Meleklerin Varlığına İman Rüknünün Dinî ve Aklî Temelleri

Musa Kâzım GÜLÇÜR

19 / 05 / 2023

İçindekiler

Önsöz

Giriş

I. Kadim Topluluklarda Meleklere İnanç

II. Yahudilikte Meleklere İnanç

III. Hristiyanlıkta Meleklere İnanç

IV. İslam’da Meleklerin Varlığına İman Rüknü

A. Kur’ân-ı Kerîm’de Meleklerin Başlıca Özellikleri

1. Meleklerin Yaratılışı İnsanın Yaratılışından Öncedir

2. Melekler Yemezler ve İçmezler

3. Melekler Çok Güçlü ve Olağanüstü Boyutlardadırlar

4. Meleklerin Elleri Vardır

5. Melekler Birden Fazla Kanada Sahiptirler

6. Meleklerin Cinsiyetleri Yoktur

7. Melekler Daimi İbadet Halindedirler

8. Melekler Devamlı Olarak Salât Ederler

9. Melekler Devamlı Dua Ederler

10. Melekler Müminlere Yardım Ederler

11. Meleklerin Makamları Vardır ve Masumdurlar

B. Dört Büyük Melek

1. Hz. Cebrâîl (as)

a. Cibrîl

b. Rûhu’l-Kudüs

c. Rûhu’l-Emîn

d. Rûh

e. Resûl

2. Hz. Mîkâîl (as)

3. Hz. İsrâfîl (as)

4. Hz. Melekü’l-Mevt Azrâîl (as)

C. Melekler mi Yoksa Peygamberler mi / Beşer mi Daha Üstündür?

D. Konunun Değerlendirilmesi

E. Kur’ân-ı Kerîm’de Anılan Diğer Melekler ve Görevleri

1. Mukarrabûn Melekleri

2. Arş’ı Taşıyan Melekler

3. Kirâmen Kâtibîn

4. Muakkibât Melekleri

5. Hafaza Melekleri

6. Münker ve Nekir

7. Hârût ve Mârût

8. Cennet Teşrifatçısı Melekler

9. Cehennem Zebânîsi Melekler ve Mâlik

Sonuç

1. Meleklerin Varlığına İmanın Bireysel Açıdan Faydaları

2. Meleklerin Varlığına İmanın Toplumsal Açıdan Faydaları

3. Meleklerin Varlığına İmansızlığın Toplumsal Açıdan Zararları

Salât u Selâm

أعوذ بالله من الشيطان الرجيم

بِـــــــــــــــــــــــــــــــــسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ مِنْهُ انْشَقَّتِ الأَسْرَارُ وَانْفَلَقَتِ الأَنْوَارُ وَفِيْهِ ارْتَقَتِ الحَقَائِقُ وَتَنَزَّلَتْ عُلُومُ آدَمَ فَأعْجَزَ الخَلائِقِ، وَلَهُ تَضَآءَلَتِ الفُهُومُ فلَمْ يُدْرِكْهُ مِنَّا سَابِقٌ ولا لاحِقٌ، فرِيَاضُ المَلَكُوتِ بِزَهْرِ جَمَـالِهِ مُونِقَة، وَحِيَاضُ الجَبَروْتِ بِفَيْضِ أَنْوَارِه مُتَدَفِقَة، وَلا شَيءَ إلا وَهُوَ بِهِ مَنُوطٌ، إذْ لَوْلا الوَاسِطَةُ لَذَهَبَ المَوْسُوطُ، صَلَوةً تَلِيقُ بِكَ مِنْكَ إِلَيْهِ كَمَا هُوَ أَهْلُهُ،

اَللَّهُمَّ إنَّهُ سِرُّكَ الجامِعُ الدَّآلُّ عَلَيْكَ، وَحِجابُكَ الأَعْظَمُ القَآئِمُ لَكَ بَيْنَ يَدَيْكَ، اَلّلهُمَّ أَلحِقْني بِنَسَبِهِ، وَحَقِّقْني بِحَسَبِهِ وَعَرِّفني إيَّاهُ مَعْرِفَةً أَسْلَمُ بِهَا مِنْ مَوَارِدِ الجَهلِ وَأَكْرَعُ بَهَا مِنْ مَوَارِدِ الفَضْلِ، وَاحْمِلْني عَلَى سَبيلِهِ إلى حَضْرَتِهِ حَمْلاً مَحْفُوفَاً بنُصْرَتِكَ وَاقْذِفْ بي عَلَى البَاطِلِ فَأَدْمَغَهُ، وَزُجَّ بِي فيِ بِحارِ الأَحَدِيَّةِ وَانْشُلْني مِنْ أَوْحَالِ التَّوْحِيدِ وَأَغْرِقْني فيِ عَيْنِ بَحْرِ الوَحْدَةِ حَتَّى لاَ أرَى وَلا أسْمَعَ وَلا أَجِدَ وَلاَ أُحِسَّ إِلاَّ بِها

وَاجْعَلِ الحِجَابَ الأعْظَمَ حَيَاةَ رُوحِي ورُوحَهُ سِرَّ حَقِيقَتي وَحَقيقَتَهُ جَامِعَ عَوَالمي بِتَحقيقِ الحَقِّ الأوَّلِ يَاأَوَّلُ يَاآخِرُ يَاظَاهِرُ يَاباطِنُ، اِسْمَعْ نِدَآئي بِمَا سَمِعْتَ بِهِ نِدآءَ عَبْدِكَ زَكَرِيَّا، وَانْصُرْني بِكَ لَكَ، وَأَيِّدْني بِكَ لَكَ، وَاجْمَعْ بَيْنِي وَبَيْنَكَ وَحُلْ بَينيْ وَبَيْنَ غَيْرِكَ، { اَللَّه اَللَّه اَللَّه }

(28/85 ، سُورَةُ القَصَصِ ) (إنَّ الذي فَرَضَ عَلَيْكَ القُرآنَ لَرادُّكَ إلَى مَعَادٍ)

(18/10 ، سُورَةُ الْكَهْفِ ) (رَبَّنا آتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ أَمْرِنَا رَشَداً)

(7/105 ، سُورَةُ الأعراف ) (حَقِيقٌ عَلَىٰٓ أَن لَّآ أَقُولَ عَلَى ٱللَّهِ إِلَّا ٱلْحَقَ)

رَبِّ يَسِّرْ وَلاَ تُعَسِّرْ، رَبِّ تَمِّمْ بِالْخَيْرِ، وَبِهِ الْعَوْنُ

(20/25-28 ، سُورَةُ طه ) (رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي يَفْقَهُوا قَوْلِي)

Ezelden ebede kadar, bütün olmuş ve olacak hamd ve senalar, tam ve kemaliyle, âlemlerin yegâne Yaratıcısı, yöneteni ve kemale erdiricisi Allâh’ındır. Ey Rabbim! Bütün sırların kendisinden zuhur ettiği, bütün nurların kendisinden saçıldığı ve bütün hakikatlerin kendisinde toplandığı, Âdemoğlunun tüm ilimlerinin kendisine indirildiği, mahlukatı âciz bırakıp idraklerin âciz kaldığı ne geçmişte ne de gelecekte kendisi hakkıyla idrak edilemeyecek Zât’a salât et. Melekût bahçeleri, O’nun cemâlinin aydınlığı ile şenlenmiş, Ceberût havuzları O’nun nurlarının feyzi ile taşmıştır. Hiçbir şey yoktur ki ona bağlı olmasın. Zira aracı olmasaydı, mevcudiyeti aracıya bağlı olan yok olurdu. Senin şanına lâyık, onun da ehli olduğu bir salât ile ona salât et.

Ey Rabbim! Muhakkak O, her şeyi içinde barındıran, sana delâlet eden sırrındır. Senin katında, senin için duran en büyük perdendir. Ey Rabbim bizi, O’nun nesebine dâhil eyle ve O’nun şerefinin hakikatine vâkıf eyle. Bize O’nu öyle bildir ki, cehalet yollarından selâmette olalım. Erdem kaynaklarından vasıtasız olarak o salavat ile susuzluğumuzu giderelim. Onun yolunda sana kulluk etmeyi bize ihsan et. Bizi üzerine göndererek bâtılı yok et, Ehadiyet denizlerinde yüzdür, tevhid konusunda bulanıklıklardan süratle çıkar ve vahdet denizinin hakikatine gark eyle. Böylece yalnız vahdeti görelim, duyalım, bulalım ve idrak edelim.

En büyük hicâbı (Resülullah’ı), ruhumuzun hayatı ve O’nun ruhunu, hakikatimizin sırrı ve Hakku’l-Evvel hakkı için O’nun hakikatini, âlemlerimizi kuşatıcı kıl. Ey Evvel! Ey Âhir! Ey Zâhir! Ey Bâtın! Kulun Zekeriya’nın duasını kabul ettiğin gibi bizlerin de dualarını kabul et. Rızanı kazanacağımız şekilde bizlere yardım et. Rızanı netice verecek şekilde bizleri destekle. Bizi seninle kıl ve senden gayrısı ile aramızı ayır. Allâh! Allâh! Allâh!

Kur’ân’ı (okumayı, tebliğ etmeyi, muhtevasıyla amel etmeyi ve insanlara iletmeyi) sana farz kılan, seni elbet bir sonuca (yani dünyada senin hükmedeceğin özgür bir vatana Mekke’ye, Âhirette de hiçbir beşere nasip olmayan muazzam, mükemmel ve nihaî bir mutluluk yurduna) vardıracaktır.” (Kasas, 28/85)

Ey Rabbimiz, bizlere katından bir rahmet (mağfiret, rızık ve düşmandan emin olma vb.) ihsan eyle ve içinde bulunduğumuz şu durumdan bize bir çıkış yolu göster.” (Kehf, 18/10)

Benim üzerimdeki sorumluluk, Allâh hakkında gerçekten başka bir şey söylemememdir.” (Araf, 7/105)

Önsöz

Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti. Müminler de iman ettiler. Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine iman ettiler.  ‘Biz, Allâh’ın elçileri arasında ayırım yapmayız (dediler).’ Ve yine dediler ki, ‘İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, bağışlamanı dileriz. Dönüşümüz ancak Sana’dır.

(Bakara, 2/285-286)

Madde âleminin ötesinde, gözle görülemeyen, Cenâb-ı Hakk’ın âlemi idareye memur kıldığı ve insanlardan gizlediği itaatkar kulları olan meleklerin varlığına iman çok önemli bir rükündür. Bu gaybî alana ait bilginin gerçek referansları, başta Kur’ân-ı Kerîm olmak üzere sahih hadîs-i şerîflerdir.

Bu yazımızda, temel iman rükünlerimiz arasında yer alan “meleklerin varlığına iman” konusunu, dinî ve aklî yönleri ile ayrıntılandırmaya çalıştık. Geçmiş tarihler itibarı ile, konu üzerinde oldukça kıymetli çalışmalar yapılmıştır. Biz ise bu yazımızda, dinî naslarımızı yeniden hatırlamaya ve önceki çalışmalarda yer alan önemli izahlara yer vermeye çalıştık.

Elbette diğer bütün yazılarımızda olduğu gibi, bu yazımızda da yetkinlik iddiasında değiliz. Şayet çalışmamız, okuyanlar itibarı ile bir faydaya vesile olacaksa, en önemlisi de Yüce Rabbimizin rızasına muvafık ise, doğru istikamette olduğumuzu düşünebiliriz. Çalışmanın, siz kıymetli okurlarımıza faydalı olması dileklerimizle..

Giriş

“Melek” kelimesi (çoğ. Melâike) “elçi / ulak” anlamındadır. “Melek” kelimesinin “mülk” kelimesinden türemiş olduğu da düşünülür. Bunun sebebi, meleklerin güçlü kuvvetli varlıklar olmasıdır. Melekler, görevleri itibarı ile her iki anlamı da doğrulayacak nitelikteki varlıklardır.

Bilindiği üzere imanın altı şartından biri, meleklerin varlığına imandır. Melekler, ışıktan yaratılmış, günahsız varlıklardır. Kur’ân-ı Kerîm ayetlerinde ve Şanlı Nebi’nin (sas) hadis-i şeriflerinde, melekler sıklıkla yer alır. Melekler, Yüce Allâh’ın emirlerine asla isyan etmeyen, temiz ve tam itaatkar varlıklardır.

Melekler, İslam teolojisi ve kozmolojisinin çok önemli bir unsurudur. Melekler, gayet ehemmiyetli vazifeler görmekte, hem iyi hem de kötü tüm fiillerimizi kaydetmektedirler. Meleklerin varlığına iman rüknü, İslam’da merkezi bir ilkedir. Melekler, ruhani ve ulvi alemlerde olduğu kadar, fizik evrende, yeryüzünde ve insan ilişkilerinde çok yüksek ehemmiyette vazifeler icra etmektedirler.

Meleklerin varlığına iman rüknü, başta Yüce Allâh’a (cc) iman olmak üzere, diğer bütün iman rükünlerini güçlendirmede ve tahkim etmede ehemmiyetli bir destektir. Her şeye gücü yeten ve her şeyi en ince ayrıntıları ile bilen Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, ulvî ve süflî alemlerle ilgili yüksek iradesinin tenfizini melekleri vasıtası ile gerçekleştirmekte, onları her bir iş için ayrı ayrı görevlendirmektedir.

Meleklerin varlığına iman rüknü, umudun, tesellinin ve desteğin önemli bir kaynağıdır. Melekler, ihtiyaçları anında müminlere yardımcı olmakta, onlara yol göstermekte, Yüce Allâh’ı zikir gibi faaliyetlerde daima yanlarında hazır bulunmaktadırlar. Meleklerin varlığına iman rüknü, İslam inancının çok temel bir parçasıdır. Melekler, bilhassa müminlerin ahlâkî davranışlarının pozitif anlamda şekillenmesinde önemli roller ifa etmektedirler.

I. Kadim Topluluklarda Meleklere İnanç

Meleklere olan inancı, ilk peygamber Hz. Adem’e (as) kadar götürebilmekle birlikte, daha sonraki kadim topluluklarda, melek inancının ne şekilde korunduğu hususu tarih araştırmalarının alanı olmaktadır. Tarihi açıdan “melek” kavramı, genellikle Tanrı hizmetkarları olarak tasvir edildikleri eski Yakın Doğu’ya kadar izlenebilmektedir. Bu kadim topluluklarda melekler, genelde Tanrı elçileri olarak tasvir edilmektedirler. Bu topluluklarda, meleklere insanları korumak, rehberlik etmek ve hedeflerine ulaşmalarında yardımcı olmak gibi farklı roller de atfedilmiştir.

Eski Mezopotamya’da, uygarlığın çeşitli yönlerini insanlığa öğretmek için Tanrı tarafından gönderildiğine inanılan, çeşitli özelliklere sahip ilahi varlıklar olarak kabul edilen Apkallu kavramı yer alır. Apkallu, eski Mezopotamya’da bilgeliğin ve bilginin vücut bulmuş hali olarak görülüyor, insanlara hayatta kalmak ve gelişmek için ihtiyaç duydukları bilgi ve becerileri öğrettikleri kabul ediliyordu. Söz konusu inanca göre bu melekler, insanlara yazı, sanat, tarım ve medeniyeti öğretmişlerdir. Akadca’da Apkallu Sümerce’de ise Abgal olarak isimlendirilen melekler, insan bilgeliğiyle ilişkilendirilen, bazen yarı insan yarı balık olarak tanımlanan yedi ruhsal varlıktı. Bilimsel literatürde genellikle Yedi Bilge olarak anılmaktadırlar. Apkallu’dan ilk olarak Sümer edebiyatında bahsedilmiş, ancak Akad metinlerinde daha belirgin hale gelmişlerdir. Babil yaratılış efsanesi Enuma Elish’te, Tanrı Ea tarafından dünyanın yaratılmasında ona yardım etmesi için Apkallu’yu yarattığı söylenmektedir.

Meleklere olan inanç, eski Mısır gibi başka kültürlerde de mevcuttu. Bu kültüre göre, bazen insan başlı bir kuş olarak tasvir edilen ve ruhani yönü olduğuna inanılan Ba, insan ve ilahi alemler arasında haberci veya aracı olarak hareket eden bir varlıktı. Ba, eski Mısır ruh anlayışının üç parçasından biridir. Diğerleri, yaşam gücünü ifade eden Ka ve ruhsal dönüşümü ifade eden Akh’tır. Ka’nın, ruhun bir kişinin fiziksel esenliğinden sorumlu olan kısmı olduğuna, Akh’ın ise, bir kişinin iyi amelleri için öbür dünyada ödüllendirilen ruhi kısmı olduğuna inanılırdı. Ba, genellikle ölen kişinin vücudunun üzerinde uçarken ya da Tanrı ile etkileşime girerken gösterilmiştir.

Meleklere olan inanç, Zerdüştlük gibi eski dinlerde de yer almaktadır. Zerdüştlükte meleklere Ahura denmektedir. Zerdüştlükte ahura, ilahi bir varlık veya ruhtur. Terim, “efendi” anlamına gelen, Avestanca Ahura kelimesinden türetilmiştir. Ahuraların, Zerdüştlüğün yüce tanrısı Ahura Mazda’nın yayılımları olduğu, onların kötülüğe karşı savaşan iyiliksever varlıklar olduğu kabul edilmektedir.

Ahuralar, genellikle doğal dünyanın farklı yönleriyle veya farklı erdemlerle ilişkilendirilir. Örneğin Mithra, ışığın ve sözleşmelerin ahurası iken, Asha, hakikatin ve düzenin ahurasıdır. Ayrıca Ahuraların, evrenin yaratılmasından ve düzeninin sürdürülmesinden sorumlu oldukları kabul edilir.

Zerdüşt teolojisinde Ahuralar, insanlar için rehberlik ve koruma kaynağı olarak görülürler. Ayrıca, zamanın sonunda, ruhların nihai yargısında rol oynadıklarına inanılır. Zerdüştlükte Ahura kavramı, iyi düşüncelerin, iyi sözlerin ve iyi eylemlerin önemini hatırlatır, insan ile ilahi olan arasındaki ilişkiyi anlamak için bir çerçeve sağlar.

Hinduizm’de meleklere Deva denmekte ve onların özel güçleri ve yetenekleri olan tanrılar veya yarı tanrılar olduklarına inanılmaktadır. Devalar, Hindu mitolojisinin ve kozmolojisinin önemli bir parçasıdır. Devalar, kozmosun çeşitli yönleriyle ilişkili göksel varlıklardır. İnsan hayatında ilahi olanın önemini hatırlatır ve insanlarla tanrılar arasındaki ilişkiyi anlamak için bir çerçeve sağlar. Ölümsüz oldukları, büyük güçlere ve yeteneklere sahip oldukları kabul edilir. İnsanlar için rehberlik ve koruma kaynağı olarak görülürler.

Hindular, Devalara genellikle tapmakta, iyilikler bahşedebileceklerine ve onlara tapanları zarardan koruyabileceklerine inanmaktadırlar. Devalar, Hindu sanatına ve edebiyatına etki etmiş, özenle hazırlanmış giysiler ve mücevherler giydirilmiş vaziyette güzel ve güçlü varlıklar olarak tasvir edilmişlerdir. Devalar, ayrıca güçlerini ve yeteneklerini temsil eden silahlarla veya diğer nesnelerle de gösterilmişlerdir.

Hinduizm’de her biri evrenin farklı bir yönüyle ilişkilendirilen birçok farklı deva vardır. En önemli devalardan bazıları şunlardır:

Brahma (Yaratıcı Tanrı), Vishnu (Koruyucu Melek), Shiva (Yok Edici Melek), Indra (Devaların Kralı), Agni (Ateş Meleği), Vayu (Rüzgar Meleği), Varuna (Su Meleği), Surya (Güneş Meleği), Chandra (Ay Meleği), Lakshmi (Zenginlik Meleği), Saraswati (Bilgi Meleği), Parvati (Shiva’nın eşi).

Meleklere olan inancın, kadim topluluklardaki kökenlerinin tam olarak açık olduğunu söyleyemeyiz. Melek inancının, bu kadim toplumlarda, ruhlara olan inancın gelişmiş bir hali olması da muhtemeldir.

II. Yahudilikte Meleklere İnanç

Meleklere olan inanç, Yahudiliğin de önemli bir parçasıdır. Yahudilikte, meleklerin Tanrı’ya hizmet eden, aynı zamanda insanlara da yardım eden ruhani varlıklar olduğuna inanılır. Genellikle haberci olarak tasvir edilirler. Ancak insanları korumak, onlara rehberlik etmek ve hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olmak gibi başka rolleri bulunduğu da kabul edilir.

Tevrat, Talmud ve diğer Yahudi metinleri dahil olmak üzere Yahudi kutsal metinlerinde meleklerden sıkça bahsedilmektedir. Melek için İbranicedeki kelime, “haberci” anlamına gelen Malach’tır. Ahd-i Atik’te melekler, Hz. İbrahim (as), Hz. Musa (as) ve diğer önemli peygamberlerin kıssalarında önemli bir rol oynarlar. Örneğin, Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban etmesini engellemek için bir melek görünür ve başka bir melek, Mısır’dan Çıkış sırasında Hz. Musa’yı çölde yönlendirir.

Yahudilikte meleklerin en önemli rollerinden biri, Tanrı’nın elçileri olmalarıdır. Örneğin, melek Cebrâîl’in, Peygamber Daniel’e, geleceğin vizyonlarını vermek için göründüğü söylenir. Ayrıca Melek Mîkâîl de Yahudi geleneğinde önemli bir figürdür ve genellikle Yahudi halkının güçlü bir koruyucusu olarak tasvir edilir.

Tevrat, Tanrı’ya inanmanın ve yalnızca O’na ibadet etmenin önemini vurgular. Ancak Tevrat, meleklerin varlığını ayrıntılı bir şekilde aktarmaz. Sadece birkaç yerde bahseder. Örneğin, Yaratılış 6:1-4’te, meleklerin ve insanların çocukları olan Nefilim’in öyküsü anlatılır. Yaratılış 16:7-13’te, Rabbin bir meleği tarafından ziyaret edilen Hz. Hacer’in öyküsü anlatılır. Çıkış 3:2-6’da, Rabbin meleği tarafından, yanan çalıda ziyaret edilen Hz. Musa’nın (as) öyküsü yer alır.

Yahudi sözlü geleneği olan Talmud ise, melekler hakkında daha fazla bilgi içerir. Talmud, her birinin kendine özgü rolü olan birçok farklı türde meleği tanımlar. Mesela, Cennet’in kapılarını koruyan melekler, insanların amellerini kaydeden melekler ve kötülüklerle savaşan melekler vardır. Seraphim ise, ilahi aşkla ilişkilendirilen meleklerdir ve genellikle ateşli varlıklar olarak tasvir edilmektedir. Cherubim ise bilgelik ve bilgi ile ilişkilendirilmekte ve genellikle kanatlı yaratıklar olarak betimlenmektedir. Yahudi yas ayinleri sırasında okunan Kadiş duasında, Tanrı’yı “tüm göksel ordularla çevrili, merhamet tahtında oturan Kral” olarak öven bir bölüm yer almaktadır.

Meleklere olan inanç, Yahudi mistik geleneği olan Kabala’nın da önemli bir parçasıdır. Kabala, Tanrı’nın on Sephiroth’u veya yayılımı olduğunu ve her Sephira’nın farklı bir melekle ilişkilendirildiğini öğretir. On Sephirot şunlardır:

Keter (Taç): Tanrı’nın sonsuz potansiyelini ve yaratıcılığını temsil eden en yüksek ve en soyut sephira.

Chokmah (Bilgelik): Tanrı’nın evren anlayışını temsil eden bilgelik sephirası.

Binah (Anlama): Tanrı’nın evrene düzen ve yapı getirme yeteneğini temsil eden anlayış sephirası.

Chesed (Nezaket): Tanrı’nın tüm yaratılanlara olan sevgisini ve şefkatini temsil eden nezaket sephirası.

Gevura (Güç): Tanrı’nın adaletini ve doğruluğunu temsil eden güç sephirası.

Tiferet (Güzellik): Tanrı’nın uyumunu ve dengesini temsil eden güzellik sephirası.

Netzah (Zafer): Tanrı’nın kötülüğe karşı sonsuz zaferini temsil eden zafer sephirası.

Hod (İhtişam): Tanrı’nın ihtişamını ve ihtişamını temsil eden ihtişam sephirası.

Yesod (Temel): Tanrı’nın desteğini ve tüm yaratılışın beslenmesini temsil eden temel sephira.

Malkuth (Krallık): Tanrı’nın fiziksel dünyadaki varlığını temsil eden krallığın sephirası.

Sephiroth ile ilişkili melekler ise şunlardır:

Keter (Metatron), Chokmah (Raziel), Binah (Tzaphkiel), Chesed (Raphael), Gevura (Michael), Tiferet (Adam Kadmon), Netzah (Haniel), Hod (Gabriel), Yesod (Sandalfon), Malkut (Shekinah).

Yahudilikte meleklerin, Tanrı’nın dünyadaki iradesini gerçekleştirmeye yardımcı elçileri olduğuna, insanlar için rehber ve koruyuculuk sağladıklarına, Tanrı ile bağlantı kurmamıza ve Tanrı’nın iradesine göre yaşamamıza yardımcı olduklarına inanılır.

