tamam saymaz. Eğer bu ayetin hükmü, senin dediğin gibi olsaydı, ayet-i kerime, (فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ لَا يَطَّوَّفَ بِهِمَا)Safa ile Merve tepeleri arasında, tavaf etmemesinde bir günah yoktur şeklinde olurdu. Bu ayetin niçin indiğini biliyor musun? Bu ayet-i kerime, şu sebeple indi:

Ensar, cahiliye döneminde deniz kenarında bulunan İsâf ve Nâile adında iki put için ihrama girer, sonra Mekke’ye gelir, Safa ile Merve tepeleri arasında tavaf (sa’y) yaparlardı. Sonra da tıraş olurlardı. İslam gelince, Ensar, cahiliye döneminde yaptıklarına bakarak Safa ile Merve tepeleri arasında tavaf (sa’y) yapmaktan çekindiler. İşte bunun üzerine Yüce Allâh,Hiç kuşkusuz Safâ ile Merve (tepeleri), Allâh’ın nişanlarındandır..ayetini indirdi. Böylece onlar, Safa ile Merve tepeleri arasında tavafa (sa’ye) devam ettiler.[44]

Hz. Âişe (r. anhâ) validemizin bu açıklamasına paralel bir şekilde, Aḫbâru Mekke adlı eseriyle meşhur tarihçimiz Ebü’l-Velîd el-Ezrakī (ö. 250/864) şu bilgiyi nakletmektedir:

“Cürhüm kabilesi, (Hz. İsmail’den sonraki dönemlerde) Kabe ile ilgili gelenekleri dejenere ettikleri zamanda, İsâf adında bir erkek ile Nâile adında bir kadın, Mescid-i Haram’da edepsizlik irtikap etmişler, Allâh da (cc) onları taşa dönüştürmüştür. Bunun üzerine Cürhümlüler, bu her iki taşlaşmış cesedi Kabe’den çıkarmış, insanların görmeleri, böylece benzer yanlışlıklara girmemeleri ve ibret-i alem için, Safa ve Merve tepelerine yerleştirmişlerdir. Ancak daha sonraları bu her iki taş, kendilerine ibadet edilen nesnelere dönüşmüşlerdir.”[45]

5. Mina’da Terviyede Bulunma

Mina, Müzdelife ile Mekke arasında, Harem sınırları içerisindeki bir bölgenin adıdır. Mina’da gecelemek, hac yolculuğunun ilk ve önemli bir aşamasıdır. Günümüzde, bilhassa beyaz çadırlarla karakterize bir alandır.

Terviye, “düşünmek, akıl yormak, sulamak, suya kandırmak” manalarına gelir. Günahkâr insanların, susuz kimseler gibi, Allâh’ın rahmet deryasından kana kana içmelerine işareten, bu güne terviye adı verilmiştir.

Zilhicce’nin sekizinci günü, Mekke’de sabah namazını kılıp, güneş doğduktan sonra Mina’ya gitmek, geceyi orada geçirmek, Arefe günü güneş doğduktan sonraki zamana kadar Mina’da kalmak, böylece Mina’da beş vakit (Öğle, İkindi, Akşam, Yatsı ve Sabah), dört rekatlı namazları iki rekat kılarak, cem yapmayarak namaz kılmanın adı “terviye” yapmaktır. Ancak Arafat’a intikalde izdihamı önlemek için günümüzde hacıların birçoğu doğrudan Mekke’den Arafat’a çıkarılmaktadır.

İbn Abbas’tan rivayete göre, (وَٱلْفَجْرِ وَلَيَالٍ عَشْرٍۢ وَٱلشَّفْعِ وَٱلْوَتْرِ) “Şafak vaktine ve on geceye, çifte ve teke ant olsun..” (Fecr, 89/1-3) mealindeki ayetlerde zikredilen “çift” kelimesi, terviye ve arefe günlerine, “tek” kelimesi ise, kurban kesme gününe işaret etmektedir.

Hacılar Terviye Günü’nü (Zilhicce 8), genellikle Mina’da geçirirler. Hacılar, Kurban Bayramı gününde (Zilhicce 10) ve üç günlük Teşrik Günlerinde (Zilhicce 11, 12 ve 13), Mina’da şeytan taşlama, kurban kesme ve tıraş olmak üzere üç görev ifa ederler.

6. Arafât’ta Vakfe’ye Durma

Arafât, Harem sınırlarının dışında olup, Mekke’nin 21 km. doğusunda bulunmaktadır. Arafât sahası, en uç noktaları arasında doğudan batıya 6,5 km., kuzeyden güneye de 11-12 km. uzunluktadır. Arafât alanının tamamı 13,68 km2’dir. Vakfe, hac yapma niyeti ile ihrama girmiş bir kimsenin, Zilhicce’nin dokuzuncu günü, zevalden sonra söz konusu Arafat alanında bir müddet kalmanın adı, Arafât’ta Vakfeye Durmak’tır. Arafât Vakfe’si yapılmadan hac tamamlanmış olmaz. Arafât Vakfe’sinin tek bir rüknü vardır. O da Arafât sınırları içerisinde, belirlenmiş zaman içerisinde Arafât alanında kısa bir müddet kalmaktır.

Arafât Vakfe’sinin geçerli olabilmesi, Zilhicce’nin dokuzuncu günü, güneşin zeval noktasına gelmesinden, Kurban Bayramı’nın birinci günü (Zilhicce 10) fecr-i sadık’a kadar olan süre içerisinde yapılmasına bağlıdır.

Abdurrahman b. Ya’mer’den (ra) rivâyete göre, Şanlı Nebi (ﷺ) şöyle buyurmuşlardır:

 الْحَجُّ عَرَفَةُ فَمَنْ أَدْرَكَ لَيْلَةَ عَرَفَةَ قَبْلَ طُلُوعِ الْفَجْرِ مِنْ لَيْلَةِ جَمْعٍ فَقَدْ تَمَّ حَجُّهُ‏ ‏.‏

Hac Arafât’tır. Her kim, arefe günü Cem (Müzdelife) gecesi, şafak sökmeden önce Arafât’ta bulunursa, haccı tamam sayılır.[46]

Arefe günü, Arafât’ta vakfe yapmanın, Arafât veya Rahmet Dağı’nın sınırları içerisinde, herhangi bir yerde dua etmenin zamanıdır. Arefe günü hacılar, öğle ve ikindi namazlarını, Arafât’ta inşa edilmiş ve Peygamber Efendimiz’in (ﷺ) son Veda Haccı’nda hutbe irad ettiği cami olan Nemire Mescidi’nde, birleştirerek ve kısaltarak (cem ve taksir) kılarlar. Nemire Mescidi, Arafât’ın batısında yer almaktadır. Namazda, Peygamber Efendimiz’in (ﷺ) haccında yaptığı gibi hutbe okunur, vaaz verilir ve son veda haccında Müslümanlara rehberlik edilir.

Peygamber Efendimiz (ﷺ) veda haccında, Arafât’ta Cuma günü, bineğinin üzerinde insanlara bir hutbe okuyup, konuşmasında İslam’ın temel esaslarını açıklamıştır. Bu hutbesinde, şirk ve cahiliye adetlerini bütünüyle kaldırmış, kan, mal ve ırz gibi hakların çiğnenmesinin haramlığını ilan etmiş, cahiliye dönemi faizinin hepsini kaldırmıştır. Kadınlara iyi davranılmasını tavsiye etmiş, Allâh’ın kitabına sımsıkı bağlı olunmasını emretmiştir.[47]

Hacılar güneş battıktan sonra Müzdelife’ye gitmek üzere Arafât’tan ayrılmaya başlarlar. Arefe gününün faziletleri büyüktür. Zira, Cabir’den (ra) rivayet ile Peygamber Efendimiz (ﷺ), Arefe gününün fazileti ile ilgili olarak şöyle buyurmuşlardır:

ما من أيام أفضل عند الله من أيام عشر ذي الحجة ‏.‏

:فقال رجل: يا رسول الله هن أفضل أم عدتهن جهادًا في سبيل الله؟ قال

هن أفضل من عدتهن جهادًا في سبيل الله، وما من يوم أفضل عند الله من يوم عرفة ينزل الله إلى السماء الدنيا فيباهي بأهل الأرض أهل السماء، فيقول: انظروا إلى عبادي شعثًا غبرًا ضاحين، جاؤوا من كل فج عميق يرجون رحمتي، ولم يروا عذابي، فلم يُر يوم أكثر عتقًا من النار من يوم عرفة ‏.‏

Allâh katında, Zilhicce’nin on gününden daha faziletli günler yoktur.

Bir adam dedi ki: “Ey Allâh’ın Resulü, o günler mi daha faziletlidir yoksa Allâh yolunda cihat hazırlığı mı?” Buyurdular ki:

O günler, Allâh yolunda cihat hazırlığından daha hayırlıdırlar. Allâh katında, Arefe gününden daha hayırlı bir gün yoktur. Allâh o günde, dünya semasına iner, sema ehline karşı yer ehli ile mübâhatta bulunur (iftihar eder) ve şöyle buyurur: ‘Güneşte kalmış, saçları dağınık ve tozlanmış şu kullarıma bir bakınız. Azabımı görmeden, her derin vadiden (uzak yollardan) rahmetimi umarak geldiler. Ayrıca onlar azabımı da görmeyeceklerdir.’ Arefe gününden daha fazla, ateşten azat edilen bir gün görülmemiştir.[48]

7. Müzdelife Vakfesi

Müzdelife, Mina ile Arafat arasında yer alır. Arafat’tan inen hacıların, toplanarak zikir, dua ve vakfe ile Allâh’a yaklaşmalarından, yahut burasının insanları Allâh’a yaklaştırmasından dolayı bu mekâna isim olmuştur. Müzdelife, ayrıca Hz. Âdem ile Havvâ’nın burada buluştukları, hacıların toplanıp bir araya geldikleri, akşam ve yatsı namazlarının, yatsı vakti girdikten sonra birlikte kılındığı için Cem’ (toplanma, bir araya gelme) şeklinde de isimlendirilmiştir.

Allâh (cc), Kur’ân-ı Kerîm’de, (فَإِذَآ أَفَضْتُم مِّنْ عَرَفَٰتٍۢ فَٱذْكُرُواْ ٱللَّهَ عِندَ ٱلْمَشْعَرِ ٱلْحَرَامِ) “Arafat’tan ayrıldığınızda, Meş’arü’l-Haram’da Allâh’ı zikredin..” (Bakara, 2/198) buyurarak Müzdelife’yi “Meş’arü’l-Haram” olarak adlandırmıştır.

Müzdelife, hacda Arafat vakfesinden sonra, ikinci vakfenin yapıldığı yerdir. Müzdelife Vakfesi’nin zamanı, Kurban Bayramı’nın birinci günü (Zilhicce 10) fecr-i sadık’tan güneşin doğmasına kadar olan süredir.

Hacılar, Arafat’tan ayrıldıktan sonra, Akşam ve Yatsı namazlarını cem ederek Müzdelife’de gecelerler. Cemerat için çakıl taşları toplarlar. Hacılar, bayram günü Mina’ya hareket etmek için, şafak sökene kadar Müzdelife’de kalırlar.

8. Cemerât (Şeytan Taşlama)

“Cemerât” kelimesi, “cemre” kelimesinin çoğuludur. Mina-Mekke yönündeki, ilk taş atmaya küçük veya birinci cemre (el-cemretü’s-suğrâ, el-cemretü’l-ûlâ), ikinciye orta cemre (el-cemretü’l-vüstâ), üçüncüye de büyük cemre veya Akabe cemresi (el-cemretü’l-kübrâ, cemretü’l-Akabe) adı verilmektedir.

Hacılar, Zilhicce’nin onuncu günü ki mübarek Kurban Bayramın da birinci günüdür, sabah namazını kılarlar. Hacılar bu onuncu günde, güneş doğmadan önce Müzdelife’den aldıkları yedi adet nohut büyüklüğündeki taşların her birini, Mina’nın en önemli simgelerinden biri olan Cemerât Köprüsü’nde bulunan, Cemre Sütunlarına tekbir ile atarak, Akabe’de Cemre (şeytan taşlama) yaparlar.

Her üç Cemre Sütunu, Mina Vadisi’nde yer almaktadır. Kurban Bayramının birinci gününde, sadece en büyük Cemre Sütununa, ardışık olarak ve her birinde, “Allâhu Ekber / Allâh en büyüktür” diyerek yedi çakıl taşı atılır. Bu yerlere taş atılması işine “remy-i cimâr” denilmektedir.

Bayramın ikinci ve üçüncü günlerinde, önce küçük, sonra orta ve sonra da büyük şeytana olmak üzere, her üç şeytana yedişer taş atılır. Böylece şeytana, toplam kırk dokuz taş atılmış olur. Şayet hacı adayı, Bayramın üçüncü günü Mina’da gecelemişse, Kurban Bayramı’nın dördüncü gününde de yine her üç şeytana 7’şerden 21 taş atar. Böylece toplamda 70 taş atmış olur. Her cemrede taş atıldıktan sonra, dilediği kadar dua eder. Akabe Cemresinden sonra ise, dua etmeden ayrılır.

Resûl-i Ekrem (ﷺ), Vedâ haccında Arafat vakfesinin ardından, Müzdelife’ye gelip Kuzah tepesine yakın bir yere inmiş, yatsı vaktinde akşamla birlikte yatsı namazını kılmıştır. Hacıların, güneş doğduktan sonra şeytan taşlamaya başlamalarını tembih etmiş, fecre kadar dinlendikten sonra, erkence kalkıp sabah namazını kıldırmış ve Kuzah tepesine gelmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın emri doğrultusunda (Bakara, 2/198), kıbleye dönüp tekbir ve tehlîl getirmiş, dua etmiştir. Ortalık ağarıncaya kadar vakfeyi sürdürmüştür. Hz. Peygamber (ﷺ), güneş doğmadan Mina’ya hareket etmiş, Arafat’ta ümmetinin affı için yaptığı duayı, Müzdelife’de de tekrar etmiştir.