Meleklere olan inanç, Museviliğin zengin ve karmaşık bir parçasıdır. Melekler haberci, koruyucu, rehber ve yardımcı olarak görülür. Tanrı’ya hizmet eden ve insanların tam potansiyellerine ulaşmalarına yardımcı olan ruhani varlıklar oldukları kabul edilir.

Meleklere olan inanç Yahudilikte popülerdir, ancak mümin olmak için gerekli değildir. Meleklere inanmayan Yahudiler, Yahudi cemaatinin bir parçası olarak görülmeye devam edilirler.

III. Hristiyanlıkta Meleklere İnanç

Meleklere olan inanç, Hıristiyanlığın önemli bir parçasıdır. Meleklerin, Tanrı’ya hizmet eden ve insanlara yardım eden ruhani varlıklar olduklarına inanılır. Genellikle haberci olarak tasvir edilirler.

İncil birçok kez meleklerden bahseder. Melekler, Hz. İsa (as), Hz. Meryem ve İncil’deki diğer figürlerin kıssalarında önemli rol oynarlar. İncil’deki meleklerle ilgili en ünlü kıssalardan birisi, melek Cebrail’in Hz. İsa’yı doğuracağını müjdelemek için Meryem Ana’yı ziyaret etmesi hikayesidir (Luka 1:26-38). Bu hikaye, meleklerin Tanrı’dan gelen mesajları iletmedeki önemli rollerini belirtmektedir. Kitab-ı Mukaddes, inananları gözetleyen ve onları zarardan koruyan (Mezmur 91:11-12), doğruları kötülerden ayırarak son yargıda hazır bulunan meleklerden de söz etmektedir (Matta 13:41-42).

Ayrıca İncil, insanlara görünen ve onlara çeşitli şekillerde yardım eden birçok melek hikayesi içermektedir. Mesela, Yaratılış 22:11-17’de, Hz. İbrahim’e (as) oğlu Hz. İshak’ı kurban etmesini engellemek için bir melek görünür. Yargıçlar 6:11-23’te, İsrailoğullarını Midyanlılar’a karşı yönetmesine yardım etmesi için Gideon’a bir melek görünür. Luka 2:8-20’de, çobanlara İsa’nın doğumunu duyurmak için bir melek görünür. İbraniler 1:14’te, meleklerin “kurtuluşu miras alacak olanlara hizmet etmek üzere gönderilen hizmetkarlar” olduğunu söylenmektedir. Vahiy kitabında ise, bir meleğin Yuhanna’ya, dünyanın sonu hakkında bir mesaj ilettiği anlatılmaktadır (Vahiy 22:6).

İlk kilise babalarının yazılarında da meleklerden bahsedilir. İlk kilise babaları, meleklerin kilisenin yaşamında önemli rol oynayan gerçek varlıklar olduklarına inanıyorlardı. Ayrıca meleklerle, dua ve meditasyon yolu ile temasa geçilebileceğine inanıyorlardı.

Meleklere olan inanç, Hıristiyanlığın zengin ve karmaşık bir parçasıdır. Melekler haberci, koruyucu, rehber ve yardımcı olarak görülür. Tanrı’ya hizmet eden ve insanların tam potansiyellerine ulaşmalarına yardımcı olan ruhani varlıklar olduklarına inanılır.

Hıristiyanlıkta meleklerin varlığına imanın yeri ve önemi mezhepten mezhebe değişmektedir. Katoliklik ve Ortodoksluk gibi bazı mezhepler, kilisenin yaşamında meleklerin rolüne büyük önem verirlerken, Protestanlık gibi diğer mezhepler meleklere daha az önem vermektedir.

Ancak meleklere çok fazla önem verilmeyen Hristiyan mezheplerinde dahi melek inancı mümin olmanın değerli bir parçası olarak görülmekteyken, Hristiyanlıkta ebedi kurtuluş için meleklerin varlığına iman bir rükün olarak görülmemiştir. İncil’de ebedi kurtuluş için meleklerin varlığına imanın gerekli olduğunu açıkça belirten tek bir pasaj yoktur.

Melekler, Tanrı’nın sevgisinin ve korumasının bir hatırlatıcısı olarak görülür, dünyanın her yerindeki Hıristiyanlar için bir umut ve teselli kaynağı olarak kabul edilirler. Genel olarak, meleklere olan inanç, Hıristiyan inancının etkili bir parçasıdır ve bu inanç İncil öğretileri ile de desteklenmektedir.

IV. İslam’da Meleklerin Varlığına İman Rüknü

Bu bölümü ayrıntılandırmadan önce, “melek” kelimesinin İslamî literatürdeki tariflerine kısaca değinmek istiyoruz.

Kelâm, felsefe, tefsir ve usûl-i fıkıh alanlarına dair çalışmalarıyla tanınan Eş‘arî âlimi Fahrüddîn er-Râzî (ö. 606/1210), kelâma dair en hacimli eseri El-Meṭâlibü’l-ʿÂliye’de “Müslümanların çoğunluğunun görüşü..” diyerek, “melek” kelimesini şöyle tarif eder:

“Melekler, farklı şekillere girebilen latîf, havâî ve nurânî cisimlerdir. Onlar, erime, çözülme, zayıflık ve bozulma özelliklerinden uzak bâkî zatlardır. Meskenleri ise göklerdir.”[1]

Hanefî fakihi İbn Ebü’l-İz (ö. 792/1390), Şerḥu’l-ʿAḳīdeti’ṭ-Ṭaḥâviyye adlı eserinde “melek” kelimesini şöyle tarif eder:

“Melekler, bütün işler El-Vâhid El-Kahhâr’a ait olduğu için, kendilerine ait bir işi yapmayıp, sadece kendilerini gönderenin (Allâh’ın) emirlerini gerçekleştiren, keremli (şerefli) kılınmış, her biri için belirlenmiş makamları olan, hata yapmaktan uzak, emredildiği işi ne bir eksik ne de bir fazla yapan, en yüksek derecedekileri de Allâh’ın (cc) yanında daimi tesbih halindeki kullardır.”[2]

Çok yönlü âlim Sa‘düddîn Mes‘ûd b. Ömer et-Teftâzânî (ö. 792/1390), Makâsıd adlı kitabında melekleri şöyle tarif eder:

“Melekler, ikrama mazhar olmuş kullardır. Sürekli ibadette bulunur, çeşitli şekillerde görünebilir ve çok meşakkatli işlere güç yetirebilirler. Canlı cisimler olmalarına rağmen, erkeklik ve dişilikle vasıflandırılmazlar.”[3]

Arap dili, kelâm ve fıkıh âlimi Seyyid Şerîf Cürcânî (v. 816/1413), Et-Ta’rîfât adlı eserinde “melek” kelimesini, “farklı şekillere girebilen, nûrânî, latîf cisim” olarak anlamlandırır.[4]

Melek” konusu, altı iman rüknünden birisidir. Bu husus, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyan buyurulur:

 ءَامَنَ ٱلرَّسُولُ بِمَآ أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِۦ وَٱلْمُؤْمِنُونَ ۚ كُلٌّ ءَامَنَ بِٱللَّهِ وَمَلَٰٓئِكَتِهِۦ وَكُتُبِهِۦ وَرُسُلِهِ

Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, müminler de iman ettiler. Her biri Allâh’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine iman ettiler.” (Bakara, 2/285)

Numan b. Beşîr’den (ra) rivayete göre, Resülullah (sas) Bakara Suresi 285 ve 286’ncı ayet-i kerimeleri ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

 إِنَّ اللَّهَ كَتَبَ كِتَابًا قَبْلَ أَنْ يَخْلُقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِأَلْفَىْ عَامٍ أَنْزَلَ مِنْهُ آيَتَيْنِ خَتَمَ بِهِمَا سُورَةَ الْبَقَرَةِ وَلاَ يُقْرَآنِ فِي دَارٍ ثَلاَثَ لَيَالٍ فَيَقْرَبُهَا شَيْطَانٌ ‏.‏

Yüce Allâh, gökleri ve yeri yaratmadan iki bin yıl önce bir kitap yazdı. O kitaptan iki âyet indirerek, Bakara Suresini o iki ayet ile tamamladı. Bu ayetler, bir evde üç gece okunduğu takdirde, o eve şeytan yaklaşamaz.[5]

Bir diğer ayet-i kerimede, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri “meleklerin varlığına iman” rüknünü de sayarak, beş iman rüknünü kabul etmeyen ya da inkar edenlerin derin bir sapıklığa düşmüş olacağını şu şekilde beyan buyurur:

وَمَن يَكْفُرْ بِٱللَّهِ وَمَلَٰٓئِكَتِهِۦ وَكُتُبِهِۦ وَرُسُلِهِۦ وَٱلْيَوْمِ ٱلْءَاخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَٰلًۢا بَعِيدًا

Kim, Allâh’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, kuşkusuz o, derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa, 4/136)

Bu beyanlardan açıkça anlaşılan, “meleklerin varlığına iman” rüknünü kabul etmeyenlerin kesinlikle mümin olamayacaklarıdır. Dikkat çeken bir diğer husus, “meleklerin varlığına iman” rüknünün diğer iman rükünleri arasında ikinci sırada yer almasıdır. Bu durum, İslam teolojisi itibarı ile “meleklerin varlığına iman” rüknünün büyük önemini ifade etmektedir.

Hz. Ömer’in (ra) rivayeti ile gelen, Cibrîl’in (as) “İman nedir?” sorusuna, Şanlı Nebi (sas);

(أَنْ تُؤْمِنَ بِاللَّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَتُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ) “Allâh’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayrı ve şerri ile kadere inanmandır[6] cevabını vermiştir.

Bu naslar itibarı ile bakıldığında, meleklerin varlığına inanmayan ya da inkar eden bir kimsenin, İslam dairesinin dışına çıkmış olacağı görülür. Çünkü “meleklerin varlığına iman” rüknünün, diğer iman rükünleri ile tam birlikteliği söz konusudur.

Bilindiği üzere “iman” iç duyuş ve hissediştir. Aynı zamanda “amel” öncesi bir konumdur. İman yoksa, amelin bir hükmü kalmaz. “Meleklerin varlığına iman” demek, onların bilhassa ayet-i kerimeler ve sahih hadis-i şeriflerdeki tanımlanmış varlıklarını kabul demektir.

Müminlerin annesi Hz. Aişe’den (r.anhâ) rivayet edildiğine göre, Resülullah (sas) şöyle buyurmaktadır:

خُلِقَتِ الْمَلاَئِكَةُ مِنْ نُورٍ وَخُلِقَ الْجَانُّ مِنْ مَارِجٍ مِنْ نَارٍ وَخُلِقَ آدَمُ مِمَّا وُصِفَ لَكُمْ‏‏

Melekler, nurdan yaratılmışlardır. Cinler, alevli bir ateşten yaratılmıştır. Adem ise size anlatılan şeyden (topraktan) yaratılmıştır.[7]

Melekler, güçlerini daha üstün bir kaynaktan alan, dolayısıyla bağımsız olmayan, görevlendirilip yollanan, kendilerini gönderen Yüce Kudret ile, gönderildikleri insanlar arasında aracı olan iyi nitelikteki ruhanî varlıklardır. Melekler, insanlar gibi yemez, içmez, uyumaz, erkeklik veya dişilik sıfatlarını taşımazlar. İnsanın sahip olduğu maddi hallerden hiçbiriyle vasıflanmazlar. Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin dilemesi ile, insan suretinde veya başka maddi şekillerde görülebilirler.

A. Kur’ân-ı Kerîm’de Meleklerin Başlıca Özellikleri

Bu başlık altında, Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan ayet-i kerimelerden hareketle, meleklerin temel özelliklerine kısaca değinmeye çalışacağız.

1. Meleklerin Yaratılışı İnsanın Yaratılışından Öncedir

Meleklerin yaratılışının, insanlardan önce olduğu görülmektedir. Allâh (cc), meleklere insanı yaratacağını, onu yer yüzünde onu halife yapacağını şu şekilde beyan etmiştir:

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَٰٓئِكَةِ إِنِّى جَاعِلٌ فِى ٱلْأَرْضِ خَلِيفَةً

Rabbin meleklere, ‘Ben, yeryüzünde bir halîfe yaratacağım’ demişti.” (Bakara, 2/30)

Bu beyan, insanın yaratılış maddesinin de belirtildiği bir başka ayet-i kerimede şu şekilde yer almaktadır:

إِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَٰٓئِكَةِ إِنِّى خَٰلِقٌۢ بَشَرًا مِّن طِينٍۢ

Rabbin meleklere şöyle demişti: “Ben, çamurdan bir insan yaratacağım.” (Sad, 38/71)

Kur’ân-ı Kerîm’de insanın yaratılış maddesi için beyan edilen diğer unsurlar ise şöyledir:

تُرَاب / Toprak” (Âl-i İmran, 3/59), “طٖينٍ / Çamur” (Sâd, 38/71), “سُلَالَةٍ مِنْ طٖينٍ / Çamur hulâsası” (Müminûn, 23/12), “مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَاٍ مَسْنُونٍ / Kuru çamur ve şekillenmiş balçık” (Hicr, 15/28).

İnsanın yaratılış maddeleri ile ilgili olarak farklı sözcüklerin kullanılması, Allâhu a’lem yaratılış aşamalarını ifade ediyor olabilir.

2. Melekler Yemezler ve İçmezler

Meleklerde, insan ve diğer canlılarda var olan yeme ve içme faaliyeti bulunmamaktadır. Bu husus, ayet-i kerimede şöyle yer alır:

فَلَمَّا رَءَآ أَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ إِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً

“(İbrahîm, insan şeklinde gelen melekleri) Getirilen yemeğe el uzatmadıklarını görünce, onlardan ürktü ve içinde bir korku hissetti.” (Hud, 11/70; Zâriyât, 51/24-28)

Hadis hâfızı, müfessir ve fakih İbn Ebî Hâtim’in (v. 327/938), Tefsir’inde aktardığına göre, müfessir tâbiî Katade b. Diâme bu ayet-i kerimeyi açıklarken şöyle demiştir:

“O dönemde Araplar, yanlarına bir misafir geldiğinde, yemeklerinden yemezse, hayırlı bir şey için gelmediğini ve bir kötülük yapmayı planladığını düşünürlerdi. Sonra melekler Hz. İbrahim’e, ne için geldiklerini anlatınca, hanımı Hz. İbrâhim’in korkmasına gülmüştür.”[8]

3. Melekler Çok Güçlü ve Olağanüstü Boyutlardadırlar

Kur’ân-ı Kerîm’in beyanından, meleklerin insan havsalasına sığmayan güce ve boyutlara sahip oldukları anlaşılmaktadır:

عَلَّمَهُۥ شَدِيدُ ٱلْقُوَىٰ

Onu (vahyi), çok güçlü olan (Cibrîl) öğretti.” (Necm, 53/5)

Abdullah b. Mesûd’un (ra) rivayetine göre, Resülullah (sas), Cibrîl’i altı yüz kanadı olduğu halde kendi suretinde görmüştür. Cibrîl’in (as) her bir kanadı ufku kaplayacak kadardır. Onun kanatlarından, ancak Allâh’ın bilebileceği surette rengârenk inciler ve yakutlar dökülmektedir.”[9]

Cebrâîl’i (as), dört sıfatla övdüğü ve vasfettiği bir ayet-i kerimede, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri şöyle buyurur:

إِنَّهُۥ لَقَوْلُ رَسُولٍۢ كَرِيمٍۢ ذِى قُوَّةٍ عِندَ ذِى ٱلْعَرْشِ مَكِينٍۢ

O (Kur’an), değerli bir elçinin (Cebrail’in) getirdiği sözdür. (Bu elçi çok) Güçlüdür. Arş’ın sahibinin katındadır. Yüksek itibar sahibidir.” (Tekvir, 81/19-20)

Hz. Cebrâîl’in (as) elçilik görevi, onun bütün peygamberlere Yüce Allah’ın büyükelçisi olmasıdır. Bütün nebi ve resuller (ase), Yüce Allah katında Hz. Cebrâîl’in (as) ümmeti ve dostlarıdırlar. Cenâb-ı Hak, Hz. Cebrâîl’i (as) kendisi ile, en şerefli insanlar olan peygamberler (ase) arasında vasıta yapmıştır. Hz. Cebrâîl (as), nassın beyanı ile çok kuvvetlidir. Hz. Cebrâîl (as), Yüce Allâh’a mukarreb bir melektir ve yüksek itibar sahibidir.

Tebeu’t-tâbiînin ileri gelenlerinden, muhaddis, zâhid ve fakih İbnu’l-Mübârek (v. 181/797), Ez-Zühd ve’r-Reḳāʾiḳ adlı eserinde, İbn Şihâb’dan şu hadiseyi nakletmektedir:

“Resülullah (sas), Cibrîl’den kendi sureti ile görünmesini isteyince, Cibrîl: “Buna gücün yetmez” dedi. Fakat Hz. Peygamber (sas): “Kendi suretin ile görünmeni istiyorum” karşılığını verdi. Resülullah (sas), dolunayın olduğu bir gece Mescid’e çıkınca, Cibrîl kendi sureti ile geldi. Hz. Peygamber (sas) onu görünce bayıldı. Kendine gelince, Cibrîl bir elini onun göğsüne dayadı, diğer elini de omuzuna koydu. Resülullah (sas), “Yaratılmışlardan hiçbir şeyin böyle olacağını düşünmemiştim” deyince, Cibrîl şöyle karşılık verdi:

“Ya bir de İsrâfîl’i görsen nasıl yaparsın? Onun on iki kanadı vardır. Biri Doğu’da, diğeri ise Batı’dadır. Arş ise omuzlarındadır. Buna rağmen, bazen Allâh’ın azameti karşısında o kadar küçülür ki, küçük bir kuş gibi olur. Arş’ı ise ancak O’nun azameti taşır.”[10]

4. Meleklerin Elleri Vardır

Ayet-i kerimelerden, meleklerin keyfiyeti tam olarak bilinemeyecek bir şekilde elleri olduğu anlaşılmaktadır:

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ ٱفْتَرَىٰ عَلَى ٱللَّهِ كَذِبًا أَوْ قَالَ أُوحِىَ إِلَىَّ وَلَمْ يُوحَ إِلَيْهِ شَىْءٌ وَمَن قَالَ سَأُنزِلُ مِثْلَ مَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ ۗ وَلَوْ تَرَىٰٓ إِذِ ٱلظَّٰلِمُونَ فِى غَمَرَٰتِ ٱلْمَوْتِ وَٱلْمَلَٰٓئِكَةُ بَاسِطُوٓاْ أَيْدِيهِمْ أَخْرِجُوٓاْ أَنفُسَكُمُ ۖ ٱلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ ٱلْهُونِ بِمَا كُنتُمْ تَقُولُونَ عَلَى ٱللَّهِ غَيْرَ ٱلْحَقِّ وَكُنتُمْ عَنْ ءَايَٰتِهِۦ تَسْتَكْبِرُونَ

Allâh’a karşı yalan uyduran veya kendine hiçbir şey vahyedilmemişken, ‘Bana vahyolundu’ diyen, ya da ‘Allâh’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim’ diyenden daha zalimi kimdir? Bu zalimler can çekişirlerken, meleklerin ellerini uzatmış, ‘Haydi canlarınızı kurtarın! Allâh’a karşı doğru olmayanı söylediğiniz ve O’nun ayetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için, bugün aşağılayıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız’ dediklerinde, hallerini bir görsen!” (Enam, 6/93)

İbn Ebî Hâtim’in, İbn Abbâs’tan rivayetine göre, “Bu zalimler can çekişirlerken, meleklerin ellerini uzatmış” cümlesinde bahsedilen “meleklerin ellerini uzatması” olayı, ölüm anındadır. “Uzatmak” fiili “vurmak” anlamındadır. Melekler, o inançsızların yüzlerine ve arkalarına vuracaklardır.[11]

5. Melekler Birden Fazla Kanada Sahiptirler

Melekler, aynı zamanda birden fazla kanada sahip olan olağanüstü varlıklardır. Ayet-i kerimede şöyle buyurulur:

بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ ٱلْحَمْدُ لِلَّهِ فَاطِرِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ جَاعِلِ ٱلْمَلَٰٓئِكَةِ رُسُلًا أُوْلِىٓ أَجْنِحَةٍۢ مَّثْنَىٰ وَثُلَٰثَ وَرُبَٰعَ ۚ يَزِيدُ فِى ٱلْخَلْقِ مَا يَشَآءُ ۚ إِنَّ ٱللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَىْءٍۢ قَدِيرٌ

Bismillâhirrahmânirrâhîm. Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allâh’a mahsustur. O, yarattığı şeyleri dilediği kadar artırır. Şüphesiz Allâh, her şeye gücü yetendir.” (Fâtır, 35/1)

İbn Mesud’dan (ra) rivayete göre, Resülullah (sas) Cebrail’i (as) altı yüz kanadı ile görmüştür.[12] Hz. Aişe’den (r. anhâ) rivayete göre de Hz. Peygamber (sas), Cebrail’i asli şekli ile iki defa görmüştür. Biri, Sidretü’l-Müntehâ’da diğeri ise Mekke’de mağarada ilk vahy indiği sırada Ciyad mıntıkasında. Cebrail’in altı yüz kanadı vardır ve tüm ufku kaplamıştır.[13]

Mısırlı âlim ve sûfî Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî (v. 973/1565), tasavvuf ileri gelenleri ile, Ehl-i Sünnet’in akaid anlayışlarını uzlaştırmayı amaçlayan eseri El-Yevâḳīt ve’l-Cevâhir fî Beyâni ʿAḳāʾidi’l-Ekâbir adlı eserinde, “Melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan..” (Fâtır, 35/1) cümlesinde zikredilen “kanatlar”dan maksat nedir?” sorusunu şöyle cevaplandırır:

“Bu kanatlarla kastedilen ruhanî yetenektir. Bu yetenek, sadece kendi makamından olana tasarrufta bulunur ve bu makamda arkadaşı olan feleğin makamını aşamaz. “İsrâ Mebhasi”nde geçtiği üzere, her şeyin varacağı son nokta, ilk anda ortaya çıktığı yerdir. Ancak söz konusu kanatların, meleklerin kendilerinden yukarıda olanlara değil, sadece kendilerinden daha aşağıda bulunan unsurlara inmeleri için verildiği açıktır. Bu, bizdeki uçanın aksinedir. Zira o kanatsız olarak iner ve kanatlarla yukarı tırmanır. Meleklerin kanatlarına gelince, onlarla makamlarının üzerine yükselemezler. Uçanın kanatlarından aslolanın, bunlarla yukarı tırmanmak olduğu bilinmektedir. Meleklerin kanatlarında ise aslolan iniş için olmalarıdır. Kuş indiği zaman tabiatıyla iner, yukarı çıktığında ise kanatlarıyla çıkar. Melek ise indiği zaman kanatlarıyla iner, yukarı çıktığında ise tabiatıyla çıkar. Bütün bunlar her yaratılmışın, âcizliğini ve kendisi için belirlenen sınırların dışında tasarrufta bulunmasının mümkün olamadığını bilmesi içindir.”[14]

Netice itibarı ile meleklerin kanatlarının, Allâh (cc) tarafından, onlara fazladan bir güç, sürat ve yeteneğe vesile kılındıkları anlaşılmaktadır.

6. Meleklerin Cinsiyetleri Yoktur

Meleklerin cinsiyetleri söz konusu değildir. Bu husus, Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli ayet-i kerimelerde şöyle beyan edilir:

أَمْ خَلَقْنَا ٱلْمَلَٰٓئِكَةَ إِنَٰثًا وَهُمْ شَٰهِدُونَ

Yoksa biz melekleri dişi olarak yaratmışız da onlar da buna şahit mi olmuşlar?” (Saffat, 37/150)

Şu anda dahi, meleklerle ilgili görsellerin neredeyse tamamı, dişi olarak resmedilmiş durumdadır. Bu çok açık yanlışlığa ve sapkınlığa karşı Kur’ân-ı Kerîm şöyle buyurur:

وَجَعَلُواْ ٱلْمَلَٰٓئِكَةَ ٱلَّذِينَ هُمْ عِبَٰدُ ٱلرَّحْمَٰنِ إِنَٰثًا ۚ أَشَهِدُواْ خَلْقَهُمْ ۚ سَتُكْتَبُ شَهَٰدَتُهُمْ وَيُسْـَٔلُونَ

Onlar, Rahman’ın kulları olan melekleri dişiler saydılar! Onların yaratılışlarına şahit mi oldular? Onların bu şahitlikleri yazılacak ve bundan sorguya çekileceklerdir.” (Zuhruf, 43/19)

Şüpheci ve inançsız kimseler, kendilerine tamamen kapalı ve gaybî bir alan olan melekler dünyası ile ilgili, herhangi geçerli bir bilgiye dayanmadan, zannî ve mesnetsiz görüşler ileri sürmekte, daha da ileri giderek meleklere cinsiyet atfetmektedirler.