Hz. İbrahim’in (as), Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine (وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا) “Bize ibadet usullerimizi göster..” (Bakara, 2/128) şeklindeki niyazı üzerine, Allâh Teâlâ Cebrâîl’i (as) göndermiş ve Hz. İbrahim’in (as) hac ibadetini ne şekilde yerine getirebileceğini öğretmiştir.

Ayet-i kerimedeki “nüsük” kelimesi, dinin tamamını ifade eder. İbadetinde dikkatli yani âbid olan kimselere “nâsik adam” denilmektedir. Hz. İbrahim’in (as), hac ibadetinin ne şekilde yapılması gerektiği ile ilgili bu duasına, Cenâb-ı Hakk’ın icabeti şöyle cereyan etmiştir:

Züheyr b. Muhammed’den rivayete göre, Hz. İbrahim (as) Beytullah’ı inşa işini bitirince; “Rabbim beyti inşa işini bitirdim. Artık bi­ze menâsikimizi (ibadet usullerimizi) göster” dedi. Yüce Allâh, ona Hz. Cebrâîl’i (as) gönderdi ve Hz. Cebrail (as) ona hac yaptırdı. Ebu Miclez’den rivayete göre Cebrâîl (as), Hz. İbrahim’e (as) Safa ile Merve arasındaki tavafı da öğretmiştir. Akabe’ye doğru gittiklerinde, karşılarına şeytan çıkmış, Cebrâîl (as), yedi küçük çakıl taşı almış, Hz. İbrahim’e de yedi taş vermiştir. Cebrâîl (as), tekbir getirerek taşları şeytana atmış, İbrahim’e; “Sen de tekbir getirerek at” demiştir. Her ikisi de tekbir getirerek taşları atmışlar ve nihayet şeytan kaybolup gitmiştir. Arkasından, orta cemreye gittiklerinde şeytan yine karşılarına çıkmış, Hz. Cebrâîl (as) yine yedi taş almış, Hz. İbrahim’e de yedi taş vermiş ve “Tekbir getirerek at” demiştir. Her ikisi de taşları atışlarında tekbir getirmişler, nihayet şeytan kaybolup gitmiştir. Ondan sonra küçük cemreye gelmişler, şeytan yine karşılarına çıkmıştır. Hz. Cebrâîl (as), aynı şekilde yedi taş atmış, Hz. İbrahim’e de yedi taş vermiş ve “Tekbir getirerek at” demiştir. Taşları atarken, her ikisi de tekbir getirmişler, sonunda şeytan kaybolup gitmiştir. Arkasından, her ikisi Cem’a’ya (Müzdelife’ye) gelmişler, Hz. Cebrâîl (as) Hz. İbrahim’e, “İnsanların (hacıların) burada namazlarını cem etmeleri gerekir” demiş, sonra onu alıp Arafat’a geldiklerinde de Hz. İbrahim’e: “Arefte, Arefte, Arefte (Anladın mı, Anladın mı, Anladın mı? Yani Minâ’yı, Müzdelife’yi ve Arafat’ı bildin mi)” deyince, Hz. İbrahim (as): “Evet” demiştir. İşte bundan dolayı bölgeye “Arafat” adı verilmiştir.[49]

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Hz. Adem’e secde edilmesini emrettiğinde, bu emre karşı çıkarak secde fiilini gerçekleştirmeyen İblis’e şu cezayı vermiştir: (قَالَ فَٱخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ) “Oradan (Cennet’ten) defol. Sen artık taşlanansın” (Sâd, 38/78) İblis, bundan sonra artık racîmdir, yani sürekli olarak taşlanacaktır.

Bu açıdan şeytan taşlama, taşlanmaya mahkûm edilmiş İblis ve ona bağlı cinnî şeytanların, yaratılış maddesinin toprak olması sebebi ile küçümsediği Âdemoğulları tarafından, toprak menşeli maddelerle taşlanarak cezalandırılması ameliyesidir.

9. Tavâf-ı İfâza (Ziyaret Tavafı)

Hacıların, kalabalık guruplar halinde, Arafat’tan Müzdelife’ye, Müzdelife’den Mina’ya akın etmeleri ve Mina’dan Mekke’ye dönmelerinin ardından, haccın rüknü olarak yaptıkları tavafa, “tavâfü’l-ifâza” ya da “ziyaret tavâfı” denilmiştir. Ziyaret / İfada Tavafı, haccın farz olan tavafı olup, Arafat vakfesinden sonra yapılmaktadır.

(وَلْيَطَّوَّفُواْ بِٱلْبَيْتِ ٱلْعَتِيقِ) “Eski Evi (Kâbe’yi) tavâf etsinler..” (Hac, 22/29) ayet-i kerimesinin, tavâf-ı ifâza’yı ifade ettiği genel kabul görmüştür. Hacıların, kurban bayramının ilk günü, sabah fecirden itibaren şeytan taşlamaları, arkasından temettu ve kıran haccı yapanların, şükür kurbanlarını kesmeleri, tıraşlarını olup ihramdan çıkmaları, daha sonra da tavâf-ı ifâda’yı (ziyaret tavafını) yapmaları en uygun sıralamadır. Hatta bu sıralama vacip hükmündedir.

Hacılar, eğer hacc-ı temettu’ya niyet etmişseler, Mekke’de Beyt-i Haram’da “ifada tavafı” ve “sa’y” yapar, “hacc-ı ifrad” ya da “hacc-ı kıran”a niyet etmişseler, “sa’y” yapmaksızın tavaf yaparlar.

Ayet-i kerimede, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri şöyle buyurmaktadır:

 فَإِذَآ أَفَضْتُم مِّنْ عَرَفَٰتٍۢ فَٱذْكُرُواْ ٱللَّهَ عِندَ ٱلْمَشْعَرِ ٱلْحَرَامِ ۖ وَٱذْكُرُوهُ كَمَا هَدَىٰكُمْ وَإِن كُنتُم مِّن قَبْلِهِۦ لَمِنَ ٱلضَّآلِّينَ ثُمَّ أَفِيضُواْ مِنْ حَيْثُ أَفَاضَ ٱلنَّاسُ وَٱسْتَغْفِرُواْ ٱللَّهَ ۚ إِنَّ ٱللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

Arafat’tan ayrıldığınızda, Meş’arü’l-Haram’da Allâh’ı zikredin. O, size nasıl hidayet etti ise, siz de onu öylece anın. Doğrusu sizler, O’nun yol göstermesinden önce, yolunu şaşırmış kimselerdendiniz. Akın akın ilerleyenlerle birlikte siz de ilerleyin ve Allâh’tan günahlarınıza mağfiret dileyin. Doğrusu Allâh, çok affedicidir, çok merhametlidir.” (Bakara, 2/198-199)

Meş’arü’l-Haram”, hac menâsikinin ifa edildiği yerlerden birisi olarak, Arafat ile Mina arasındaki bölgedir. Ayet-i kerimede, hac ibadetini yapanların, Arefe günü Arafat’tan indikten sonra, Müzdelife’de bulunan Meş’arü’l-Haram’da Allâh’ı zikretmeleri ve hep birlikte Allâh’tan bağışlanmalarını talep etmeleri istenmektedir.

Abdullah b.Abbas (ra) konu ile ilgili olarak şu rivayeti yapmaktadır:

قَالَ رَجُلٌ لِلنَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم زُرْتُ قَبْلَ أَنْ أَرْمِيَ‏ ؟‏ قَالَلاَ حَرَجَ ‏‏‏.‏ قَالَ آخَرُ حَلَقْتُ قَبْلَ أَنْ أَذْبَحَ ؟ قَالَ ‏لاَ حَرَجَ ‏. قَالَ آخَرُ ذَبَحْتُ قَبْلَ أَنْ أَرْمِيَ‏ ؟قَالَ‏ لاَ حَرَجَ .‏‏‏

Sahabeden biri, Hz. Peygamber’e (ﷺ);

Şeytan taşlamadan ziyaret tavafını yaptım (olur mu?)?” diye sordu. Hz. Peygamber (ﷺ);

Zararı yok (olur)” cevabını verdi. Bir başka sahabi;

Kurban kesmeden tıraş oldum (olur mu)?” diye sordu. Hz. Peygamber (ﷺ);

Zararı yok (olur)” buyurdu. Bir başka sahabi;

Şeytan taşlamadan kurban kestim (olur mu)?” diye sordu. Hz. Peygamber (ﷺ),

Zararı yok (olur)” buyurdular.”[50]

Bu rivayetten de görüldüğü üzere, hac amellerinin bir kasıt olmaksızın, birbirlerinden önceye alınmasında ya da sonraya bırakılmasında her hangi bir ihlal söz konusu olmamaktadır.

10. Kurban Kesme ve İhramdan Çıkma

Hac ve umre ile ilgili kurbanlara, “hedy” denilmektedir. Yüce Allâh’ın rızasını kazanmak maksadıyla, Harem bölgesine veya Kabe’ye hediye edildikleri için, bu kurbanlıklara “hedy” denilmiştir. Hac tamamlanınca, hacı “hedy” kurbanını keser ve ondan bir miktar yer. Kıran veya Temettu’ haccı yapanlar, ibadete muvaffak kıldığı için, şükür olarak kurbanlarını keserler. Şimdi nakledeceğimiz ayet-i kerime bu hususu emretmektedir:

لِّيَشْهَدُواْ مَنَٰفِعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُواْ ٱسْمَ ٱللَّهِ فِىٓ أَيَّامٍۢ مَّعْلُومَٰتٍ عَلَىٰ مَا رَزَقَهُم مِّنۢ بَهِيمَةِ ٱلْأَنْعَٰمِ ۖ فَكُلُواْ مِنْهَا وَأَطْعِمُواْ ٱلْبَآئِسَ ٱلْفَقِيرَ

Böylece, kendileri için bir takım yararlara tanık olsunlar ve Allâh’ın kendilerine rızık olarak vermiş olduğu hayvanları, belli günlerde (keserlerken) üzerlerine Allâh’ın adını ansınlar. Artık onlardan, hem kendiniz hem de darlık içindeki yoksullara yedirin.” (Hac, 22/28)

Bu kurbana, “şükür (hedy) kurbanı” denilmektedir. Ayet-i kerimedeki (بَهِيمَةِ ٱلْأَنْعَٰمِ) kavramı ile, deve, sığır, koyun ve keçi gibi kurban edilebilen hayvan türleri kastedilmektedir. (أَيَّامٍۢ مَّعْلُومَٰتٍ) “Belirli günler” cümlesi ile de, kurbanların Zilhicce’nin 10’uncu ve 12’nci günleri arası kesilebileceği günler beyan edilmekte olup, bayramın ilk üç günü kastedilmektedir. Hacda kesilen kurbanlar, Allâh’ın lütfettiği rızık olarak nitelenmekte, kurban kesen kimselerin ve yoksulların bu rızıktan yemeleri istenmektedir. Dolayısı ile, kurbanı kesenin de yemesi müstehaptır. Adak ve kefâret (ceza) kurbanların tümü ise sadaka olarak verilir.

Kurban Bayramı’nın birinci günü, erkekler saçlarını tıraş ettirir. Hac ve Umre yapan erkekler için saçların tamamını ya da çoğunu kısaltmak sünnettir. Kadın, gerek Hac yapıyor olsun ve gerekse Umre yapıyor olsun, sadece saçının uçlarından bir parmak ucu kadar (1 – 2 cm) kısaltır. Hacı, ihramda iken saçlarını tıraş etmeyerek Allâh’a ibadet ettiği gibi, Hac / Umre ibadetlerini tamamladıktan sonra da Allâh’a ibadet amacıyla, saçlarını tıraş ettirir veya kısalttırır. Bu ameliye sünnettir. Hacı, her iki durumda da Allâh’a ibadet etmekte ve O’na teslim olmaktadır.

Hacda saçları tıraş ettirmek ve kısalttırmak, Kurban Bayramının birinci günü Akabe Cemresini taşladıktan sonra yapılır. Umrede ise, saçları tıraş ettirmek ve kısalttırmak, tavaf ve sa’y tamamlandıktan sonra yapılır.

Böylece, ihramdan ilk ayrılma (tahallül) tamamlanır. Erkekler, ihramlarını çıkarıp elbiselerini giyerler. Bundan sonra, ailevi ilişki dışındaki bütün yasaklar kalkmış olur. Daha sonra Mescid-i Haram’a gidip ziyaret tavafını yapar. Böylece ikinci tahallül de (ayrılma) gerçekleşir ve bütün hac yasakları sona ermiş olur.