Bu konu, Kur’ân-ı Kerîm’de bir başka ayet-i kerimede şöyle ayrıntılandırılır:

اِنَّ الَّذٖينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلٰئِكَةَ تَسْمِيَةَ الْاُنْثٰى وَمَا لَهُمْ بِهٖ مِنْ عِلْمٍ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْنٖى مِنَ الْحَقِّ شَيْپًا فَاَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلّٰى عَنْ ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ اِلَّا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا

Âhirete inanmayanlar, meleklere dişilerin isimlerini veriyorlar. Onların bu konuda hiçbir bilgileri bulunmamakta, sadece zanlarına uymaktadırlar. Kesinlikle zan, gerçeğin yerini tutmamaktadır. O halde sen, bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir.” (Necm, 53/27-30)

Bu ayet-i kerimelerde, ahirete inanmayanların, bir delile dayanmadan, sırf zanlarına uyarak meleklere dişi isimleri vermeleri kınanmaktadır. “Melâike” kelimesinin dişi formda gelişi, bunların aldanmalarına ve meleklerin dişi olduklarına inanmalarına sebep olmuştur. Halbuki “melâike” kelimesi, çoğul dişi bir formda gelmekle birlikte, tekil hali müzekkerdir ve “haberci, elçi, güçlü kuvvetli, tasarrufta bulunan rûhâni” anlamındadır.

Melekler, emirlerini Allâh’tan (cc) alan, bağımsız olmayan, görevlendirilen, Kâhir Kudret ile insanlar arasında görev yapan, birden fazla kanada sahip olan, farklı suretlere de girebilen, üstün ve iyi nitelikteki nuranî varlıklardır. Meleklerle ilgili bir cinsiyet söz konusu değildir.

Kur’ân-ı Kerîm, müşriklerin meleklere dişilik izafelerini ve Allâh’ın (hâşâ) kızları oldukları yolundaki iddialarını net olarak reddeder (Sâffât, 37/150; Zuhruf, 43/19). Yukarıdaki ayet-i kerimede, zannın insana gerçek bilgi kazandırmayacağı, Allâh’ı anmaktan yüz çevirenlere aldırılmaması, onların bilgi ve kavrama düzeylerinin düşük olduğu beyan edilmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm, müşriklerin ve benzerlerinin, meleklere erkeklik izafelerini ve Allâh’ın (hâşâ) oğulları oldukları yolundaki iddialarını da şu şekilde reddeder:

وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَدًا سُبْحَانَهُ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَ

Rahmân, çocuk edindi” dediler. O, (bu yakıştırmadan) yücedir. Doğrusu, (evlat diye niteledikleri o melekler) seçkin kullardır.” (Enbiya, 21/26)

7. Melekler Daimi İbadet Halindedirler

Hiç kuşkusuz, Allâh ve melekleri peygambere salât etmektedir. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selam edin.

(Ahzâb, 33/56)

Melekler, büyüklenmeksizin ve korku içerisinde, Yüce Allâh’a ibadet, tesbih ve secde halindedirler. Bu ibadet, secde ve tesbihlerinden asla bıkmaz, usanmaz ve yorulmazlar. Bu gerçeği belirleyen ayet-i kerime şu şekildedir:

۩ إِنَّ ٱلَّذِينَ عِندَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِۦ وَيُسَبِّحُونَهُۥ وَلَهُۥ يَسْجُدُونَ

Gerçekten Rabbinin yakınında olanlar (melekler), Allâh’a ibadetten asla kibirlenerek geri kalmazlar. O’nu tesbih eder (yüceltirler) ve sadece O’na secde ederler.” (Araf, 7/206) (Dikkat! Secde ayetidir.)

Ebu Hüreyre (ra), Resülullah’ın (sas) şöyle buyurduğunu nakletmektedir:

إِذَا قَرَأَ ابْنُ آدَمَ السَّجْدَةَ فَسَجَدَ اعْتَزَلَ الشَّيْطَانُ يَبْكِي يَقُولُ يَا وَيْلَهُ – وَفِي رِوَايَةِ أَبِي كُرَيْبٍ يَا وَيْلِي – أُمِرَ ابْنُ آدَمَ بِالسُّجُودِ فَسَجَدَ فَلَهُ الْجَنَّةُ وَأُمِرْتُ بِالسُّجُودِ فَأَبَيْتُ فَلِيَ النَّارُ‏ ‏

Âdemoğlu secde ayetini okuyup secde ettiği zaman şeytan ağlayarak, ‘Vay hâlime! Âdem oğlu secde etmekle emrolundu, (emre uyup) secde etti. Bu nedenle Cennet onadır. Ben de secde etmekle emrolundum. Fakat secdeden imtina ettim. Cehennem ateşi de banadır’ diyerek (oradan) uzaklaşır.[15]

Meleklerin korku ile Yüce Allâh’ı tesbih halinde olduklarını belirleyen diğer bir ayet-i kerimede şöyle buyurulur:

وَيُسَبِّحُ ٱلرَّعْدُ بِحَمْدِهِۦ وَٱلْمَلَٰٓئِكَةُ مِنْ خِيفَتِهِ

Gök gürültüsü Allâh’ı hamd ile, melekler ise O’ndan korkarak tesbih ederler.” (Ra’d, 13/13)

İbn Abbâs’tan (ra) rivâyete göre, Yahudiler, Peygamber’e (sas) gelerek;

“Ey Ebe’l Kâsım! Gök gürlemesi nedir? Bize onu bildir?” dediler. Resülullah (sas) şöyle buyurdu:

مَلَكٌ مِنَ الْمَلاَئِكَةِ مُوَكَّلٌ بِالسَّحَابِ مَعَهُ مَخَارِيقُ مِنْ نَارٍ يَسُوقُ بِهَا السَّحَابَ حَيْثُ شَاءَ اللَّهُ ‏.‏ ‏

Meleklerden, bulutlarla görevli olandır. Yanında, bulutları Allâh’ın dilediği yöne sevk edecek, ateşten kamçıları (şimşek) vardır.[16]

İbn Ebî Hâtim’in, (هُوَ الَّذٖى يُرٖيكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَ) “Sizlere korku ve umut salan şimşeği gösteren, yağmur yüklü bulutları meydana getiren O’dur” ayet-i kerimesi ile ilgili olarak, Ebû Hüreyre’den yaptığı, “Şimşek, dolu tanelerinin, birbirleri ile çarpışmasıdır[17] rivayeti, günümüzün bilimsel verileri ile tetabuk etmektedir. Ebu Hüreyre Hazretleri, kanaatimizce bu bilgiyi Resülullah’tan (sas) duymuş olmalıdır.

Günümüz ilmî verilerine göre şimşeklerin oluşum mekanizması, bulutlardaki su buharının yoğunlaşması ve buz kristallerinin oluşmasıyla başlar. Bu süreçte buz kristalleri, bulut içinde hareket ederken birbirleriyle sürtünürler. Bu sürtünme, statik elektrik yüklerinin birikmesine neden olur. Bu yükler, yüksek elektrik potansiyeli farkını oluşturur ve bulutlar yeryüzündeki nesnelerle bu potansiyel farkını dengelemeye çalışır. Şimşekler, bu yüksek elektrik potansiyeli farkının, elektrik deşarjıyla serbest bırakılması sonucu ortaya çıkar.

Sıcaklık ve yukarı doğru hızlı hava hareketinin birleşimi süper soğutulmuş bulut damlacıkları (donma noktasının hemen altındaki küçük su damlacıkları), küçük buz kristalleri ve graupel (yumuşak dolu) karışımı üretir. Yukarı çekiş, süper soğutulmuş bulut damlacıklarını ve çok küçük buz kristallerini yukarı doğru taşır. Aynı zamanda, çok daha büyük ve daha yoğun olan yumuşak dolu, yükselen havada düşer veya asılı kalır. Yağışların hareketindeki farklılıklar çarpışmalara neden olur. Yükselen buz kristalleri yumuşak dolu ile çarpıştığında, buz kristalleri pozitif ve yumuşak dolu negatif olarak yüklenir. Yukarı çekiş, pozitif yüklü buz kristallerini fırtına bulutunun tepesine doğru yukarıya doğru taşır. Daha büyük ve daha yoğun olan graupel (yumuşak dolu), ya fırtına bulutunun ortasında asılı kalır ya da fırtınanın alt kısmına doğru düşer. Sonuçta, fırtına bulutunun üst kısmı pozitif olarak yüklenirken, fırtına bulutunun orta ila alt kısmı negatif elektrikle yüklenir.[18]

Dolayısıyla, şimşeklerin oluşumu, buz parçacıklarının birbirleriyle sürtünmesiyle başlar. Ancak şimşeklerin oluşum mekanizmaları hala tam olarak anlaşılamamıştır. İlim insanları, şimşeklerin oluşumunu ve davranışını anlamak için çalışmaya devam etmektedirler.

İbn Abbas’tan (ra), rivayete göre Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:

إذا سَمِعْتُمُ الرَّعْدَ فاذكروا اللهَ ، فإنه لا يصيبُ ذاكِرًا

Gök gürültüsünü duyduğunuz zaman Allâh’ı zikredin. Gök gürültüsü Allâh’ı zikredene zarar vermez.[19]

İbn Abbas da (ra), gök gürültüsünü duyduğu zaman, (سُبْحاَنَ اَلَّذٖي سَبَّحْتَ لَهُ) “Senin tesbih ettiğini tesbih ederim” şeklinde dua eder, ayrıca, “Gök gürültüsü, Meleğin, bir çobanın koyunlarını gütmesi gibi, bulutları sevk etmesidir” derdi.[20]

Ebu Hüreyre’den rivayete göre Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:

بَيْنَا رَجُلٌ بِفَلاَةٍ مِنَ الأَرْضِ فَسَمِعَ صَوْتًا فِي سَحَابَةٍ اسْقِ حَدِيقَةَ فُلاَنٍ ‏.‏ فَتَنَحَّى ذَلِكَ السَّحَابُ فَأَفْرَغَ مَاءَهُ فِي حَرَّةٍ فَإِذَا شَرْجَةٌ مِنْ تِلْكَ الشِّرَاجِ قَدِ اسْتَوْعَبَتْ ذَلِكَ الْمَاءَ كُلَّهُ فَتَتَبَّعَ الْمَاءَ فَإِذَا رَجُلٌ قَائِمٌ فِي حَدِيقَتِهِ يُحَوِّلُ الْمَاءَ بِمِسْحَاتِهِ فَقَالَ لَهُ يَا عَبْدَ اللَّهِ مَا اسْمُكَ قَالَ فُلاَنٌ ‏.‏ لِلاِسْمِ الَّذِي سَمِعَ فِي السَّحَابَةِ فَقَالَ لَهُ يَا عَبْدَ اللَّهِ لِمَ تَسْأَلُنِي عَنِ اسْمِي فَقَالَ إِنِّي سَمِعْتُ صَوْتًا فِي السَّحَابِ الَّذِي هَذَا مَاؤُهُ يَقُولُ اسْقِ حَدِيقَةَ فُلاَنٍ لاِسْمِكَ فَمَا تَصْنَعُ فِيهَا قَالَ أَمَّا إِذَا قُلْتَ هَذَا فَإِنِّي ‏أَنْظُرُ إِلَى مَا يَخْرُجُ مِنْهَا فَأَتَصَدَّقُ بِثُلُثِهِ وَآكُلُ أَنَا وَعِيَالِي ثُلُثًا وَأَرُدُّ فِيهَا ثُلُثَهُ‏ ‏

Sahrada olan bir adam buluttan, ‘Falan kişinin bahçesini sula’ diye bir ses duydu. Bulut bir taşlığa çekilip suyunu oraya bıraktı. Bu taşlıktaki bir kanal, yağan bütün yağmuru içinde topladı. Adam suyun aktığı kanalı takip edince, birisinin bahçede çapasıyla suyu çevirdiğini (bahçeyi suladığını) gördü:

‘Ey Allâh’ın kulu! Adın nedir?’ diye sordu. Adam,

‘Ben falan kişiyim’ deyip buluttan duyduğu ismi söyledi ve, ‘Ey Allâh’ın kulu! Neden adımı sordun?’ dedi. Adam:

‘Bu suyu indiren buluttan, senin adını söyleyerek, ‘falan kişinin bahçesini sula’ diye bir ses duydum. Sen, bu mahsul ile ne yapıyorsun?’ diye sordu. Bahçe sahibi:

‘Eğer ne yaptığımı soruyorsan söyleyeyim. Çıkan ürünün üçte birini tasadduk ediyorum, üçte birini çocuklarımla yiyorum, kalan üçte birini de bahçeye iade ediyorum’ dedi.[21]

Abdullah b. ez-Zübeyr (ra), gök gürültüsünü duyunca, (سُبْحاَنَ اَلَّذٖي يُسَبِّحُ ٱلرَّعْدُ بِحَمْدِهِۦ وَٱلْمَلَٰٓئِكَةُ مِنْ خِيفَتِهِ) “Gök gürültüsünün hamd ile ve meleklerin de korkuyla tesbih ettiğini (Ra’d, 13/13) tesbih ederim” dedikten sonra, “Doğrusu bu, yeryüzü halkı için büyük bir tehdittir” derdi.[22]

Meleklerin yorulmaksızın Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerini tesbih edişleri bir diğer ayet-i kerimede şöyle yer alır:

وَلَهُۥ مَن فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ ۚ وَمَنْ عِندَهُۥ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِۦ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَ يُسَبِّحُونَ ٱلَّيْلَ وَٱلنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ

Göklerde ve yerde kimler varsa, hepsi O’nundur. O’nun yakınında olanlar, Allâh’a ibadetten asla kibirlenerek geri kalmazlar, (O’na ibadette) yorulmazlar. Gece gündüz tesbih ederler, usanmazlar.” (Enbiya, 21/19-20)

Göklerde ve yerde kimler varsa, hepsi O’nundur (cc). Allâh’ın (cc) huzurunda bulunanlar, O’na kulluk konusunda büyüklenmeden, yorulmadan ve bıkıp usanmadan O’na itaat ve ibadet üzere bulunurlar. Bu yüksek varlıklar, namaz kılarlar, Allâh’ı zikrederler ve sürekli şekilde O’nu tenzih ederler. Onların tesbihleri, adeta insanların nefes alıp vermeleri gibi aralıksız ve doğaldır.

Melekler ile ilgili bu benzersiz özellikleri şu ayet-i kerimede de yer verilir:

۩ وَلِلَّهِ يَسْجُدُ مَا فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَمَا فِى ٱلْأَرْضِ مِن دَآبَّةٍۢ وَٱلْمَلَٰٓئِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ يَخَافُونَ رَبَّهُم مِّن فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ

Göklerde ve yerde bulunan canlılar ile melekler, Allâh’a secde ederler. Onlar büyüklük taslamazlar (secdeden uzaklaşmazlar). Üzerlerindeki (yegane Hâkim ve çok Yüce) Rablerinden korkarlar ve kendilerine emredilenleri yaparlar.” (Dikkat! Secde ayetidir.) (Nahl, 16/49-50)

8. Melekler Devamlı Olarak Salât Ederler

Allâh (cc) ve Melekler, Şanlı Nebi’ye (sas) devamlı şekilde salât ederler:

إِنَّ ٱللَّهَ وَمَلَٰٓئِكَتَهُۥ يُصَلُّونَ عَلَى ٱلنَّبِىِّ ۚ يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ صَلُّواْ عَلَيْهِ وَسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا

Hiç kuşkusuz, Allâh ve melekleri peygambere salât etmektedir. Ey iman edenler! Siz de ona salât ve selam edin.” (Ahzab, 33/56)

Yüce Allâh’ın, Peygamber’e salâtı, O’na rahmet etmesi, meleklerin Peygamber’e salâtı, O’nun şanını yüceltmeleri, müminlerin Peygamber’e salâtı ise, O’na dua ve istiğfar etmeleri anlamındadır.

Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmaktadır:

مَنْ صَلَّى عَلَىَّ وَاحِدَةً صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ عَشْرًا‏ ‏‏.‏ ‏‏‏

Bir kimse bana bir defa salât ederse, Allâh ona on defa salât eder.[23]

Ka’b b. Ucre’den konu ile ilgili olarak gelen rivayet şöyledir:

“Resülullah (sas) yanımıza gelmişti:

“Ey Allâh’ın Resulü, dedik, sana nasıl selam vereceğimizi öğrendik. Ama sana nasıl salât okuyacağız (bilmiyoruz)?”

“Şöyle söyleyin” dedi:

اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ، وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى آلِ إِبْرَاهِيمَ، إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ، اللَّهُمَّ بَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ، وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا بَارَكْتَ عَلَى آلِ إِبْرَاهِيمَ، إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ ‏‏‏.‏

Allâhım! Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine rahmet kıl, tıpkı İbrahim’e ve ailesine rahmet kıldığın gibi. Sen bütün övgülere layıksın, Şerefi en yücesin. Allâhım! Muhammed’i ve Muhammed’in ailesini mübarek kıl, tıpkı İbrahim’i ve ailesini mübarek kıldığın gibi. Sen bütün övgülere layıksın, Şerefi en yücesin.[24]

Ebû Hüreyre’nin rivayetine göre Allâh’ın Resulü (sas), minbere çıkarken üç defa “Âmîn” demiştir.

Kendisine, “Ey Allâh’ın Resulü! Seni üç defa “Âmîn” derken işittik?” diye sorulunca, Resülullah (sas) şöyle buyurdu:

لَمَّا رَقِيتُ الدَّرَجَةَ الأُولَى جَاءَنِي جِبْرِيلُ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ‏:‏ شَقِيَ عَبْدٌ أَدْرَكَ رَمَضَانَ، فَانْسَلَخَ مِنْهُ وَلَمْ يُغْفَرْ لَهُ، فَقُلْتُ‏:‏ آمِينَ‏.‏ ثُمَّ قَالَ‏:‏ شَقِيَ عَبْدٌ أَدْرَكَ وَالِدَيْهِ أَوْ أَحَدَهُمَا فَلَمْ يُدْخِلاَهُ الْجَنَّةَ، فَقُلْتُ‏:‏ آمِينَ‏.‏ ثُمَّ قَالَ‏:‏ شَقِيَ عَبْدٌ ذُكِرْتَ عِنْدَهُ وَلَمْ يُصَلِّ عَلَيْكَ، فَقُلْتُ‏:‏ آمِينَ‏.

Birinci basamağa adım attığımda Cibrîl geldi. “Ramazan’a kavuşmuş, ancak o aydan günahları bağışlanmamış halde çıkmış kula yazıklar olsun” dedi. Ben “Âmîn” dedim. Sonra, “Anne ve babasına yahut bunlardan birine kavuşmuş, ancak bu ebeveynleri sebebi ile hala Cennet’e girememiş kimseye yazıklar olsun” dedi. Ben, “Âmîn” dedim. Sonra, “Yanında sen anılıp da, sana salât etmeyen kula yazıklar olsun” dedi. Ben de “Âmîn” dedim.[25]

Ebu Talha (ra) rivayet ediyor:

“Bir gün Resülullah’ın (sas) yanına geldiğimde onu mutlu gördüm ve:

Ey Allâh’ın Resulü! Bu günkü gibi yüzünün güldüğünü ve mutlu olduğunu hatırlamıyorum” dedim.

Resülullah (sas) şöyle cevapladı:

وَمَا يَمْنَعُنِي وَجِبْرِيلُ خَرَجَ مِنْ عِنْدِي السَّاعَةَ ، فَبَشَّرَنِي أَنَّ لِكُلِّ عَبْدٍ صَلَّى عَلَيَّ صَلَاةً يُكْتَبُ لَهُ بِهَا عَشْرُ حَسَنَاتٍ ، وَيُمْحَى عَنْهُ عَشْرُ سَيِّئَاتٍ ، وَيُرْفَعُ لَهُ عَشْرُ دَرَجَاتٍ ، وَتُعْرَضُ عَلَيَّ كَمَا قَالَهَا ، وَيُرَدُّ عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا دَعَا

Neden mutlu olmayayım ki, Cibrîl şimdi yanımdan çıktı ve çıkmadan önce, bana salât eden her kulun, salâtı için on sevap yazılacağını, on günahının silineceğini, makamının on derece yükseltileceğini, bana getirdiği salâtın, olduğu gibi bana arz edileceğini, duasının aynısıyla kendisine karşılık verileceğini müjdeledi.[26]

9. Melekler Devamlı Dua Ederler

Özellikle Yüce Arş’ı taşıyan Melekler, müminlerin ve onların neslinden iyi olanların Adn Cennetleri’ne girdirilmeleri, Cehennem azabından korunmaları için Allâh’a (cc) yakararak dua ederler:

 اَلَّذٖينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِهٖ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَیْءٍ رَحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْفِرْ لِلَّذٖينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبٖيلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَحٖيمِ رَبَّنَا وَاَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍ الَّتٖى وَعَدْتَهُمْ وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ وَقِهِمُ ٱلسَّيِّـَٔاتِ ۚ وَمَن تَقِ ٱلسَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍۢ فَقَدْ رَحِمْتَهُۥ ۚ وَذَٰلِكَ هُوَ ٱلْفَوْزُ ٱلْعَظِيمُ

Arş’ı taşıyan ve onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler. O’na inanırlar ve müminlerin bağışlanmaları için şöyle dua ederler: ‘Ey Rabbimiz! Sen, rahmetinle ve bilginle her şeyi kuşattın. Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla. Onları Cehennem azabından koru. Ey Rabbimiz! Onların, babalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanları da, söz verdiğin Adn Cennetleri’ne girdir. Sen, Azîz’sin (mutlak üstün), Hakîm’sin (tam hüküm ve hikmet sahibisin). Sen, onları kötülüklerden koru. O gün Sen, kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmişsindir. İşte bu, büyük bir kurtuluştur.” (Mümin, 40/7-10)

Ebu Hüreyre’nin (ra) rivayetine göre Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:

أُذِنَ لِي أَنْ أُحَدِّثَ عَنْ مَلَكٍ مِنْ حَمَلَةِ الْعَرْشِ، رِجْلَاهُ فِي الْأَرْضِ السُّفْلَى، وَعَلَى قَرْنِهِ الْعَرْشُ، وَبَيْنَ شَحْمَةِ أُذُنِهِ وَعَاتِقِهِ خَفَقَانُ الطَّيْرِ سَبْعمِائَةِ سَنَةٍ، يَقُولُ الْمَلَكُ: سُبْحَانَكَ حَيْثُ كُنْتَ

Hamele-i Arş meleklerinden birinden bahsetmeme izin verildi. Ayakları yerdedir, boynuzları ise Arş’a ulaşmaktadır. Kulak memesi ile omuzları arası ise, kuş uçuşu yedi yüz yıllık bir mesafedir. Bu melek, ‘Her nerede olursan seni tesbih ederim’ deyip durur.[27]

Meleklerin, Rab Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin daimi bir şekilde hamd ile tesbihlerini, bu tesbihin verdiği ağırlığın gök tabakalarını çatlatacak seviyede olduğunu tarif ve tavsif eden bir ayet-i kerime şöyledir:

تَكَادُ ٱلسَّمَٰوَٰتُ يَتَفَطَّرْنَ مِن فَوْقِهِنَّ ۚ وَٱلْمَلَٰٓئِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَن فِى ٱلْأَرْضِ ۗ أَلَآ إِنَّ ٱللَّهَ هُوَ ٱلْغَفُورُ ٱلرَّحِيمُ

Gökler (Allâh’ın azametinden dolayı) neredeyse üstlerinden çatlayacak! Melekler, hamd ile Rablerini tesbih etmekte ve yeryüzündekiler için mağfiret dilemektedirler. İyi bilin ki Allâh, gerçekten Ğafûr’dur (çok bağışlayandır), Rahîm’dir (çok merhametlidir).” (Şura, 42/5)

Ebû Zer’den (ra) rivayet ile göre, Resülullah (sas) bu ayet-i kerimede yer alan, meleklerin Cenâb-ı Hakk’a ibadet ve tesbihleri sebebi ile “göklerin çatlama” seviyesine gelmesi haline ilişkin olarak şöyle buyurmaktadır:

إِنِّي أَرَى مَا لاَ تَرَوْنَ وَأَسْمَعُ مَا لاَ تَسْمَعُونَ أَطَّتِ السَّمَاءُ وَحُقَّ لَهَا أَنْ تَئِطَّ مَا فِيهَا مَوْضِعُ أَرْبَعِ أَصَابِعَ إِلاَّ وَمَلَكٌ وَاضِعٌ جَبْهَتَهُ سَاجِدًا لِلَّهِ لَوْ تَعْلَمُونَ مَا أَعْلَمُ لَضَحِكْتُمْ قَلِيلاً وَلَبَكَيْتُمْ كَثِيرًا‏ .

Ben sizin görmediklerinizi görüyor, işitmediklerinizi işitiyorum. Gökyüzü çatırdadı ve çatırdamakta da haklı idi. Çünkü gökyüzünde dört parmaklık bir yer kalmamıştı ki, secde eder vaziyette melekler orayı doldurmamış olsun. Vallahi benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız az güler ve çok ağlardınız.[28]

10. Melekler Müminlere Yardım Ederler

Melekler, bilhassa zor zamanlarda müminlere yardım ederler. Bu hususu beyan eden bir ayet-i kerime şöyledir:

بَلَىٰٓ ۚ إِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ وَيَأْتُوكُم مِّن فَوْرِهِمْ هَٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُم بِخَمْسَةِ ءَالَٰفٍۢ مِّنَ ٱلْمَلَٰٓئِكَةِ مُسَوِّمِينَ

Evet, eğer sabrederseniz ve takvalı olursanız, onlar hemen üzerinize gelecek olsalar bile, Rabbiniz size nişanlı nişanlı beş bin melekle (düşmanlarınıza karşı sizlere) yardım edecektir.” (Ali İmran, 3/125)

Bu ayet-i kerimede, bilhassa savaş gibi zor zamanlarda yardımcı olarak gönderildiği zikredilen melekler, “nişanlılar, alâmetliler” anlamındaki (مُسَوِّمِينَ) “müsevvimîn” kelimesi ile sıfatlanmışlardır. Zor zamanlarda yardıma gönderilen ve meleklere ait zikredilen diğer iki sıfat ise, “art arda, birbiri peşi sıra gönderilenler” anlamındaki (مُرْدِفِينَ) “mürdifîn” (Enfâl, 8/9) kelimesi ile, “indirilenler” anlamındaki (مُنزَلِينَ) “münzelîn” (Ali İmran, 3/124) kelimesidir.