11. Veda Tavafı ve Haccın Tamamlanması

Eğer hacı ülkesine dönmek isterse, Mekke’den ancak Kabe’yi tavaf ettikten sonra ayrılır. Buna veda tavafı denir. Bu kuraldan, hayızlı ve lohusa kadınlar dışında kimse muaf değildir. Çünkü İbn Abbas’tan (ra) rivayet ile Yüce Nebi (ﷺ) şöyle buyurmaktadır:

.لاَ يَنْفِرَنَّ أَحَدٌ حَتَّى يَكُونَ آخِرُ عَهْدِهِ بِالْبَيْتِ‏ ‏

Sizden hiç kimse, Beyt’i son kez tavaf edinceye kadar oradan ayrılmasın.[51]

M. Hacc-ı Ekber

Hacc-ı Ekber”, “daha büyük, en büyük hac” demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de Tevbe Suresi’nde “hacc-ı ekber günü” ifadesi geçmektedir (Tevbe, 9/3). Bu surenin tamamı Medine’de nâzil olmuştur. Sure, “müşriklerle her türlü ilişkiyi kesme, onlardan uzak durma, müşriklere dair hiçbir sorumluluk kabul edilmeyeceğine dair bildiri” anlamına gelen ve ilk kelimesi olan “berâet” kelimesinden dolayı, “Berâe Suresi” olarak da anılmıştır.

Ez-Zemahşerî’nin (v. 538/1144) el-Keşşâf adlı tefsirinde naklettiğine göre, bu ayetin inzâli hicretin dokuzuncu senesinde, Mekke’nin fethi ise sekizinci senesinde olmuştur. O sırada Attâb b. Esîd (v. 13/634) Mekke’de vali olarak bulunuyordu. Hz. Peygamber (ﷺ), Hazret-i Ebû Bekr’i (ra), dokuzuncu yılın hac mevsimi için emir olarak görevlendirmişti. Onun ardından, Hazret-i Ali’yi (ra) kendi devesi olan Adbâ’ya bindirerek Mekke’ye göndermiş ve hacılara Tevbe Suresini okumasını istemiştir. Kendisine, “Sureyi Ebû Bekr’e göndersen (de o okusa olmaz mı)?” diye sorulmuş, “Benim nihaî ihtarımı ancak benim soyumdan biri bildirebilir” buyurmuştur. Hz. Ali (ra) yaklaştığında, Hz. Ebu Bekir (ra) onun devesinin sesini işiterek, “Bu, Peygamber’in () devesinin sesidir” demiş, Hz. Ali (ra) geldiğinde ise kendisine, “Amir olarak mı geldin yoksa memur olarak mı?” diye sormuş, o da “Memur olarak geldim” demiştir.

Terviye gününden bir gün önce, Hazret-i Ebû Bekir (ra) kalkıp insanlara konuşma yapmış ve hac menâsikinden söz etmiş, Hz. Ali de (ra) bayram günü Akabe cemresinin yanında kalkıp, “Ey İnsanlar! Ben Peygamber’in () size gönderdiği elçiyim” demiştir. İnsanlar “Peygamber (ﷺ) seni ne ile gönderdi?” diye sorunca, Mücâhid’den (v. 103/721) nakledildiğine göre onlara surenin on üç ayetini okumuştur. Daha sonra şöyle söylemiştir:

Bana dört şey emredildi: 1. Bu yıldan sonra, hiçbir Müşrik Allâh’ın ‘ev’ine yaklaşmayacaktır. 2. Kâbe çıplak olarak tavaf edilmeyecektir. 3. Cennet’e sadece iman edenler girecektir. 4. Antlaşma yapılanlar hakkında, anlaşma maddelerine sonuna kadar riayet edilecektir.

Bunun üzerine, “Ey Ali! Amcaoğluna bildir. Biz yapmış olduğumuz antlaşmayı fesh ettik. Artık bizimle onun arasında hiçbir antlaşma yoktur, sadece mızrak ve kılıç darbesi vardır!” demişlerdir.

Hz. Peygamber (ﷺ) adına, sadece kendi soyundan bir kimsenin bu uyarıyı duyurmasının emredilmesinin sebebi, Arapların antlaşmaları feshederlerken bu işi daima kabile adına o kabileden birinin üstlenmesi şeklinde bir âdetlerinin olmasıdır. Bu işi Hazret-i Ebu Bekir (ra) üstlenecek olsaydı o zaman, “Bu, bizim antlaşmayı feshetme âdetimize aykırı bir davranıştır” diyebilirlerdi. Dolayısıyla, bu görevi Hz. Ali’nin (ra) üstlenmesiyle, bu mazeretleri de ortadan kaldırılmış oldu.[52]

Allâh Resulü (ﷺ), bu ültimatoma uymaları için Mekke müşriklerine dört ay süre tanımıştır. Allâh Resulü (ﷺ), müşriklerin Kâbe’yi çıplak tavafları gibi uygulamalar devam ettiği için, o yıl hac yapmak istememiş, Tevbe Suresi, Hz. Ebubekir (ra) emirliğindeki bu hac kafilesi yola çıktıktan sonra inmiştir.

İbn Ömer’den (ra) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (ﷺ), Nahr (Kurban Bayramı) gününde (Zilhicce’nin 10’uncu günü), haccı sırasında, cemreler arasında durmuş ve:

(هَذَا يَوْمُ الْحَجِّ الأَكْبَرِ) “Bugün, Hacc-ı Ekber günüdür (Zilhicce’nin 10’u)” demiş, daha sonra arka arkaya, (اللَّهُمَّ اشْهَدْ) “Allâhım, şahit ol (mesajını tebliğ ettim)” diyerek halka veda etmiştir. Halk, “Bu Haccetü’l-Veda’dır” demişlerdir.[53]

Hz. Ali (ra), “Allâh Resul’üne, Hacc-ı Ekber gününü sordum, o da ‘Kurban Bayramı günüdür’ buyurdu” demektedir.[54]

N. Mescid-i Nebevî’yi Ziyaret Etme

Medine’de, Mescid-i Nebevî’yi ziyaret etmek, hac ve umreden değildir. Ancak hac ibadetinden önce veya sonra, Mescid-i Nebevî’yi ziyaret etmek ve orada namaz kılmaya niyet ederek, Medine’ye gitmek de oldukça önemlidir. Çünkü, Kabe’de Mescid-i Haram’da kılınan namazlar hariç, Mescid-i Resul’de (ﷺ) namaz kılmak, başka yerlerde kılınan namazlardan fazilet itibarı ile bin kat daha hayırlıdır.

Abdullah b. ez-Zübeyr’den (ra) rivayete göre Resülullah (ﷺ) şöyle buyurmuştur:

صلاة في مسجدي هذا خير من ألف صلاة في ما سواه إلا المسجد الحرام وصلاة في المسجد الحرام أفضل من مائة صلاة في مسجدي هذا ‏‏. ‏

Benim (Medine’deki) bu mescidimde kılınan bir namaz, (Mekke’deki) Mescid-i Haram müstesna, diğer mescidlerde kılınan bin namazdan (sevap bakımından) daha hayırlıdır. (Mekke’deki) Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz ise, benim Mescidimde (Mescid-i Medine’de) kılınan yüz namazdan daha faziletlidir.[55]

Abdullah b. Zeyd el-Mâzinî rivayeti ile Şanlı Nebi (ﷺ) şöyle buyurmaktadırlar:

مَا بَيْنَ بَيْتِي وَمِنْبَرِي رَوْضَةٌ مِنْ رِيَاضِ الْجَنَّةِ .‏‏‏

Kabrimle minberim arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir.”‏[56]

Yüce Nebi (ﷺ), Mescid-i Nebevî’deki kabrini ziyaretin fazileti ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

Kim hac yapar, vefatımdan sonra kabrimi de ziyaret ederse, sanki beni hayattayken ziyaret etmiş gibi olur.[57]

Benzer diğer bir hadis-i şerifinde ise şöyle buyurmaktadır:

Kabrimi ziyaret edene, şefaatim vacip olur.[58]

O. Veda Hutbesi

Resülullah (ﷺ), hicri 10’uncu yılda (10/632) hac yapmış, bu haccında çeşitli bölgelerde hutbeler irad etmiştir. Bu hutbeler, bütün insanlara yönelik evrensel mesajlar barındırmaktadır. Resülullah (ﷺ) bu hutbelerinde, can ve mal dokunulmazlığı, faizin ve kan davalarının kaldırılması, İslam kardeşliği, emanetlerin sahiplerine iade edilmesi gibi doğrudan kul hakkını ilgilendiren hususlara temas etmiştir. Bilhassa, kadınların haklarına riayeti teşvik etmiş, kadınlara iyi davranılması ve maruf bir şekilde onlarla geçinme tavsiye edilmiştir. Bu hutbelerinden ayrı olarak, Resülullah’tan (ﷺ), kadınlar hakkında tavsiyeler ihtiva eden, onların haklarını açıklayan, kadınların haklarını yerine getirmekte kusurdan sakındıran çok sayıda sahih hadis-i şerif rivayet edildiğini belirtmemiz gerekir. Resülullah (ﷺ) veda hutbelerinde, ümmetine miras olarak Allah’ın kitabını ve sünnetini bıraktığını özellikle vurgulamış, bu iki temel esasa dikkatleri çekmiştir.

Alimlerimiz, güvenilir kaynaklardaki rivayetlerden derledikleri “Vedâ Hutbeleri” metinlerini bir araya getirerek, yeni metinler elde etmişlerdir. Ancak biz burada, Siyer ve Megāzî müellifi, aynı zamanda muhaddis İbn İshâk’ın (v. 151/768) es-Sîretü’n-Nebeviyye’sindeki, ayrıca İbn İshâk’tan nakilde bulunan es-Sîretü’n-Nebeviyye adlı eseriyle meşhur tarihçi, dil ve ensâb âlimi İbn Hişâm’ın (v. 218/833) metinlerini esas aldık:

Veda Hutbesi

أَيُّهَا النَّاسُ، اسْمَعُوا قَوْلِي، فَإِنِّي لَا أَدْرِي لَعَلِّي لَا أَلْقَاكُمْ بَعْدَ عَامِي هَذَا بِهَذَا الْمَوْقِفِ أَبَدًا، أَيُّهَا النَّاسُ، إنَّ دِمَاءَكُمْ وَأَمْوَالَكُمْ عَلَيْكُمْ حَرَامٌ إلَى أَنْ تَلْقَوْا رَبَّكُمْ، كَحُرْمَةِ يَوْمِكُمْ هَذَا، وَكَحُرْمَةِ شَهْرِكُمْ هَذَا، وَإِنَّكُمْ سَتَلْقَوْنَ رَبَّكُمْ، فَيَسْأَلُكُمْ عَنْ أَعْمَالِكُمْ، وَقَدْ بَلَّغْتُ، فَمَنْ كَانَتْ عِنْدَهُ أَمَانَةٌ فَلِيُؤَدِّهَا إلَى مَنْ ائْتَمَنَهُ عَلَيْهَا. وَإِنَّ كُلَّ رِبًا مَوْضُوعٌ، وَلَكِنْ لَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ، لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ، قَضَى اللَّهُ أَنَّهُ لَا رِبَا، وَإِنَّ رِبَا عَبَّاسِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ مَوْضُوعٌ كُلُّهُ، وَأَنَّ كُلَّ دَمٍ كَانَ فِي الْجَاهِلِيَّةِ مَوْضُوعٌ، وَإِنَّ أَوَّلَ دِمَائِكُمْ أَضَعُ دَمُ ابْنِ رَبِيعَةَ بْنِ الْحَارِثِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، وَكَانَ مُسْتَرْضَعًا فِي بَنِي لَيْثٍ، فَقَتَلَتْهُ هُذَيْلٌ فَهُوَ أَوَّلُ مَا أَبْدَأُ بِهِ مِنْ دِمَاءِ الْجَاهِلِيَّةِ. أَمَّا بَعْدُ أَيُّهَا النَّاسُ، فَإِنَّ الشَّيْطَانَ قَدْ يَئِسَ مِنْ أَنْ يُعْبَدَ بِأَرْضِكُمْ هَذِهِ أَبَدًا، وَلَكِنَّهُ إنْ يُطَعْ فِيمَا سِوَى ذَلِكَ فَقَدْ رَضِيَ بِهِ مِمَّا تَحْقِرُونَ مِنْ أَعْمَالِكُمْ، فَاحْذَرُوهُ عَلَى دِينِكُمْ، أَيُّهَا النَّاسُ: {إِنَّمَا النَّسيءُ زِيادَةٌ فِي الكُفرِ، يُضَلُّ بَهْ الَّذِينَ كَفَرُوا، يُحِلُّونَهُ عَامًا وَيُحَرِّمُونَهُ عَاما، لِيُواطِؤُا عِدَّةَ مَا حَرَّمَ اللَّهُ، فَيُحِلُّوا مَا حَرَّمَ اللَّهُ} وَإِنَّ الزَّمَانَ قَدْ اسْتَدَارَ كَهَيْئَتِهِ يَوْمَ خَلَقَ اللَّهُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ، وَ {إِنَّ عِدَّةَ الشُّهورِ عِندَ اللَّهِ اثنا عَشَرَ شَهرًا.. مِنْهَا أَرْبَعَةٌ حُرُمٌ}، ثَلَاثَةٌ مُتَوَالِيَةٌ، وَرَجَبُ مُضَر، الَّذِي بَيْنَ جُمَادَى وَشَعْبَانَ. أَمَّا بَعْدُ أَيُّهَا النَّاسُ، فَإِنَّ لَكُمْ عَلَى نِسَائِكُمْ حَقًّا، وَلَهُنَّ عَلَيْكُمْ حَقًّا، لَكُمْ عَلَيْهِنَّ أَنْ لَا يُوطِئْنَ فُرُشَكُمْ أَحَدًا تَكْرَهُونَهُ، وَعَلَيْهِنَّ أَنْ لَا يَأْتِينَ بِفَاحِشَةِ مُبَيَّنَةٍ، فَإِنْ فَعَلْنَ فَإِنَّ اللَّهَ قَدْ أَذِنَ لَكُمْ أَنْ تَهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَتَضْرِبُوهُنَّ ضَرْبًا غَيْرَ مُبَرَّحٍ، فَإِنْ انْتَهَيْنَ فَلَهُنَّ رِزْقُهُنَّ وَكُسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَاسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ خَيْرًا، فَإِنَّهُنَّ عِنْدَكُمْ عَوَانٌ لَا يَمْلِكْنَ لِأَنْفُسِهِنَّ شَيْئًا، وَإِنَّكُمْ إنَّمَا أَخَذْتُمُوهُنَّ بِأَمَانَةِ الله، واستحللتم فزوجهنّ بِكَلِمَاتِ اللَّهِ، فَاعْقِلُوا أَيُّهَا النَّاسُ قَوْلِي، فَإِنِّي قَدْ بَلَّغْتُ، وَقَدْ تَرَكْتُ فِيكُمْ مَا إنْ اعْتَصَمْتُمْ بِهِ فَلَنْ تَضِلُّوا أَبَدًا، أَمْرًا بَيِّنًا، كِتَابَ اللَّهِ وَسُنَّةَ نَبِيِّهِ. أَيُّهَا النَّاسُ، اسْمَعُوا قَوْلِي وَاعْقِلُوهُ، تَعَلَّمُنَّ أَنَّ كُلَّ مُسْلِمٍ أَخٌ لِلْمُسْلِمِ، وَأَنَّ الْمُسْلِمِينَ إخْوَةٌ، فَلَا يَحِلُّ لِامْرِئِ مِنْ أَخِيهِ إلَّا مَا أَعْطَاهُ عَنْ طِيبِ نَفْسٍ مِنْهُ، فَلَا تَظْلِمُنَّ أَنَفْسَكُمْ، اللَّهمّ هَلْ بَلَّغْتُ؟، فَذُكِرَ لِي أَنَّ النَّاسَ قَالُوا: اللَّهمّ نَعَمْ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ-: اللَّهمّ اشْهَدْ