Meleklerin müminlere yardımları çok çeşitli şekillerde meydana gelmektedir. Ancak bu yardımların, genelde gizli kaldığı ve tam olarak sezilemediği de ayrı bir realitedir.

11. Meleklerin Makamları Vardır ve Masumdurlar

Melekler, farklı farklı derecelerdedirler. Onların her birinin, Yüce Allâh’a (cc) itaat ve bilme itibarı ile dereceleri vardır. Ayrıca, aşıp ötesine geçemeyecekleri, onlara has çizilmiş sınırlar bulunmaktadır. Bu husus, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyan buyurulur:

وَمَا مِنَّآ إِلَّا لَهُۥ مَقَامٌ مَّعْلُومٌ

“(Cebrâîl şöyle dedi) Bizden (melekler topluluğundan) herkes için, belirli bir makam vardır (orada Rabbine ibadet eder).” (Saffât, 37/164)

Bu ayet-i kerime, her bir meleğin, Yüce Allâh’a itaatlerini edada, hizmetlerini ve kulluklarını ifada, daha ilerisine geçemeyecekleri ve aşamayacakları sınırlar, mertebeler ve dereceler bulunduğuna delâlet etmektedir.

Meleklerin günah işlemekten ve Yüce Allâh’ın emirlerine itaatsizlikten son derece uzaklıklarını, saflık ve temizlikte de son derece yüksekliklerini kabul vaciptir. Çünkü hem ayet-i kerimeler hem de hadis-i şerifler bu hususta gayet açıktırlar.

Yüce Allâh, Kur’ân-ı Kerîm’inde, emrine karşı gelen İblis’i beyan için (اِسْتَكْبَرَ) “kibirlendi / büyüklendi..” (Bakara, 2/34; Sad, 38/74) fiilini kullanırken, kendi emrine itirazsız bir şekilde amade olan melekler için, aynı fiilin olumsuz hali olan, (لَا يَسْتَكْبِرُونَ) “kibirlenmezler / büyüklenmezler..” (Araf, 7/206; Nahl, 16/49; Enbiya, 21/19) ifadesini  kullanmaktadır.

Ayrıca, geçmiş toplumlar ve belki elan bazı topluluklar, melekleri (hâşâ) Yüce Allâh’ın kızları ya da oğulları sayma gibi keskin itikadi yanlışlıklara girmişlerdir. İşte, bu tür toplulukların hem inhiraf etmiş itikatlarını ret, hem de meleklerin çok seçkin kullar olduğunu beyan için, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri şöyle buyurur:

وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَدًا سُبْحَانَهُ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَ

Rahmân, çocuk edindi” dediler. O, (bu yakıştırmadan) yücedir. Doğrusu, (evlat diye niteledikleri o melekler) seçkin kullardır.” (Enbiya, 21/26)

Yüce Allâh’ın “oğul” edindiğine ilişkin iddialar, değişik cahiliye toplumlarında değişik şekillerde ortaya çıkmıştır. Arap müşriklerinin, meleklerin Allâh’ın çocukları olduklarına inandıkları bilinmektedir. Yahudi müşrikler de (hâşâ), “Üzeyir’in Allâh’ın oğlu olduğunu” (Tevbe, 9/39) söylemekteydiler. Bu batıl inanç, Hristiyanlar arasında ise, “Mesih’in Allâh’ın oğlu olduğu” (Tevbe, 9/39) iddiası şeklinde tekrarlanmıştır. Bütün bunların hepsi, değişik çağ ve dönemlerde, farklı görünümlerle ortaya çıkan, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine açık şekilde şirk koşma halleridir. Şirkin sonucu ise, (hafazanAllâh) amellerin boşa çıkması ve ebedi hüsrandır (Zümer, 39/65).

B. Dört Büyük Melek

Kur’ân-ı Kerîm’den ve hadîs-i şerîflerden görüldüğü kadarı ile, Hz. Cebrâîl, Hz. Mîkâîl, Hz. İsrâfîl ve Hz. Melekü’l-Mevt (ase), diğer meleklerden daha fazla zikredilmişlerdir. Hanefî fakihi İbn Ebü’l-İz, bu yüce melekler için, “Meleklerin reisleridirler..” demektedir.[29]

Hz. Cebrâîl’in (as) asli görevi, peygamberlere (ase) vahiy getirmektir. Yüce Allah, emir ve yasaklarını, peygamberlere bu kutsal melek aracılığı ile iletir. Aynı zamanda rüzgarlar ve ordular üzerine vazifelidir. Hz. Mîkâîl (as), Yüce Allâh’ın emri ve izni ile, bitkiler ve yağmurlardan sorumlu olup, tabiat olaylarının arızasız şekilde idaresine nezaret eder. Hz. İsrâfîl’in (as) asli görevi, kıyamet gününün başlaması için sûr’a üflemektir. Hz. Azrâîl’in asli görevi ise canlıların hayatına son vermektir. Kur’ân-ı Kerîm’de geçen adı Melekü’l-Mevt’tir.

Şimdi, bu dört büyük melek ile ilgili bazı ayrıntılara yer vermeye çalışacağız.

1. Hz. Cebrâîl (as)

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin yüksek emirlerini, meleklere ve peygamberlere (ase) ulaştıran vahiy meleğinin adı Cebrâîl’dir. Aynı zamanda rüzgarlar ve ordular üzerine vazifelidir. Hz. Cebrâil (as), Kur’ân-ı Kerîm’de tam beş değişik isim ve sıfat ile anılmaktadır.

Bu isim ve sıfatlara, ayrıca muhtevi oldukları anlamlara kısaca bakmaya çalışalım.

a. Cibrîl

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Kur’ân-ı Kerîm’de üç yerde, “üstün güç ve yüksek bilgileri Allâh’ın izni ile Yüce Nebî’sinin kalbine indirdiği” için, Cebrâîl’i (as) “Cibrîl” şeklinde isimlendirmektedir.

قُلْ مَن كَانَ عَدُوًّا لِّجِبْرِيلَ فَإِنَّهُۥ نَزَّلَهُۥ عَلَىٰ قَلْبِكَ بِإِذْنِ ٱللَّهِ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَىٰ لِلْمُؤْمِنِينَ مَن كَانَ عَدُوًّا لِّلَّهِ وَمَلَٰٓئِكَتِهِۦ وَرُسُلِهِۦ وَجِبْرِيلَ وَمِيكَىٰلَ فَإِنَّ ٱللَّهَ عَدُوٌّ لِّلْكَٰفِرِينَ

De ki, ‘Her kim Cibrîl’e düşman ise bilsin ki, onu (Kur’ân-ı Kerîm’i), kendinden öncekileri doğrulayıcı, iman edenler için bir yol gösterici ve bir müjdeci olarak senin kalbine, Allâh’ın izni ile o (Cibrîl) indirmiştir. Her kim Allâh’a, meleklerine, peygamberlerine, Cibrîl’e ve Mîkâl’e düşman olursa bilsin ki, Allâh da inkârcıların düşmanıdır.” (Bakara, 2/97-98)

Bu ayet-i kerimelerin nüzulüne sebep olan vakayı, Hz. İbn Abbas (ra) şu şekilde nakletmektedir:

“Bir Yahudi topluluğu, Şanlı Nebi’yi (sas) ziyaret için geldiler.

“Ey Ebü’l-Kasım, sana bazı şeyler soracağız. Onları ancak bir peygamber bilebilir” dediler.

Nebi (sas) şöyle cevapladılar:

Ne isterseniz sorun. Fakat, Yakub’un oğullarından söz aldığı gibi, Allâh adına söz verin. Ben size bir şey söylediğimde, siz de onu anlarsanız (verdiğim cevap sizin bildiğiniz ile uyuşmakta ise), İslâm üzere bana tabi olacaksınız.

“Tamam, söz veriyoruz” diyerek, yapılan teklifi kabul ettiler. Nebi (sas):

Bana dilediğinizi sorun” buyurdular.

Şöyle dediler: “Sana soracağımız dört şeyi bize haber ver:

1. Tevrat indirilmezden önce, İsrail’in (Hz. Yakub) kendisine haram kıldığı yiyecek hangisiydi?

2. Kadının suyu ve erkeğin suyu nasıldır? Onlardan nasıl erkek (ve kız) çocuk olur?

3. Uykudaki şu ümmî peygamberi anlat.

4. Meleklerden, o ümmî peygambere dost olanları bize haber ver.”

Allâh’ın Resulü (sas) tekrar hatırlattı:

Unutmayın, Allâh adına söz (misak) verdiniz. Bunları size haber verirsem, bana tabi olacaksınız.

Onlar da Yüce Nebi’nin (sas) istediği ahdi ve misakı verdiler. Nebi (sas) şöyle cevap verdi:

Tevrat’ı Musa’ya indiren Allâh adına, biliyor musunuz, İsrail (Peygamberi) Yakub (as) şiddetli bir hastalığa yakalanmış, hastalığı uzamış, eğer Allâh bu hastalığına şifa verirse, en sevdiği yiyecek ve içeceği kendisine haram kılacağı adağında bulunmuştu. En sevdiği yiyecek deve eti, en sevdiği içecek de deve sütü değil miydi?

Yahudiler: “Allâh için evet” dediler. Nebi (sas):

Allâhım bunlara şahit ol. Musa’ya Tevrat’ı indiren yegâne ilâh Allâh adına, erkeğin suyunun beyaz ve kalın, kadının suyunun sarı ve ince olduğunu, hangisi üstün gelirse, çocuğun o cinsten olup ona benzediğini, binaenaleyh erkeğin suyunun kadının suyuna üstün gelmesi halinde, Allâh’ın izni ile çocuğun erkek olacağını, kadının suyunun erkeğin suyuna üstün gelmesi halinde de, Allâh’ın izni ile çocuğun kız olacağını biliyor musunuz?” diye sordu.

“Ey Allâhım, evet” dediler. Nebi (sas) şöyle devam etti:

Allâhım, bunlara şahit ol. Musa’ya Tevrat’ı indiren Allâh adına, şu ümmî peygamberin gözünün uyuduğunu, ama kalbinin uyumadığını biliyor musunuz?

Onlar: “Allâh için evet” dediler. Nebi (sas):

Ey Allâhım, şahit ol!” dedi.

Yahudiler: “Şimdi, bize söyle, meleklerden dostun kim? Bu cevabına göre, ya sana uyacak, ya da senden ayrılacağız!” dediler.

Nebi (sas): “Benim dostum Cibrîl’dir (as). Allâh hangi peygamberi göndermişse, Cibrîl aynı zamanda onun dostudur” buyurdular.

Yahudiler: “İşte şimdi senden ayrılıyoruz. Şayet meleklerden dostun, Cibrîl’den başkası olsaydı, sana uyar ve seni tasdik ederdik” dediler.

Nebi (sas): “Onu (Cibrîl’i) tasdikinizi engelleyen nedir?” diye sordu.

Şöyle dediler: “O bizim düşmanımızdır!”

Bu hadise üzerine, Bakara Suresi’nin 97 ila 101’inci ayet-i kerimeleri nazil oldu.[30]

Kur’ân-ı Kerîm’de “Cibrîl” isimlendirmesi, bir de Tahrim Suresi, 66/4’te geçmektedir.

b. Rûhu’l-Kudüs

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Kur’ân-ı Kerîm’de dört yerde, “insanların manevi açıdan temizlenmesini sağlayan vahyi getirdiği ve hiç günah işlemeyen tertemiz bir kul olduğu” için, Cebrâîl’i (as) Rûhu’l-Kudüs olarak isimlendirmektedir.

Rûhu’l-Kudüs bir tamlama olarak, “herhangi bir şaibe ile lekelenme ihtimali olmayan, kutsal ve temiz ruh, vahiy meleği Cebrâîl (as)” demektir.

Şimdi aktaracağımız ayet-i kerîmeler, Cebrâîl’in (as) “Rûhu’l-Kudüs” olarak isimlendirildiği yerlerdir:

وَلَقَدْ ءَاتَيْنَا مُوسَى ٱلْكِتَٰبَ وَقَفَّيْنَا مِنۢ بَعْدِهِۦ بِٱلرُّسُلِ ۖ وَءَاتَيْنَا عِيسَى ٱبْنَ مَرْيَمَ ٱلْبَيِّنَٰتِ وَأَيَّدْنَٰهُ بِرُوحِ ٱلْقُدُسِ

Ant olsun biz, Musa’ya Kitab’ı verdik, arkasından da peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da apaçık mucizeler verdik ve onu Rûhu’l-Kudüs (Cebrâîl) ile destekledik.” (Bakara, 2/87)

تِلْكَ ٱلرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍۢ ۘ مِّنْهُم مَّن كَلَّمَ ٱللَّهُ ۖ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَٰتٍۢ ۚ وَءَاتَيْنَا عِيسَى ٱبْنَ مَرْيَمَ ٱلْبَيِّنَٰتِ وَأَيَّدْنَٰهُ بِرُوحِ ٱلْقُدُسِ

İşte, peygamberlerden kimini, kiminden üstün kıldık. İçlerinden kimi var ki Allâh onunla bizzat konuştu, kimini de derecelerle daha yükseklere çıkardı. Meryem oğlu İsa’ya da açık deliller verdik ve kendisini Rûhu’l-Kudüs (Cebrâîl) ile destekledik.” (Bakara, 2/253)

إِذْ قَالَ ٱللَّهُ يَٰعِيسَى ٱبْنَ مَرْيَمَ ٱذْكُرْ نِعْمَتِى عَلَيْكَ وَعَلَىٰ وَٰلِدَتِكَ إِذْ أَيَّدتُّكَ بِرُوحِ ٱلْقُدُسِ

Allâh (o gün) diyecek ki: Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene olan nimetimi hatırla. Hani, seni Rûhu’l-Kudüs (Cebrâîl) ile desteklemiştim.” (Maide, 5/110)

قُلْ نَزَّلَهُۥ رُوحُ ٱلْقُدُسِ مِن رَّبِّكَ بِٱلْحَقِّ لِيُثَبِّتَ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَهُدًى وَبُشْرَىٰ لِلْمُسْلِمِينَ

De ki, inananları güçlendirmek, Müslümanlara yol gösterici ve müjde olmak üzere onu, Rûhu’l-Kudüs (Cebrâîl), Rabbinden onu hak olarak indirmiştir.” (Nahl, 16/102)

c. Rûhu’l-Emîn

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Kur’ân-ı Kerîm’de Cebrâîl’i (as) bir ayet-i kerimede, ilâhî buyrukları en küçük bir şekilde dahi değiştirmeden Şanlı Nebi’ye (sas) ulaştırdığı için Rûhu’l-Emîn olarak isimlendirmiştir. Ayet-i kerime şu şekildedir:

وَإِنَّهُۥ لَتَنزِيلُ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ نَزَلَ بِهِ ٱلرُّوحُ ٱلْأَمِينُ عَلَىٰ قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ ٱلْمُنذِرِينَ بِلِسَانٍ عَرَبِىٍّۢ مُّبِينٍۢ

Kuşkusuz bu (Kur’an), âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Onu, uyarıcılardan olman için, kalbine apaçık Arapça bir dille Rûhu’l-Emîn (Cebrâîl) getirmiştir.” (Şuara, 26/192-195)

d. Rûh

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Kur’ân-ı Kerîm’de saygı duyulması gereken üstün bir mevkide bulunduğu, dinî hayatın gerçekleşmesinde önemli rol oynadığı ve latif olduğu için, Cebrâîl’i (as) dokuz ayet-i kerimede, Rûh olarak isimlendirmektedir. Bu ayet-i kerimelerden bazıları şöyledir:

يُنَزِّلُ ٱلْمَلَٰٓئِكَةَ بِٱلرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِۦ عَلَىٰ مَن يَشَآءُ مِنْ عِبَادِهِۦٓ أَنْ أَنذِرُوٓاْ أَنَّهُۥ لَآ إِلَٰهَ إِلَّآ أَنَا۠ فَٱتَّقُونِ

Benden başka ilâh bulunmadığı ve sadece benden korkmaları (hususunda) uyarmaları için, emrinden bir Rûh (Cebrâîl) ile, melekleri kullarından dilediğine indirir.” (Nahl, 16/2)

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ ٱلرُّوحِ ۖ قُلِ ٱلرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّى وَمَآ أُوتِيتُم مِّنَ ٱلْعِلْمِ إِلَّا قَلِيلًا

Sana Rûh’tan soruyorlar. De ki, Rûh (Cebrâîl), Rabbimin işindendir. Size (Rûh konusunda) çok az bilgi verilmiştir.” (İsra, 17/85)

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, elbette bu ayet-i kerimesinde yer alan “Rûh” kelimesi ile muradını en iyi bilendir. Bu ayet-i kerimedeki Rûh ile de Cebrâîl’in (as) kast edildiğini düşünmekteyiz. Hasan Basrî ve Katâde de buradaki Rûh’un, Cebrâîl (as) olduğunu belirtmişlerdir.

فَٱتَّخَذَتْ مِن دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَآ إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا

Onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Biz de ona ruhumuzu (Cebrâîl’i) gönderdik. Ona düzgün bir insan şeklinde göründü.” (Meryem, 19/17)

وَٱلَّتِىٓ أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِن رُّوحِنَا وَجَعَلْنَٰهَا وَٱبْنَهَآ ءَايَةً لِّلْعَٰلَمِينَ

Irzını iffetle korumuş olanı da (an). Biz ona ruhumuzdan üfledik. Kendisini ve oğlunu âlemler için bir mucize kıldık.” (Enbiya, 21/91)

Bu ayet-i kerimedeki büyük kadın, Hz. İsa’nın (as) çok iffetli annesi Hz. Meryem’dir. Kur’an’da ruh hakkında az bilgi verilmiş ve ruhun, “Rabbin buyruğu” (İsrâ, 17/85) olduğu beyan edilmiştir. Buna göre Hz. Meryem’e üflenen ruh, Hz. Adem’e (as) üflenen ruh cinsinden olabilir. Bu durumda, Yüce Allâh tarafından, Hz. Meryem’de Hz. İsa’nın (as) canlandırılmış olduğu anlaşılır. Ya da âyet-i kerimedeki “Ruhumuzdan” ifadesi, “Ruhumuz tarafından” anlamına gelir. Bu durumda Cebrâîl’in (as), diğer adı olan “Rûhu’l-Kudüs (Kutsal ruh) aracılığı ile üfledik” anlamı oluşur. “Meryem’e ruhumuzu (Cebrâîl’i) gönderdik” (Meryem, 19/17) ayeti de bu anlamı destekler (Ayrıca bkz. Bakara, 2/87; Mâide, 5/17, 116; Tahrîm, 66/12).

رَفِيعُ ٱلدَّرَجَٰتِ ذُو ٱلْعَرْشِ يُلْقِى ٱلرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِۦ عَلَىٰ مَن يَشَآءُ مِنْ عِبَادِهِۦ لِيُنذِرَ يَوْمَ ٱلتَّلَاقِ

Dereceleri yükselten Arş’ın sahibi (Allâh), buluşma günü konusunda (insanları) uyarması için, kulları arasından dilediğine, emri ile Rûh’u (Cebrâîl’i) indirir.” (Mümin, 40/15)

Dereceleri yükselten” ifadesi, gökleri birbiri üstüne kurup yükselten, dünyada kullarına yüce mertebeler veren, Cennetteki makamlarını ve inananların sevap derecelerini yükselten anlamlarına yorumlanmıştır. “Rûh” ile kast edilen, peygamberlerine (ase) gönderdiği vahiy meleği Cebrâîl’dir (as). “Buluşma günü” ise, herkesin bir arada toplanacağı kıyamet gününü ifade etmektedir.

وَكَذَٰلِكَ أَوْحَيْنَآ إِلَيْكَ رُوحًا مِّنْ أَمْرِنَا ۚ مَا كُنتَ تَدْرِى مَا ٱلْكِتَٰبُ وَلَا ٱلْإِيمَٰنُ وَلَٰكِن جَعَلْنَٰهُ نُورًا نَّهْدِى بِهِۦ مَن نَّشَآءُ مِنْ عِبَادِنَا ۚ وَإِنَّكَ لَتَهْدِىٓ إِلَىٰ صِرَٰطٍۢ مُّسْتَقِيمٍۢ

İşte sana da böyle emrimizden bir Rûh (Cebrâîl) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir, bilmezdin. Fakat biz o vahyimizi, kullarımızdan dilediğimizi, onunla hidayete erdirmek için bir ışık yaptık. Kuşkusuz sen, doğru bir yola (İslam’a) götürüyorsun.” (Şura, 42/52)

Bu ayet-i kerimedeki “Rûh” kelimesi, “Peygamberlik, Rahmet, Vahiy, Kur’ân-ı Kerîm” olarak da anlaşılmıştır. Ancak biz buradaki “Rûh” kelimesinin bilhassa (أَمْرِنَا) “Emrimiz” kelimesine bağlı bir şekilde gelmesinden hareketle, Cebrâîl’in (as) kastedildiğini düşünüyoruz.

تَعْرُجُ ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ وَٱلرُّوحُ إِلَيْهِ فِى يَوْمٍۢ كَانَ مِقْدَارُهُۥ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍۢ

Melekler ve Rûh (Cebrâîl), uzunluğu elli bin yıl süren bir günde Allâh’a yükselirler.” (Meâric, 70/4)

Cebrâîl’in (as) ve meleklerin, Allâh’a (cc) ulaşmaları ve görevleri gereği tekrar dünyaya inişleri, elli bin yıla denk bir günde gerçekleşmektedir.

يَوْمَ يَقُومُ ٱلرُّوحُ وَٱلْمَلَٰٓئِكَةُ صَفًّا ۖ لَّا يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ ٱلرَّحْمَٰنُ وَقَالَ صَوَابًا

O gün, Rûh (Cebrâîl) ve (bütün) melekler, saf halinde dururlar. Ancak Rahmân’ın izin verdikleri ve doğruyu söyleyenlerden başka hiç kimse konuşamaz.” (Nebe, 78/38)

تَنَزَّلُ ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ وَٱلرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍۢ

Melekler ve Rûh (Cebrâîl), Rablerinin izniyle, o gecede her bir iş için inerler.” (Kadir, 97/4)

Çoğunluğa göre, buradaki Rûh, Kur’an’ı, Allâh elçisinin kalbine indiren, “er-Rûhu’l-Emîn” olan Cebrâîl’dir (as).

e. Resûl

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Cebrâîl’i (as) aynı zamanda “Resûl” şeklinde de isimlendirmiştir. Şimdi bu isimlendirmelerin yer aldığı bazı ayet-i kerimelere daha yakından bakmaya çalışacağız.

قَالَ إِنَّمَآ أَنَا۠ رَسُولُ رَبِّكِ لِأَهَبَ لَكِ غُلَٰمًا زَكِيًّا

“(Cebrâîl) Dedi: Ben sadece Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamak için geldim.” (Meryem, 19/19)

قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُواْ بِهِۦ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِّنْ أَثَرِ ٱلرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذَٰلِكَ سَوَّلَتْ لِى نَفْسِى

“(Sâmirî şöyle) Dedi: Ben, onların görmediklerini gördüm. Elçinin (Cebrâîl) ayak bastığı yerden bir avuç (toprak) aldım ve onu (erimiş altının içine) attım. Böyle yapmayı nefsim bana güzel gösterdi.” (TâHê, 20/96)

Sâmirî’nin ayak izini gördüğü elçi Cebrâîl’dir (as). Cebrâîl (as), Hz. Musa’yı (as) göğe yükseltmek veya Firavun’u yok etmek için geldiği sırada, Sâmirî, Cebrâîl’in (as) ayak izlerini görmüş, bu ayak izlerinin, topraktaki kuru otları birdenbire yeşillendirmesi vb. meydana getirdiği olağanüstü değişiklikleri müşahede etmiştir. Bu izlerin bulunduğu topraktan bir avuç almış, yaptığı buzağı kalıbına dökeceği altın eriyiğinin içine karıştırmıştı. Neticede canlıymış gibi ses çıkaran bir buzağı heykeli meydana gelmiş, Sâmirî de İsrailoğullarının bu buzağıya tapınmaları gerektiğini iddia etmişti.

فَلَآ أُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَ وَمَا لَا تُبْصِرُونَ إِنَّهُۥ لَقَوْلُ رَسُولٍۢ كَرِيمٍۢ

Hayır, yemin ederim gördüklerinize ve görmediklerinize ki o, elbette şerefli bir elçinin (Cebrâîl aleyhisselâmın getirdiği) kelâmıdır.” (Hâkka, 69/38-40)

Ayet-i kerimede, görülen ve görülmeyen bütün varlıklara yemin edilerek Hz. Muhammed’e (sas) vahiy edilenlerin, bir şair veya kâhin sözü değil, şerefli bir elçinin sözü olduğu vurgulanıyor. Bu şerefli elçiden kasıt, sağlam görüşe göre Cebrâîl’dir (as). Bu ayet-i kerimedeki “kavl / söz” kelimesinden maksat ise, Yüce Allâh’ın Cibrîl (as) aracılığı ile indirdiği ve Nebi Hz. Muhammed (sas) tarafından okunup açıklanan Kur’an-ı Kerîm’dir.

فَلَآ أُقْسِمُ بِٱلْخُنَّسِ ٱلْجَوَارِ ٱلْكُنَّسِ وَٱلَّيْلِ إِذَا عَسْعَسَ وَٱلصُّبْحِ إِذَا تَنَفَّسَ إِنَّهُۥ لَقَوْلُ رَسُولٍۢ كَرِيمٍۢ

Hayır, yemin ederim (geceleyin görünüp gündüz) sönen yıldızlara (hunnes), akıp gidenlere (el-cevâr), dönüp saklananlara (el-künnes), karanlık bürüdüğü zaman geceye, ağarmaya başladığında sabaha, muhakkak bu (Kur’an, Allâh katında) kerîm bir elçinin (Cebrâîl aleyhisselâmın getirdiği) kelâmıdır.” (Tekvir, 81/15-19)

Bu ayet-i kerimelerde, uzayın sonsuz boşluğunda, geceleyin görünüp gündüzün saklanan yıldızlara, küçük-büyük gezegenlere, arkasını dönüp gitmekte olan geceye ve soluk almaya başlayan sabaha yemin edilerek, Kur’an-ı Kerîm’in, Arş’ın sahibi Allâh katında, çok değerli, yüce topluluk içinde sözü geçerli ve güvenilir bir elçinin (Cebrâîl’in) getirdiği söz (vahy) olduğu vurgulanmaktadır. Bazı müfessirlere göre “el-Künnes” kelimesi, “Zuhal, Müşteri, Merih, Zühre ve Utarit” adlı beş yıldız gezegeni ifade etmektedir.

Ebu Seleme b. Abdurrahman b. Avf’tan (ra) rivayete göre o, müminlerin annesi Hz. Aişe’ye (r. anhâ):

“Allâh’ın Peygamberi (sas), geceleyin namaza kalktığında ne ile başlardı?” diye sormuş, annemiz de şöyle cevaplamıştır:

اللهُمَّ رَبَّ جَبْرَائِيلَ، وَمِيكَائِيلَ، وَإِسْرَافِيلَ، فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ، عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ، أَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ، اهْدِنِي لِمَا اخْتُلِفَ فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِكَ، إِنَّكَ تَهْدِي مَنْ تَشَاءُ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ‏ ‏.‏

Ey Cebrâîl, Mîkâîl ve İsrâfîl’in Rabbi, gökleri ve yeri yoktan yaratan, görünenleri ve görünmeyenleri bilen Allâhım! Kullarının görüş ayrılığına düştüğü hususlarda, aralarında ancak Sen hükmedersin. Görüş ayrılığına düşülen konularda, izninle beni Hak olana yönlendir. Çünkü dilediğini doğru yola, ancak Sen yönlendirirsin!’ şeklinde dua ederek başlardı.[31]

Kendisi hak ve hakikatin doruğunda bulunduğu halde, Hz. Peygamber’in (sas), hakka ulaştırması için Yüce Allâh’a böyle duada bulunması, tevazu, huşu, ihlas ve samimiyetin duada esas unsurlar olduğunu ümmetine öğretmiş olmaktadır.

Hadîs-i şerifte, büyük meleklerden Cebrâîl, Mîkâîl ve İsrâfîl’in isimlerinin anılması, bu üç mükerrem meleğin, diğer melekler arasındaki üstünlüklerini ve saygınlıklarını ifade etmektedir. Bu büyük melekler, bütün insanların dünyevî ve uhrevî işlerinin düzeni ile görevlidir.

Hadîs-i şerifte, “Kullarının görüş ayrılığına düştüğü hususlarda…” sözünden maksat ise, bilhassa dinî konulardır. Çünkü dünyalık işlerde, herkesin helal olmak şartıyla ayrı bir kazanç yoluna ve mesleğe göre hareket etmelerinde bir sakınca bulunmamaktadır. Ancak dini konularda ihtilafa düşmek, önemli itikadi sakıncalar oluşturabilmektedir.

Hadîs-i şerifteki “Doğru yol…” ile maksat ise, İslam dinidir.

2. Hz. Mîkâîl (as)

Hz. Mikail (as), Yüce Allâh’ın emri ve izni ile, bitkiler ve yağmurlardan sorumlu olup, tabiat olaylarının arızasız şekilde idaresine nezaret eder. Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Mîkâîl’in (as) ismi bir ayet-i kerimede şöyle geçmektedir:

مَن كَانَ عَدُوًّا لِّلَّهِ وَمَلَٰٓئِكَتِهِۦ وَرُسُلِهِۦ وَجِبْرِيلَ وَمِيكَىٰلَ فَإِنَّ ٱللَّهَ عَدُوٌّ لِّلْكَٰفِرِينَ

Her kim, Allâh’a, meleklerine, peygamberlerine, Cibrîl’e ve Mîkâl’e düşman olursa, bilsin ki Allâh da inkâr edenlerin düşmanıdır.” (Bakara, 2/98)

İsnâaşeriyye’nin dördüncü ve İsmâiliyye’nin üçüncü imamı kabul edilen tâbiî Ali b. Hüseyin’e (Zeynelâbidîn lakabıyla meşhur olmuştur, v. 94/712)[32] ve Abdullah b. Abbas’ın mevlâsı, müfessir tâbiî İkrime el-Berberî’ye (v. 105/723)[33] göre, “Mîk” “Ubeyd / Kulcağız”, “Îl” de “Allâh” demek olup, “Mîkâîl” kelimesi, “Ubeydullah” (Allâh’ın Kulcağızı) anlamına gelmektedir.

“Mîkâîl” ismi, hadis-i şeriflerde de[34] geçmektedir.

El-Muṣannef adlı eseriyle tanınan hadis hâfızı, müfessir ve tarihçi İbnü Ebî Şeybe (v. 235/849), Şa’bî’den şu rivayeti yapmaktadır:

“Hz. Ömer (ra), Yahudilerin yanına giderek onlara şunu söyledi:

“Musa’ya Tevrat’ı indiren Allâh hakkı için söyleyin, Muhammed’i (sas) kitaplarınızda buluyor musunuz?”

“Evet” dediler.

“O halde, O’na (sas) tabi olmanızı engelleyen nedir?” Onlar:

“Allâh Teâlâ hiçbir Resul göndermemiştir ki, o resulün meleklerden bir dostu olmasın. Muhammed’in (sas) meleklerden dostu, Cebrâîl’dir (as). O’na (sas) Cebrâîl (as) gelmektedir. O, melekler arasındaki düşmanımızdır. Mîkâîl (as) ise barışık olduğumuz melektir. Şayet O’na (sas) gelen melek Mîkâîl (as) olsaydı, Müslüman olurduk” dediler. Hz. Ömer (ra):

 “Musa’ya Tevrat’ı indiren Allâh hakkı için söyleyin. Bu meleklerin, Rableri katındaki dereceleri nasıldır?” diye sorunca şöyle cevapladılar:

“Cibrîl sağ tarafında, Mîkâîl ise sol tarafındadır.” Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) şöyle dedi:

“Şahitlik ediyorum ki, bu iki melek, sadece Allâh’ın (cc) izni ile inerler. Mîkâîl’in (as) Cebrâîl’in (as) düşmanları ile, Cebrâîl’in de (as) Mîkâîl’in (as) düşmanları ile barışık olması mümkün değildir.”

Hz. Ömer (ra) devamla şunu söylüyor:

“Bu sırada, Resülullah (sas) belirdi. Yahudiler, “İşte arkadaşın ey Ömer b. Hattab!” dediler. Resülullah’ın (sas) yanına gittim. Ona şu ayet-i kerime inmişti:

De ki, ‘Her kim Cebrâîl’e düşman ise, bilsin ki onu (Kur’ân-ı Kerîm’i), kendinden öncekileri doğrulayıcı, iman edenler için bir yol gösterici ve bir müjdeci olarak senin kalbine, Allâh’ın izni ile o (Cebrâîl) indirmiştir. Her kim Allâh’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâîl’e ve Mîkâîl’e düşman olursa bilsin ki, Allâh da inkârcıların düşmanıdır.” (Bakara, 2/97-98)[35]

Ebû Saîd el Hudrî’den (ra) rivayete göre, Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:

 مَا مِنْ نَبِيٍّ إِلاَّ لَهُ وَزِيرَانِ مِنْ أَهْلِ السَّمَاءِ وَوَزِيرَانِ مِنْ أَهْلِ الأَرْضِ فَأَمَّا وَزِيرَاىَ مِنْ أَهْلِ السَّمَاءِ فَجِبْرِيلُ وَمِيكَائِيلُ وَأَمَّا وَزِيرَاىَ مِنْ أَهْلِ الأَرْضِ فَأَبُو بَكْرٍ وَعُمَرُ‏ .‏

Hiçbir Peygamber yoktur ki, gökten iki veziri (yardımcısı) ve dünyadan da iki veziri bulunmasın. Benim gök halkından iki vezirim, Cebrâîl ve Mîkâîl’dir. Dünya halkından iki vezirim ise, Ebû Bekir ile Ömer’dir.

Yine Ebû Saîd el Hudrî’den (ra) rivâyete göre, Resülullah (sas), “Sûr” sahibinden bahsetmiş ve “(Onun) Sağında Cebrâîl, solunda da Mîkâîl vardır” buyurmuştur.[36]

Sûr”, kıyametin kopuşunu ve kıyamet koptuktan bir müddet sonra da bütün insanların mahşer meydanında toplanmak üzere dirilmelerini başlatmak için, İsrâfîl’in (as) üflediği bir borazandır. Birinci üfleyişe “nefha-i ûlâ” ikinci üfleyişe de “nefha-i sâniye” denir. Neml suresinin 87’nci, Zümer Suresi’nin 68’inci ve Yasin Suresi’nin de 51’inci ayet-i kerimeleri, bu safahatı beyan eder.

3. Hz. İsrâfîl (as)

Hz. İsrafil’in (as) asli görevi, Yüce Allâh’ın emri ve izni ile, kıyamet gününün başlaması için sûr’a üflemektir.

عن ابن عباس قال : بينا رسول الله صلى الله عليه وسلم ، ومعه جبريل بناحية إذ انشق أفق السماء فأقبل إسرافيل يدنو من الأرض ويتمايل ، فإذا ملك قد مثل بين يدي النبي صلى الله عليه وسلم ، فقال : يا محمد إن الله يأمرك أن تختار بين نبي عبد أو ملك نبي ؟ قال : فأشار جبريل إلي بيده أن تواضع . فعرفت أنه لي ناصح ، فقلت : عبد نبي . فعرج ذلك الملك إلى السماء فقلت : يا جبريل قد كنت أردت أن أسألك عن هذا فرأيت من حالك ما شغلني عن المسألة فمن هذا يا جبريل ؟ فقال : هذا إسرافيل عليه السلام خلقه الله يوم خلقه بين يديه صافا قدميه لا يرفع طرفه ، بينه وبين الرب سبعون نورا ، ما منها من نور يكاد يدنو منه إلا احترق بين يديه لوح ، فإذا أذن الله في شيء من السماء أو في الأرض ، ارتفع ذلك اللوح فضرب جبهته ، فينظر فإن كان من عملي أمرني به . وإن كان من عمل ميكائيل أمره به . وإن كان من عمل ملك الموت أمره به . قلت : يا جبريل وعلى أي شيء أنت ؟ قال : على الريح والجنود . قلت : وعلى أي شيء ميكائيل ؟ قال : على النبات والقطر ؟ قلت : وعلى أي شيء ملك الموت ؟ قال : على قبض الأنفس وما ظننت أنه نزل إلا لقيام الساعة ، وما الذي رأيت مني إلا خوفا من قيام الساعة

İbn Abbâs’tan (ra) rivayete göre, Hz. Peygamber (sas), Cibrîl (as) ile konuşurken göğün kenarı yarıldı ve Cibrîl (as) yere doğru eğilmeğe başladı. Bu sırada (ufuktan) bir melek gelip, Resülullah’ın (sas) önünde durdu ve şöyle söyledi:

Ey Muhammed. Allâh sana selam söylüyor ve kral peygamber ile kul peygamber olma arasında seni muhayyer bırakıyor.

Allâh’ın Resulü (sas) der ki:

Cibrîl bana eliyle, ‘tevâzû göster’ şeklinde işaret edince, bana tavsiyede bulunduğunu anladım ve: ‘Kul peygamber olmayı tercih ederim’ dedim. Melek semaya çıkınca ben Cibrîl’e:

Ey Cibrîl! Sana o meleğin kim olduğunu sormak istemiştim. Fakat senin halini görmem beni sormaktan alıkoydu. Bu gelen kimdir?’ diye sordum. Cibrîl:

Bu, İsrâfîl’dir. Allâh, onu diğer meleklerle birlikte saf saf yarattığı günden beri, Rabbin huzurunda ayaklarını kıpırdatmaz ve gözünü yukarıya kaldırmaz. Rab ile onun arasında yetmiş nur (perdesi) vardır ki, onlardan herhangi bir nura yanaşsa mutlaka yanar. Levha, onun önündedir. Allâh azze ve celle, gökte veya yeryüzünde bir şey olmasını murat ettiğinde, o Levha yükselir ve İsrâfîl’in yüzüne vurur. İsrâfîl, ona bakar ve eğer (Allâh’ın murad ettiğini yapmak) benim işim ise bana emreder. Mîkâîl’in işi ise ona emreder. Şayet ölüm meleğinin işi ise ona emreder’ dedi. O zaman ben: ‘Ey Cibril senin görevin nedir?’ diye sorunca Cibrîl: ‘Rüzgârlar ve ordular üzerine vazifeliyim’ cevabını verdi. Ben: ‘Mîkâîl’in görevi nedir?’ diye sorunca, ‘Bitkiler ve yağmurlardan sorumludur’ cevabını verdi. Ben: ‘Ölüm meleğinin görevi nedir?’ diye sorunca, Cibrîl: ‘Ruhları almakla görevlidir’ cevabını verdi. Sonra Cibrîl şöyle dedi: ‘Ben İsrâfîl’in, sadece kıyamet kopacağında ineceğini zannetmiştim. Senin bende gördüğün hal ise, kıyametin koptuğu korkusundandır.[37]

Taberânî’nin Ebu Hüreyre’den (ra) yaptığı rivayete göre, Yahudilerden biri Resülullah’a (sas) gelerek: “Ey Ebü’l-Kâsım! Allâh azze ve celle ile yaratıkları arasında göklerden başka bir perde var mıdır?” diye sorunca, Resülullah (sas) şöyle cevap verdi:

Evet, Allâh ile Arş’ın etrafında olan melekler arasında ateşten yetmiş perde, nurdan yetmiş perde, karanlıktan yetmiş perde, sırma ile dokunmuş kalın atlastan (istebrak) yetmiş perde, altın ve gümüş tellerle işlenmiş parlak renkli ipek kumaştan (sündüs) yetmiş perde, beyaz inciden yetmiş perde, kırmızı inciden yetmiş perde, sarı inciden yetmiş perde, yeşil inciden yetmiş perde, ateş ve nur karışımı ışıktan yetmiş perde, kardan yetmiş perde, sudan yetmiş perde, buluttan yetmiş perde, doludan yetmiş perde ve Allâh’ın bildirmediği azametinden de yetmiş perde vardır.

Adam: “Bana, Allâh’a en yakın olan meleği bildir” deyince, Hz. Peygamber (sas) şöyle cevap verdiler:

Ona en yakın melek, İsrâfîl’dir. Sonra Cibrîl, Sonra Mîkâîl, sonra ölüm meleğidir. Allâh, hepsine salât etsin.[38]

4. Hz. Melekü’l-Mevt Azrâîl (as)

Hz. Azrâîl’in (as) asli görevi, Yüce Allâh’ın emri ve izni ile, canlıların hayatına son vermektir. Kur’ân-ı Kerîm’de geçen adı Melekü’l-Mevt’tir. Kur’ân-ı Kerîm’de “Melekü’l-Mevt” ismi bir ayet-i kerimede şu şekilde geçmektedir:

وَقَالُوٓاْ أَءِذَا ضَلَلْنَا فِى ٱلْأَرْضِ أَءِنَّا لَفِى خَلْقٍۢ جَدِيدٍ ۚ بَلْ هُم بِلِقَآءِ رَبِّهِمْ كَٰفِرُونَ قُلْ يَتَوَفَّىٰكُم مَّلَكُ ٱلْمَوْتِ ٱلَّذِى وُكِّلَ بِكُمْ ثُمَّ إِلَىٰ رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ

Şöyle dediler: Biz, toprağa karışıp yok olduktan sonra, gerçekten biz yeniden mi yaratılacakmışız? Aslında onlar, Rableri ile karşılaşacak olmalarını inkâr etmektedirler. De ki: Sizin için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alır, sonra da Rabbinize getirilirsiniz.” (Secde, 32/10-11)

Yukarıdaki ayet-i kerimede, can almakla görevli olan melek tekil olarak zikredilmekte, ruhları alındıktan sonra, kişilerin Allâh’ın (cc) huzuruna götürülecekleri beyan edilmektedir.

Ancak şimdi aktaracağımız ayet-i kerimelerde, can almakla görevli melekler çoğul kalıpları ile beyan edilmektedir.

Mesela, kötülüklerden korunan müttakî müminlerin ruhlarını alanlar, çoğul şekilde “melekler” olarak beyan edilmekte, onların bu görevlerinde şefkat ve nezaketle hareket ettikleri, canlarını almaya geldikleri müminlere selâm verdikleri şu şekilde beyan edilmektedir:

ٱلَّذِينَ تَتَوَفَّىٰهُمُ ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ طَيِّبِينَ ۙ يَقُولُونَ سَلَٰمٌ عَلَيْكُمُ ٱدْخُلُواْ ٱلْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

“(Müttakîler) O kimselerdir ki, melekler, canlarını hoş ve rahat oldukları halde alırlar. ‘Selâm size. Yapmış olduğunuz güzel işlerin mükâfatı olarak girin Cennet’e derler.” (Nahl, 16/32)

Ancak, kötülükler işlemek suretiyle kendilerine zulmeden zalim kimselerin canlarını alan melekler, söz konusu kişilerin yüzlerine ve arkalarına vurarak, onlara karşı sert ifadeler kullanmaktadırlar. Bu gerçek, ayet-i kerimede şöyle beyan edilmektedir:

وَلَوْ تَرَىٰٓ إِذْ يَتَوَفَّى ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ ۙ ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَٰرَهُمْ وَذُوقُواْ عَذَابَ ٱلْحَرِيقِ

Yüzlerine ve sırtlarına vurarak ve ‘Tadın bakalım, Cehennem azabını!’ diyerek, inkârcıların canlarını alırken melekleri bir görsen!” (Enfal, 8/50)

İnkarcılar için benzer keyfiyet, bir başka ayet-i kerimede daha beyan edilir ve burada da “melekler” denilerek çoğul kalıp kullanılır:

فَكَيْفَ إِذَا تَوَفَّتْهُمُ ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَٰرَهُمْ

Melekler, onların yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırken, halleri nice olacak?” (Muhammed, 47/27)

Bir diğer ayet-i kerimede ise, ölüm melekleri için, çoğul kalıpta olmak üzere “elçiler” kelimesi kullanılır:

فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ ٱفْتَرَىٰ عَلَى ٱللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِـَٔايَٰتِهِۦٓ ۚ أُوْلَٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَصِيبُهُم مِّنَ ٱلْكِتَٰبِ ۖ حَتَّىٰٓ إِذَا جَآءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْ قَالُوٓاْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ تَدْعُونَ مِن دُونِ ٱللَّهِ ۖ قَالُواْ ضَلُّواْ عَنَّا وَشَهِدُواْ عَلَىٰٓ أَنفُسِهِمْ أَنَّهُمْ كَانُواْ كَٰفِرِينَ

Allâh hakkında yalan uydurandan veya O’nun ayetlerini yalan sayandan daha zalim kimdir? Onların kitaptaki payları ne ise, kendilerine erişecektir. Sonunda, canlarını alacak elçilerimiz (ölüm melekleri) gelince, ‘Allâh’tan başka, tapmakta olduklarınız nerede?’ derler. Onlar, ‘Bizi bırakıp kayboldular!’ derler. Sonra da, inkârcı oldukları konusunda, kendi aleyhlerine şahitlik ederler.” (Araf, 7/37)

Yukarıdaki izahlardan hareketle, Allâhu a’lem, “Melekü’l-Mevt”in (Azrâîl), ruhları almakla görevli melekler topluluğunun reisi olduğunu ve meleklerden yardımcıları bulunduğunu söylemek mümkün görünmektedir.

C. Melekler mi Yoksa Peygamberler mi / Beşer mi Daha Üstündür?

“Melekler mi yoksa peygamberler mi daha üstündür?” sorusu, bilhassa Kelam alimlerimizi ve İslam filozoflarını meşgul etmiş bir konudur.

Bu hususu, kelâm, felsefe, tefsir ve usûl-i fıkıh alanlarına dair çalışmalarıyla tanınan Eş‘arî âlimi Fahrüddîn er-Râzî (ö. 606/1210), kelâma dair en hacimli eseri El-Meṭâlibü’l-ʿÂliye’de, “melekler beşerden daha üstündür” iddiasına sahip çıkarak, konuyu yirmi kadar sem’î naklî, aynı zamanda aklî ve felsefî deliller ile açıklar.[39]

Ancak kelâmcı, muhakkik, usûlcü ve dilci âlimimiz Adudüddin el-Îcî (v. 756/1355), El-Mevâḳıf fî ʿİlmi’l-Kelâm adlı eserinde, hem muvafık hem de muhalif görüşleri özetleyerek, “peygamberler daha üstündür” iddiasına sahip çıkar.

Bu kelâmî tartışmalar, daha sonraları bazı alimler tarafından “melekler daha üstündür”, bazı alimler tarafından da “insanlar daha üstündür” şekline dönüştürülmüştür.

Biz, konu ile ilgili olarak, önce Îcî’nin Mevâkıf’taki görüşlerini nakledecek, daha sonra da melekler ve insanlar arasındaki “üstünlük” kıyaslamasının doğru olup olmadığı ile ilgili kısa bir yorum yapacağız.

Adudüddin el-Îcî şöyle diyor:

“Sekizinci Maksat: Peygamberlerin Meleklerden Üstün Oluşudur.

Peygamberlerin, yersel meleklerden üstün olduğu hususunda herhangi bir tartışma yoktur. Tartışma, göksel melekler hakkındadır. Ashabımızın çoğu, peygamberlerin daha üstün olduğunu söylemiştir. Şia da bu görüştedir. Mu‘tezile ile bizden Ebû Abdullah el-Halîmî meleklerin daha üstün olduğunu söylemiştir. Filozoflar da bu görüştedir.

Ashabımız, peygamberlerin meleklerden daha üstün olduklarına dair dört delil getirmiştir:

1. Allâh Teâlâ’nın, “Hani biz meleklere, Adem’e secde edin demiştik” (Bakara, 2/34) ayetidir. Burada akla gelen şey, daha aşağı olanın, daha yüksek olana secde etmesinin emredilmesidir. Bunun tersi hikmete aykırıdır. Şöyle denemez, ‘Belki buradaki secde, bir yönelme / teveccüh etme anlamı ifade etmektedir, tazim secdesi değildir.’ Çünkü biz şöyle diyoruz: “Bana üstün kıldığın şu kişiye bir bak!” (İsra, 17/62) ve “Ben ondan daha üstünüm, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın!” (Araf, 7/12; Sad, 38/76) ayetleri, söz konusu secdenin, şereflendirme secdesi olduğunu göstermekte ve diğer ihtimalleri nefyetmektedir.

2.  Allâh Teâlâ’nın, “Allâh, Adem’e bütün isimleri öğretti, sonra da onları meleklere gösterip, ‘Eğer iddianızda sadık iseniz bunların isimlerini söyleyiniz’ dedi.” (Bakara, 2/31) ayetleridir. Bilen, bilmeyenden daha üstündür. Çünkü ayetin amacı budur. Yine ayette, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39/9) buyurulmaktadır.

3.  İnsanın şehveti, öfkesi ve vakit alan meşguliyetleri gibi, ibadet etmesinin önünde engeller vardır. Oysa meleklerde bunların hiçbiri yoktur. Kuşkusuz bu engellerle birlikte ibadet, daha ihlaslı ve daha çetindir. Dolayısıyla Hz. Peygamber ’in şu sözünden dolayı insan daha üstündür: “Amellerin en üstünü, en zor olanıdır.