Yüce Nebi (ﷺ), Allah’a hamd ve senâdan sonra şöyle buyurdu:

Ey insanlar! Beni dinleyin. Bilmiyorum, belki de bugünden sonra burada sizinle bir daha buluşamayacağım. Ey insanlar, Rabbinize kavuşuncaya kadar, kanlarınız ve mallarınız, bu gününüz kadar haram, bu ayınız kadar mukaddestir. Sizler Rabbinize kavuşacaksınız ve O, sizlere amellerinizi soracaktır. Bunu tebliğ etmiş bulunuyorum. Kimin yanında başkasına ait bir emanet varsa, onu emanet sahibine iade etsin. Her türlü faiz kaldırılmıştır. Fakat ana paranız sizindir. Ne haksızlık edin ne de haksızlığa uğrayın. Allah, tefecilik olmadığına hükmetmiştir. Abbas b. Abdülmuttalib’in bütün faizleri kaldırılmıştır. Câhiliye devrinin bütün kan davaları kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası, Abdülmuttalib’in oğlu Rebîa b. Hâris’in kan davasıdır.

Ey insanlar! Bugün şeytan, sizin şu topraklarınızda kendisine ibadet edilmesi ümidini ebediyen kaybetmiştir. Fakat bunun dışında bir şeyde kendisine itaat edilirse, o zaman sizin hor gördüğünüz amellerinizden dolayı o bundan razı olur. Öyleyse dininiz hususunda ondan sakının. Haram ayları ertelemek , ancak inkârda daha ileri gitmektir ki bununla inkâr edenler saptırılır. Allah’ın haram kıldığı ayların sayısına uygun getirip, böylece Allah’ın haram kıldığını helâl kılmak için, haram ayı bir yıl helâl, bir yıl haram sayıyorlar.” (Tevbe, 9/37) Zaman, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü haline dönmüştür.Şüphesiz Allah katında ayların sayısı on ikidir.. Bunlardan dördü haram aylardır.” (Tevbe, 9/36) Üçü peş peşedir (Zilkade, Zilhicce ve Muharrem). Biri de Cemaziyelahir ile Şaban ayları arasında bulunan Receb ayıdır. Ey insanlar! Kadınlarınız üzerinde haklarınız bulunmaktadır. Kadınlarınızın da sizlerin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki hakkınız, hoşlanmadığınız hiç kimseyi eve almamaları ve apaçık bir hayasızlık yapmamalarıdır. Şayet böyle davranmazlarsa, onları evden uzaklaştırmanıza ve zarar vermeyecek şekilde vurmanıza Allah izin vermiştir. Fakat istemediğiniz davranışlara son vermişlerse, geleneklere uygun biçimde yiyecek ve giyeceklerini sağlamanız, onlara güzel nasihatlerde bulunmanız gerekir. Çünkü onlar, sizin yanınızda kendileri için hiçbir şeye sahip olmayan yardımcılarınızdır. Sizler onları, ancak Allah’ın emanetleri olarak aldınız. Allâh’ın kelimesi ile kendilerini nikahladınız. Ey insanlar, sözlerimi iyi anlayınız. Bunu kesinlikle tebliğ etmiş bulunuyorum. Ve ben size öyle bir şey bıraktım ki, ona sımsıkı sarılırsanız asla sapmazsınız. Apaçık bir bilgi, Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin Sünneti. Ey insanlar, sözlerimi dinleyin ve anlayın. Biliyorsunuz ki her Müslüman diğer Müslümanın kardeşidir. Müslümanlar kardeştir. Kardeşinden hiç kimseye, kendi hür iradesiyle verdiğinden başkası helal değildir. Dolayısıyla kendinize zulmetmeyin. Allahım tebliğ ettim mi?

Orada bulunanlar, “Allahım, evet” dediler. Bunun üzerine Resülullah (ﷺ), “Allahım, şahit ol” dedi.”[59]

Sonuç

Bismillâhirrahmânirrahîm. İnsanlara haccı duyur. Gerek yaya gerekse de yorgun develer üzerinde, her derin vadiden (uzak yollardan) sana gelsinler.” (Hac, 22/27)

Hac, farklı dil, ırk, bölge ve kültürlere, sosyal konum ve ekonomik güce sahip insanların, eşit statüde ve aynı renk ve tip elbiseler içinde topluca ibadetler etmeleri, bir anlamda ahirette Yüce Yaratıcı’nın huzurunda yeniden diriltilişleri ve toplanmalarının provasıdır. Hac ibadetinde Müslüman, İslam’a gönül vermiş olmanın mutluluğunu ve hazzını daha yakından idrak eder. Yeryüzündeki bütün Müslümanlarla birlikteliğinin ve kardeşliğinin şuuruna erer.

Hac, dünyanın çeşitli bölgelerinden Mekke’ye akın eden Müslümanların, “mîkât” sınırlarında, dünyevî farklılıkları, bencillik ve ihtirasları yok eden, herkesi eşitleyen, onları dünya Müslümanlarının bir üyesi olma bilincine ulaştıran ihram elbiselerinin giyilmesidir.