4. İnsan, melek ile hayvan arasında bir yapıda yaratılmıştır. Dolayısıyla o, aklı sayesinde meleklerden bir paya, tabiatı sayesinde de hayvanlardan bir paya sahiptir. Sonra, kimin tabiatı aklına baskın gelirse o, hayvanlardan daha kötüdür. Zira Yüce Allâh, “İşte onlar, hayvanlar gibi, hatta daha sapkındırlar” (Araf, 7/179; Furkan, 25/44) ve “Allâh katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü, muhakkak ki akıllarını kullanmayan (dini inançlarla ilgili gerçekleri göremeyen) sağırlardır, dilsizlerdir.” (Enfal, 8/22) buyurmuştur. Bu durum, aklı tabiatına baskın gelenin, meleklerden daha üstün olmasını gerektirmektedir.[40]

D. Konunun Değerlendirilmesi

Başta Yüce Nebi (sas) olmak üzere bütün Peygamberler (ase), insanlara Rahman ve Rahim Allâh’ın mesajını iletmek için seçilmiş çok özel varlıklardır ve insanlara güzel örnek teşkil ederler. Bu nedenle, Peygamberlerin (ase) yüceliği düşüncesi, oldukça yerinde bir imânî tutumdur. Adudüddin el-Îcî’nin bu yöndeki yorumları güzel olmakla birlikte, Peygamberler (ase) ve melekler arasında, kategorik bir fark bulunduğunu belirtmemiz gerekmektedir.

İslam inancında melekler, Yüce Allâh’ın yarattığı varlıklardır ve insanlar için çok önemli görevler üstlenmektedirler. İnsanlara rehberlik etmekte, onları kötülüklerden korumakta, Yüce Allâh’ın kendilerine tevdi ettiği sorumluluklarını ve emirlerini harfiyyen ve duraksamaksızın yerine getirmektedirler. Bu nedenle, melekler de saygı duyulması gereken çok önemli ve özel varlıklardır.

İslâmî açıdan, Peygamberler (ase) ve melekler, hem seçkin hem de farklı rollere sahip ve birbirleri ile kıyas edilmemeleri gereken kategorilerde yer alan, saygı duyulmaları gereken varlıklardır. Dolayısı ile bu her iki seçkin grubun, birbirleri ile üstünlük mukayesesine alınması, kanaatimizce mantık açısından yanlış olmaktadır. Öyle ki, bazı alimlerimiz, melekleri insandan üstün görenleri dini bilmemek ile, bazı alimlerimiz de insanları meleklerden üstün görenleri küfre girmekle suçlamışlardır.

Halbuki, Peygamberler (ase), insanlara Yüce Allâh’ın yüksek mesajlarını eksiksiz bir şekilde iletirlerken, melekler de insanlara koruyuculuk, rehberlik, yardım, vb. faaliyetlerini, Yüce Allâh’ın izni ve inayeti dairesinde daimi bir şekilde icra etmektedirler. Bu her iki kategori birbirlerinden tamamen farklıdırlar. Dolayısı ile mukayeseleri de çeşitli açılardan yanlıştır.

Yaratılış maddesi “nur” olan melekler ile, yaratılış maddesi “toprak” olan peygamberlerin / beşerin, birbirleri ile “üstünlük” mukayesesine alınmasının yanlışlığı, şimdi aktaracağımız Kur’ânî naslarda rahatlıkla görülebilmektedir.

Bilindiği üzere, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Hz. Adem’i (as) yaratmış, meleklere de Adem’e (as) secde (tazim gibi anlayan müfessirlerimiz de vardır) etmelerini emretmişti. Bu emre bütün melekler itaat ile cevap verirlerken, İblis kibirlenerek diretmiş, secde emrini yerine getirmemişti. Bunun üzerine, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, ona mazeretini belirtmesi imkanı vermiş, o da şöyle bir mazeret öne sürmüştü:

قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلَّا تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ ۖ قَالَ أَنَا۠ خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِى مِن نَّارٍۢ وَخَلَقْتَهُۥ مِن طِينٍۢ

“(Allâh) ‘Ben sana emretmişken, seni secde etmekten ne alıkoydu?’ dedi. (İblis) ‘Ben ondan (Âdem’den) daha üstünüm. Çünkü, Sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın’ dedi.” (Araf, 7/12; Sâd, 38/76)

Bu ayet-i kerimede açıkça görüldüğü üzere, İblis, kendisininki ile Adem’in (as) yaratılış maddelerini birbirleri ile kıyas ederek, ateşin topraktan daha üstün olduğunu öne sürmekte ve bu nedenle de secde emrini yerine getirmemektedir.

Yüce Nebi (sas), İblis’teki mantık hatasına şu şekilde işaret buyurur:

أول من قاس إبليس، وما عبدت الشمس والقمر إلا بالمقاييس

Kıyas yapanların ilki İblîs’tir. Güneş ve aya da, yapılan kıyaslamalar sebebi ile tapınılmıştır.[41]

Hem ayet-i kerime hem de hadis-i şerif ışığında anlaşılan husus, yaratılış maddelerinin birbirleri ile kıyaslanarak, “üstünlük” sebebi sayılmasının açık yanlışlığıdır. Dolayısı ile melek ve beşer, birbirleri ile “üstünlük” kıyasına alınamazlar. Mantık bilimine göre bu kıyasın adı, “fasit kıyas”tır. Çünkü, öncülleri yanlıştır. Aslında iki birbirine benzemeyen şey, birbirleri ile kıyaslanmaya çalışılmaktadır.

Burada akla, “Öyleyse, niçin meleklerin Hz. Adem’e (as) secdeleri emredilmiştir?” sorusu gelebilir. Bu sorunun cevabı da şudur:

Evet, meleklerin, Hz. Adem’e (as) secde etmeleri yönünde, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinden (اسْجُدُوا لِاٰدَمَ) “Âdem’e secde ediniz” (Bakara, 234; Araf, 7/11; İsra, 17/61; Kehf, 18/50; TâHê, 20/116) nassı varid olmuştur. Ancak bilindiği üzere, “mevrid-i nasta, içtihada mesağ yoktur.” Bir konuda katî emir gelmişse (nas), o konuda içtihat ya da görüş belirtilmesi ki buna “üstünlük” mukayesesi yapılması dahildir, geçersiz hale gelir.

Böylece, melek ve beşer arasındaki “üstünlük” tartışmaları anlamsız hale gelmiş ve kendiliğinden ortadan kalkmış olur. Melekler ve insanlar farklı varlık türleridir ve farklı niteliklere sahiptirler. Bu iki varlık türü arasında doğrudan bir üstünlük ilişkisi kurmak, mantıksal olarak doğru değildir. Bu tür bir kıyaslama, mantık açısından geçerlilikten yoksundur.

Melekler ile insanları üstünlük açısından kıyaslamaya çalışmak yanlıştır. Hem melekler hem de insanlar, Yüce Allâh tarafından yaratılmış varlıklardır ve bilhassa insanın kendine özgü güçlü ve zayıf yönleri vardır. Melekler ise, insanlarla aynı sınırlamalara tabi olmayan manevi ve ruhani varlıklardır. Melekler, yemek yemeye veya uyumaya ihtiyaç duymazlar, insanüstü bir güce ve anlama kapasitesine sahiptirler. Bununla birlikte, meleklerin insan duygularını ve deneyimlerini anlama ve bunlarla ilişki kurma yeteneklerinin de sınırlı olduğu görülmektedir. Çünkü melekler, insanların bazı fiillerine büyük bir hayranlık duyarlarken, Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri söz konusu insanın iç seslerine muttalidir ve meleklerine işin öyle olmadığını söylemektedir.

Öte yandan insanlar, zaman ve mekanla sınırlı fiziksel varlıklardır. Yemek yemeye ve istirahate ihtiyaçları vardır. Anlayışımız ve yeteneklerimiz de fiziksel bedenlerimizle sınırlıdır. Bununla birlikte, insanlar aynı zamanda meleklerin yapamayacağı bir şekilde dünyayı imar etme, iyi veya kötü fiilleri üretme yeteneğine sahiptirler. Bu açıdan, melekleri ve insanları, Yüce Rabbimizin sonsuz yaratma faaliyetinde yer almış ayrı ayrı varlıklar olarak görmek daha uygun olacaktır. İnsanlar, Yüce Allâh’a sevgi ve O’na ibadet sorumluluğu taşırlarken, melekler de aynı şekilde O’na kesintisiz ibadetle, insanlara hizmet etmekle ve korumakla yükümlü ruhanilerdir.

Yaratılış maddelerine göre meleklerin mi yoksa insanların mı üstün olduğu konusunda kesin bir sonuca varmak imkansızdır. Çünkü bir şeyin yaratıldığı malzeme, mutlak bir şekilde onun değerini belirlememektedir. Mesela, elmas değerli bir mücevherdir. Ancak aynı zamanda kömürün yapıldığı malzeme olan karbondan şekillenmiştir. Benzer şekilde, melek nurdan yaratılmış olmasına rağmen, bu onu mutlak bir şekilde insandan üstün yapmamaktadır. Nihayetinde bir varlığın değeri, yaratılış malzemesiyle değil, Allâh (cc) ile olan ilişkisi ile belirlenmekte ve şekillenmektedir. Hem melekler hem de insanlar Yüce Tanrı’nın iradesi ile yaratılmışlardır ve her iki varlık türü de Rab Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerini sevme, O’na ihlas ile ibadet ve hizmet etme potansiyeline sahiptirler.

Yaptığımız araştırmalar ve analizler sonucunda bu tezimiz yenilikçidir, önceki çalışmalardan farklıdır ve literatüre yeni bir perspektif getirmektedir. Bu tezimiz, bir araştırma açığını ortaya koymakta, dini literatürdeki bir boşluğu doldurmakta ve yeni bir anlayış sağlamaktadır. Bu tezimizin öne sürdüğü fikirler, daha önce hiçbir alim tarafından öne sürülmemiştir. Bu tezimiz, alandaki mevcut bilgiye katkıda bulunmakta ve daha önce ifade edilmemiş bir hususa ışık tutmaktadır.

E. Kur’ân-ı Kerîm’de Anılan Diğer Melekler ve Görevleri

(Bakara, 2/285-286)

Kur’ân-ı Kerîm’de, yukarıda ayrıntılarını vermeye çalıştığımız dört büyük melekten başka, görevleri ve sorumlulukları itibarı ile çeşitli melek gurupları da beyan edilmektedir. Şimdi, çeşitli görevleri ve unvanları itibarı ile bu meleklerden nasıl bahsedildiğini görmeye çalışacağız.

1. Mukarrabûn Melekleri

Kur’ân-ı Kerîm, Yüce Allâh’a (cc) yakın (mukarreb) meleklerin varlığına şu şekilde işaret buyurur:

لَّن يَسْتَنكِفَ ٱلْمَسِيحُ أَن يَكُونَ عَبْدًا لِّلَّهِ وَلَا ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ ٱلْمُقَرَّبُونَ ۚ وَمَن يَسْتَنكِفْ عَنْ عِبَادَتِهِۦ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ إِلَيْهِ جَمِيعًا

Mesih (Hz. İsa), hiç bir zaman Allâh’ın kulu olmaktan çekinmez. Mukarrebûn Melekler (Allâh’a yakın melekler) de çekinmezler. Kim Allâh’a kulluktan, ona ibadetten çekinir ve büyüklenirse bilsin ki, Allâh kıyamette hepsini huzurunda toplayacaktır.” (Nisa, 4/172)

Ayet-i kerîme, derece ve fazilet bakımından meleklerin tabakalarının birbirlerinden farklı olduğuna delâlet etmektedir. Meleklerin en büyükleri, Hz. Cebrail (as), Hz. Mîkâîl (as), Hz. İsrâfîl (as), Hz. Azrâîl (as), Hamele-i Arş ve Arş’ın etrafını kuşatmış olan diğer meleklerdir.

“Mukarrabûn Melekler” ise, Yüce Allah’a en yakın melekler anlamına gelmektedir. Bu has dairedeki melekler, özel bir yakınlık ve görevle Yüce Allah’ın huzurunda sürekli olarak ibadet ve tesbih eden yüksek konumlu meleklerdir. Bu meleklerin asli görevleri, Cenâb-ı Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin azametini ve kudretini sürekli olarak dile getirmek, O’na sürekli şekilde ibadet ile meşgul olmaktır. Bu melekler, Cenâb-ı Allah’a yakınlık dereceleri itibarı ile diğer meleklerden daha üstün bir konumdadırlar.

Kur’ân-ı Kerîm, “Mukarrabûn Melekleri” hakkında doğrudan bir bilgi vermemektedir. Ancak, bazı hadis-i şerîflerin beyanı ile bu melekler, Yüce Allah’ın huzurunda bulunan, Allah’ın yüceliğini, kudretini ve ilahî hükümlerini daimî bir şekilde dile getiren, O’na (cc) sürekli şekilde ibadet eden meleklerdir. Onların görevleri, sadece Allah’ın yüceliğini ifade etmek, emirlerine sadık bir şekilde itaat etmektir.

2. Arş’ı Taşıyan Melekler

وَتَرَى ٱلْمَلَٰٓئِكَةَ حَآفِّينَ مِنْ حَوْلِ ٱلْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ ۖ وَقُضِىَ بَيْنَهُم بِٱلْحَقِّ وَقِيلَ ٱلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ

Melekleri görürsün. Rablerini hamd ile tesbih ederek arşın etrafını bürümüşlerdir. (Cennetlik ve Cehennemliklerin) Aralarında adaletle hüküm verilmiştir. Şöyle denilir: Hamd, âlemlerin Rabbi Allâh’adır.” (Zümer, 39/75)

Ahmed b. Hanbel’in, Mâlik b. Dinar’dan aktardığına göre, gökte bulunan ve Allâh’ı tesbih eden meleklerin, çakıl taşları ve yıldızlar adedince gözleri vardır. Her gözün altında, sahibinin anlamadığı bir dilde, Allâh azze ve celleyi hamd ile tesbih eden iki dudak vardır. Arşı taşıyan meleklerin ise boynuzları vardır. Boynuzlarının araları, beş yüz yıllık mesafe kadardır. Arş da boynuzlarının üzerindedir.[42]

Arş’ı taşıyan meleklerin Rab Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerini hamd ile tesbih etmeleri, ayrıca bu meleklerin yeryüzündeki müminler için bağışlanma talepleri ayet-i kerimede şöyle tafsil edilir:

اَلَّذٖينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِهٖ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَیْءٍ رَحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْفِرْ لِلَّذٖينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبٖيلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَحٖيمِ

Arş’ı taşıyan ve onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler. O’na inanırlar ve müminlerin bağışlanmaları için şöyle dua ederler: ‘Ey Rabbimiz! Sen, rahmetinle ve bilginle her şeyi kuşattın. Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla. Onları Cehennem azabından koru.” (Mümin, 40/7)

Ebu’ş-Şeyh’in İbn Abbâs’tan (ra) rivayetine göre, Resülullah (sas) bir araya toplanmış olan ashâbının yanına geldi ve:

Neden böyle toplandınız?” diye sordu.

Ashab: “Rabbimizi zikretmek ve azametini düşünmek için toplandık” cevabını verdiler. Allâh Resulü (sas):

Azametini düşünerek bir yere varamazsınız. Ama Rabbinizin azametinden birazını size söyleyeyim mi?” buyurunca, ashab:

“Tabi ki söyle Yâ ResulAllâh!” dediler. Bunun üzerine Allâh Resulü (sas) şöyle buyurdu:

Arş’ı taşıyan meleklerden biri de İsrâfîl isminde bir melektir. Arş’ın köşelerinden biri bu meleğin omuzları üzerindedir. Ayakları yerin yedinci kat altında, başı ise yedinci kat semayı aşmıştır. Rabbinizin onun gibi de nice yaratıkları vardır.

وَٱلْمَلَكُ عَلَىٰٓ أَرْجَآئِهَا ۚ وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍۢ ثَمَٰنِيَةٌ

Melekler semanın etrafındadırlar. O gün sekiz melek, Rabbinin arşını üstlerinde (boyunlarında) taşır.” (Hâkka, 69/17)

Hadis hâfızı ve tarihçi Ebu’ş-Şeyh el-İsfahânî’nin (v. 369/979), ilk zâhid ve muhaddislerden Hassân b. Atiyye’den (v. 130/748) rivayetine göre, Arş’ı taşıyan melekler sekiz tanedir. Ayakları yedi kat yerde iken, başları yedinci kat semayı aşmıştır. Arş ise, boyları kadar olan boynuzlarının üzerindedir.[43]

Ebu’ş-Şeyh’in, Zâzân’dan (asıl ismi Ebû Amr el-Kindi’dir, ulemanın büyüklerinden olan bu kişi, Hz. Peygamber (sas) hayattayken doğmuş, Hz. Ömer’in (ra) Câyibe’deki hutbesine şahit olmuştur) rivayetine göre, Arş’ı taşıyan meleklerin ayakları yerin en alt katındadır. Arş’tan gelen nurun ışığından dolayı, başlarını yukarı kaldırıp bakamazlar.”[44]

Ebu’ş-Şeyh’in, Hârun b. Riâb’dan rivayetine göre de, Arş’ı taşıyan melekler sekiz tanedir. Bunlardan dördü ince ve tatlı bir sesle; “Seni ilminden sonra bile, hilminden dolayı hamd ile tesbih ederiz” derken, diğer dördü; “Kudretinden sonra bile, bağışlamandan dolayı seni hamd ile tesbih ederiz” derler.[45]

3. Kirâmen Kâtibîn

Sözlükte “yazan, kayda geçiren” anlamındaki “kâtip” ile “iyi, dürüst ve değerli” anlamındaki “kerîm” kelimesinin çoğulundan oluşan “kirâmen kâtibîn” terkibi, “değerli yazıcılar” anlamına gelmektedir.

Bu melekler ile ilgili ayet-i kerime şöyledir:

أَمْ يَحْسَبُونَ أَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوَىٰهُم ۚ بَلَىٰ وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ

Yoksa biz, kalplerinde gizlediklerini ve fısıltılarını işitmez miyiz sanıyorlar? Hayır işitiyoruz. Ayrıca onların yanındaki (melek) elçilerimiz (fısıltı ve niyetlerini tespit edip) yazıyorlar.” (Zuhruf, 43/80)

Yüce Allâh’ın (cc), insana şah damarından daha yakın olduğu, kişinin sağında ve solunda karşılıklı oturan iki meleğin bulunduğu, insanın ağzından çıkan her sözü bu meleklerin nasıl incelikle kaydettikleri ise şu şekilde beyan edilmektedir:

إِذْ يَتَلَقَّى ٱلْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ ٱلْيَمِينِ وَعَنِ ٱلشِّمَالِ قَعِيدٌ مَّا يَلْفِظُ مِن قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ

“(İnsanoğlunun) Biri sağında diğeri solunda oturmuş iki alıcı (kâtip melek), amelleri kaydetmektedirler.İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında kendisini gözetleyen (rakîb), dediklerini kaydeden (atîd) hazır olmasın!” (Kâf, 50/17-18)

Ebû Saîd el Hudrî’den (ra), merfu olarak rivayet edildiğine göre, Nebi (sas) şöyle buyurmuştur:

إِذَا أَصْبَحَ ابْنُ آدَمَ فَإِنَّ الأَعْضَاءَ كُلَّهَا تُكَفِّرُ اللِّسَانَ فَتَقُولُ اتَّقِ اللَّهَ فِينَا فَإِنَّمَا نَحْنُ بِكَ فَإِنِ اسْتَقَمْتَ اسْتَقَمْنَا وَإِنِ اعْوَجَجْتَ اعْوَجَجْنَا ‏.‏

Sabah olduğu zaman bütün organlar dile yalvararak şöyle derler: Bizim için, Allâh’a karşı takva dairesinde kal. Çünkü biz, seninle birlikteyiz. Sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Sen eğilirsen, biz de eğiliriz.[46]

Elmalılı Hamdi Yazır, yukarıdaki ayet-i kerimenin yorumu ile ilgili olarak şöyle diyor:

“Ayetin zahirinden anlaşıldığına göre bu melekler, ağızdan çıkan her sözü yazarlar, bunun delâletinden, fiilleri de yazdıkları anlaşılır. Ancak içteki vesveseler gibi bazı şeylerin Allâh’a malum olmakla birlikte, meleklerden gizli kaldığı akla gelir. İmam Mâlik, “Her şey yazılır, hatta hastalıktaki inleme bile” demiştir. Lâkin bundan anlaşılan, dışa çıkan her şey demektir… Demek ki niyet, azim ve karar mertebesine gelmeyen vesveseler yazılmaz. Bu bakımdan, “Nefsinin ona verdiği vesveseler” niyet ve kast mertebesine ulaşmayan içten konuşmalar, kararı olmayan soyut hatıralar olmuş olur.”[47]

Kur’ân-ı Kerîm’de, insanın cömert Rabbine karşı aldanmış bir hale girmesi, daha da ileri gidip hesap ve ceza gününü inkâr etmesi haline karşı dikkat çekici uyarı şöyle gelmektedir:

 وَإِنَّ عَلَيْكُمْ لَحَٰفِظِينَ كِرَامًا كَٰتِبِينَ

Bilin ki üzerinizde kaydedenler vardır. (Amellerinizi yazan ve Allâh katında) Kerîm olan kâtip melekler var.” (İnfitâr, 82/10-11)

Yazıcı melekler, Kâf Suresi’ndeki âyet-i kerime (50/17) haricinde, çoğul olarak zikredilmişlerdir. Bu ayet-i kerimeler, sorumluluk gerektiren bütün düşünce, söz ve tutumlarında, insanların daha dikkatli olmasını temin etmektedirler.

4. Muakkibât Melekleri

Görevleri itibarı ile yazıcı meleklerle de karıştırılabilen diğer bir melek grubu ise “muakkibât” melekleridir. “Muakkib” kelimesi sözlük anlamı itibarı ile, “peşi sıra giden, ardına düşen, ardından gelen, takip eden kimse” demektir. Ancak, şimdi nakledeceğimiz ayet-i kerimedeki muakkip melekler, daha çok insanın her türlü tehlikeden korunmasında görev alan meleklerdir:

سَوَآءٌ مِّنكُم مَّنْ أَسَرَّ ٱلْقَوْلَ وَمَن جَهَرَ بِهِۦ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِٱلَّيْلِ وَسَارِبٌۢ بِٱلنَّهَارِ لَهُۥ مُعَقِّبَٰتٌ مِّنۢ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِۦ يَحْفَظُونَهُۥ مِنْ أَمْرِ ٱللَّهِ

İçinizden, sözünü (benliğinde) gizleyen veya açığa vuran, gecede saklanan veya gündüzde görünen (her şey Allâh’a göre) eşittir. İnsanı, önünden ve arkasından takip eden melekler var. Onu, Allâh’ın emri ile korurlar.” (Ra’d, 13/10-11)

Yukarıdaki ayet-i kerîme münasebeti ile İbn Ebî Hatim Tefsîr’inde ve Taberânî Mu’cemü’l-Kebîr’inde, İbn Abbâs’tan şu rivayeti aktarmaktadırlar:

“Erbid b. Kays ve Âmir b. et-Tufeyl, Medine’ye gelerek Resülullah’ın (sas) yanına gidip önünde oturdular. Âmir şu soruyu sordu:

“Eğer ben Müslüman olursam bana ne vereceksin?” Efendimiz (sas) cevap buyurdular:

Müslümanların lehine olan senin de lehine, onların aleyhine olan senin de aleyhine olacak.

Âmir: “Eğer Müslüman olursam, senden sonra yönetimi bana verir misin?”

Efendimiz (sas): “Bu ne sana ne de kavminedir. Fakat atların dizginleri senindir.

Âmir: “Şimdi zaten Necid atlarının dizginleri benim elimdedir. Çöller benim, kasabalar senin olsun?”

Efendimiz (sas): “Hayır” buyurdular.

Erbid ve Âmir, Resülullah’ın (sas) yanından ayrılırlarken Âmir şöyle yemin etti:

“Allâh’a yemin olsun ki burayı sana karşı atlılar ve insanlarla dolduracağım!”

Efendimiz (sas): “Allâh sana engel olacaktır” buyurdu.

Onlar, Resülullah’ın (sas) huzurundan çıktıktan sonra, Âmir, Efendimiz’e (sas) tasarladığı suikast planını Erbid’e şöyle anlattı:

“Ey Erbid, ben, Muhammed’i söze tutayım. Sen de arkasından yaklaşıp kılıcınla işini bitir. Sen Muhammed’i öldürünce, insanlar diyete razı olmaktan baka bir şey yapamayacak, savaştan kaçınacaklardır. Diyetini veririz, olur biter” dedi. Erbid, “tamam” dedi ve suikast plânlarını uygulamak üzere geri dönerek, Resülullah’ın (sas) yanına geldiler. Âmir:

“Ey Muhammed, benimle beraber kalk da seninle konuşalım” deyince, Resülullah (sas) kalktı ve ikisi bir duvarın dibinde durdular. Âmir, Resülullah’ın (sas) yanında konuşarak oyalarken, Erbid çekmek için elini kılıcının kabzasına atınca, eli kılıcın kabzası üzerinde adeta dondu. Dolayısı ile Erbid, Resülullah’a (sas) tasarladığı suikastı gerçekleştiremedi. Resülullah (sas) arkasına dönüp de Erbid’in ne yapmak istediğini anlayınca yanlarından ayrıldı. Âmir Erbid’e, “Sana ne oldu da yerinde donup kaldın, ona vuramadın?” diye sorunca, Erbid, “Elimi kılıcımın kabzası üzerine koyar koymaz sanki elim kurudu” karşılığını verdi.

Âmir ve Erbid, Resülullah’ın (sas) yanından ayrılıp ‘Harratu Vâkim’ (siyah volkanik taşlar) denilen yere gelince konakladılar. Bu sırada yanlarına Sa’d b. Muâz (ra) ve Useyd b. Hudayr (ra) geldiler ve: “Ey Allâh’ın düşmanları, Allâh ikinize de lanet etsin, çıkın ve uzak olun buradan” deyip onlara hakaret ettiler. Amir, “Ey Sa’d! Bu yanındaki kim?” diye sorunca, Sa’d, “Useyd b. Hudayr el-Ketâib” cevabını verdi. Bunun üzerine Âmir, “Eğer bu kişi Hudayr ise o benim dostumdur” dedi. Âmir, Medine’deki Rakım denilen yere gelince, Allâh Erbid’e bir yıldırım göndererek onu öldürdü. Âmir yola çıkıp Cerîb denilen yere gelince, Allâh ona bir çıban musallat etti ve o da bu çıban sebebiyle öldü.

Cenâb-ı Allâh, bu hadise ile ilgili olarak hem yukarıdaki ayet-i kerimeyi indirdi hem de Erbid’in canının alınması şeklini beyan için şu ayet-i kerimeyi indirdi:

وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهٖ وَالْمَلٰئِكَةُ مِنْ خٖيفَتِهٖ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُصٖيبُ بِهَا مَنْ يَشَاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِى اللّٰهِ وَهُوَ شَدٖيدُ الْمِحَالِ

Gök gürültüsü O’na hamd ile, Melekler de O’ndan korkarak tespih ederler. O, yıldırımlar gönderir, onlarla dilediğini çarpar. Onlar, Allâh hakkında mücadele ediyorlar. Hâlbuki O, azabı çok şiddetli olandır.” (Ra’d, 13/13)[48]

5. Hafaza Melekleri

Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin izni ile, görevleri açısından, “muakkib” meleklere yakın vazifeler icra eden diğer bir melek grubu ise, “hafaza” yani koruyucu muhafız meleklerdir ve her bir insan için takdir edilen sayıları da gayet yüksektir. Bu bilgi itibarı ile baktığımızda, insan adeta bir melek ordusu ile hareket etmektedir denilebilir:

وَهُوَ ٱلْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِۦ ۖ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةً

O, kullarının üstünde egemendir. Size koruyucu melekler gönderir.” (Enam, 6/61)

Taberânî, Ebû Ümâme’den Resülullah’ın (sas) şöyle buyurduğunu nakletmektedir:

وُكِّلَ بالمُؤمِنِ تِسعونَ ومِئَةُ مَلَكٍ يَذُبُّون عنه ما لم يُقدَّرْ عليه، من ذلك النَّفَرِ تِسعةُ أملاكٍ يَذُبُّون عنه كما تَذُبُّون عن قَصعَةِ العَسَلِ الذُّبابَ في اليَومِ الصائِفِ، وما لو بدا لكم لرَأَيتُموه على جَبَلٍ وسَهْلٍ، كلُّهم باسِطٌ يَدَيهِ فاغِرٌ فاه، وما لو وُكِّلَ العبدُ فيه إلى نَفْسِه طَرْفةَ عَينٍ خَطَفتْه الشَّياطينُ

Mümin için, ona takdir edilmemiş kötülüklerden koruması için, üç yüz altmış melek görevlendirilmiştir. Bunlardan yedi tanesi, tıpkı yaz gününde sineklerin bal çanağından kovalandığı gibi, belaları ondan defederler. Eğer görebilseydiniz, (şeytanların) her birinin, her düzlükte ve dağda, ellerini ve ağızlarını açmış (zarar vermek için bekliyor) olarak görürdünüz. İnsanoğlu bu varlıklara karşı bir an bile kendi haline bırakılmış olsaydı, bu şeytanlar insanı ele geçirirlerdi.[49]

Ali b. Ebî Tâlib (ra) şöyle demektedir:

Her kulu, üzerine duvar yıkılmaması veya kuyuya düşmemesi ya da bir hayvanın kendisine zarar vermemesi için onu korumakla görevli hafaza melekleri vardır. Bu kişiye takdir edilen bir şey isabet edeceği zaman, hafaza melekleri ondan ayrılır. Böylece, Allâh’ın dilediği şey o kişiye isabet eder.[50]

6. Münker ve Nekir

Ölümden sonra insanları sorguya çekecek olan iki meleğin adı “Münker” ve “Nekir”dir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu meleklerin adları zikredilmemiş olmakla birlikte, hadis rivayetlerinde Münker ve Nekir’den söz edilmektedir.

Ebu Hüreyre’den (ra) gelen bir rivayete göre, Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:

إِذَا قُبِرَ الْمَيِّتُ – أَوْ قَالَ أَحَدُكُمْ أَتَاهُ مَلَكَانِ أَسْوَدَانِ أَزْرَقَانِ يُقَالُ لأَحَدِهِمَا الْمُنْكَرُ وَالآخَرُ النَّكِيرُ فَيَقُولاَنِ مَا كُنْتَ تَقُولُ فِي هَذَا الرَّجُلِ فَيَقُولُ مَا كَانَ يَقُولُ هُوَ عَبْدُ اللَّهِ وَرَسُولُهُ أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ ‏.‏ فَيَقُولاَنِ قَدْ كُنَّا نَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُولُ هَذَا ‏.‏ ثُمَّ يُفْسَحُ لَهُ فِي قَبْرِهِ سَبْعُونَ ذِرَاعًا فِي سَبْعِينَ ثُمَّ يُنَوَّرُ لَهُ فِيهِ ثُمَّ يُقَالُ لَهُ نَمْ ‏.‏ فَيَقُولُ أَرْجِعُ إِلَى أَهْلِي فَأُخْبِرُهُمْ فَيَقُولاَنِ نَمْ كَنَوْمَةِ الْعَرُوسِ الَّذِي لاَ يُوقِظُهُ إِلاَّ أَحَبُّ أَهْلِهِ إِلَيْهِ ‏.‏ حَتَّى يَبْعَثَهُ اللَّهُ مِنْ مَضْجَعِهِ ذَلِكَ ‏.‏ وَإِنْ كَانَ مُنَافِقًا قَالَ سَمِعْتُ النَّاسَ يَقُولُونَ فَقُلْتُ مِثْلَهُ لاَ أَدْرِي ‏.‏ فَيَقُولاَنِ قَدْ كُنَّا نَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُولُ ذَلِكَ ‏.‏ فَيُقَالُ لِلأَرْضِ الْتَئِمِي عَلَيْهِ ‏.‏ فَتَلْتَئِمُ عَلَيْهِ ‏.‏ فَتَخْتَلِفُ فِيهَا أَضْلاَعُهُ فَلاَ يَزَالُ فِيهَا مُعَذَّبًا حَتَّى يَبْعَثَهُ اللَّهُ مِنْ مَضْجَعِهِ ذَلِكَ‏ ‏.‏

Sizden biriniz (veya ölü) kabre konulunca, simsiyah, mavi gözlü iki melek ona gelir. Onlardan birine Münker, diğerine de Nekîr denilir. O iki melek:

‘Bu adam (Muhammed) hakkında ne dersin?’ diye sorarlar.

O kimse, ölmeden önce söylediklerini aynen tekrar eder:

‘O Allâh’ın kulu ve Resulüdür. Ben şehadet ederim ki Allâh’tan başka ilah yoktur. Muhammed de onun kulu ve elçisidir.’

O iki melek: ‘Senin böyle söyleyeceğini biliyorduk’ derler.

Sonra, o kabir yetmişe yetmiş arşın kadar genişletilir ve aydınlık hale getirilir. ‘Rahatça yat, uyu burada’ denilir. O kimse;

‘Bu durumu, aileme dönüp haber verebilir miyim?’ deyince o iki melek;

‘Ailesinin en değerlisi dışında kimsenin uyandırmayacağı, yeni evli biri gibi uyu’ derler. O kişi, Allâh kendisini yeniden diriltinceye kadar, kabirde o halde kalır.

O kabre konulan kimse münafık ise (sorulan soruya);

‘İnsanların (peygamber) dediklerini duydum. Ben de benzer şekilde söyledim. Bir fikrim yok’ der.

Bunun üzerine o iki melek; ‘Senin böyle söyleyeceğini biliyorduk’ derler.

O kabre, ‘Sıkıştır onu’ denilir. Kabir de onu sıkıştırır. Hatta kaburga kemikleri yerlerinden oynar. Allâh, onu böylece mahşer günü uyandırıncaya kadar, azap etmeye devam eder.[51]

Sorgu meleklerine Münker ve Nekir adlarının verilmesi, kâfirlere münafıklara karşı şiddetli davranmaları, onların kalplerine korku salan bir görüntüye sahip olmaları sebebiyledir.

7. Hârût ve Mârût

Kur’ân-ı Kerîm’de Hârût ve Mârût’un zikredildiği âyet-i kerimede iki ana konu bulunmaktadır. Birincisi, Hz. Süleyman Peygamber’e (as) atılan iftiralar, ikincisi de Hârût ve Mârût’un, insanlara imtihan için gönderilişleridir.

وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاطٖينُ عَلٰى مُلْكِ سُلَيْمٰنَ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمٰنُ وَلٰكِنَّ الشَّيَاطٖينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ اَحَدٍ حَتّٰى يَقُولَا اِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِهٖ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهٖ وَمَا هُمْ بِضَارّٖينَ بِهٖ مِنْ اَحَدٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرٰيهُ مَا لَهُ فِى الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِهٖ اَنْفُسَهُمْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

Süleyman’ın hükümranlığına dair onlar, şeytanların uydurup söylediklerine uydular. Oysa Süleyman büyü yapıp inkârcı olmadı. Fakat şeytanlar inkârcı oldular. Çünkü onlar, insanlara sihri ve Bâbil’de Hârût ile Mârût adlı iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Oysa bu iki melek, ‘Biz ancak bir imtihan için gönderildik. Sakın sihir yapmayı caiz görüp de inkârcı olma!’ demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. İşte bunlardan, koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allâh’ın izni olmadıkça, bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Onlar kendilerine zarar verecek, ama hiçbir yarar sağlamayacak bir şey öğreniyorlardı. Ant olsun ki o sihri satın almış olanın, ahirette hiçbir nasibi olmayacağını biliyorlardı. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu bilselerdi.” (Bakara, 2/102)

İnsî ve cinnî şeytanlar, Hz. Süleyman’ın (as) hükümranlığının ihtişamı karşısında kendilerinden geçiyor, bu mülkün ancak sihir / büyü yolu ile meydana gelebileceğini iddia ediyorlardı. Ayet-i kerime, bu iddiayı, “Süleyman, büyü yapıp inkârcı olmadı” beyanı ile reddetmekte, ayrıca, büyünün ve büyücülüğün neticesinin “inkarcılık” anlamına geleceğini net bir şekilde haber vermiş olmaktadır.

Kur’an’ı baştan sona kadar tefsir eden ilk müfessir Mukātil b. Süleymân’ın (v. 150/767) Tefsir’inde belirttiği üzere, “insî ve cinnî şeytanlardan bir kesim, yazdıkları büyü kitaplarını, Hz. Süleyman’ın (as) namaz kıldığı yere gömdüler. Bu gömme işini, Hz. Süleyman’ın (as) mülkünden ayrı kaldığı bir zamanda yaptılar. Hz. Süleyman’ın vefatını müteakip, o büyü kitaplarını çıkarıp şöyle dediler: “Süleyman, bu kitap sayesinde size kral oldu. Rüzgarlar, bu kitap sayesinde esiyor. Şeytanlar, bu kitapların sayesinde onun emri altında çalışıyorlardı. Dolayısıyla, insanlara büyü öğretin!” Ancak Allâh (cc), “Süleyman, büyü yapıp inkârcı olmadı. Fakat şeytanlar inkârcı oldular..” buyurarak, Hz. Süleyman’ın (as), büyü yapma / yaptırma işinden uzak olduğunu açık bir şekilde beyan etti.”[52]

Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (v. 333/944), Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân adlı eserinde, konuyu biraz daha ayrıntılandırmakta ve şu bilgiyi vermektedir:

“Şeytanlar, sihir ve büyük etkinlikler içeren kitaplar icat etmiş, insanlar arasında yaymış ve büyü muhtevasını öğretmişlerdi. Hz. Süleyman (as), durumdan haberdar olunca, büyü kitaplarını toplatmış, insanların büyücülükten uzaklaşması düşüncesiyle, bu kitapları tahtının altında saklamıştı. Allâh’ın nebisi Süleyman aleyhisselam vefat edince, şeytanlar kitapları yerlerinden çıkarmış, insanlara öğretmiş, bunun Süleyman’ın gizleyip kendisine ayırdığı bir ilim olduğunu iddia etmişlerdir.

İşte Cenâb-ı Hak, “Oysa Süleyman büyü yapıp inkârcı olmadı. Fakat şeytanlar inkârcı oldular. Çünkü onlar, insanlara sihri ve Bâbil’de Hârût ile Mârût adlı iki meleğe indirileni öğretiyorlardı..” mealindeki beyanı, ayrıca Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sas) tebliği aracılığı ile, masum nebisi Hz. Süleyman’ın (as) suçsuzluğunu ortaya koymuş, ona yapılan çirkin isnattan, yüce nebisini aklamıştır.”[53]

Teftazânî’ye göre, Hârût ve Mârût hiçbir zaman sihir yapma suçu işlememiş ve sihrin / büyünün tesirine de inanmamışlardır. Onlara sihir indirilmesinin sebebi, insanları imtihan etmekti. O ikisi insanlara sihir öğretiyor, aynı zamanda öğüt verip, “Biz fitneyiz, sakın bizimle küfre düşme..” diyorlardı.[54]

Hârût ve Mârût konusunda, bilhassa İsrailî görünümlü, senetleri ve metinleri problemli rivayetler, fazlası ile tefsir ve hadis kitaplarımızda yer almışlardır. Bu rivayetlerde, Hârût ve Mârût adlı meleklerin, daha sonra güya yıldıza dönüştürülen Zühre adlı çok güzel bir kadına aşık olduklarının, onunla beraber olabilmek için içki, zina ve katl gibi cürümleri işlediklerinin iddia edilmesi, en başta “meleklerde cinsiyet olmadığı” gerçeğine aykırılık taşımaktadır.

Hârut ve Mârut adlı meleklerde, insanlar gibi “kuvve-i ğadabiyye ve şeheviyye” bulunduğunu kabulü içermeleri, ayrıca akla ve şer’e aykırı unsurlar sebebi ile, bu rivayetleri aktarmakta bir fayda görmedik. Çünkü, Hârut ve Mârut adlı meleklerde, rivayetlerde uzun uzun iddia edildiği gibi, Zühre’ye sahip olma çabası, kuvve-i ğadabiyye, kuvve-i şeheviyye, kıskançlık, kin ve haset gibi unsurlar yer almış olsaydı, onların melek olarak değil, insan olarak anılmaları gerekirdi.

8. Cennet Teşrifatçısı Melekler

Hiç kuşkusuz, Allâh ve melekleri peygambere salât etmektedir. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selam edin.

(Ahzâb, 33/56)

Meleklerin bir kısmı, Cenâb-ı Erhamürrâhimîn’in büyük lütfu sayesinde Cennet’lerde iskan edilecek müminleri karşılayacak, onlara rehberlik yapacaklardır:

جَنَّٰتُ عَدْنٍۢ يَدْخُلُونَهَا وَمَن صَلَحَ مِنْ ءَابَآئِهِمْ وَأَزْوَٰجِهِمْ وَذُرِّيَّٰتِهِمْ ۖ وَٱلْمَلَٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِم مِّن كُلِّ بَابٍۢ سَلَٰمٌ عَلَيْكُم بِمَا صَبَرْتُمْ ۚ فَنِعْمَ عُقْبَى ٱلدَّارِ

“(O saadet) Adn cennetleridir. Atalarından, zevcelerinden ve soylarından salih kimselerle beraber, o Cennetlere gireceklerdir. Melekler her kapıdan yanlarına vararak şöyle diyeceklerdir: Sabrettiğiniz için sizlere selâm olsun. Ahiret saadeti ne güzeldir.” (Ra’d, 13/23-24)

İbn Hibban’ın Sahih’inde, Abdullah b. Amr’dan naklettiğine göre, Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:

Allâh’ın yarattıkları arasında, Cennet’e ilk girecek olanlar, Muhacirlerin fakirleridir. Onlar ki sınırlar onlarla korunur, hoşlanılmayan şeylerden onlarla sakınılır. Onlardan birisi ölür de yerine getirmeye güç yetiremediği bir ihtiyaç, içinde ukde olarak kalmış olur. Allâh, meleklerinden dilediğine: “Onlar karşılayın ve selamlayın” buyurur. Melekler: “Ey Rabbimiz! Biz Senin göklerde yaşayan ve yarattıklarının hayırlıları olan varlıklarız. Sen bizlere, gidip onları karşılamamızı ve onları selamlamamızı mı emrediyorsun?” derler. Allâh: Onlar, sadece bana kulluk eden, hiçbir şeyi bana ortak koşmayan kullarımdır. Sınırlar onlarla korunuyor, hoşlanılmayan şeylerden onlar sayesinde sakınılıyor. Onlardan birisi ölür de yerine getirmeye güç yetiremediği bir ihtiyaç, içinde ukde olarak kalmış olur” buyurur. Bunun üzerine melekler gelirler ve her kapıdan yanlarına girerler ve: “Allâh’ın emrine sabretmenize karşılık size selam olsun. Dünya yurdunun sonucu (olan Cennet) ne güzeldir” derler.[55]

Melekleri, müminleri Cennet’lerde karşılamalarını beyan eden bazı ayet-i kerimeler şu şekildedir:

لَا يَحْزُنُهُمُ ٱلْفَزَعُ ٱلْأَكْبَرُ وَتَتَلَقَّىٰهُمُ ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ هَٰذَا يَوْمُكُمُ ٱلَّذِى كُنتُمْ تُوعَدُونَ

O en büyük korku (Sûr’a son üfürülüş anı), bunları mahzun etmeyecek ve kendilerini melekler şöyle karşılayacaklar: İşte bu, size dünyada iken vaad olunan (mutlu) gününüzdür.” (Enbiya, 21/103)

 وَسِيقَ ٱلَّذِينَ ٱتَّقَوْاْ رَبَّهُمْ إِلَى ٱلْجَنَّةِ زُمَرًا ۖ حَتَّىٰٓ إِذَا جَآءُوهَا وَفُتِحَتْ أَبْوَٰبُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَٰمٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَٱدْخُلُوهَا خَٰلِدِينَ

Rablerine itaat edenler, bölükler halinde Cennete sevk edilir. Nihayet oraya varıp Cennetin kapıları açılınca, bekçileri şöyle derler: Selâm sizlere, hoş geldiniz! Artık temelli kalmak üzere, girin buraya.” (Zümer, 39/73)

Ebu Hüreyre’den rivayete göre Resülullah (sas) şöyle buyurmuştur:

أَوَّلُ زُمْرَةٍ تَلِجُ الْجَنَّةَ صُورَتُهُمْ عَلَى صُورَةِ الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ، لاَ يَبْصُقُونَ فِيهَا وَلاَ يَمْتَخِطُونَ وَلاَ يَتَغَوَّطُونَ، آنِيَتُهُمْ فِيهَا الذَّهَبُ، أَمْشَاطُهُمْ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ، وَمَجَامِرُهُمُ الأَلُوَّةُ، وَرَشْحُهُمُ الْمِسْكُ، وَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمْ زَوْجَتَانِ، يُرَى مُخُّ سُوقِهِمَا مِنْ وَرَاءِ اللَّحْمِ، مِنَ الْحُسْنِ، لاَ اخْتِلاَفَ بَيْنَهُمْ وَلاَ تَبَاغُضَ، قُلُوبُهُمْ قَلْبٌ وَاحِدٌ، يُسَبِّحُونَ اللَّهَ بُكْرَةً وَعَشِيًّا ‏‏‏.

Cennete girecek ilk zümrenin suretleri, on dördüncü gecesindeki Ay şeklindedir. Onlar Cennet’te tükürmeyecekler, sümkürmeyecekler ve büyük abdest bozmayacaklardır. Kapları altındandır. Tarakları altın ve gümüştür. Buhurdanlıklarında aloe ağacı kullanılacak ve terleri misk kokacaktır. Onlardan her birinin iki eşi vardır. Bu eşlerin güzellikleri büyüleyicidir. Aralarında ne ihtilaf ne de kin vardır. Kalpleri, bir tek kalp gibidir. Sabah akşam Allâh’ı tesbih edeceklerdir.[56]

9. Cehennem Zebânîsi Melekler ve Mâlik

Dünyada iken isyanı seçmiş, iman etmeyi bilinçli bir şekilde reddetmiş, iman rükünlerini ve müminleri alaya almış, her türlü ikaz ve uyarıyı kulak ardı etmiş bahtsızların karşılaşacakları manzara şöyledir:

وَسِيقَ ٱلَّذِينَ كَفَرُوٓاْ إِلَىٰ جَهَنَّمَ زُمَرًا ۖ حَتَّىٰٓ إِذَا جَآءُوهَا فُتِحَتْ أَبْوَٰبُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَآ أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ ءَايَٰتِ رَبِّكُمْ وَيُنذِرُونَكُمْ لِقَآءَ يَوْمِكُمْ هَٰذَا ۚ قَالُواْ بَلَىٰ وَلَٰكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ ٱلْعَذَابِ عَلَى ٱلْكَٰفِرِينَ

İnkârcılar bölükler halinde Cehenneme sürülürler. Oraya varıp, Cehennem’in kapıları açıldığında, bekçiler onlara, ‘Sizlere Rabbinizin ayetlerini okuyan ve sizleri bu gününüzle karşılaşacağınız konusunda uyaran içinizden elçiler gelmedi mi?’ diye sorarlar. Onlar da, ‘Evet gelmişlerdi’ derler. Ancak, inkârcılar için azap sözü kesinleşmiştir.” (Zümer, 39/71-72)

Şimdi aktaracağımız ayet-i kerimede, Cehennem ile görevli meleklerin sayıları ile ilgili önemli bir bilgi yer almaktadır:

عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَ وَمَا جَعَلْنَآ أَصْحَٰبَ ٱلنَّارِ إِلَّا مَلَٰٓئِكَةً ۙ وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ إِلَّا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُواْ لِيَسْتَيْقِنَ ٱلَّذِينَ أُوتُواْ ٱلْكِتَٰبَ وَيَزْدَادَ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ إِيمَٰنًا ۙ وَلَا يَرْتَابَ ٱلَّذِينَ أُوتُواْ ٱلْكِتَٰبَ وَٱلْمُؤْمِنُونَ ۙ وَلِيَقُولَ ٱلَّذِينَ فِى قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَٱلْكَٰفِرُونَ مَاذَآ أَرَادَ ٱللَّهُ بِهَٰذَا مَثَلًا ۚ كَذَٰلِكَ يُضِلُّ ٱللَّهُ مَن يَشَآءُ وَيَهْدِى مَن يَشَآءُ ۚ وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ ۚ وَمَا هِىَ إِلَّا ذِكْرَىٰ لِلْبَشَرِ

Üzerinde on dokuz (görevli melek) vardır. Biz, Cehennem’in görevlilerini ancak meleklerden yaptık. Sayılarını da inkârcılar için bir sınama yaptık ki, kendilerine kitap verilmiş olanlar iyice inansın, inananların da imanı artsın. Kendilerine kitap verilenler ve inananlar kuşkuya düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlar ve inkâr edenler de, ‘Allâh bu örnekle ne demek istedi?’ desinler. İşte böylece Allâh, dilediğini şaşırtır, dilediğini de doğru yola iletir. Rabbinin ordularını (melekleri) ancak kendisi bilir. Bu (görevli melekler veya Sekar) insanlar için ancak bir uyarıdır.” (Müddessir, 74/30-31)

Cehennem bekçileri, Mâlik adlı melek riyasetinde bulunan diğer on sekiz melektir. “Cehennemin görevlilerini ancak meleklerden yaptık..” cümlesi, Cehennem görevlisi meleklerin, azaba uğrayacak insan ve cin türünden farklı oldukları açıktır. Dolayısı ile, hemcins olanların karşılıklı olarak duyabilecekleri şefkat ve acıma, Cehennem görevlilerini etkisi altına alamayacak, böylece azabı hak etmiş olanların azaplarında, bir hafifletme vesilesi yer bulunmayacaktır. Melekler, Allâh’ın (cc) yarattıkları arasında Allâh’ın (cc) emrini layıkıyla yerine getiren, O’nun (cc) emri gereği gazap edebilen, yakalayışları en şiddetli ve güçlü olanlardır. Ayrıca, Cehennemliklerin azaplarının hafifletilmeyeceği de ayet-i kerimelerde beyan edilmektedir. Bu gerçek ile ilgili olarak bkz.: Bakara, 2/86, 162; Ali İmran, 3/88; Nahl, 16/85 ve Fatır, 35/36.

Kur’ân-ı Kerîm’de, Cehennemliklerin, görevli melek Mâlik ile şu şekilde bir diyaloglarının bulunacağı beyan edilmektedir:

وَنَادَوْاْ يَٰمَٰلِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَ ۖ قَالَ إِنَّكُم مَّٰكِثُونَ

“(Cehennemin bekçisi olan Malik isimli meleğe şöyle) Bağrışırlar: ‘Ey Mâlik! (İste de) Rabbin işimizi bitirsin (öldürsün de azaptan kurtulalım).’ (Malik): Sizler, (azap içinde) kalacaksınız’ der.” (Zuhruf, 43/77)

Ayet-i kerimede, Mâlik’in Cehennemliklere, Sizler, (azap içinde) kalacaksınız’ cevabını ne zaman verdiğinin, bu sözü onların bu umutsuz yakarışlarının hemen arkasından mı, yoksa uzun bir süre geçtikten sonra mı söylediğinin ayrıntısı yer almamaktadır. Ancak İbn Abbas (ra) Hazretlerinin, “Cehennemliklerin bu çağrısına, Malik bin yıl boyunca herhangi bir cevap vermez. Bin yıl sonrasında ise, ‘Sizler, (azap içinde) kalacaksınız’ karşılığını verir” rivayeti [57] tefsir kitaplarımızda yer almıştır.