Hac, bütün ibadetleri öz bir şekilde içine alan, Müslümanların geniş katılımı ile her yıl icra edilen uluslararası, doğal ve sivil bir kongredir. Hac, tevhid inancını güçlendiren, bireylere ahlâkî derinlik kazandıran büyük bir ibadettir. Her bir hac menâsiki, yaşanmış tevhid mücadelelerinin çok önemli bir izdüşümüdür.

Hac, Şâri Allâh Teâlâ’nın, kutsadığı zamanlarda ve mekânlarda gerçekleştirilmektedir. Haccın mebrûr yani makbul olması ise, hac ibadetinin gereklerine uygun olarak yerine getirilmesi, bu kıymetli ibadete günah ve isyan karıştırılmamış olması, ihlas ve samimiyetle sırf Allâh için ifa edilmiş bulunması anlamlarına gelmektedir.

Az sayıda alim tarafından, farziyet şartlarını haiz bir Müslüman için, hac emrinin terâhî üzere (ömre yayılmış) olduğu söylense de, kanaatimizce vücup şartlarını taşıyan her Müslüman için, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin hac emri, başkaca bir engel yoksa fevrîdir (hemen yerine getirilmesi gerekir). Hac emrinin fevrîliğinin kabulü, imkanlar ve şartlar elverdiği anda bekletmeden hac ibadetinin ifa edilmesi, her hâlükârda ihtiyata en uygun olandır.

Terahîde ise, aksi durum, yani imkanlar ve şartlar elvermesine rağmen, haccın ertelenmesi söz konusudur. Terahî kelimesi, “gayretsizlik, gevşeklik, geri durma” gibi anlamlara gelmekte, tek başına bu anlam bile, hac şartlarını taşıyan bir müminin, terahî davranışına girmesinin doğru olmayacağını göstermektedir.

Yüce Allâh, doğrusunu en iyi bilendir.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

(Ey Rabbimiz) Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Hiç şüphesiz, en iyi bilen Sensin, tam hüküm ve hikmet sahibisin.

(Bakara, 2/32)

اللَّهُمَّ رَبَّ الْحِلِّ وَالحَرَامِ وَرَبَّ المَشْعَرِ الحَرَامِ، وَرَبَّ الْبَيْتِ الْحَرَامِ وَرَبَّ الرُّكُنِ وَالمَقَامِ أَبْلِغْ لِسَيِّدِنَا وَمَوْلَانَا مُحَمَّدٍ مِنَّا السَّلَامَ

“Ey Hill ve Harem’in Rabbi, Ey Meş’arü’l-Haram’ın Rabbi, Ey Beytü’l-Haram’ın Rabbi, Ey Rüknün ve Makâm’ın Rabbi Allâhım. Seyyidimiz ve Mevlâmız Muhammed’e bizden selâm ulaştır.”

Not: Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine sonsuz hamdlerimizle belirtiriz ki, tevafuklar lütfetti.


[1] Ebü’l-Velîd el-Ezrakī, Aḫbâru Mekke, s. 32, (Tahk. Rüşdî es-Sâlih Melhase), Dârul-Endelüs, Beyrut-1983.

[2] el-Ezrakī, Aḫbâru Mekke, s. 34.

[3] el-Ezrakī, Aḫbâru Mekke, s. 40, 43.

[4] el-Ezrakī, Aḫbâru Mekke, s. 44; Taberânî, Evsat, 5974.

[5] el-Ezrakī, Aḫbâru Mekke, ss. 52-53.

[6] el-Ezrakī, Aḫbâru Mekke, s. 56.

[7] Buhari, Sahih, 3364.

[8] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 14565.

[9] Nesai, Sünen, 3016.

[10] Tirmizi, Sünen, 757; Buhari, Sahih, 969; Taberânî, Kebîr, 12327.

[11] Tirmizi, Sünen, 758.

[12] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5446, 6154.

[13] Müslim, Sahih, 1337.

[14] Buhari, Sahih, 1521.

[15] Ebu Davud, Sünen, 1732.

[16] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1834.

[17] Nesai, Sünen, 3062.

[18] İbn Ebi Şeybe, Musannef, 13885.

[19] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 32478.

[20] İbn Hibban, Sahih, 1620.

[21] Buhârî, Sahih, 8; Müslim, Sahih, 16.

[22] Buhârî, Sahih, 1521; Müslim, Sahih, 1350.

[23] Tirmizî, Sünen, 810.

[24] Buhârî, Sahih, 1861.

[25] Buhârî, Sahih, Kitâbu’l-Hac, 1.

[26] Müslim, Sahih, 1218.

[27] İbn Mace, Sünen, 2897.

[28] Tirmizi, Sünen, 812.

[29] Müslim, Sahih, 1211.

[30] Müslim, Sahih, 1181.

[31] Buhari, Sahih, 1531.

[32] Tirmizi, Sünen, 819.

[33] Müslim, Sahih, 1184.

[34] Tirmizi, Sünen, 829.

[35] Buhari, Sahih, 1548.

[36] Ebu Davud, Sünen, 2033.

[37] Ebu Davud, Sünen, 1892.

[38] Tirmizi, Sünen, 866.

[39] Buhari, Sahih, 1611.

[40] Malik, Muvaṭṭaʾ, 260.

[41] Ebu Davud, Sünen, 1899.

[42] Beyhaki, Es-Sünenü’l-Kübrâ, 9767.

[43] Müslim, Sahih, 1218.

[44] Müslim, Sahih, 1277.

[45] el-Ezrakī, Aḫbâru Mekke, s. 88.

[46] Nesai, Sünen, 3016.

[47] Müslim, Sahih, 1218.

[48] İbn Hibban, Sahih, 3853.

[49] Kurtubî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensari, el-Câmiu Li Ahkâmi’l-Kur’ân, C. 2, s. 400, (Tahkik: Abdulmuhsin et-Türkî), Müessesetü’r-Risale, Beyrut-2006; İbnu’l-Cevzi, Zâdu’l-Mesîr, 1/146, Mektebetü’l-İslâmî, trsz.

[50] Buhari, Sahih, 6666.

[51] Müslim, Sahih, 1327.

[52] Ez-Zemahşerî, El-Keşşâf, ss. 12-14, (Çev. M. Coşkun), Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul-2017.

[53] Buhari, Sahih, 1742.

[54] Tirmizi, Sünen, 957; Buhari, Sahih, 1742, 3177.

[55] İbn Hibban, Sahih, 1620.

[56] Buhari, Sahih, 1195.

[57] Darekutnî, Sünen, 2656; Taberânî, Evsat, 287.

[58] Darekutnî, Sünen, 2658.

[59] İbn İshâk, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (Tahk. Ahmed Ferid El-Mezîdî), ss. 670-671, Dâru’l-Kütübi’l-İlmî, Beyrut-2004; İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (Tahk. Ömer Abdusselam Tedmurî), C. 4, ss. 248-249, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut-1990.

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.