Bilindiği üzere, Ahiret hayatı ebedidir. Cehennemlikler bu durumu bildikleri halde, bazen içlerinde bulundukları şiddetli azaptan dolayı bu şekilde feryat edeceklerdir.

يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ قُوٓاْ أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا ٱلنَّاسُ وَٱلْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَّا يَعْصُونَ ٱللَّهَ مَآ أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ

Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır. O ateşin başında, acımasız, güçlü, Allâh’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen, emredildiklerini yapan melekler vardır.” (Tahrim, 66/6)

(غِلَاظٌ) “Acımasız” ve (شِدَادٌ) “güçlü” kelimeleri ile, Cehennem zebânîlerinin katı kalpli, kendilerinden merhamet dilendiğinde merhamet etmeyen, yaratılış maddeleri gazap ve öfke olan, insanlara yeme ve içmenin sevdirilmiş olması gibi, Cehennemliklere azap etme sevdirilmiş olan zebânîler kastedilmektedir.

 سَنَدْعُ ٱلزَّبَانِيَةَ

Biz de, (suçluları Cehennem’e atsınlar diye) Zebânîleri çağıracağız.” (Alak, 96/18)

Sonuç

Şu ana kadar, İslam öncesi dinler ve İslam’ın beyanları itibarı ile, “meleklerin varlığına iman rüknü” konusunu ayrıntılandırmaya çalıştık.

Bedîüzzaman Hazretlerinin Sözler isimli eserinde belirttiği gibi, “melâike muazzam bir ümmettir ki, onların amele kısmı “İrâde” sıfatından gelen şeriat-ı tekvîniyenin hamelesi, mümessili ve mütemessilleridirler. Müessir-i hakikî olan kudret-i fâtıranın ve irâde-i ezeliyenin emirlerine tâbi bir nevi ibâdullahtırlar ki, ecrâm-ı ulviyenin her biri onların birer mescidi, birer mabedi hükmündedirler.”[58]

Şimdi, Yüce Allâh’ın izni ve inayeti ile konuyu, meleklerin varlığına imanın bireysel faydaları, toplumsal faydaları ve meleklerin varlığına imansızlığın toplumsal zararları olmak üzere üç açıdan sonuca bağlamaya çalışacağız.

1. Meleklerin Varlığına İmanın Bireysel Açıdan Faydaları

Meleklerin varlığına iman, bireylerde manen rahatlık, güçlü bir korunma duygusu, iyiliğe yönelik rehberlik ve gelecekle ilgili umut duygusu gibi çeşitli kişisel faydalar meydana gelmesine vesile olurlar.

Abdullah b. Mesud’dan (ra) rivayete göre, Resülullah (sas) şöyle buyurmaktadır:

إِنَّ لِلشَّيْطَانِ لَمَّةً بِابْنِ آدَمَ وَلِلْمَلَكِ لَمَّةً فَأَمَّا لَمَّةُ الشَّيْطَانِ فَإِيعَادٌ بِالشَّرِّ وَتَكْذِيبٌ بِالْحَقِّ وَأَمَّا لَمَّةُ الْمَلَكِ فَإِيعَادٌ بِالْخَيْرِ وَتَصْدِيقٌ بِالْحَقِّ فَمَنْ وَجَدَ ذَلِكَ فَلْيَعْلَمْ أَنَّهُ مِنَ اللَّهِ فَلْيَحْمَدِ اللَّهَ وَمَنْ وَجَدَ الأُخْرَى فَلْيَتَعَوَّذْ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ ثُمَّ قَرَأ ‏:‏ ‏(‏الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَاءِ ‏)

İnsanoğluna şeytanın vesvese vermesi, meleğin de ilham etmesi vardır. Şeytanın vesvesesi kötülüklere götürmek ve gerçekleri yalanlatmaktır. Meleğin ilhamı ise hayırlara götürüp hakkı doğrulatmaktır. Kim hayırlara yönelmeyi ve hakkı doğrulamayı vicdanında bulursa bunun Allâh’tan olduğunu bilsin ve Allâh’a hamd etsin. Kim de vicdanında şeytanın vesvesesini bulursa taşlanmış ve kovulmuş şeytandan Allâh’a sığınsın.

Sonra Resülullah (sas), Bakara Suresi 268’inci ayetini okudu:

Şeytan sizi fakirlik ihtimaliyle korkutur ve size cimriliği emreder..”‏‏[59]

Melek inancının bireylere artı değer olarak vereceği potansiyel faydaları şu şekilde özetleyebiliriz:

1. Rahatlık: Meleklerin varlığına inanmak, sıkıntı, keder ve endişe zamanlarında, kişilere yüksek seviyede manevi rahatlık verir. Meleklerin bizi izlediğine, mücadelelerimizde yalnız olmadığımıza inanmak, Yüce Allâh’ın izni ile oldukça yüksek bir teselli ve güç kaynağıdır.

2. Korunma: Melekler, insanları kötülüklerden ve yanlışlıklardan muhafaza ederler. Bu, bireylerde artı bir güvenlik duygusu sağlar. Bireylerin, tehlikeli ve karmaşa dolu bir dünyada, kendilerini daha az savunmasız hissettikleri zamanlarda en yakın korumaları ve yardımcıları, Allâh’ın izni ile gelen meleklerdir.

3. Rehberlik: Melekler, bireylerin hayat yürüyüşlerinde onlara rehberlik ede ve yön gösteren yegane ruhani varlıklardır. Bireyler, önemli kararlar öncesinde, yardım etmeleri ve hayat yollarının netlik kazanması için Yüce Allâh’a dua ile meleklerinin yardımın talep edebilir, bu isteklerinin karşılanacağına olan güven ve itimat ile kalp huzuru hissedebilirler.

4. Artan Umut ve İyimserlik: Meleklerin varlığına inanmak, daha iyi ve istikametli bir gelecek için umutlu olmayı sağlar. Bizi izleyen iyiliksever yüksek varlıkların olduğuna inanmak, zor zamanlarda dahi bize umut ve iyimserlik duygusu verilir. Meleklerin, bireylerin hayatlarında olumlu sonuçlar elde edebilmeleri için perde arkasında çalıştıkları duygusu ve inancı, insanların bilhassa zor zamanlarda sebat edebilmeleri için ilham verir.

5. Artan Amaç Duygusu: Meleklerin varlığına inanmak, kendimizden daha güçlü ve ruhani varlıkların bir parçası olduğumuzu bilmek, bizlere dünya hayatında güçlü bir anlam ve amaç duygusu verir.

6. Azaltılmış Stres ve Kaygı: Dünyada yalnız olmadığımızı, bizleri kötülüklerden koruyan ve kollayan ruhani varlıkların olduğunu bilmek, stres ve kaygıyı azaltmaya yardımcı olur.

7. Geliştirilmiş Bireysel İlişkiler: Meleklere olan inanç, hepimizin birbirimize bağlı olduğumuzu bilmemize, başkalarına karşı daha şefkatli ve anlayışlı olmamıza yardımcı olur.

8. Daha Büyük Manevi Tatmin: Meleklere olan inanç, ruhanilerin dünyası ile daha güçlü bir şekilde bağlantı kurmamıza, dünya hayatını ise manevi açıdan daha derin ve anlamlı hale getirmemize sebep olur.

Bu faydaların öznel olduğunu, meleklere inanan herkes tarafından tecrübe edilemeyeceğini, bu faydaların bilhassa, melek inancı veya manevi bakış açısı güçlü kimselerde daha belirgin olarak görülebileceğini bilmek önemlidir.

2. Meleklerin Varlığına İmanın Toplumsal Açıdan Faydaları

Meleklerin varlığına inanmak, insanlara sosyal olarak da fayda sağlar. Bu faydalar şu şekilde özetlenebilir:

1. Topluluk Duygusu: Meleklerin varlığına inanmak, bu önemli iman rüknünü paylaşan diğer insanlarla daha saygın bir bağlılığın hissedilmesine yardımcı olabilecek ortak tutumlar ve değerler duygusu sağlar. Böyle bir topluluk duygusu, manevi bir destek, ruhani bir aidiyet ve samimi arkadaşlık kaynağı oluşturur.

2. Ahlâkî Rehberlik: Meleklerin varlığına inanan topluluklar, aynı zamanda şefkat, cömertlik ve nezaket gibi temel ahlâkî ilkelerde herhangi bir sorun yaşamazlar. Bu yüksek ve kıymetli değerler, bireylerin olumlu sosyal etkileşimlerine ve ilişkilerine katkıda bulunan güçlü bir empati ve sosyal sorumluluk duygusu geliştirmelerine yardımcı olur.

3. Gönüllülük ve Hayırseverlik: Meleklerin varlığına inanan toplumlar, inançlarını eyleme dökmenin bir yolu olarak, gönüllülüğe dayalı faaliyetlerde bulunmak, muhtaç ve kimsesizlere yardım etmek ya da hayır kurumlarına bağış yapmak için ilham dolu olurlar. Böyle bir motivasyon, toplum fertlerinin birbirleri ile daha bağlı hale gelmelerine yardımcı olur. Böylece, iman amele dönüşmüş, inanç pratiğe aktarılmış, neticede de ihtiyacı olan kesimler somut faydalar sağlamış olurlar.

4. Özgecilik ve Affetme: Meleklerin varlığına inanç, kişilerarası ilişkiler için faydalı olabilecek özgecilik ve affetme değerlerini de teşvik eder. İnsanlar eylemlerinin daha yüksek bir güç tarafından gözlemlendiğine bildiklerinde, başkalarıyla barışı ve uyumu teşvik edecek şekillerde hareket ederler.

5. Artan Empati ve Şefkat: Meleklerin varlığına olan inanç, hepimizin birbirimize bağlı olduğumuzu bilerek, başkalarına karşı daha empatik ve şefkatli olmamıza yardımcı olur.

6. Artan Gönüllülük ve Hayırseverlik: Meleklerin varlığına olan inanç, insanları başkalarına yardım için gönüllü olarak zamanlarını ayırmaya, hayır kurumlarına bağışta bulunmaya motive eder.

7. Daha Fazla Sosyal Uyum: Meleklerin varlığına olan inanç, hepimizin kendimizden daha büyük içtimaî bir dünyanın parçası olduğumuzu bilmemize, bir topluluk ve aidiyet duygusu yaşamamıza yardımcı olur.

8. İyileştirilmiş Zihinsel ve Fiziksel Sağlık: Yapılan bilimsel çalışmalar, Meleklerin varlığına olan inancın zihinsel ve fiziksel sağlığın iyileştirilmesi ile güçlü bir şekilde ilişkili olduğunu göstermiştir. Ayrıca araştırmalar, meleklere olan inancın daha düşük suç ve şiddet seviyeleri ile ilişkili olduğunu ispat etmiştir.

Hayattaki umudunu, iyimserliğini ve amaç duygusunu artırmak isteyenler, mutlaka meleklerin varlığına iman rüknünün yüksek önemini kavramalı, bu çok hassas iman rüknünü samimi bir şekilde içselleştirmenin çabası içerisinde olmalıdırlar.

3. Meleklerin Varlığına İmansızlığın Toplumsal Açıdan Zararları

Meleklerin varlığına inancın yokluğu, birtakım kişisel sıkıntılara veya kayıp duygularına neden olur. Meleklerin varlığına inançtan mahrum olmanın kişisel ve sosyal ahenk üzerinde üretebileceği bazı negatif etkiler şu şekilde özetlenebilir:

1. Kalp Huzursuzluğu ve Manevi Destek Yoksunluğu: Meleklerin varlığına imanın (hafazanAllâh) kaybı veya yokluğu, bilhassa zor zamanlarda devreye giren çok önemli bu manevi desteğin ve kutsi tesellinin temiz kaynağını kaybetmek anlamına gelir. Bu kayıp, manen izolasyona, iç kaygılarına veya depresif duygulara yol açar.

2. Topluluktan Uzaklaşma: Meleklerin varlığına olan inancın kaybedilmesi veya yokluğu, ortak değerlerin kaybedilmesine sebep olur. Bu ise, bu tür topluluklarda, yalnızlıklara ve manen yok oluşlara yol açar.

3. Etik ve Ahlâkî Değerlerden Kopma: Meleklerin varlığına olan inancı kaybetmek, manevi rehberlik ve ilham duygusunu kaybetmek anlamına gelir. Bu da ahlâken yozlaşmaya, kalp ve zihnin karanlık labirentlerde kalmasına zemin hazırlar. Meleklere inanmadan, bireyler mutlu, huzurlu ve tatmin edici bir hayat yaşayamazlar.

4. Empati ve Merhamet Eksikliği: Meleklerin varlığına inanmama, başkaları için empati ve merhamet eksikliğine yol açar. Bireylerde zakkum ağacı gibi boy atacak fiziksel dünyamızın ötesindeki metafizik alanın inkarı hali, bu haldeki bireylerin başkalarının acılarını anlamalarını veya umursamalarını açık bir şekilde yok eder. Böyle bir karanlık hal, suç ve şiddetin artmasına, bireylerdeki sosyal uyumun azalmasına sebep olur.

5. Artan Stres ve Depresyon: Bizi gözetleyen yüksek ve yüce iyiliksever varlıkların olmadığına inanılması, kişilerin bu dünyada yalnız olduklarını, kimsenin kendilerini koruyup kollamadığını düşünmelerine neden olur. Böyle bir durum, fertlerde ve toplumlara stres, kaygı ve depresyon gibi ruhsal ve zihinsel rahatsızlıkları artmasına yol açar.

Elbette bu saydıklarımız, meleklerin varlığına inanmamanın olası zararlarından sadece çok küçük bir kısmıdır. Meleklerin varlığına iman rüknünün yitirilmesinin bireyler ve toplumlar üzerindeki gerçek kayıpları ve potansiyel kötü sonuçları, bir dizi olumsuz faktöre bağlı olarak değişiklik gösterecektir.

Konuyu meleklerin duası ile tamamlayalım.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

(Ey Rabbimiz!) Seni tenzih ederiz! Senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Hiç şüphesiz, en iyi bilen Sensin, tam hüküm ve hikmet sahibisin.

(Bakara, 2/32)

Salât u Selâm

اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَدَدَ حِلْمِكَ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَدَدَ عِلْمِكَ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَدَدَ كَلِمَاتِكَ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَدَدَ نِعْمَتِكَ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ مِلْءَ سَمَاوَاتِكَ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ مِلْءَ أَرْضِكَ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّـدٍ مِلْءَ عَرْشِكَ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّـدٍ زِنَةَ عَرْشِكَ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَدَدَ مَا جَرَى بِهِ الْقَلَمُ فِي أُمِّ الْكِتَـابِ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّـدٍ عَدَدَ مَا خَلَقْتَ في سَبْعِ سَمَاواتِكَ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَدَدَ مَا أَنْتَ خَالِقُهُ فِيهِنَّ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ فِي كُلِّ يَوْمٍ أَلْفَ مَرَّةٍ

اللَّهُـمَّ صَلِّ عَلَى مَلاَئِكَتِـكَ الْمُقَرَّبِينَ وَعَلَى أَنْبِيَائِكَ الْمُطَهَّرِينَ وَعَلَى رُسُلِكَ الْمُرْسَلِينَ وَعَلَى حَمَلَةِ عَرْشِكَ وَعَلَى سَيِّدِنَا جِبْرِيلَ وَسَيِّدِنَا مِيكَائِيلَ وَسَيِّدِنَا إِسْرَافِيلَ وَسَيّدِنَا مَلَك الْمَوْتِ وَسَيِّدِنَا رِضْـوَانَ خَازِنِ جَنَّتِكَ وَسَيِّدِنَا مَالِـكٍ وَصَلِّ عَلَى السَّـادَاتِ الْكِرَامِ الْكَاتِبِينَ وَصَلِّ عَلَى أَهْلِ طَاعَتِكَ أَجِمَعِينَ مِنْ أَهْلِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرَضِينَ

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْـكِــرَامِ الْـبَــرَرَةِ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَتَسْبِيحِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَتَقْدِيسِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَتَذْكِيرِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَتَـهْـلِـيـلِـهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَتَمْجِيدِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكةِ وَخُشُوعِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَإِخْلَاصِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَخَوْفِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَثَنَائِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَتَحْمِيدِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَصَافَّاتِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَتَكْبِيرِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَقِـيَـامِـهِـمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَقِرَاءَاتِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَرُكُوعِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَسُجُودِهِم  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَقُعُودِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَتَشَهُّدِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَقُنُوتِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَتَسْلِيمَاتِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَصَلَوَاتِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَرُسُـلِـهِـمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَأَجْنِحَتِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَأَلْسِنَتِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَكَلِمَاتِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَكِـتَـابَـتِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَأْتِمَارِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَأَسْرَارِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَأَنْـوَارِهِـمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَاسْتِغْفَارِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَبِشَارَاتِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَأَنْفَاسِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَمَـنَـازِلِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَطَـاعَـتِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَعِبَادَاتِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَمَقَامَاتِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَأَمَانَاتِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَشَهَادَاتِهِمْ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ الْمَلَائِكَةِ وَأَصْوَاتِهِمْ 

Allâhım! Hilmin sayısınca, Seyyidimiz Muhammed’e salât eyle. Allâhım! İlminin sayıları miktarınca, Seyyidimiz Muhammed’e salât eyle. Allâhım! Bitmez tükenmez kelimelerinin adedince Seyyidimiz Muhammed’e salât eyle. Allâhım! Nimetlerinin sayıları miktarınca Seyyidimiz Muhammed’e salât eyle. Allâhım! Semâlar dolusunca Seyyidimiz Muhammed’e salât eyle. Allâhım! Yeryüzü dolusunca Seyyidimiz Muhammed’e salât eyle. Allâhım! Arşının dolusu kadar Seyyidimiz Muhammed’e salât eyle. Allâhım! Arşının ağırlığınca Seyyidimiz Muhammed’e salât eyle. Allâhım! Levh-i Mahfûz’da, olmuş ve olacak her şeyi yazan kaleminin yazdığı şeyler sayısınca Seyyidimiz Muhammed’e salât eyle. Allâhım! Yedi kat semada yarattıklarının sayısı miktarınca Seyyidimiz Muhammed’e salât eyle. Allâhım! Kıyamet gününe kadar her gün bin defa, yerde ve göklerde yarattıkların adedince Seyyidimiz Muhammed’e salât eyle.

Allâhım! Mukarrebun makamındaki meleklerine, bütün pak Nebilerine, ilahi kitapla gönderilen Resullerine, arşı taşıyan meleklerine, Seyyidimiz Cebrâîl’e (as), Mîkâîl’e (as), İsrâfîl’e (as), Melekü’l-Mevt’e (as), Cennet’in bekçisi Rıdvan’a, Cehennem’in bekçisi Malik’e, insanların sağında ve solunda bulunan hayır ve şerleri kaydeden Kirâmen Katibîn’e, bütün yer ve gök ehlinden sana itaat edenlere salat eyle.

Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e, katında değerli / şerefli günahlardan arınmış / itaatkar meleklerin adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve tesbihleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve takdîsleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve zikirleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve tehlilleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve temcîdleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve huşuları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve ihlâsları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve havfları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve senâları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve tahmîdleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve safları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve tekbirleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve kıyamları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve kırâatları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve rükûları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve secdeleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve ka’deleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve teşehhüdleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve kunutları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve selamları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve salavâtları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve resulleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve kanatları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve dilleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve kelimeleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve kayıtları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve aldıkları emirleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve taşıdıkları sırları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve nurları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve istiğfarları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve verdikleri müjdeleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve nefesleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve menzilleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve itaatleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve ibadetleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve makamları adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve emanetleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve şâhitlikleri adedince salât et. Allâhım! Seyyidimiz Muhammed’e melâiken ve sesleri adedince salât et.


[1] Fahrüddîn er-Râzî, El-Meṭâlibü’l-ʿÂliye, s. 280, (Çev. E. Demirli vd.), Fikriyat Yayınları, İstanbul-2022.

[2] İbn Ebü’l-İz, Şerḥu’l-ʿAḳīdeti’ṭ-Ṭaḥâviyye, ss. 407-408, (Tahk. A. Muhsin et-Türkî), Müessesetü’r-Risale, Beyrut-1990.

[3] Sa‘düddîn Mes‘ûd b. Ömer et-Teftâzânî, El-Makâsıd Kelâm İlminin Maksatları, s. 646 (Çev. İ. Eyibil), Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul-2019.

[4] Seyyid Şerîf Cürcânî, Kitabü’t-Ta’rîfat, s. 247, Mektebetü Lübnan, Beyrut-1985.

[5] Tirmizi, 2882; Taberani, Kebîr, 7146.

[6] Müslim, 8; Buhari, 50.

[7] Müslim, 2996.

[8] İbn Ebî Hâtim, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿAẓîm Müsneden ʿani’r-Resûl ve’ṣ-Saḥâbe ve’t-Tâbiʿîn, 6/2054, Mektebetü Nezâr Mustafa el-Bâz, Riyad-1997.

[9] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3748.

[10] İbnu’l-Mübârek, Ez-Zühd ve’r-Reḳāʾiḳ, 208.

[11] İbn Ebî Hâtim, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿAẓîm, 5/1348.

[12] Müslim, 174; Tirmizi, 3277.

[13] Tirmizi, 3278.

[14] Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, El-Yevâḳīt ve’l-Cevâhir fî Beyâni ʿAḳāʾidi’l-Ekâbir, s. 1034 (Terc. M. Çınar), Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul-2019.

[15] Müslim, 81.

[16] Tirmizi, 3117.

[17] İbn Ebî Hâtim, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿAẓîm, 191.

[18] https://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eim%C5%9Fek_ve_y%C4%B1ld%C4%B1r%C4%B1m

[19] Taberanî, Kebîr, 11371.

[20] Buhari, Edebü’l-Müfred, 722.

[21] Müslim, 2984.

[22] Buhari, Edebü’l-Müfred, 723.

[23] Müslim, 408.

[24] Buhâri, 6357; Müslim, 406.

[25] Buhari, Edebü’l-Müfred, 644.

[26] Abdurrezzak, Musannef, 3118; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 16477.

[27] Taberânî, Evsat, 6503; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 255.

[28] Tirmizi, 2312.

[29] İbn Ebü’l-İz, Şerḥu’l-ʿAḳīdeti’ṭ-Ṭaḥâviyye, s. 408.

[30] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2514, 2483.

[31] Müslim, 770.

[32] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 20438.

[33] Buhari, Tefsir, 6.

[34] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2483.

[35] İbnü Ebî Şeybe, El-Muṣannef, 37537.

[36] Ebu Davud, 3999.

[37] Taberânî, Kebîr, 12061.

[38] Taberânî, Evsat, 8942.

[39] Fahrüddîn er-Râzî, El-Meṭâlibü’l-ʿÂliye, ss. 291-307.

[40] Adudüddin el-Îcî, El-Mevâḳıf fî ʿİlmi’l-Kelâm, ss. 367-368, Alemü’l-Kütüb, Beyrut, trsz.

[41] Dârimî, 196; İbn Ebi Şeybe, Musannef, 36956.

[42] Ahmed b. Hanbel, Zühd, 1890.

[43] Ebu’ş-Şeyh, Kitâbu’l-Azame, 479.

[44] Ebu’ş-Şeyh, Kitâbu’l-Azame, 480.

[45] Ebu’ş-Şeyh, Kitâbu’l-Azame, 481.

[46] Tirmizi, 2407.

[47] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, C. 6, ss. 4514-4515, Eser Neşriyat ve Dağıtım, İstanbul 1979.

[48] İbnü Ebî Hâtim, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm Müsneden an Rasulillâh ve’s-Sahâbe ve’t-Tâbiîn, 7/2230-2231 (12193); Taberânî, Kebîr, 10760.

[49] Taberânî, Kebîr, 7704.

[50] El-Müttakī el-Hindî, Kenzu’l-Ummâl, 1562.

[51] Tirmizi, 1071.

[52] Mukātil b. Süleymân, Tefsîru Muḳātil b. Süleymân, C. 1, ss. 126-127, (Tahk. Abdullah Mahmut Şemate), Müessesetü’t-Tarihi’l-Arabi, Beyrut-2002.

[53] Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, C. 1, s. 189, (Tahk. A. Vanlıoğlu, B. Topaloğlu), Mîzan Yayınevi, İstanbul-2005.

[54] Teftâzânî, El-Makâsıd Kelâm İlminin Maksatları, s. 648.

[55] İbn Hibban, Sahih, 7421.

[56] Buhari, 3245.

[57] Bkz. Ez-Zemahşerî, El-Keşşâf, 6/70, (Çev. H. Öğmüş), Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul-2020.

[58] Bedîüzzaman, Sözler.

[59] Tirmizi, 2988.

© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.